Etiket arşivi: ULUSAL EĞİTİM

YÜKSEK ÖĞRETİM SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Suay Karaman      

YÜKSEK ÖĞRETİM SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ (*)

Değerli konuklar, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yüksek öğretimin sorunlarına geçmeden önce, üniversite hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum. Üniversite; yönetsel, bilimsel ve maddi özerkliğe sahip bir kurumdur. Bu kurum, devlet tarafından kurulan devlet dışı kurum kabul edilir. Bu özellikler, kamu adına, üniversite için vazgeçilmez özelliklerdir. ‘Üniversite’ adını taşıyan bir kurum bu nitelikleri taşımıyorsa, o kurum, adında ‘üniversite’ sözcüğü olan sıradan herhangi bir kurumdur. 

Üniversite kamu adına bilim üretir. Üretilen bilimin, doğru olabilmesi ve yayılabilmesi için, bilimi üreten kişilerin ve çalıştıkları kurumların akademik özgürlüğe ve özerkliğe sahip olmaları gerekir. Özerk ve özgür olma, her şeyden önce kişinin kendi iç dünyasına, devlete, hükümete, sermayeye ve herhangi bir toplumsal ya da örgütsel güce karşı gereklidir. Bu özelliklerinden ötürü gerçek üniversiteyi, ancak, kamu adına devlet kurabilir. Bu nedenle devletin kurduğu üniversite, devlet üniversitesi değil kamu üniversitesi olarak nitelendirilir. Bu yönüyle de üniversite devlet örgütünün dışında kalır. Devlet, kamu üniversitesine her türlü parasal ve kurumsal olanak sağlar; fakat bunlara karışmaz. Çünkü üniversitenin özerk ve akademik özgürlüğe sahip olması, kamu yararı açısından bunu gerektirir. 

Üniversite, akıl ve bilim kurumudur. İnanca dayanan dogmatik düşüncelerle ilgilenmez, önyargı ve hurafe (boşinan) üretmez; bunlara karşı durur, yaymaz ve savunmaz. Özerkliğe bunlar için de gereksinim duyar. Dolayısıyla üniversitede, dinsel, ırksal, mezhepsel ve öbür dogmasal düşüncelere sahip kişiler, kendi benliklerine karşı özerk ve özgür olamıyorlarsa, bunları yayıp savunuyorlarsa, çalışamazlar. Çünkü akademik özgürlük, ancak, bilimsellik niteliği taşıyan özgür düşünce için geçerlidir. 

Üniversitelerin, eğitim-öğretim vermek, araştırma yaparak bilgi üretmek ve bilgiyi topluma yaymak gibi temel işlevleri vardır. Üniversitelerin bu temel işlevlerini yerine getirebilmeleri, akademik ve idari (yönetsel) kadrolarının niteliği ile fiziksel koşullarının yeterli olmasına bağlıdır.. Üniversitelerin etkinlik kazanmaları toplum için çok önemlidir, çünkü üniversiteler toplumun ışığıdır, önünü açar ve aydınlatır. 

12 Eylül 1980 darbesinden sonra 6 Kasım 1981 tarihli 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu (YÖK) çıkarılmıştır. Çıkarılan bu yasa, Ocak 1981’de Şili’deki faşist cuntanın çıkardığı yasanın kötü bir kopyasıdır. YÖK yasasıyla birlikte üniversitelerde toplu tasfiyeler başlamış, akademisyenler susturulmuş, çağdaş ve özerk üniversite yok edilmiş, yöneticiler atamayla gelmiştir. YÖK Yasası ile bütün üniversitelerin programları ve ders içerikleri aynılaştırılmıştır. Üniversitelerin tümünün yatırım bütçeleri YÖK’e tahsis edilmiş ve yerleşke inşaatları YÖK tarafından ihale edilmeye başlanmıştır. Üniversite harçları artırılmış ve eğitimin özelleştirilmesinin yolu açılmıştır. Zaman içinde yasanın birçok maddesi değiştirilmiştir ama yasanın üniversiteler üzerindeki baskıcı havası 41 yıldır kırılamamıştır. Özellikle 2002 yılından sonra üniversitelerde liyakat (yaraşırlık) bitirilmiş, laik ve bilimsel eğitim yara almaya başlamıştır. 

Şimdi yükseköğretimin sorunlarına gelelim: Ülkemizde 129 kamu, 75 özel ve 4 Vakıf Meslek Yüksekokulu ile toplam 208 üniversitede 183.592 öğretim elemanı görev yapmakta ve 8,3 milyon öğrenci öğrenim görmektedir. Bu 208 üniversitenin kimisinde başta kütüphane olmak üzere, yerleşke (kampus), laboratuvar, yeterli derslik, yurt, kültür ve spor alanı gibi birçok temel alt yapıya sahip olmayan üniversitelerin bulunduğu bilinmektedir. 

Üniversitelerde yeterli akademik kadro, araştırma görevlisi, teknik eleman, memur ve hizmetli personel eksikliği vardır. Bunların yanında üniversitelerin bütçelerinin yetersizliği de ortadadır. 2022 yılında üniversitelere 58 milyar TL bütçe ayrılırken sadece Diyanet İşleri Başkanlığına 23 milyar TL bütçe ayrılmıştır. Üniversite araştırma fonlarının ve TÜBİTAK bütçelerinin yetersiz olması, yurt içi ve özellikle yurt dışı kongre ve toplantılara katılımın düşmesine neden olduğu gibi, bilimin gelişmesini de engellemektedir. Günümüzde öğretim elemanı kadrosu niteliği de çok tartışılmaktadır; son yıllarda öğretim elemanlarının yeterliliği ve niteliği oldukça düşmeye başlamıştır. Akademik kadrolar liyakate (yaraşırlığa) bakılmadan, eş, ahbap, tanıdık ve siyasal ölçütlere göre doldurulmaktadır. Bütün bu olgular birleşince birçok akademik personelin hevesi kalmamış, salt zorunlu yapmaları gereken dersleri yapmaktadırlar. Bu arada akademik ve idari (yönetsel) personelin aldıkları ücret, yoksulluk sınırına gerilemiştir. 

Çok sayıda paralı, sahte dergilerin, sahte kongrelerin ve sahte tez yazım bürolarının varlığı sayesinde kayırılan kimi kişilere, lisansüstü eğitim yaptırılmış ve sonrasında da doçentlik, profesörlük unvanları verilmiştir. Böyleleri üst yönetim görevlerine de getirilmiştir. Üniversite sınav sorularının şifrelenmesi ve çalınması, neredeyse rutin bir duruma getirilerek, insanların gelecekleri çalınmaktadır. 

Hızla sayısı artırılan yükseköğretim kurumlarının çok ciddi olarak nitelik sorunu vardır. Her ile ve ilçeye altyapısı olmadan üniversite açmak, eğitimin niteliğini düşürdüğü gibi, niteliksiz ama diplomalı işsizler ordusunu büyütmektedir. Birçok üniversitede kadrolu öğretim üyesi bulunmamaktadır. Öğrenciler araştırma görevlileri ile lise düzeyinde öğrenim görmektedirler.

  • Kimi ilçelerde yalnızca 2-3 öğrencisi bulunan Meslek Yüksek Okulları bile vardır. 

Öğrenciler açısından da bakarsak, barınma ve beslenme sorunları çok fazladır. Öğrenciler gerek büyük kentlerde, gerekse ilçelerde ulaşım sorunlarıyla da boğuşmaktadır. Üniversite öğrencilerinin çoğu okudukları kentlerden memnun (hoşnut) değildir. Kentte kendini güvende hissetme (duyumsama), eğlence, spor, gezi, sosyal (toplumsal), sanatsal, siyasal ve kültürel (ekinsel) etkinlikler ile sağlık sorunlarının çözümü gibi konularda da sıkıntı içindedir. Halkın ve esnafın öğrencilere karşı tutumu da olması gereken düzeyde değildir. Türkiye’de çok sayıda öğrenci yoksulluk nedeniyle okumakta zorluk çekerken, kimi öğrenciler de burs alamadığı, devlet yurduna yerleşemediği için öğrenimi bırakmak zorunda kalmaktadır. 

Eylül 2021’de ülkemizde 3-5 yaş arasında okul öncesi okullaşma oranı %38 ile düşük düzeydedir. Okullaşma oranları ilkokulda %93, ortaokulda %89, lisede %44, yükseköğretimde %45’tir. Bu oranlar gelişmiş ülkelere göre düşüktür. Bilimsel araştırmalar okul öncesi eğitimin, eğitimde ve yaşamda başarıyı etkileyen çok önemli bir etken olduğunu vurgulamaktadır. Eğitimin temel bir aşaması olan ve bütün çocuklara sağlanması gereken okul öncesi eğitim, eğitim-öğretim sisteminin temelidir. Anaokullarında ya da ana sınıflarında yeterli öğretmen, personel (çalışan), pedagog ve sosyal hizmet uzmanı bulunmaması, okul öncesi eğitimin en önemli sorunlarının başında gelmektedir. 

2022’de yapılan üniversite sınavına 3.008.287 öğrenci katıldı. 96.518 aday sıfır alırken, 40 soruluk Temel Matematik testindeki ortalama doğru yanıt 7, Türkçe testinde 18 olurken, 20 soruluk Fen Bilimleri testindeki ortalama doğru yanıt 3, Sosyal Bilimler testinde 8 oldu. Böylece üniversiteye kayıt yaptıran öğrencilerin yaklaşık %8.0 kadarının nitelikli bir yükseköğretim programını okuyacak temel akademik bilgiye sahip olmadığı anlaşılmaktadır. 

Yükseköğretimdeki sorunları çözmek için ulusalcı, vatansever ve cumhuriyet devrimlerini özümsemiş kadrolara gereksinim vardır. Öncelikle her alanda ulusal eğitim yapılmalıdır. Ulusal eğitim; ulusun kendi eğitimcileri tarafından hazırlanmış, kaynakları, yöntemleri, planları, olanakları ve uygulamaları ulusal olan eğitimdir. Bütün öğretim kademelerini (basamaklarını) içine alan bilimsel, laik, demokratik ve çağdaş eğitime inananlardan oluşan bir komisyon (kurul) ile köklü bir eğitim reformu yapılmalıdır. Üniversitedeki tüm sorunların temelinde, ülkemizde benimsenmiş bir bilim politikası olmaması ve buna bağlı olarak üniversitelerin de kendi politikası olmaması yatmaktadır. Bu nedenle yeni bir yükseköğretim yasası zorunludur. 

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kaldırılarak, üniversitelerin bilimsel özgürlük ve yönetsel, maddi (akçalı) özerkliklerini koruyacak biçimde, eşgüdümü sağlamakla yükümlü yeni bir üst kurul oluşturulmalıdır. Bu üst kurulun temel işlevi yükseköğretim planlaması yapmak, yükseköğretimde eşgüdümü sağlamak ve yükseköğretim ile istihdam ilişkisini planlayarak güçlendirmektir. Bu üst kurulun tüm üyelerini üniversiteler seçmelidir. Bugünkü YÖK merkeziyetçiliği içindeki tüm yetkiler, demokratik biçimde oluşturulan kurullara devredilmelidir. 

Kamu üniversitelerinin sayıları azaltılmalı, nitelikleri artırılmalıdır. Yalnızca büyük kentlerde üniversite açılmalı, küçük illerde ve ilçelerde üniversite olmamalıdır. Özel vakıf üniversiteleri kamulaştırılmalıdır, cumhuriyet devriminin toplumsal politikalarına dönerek eğitimin kamu hizmeti olması sağlanmalıdır. 

Eğitim sistemi sınav temelli değil, öğrenme temelli olmalı; ezbere değil, düşünmeye ve sorgulamaya dayanmalıdır. Nitelikli bir üniversite eğitimi için öğrencilerin temel fen bilimleri ve matematik bilgisi yanında felsefe, mantık, sosyoloji, psikoloji, sanat tarihi, tarih, coğrafya bilgilerine sahip olması için çalışmalar yapılmalıdır. Farkındalığı yüksek, duygusal zekâ, soyut, analitik (çözümleyici) düşünme ve sorgulama beceresi kazandırılması gerekir. Bunun için ortaokul ve liselerde bu eğitimler verilmelidir. 

Üniversitelerin finans (akçal) kaynaklarının kamusal ağırlıklı olmasına ve genel bütçeden sağlanmasına özen gösterilmelidir. Finansmanın kamusal ağırlığı, üniversitenin asli işi olan bilime daha çok yoğunlaşmasını sağlayacaktır. 

Üniversitelerde eğitim dili resmi dil ile yapılmalıdır. Ancak öğrencilerin bir ya da daha çok yabancı dil öğrenmeleri için gerekli çalışmalar da yapılmalıdır. 

Üniversite, neyi öğreteceğine, neyi araştıracağına, öğretim ve araştırmanın kimin tarafından yapılacağına kendisi karar vermelidir. Bilimsel özgürlükler kullanılırken, toplumun gereksinimleri ve öncelikleri temel alınmalı, araştırma alanları bilimsel gelişmeler doğrultusunda seçilmeli, eğitim ve öğretim programları ile ders içerikleri akademik gelişmelere uygun olarak düzenlenmelidir. 

Üniversite yönetiminde, en küçük akademik birimlerden başlayarak, üyelerin katılımıyla oluşan kurullarca yönetilmesine olanak sağlanmalıdır. Demokratik süreç ve katılımcı temsil biçimleri, akademik birimlerden başlayarak üniversite geneline egemen kılınmalıdır. Üniversite yöneticileri, rektör, dekan, enstitü ve yüksekokul müdürleri ile bölüm başkanları seçimle gelmelidir. Ancak bu seçimlerde nitelikli çoğunluk aranmalıdır. 

Akademik yükseltme ve öbür değerlendirme ölçütleri fen, sağlık, sosyal bilimler ve güzel sanatlar alanlarının özgünlükleri göz önünde tutularak hazırlanmalıdır. Bu bağlamda, yükseltmelerle ilgili kesin ölçütler konulmalı ve bunlara kesinlikle uyulmalıdır. 

Uluslararası ilişkiler teşvik edilmeli, birimlerin düzenleyecekleri sempozyum, konferans gibi etkinlikler için parasal kaynak sağlanmalıdır. Öğretim elemanlarının ulusal ve uluslararası sempozyum, konferans, sergi, festival, çalıştay vb. etkinliklere katılması akçalı olarak desteklenmelidir. 

Demokratik süreçlerin işletilmesinde, kamu çıkarı ve liyakat (yaraşırlık) ilkelerinden ödüne asla izin verilmemelidir. Kamusal çıkarlar ve yaraşırlık ilkesi temelinde bir kurumsallaşma hedeflenmelidir. Kadro alımında akademik birimlerin gereksinimleri, tercihleri ve en önemlisi yaraşırlık göz önünde bulundurulmalıdır. Ülkemizin gereksinimine göre yeni bölüm ve birimlerin açılmasında yeterli nitelik ve sayıda insangücü ve altyapının varlığına dikkat edilmelidir. 

Bilim yapan kurumlar olarak tanımlanan üniversitelerde, eğitimin niteliği çok önemlidir. Üniversitede kimin öğrenim görmesi gerektiği, kimin ders verebileceği, neyin ve nasıl öğretilmesi gerektiğinin belirlenen ölçütlere göre sağlanması, başarının temeli için çok önemlidir. Özellikle öğretim elemanı niteliğinin giderek düştüğü günümüzde, üniversitelerde hak edilmemiş unvan (san) ve görevler vardır. Akademik yükseltmeler mutlaka bilimsel yaraşırlık temeline göre düzenlenmeli ve saydam biçimde yapılmalıdır. Böylece üniversite saygınlığı her aşamada en üst düzeyde sağlanarak, toplumun üniversiteye olan güveni sarsılmamalıdır. 

Üniversiteler bağımsız olmalıdır. Bağımlı ortamda bilim yapılamaz. Ancak üniversite özerkliği, kötüye kullanılmaya olanak vermeyecek biçimde ve hukuk denetimine açık olmak üzere düzenlenmelidir. Eğer üniversite ve bilim, siyasal iktidarın güdümüne girerse, üniversite özerkliğinden söz edilemez. Özerklik olmadığı zaman, bilim de olmaz. Üniversitelerin yönetim süreçlerinde saydamlık, hesap verebilirlik ve katılımcılık ilkelerine göre davranmaları güvence altına alınmalıdır.  

Tüm bilimsel araştırmalara ve Ar-Ge çalışmalarına daha çok kaynak ayrılmalıdır. Üst düzey bilimsel araştırma yapılması ve nitelikli öğretim elemanı yetiştirilmesi için gerekli destek sağlanmalıdır. 

YÖK ilk çıktığı zamanlarda yeterince doçent ve profesör atanamayan yeni kurulmuş üniversiteler için getirilen yardımcı doçentlik kadroları şimdi doktor öğretim üyesi olarak yenilenmiştir. Ancak bu kadrolar, yetkili kişilere ya da yetkili kişinin destekledikleri kişilere oy sağlamak amacıyla kullanılır duruma gelmiştir ve birçoğunda yaraşırlık aranmamaktadır. Doktorası biten akademisyenlerden gerekli koşulları sağlayanlara doçentlik kadrosu verilmelidir. 

Doçent ve profesör kadrolarına atanacak olanların her unvan basamağında öbür üniversitelerde (gelişmekte olan) birer yıl zorunlu hizmet yapmaları sağlanmalıdır. 

Yüksek lisans yapmak isteyenlerde 4 üzerinden 3 not ortalaması, doktora yapmak isteyenlerde 4 üzerinden 3,5 not ortalaması koşulu getirilmelidir. Böylelikle lisansüstü çalışma yapanların da, akademisyen olmak isteyenlerin de nitelik sorunu çözümlenebilecektir. 

Yükseköğretimde açılacak bölümler, istihdam olanaklarına göre planlanmalıdır. Özellikle meslek yüksekokullarının sayıları ve açılacak programlar ülkenin gereksinimlerine göre belirlenmelidir. Meslek yüksekokullarının donanım ve kadroları, yeterli düzeye getirilerek, niteliklerini geliştirmek gerekmektedir. Meslek yüksekokullarının etkinliği, nitelikli ve yeterli sayıda akademik ve yönetsel kadroların görevlendirilmesiyle artırılarak, gençlerin bu okulları tercih edilebilir kurumlar durumuna getirilmesi sağlanmalıdır. 

Akademik ve yönetsel çalışanlar arasında işbirliğini geliştirmek ve eşgüdümü sağlamak için, yönetsel çalışanlara yönelik eğitim programları düzenlenmelidir. Üniversitenin kurumsallaşması ve demokratik katılımın sağlanmasının temel araçlarından biri olan örgütlenmenin desteklenmesi gerekir. 

Üniversitelerin tüm bölümlerinde ve hastanelerinde döner sermaye adı altında yapılan işlere son verilmelidir. Aynı biçimde ikinci öğretim adıyla yapılan ücretli eğitime de son verilmelidir. Üniversite öğrencilerinin estetik, sanatsal ve kültürel (ekinsel) bir formasyon  (donanım) kazanmasına yönelik olarak, yaratıcı drama, sanat ve müzik tarihi, uygarlık tarihi, felsefe, psikoloji, sosyoloji, mantık gibi dersler özendirilmeli ve spor olanakları geliştirilmelidir. Üniversite eğitimi, öğrencilerin eleştirel ve sorgulayıcı düşünmeyi öğrenmelerini sağlarken, yaratıcılıklarının geliştirilmesine yardımcı olması bakımından da önemlidir. 

Öğrencilerin gelişimi açısından ekinsel, toplumsal ve spor etkinliklerine yer verilmeli ve bahar şenlikleri, kültür (ekin) şenlikleri düzenlenmelidir. Öğrenci temsilcileri hem fakülte, hem de üniversite yönetim kurullarına, öğrencilerle ve öğrenim politikaları ile ilgili konularda oy hakkıyla katılmalıdır. 

Öğrenci yurtlarının kapasitesi ve niteliği artırılarak, barınma ile ilgili bütün sorunlar çözülmelidir. Dengeli ve yeterli beslenme sorunu da çözüme kavuşturulmalıdır. Tüm üniversite yerleşkeleri, öğrencilerin ve çalışanların günlük gereksinmelerini rahatlıkla karşılayacak biçimde düzenlemelidir. Kent merkezi ile yerleşkeler arasında ulaşım yeterli ve ücretsiz servislerle sağlanmalıdır. 

Ülke genelinde eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin, mutlaka devlet tarafından ve ücretsiz sağlanması ön koşul olarak gerekmektedir. Öğrenciyi ‘müşteri’ olarak gören özel üniversiteler, kamulaştırılmalıdır. Eğer özel üniversite olması bir zorunluluksa, özel üniversitelerde alınacak ücret, asgari ücretin üç-beş katı arasında olmalıdır. Yerleştirme puanları ise, kamu üniversitelerindeki aynı bölümün en çok on-onbeş puan altında olmalıdır. Böylece bilgisi olmayan ama parası olanın, istediği üniversiteye girerek, fırsat eşitsizliği yaratmasının yolu kapatılmış olur. 

Fizikçi Richard Phillips Feynman (1918-88); öğrencilerin, okula gelmek ve öğrenme sevgilerini büyütmek için onları heyecanlandıracak mutlu öğretmenleri olması gerektiğini söylemiştir. Yani öğrencilerin mükemmel değil, mutlu öğretmenlere gereksinimi vardır. Çünkü mutsuz öğretmen, aynı zamanda öğrencilerin de mutsuzluğu demektir. Mutsuz öğrenci ise başarısızlığı getirir. 

Üniversite, gençlere yalnızca bilgi veren değil, yaşamda doğru davranış yolunu bulmaya alıştıran ve bu amaç için düşünme alışkanlığı veren kurumdur. Eğitim, gençlere dünyayı, çevreyi, toplumu, insanları ve tüm canlıları anlamalarını sağlamıyorsa neye yarar? Sorunları çözüme kavuşturulmuş çağdaş üniversitelerimizde ülkesini seven, ülkesinin kalkınması ve toplumun refahı (gönenci) için çalışacak genç akademisyenlere gereksinim vardır. Bunları gerçekleştirmek için, eğitimde başarılı olmak için çok çalışmamız gerektiğinin bilincinde olmalıyız. Bu duygularla sözlerime son veriyorum. 

Azim ve Karar, 28 Kasım 2022 

(*): Yüzüncü Yıl Platformu’nun 26 Kasım 2022 tarihinde düzenlediği “Ulusal Eğitim Sempozyumu (Kurultayı) 2022” konuşması

Prof. Dr. F. Dilek Gözütok ile söyleşi

Şahin Aybek’in Eğitimbilimci
Prof. Dr. F. Dilek Gözütok ile söyleşisi

Dostlar,

Saygın eğitimbilimci Prof. Dr. F. Dilek Gözütok ile Sn. Şahin Aybek, 26 Ekim ve 2 Kasım 2020 günleri Cumhuriyet’te yayınlanan 2 söyleşi gerçekleştirdi. Oldukça kapsamlı ve 14 sayfa.  Giriş bölümü aşağıda.. Söyleşi son derece önemli saptamalar yapmakta ve çözümler sunmakta. Ülkemizin kritik sorunlanlarından biri. AKP iktidar vargücüyle ulusal eğitim sistemini gericileştirme ve gelecekte sadık yadaş olacak “dinci ve kinci” kuşaklar yetiştirme derdinde. Bu nedenle, Prof. Gözütok’un uyarıları büyük önem taşımakta.. Söyleşi girişi aşağıda. Biz yer yer seçkilerle paylaşacak ve tüm dosyayı buraya yükleyeceğiz. Okunması, üzerinde düşünülmesi ve çok geç kalmadan gereklerinin yapılması dileğiyle.

Söyleşinin tümü için tıklayınız : Dilek_GOZUTOK_ile_egitim_sorunlari_soylesisi_Kasim2020

Dr. Ahmet SALTIK
02.11.2020
============================

“Eğitim bir cumhuriyet ve demokrasi görevidir. Eğitilmemiş toplumlarda demokrasi kolaylıkla otokrasiye dönüşebilir. AKP iktidara geldiğinden beri adına ‘reform’ dediği değişikliklerle ülkede eğitimi dibe vurdurdu. 2003’ten başlayarak Millî Eğitim Bakanlığı’nda yetişmiş uzman kadrolar görevlerinden alınarak, yerlerine dış bağlantılı bir dini örgütün konuya hâkim olmayan, cumhuriyet değerlerine düşman insanları yerleştirilmiştir. Yüz yüze eğitimde ne kadar başarısız isek, uzaktan eğitimde daha başarısızız. Eğitim sistemi dibe vurmuştur. Son 20 yıl eğitim vasıtasıyla çocuklara sistematik işkence yapılan bir ortaçağ gibi anılacaktır. Türkiye, okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranında 30 ülke arasında son sırada yer almıştır. Dini cemaatler, okul öncesi eğitimin büyük bir bölümünü ele geçirmiş durumda.”

“Eğitimde 80 yıl büyük mücadelelerle elde edilen Cumhuriyet birikimlerine büyük bir darbe vuruldu. Yazı yazamayan, kendi dilinde okuduğunu anlayamayan bir kuşak yetiştirdik.

  • 4+4+4 yapılanması ile ülkeyi yönetenler “dininin, kininin sahibi” bireyler yetiştirmeyi hedeflemiştir.
  • Zorunlu din dersi programdan kaldırılmalıdır.

Son 18 yılda yapılan değişiklikler, eğitim hakkının ihlâlidir, ihmâldir, istismardır, çocuklara uygulanan zihinsel şiddettir. İmam Hatipler artık Türkiye’nin bürokrat ihtiyacını karşılayan kurumlar haline getirilmiştir. Bu uygulamalar, Milli Eğitim Temel Yasası’nın “Genellik ve Eşitlik”, “Laiklik”, “Yöneltme”. “Ferdin ve Toplumun İhtiyaçları” ilkelerine aykırıdır ve “Eğitim Hakkı” ihlâlidir. Cumhurbaşkanı, rektörleri doğrudan atayarak yükseköğretim kurumlarının bilimsel özgünlüğünü ve akademik özgürlüğünü kaldırmıştır. Üniversite kadrolarına “sadakat/siyaset/bizim adamımız” anlayışıyla atamalar yapılmıştır. Hukuk fakültelerinin birçoğunun dekanı hukuk fakültesi mezunu değildir. FETÖ ile mücadele kisvesi altında, tarikatlarla ilgisi olmayan birçok muhalif bilim insanı sorgusuz sualsiz görevden uzaklaştırılmıştır. KHK’larla üniversiteden ihraç edilenlere hakları teslim edilmelidir.”
…….
…………
D.G. AKP iktidara geldiğinden beri adına “reform” dediği değişikliklerle ülkede eğitimi dibe vurdurdu. 2003’te ilk iş olarak Millî Eğitim Bakanlığı’nda da yetişmiş uzman kadrolar görevlerinden alınarak yerlerine dış bağlantılı bir dini örgütün konuya hâkim olmayan, Cumhuriyet değerlerine düşman insanları yerleştirilmiştir. Bugün Milli Eğitim Bakanı, 2004-2006’da Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı olan, Öğretim Programlarından “Ulusal Değerleri ve Atatürk’ü” çıkaran, “Küreselleşmeyi” yerleştiren özel okul sahibi Ziya Selçuk, “aşırı kadrolaşma” yı 2006’da istifa nedeni olarak açıklamıştır.
…….
……………..
D.G. Yıllardır “evde eğitim, okulsuz eğitim” kavramlarını tartıştıran MEB’e karşın “Gelişimine katkı sağlanacak öğrenciler olduğu, bu öğrencilerin tanıştırılması gereken insanlığın sanat, felsefe ve bilim gibi üst düzey erişileri var olduğu sürece okullar var olacaktır” (Rüzgâr, 2020). Sorunları yaratanların bu sorunları çözebilme yetisi yoktur. Kuşkusuz gelişen bilim ve teknolojinin sunduğu olanaklardan eğitimde de sonuna kadar yararlanılacaktır. Gelişmeyi, kalkınmayı, ülkeyi muasır medeniyetler düzeyine ulaştırmayı hedefleyen bir yönetimin eğitim programları ve öğretim bilim alanının ilkeleri çerçevesinde eğitim sistemini bütün boyutları ile yeniden yapılandırması gerekmektedir.
………….
………………..
D.G. Kendi Devletini “Sosyal Devlet” ifadesiyle tanımlayan ülkeler, eğitim ve öğretimi devletin başta gelen ödevi sayar.

  • Tüm vatandaşlarına eşit fırsatlar tanıyarak, bilimsel, düşündüren, sorgulatan, bilinçlendiren, yaratıcı, barışçı, laik ve demokratik eğitim hizmetini parasız olarak vermek zorundadır.

Eğitim yoluyla bireylere 21. Yüzyıl becerilerini (Eleştirel düşünme, problem çözme, sorgulama, bilgiye erişim, analiz, sentez, iletişim, yenilik, yaratıcılık, merak, hayal, etik kurallara uygun davranma, adapte olma, esneklik, evrensel vatandaşlık, sosyal ve kültürler arası etkileşim, işbirliği, girişimcilik, öz-yönetim, üretkenlik, sorumluluk ve liderlik) kazandırmak devletin görevidir. Kalkınmayı, muasır medeniyetlerin üzerine çıkmayı hedefleyen her ülkenin, öncelikle yurttaşlarının eğitim hakkını teslim etmesi gerekmektedir. İnsanların sağlık sorunlarından, açlıktan, ayrımcılıktan, içinde yaşadıkları doğanın, tarihin, kültürün tahrip olmasından ve hatta savaşlardan korunması, ancak eğitim hakkından gereği gibi yararlanmaları ile olanaklı olacaktır.
………..
…………………..
Bu yaş dilimine din eğitiminin bu biçimde verilmesi pedagojik mi?

D.G. Kesinlikle değil! Çocuğa soyut öğrenme dönemi öncesi verilen bu tür eğitim, çocukta neredeyse dönüşü olmayan tahribat yaratır. 15 Temmuz 2016’dan sonra FETÖ’ye ait okullar kamulaştırılmış, bir bölümü MEB’e bir bölümü Diyanet’e devredilmiştir. Hangi dinsel cemaate ait olduğu bilinen ve Millî Eğitim Bakanlığı’nca da desteklenen okullarda çocuklara 3 yaşındayken Kur’an-ı Kerim dersi, 4 yaşındayken de hafızlık dersi verilmektedir. İnternette adları ve tanıtımları bulunan okul kurucularının “Çocuklarınızı bu güzide okullara yazdırınız. Politik güçlenme ve galibiyet, askeri üstünlük ve zaferin de kaynağı budur” ifadelerini kullandığı bilinmektedir. Bu tür okullarda çocuklar güne “gönül sohbetleri” ile başlıyor, ders programı öğle ve ikindi namazlarına göre düzenlenmektedir. Anayasa ve yasaların yasaklamasına karşın bu okullarda 3-10 yaş arasındaki çocuklara Kur’an-ı Kerim, Arapça ve hafızlık eğitimi verildiği basın yayın araçlarında ve tanıtım bildirilerinde, internette yer almaktadır. 3 yaşından liseye dek eğitimi hafızlık temeline oturtan cemaat okullarında, 3 yaşında başlanan Kur’an-ı Kerim eğitimi, ilkokulun sonunda ‘tam hafızlık’ aşamasında sona ermektedir. Çocuklar zaman zaman çeşitli camilere götürülerek oralarda uygulamalı çalışmalar da yaptırılıyor. Okul öncesi eğitimdeki çocuklara haftada altı saat din dersi ve Kuran eğitimi verileceği de Diyanet ile protokole bağlanmıştır.

Kamu kurumlarında öğrenim gören çocuklar için de Milli Eğitim Bakanlığı’nın çeşitli vakıflarla imzaladığı protokollere dayandırılarak

“Haydi Çocuklar Camiye”,
“Her Sınıfın Bir Yetimi Var”,
“Umreye Gidiyoruz,”
“Seccadem Beni Özler,”
“Dinimi Seviyorum, Öğreniyorum”

gibi etkinlikler düzenlenmekte, bu etkinliklerin çocukların duygusal gelişimine yaptığı zararlar sıkça basında yer almaktadır.
…………………
…………………..
D.G. Devlet, acilen beş yaş okul öncesi eğitimini %100 oranına çıkarmak için her tür yapılandırmayı gerçekleştirmelidir. Anayasaya ve yasalara aykırı olarak açılmış olan, bilim dışı eğitim yapan cemaat okulları derhal kapatılmalı, bu kurumlara muhatap olmuş çocuklar sağaltım eğitimine alınmalıdır. Ev dışında çalışan ya da çalışmayan annelerin 0-2 yaşında çocukları için de belli saatlerde ve gün boyu bakım ve eğitim verecek bakımevleri açılmalıdır. Tüm okul öncesi eğitim kurumları kamuya ait olmalıdır.
………………
…………………………..
02.11.2020 günü yapılan söyleşinin devamından alıntılar…

D.G. 2004’te zorunlu eğitime çocuğunu göndermeyen veliye hapis cezası verilmesini emreden yasanın kaldırılmasıyla çocuklar örgün eğitimden çocuk işçiliğine, dinî nikâhlılığa doğru kaydırılmaya başlanmıştır. 2003’te öğrencilerimizin PISA başarısızlığını giderme iddiası ile 2005’te 21. yüzyılın ilköğretim programı hazırlanmış ve bir eğitim reformu yapılıyormuş gibi sunulmuştur. Program Geliştirme Bilim Alanının ilkeleri dikkate alınmadan, büyük iddialarla hazırlanan bu programda yapılan hatalar, öğretmenin programda ne istendiğini anlayamaması, 5 sınıfı birden uygulamaya koyma ve başka yanlışlar, olasıdır ki daha sonraki yıllarda yapılan PISA’larda, çocuklarımızın yine son sıralarda yer almasına neden olmuştur. 80 yıl büyük mücadelelerle elde edilen Cumhuriyet birikimlerine büyük bir darbe vurularak 6287 sayılı yasa ile 2012’de 4+4+4 yapılanmasına gidilmiştir. 4+4+4 yapılanması ile zorunlu eğitim (sözüm ona) 12 yıla çıkarılmış fakat ilk dörtten sonra okulu terk etme yolu açılmıştır. Örgün eğitim hakkı elinden alınan, açık ortaokula, açık liseye kayıtlı çocukların sayısı bugün iki milyonu geçmiştir. Çıkarılan okul yönetmelikleri nişanlanmayı ve küçük yaşta evlenmeyi yüreklendirmiştir. Çocuklar beş yaşında (60 aylık) zorunlu olarak ilkokula kaydedilmiş, çocuğunu kaydettirmek istemeyen veliden çocuğu için “yetersiz” raporu alması istenmiştir. Böylece bireyin gelişiminde, yaşam başarısında çok önemli rolü olduğu bilimsel araştırmalarla belirlenmiş okul öncesi eğitim kademesi de baltalanmıştır.
……………….
………………………
D.G. Eğitim sistemi yapılanması kesintisiz olarak 1+8+3 olarak oluşturulmalıdır. Uygulanmakta olan öğretim programı iptal edilmeli, program geliştirme bilim alanının ilkelerine göre programlar geliştirilmelidir. (2017 öğretim programı, halen bilimsel yöntemlerle Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Programları ve Öğretim Bölümü öğretim elemanları tarafından bir proje kapsamında değerlendirilmektedir. Program Geliştirme çalışmalarında bu araştırmanın sonuçlarından yararlanılmalıdır.)
…………….
…………………..
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) zorunlu DKAB dersinin bir insan hakkı ihlâli olduğu kararına karşın, ders zorunlu olarak okutulmakta ve 8. sınıf öğrencilerinin liselere giriş sınavında sorulan soruların 1/5’i DKAB dersinden sorulmaktadır.
…………….
………………..
2017 öğretim programı değişikliği ile Evrim kuramı, Atatürk, Kurtuluş Savaşı gereksiz görüldü; Cihat, muamelât, ukubat kavramlarına yer verildi, Yaşamın Başlangıcı ve Evrim konusu programdan çıkarılmıştır.

  • Fatih Projesi devlete çok pahalıya mal olmuş, (MEB müsteşarının açıklamasına göre 30 milyar Dolar) eğitim sistemine büyük zararlar vermiş ve proje çökmüştür.

Okul binalarında dinin gereklerine göre yapılan mekânlar bilimsel eğitim ortamlarına dönüştürülmelidir.

  • Dogma ve hurafelerin belirleyeceği bir toplumsal yapının oluşumuna zemin hazırlayan 4+4+4 düzenlemesi derhal kaldırılmalıdır.
  • Öğretim programından zorunlu DKAB dersi ve seçmeli din içerikli dersler kaldırılmalıdır.
  • Eğitim, zorunlu ve kesintisiz 1+8+3 bilimsel, laik ve demokratik bir yapıya kavuşturulmalıdır.
  • Hazırlanacak öğretim programları yeni kuşakları, çağın gerektirdiği akıl, bilim ve sanat ortamlarında 21. yüzyıl becerileri ile donatmalıdır.
  • Hazırlanacak öğretim programlarını başarıya ulaştırmak için mevcut öğretmenler hizmet içi eğitimden geçirilmelidir.
    ………………
    ………………………..
    FETÖ ile mücadele kisvesi altında, tarikatlarla ilgisi olmayan birçok muhalif bilim insanı sorgusuz sualsiz görevden uzaklaştırılmış, biat eden ya da tepeden inme getirilen rektör ve dekanlar, kimi dini vakıfların toplantılarında görüntülenmiş, çağdaşlığa, bilime ve laikliğe hatta dine bile aykırı söylemleriyle sık sık gündemde yer almıştır.En köklü üniversiteler nefret söylemlerinin hedefi olmuş, binaları ve yerleşkeleri işgal edilmiş, kimi üniversiteler parçalanmış, üniversite yönetimleri üzerinde baskı kurulmuştur.Sonsöz : Türkiye Cumhuriyeti dibe vurmuş eğitimindeki bilim dışı ve gericileşme adımlarını düzeltecek ve eğitimine sahip çıkacak kadar büyük ve güçlü bir ülkedir. Bunu yapacak eğitilmiş insangücüne sahiptir.
    ===============================

 

 

Öğretmenler Gününün 85. Yıldönümünde… Cumhuriyet Eğitiminin İlkeleri


Öğretmenler Gününün 85. Yıldönümünde AKP Yönetiminin Ulusumuzu 

Yoksun Kılmaya Çalıştığı Cumhuriyet Eğitiminin İlkeleri!

portresi_sapkali

Prof. Dr. Özer OZANKAYA

ADD Eski Genel Başkanı

 

 

2013 yılı Öğretmenler Gününde, Başöğretmen Atatürk’ün eğitim kurumlarımıza temel yaptığı

– kurtarıcı, özgürleştirici ve GÖNÜLLÜ TOPLUMSAL-KÜLTÜREL KAYNAŞMA VE DAYANIŞMA SAĞLAYICI demokratik eğitim ilkelerinin;

* gerici, baskıcı ve bölücü AKP iktidarınca giderek daha açık biçimde
yıkılmaya çalışıldığını görmenin derin acılarını yaşıyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti eğitim kurumlarını, Atatürk’ün ölümsüz söylemlerinde anlatımını bulan ve bütün baltalamalara karşın ulusal birliğimizi, yurt bütünlüğümüzü, bilime ve
ileri teknolojiye dayalı toplumsal, ekonomik ve kültürel tüm gerçek gücümüzü sağlayan ve sağlayacak olan, şu ilkelere dayandırmıştı:

  • «… en önemli, en temel nokta eğitim sorunudur. EĞİTİMDİR Kİ BİR ULUSU
    ya ÖZGÜR, BAĞIMSIZ, ŞANLI, YÜKSEK BİR TOPLUM DURUMUNDA YAŞATIR; ya da bir ulusu tutsaklık ve düşkünlüğe bırakır.»

  • Efendiler, eğitim sözcüğü yalnız olarak kullanıldığı zaman herkes kendince amaçlanan bir anlayışa gider. Ayrıntılara girilirse eğitimin hedefleri türlülenir. Örneğin dinsel eğitim, ulusal eğitim, u­luslararası eğitim… Bütün bu eğitimlerin hedefleri başka başkadır. BEN BURADA YALNIZ YENİ TÜRK CUMHURİYETİ’nin YENİ KUŞAĞA VERECEĞİ EĞİTİMİN ULUSAL EĞİTİM OLDUĞUNU KESİNLİKLE BELİRTTİKTEN SONRA ÖBÜRLERİ ÜZERİNDE DURMAYACAĞIM.»
  • «Ne yazık, gerçek durum şudur ki; YERYÜZÜNDEKİ ÜÇ YÜZ MİL­YONU AŞKIN MÜSLÜMAN YIĞINLARI ŞUNUN YA DA BUNUN TUTSAKLIK ve
    AŞA­ĞILAYICILIK ZİNCİRLERİ ALTINDADIR. Aldıkları manevi eğitim ve
    ahlak on­lara bu tutsaklık zincirini kırabilecek insanlık niteliğini vermemiştir, veremiyor. ÇÜNKÜ EĞİTİMLERİNİN HEDEFİ ULUSAL DEĞİLDİR.»
  • «ÇOCUKLARIMIZ VE GENÇLERİMİZ YETİŞTİRİLİRKEN ONLARA ÖZELLİKLE VARLIĞI İLE, HAKKI İLE, BİRLİĞİ İLE ÇATIŞAN TÜM YABANCI ÖĞELERLE MÜCADE­LE GEREĞİ VE ULUSAL DÜŞÜNCELERİ HER ŞEYİ
    BİR YANA BIRAKARAK, HER KAR­ŞI DÜŞÜNCE ÖNÜNDE ŞİDDETLE VE ÖZVERİYLE SAVUNMA ZORUNLUĞU TEL­KİN EDİLMELİDİR…
    Sürekli ve korkunç bir mücadele biçiminde beli­ren uluslararası yaşamın felsefesi, bağımsız ve mutlu kalmak isteyen her ulus için bu nitelikleri şiddetle istetmektedir.»
  • «Efendiler ulusal eğitimin ne olduğunu bilmekte artık hiçbir türlü karışıklık kalmamalıdır. Bir de ulusal eğitim ilke olduktan sonra onun dilini, yöntemini, araçlarını da ulusal kılmak zorunlu­luğu tartışma götürmez. Ulusal eğitim ile geliştirilip yükseltilmek is­tenen GENÇ KAFALARI BİR YANDAN DA PASLANDIRICI, UYUŞTURUCU, DÜŞSEL NİTELİKTEKİ GEREKSİZLİKLERLE DOLDURMAKTAN DİKKATLE KAÇINMAK GERE­KİR.»
  • Ulusal kültürümüz uygar ilkeler ve özgür düşüncelerle beslenip güçlendirilmelidir. KORKUTMA TEMELİNE DAYALI AHLAK,
    NE BİR ERDEMDİR, NE DE GÜVENİLEBİLİR BİR AHLAKTIR.”
  • “OKUL, GENÇ KAFALARA İNSANLIĞA SAYGIYI, ULUS VE ÜLKEYE SEVGİYİ, ŞEREF, BAĞIMSIZLIĞI ÖĞRETİR. Ulus ve ülkesine yararlı olmak isteyenler, aynı zamanda mesleklerinde birer namusl uuzman ve birer bilgin olmalıdırlar. Bunu sağlayacak olan, okuldur.”
  • «…hükümetin en verimli, en önemli görevi eğitim işleridir. Bu işlerde başarılı olabilmek için ÖYLE BİR PROGRAM İZLEMEK ZORUNDAYIZ Kİ;
    O PROGRAM ULUSUMUZUN BUGÜNKÜ DURUMUYLA, TOPLUMSAL YAŞAMIN GEREKSİNİMLERİYLE, ÇEVRENİN KOŞULLARIYLA ve ÇAĞIN GEREKLERİYLE TÜMÜYLE ORANTILI ve UYUMLU OLSUN…»
  • «Bir yanda kara bilisizliği gidermeğe çalışırken bir yandan da
    ÜLKE ÇOCUKLARINI TOPLUMSAL ve EKONOMİK YAŞAMDA EYLEMLİ OLARAK ETKİN ve VERİMLİ KILABİLMEK İÇİN ZORUNLU OLAN
    İLK BİLGİLERİ, UYGULAMALI BİR BİÇİMDE VERMEK,
    EĞİTİM YÖNTEMİMİZİN TEMELİ OLMALIDIR.»
  • «Uygar ve çağdaş bir toplumun bilim ve kültür yolunda bu ka­darla yetinemeyeceği kuşku götürmez. Ulusumuzun dehasının geli­şimi ve bu sayede layık olduğu uygarlık mevkiine çıkması doğaldır ki; yüksek meslek adamlarını yetiştirmekle
    ve ulusal kültürümüzü yüceltmekle olanaklıdır.»
  • «Bu ilk ve son öğretim basamağı arasında ortaöğretimin de ge­rekliliği doğaldır. Ortaöğretimin amacı ülkenin gereksindiği türlü hizmet ve sanat adamlarını yetiştirmek ve yüksek öğretime aday hazırlamaktır. ORTAÖĞRETİMDE DE EĞİTİM VE ÖĞRETİM YÖNTEMİNİN UYGULA­MALI ve İŞLEMSEL (AMELİ) OLMASI İLKESİNE UYMAK ŞARTTIR.”
  • KADINLARIMI­ZIN DA AYNI ÖĞRETİM DERECESİNDEN GEÇEREK YETİŞMELERİNE ÖNEM VERİ­LECEKTİR.»
  • «ULUSUMUZUN YÜKSEK KARAKTERİNİ, YORULMAZ ÇA­LIŞKANLIĞINI, DOĞUŞTAN ZEKÂSINI, BİLİME BAĞLILIĞINI, GÜZEL SANATLARA
    SEV­GİSİNİ, ULUSAL BİRLİK DUYGUSUNU DURMADAN ve HER TÜRLÜ ARAÇ ve ÖN­LEMLERLE BESLEYİP GELİŞTİRMEK ULUSAL ÜLKÜMÜZDÜR.»
  • «Eğer sürekli barış isteniyorsa, … DÜNYA YURTTAŞLARI ÇE­KEMEMEZLİK, AÇGÖZLÜLÜK ve KİNDEN UZAKLAŞACAK BİÇİMDE EĞİTİLME­LİDİR.»