Etiket arşivi: Tevhidi Tedrisat Kanunu

Aydın nefreti

Anasayfa - Prof. Dr. Can CEYLAN
Prof. Dr. Can CEYLAN
03 Ağustos 2023, Cumhuriyet

 

  • “Bir memleketteki azınlık, eğer menfaatini çoğunluğun cehaletinde ararsa umumi felaket muhakkaktır.” Atatürk, 1923

Kurtuluş ve Kuruluş yıllarında, okulu olan köylerin parmakla gösterildiği, nüfusun %90’dan çoğunun okuma-yazma bilmediği bir coğrafyadan bugünlere geldik.

Gönül, okul sayısının artması, eğitimin yaygınlaşması ve aydınlarımızın çoğalması ile hedeflenen noktaların daha da ötesinde olduğumuzu söyleyebilmeyi çok isterdi.

Ancak, nicelik nitelikle birleşmediğinde, kötücül odakların sinsi planları devrede olduğunda; bunun olası olmadığını deneyimlemek suretiyle (yoluyla) bugünleri görme gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Başa dönecek olursak; söz konusu yıllarda ülkenin kalkınabilmesi için, öncelikle cehalet ve eğitimsizliğe karşı savaşım verilmesi yadsınamaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştı.

CEHALETLE SAVAŞ

Mustafa Kemal’in, Cumhuriyet henüz ilan edilmemişken 1921’de Ankara’da “Maarif Kongresi” düzenlemesi de bu eksikliğin bir an önce giderilmesi kaygısından kaynaklanıyordu. Osmanlı döneminde yüz yıllarca, padişaha kulluk ederek yaşamaya alışan ya da alıştırılan kuşakların, eğitimli bireyler durumuna getirilmesi, günümüz koşullarına göre kuşkusuz çok daha zordu. Kaldı ki; kısıtlı eğitimin toplumun dinsel ögelere dayalı, evrensel değerlerden uzak medrese eğitimi ile veriliyor olması, halkın prangalarından kurtulması için gerekli çağdaş eğitim atılımını daha da çetrefilli bir çembere sokuyordu.

Koşullar ne denli zor olursa olsun, bu açmaz; en yakın dava-silah arkadaşlarının bile, Kurtuluş için manda altına girmekten başka seçenek olmadığını düşündüğü zor yıllarda, bunu Sivas Kongresi’nde kesin bir dille reddeden Mustafa Kemal gibi bir deha için olanaksız değildi. Bu çerçevede “Tevhidi Tedrisat Kanunu”, Dil Devrimi, medreselerin, tekke-türbe ve zaviyelerin kapatılması; Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Âli Yücel gibi öncü eğitim neferleri; yurt dışından getirilen Prof. Kühne, Prof. Malche gibi eğitim danışmanları, millet mektepleri, halk odaları, Halkevleri ve sonrasında açılan Köy Enstitüleri; hep halkı, kitlendiği çağdışı çıkmazlardan kurtararak çağdaş düzeylere getirme çabalarının sonucu olarak yaşama geçirilmişti.

Öyleyse, bu denli önemli eğitim devrimleri ile üst düzeylere getirilen ülke ve toplum, nasıl oldu da günümüzde, en az baştaki karanlık yıllar ölçüsünde olumsuz noktalara sürüklendi. Gerçekte geçmişte de çağdaş eğitim modelleri; “fuhuş yuvası olma”, “kökü dışarıda olma” gibi us dışı suçlamalarla, dinsel ögelere dayalı, evrensel ilkelerden uzak medrese modellerine geri dönülmesi, kız çocuklarının eğitim kulvarında (yolağında) yer almaması biçiminde gerici yaklaşımlarla sekteye uğratılmaya çalışılmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunmuştu.

Aydınlarımız, gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz, öğretmenlerimiz bu süreçte kimi zaman sürgün yiyerek, meslekten çıkarılarak, darbeci-terörist yaftası yiyerek, mahkeme kapılarında aklanmaya çalışarak, cezaevlerinde gün sayarak ve kimi zaman da yurtsever duruşlarının bedelini canları ile ödeyerek bu suçlama ve saldırılardan paylarını almışlardır.

Geldiğimiz son noktada, siyasal parti önderlerinin anti-demokratik (demokrasi karşıtı) yaklaşımları, Kuruluş ilkelerinden uzaklaşılması, siyasal kadrolara gerçek yurtsever aydınlar yerine, önemli ölçüde aydın kisvesine bürünmüş, koltuk ve çıkar peşinde koşan parti yöneticileri ve milletvekillerinin dadanması; toplumsal yozlaşmanın doğruya evrilmesinin ve düze çıkılmasının önünde, örseleyici engeller olarak tüm çıplaklığıyla durmaktadır.

LAİK ve BİLİMSEL EĞİTİMDEN ASLA VAZGEÇMEYECEĞİZ!

Engin Demirkollu

Torununun ve çocuğumun,
Aile dışından ve benim seçmeyeceğim uygun görmeyeceğim,
Manevi danışmana asla gereksinimi yoktur.

Onun öncelikli danışmanı ancak ve yalnız benim.
Gerekirse O’na kimin danışmanlık yapacağına ancak ve yalnız ben karar veririm.
Okulda atanmış manevi danışmanı reddediyorum.
Çocuğuma sözde manevi danışmanlık yapmasını asla kabul etmiyorum.

Eylül’de başlayacak yeni eğitim-öğretim yılında pilot bölge seçilen 3 il Tekirdağ, Eskişehir ve İzmir’de devlet okullarına, ilkokullar da içinde olmak üzere manevi danışman adı altında imam ve vaizler atanacak.
Belki de bir süre sonra Rehberlik ve Psikolojik Danışma ögretmenleri yerine salt bunlar atanacak.

İzmir Barosu bugün konuyla ilgili duyuru paylaştı, CHP il örgütleri de konuyla ilgili örgütleniyor ve bir protesto gösterisi planlanıyor.
Çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceği için lütfen yayalım, ilgilenelim ve direncimizi gösterelim.

Bugün yalnızca pilot okullar ama herhangi bir direnç ya da karşı koyma olmazsa, yakında tüm Türkiye’de ve ileride özel okullarda da aynı durumla karşı karşıya kalabiliriz.
Bu nedenle, lütfen soruna duyarlılık gösterelim.
***

Milli Eğitim Bakanının, ayrımcılık yasağına, Anayasa’nın başlangıç kısmında yer alan eşitlik, din ve vicdan hürriyeti ilkelerine, Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitiminin temel kanunu olan ve Anayasa’nın 174. maddesiyle koruma altına alınmış “inkılap kanunlarından”  Tevhidi Tedrisat Kanunu‘na açık aykırılık oluşturan açıklamalarını kınıyor ve kabul etmiyoruz.

Yasalar gereği kız-erkek ayrımı yapmaksızın tüm çocukların okula gitmesini sağlamakla görevli Milli Eğitim Bakanının kız okulları açılabileceğine ilişkin demeçleri; zorunlu eğitim çağındaki kız çocuklarının okula gönderilmediğinin, bunu engellemek için gerekli önlemlerin alınmadığının yani görev ihmalinin itirafını da içermektedir.

Kız çocuklarının eğitime erişiminin engellenmesi, 4+4+4 sistemiyle başlatılmış;  gitgide derinleşen yoksulluk ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile pekiştirilmiştir.

Engellerin kaldırılması yerine karma eğitimin “suçlu” ilan edilmesi,  bilinçli olarak yapılan politik bir tercihtir.

Eğitimin amaçlarından biri, tüm eşitsizlikleri ortadan kaldırarak inanç ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almak iken bu açıklamalarla “milli eğitimde” laiklikten uzaklaşarak “dinsel eğitimin” hedeflendiği ve cinsiyetçi, eril anlayışın eğitim ilkelerine egemen kılınmaya çalışıldığı açıktır.

Karma eğitimin tartışmaya açılması Cumhuriyetin demokratik, bilimsel ve laik kazanımlarının tasfiye edilerek “milli eğitim”in “din temelli” eğitime dönüştürülmesinin devlet eliyle örgütlenmeye çalışılmasıdır.

Yine aynı biçimde geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Artİstanbul Feshane’deki sergisi önünde bir araya gelen gerici grupların saldırı girişimi, Balıkesir Sivil Toplum Platformu adlı gerici oluşumların yaptıkları ortak açıklama dikkate alınarak Balıkesir Büyükşehir Belediyesi tarafından konserlerin iptal edilmesi, Kızılay’ın başına adı cemaatle anılan kişilerin getirilmesinin; din temelli bir devlet kurma ve laikliği yok etme çabalarının parçası olduğunu biliyoruz.

İzmir Barosu olarak demokratik, bilimsel ve çağdaş eğitimden uzaklaşma uğraşının her zaman karşısında duracağımızı tekrar eder;

  • Cumhuriyetin 100. Yılında başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet kazanımlarımızı yok etmenize izin vermeyeceğimizi hatırlatırız.

https://www.izmirbarosu.org.tr/HaberDetay/3160/cumhuriyetin-demokratik-bilimsel-laik-kazanimlarindan-asla-vazgecmeyecegiz 7

 

3 Mart’ı 100. yılında kutlamak için laikliğe sahip çıkın!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr

 

99 yıl önce bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni laik temeller üzerine oturtan tarihi kararını aldı.

Mustafa Kemal Atatürk, 1 Mart 1924’te TBMM’yi açış konuşmasında söylediği şu sözlerle hilafetin kaldırılacağını duyurdu:

  • “İslam dinini, yüzyıllardan beri alışageldiği üzere bir siyaset aracı durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve ilahi inançlarımızı ve vicdanı değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü menfaat ve ihtiraslara görünüş sahnesi olan siyasetlerden ve siyasetin bütün kısımlarından bir an önce ve kesin olarak kurtarmak milletin dünyevi ve uhrevi mutluluğunun emrettiği bir zarurettir.”

Ve bu konuşmasından iki gün sonra, 3 Mart 1924’te TBMM’de Devrim Yasaları kabul edildi.

LAİK REJİMİN YOLU BU YASALARLA DÖŞENDİ

429 sayılı yasayla Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırıldı. (“Şeriye” sözcüğü din işleri, “evkaf” ise vakıflar anlamına geliyor.) Daha sonra vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne; din işleri de Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredildi.

430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) kabul edildi. Bu yasa ile ülkedeki bütün eğitim kurumları, Maarif Vekaleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlandı.

Bu yasayla aynı zamanda Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti kaldırılarak ordunun yönetimi vekiller heyetinden çıkarıldı ve ayrı bir yapı olan Genelkurmay Başkanlığı’na verildi. Böylelikle Ordunun siyasal etkilerden uzak kalması sağlanmıştı. Fakat 15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe girişiminin 2. yıldönümünde yayımlanan bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Genelkurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanarak yine siyasal etkiye açık duruma getirildi.

431 sayılı “Hilâfetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyet Dışına Çıkarılmasına Dair Kanun” ile de halifelik kaldırılarak laik rejim yolunda en büyük adım atıldı.

DEVRİMLERE İHANET EDİLDİ

Her biri birer devrim olan bu yasalar, Üç Devrim Yasası olarak bilinir. Laik Cumhuriyetin temel felsefesini kuran Devrim Yasaları, anayasal güvence altındadır; değiştirilmeleri teklif bile edilemez. Ne var ki 21 yıllık AKP döneminden sonra geldiğimiz noktada, bu yasalar yürürlükte olsa da sürekli olarak çiğnenir duruma geldi.

Temel görevi yasaların şeriata uygunluğunun denetlenmesi olan şeyhülislamlık kurumunun yerine kurulan Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin laik bir devlette yer alması düşünülemeyeceğinden kaldırılması elzemdi. Ancak onun yerine kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın günümüzde hemen her konuya dahil olarak yayımladığı fetvalar, AKP’nin toplumdaki ve devlet yönetimindeki dincileşmeyi bu kurum aracılığıyla yaptığını ortaya koyuyor.

Öğretim Birliği Yasası ise tarikatlar ile cemaatlerin eğitim alanındaki faaliyetleri ile çiğnendi. Yasaya aykırı bu yapılar, açtıkları kurslar ve yurtlar ile bu alanda egemenlik sağladı; Diyanet Akademisi Yasası ile bir kez daha yasaya ihanet edildi. Laik, bilimsel, çağdaş bir eğitimle yetişen kuşaklar yaratmak amacıyla çıkarılan bu yasa, bugün yürürlükte olsa da sadece adı kaldı…

431 sayılı kanun ile Hilafet kaldırılarak, ülkede yaşayan herkesin halifenin kulu olduğunu düşünen ümmet anlayışına karşı, yurttaşlık bilincine dayanan bir ulus devlet olma bilinci geliştirildi. Halifelik kaldırılmasa ne laiklik bir anayasal ilke olacaktı ne Medeni Yasa çıkarılabilecekti ne de laik hukuk sistemi kurulabilecekti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sağlayan devrim sürecinde laikliğin önü 3 Mart 1924’te kabul edilen bu yasalar ile açıldı. Bu tarih, Türkiye’de tüm ilericilerin, laiklerin, aydınların, devrimcilerin bayram gibi kutladığı bir tarih olmalıdır; çünkü 23 Nisan 1920 ve 29 Ekim 1923 kadar önemlidir. 

3 Mart’ı, 100. yıldönümünde bayram havasında kutlamak için laik Cumhuriyete sahip çıkın!

BAŞÖRTÜSÜ ve ANAYASA

 Avukat A. Erdem AKYÜZ

                Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında değişiklik istemini içeren ve 336 milletvekilinin imzası ile AKP tarafından Meclise verilen yasa teklifi ile başörtüsü ve ailenin tanımına ilişkin yeni düzenlemeler getirilmek istenmektedir.
Ancak istenen şeyler “başörtüsü ve aile birliği tanımı ile sınırlı olmayıp; kılık kıyafete ilişkin yeni düzenlemeleri” de kapsamaktadır.

BAŞÖRTÜSÜ VE KILIK KIYAFET (GİYSİ)

Anayasa değişikliğini içeren yeni yasa teklifinin 1. maddesinde aynen

  • Hiçbir kadın; dini inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetlerinden dolayı… kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan
    yoksun bırakılamaz.

denmektedir.
Yani getirilmek istenen yeni yasa ile yalnız başörtüsü değil, “tercih ettiği kıyafet” denilerek çarşaf, peçe gibi kılık ve kıyafetlerin de giyilmesine serbestlik getirilmek istenmektedir.
Hatta o deni ki; askeriye, tıp, emniyet gibi verilen hizmete göre giysi giyilmesinin zorunlu olduğu ortamlarda bile, bu zorunluluğun; kadının başını örtmesi ve tercih ettiği giysiyi giymesini hiçbir biçimde engellemeyecek ölçülerde olması yönünde kısıtlama getirilmektedir.
Teklifin görülmeyen, göz ardı edilen en önemli noktalarından biri budur.
Başörtüsü konusuna gelince; unutulan ve değerlendirilmeyen hususlardan bir başkası, halen yürürlükte olan Anayasamızın değiştirilemeyecek ve Anayasaya aykırılığı bile iddia edilemeyecek maddelerini etkileyecek değişiklik istemlerini kapsamasıdır.

                DEĞİŞTİRİLEMEZ NİTELİKTEKİ MADDELER

                Anayasamızın ilk 3 maddesinde; Devletin biçiminin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile Cumhuriyetin sayılan niteliklerinin değiştirilemeyeceği gibi değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği hükümleri yer almaktadır. Bu maddeler ile bağlantılı olan ve “İnkılap (Devrim) Kanunları’nın Korunması” başlığını taşıyan 174. maddesinde; bu maddede yer alan hükümlerin Anayasaya aykırılığının bile ileri sürülemeyeceği yani değiştirilmeyeceği ve sürekli olarak uygulanacağı ibaresi vardır.
Anayasamızın değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği 174. maddesinin 3. fıkrasında “Şapka İktisası (kullanılması) Hakkında Kanun” yer almaktadır.

ŞAPKA VEYA BİR DİĞER BAŞLIK

Değiştirilmesinin bile istenemeyeceği, Şapka İktisası (Kullanılması) hakkındaki 671 sayılı Yasanın 1. maddesi, kadın – erkek ayrımı yapılmaksızın “Bütün memur ve müstahdemin, Türk Milletinin giyeceği başlık olarak şapka kullanmak zorunda olduğu ve şapkaya aykırı ve değişik bir başlığın kullanılamayacağı” hükmünü taşımaktadır.
Anayasa’mızda yer alan bu maddede; başına şapka veya bir başlık takmak isteyen kadın veya erkek ayrımı yapılmaksızın, tüm vatandaşlarımızın ve ülkemizde yaşayan tüm insanların, yalnızca şapka takabilecekleri hükmü vardır. Maddenin devamında, buna aykırı bir uygulama ve alışkanlığı, hükümetin önlemekle yükümlü ve zorunlu olduğu yazılıdır.
Getirilen yeni yasa teklifi ile, Anayasamızın bu buyurucu (amir) hükmü de ihlal edilmektedir.

TARİKAT, ŞEYH VEYA MÜRİD

Anayasanın, değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği öngörülen aynı maddesinde yer alan bir başka yasa 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (Kapatılmasına) ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına (Kaldırılmasına ve İptal Edilmesine) Dair Kanun” dur.
Bu yasa ile bütün tarikatlar, tekkeler, zaviyeler kapatılmış; şeyhlik, dervişlik, müridlik, üfürükçülük, büyücülük, falcılık gibi unvan ve isimlerin kullanılması ve bu gibi yerlerde bu adlar altında çalışma yapılması kesin olarak yasaklanmıştır. Yasaklanan bu işleri yapan kişilere para ve hapis cezaları öngörülmüştür.
Ancak yasaklanan bu örgütlerin ve bunları yapan kişilerin serbestçe faaliyette bulundukları ve Anayasanın bu yönüyle de ihlal edildiği bilinmektedir.

ÖĞRETİM BİRLİĞİ

Anayasamızda yer alan ve değiştirilmesinin teklifi bile olanaklı olmayan yasalardan biri de, 430 sayılı “Tevhidi Tedrisat Kanunu” yani “Öğretim Birliği Kanunu’dur.” Bu yasaya göre Türkiye’deki tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Her türlü vakıf tarafından kurulan ve yönetilen tüm okullar kapatılarak Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmiştir. Dinsel alanda eğitim vermek yetkisi yalnız Bakanlığa bağlı İlahiyat Fakültesine bırakılmıştır. Bu yasaya aykırı hareket edilmesi Anayasa’nın ihlali ve suç olmaktadır. Günümüzde eğitim vermekte olan vakıf, dernek, kurum veya kişilerin kurduğu Kuran kursları ve imam hatip okulları bu kapsama değerlendirilmelidir.

SONUÇ OLARAK

Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesinin teklif bile edilemez nitelikteki maddelerine aykırı olan her türlü yeni yasa veya değişiklik önergeleri verilemez, verilse ve kabul edilse bile geçerli olmaz. Başörtüsü yasa teklifi denen bu öneri de, bu kapsamdadır.

                 Anayasa’ya aykırı olan bu tür eylemlerin hukuksal sonuçları olacaktır.

3 Mart 1924 Bir Devrim Günüdür, Kutlu Olsun !

3 Mart 1924 Bir Devrim Günüdür, Kutlu Olsun !

3-mart-1924-bir-devrim-gunudur-kutlu-olsun3

Dr. Serdar ŞAHİNKAYA
03 Mart 2020, Ankara

3 Mart 1924’te üç önemli yasa Mecliste kabul edildi. Bunlar
– Hilafetin ilgası (AS: kaldırılması),
– Şeriye ve Evkaf Vekâleti ile Harbiye Vekâleti’nin kaldırılması ve
Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur. (AS: Öğretim Birliği Yasası)

3 Mart 1924 Bir Devrim Günüdür, Kutlu Olsun !

Kuşkusuz ki bu büyük devrim, “Ben cumhuriyeti vicdanımda milli bir sır gibi sakladım” diyen Mustafa Kemal Paşa tarafından, henüz Kurtuluş Savaşı başlamadan önce planlanmış, tasarlanmıştır.

Edebiyatımızın ulu çınarı Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Çanakkale milli mücadelenin önsözüdür” demektedir. Aslında 3 Mart Devrim Yasaları da “Cumhuriyet Devrimlerimizin Önsözüdür.” 23 Nisan 1920’de Meclisimiz açılmış ve yeni kurulacak Türk devletinin halk egemenliğine dayalı olacağı ilan edilmiştir. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş ve devletin yönetim biçimi belirlenmiştir ama Cumhuriyet’in nitelikleri ve tamamlayıcı yasal ve toplumsal değişiklikler henüz yaşama geçirilmemiştir, Türkiye nasıl bir Cumhuriyet olacaktır? İslam Cumhuriyeti mi, faşist Cumhuriyet mi, teokratik Cumhuriyet mi, oligarşik Cumhuriyet mi? Bu sorular henüz yanıt bulamamıştır.

Attila İlhan Cumhuriyet üç devrim üzerine kuruludur” der.

İlk ikisi olan “Emperyalizme karşı kurtuluş savaşı ve padişaha karşı demokratik devrim” aşamaları geride bırakılmış. 3 Mart 1924’te 3. aşama olan “toplumun ümmet aşamasından millet aşamasına dönüşümü”için harekete geçilmiştir.

  • Bu 3 yasanın her biri başlı başına birer devrimdir.

O yüzden bu 3 yasanın kabul edildiği günü kutlayan Cumhuriyet Aydınları, bu yasalara “3 Devrim Yasası” adını vermiştir.

Bugünden baktığımızda bile bu yasaların geçmesinin ne denli zor olduğu ortadır. Okuma – yazma oranı diplerde, yıllarca dinci taassupla (AS: bağnazlıkla) yetişmiş ve Halifeye kul olduğunu düşünen bir ümmete karşın, bu Büyük Devrim kararlılıkla yalama geçirilmiştir.

Mecliste bu yasa geçerken neler olduğunu Mahmut GOLOĞLU’nun İş Bankası Kültür Yayınlarından çıkan Türkiye Cumhuriyeti Tarihi-1 (1924-1930), Devrimler ve Tepkileri kitabından aktaralım:

“Meclis Başkanı Fethi Bey, Urfa Mebusu Şeyh Saffet Efendi ile 53 arkadaşının ‘Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Soyundan Olanların Türkiye Dışına Çıkarılması’ hakkında bir yasa önerisi verdiklerini, bu teklifin de ötekiler gibi, Komisyonlara gönderilmeden hemen görüşülmesinin istendiğini bildirdi. İstek kabul edildi ve teklif okundu. Teklifin gerekçesinde şöyle deniyordu:

Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde ‘Halifelik Makamı’nın varlığı nedeniyle Türkiye, iç ve dış politikasını 2 başlı olmaktan kurtaramadı. Bağımsızlığında ve ulusal yaşantısında ortaklık kabul etmeyen Türkiye, görünüşte ya da dolaylı ikiliğe dayanamaz. Yüzyıllardan beri Türk milletinin felaket nedeni ve sonunda fiilen ve antlaşmalı olarak Türk İmparatorluğu’nun çökmesine vasıta olan Padişah Ailesi’nin, Halifelik kılığı içinde, Türkiye’nin varlığına daha da etkili bir tehlike oluşturacağı ağır deneyimlerle kesin olarak anlaşılmıştır. Bu ailenin Türk ulusu ile ilişkili olan her durumu ve gücü, ulusal varlığımız için tehlikedir. Esasında Halifelik, ilk İslam emirliklerinde, ‘hükümet’ anlam ve görevinde ortaya çıkarılmış olduğundan, bütün dünya ve din görevlerini yerine getirmekle yükümlü olan çağdaş İslam hükümetlerinin yanında ayrıca bir halifelik makamı bulunmasının nedeni yoktur. Gerçek budur. Türk milleti kurtuluşunu koruyabilmek için gerçeğe uymaktan başka bir davranışı seçemez.’ “

Halifeliğin kaldırılışı tek başına çok büyük devrimdir.

Eğer halifelik kaldırılmasaydı Türkiye Cumhuriyeti ulusal sınırları içinde, üniter (AS: tekil) bir ulus devlet olmak yerine tüm müslüman nüfus üzerinde sorumluluk iddia eden ama somut hiçbir yaptırım gücü olmayan uluslararası hukuk bakımından da tartışmalı bir yapının taşıyıcısı olarak büyük riskler üstlenecekti.

Hilafet kaldırılmasaydı Cumhuriyet’in ilanının fiilen bir hükmü de olmayacaktı zira halifelik makamı bir vesayet makamı olarak etkisini sürdürecekti.

En önemli sonuçlarından biri halifelik kaldırılmasaydı asla laiklik kabul edilemeyecekti (5 Şubat 1937).

Halifelik kaldırılmasa Türk Medeni Kanunu kabul edilmeyecek, yurttaşlık ve kadın devrimimiz yapılamayacaktı (17 Şubat 1926).

Halifelik kaldırılmasa hukuk devrimimiz yapılamayacaktı.

Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi Yasasının kabulünün gerekçesini anlamak için Atatürk’ün şu sözünü iyi değerlendirmek gerekir:

  • “Eğitimdir Ki Bir Milleti Ya Hür, Bağımsız, Şanlı, Yüksek Bir Toplum Halinde Yaşatır Ya Bir Milleti Kölelik ve Yoksulluğa Terk Eder.”

Yine dönemin Milli Eğitim Bakanlarından Vasıf ÇINAR, öğretmenlere bir seslenişinde:

Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” demiştir.

Bu iki büyük ve önemli söz, öğretimin birleştirilmesinin ne denli önemli olduğunu vurgulamaya yetmektedir çünkü Atatürk, yeni kurulan “Cumhuriyet’in temeli kültürdür” demiştir, kültürden kasıt laik, bilimsel, çağdaş bir eğitimle yetişen gençler, kuşaklar ve bir toplum yaratmaktır. Ulus birliğini, kültür birliğini sağlamanın en etkili yolu öğretimde birliği sağlamaktır. Bu nedenle Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile o dönem henüz kapatılmayan (30 Kasım 1925) tarikat ve cemaat medreseleri de yabancı azınlıkların okulları da dahil olmak üzere tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na başlanmıştır.

Şeriye ve Evkaf Vekaleti Osmanlı tarihinde şeyhülislamlık kurumuna denk gelen modern devlet yapısında yeri olmayan bir organı ve kaldırıldı, temel görevi çıkarılan yasaların şeriata uygunluğunun denetlenmesi idi ve başlı başına bir vesayet organıydı. Kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu.

Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti kaldırılarak Türk Ordusunun yönetimi Vekiller Heyetinden (AS: Bakanlar Kurulu) çıkarılarak bağımsız bir yapı olan Genel Kurmay Başkanlığı’na verildi. Bu sayede Ordunun siyasal etkilerden uzak kurumsallaşması amaçlandı ve bu yapı çok da başarılı oldu.

Bu 3 devrim yasası ile laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesi kurulmuştur.

Gerçekte 3 Mart 1924 Laikliğin Türkiye’de filizlenmeye başladığı gündür.

3 Mart Devrimci bir gündür kutlu olsun !

Medreselerden yeni FETÖ’ler doğabilir!

Medreselerden yeni FETÖ’ler doğabilir!

Medreselerden yeni FETÖ’ler doğabilir

Kamu Denetçiliği Kurumu’nun medreselerin etkisinde kalan ilahiyat lisans tamamlama programı (İLİTAM) çalıştayında, anayasadaki laiklik maddesi ve medreselerin kapatıldığı unutuldu.

İLİTAM ile kimi dinci grupların devlet kademelerinde örgütlendiğine dikkat çekilen çalıştayda, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Doğandan FETÖ benzeri yeni bir dinci-gerici kalkışma uyarısı geldi.

Medreselerden yeni FETÖler doğabilir

Kamu Denetçiliği Kurumu’nca (Ombudsmanlık) geçen yıl düzenlenen ve Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet-Sen ve üniversitelerin ilahiyat fakültelerinden yöneticilerin katıldığı çalıştayın raporuna Cumhuriyet’ten Ozan Çepni ulaştı.

Anayasadaki Cumhuriyetin laik ve sosyal bir hukuk devleti tanımının unutulduğu, Toplumu din ve dil yönlendirir değerlendirmesinin yapıldığı çalıştayda, Cumhuriyetin laik karakterinin temelini oluşturan yasalar da hiçe sayıldı. 1924’te halifeliğin kaldırılması bile günümüz koşullarına bağlanarak değerlendirilen raporda, Dinsel farklılıkların derinleşmesi ve yer yer çatışmalara dönüşmesi, mezhep farklarının derin imani ayrışmalar gibi gösterilip, dünya barışını tehdit eder şekilde kullanılması ile halifeliğin ortadan kaldırılması arasında bir bağın olup olmadığı ayrıca araştırılmalıdır ifadeleri dikkat çekti.

MEDRESELİ BÜROKRATLAR!

Çalıştayda, Tevhidi Tedrisat Kanunu ile 1924’te medreselerin kapatıldığını unutan bürokratlar ve akademisyenler, yasa dışı medrese eğitimlerine ilişkin ayrıntılara da yer verdi. Çalıştaya katılan Bayburt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu’nun, konuşmasında, “Altmış beş yıldan beri bu mesleğin içindeyim. 16 yıl fiilen medresede okumuş ve ondan sonra üniversiteyi okuyan birisiyim..” ifadeleri yer aldı. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Destek Hizmetleri Daire Başkanı Ali Uygun da “12 Eylül öncesinde 5 yıl gibi bir süre medrese eğitimi almış bir kardeşinizim. Sonrasında imam – hatip okudum. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum. Şu anda da Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nda daire başkanı olarak görev yapıyorum..” ifadeleri ile medresede başlayan eğitim yaşamının bürokrasideki karşılığını anlattı. Çalıştayda Trabzon Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Aşıkkutlu da konuşması öncesinde, “Hocamız, Of ve Çaykara medreseleri geleneğinde, babadan atadan hem yetişmiş hem de yetiştirici olarak gelen bir aileden geliyor..” ifadeleri ile tanıtıldı.

DİNCİ KALKIŞMA UYARISI

  • Medresede eğitim alan kişilerin, İLİTAM programları ile üniversite görmeden yükseköğretim diploması alarak, devlet içinde kadrolaşması da çalıştay gündeminde yer aldı.

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Doğan ise İLİTAM programlarını eleştirerek Bu konunun olumsuz yönlerinden birisi de FETÖ ve FETÖ benzeri cemaatlerin olmasıdır. Bu öğrencilerin bir bölüm cemaatlerce kullanılabilmesidir. Bunların bir bölümünün hal ve tavırlarından kimi cemaatlere mensup oldukları anlaşılıyor. Arapçaları çok iyi olduğu için kolaylıkla eğitimi tamamlayıp, bir kısım devlet kademelerinde görev alabilecekler. Böylece FETÖ’nün yaptığı kalkışmanın benzeri yapılabilir diye düşünüyorum.

Bu tehlike nedeniyle uzaktan eğitim olarak hem önlisans ve İLİTAM İlahiyat eğitiminin yeniden gözden geçirilmesi gerekir uyarısında bulundu. (https://www.erguncel.com/medreselerden-yeni-fetoler-dogabilir-125538, 31.01.2020 ve SÖZCÜ, 01.02 2020)

AFET ILGAZ : KIYASLAMA


Dostlar,

Değerli site okurumuz Sayın Duran Aydoğmuş, 2 önemli yazı göndermiş.

22.05.2008 Ankaraİlki Sayın Afet Ilgaz‘dan ve aşağıda sunuyoruz.

2. si ise üstad Levent Kırca‘dan.. Özellikle yakın dönemin gerici dönüşüm adımlarının tarih sıralaması ile (Kronolojik). Son derece öğretici, düşündürücü ve uyarıcı..

YORUMSUZ İki Önemli Yazı :

 

İlk yazı      : Afet ILGAZ’dan (Kıyaslama)
İkinci yazı : Levent KIRCA‘dan (Türkiye’nin mevcut ve yakın geçmişteki profili
kronolojik sıra ile verilmiş).
 
Duran Aydoğmuş
**********

Teşekkürler Sn. Aydoğmuş..

Sevgi ve saygı ile.
3 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

  • Atatürk dönemine ve ilkelerine dönmekten başka çaremiz yok!
KIYASLAMA

portresi..


Afet ILGAZ
 
Ekranlara bakıyorum da iki yaşlı adam ve birçok kalabalık, bir de sözcüler, yorumcular… Konu 12 Eylül.
Biz o yılları yaşamış bir kuşağız. Ben Eğitim Enstitüsü ve sonra üniversitesinde öğretmendim. Bir arkadaşımız, kürsüde ders anlatırken kürsünün altına konmuş bombayla öldü. Etrafında ders dinleyen çocuklar yaralandı. Bir arkadaşımız, evinin önünde makineli tüfekle tarandı. Kapılarımızda ders anlatırken subaylar beklerdi.
Giriş çıkış asker denetimindeydi. Birçok yazar, politikacı, bilim adamı arkadaşımız öldürüldü. Sabah evden çıkarken herkes birbiriyle helalleşirdi. Bütün bunların hesabını bu iki yaşlı adam mı verecek şimdi?
Yoksa AKP’nin meşrulaştırmaya çalıştığı kindarlık, “rövanşist”  hareketler
daha bir meşruluk mu kazanacak?
  • Askerin kolu kanadı kırıldıktan sonra şimdi onun iç tüzüğünü değiştiriyorlar. Ülkenin zor durumunda imdadına koşamayacak.
*****

2 B arazilerinin satışını, yağmalanışını takip edebiliyor musunuz?
Bor madenlerinin nasıl deve yapılacağını?
Tayyip Bey’in Harbiye konuşmasından çıkarılan sonuca bakıyor musunuz?

Yeni açılımlar yolda…

Yeni Anayasa için neden o kadar acele ettiklerini anlıyor musunuz?
Bu meseleden bütün Batılılar, Haçlılar el çekmekte iken neden bizim
Libyalı vahşilerden sonra Suriyeli muhaliflere el verdiğimize akıl erdirebiliyor musunuz?
Bilmem kaç yüz bin dolar borcu olan, içi fakir, dışı gösterişli Türkiye’nin, bu katillere nasıl dolarlar yağdırdığını biliyor musunuz? Hem komşu ülkeler hem Haçlılar nezdinde itibarımızın ne hallere geldiğine dikkat ediyor musunuz?

Diyeceğim şu ki; bu sarmalın dışına çıkmanın başka çaresi yok.

1938’de berhava edilmeye çalışılan ama bu yıllara kadar tam berhava edilemeyen

  • Atatürk’ün dâhice devlet yönetimine dönmekten başka çaremiz yok!

Elimizi kolumuzu bağlayan ittifakların, anlaşmaların, sözleşmelerin,  “stratejik ortaklıklar” ın zincirinden kurtulmadıkça 12 Eylül müdahalesini sadece iki yaşlı adama bağlar ve onun üzerinden yanlış hesaplar yapmaya kalkışırız.

İki tarafa da silah veren güçler kimlerdi; bugün Alevi, Sünni diye hem Türkiye’yi
hem Suriye’yi karıştıran karanlık eller kimlerdi? Bunları araştırdıktan sonra o iki yaşlı adama sıra gelir, onları da konuşturursunuz. O saf, temiz çocukların hepsini
“vatanı siz kurtaracaksınız” diye kışkırtan ve bunun için zihinlerini bileyen kimlerdi?
Öteki tarafı düşman gösteren kimlerdi ve bunu neden yapıyorlardı?
Atatürk döneminin bağımsızlık ruhu yine canlanıyor. Artık o yıllara dönülemez demeyin, dönülüyor. İçine düştüğümüz iğrenç karanlığın karşı tarafında aydınlık yürüyüşler var… Bir yanda hızlı bir bilinçleniş, bir yanda aldırışsızlık ve halkın gözünü boyamak için
dinî birtakım reformlar yapmaya kalkışmalar…
Bunları gerçekten; dinî bütün, haramdan kaçan, vatan sevgisi dolu, çalışkan ve bilinçli insanlar yapsaydı, kimsede itiraz edecek hal kalmazdı. Ama bir yanda deveyi havuduyla götürmek varken, inandırıcı olamıyor.
Kurtuluş Savaşı’nda da böyle olmuştu.

  • Atatürk’ün vilayetlere çektiği telgrafları unutmayın.

Yürüyüşler, mitingler öyle başlamıştı bilinçlenme de hatta.
O’nun zamanındaki temiz İslam âlimleri gibi, şimdi de konuşmaya başlayan âlimlerimiz ortaya çıktı. Biraz zor olacak ama başaracağız.

Ağlanacak halimize zil takıp oynuyoruz.