Etiket arşivi: Öğretim Birliği Yasası

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 05 Temmuz 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DİPLOMA

Ümraniye Celaleddin Ökten İH Ortaokulu’nda bir kez bile derse girmeyip tarikatta din eğitimi alan 300 öğrenciye MEB diploma verdi.

  1. Diploma sorgulanmayan ülkemizde geçerli yöntem.
  2. Öğretim Birliği Yasası”nı tarikatlar uygulayacak?..

KİNDAR

28 Şubat Davası’ndan hükümlü beş general, “kocamışlık” ve çeşitli hastalık raporlarına karşın cezaevinde tutuluyor.

Katil Hizbullahçıyı seçim öncesi affeden RTE, kalemini kıpırdatmıyor.

  • Mezara kadar kin, laik düzenden intikam…

BARIŞ

Küresel Barış Endeksi‘ne göre 36 Avrupa ülkesi içinde sondan birinci; 163 ülke içinde dünyada 147’nci sıradayız.

Kendi ile barışık olmayanların yönettiği ülkem…

BAYRAK

Antalya Kemer’de AKP ilçe başkanı Türk Bayrağı resmedilmiş haritanın üzerine bastı.

Seccade değil ya!..

SURİYELİLER

Kayseri ve İstanbul Avcılar’da Suriyeli sığınmacılar ÖSO bayrağı açarak gösteri yaptı.

Ülkelerini savunsalar da omzumuza alsak…

YETKİ

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilen 2018’de 8 milyon olan işsiz sayısı 11.5 milyona çıktı.

Ver kardeşine yetkiyi, çek çileyi…

UYUŞTURUCU

Uyuşturucu baronu Hollandalı Joseph Johannes Leijdekkers’ın sağ kolu ‘Kara Mamba’ lakaplı İsaac Bignan Türkiye’de yakalandı.

Baronlar cenneti AKP Türkiye’si…

3 Mart’ı 100. yılında kutlamak için laikliğe sahip çıkın!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr

 

99 yıl önce bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni laik temeller üzerine oturtan tarihi kararını aldı.

Mustafa Kemal Atatürk, 1 Mart 1924’te TBMM’yi açış konuşmasında söylediği şu sözlerle hilafetin kaldırılacağını duyurdu:

  • “İslam dinini, yüzyıllardan beri alışageldiği üzere bir siyaset aracı durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve ilahi inançlarımızı ve vicdanı değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü menfaat ve ihtiraslara görünüş sahnesi olan siyasetlerden ve siyasetin bütün kısımlarından bir an önce ve kesin olarak kurtarmak milletin dünyevi ve uhrevi mutluluğunun emrettiği bir zarurettir.”

Ve bu konuşmasından iki gün sonra, 3 Mart 1924’te TBMM’de Devrim Yasaları kabul edildi.

LAİK REJİMİN YOLU BU YASALARLA DÖŞENDİ

429 sayılı yasayla Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırıldı. (“Şeriye” sözcüğü din işleri, “evkaf” ise vakıflar anlamına geliyor.) Daha sonra vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne; din işleri de Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredildi.

430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) kabul edildi. Bu yasa ile ülkedeki bütün eğitim kurumları, Maarif Vekaleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlandı.

Bu yasayla aynı zamanda Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti kaldırılarak ordunun yönetimi vekiller heyetinden çıkarıldı ve ayrı bir yapı olan Genelkurmay Başkanlığı’na verildi. Böylelikle Ordunun siyasal etkilerden uzak kalması sağlanmıştı. Fakat 15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe girişiminin 2. yıldönümünde yayımlanan bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Genelkurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanarak yine siyasal etkiye açık duruma getirildi.

431 sayılı “Hilâfetin İlgasına ve Hanedan-ı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyet Dışına Çıkarılmasına Dair Kanun” ile de halifelik kaldırılarak laik rejim yolunda en büyük adım atıldı.

DEVRİMLERE İHANET EDİLDİ

Her biri birer devrim olan bu yasalar, Üç Devrim Yasası olarak bilinir. Laik Cumhuriyetin temel felsefesini kuran Devrim Yasaları, anayasal güvence altındadır; değiştirilmeleri teklif bile edilemez. Ne var ki 21 yıllık AKP döneminden sonra geldiğimiz noktada, bu yasalar yürürlükte olsa da sürekli olarak çiğnenir duruma geldi.

Temel görevi yasaların şeriata uygunluğunun denetlenmesi olan şeyhülislamlık kurumunun yerine kurulan Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin laik bir devlette yer alması düşünülemeyeceğinden kaldırılması elzemdi. Ancak onun yerine kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın günümüzde hemen her konuya dahil olarak yayımladığı fetvalar, AKP’nin toplumdaki ve devlet yönetimindeki dincileşmeyi bu kurum aracılığıyla yaptığını ortaya koyuyor.

Öğretim Birliği Yasası ise tarikatlar ile cemaatlerin eğitim alanındaki faaliyetleri ile çiğnendi. Yasaya aykırı bu yapılar, açtıkları kurslar ve yurtlar ile bu alanda egemenlik sağladı; Diyanet Akademisi Yasası ile bir kez daha yasaya ihanet edildi. Laik, bilimsel, çağdaş bir eğitimle yetişen kuşaklar yaratmak amacıyla çıkarılan bu yasa, bugün yürürlükte olsa da sadece adı kaldı…

431 sayılı kanun ile Hilafet kaldırılarak, ülkede yaşayan herkesin halifenin kulu olduğunu düşünen ümmet anlayışına karşı, yurttaşlık bilincine dayanan bir ulus devlet olma bilinci geliştirildi. Halifelik kaldırılmasa ne laiklik bir anayasal ilke olacaktı ne Medeni Yasa çıkarılabilecekti ne de laik hukuk sistemi kurulabilecekti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sağlayan devrim sürecinde laikliğin önü 3 Mart 1924’te kabul edilen bu yasalar ile açıldı. Bu tarih, Türkiye’de tüm ilericilerin, laiklerin, aydınların, devrimcilerin bayram gibi kutladığı bir tarih olmalıdır; çünkü 23 Nisan 1920 ve 29 Ekim 1923 kadar önemlidir. 

3 Mart’ı, 100. yıldönümünde bayram havasında kutlamak için laik Cumhuriyete sahip çıkın!

Günümüzde tarikatlar

Alev CoşkunAlev Coşkun
25.11.22, Cumhuriyet

92 yıl önce Menemen’de, genç yedek subay Kubilay’ın başını kestiler, sırığa geçirdiler, kentin içinde dolaştılar. 23 Aralık 1930 tarihinde yaşanan bu gerici ayaklanma, Nakşibendi tarikatı üyesi Derviş Mehmet ve yardımcıları tarafından yapılmıştı. Önce üzerinde ayetler olan yeşil bayrağı açtılar. Halkı, bayrak altında toplanıp ayaklanmaya çağırdılar. “Şapka giyenler kâfirdir, yine fes giyilecektir” diye bağırdılar. Olayı engellemeye çalışan öğretmen kökenli yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay ve iki bekçiyi öldürdüler.

Bu olay gözü dönmüş bir gerici ayaklanmaydı ve Cumhuriyetin ilanından yedi yıl sonra olmuştu. Kuşkusuz bu yedi yıl içinde, çağdaş bir topluma ulaşmak için kimi Aydınlanma Devrimleri gerçekleşmişti. Cumhuriyetin ilanından sonra, din devletinin simgesi halifelik kaldırılmıştı, Eylül 1925’te tekke, zaviye ve türbeler kapatılmıştı. Evrensel hukuku kapsayan Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu yürürlüğe girmişti. Harf Devrimi gerçekleşmişti. Kuşkusuz bu atılımlar gerici düşünceyi tahrik ediyordu. Bu ayaklanmayı düzenleyenler yargılandılar ve idam kararları 3 Şubat 1931’de yerine getirildi:

O günlerde Avusturya’da okuyan genç üniversite öğrencisi Nadir Nadi’nin önerisiyle Cumhuriyet gazetesi bir kampanya açtı ve halkın katkılarıyla yapılan görkemli Kubilay Anıtı 24 Aralık 1934’te açıldı. Granit taştan örülmüş üç sütunlu anıtın ön yüzünde Atatürk’ün gençliğe seslenişi, Kubilay ve iki şehit Bekçi Hasan ve Şevki’nin adları yazıyordu. Kubilay Anıtı, laik düzeni benimseyenler için simgesel önemdedir.

Ne yazık ki bu olaydan 92 yıl sonra, geçtiğimiz hafta, Türkiye yeni bir tarikat rezaletiyle çalkalandı. Nakşibendi tarikatı uzantısı olan Hiranur Vakfı lideri Yusuf Ziya Gümüşel’in, 6 yaşındaki kızını 29 yaşındaki bir müridi ile evlendirdiği ve küçük kızın cinsel saldırıya uğradığı ortaya çıktı. Kuşkusuz bu rezaletler tesadüf (rastlantı) değildir ve özellikle son iki yıldır,

  • tarikat yurtlarında intiharlar, cinsel saldırılar
    süregelen bir durum yaratmıştır!

Bu yazımızda, sayfanın elverdiği ölçüler içinde tarikat olayının tarihsel kökleri ve güncel durum üzerinde durulacaktır.

TARİKATLARIN TARİHİ

İslamda 8. yüzyılın sonuna değin tarikat yoktu. Daha sonra özel bir yaşam biçimi belirdi ve buna tasavvuf adı verildi. 10. yüzyıldan sonra tasavvufta özel kurallar, şeyh, mürit, rehber gibi manevi makamlar ortaya çıktı. Tarikat şeyhlerinin türbelerinin yakınlarında tekke, dergâh, zaviye adını taşıyan merkezler kuruldu. Şeyhin manevi gücüne ve kendi kişisel yeteneklerine göre değişen zikirler belirdi. 

13. yüzyıl sonrasında tarikatlar çoğalmaya ve güçlenmeye başladı, şeyh tarafından “icazetname” verilmeye başlandı. Böyle bir belgeyi alanlar da kendi adlarına yeni tarikatlar kurdular. Tarikatlar ayrıca güç elde etmek için devlet içinde etkin olmaya başladılar. Tarikatlar arası çekişmeler de başladı. 

16. yüzyıl sonları ile 17. yüzyıl arasında (1582-1685) yaklaşık bir yüzyıl, iki tarikat “Kadızadeliler-Sivasiler” kavgası oldu. Kadızadeliler tarikatı çok güçlendi, kahve-tütün yasağının getirilmesini sağladılar. Kadızadeliler hareketi önemlidir. Osmanlı Devleti tarihinin en tutucu dini hareketi olan Kadızadeliler, “Dinde yoktur” diye, 1’den çok minaresi olan camilerin minarelerini bile yıkmaya kalkışmışlardı. 

17. yüzyıl başlarında da Osmanlı uleması ikiye bölündü ve şiddetli bir çatışma içine girdi. Çatışmanın bir ucunda, şeriatın katı biçimde uygulanmasını isteyen Kadızadeliler; öbür ucunda da akılcılığı savunan ve daha çok Mevlevi ve Halveti tarikatlarına mensup din adamları yer almaktaydı. Kadızadeliler, kendilerinin dışındaki tarikatlara karşı büyük bir düşmanlık besliyorlardı. 

Peygamberden sonra ortaya çıkan her şeyin reddedilmesi fikrini benimseyen Kadızade Mehmed Efendi, devletin yaşadığı sorunları çözmenin tek çaresinin, “asr-ı saadetteki” uygulamalara aynen dönmek olduğunu söylemekteydi. Kadızadelilere göre Hazreti Peygamber zamanında olmadığı için yemeğin kaşıkla yenmesi bile doğru değildi. Kadızadeliler tarikatı devletin önemli makamlarındaki atamalara da karışmaya başlamıştı. Sonunda devlet-tarikat çatışması çıktı. Sadrazam Köprülülü Mehmet Paşa, devrin ulemasını arkasına alarak Kadızadelileri tutukladı ve sürgüne gönderdi. 

Osmanlı döneminde tarikatların yarattığı başka bir olay 31 Mart Ayaklanması’dır. 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilmişti. 1876 Anayasası yeniden yürürlüğe girdi. Seçimler sonunda Osmanlı Meclisi, 17 Aralık 1908’de yeniden açıldı ve çalışmaya başladı. Bu sırada, Nakşibendi tarikatına mensup Derviş Vahdeti İstanbul’da Volkan adlı gazetesini yayımlamaya başladı. Ardından İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti [Muhammet Yandaşlarını Birleştirme Cemiyeti (İMC)] kuruldu. Derviş Vahdeti burada da etkindi. Gazete padişah tarafından da korunuyordu.

 

Cumhuriyet gazetesinde Haziran 1925 yılında yayımlanan karikatür.

DERVİŞ VAHDETİ VE GAZETESİ

Volkan bir cephe oluşturdu. Ordu içindeki Harbiye mezunu olmayan alaylı subaylar, medrese öğrencileri ve hocalar birleştiler. 31 Mart 1909’da ayaklanma başladı. Meclis’i bastılar. Adalet Bakanı Nazım Paşa ve Lazkiye Milletvekili Arslan Bey’i öldürdüler. Meclis kürsüsü ele geçirildi, şeriat ilan edilmesi istendi. İsyancılar Beyazıt Meydanı’nda Harbiye Bakanlığı’nı sardılar. İlerici gazeteler basıldı. Tanin gazetelerinin matbaa makineleri kırıldı. Yıldız Sarayı önündeki bahçede isyancılara karşı çıkan Binbaşı Ali Kabuli Bey öldürüldü. Halktan ölenlerin sayısı 36’yı buldu. Bu gerici isyanın 12. gününde Rumeli’den gelen Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelişiyle ayaklanma bastırılabildi. 31 Mart olayının arkasında yalnızca gerici tarikatların değil, bu olaydan yararlanmak isteyen o günün emperyalist devleti İngilizlerin olduğu belgelemiştir.

2022’DE TARİKATLARLA İLGİLİ GELİŞMELER

2022 yılının son ayında, Antalya’da Süleymancılara ait bir tarikat yurdunda aşçı olarak çalışan İ.G. tarafından satırla başı kesilerek öldürülen 18 yaşındaki üniversite öğrencisi M.S.T. ülke gündeminde yerini almıştı. Bu yıl başında, bir video kaydı bırakarak intihar eden Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencisi 19 yaşındaki E.K., kaldığı Nur Cemaati’ne bağlı evde yaşamına son verdi.

Mart 2022’de, İstanbul Esenler’de Süleymancılara ait özel bir yurtta erkek öğrencilere şiddet uygulayan bir yurt görevlisinin görüntüleri sosyal medyaya yansıdı. Haziran ayında Yalova’da ruhsatı olmayan Halil Bağlı Talebe Yurdu’nda 12 yaşındaki U.E., yurtta Kuran ve Türkçe dersi veren 26 yaşındaki M.Z. tarafından tecavüze uğramıştı.

Karaman’daki tecavüz skandalı unutulmamalıdır. Tecavüzden sonra “Bu olaya bir kere rastlanmış olması ve bu münferit olay tarikatı karalamaya gerekçe olamaz. Biz çocuklarımızı buraya kendi rızalarıyla getiriyoruz.” dediler.

MASA VE KASA: DEVLET-FETÖ ÇATIŞMASI

Masa ve kasa tarikatların çok önem verdikleri ve hassas oldukları iki konuyu tanımlar. Kasa, tarikatın ekonomik gücü demektir. Tarikatlar ticarette, gelişmek ve gelir getiren alanlarda güçlü olmak istiyorlar. Her tarikatın ticari işleri vardır. Masa, tarikatın siyasal gücünü simgeler. Tarikat kamu yönetimi bürokrasisinde, güvenlik, jandarma, maliye, idari mekanizma ve yargıda güçlü olmak ve siyaseti etkilemek ister. Bu tarikat yapısı ve amaçları en sonunda laik devlet sistemiyle çatışmak zorundadır. Osmanlı’da Kadızadeliler tarikatı ile devlet çatıştı, sonunda Kadızadeliler ortadan kaldırıldılar. 31 Mart Olayı’nda da tarikat liderleri ağır cezalar aldılar. FETÖ’nün durumunda da benzer model karşımıza çıktı. Devlet-FETÖ çatıştı, FETÖ yenik düştü.

  • FETÖ’den boşalan alanı başka tarikatlar dolduruyor.
  • Bundan sonra hangi tarikatın devletle çatışacağını zaman gösterecek… 

‘MEDRESELER ASLA AÇILMAYACAKTIR, MİLLETE OKUL LAZIMDIR’

Bu noktada Atatürk’ün medreselerle ilgili bir olayını burada hatırlamalıyız. Milli Mücadele sırasında Sovyetler Birliği’nden gerek silah gerek parasal yardım sağlanıyordu. Mustafa Kemal, Sovyet Rusya’nın büyükelçisi Aralov ve Azerbaycan Büyükelçisi Abilov’u yanına aldı, cepheye gittiler. Daha sonra Konya’ya geldiler. Aralov anılarında şöyle yazıyor:

“Konya’da trenden indiğimiz zaman artık ortalık kararmış bulunuyordu. Bizi karşılamaya gelen çeşitli birliklere bağlı erlerin elinde meşaleler vardı. İstasyon önündeki meydan baştan başa halkla dolmuştu.”

“O gece iki medreseyi ziyaret ettik. Kanlı canlı hemen hepsi de gencecik mollalar medresenin avlusunda dizilmişlerdi. Bunların yanında, geniş cüppeli, beyaz sarıklı hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek Mustafa Kemal Paşa’yı selamlıyorlardı. Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Kemal Paşa’dan, medrese sayısının artırılmasını rica etti. Bu zat, ayrıca medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da istedi. Hoca konuşurken Mustafa Kemal’in kendini tuttuğu belli oluyordu. Ama medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca artık kendini tutamadı ve yüksek bir sesle, sertçe:

  • ‘Ne o’ dedi. ‘Yoksa sizin için medrese, Yunanları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde döğüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada, genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!’

Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı ve ‘Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım’ dedi.”

ATATÜRK, DERVİŞLER VE MÜRİTLER HAKKINDA NE DİYOR?

21 Kasım 1924-CHP Meclis Grubu: Atatürk’ün değerlendirmesi:

  • “Büyük bir inkılap yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski müesseseyi yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır.
    Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir.”

31 Ağustos 1925-Çankırı konuşması:

  • “Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz.
    Bunların) amacı, halkı kendinden geçmiş ve aptal yapmaktır.”

10 Ekim 1925-Atatürk’ün Akhisar’daki konuşması:

  • “Efendiler! Uygar olmayan insanlar,
    uygar olanların ayakları altında kalmaya mahkûmdur.”

21 Ekim 1925-Afyon’daki konuşması:

  • “Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin olduğunu idrak ediyorum. Bu vazife bitmeyecektir.
    Ben toprak olduktan sonra da devam edecektir.
  • Çünkü büyük milletimizin kalp ve vicdanında, bana karşı sarsılmaz bir emniyet ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum.”

TEKKELER HAKKINDA

  • “Tekkeler kesinlikle kapanmalıdır.
  • Türkiye Cumhuriyeti, her alanda doğru yolu gösterecek güce sahiptir.
  • Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz.
  • Biz uygarlıktan, bilim ve teknikten kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz; başka bir şey tanımayız.
  • Doğru yoldan sapmışların amacı, halkı kendinden geçmiş ve abdal yapmaktadır. Halbuki halkımız, abdal ve kendinden geçmiş olamamaya karar vermiştir.
  • Bunlar basit bir iş gibi görünür fakat önemi vardır.
  • Biz dünya ailesi içinde uygarız.
  • Her görüş noktasından uygarlığın gereklerini uygulayacağız.”

1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S., s. 68.)

EN GERÇEK TARİKAT

  • “Ölülerden yardım istemek, uygar bir toplum için ayıptır.
  • Var olan tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyevi ve manevi yaşamda mutluluğa eriştirmekten başka ne olabilir?
  • Bugün bilimin, tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın alevi karşısında filan veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum.
  • Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.
  • En doğru ve en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır.”
    1925 (Atatürk’ün S.D. II, s. 215.)

“Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17 bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti.” (S. Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, Cumhuriyet Kitapları, 1997, s. 127-128.)

Zaferden sonra Mustafa Kemal, 17 Eylül 1924’te Rize’yi ziyaret etti. Vilayet binasından çıkınca Rize Müftüsü Ahmet Hulusi (Alemdar) Efendi ve birkaç müftü, Atatürk’e bir dilekçe verdiler. Dilekçe, medreselerin tekrar açılmasını istiyordu. Mustafa Kemal’in yanıtı: 

  • Demek okul değil de medrese istiyorsunuz. Oysaki millet okul istiyor.
  • Şu zavallı milletin yakasını artık bırakın da vatan evladı yetişsin, yükselsin. Medreseler asla açılmayacaktır. Millete okul lazımdır…” 

Orada bulunan halk ve gençler, Atatürk’ü uzun uzun alkışladılar. Atatürk valiye döndü, “Bunlar İranlılardan ibret almadılar mı? Burasını İran gibi mi yapmak istiyorlar?” dedi. (ABE, C.17, s. 23-24.) 

EĞİTİM (AS: ÖĞRETİM) BİRLİĞİ YASASI VE TARİKAT KUŞATMASI

Türkiye’de tarikatlar, yalnızca ortaokul ve lise değil okul öncesi eğitimde de yapılanıyor.

20 yıldır süren AKP iktidarı tarikatlarında geliştiği bir dönem oldu. AKP, siyasal İslamcı bir parti olduğunu açıkça ortaya koyuyor. “Ne istediniz de vermedik” siyaseti çerçevesinde FETÖ hareketinin gelişmesi ve güçlenmesi de AKP döneminde olmuştur.

9 Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esergül Balcı ve ekibi 2020 yılında Türkiye’deki eğitim ve tarikatlar üzerinde bir alan çalışması yaptı. 

  • “Eğitimde Tarikat Gerçeği: Bir Milyon Çocuk Tarikatların Elinde”
    adını taşıyan raporda birçok gerçek ortaya konulur.

TARİKATLAR SARDI

Rapora göre;

Türkiye’de 30 tarikat silsilesi ve bunların 400 kolu bulunuyor.
Yalnızca İstanbul’da 445 tekke faaliyetlerini açıktan sürdürüyor.
Çoğunluğu İstanbul, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkâri,
Şırnak, Ağrı, Muş, Bitlis, Gaziantep ve Şanlıurfa olmak üzere
800’ün üzerinde faal medrese bulunuyor. 

Rapora göre, tarikat okullarındaki öğrenci sayısı 210 bin dolayında,
Türkiye’deki 4 binin üzerindeki özel yurdun 2 bin 480’i bir tarikatla bağlantılı.
Bu yurtlarda kalan öğrenci sayısı 300 bini buluyor.

Türkiye’de belli başlı tarikatlar şunlar:
Nakşibendi ve Nurcular, Kadiri tarikatlı, Halveti tarikatı, Rufai tarikatı, Melami tarikatı, Menzil tarikatı, İskenderpaşa cemaati, Erenköy cemaati olarak ortaya çıktı.
Bu tarikatlar içinde Nurcular da aslında Nakşibendi’dir.
FETÖ hareketi Nur tarikatından doğmuştur.
Cumhuriyet döneminde en etkin tarikatlar Nakşibendiler, Said Nursi
ve FETÖ hareketidir. İskenderpaşa cemaati de siyasal alanda etkilidir.

Bugün Türkiye’de cami sayısı 90 bini aşıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın personeli 150 bine yakın. Bunların 61 bini imam, gerisi vaiz ve müezzin. 

Tüm lise ve orta okullarda okuyan öğrenci sayısı 10 milyon 723’tür.
İmam hatip okullarında okuyan öğrenci sayısının 1 milyon 600 bin olduğu belirtilmektedir.

Türkiye’de ortaokul ve lise sayısı toplam 31 bin 450’dir. Orta ve lise ilahiyat okulu sayısı toplam 8 bin 673’tür. Buna göre, imam hatip okulları, toplam ortaokul ve lise sayısının üçte birini geçmektedir.

Toplam üniversite sayısı 208’dir. Üniversitelerin yarısında 105 adet ilahiyat fakültesi vardır ve ayrıca 108 islami ilimler enstitüsü vardır. Son 8 yılda ilahiyat fakülteleri %25 artmıştır. 

İlahiyat fakültelerinde okuyan öğrenci sayısı, hukuk fakültesi öğrencileri sayısını geçmiştir. 

Eğitimde en önemli konu, Öğretim Birliği Yasası’na karşı yapılan darbedir. 

VAKIFLAR VE ÖĞRENCİ YURTLARI

Türkiye’de toplam 8 milyon öğrenci var ancak Türkiye’nin tüm yurt kapasitesi 724 bin kişiliktir. Bu rakam, tüm öğrenci sayısının %10’una bile ulaşamıyor. Gençlerin %89’u barınma olanağından yoksundur. Bu rakamlar tarikat yurtlarına istemi yükseltmeye yaramaktadır. Milli Eğitim’de de tarikatlar ve yandaş vakıflar etkin duruma geçtiler.

  • Dün FETÖ’nün elinde olan yurtlar,
    bugün TÜGVA, Ensar gibi vakıfların ve Nurcuların eline geçmiştir.

Türkiye’de tarikatlara üye olan kişilerin sayısı 1 milyon 100 bin olarak kabul ediliyor. Özel eğitimde okuyanların 1/3’ü tarikata bağlı okullarda okuyor.

ÇOĞUNLUK LAİKLİK İSTİYOR

Aksoy Araştırma kuruluşu Şubat 2022’de “tarikatlara güven” konusunda bir araştırma yaptı. Araştırmaya katılanların %83.8’i tarikatlara güvenmiyor. TEPAV kuruluşunun yaptığı bir alan çalışmasında katılanların % 81’i laik bir düzende yaşamak istediğini belirtirken %18’i hukuk sisteminin şeriat kurallarına göre yapılanmasını istemiştir.

Kaynaklar

– Prof. Dr. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi (3. Kitap), Bilgi Yayınevi, 1995.
– Osman Selim Kocahanoğlu, Menemen ve Kubilay Olayı, Temel Yayınları, 2013.
– Prof. Dr. Esergül Balcı, Sokakların Sesi-Türkiye’de Kaç Cemaat Var.
– Mithat Baş, Kadızadeler, https://www.mithatbas.com/
Diyanet İşleri Başkanlığı, Tarikatlar Raporu, Kaynak Yayınları.
– Alev Coşkun, Özgürlük Mücadeleleri Tarihimiz-Devrimin İlk Karşıtları, Cumhuriyet Kitapları, 2013.

ADD’den basına ve kamuoyuna : YOKLUĞUNDA DAHA DA BÜYÜYEN ÖNDER

BASINA VE KAMUOYUNA : 

YOKLUĞUNDA DAHA DA BÜYÜYEN ÖNDER

Vatanımızın kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurucusu, devrimlerimizin mimarı, değişmez önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü aramızdan bedensel olarak ayrılışının 84. yılında saygı, minnet, özlem ve kararlılıkla anıyoruz.

Ancak Atatürk’ün, O’nu anmamızdan çok, anlamamızı istediğinin farkındayız. Bu farkındalıkla görevimizin; ilke, devrim ve eserlerini koruyup yaşatmak, Türk Ulusunu refaha ulaştırıp çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak, “şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz” dediği Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza dek yaşatmak (ilelebet payidar kılmak) olduğunu biliyoruz.

Özdemir Asaf “Gerçek değer, gelmesi boşluk dolduran değil, gitmesi boşluk yaratandır.” diyor. Atatürk’ü yitirdiğimiz günden bu yana yazık ki, gidişiyle yarattığı büyük boşluğu dolduramadık.

Kimileri O’nun ışıklı yolunda yürüdüğünü söylerken kimileri de büyük görünecekleri zannıyla ilkelerine, devrimlerine, eserlerine, kişiliğine, aziz anısına pervasızca saldırdılar. Her saldırı, saldıranları küçültürken Atatürk’ü daha da büyüterek ulusu birleştirdi. Kimi aymazlar ise, halk düşmanı politikalarını Atatürk maskesiyle gizlemeye çalıştılar. Ancak, Atatürk gibi giyinmek, O’nun gibi tren pencerelerinde poz vermek vb. zavallı girişimleri, Atatürk Cumhuriyeti’ne ve Aydınlanma Devrimlerine ağır darbeler indiren bu gibilerin maskelerini daha kolay düşürdü.

HER KOŞULDA MECLİSE GÜVENEN BAŞKOMUTAN

Atatürk, parlak bir asker olduğu ölçüde, tarihle, özellikle dünya tarihiyle çok ilgili bir kurmaydı. Sürekli okuyor, kendini geliştiriyor, düşüncelerini olgunlaştırıyordu. Büyük Fransız Devrimi’ni özümsemişti. 1. Dünya Savaşında Osmanlı Devleti’nin en zorlu cephelerinde başarılar kazanmış, Çanakkale’de adını dünya savaş tarihine yazdırmıştı. Savaştan yenik çıkan Osmanlı ülkesinin emperyalist devletlerce yağmalanmaya başlaması üzerine İstanbul’da kaldığı yaklaşık 6 ay (AS: 13 Kasım 1918 – 16 Mayıs 1919), tasarladığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın plan ve kadro hazırlıklarını yaptıktan sonra Samsun’a hareket etmişti. İlk iş olarak dağıtılmış ordu yerine yeni bir ordu kurmaya değil, kurtuluşu yönetecek bir Milli Meclis oluşturmak için kongrelerle milletin azim ve kararını harekete geçirmeye girişti. Erzurum ve Sivas Kongreleri yanında yurdun her yerinde yerel kongreler yapılmasını sağladı. Bu arada İstanbul’da toplanacak Meclis-i Mebusan’da etkin olabilmek için Erzurum Mebusu seçildi ve arkadaşlarından kendisini Meclis Başkanı seçmelerini istedi. Tıpkı İşgal altındaki İstanbul’da uzun süre çalışamayacağını ve dağıtılacağını öngörerek Meclis-i Mebusan’ın Anadolu’da toplanması gerektiğini söyleyip kabul ettiremediği gibi, dağıtıldığında Ankara’da kurtuluşu örgütleyecek bir meclisi toplantıya çağırma yetkisine sahip olmak amacıyla dillendirdiği bu isteği de gerçekleştirilemedi.

Arkadaşları O’nu meclis Başkanı seçtiremediler ancak, Misak-ı Milli kararlarını kabul ettirmeyi başardılar. Kısa süre sonra öngörüsü gerçekleşti ve Meclis-i Mebusan işgalci İngilizlerce 16 Mart 1920 günü basılarak dağıtıldı, mebusların önemli bir kesimi tutuklanıp Malta’ya sürüldü. Bunun üzerine bir yandan misilleme olarak Yarbay Ravlinson dahil Anadolu’daki birçok İngiliz subayını tutuklatan Mustafa Kemal, bir yandan da Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliye Reisi sıfatıyla derhal harekete geçerek Milli Meclis’ini Ankara’da toplamak üzere eksilen mebusların yerine yenilerinin seçilmesini isteyecek, kalan ve yeni seçilen 324 mebusun ulaşım güçlüklerini aşıp Ankara’ya gelebilen 115’i ile de 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’ni açacaktı. Artık kurtuluşun ve savaşın meşruiluk zemini Ulusal Meclis olacak, Milli Mücadele bu meclise dayanılarak yönetilecekti. Yani Atatürk önce Ulusal istencin yansıyacağı meclisi, sonra da savaşacak orduyu örgütlüyor, meclisin adını Büyük Millet Meclisi, ordunun adını da Büyük Millet Meclisi Orduları olarak belirliyordu. Yakın tarihte, Atatürk maskeli sözde askerler demokrasi(!) adına meclis kapatırken Atatürk kutsal savaşını, her türlü muhalefete rağmen Meclise dayanarak kazanacaktı.

ANTİEMPERYALİST – ANTİKAPİTALİST DEVLET ADAMI

Mustafa Kemal Paşa kurtuluşun; ideolojik bir temel, bu ideolojiyi kararlılıkla uygulayacak bir önderlik ve duyurup yayacak bir yayın organı olmadan gerçekleştirilemeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle, Ankara’ya geldiği 27 Aralık 1919’dan itibaren (başlayarak) bir yayın organına sahip olma çabası içine girdi ve 10 Ocak 1920’de Hakimiyet-i Milliye gazetesini çıkardı. Kurtuluşun ve devrimin ideolojisi bu gazetede inşa edilecek, özellikle emperyalizme ve kapitalizme çok net vuruşlar yapılacaktı. Örneğin Atatürk’ün 1 Aralık 1921 tarihli “Biz, bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşmayı uygun gören bir mesleği izleyen insanlarız.” demeci gazetenin manşetindeydi.

Atatürk, 1935 yılında yapılan CHP 4. Kurultayındaki “Bizim 19 Mayıs 1919’dan bugüne kadar yaptıklarımızın, Türk Devrimi’nin ve yalnız birkaç yıl için değil, geleceği de kapsayan tasarlarımızın esası KEMALİZM prensipleridir” sözleriyle de, ideolojisini tanımlıyor, adını koyuyordu.

EZİLEN ULUSLARIN DA UMUDU 

Mustafa Kemal Paşa salt Türk Ulusunun değil, bütün mazlumlar dünyasının da umudu ve önderiydi. Ulusal Kurtuluş Savaşına başlarken zafere ulaşacağına ne denli inanıyorsa, ezilen ulusların bağımsızlık ve özgürlüklerine kavuşacağına da o denli inanıyor, bunu her fırsatta dile getiriyordu.

Daha 1922’de bu davayı gerçekleştirmekle yeni bir tarih yapılacağını duyuruyor ve diyordu ki :

“Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün Şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletleriyle birlikte yürüyeceğinden emindir.”

Keza, Mısır Büyükelçisi ile elçilik bahçesinde sabaha dek süren 27 Mart 1933 tarihli sohbetinde ise şu tarihi sözleri söyleyecekti:

“Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelik olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı hâkim olacaktır.”

300 YILI 15 YILA SIĞDIRAN BÜYÜK DEVRİMCİ

Mustafa Kemal Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşını zafere ulaştırdıktan hemen sonra hızla devrimlere girişti. İlk büyük devrimini zaferin üzerinden 6 hafta geçmeden, 1 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılmasıyla yaptı. Cumhuriyet’in ilanının ardından da, başta Öğretim Birliği Yasası ve Halifeliğin Kaldırılması olmak üzere Kılık Kıyafet Devrimi, Medeni Yasa, Uluslararası Takvim ve Ölçü Birimlerine geçiş, Harf Devrimi, Dil Devrimi, Üniversite Reformu, büyük tarım ve sanayi atılımı, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi ve öbürleri aralıksız sürdü. En önemlisi de, gerçekte 1920’den beri devletin yazılı olmayan temel niteliği olan Laiklik, 1937’de Anayasaya kondu.

15 yıl süren Cumhurbaşkanlığı dönemine, başka ulusların kan revan içinde yüzyıllara sığdıramadığı devrimleri sığdırdı. Bu devrimlerle çağ atlattığı Ulusunu diline, tarihine, kültürüne kavuşturdu, kula kulluk etmekten kurtarıp özgür yurttaşlar olmalarını sağladı. Devlet yönetiminde namus ve yaraşırlığı (liyakatı), hukuk ve adaleti, akıl ve bilimi egemen kıldı. Bugün zoraki “Mustafa Kemal” deyip, bir türlü “Atatürk” diyemeyenlerin hemen tümünün kabullenemedikleri işte bu “Devrimci Atatürktür.

SAVAŞTIĞI DÜŞMANLAR BİLE SAYGIYLA ANARKEN

Atatürk yaşamı boyunca temel olarak emperyalistler ve piyonları ile savaştı. Yazgılarını emperyalizm ile birleştirmiş dahili bedhahlarla (içte işbirlikçi hainlerle) hem Ulusal Kurtuluş Savaşı hem de devrimler sürecinde mücadele etti. Atatürk’ün yenilgiye uğrattığı emperyalist devletlerin temsilcileri zaferden sonra, sonsuzluğa göçüşünün ardından ve hâlâ büyük önderden saygı ve övgü ile söz eder, Birleşmiş Milletler oybirliği ile doğumunun 100. yılı 1981’i “Atatürk Yılı” olarak kabul ederken, Laik Cumhuriyet düşmanı gericiler her fırsatta Atatürk’e ve mücadelesine hakaret ve saldırılarda bulundular, bulunuyorlar. Bunların “Deccal”, “İki Ayyaş ”, “Keşke Yunan kazansaydı”, “Kafir” ve benzeri pek çok talihsiz ve hadsiz söylemlerine karşın, en önemli rakiplerinden biri olan, istifa etmesine ve siyasal yaşamdan 20 yıl uzak kalmasına neden olduğu Winston Churchill O’nu şu sözlerle uğurlamıştır:

“Savaşta Türkiye’yi kurtaran, savaştan sonra da Türk milletini yeniden dirilten Atatürk’ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de büyük yitiktir. Her sınıf halkın O’nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahraman ve modern Türkiye’nin Ata’sına değer bir görünümden başka bir şey değildir.”

Büyük Zafer’den 12 yıl sonra, 1934’te, Yunanistan başbakanı Eleftherios Venizelos’un Mustafa Kemal Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne aday göstermesi ise, dünya tarihinde benzeri bir daha kolay kolay görülmeyecek bir olaydır.

Atatürk yalnızca Türk Ulusu için değil, dünyanın dünü, bugünü ve yarını açısından da değeri her geçen gün daha iyi anlaşılan büyük bir önderdir. Saldıranlar cüceleşirken O, yokluğunda büyümekte, tarifsiz özlenmektedir. Milyonlarca yurttaşımızın her fırsatta akın akın Anıtkabir’e koşmaları, komşumuz İran’da kadınların yükselttiği “Tek yol Atatürk” çığlıkları, Irak’tan duyulan “Bir Atatürk’ümüz olmadığı için bu haldeyiz” hayıflanmaları boşuna değildir. O denli ki; her fırsatta Atatürk’e hakaret etmeyi hüner bilenler bile başları sıkıştığında boydan boya Atatürk posterlerinden medet ummak, Lozan’a “Hezimet” deyip Montrö’den bir imza ile çıkılabileceğini söyleyenler, dönüp dolaşıp Lozan’a, Montrö’ye sarılmak, O’nun 86 yıl önceden Karadeniz’i kan gölüne dönmekten, Dünyayı 3. Dünya Savaşına sürüklenmekten kurtaran dehasına şapka çıkarmak zorunda kalmaktadırlar.

ÇARE YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ !

Değerlerinden, devrimlerinden, birliğinden ve özgüveninden yoksun bırakmak için iç ve dış olumsuz güçlerin onyıllardır elbirliğiyle çabaladıkları Türk Ulusu, hiç kuşkusuz Atatürk’ün akıl ve bilim yolunda aydınlık geleceğine güvenle yürüyecektir.

Atatürk’ü anlamayı, ilke, devrim ve yapıtlarını koruyup yaşatmayı varlık nedeni ve temel görevi sayan Atatürkçü Düşünce Derneği, ülkemizin acil gereksinimi olduğunu düşündüğü devlet yönetim anlayışını 23 Nisan 2022’de yayınladığı YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ MANİFESTOSU ile duyurmuştur.

Tarihin en büyük devrimcisi Atatürk’ü;

Aramızdan bedeniyle ayrılışının 84. yılında özlem ve minnetle anarken, O’nun da isteği olduğu inancıyla, bir kez daha siyaset kurumunu Yeniden Atatürk Cumhuriyeti hedefine yönelmeye, Aziz Milletimizi de bu hedefe sahip çıkmaya çağırıyoruz.

RUHUN ŞAD OLSUN BÜYÜK ATATÜRK !
TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR !

Saygılarımızla.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ

Atatürk

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen


14 Kasım 2022 Pazartesi

Geçtiğimiz hafta 10 Kasım’da, Kurtuluş Savaşı’nın lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türkiye’deki Aydınlanma devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk“ölüm” yıldönümünde bir kere daha anıldı. Ancak bir insanı anmak için, onu önce anlamak gerekir. Türkiye’de ne yazık ki Atatürk’ü sevdiğini ve saydığını, Atatürk’ün izinde olduğunu söyleyen kesimin çoğunluğunun, Atatürk’ü anladığını söylemek çok zor.

Atatürk, “Vatanı kurtardı, Cumhuriyeti kurdu” gibi yüzeysel şablonlara indirgenebilecek bir kişi değildir. Atatürk’ü anlamak için, binlerce yıllık Aydınlanma tarihini ve mücadelesini, antik Yunan felsefesini ve bilimini, Rönesans’ı, 1776 Amerikan ve 1789 Fransız Devrimi’ni, Kopernik, Galilei, Kepler, Newton gibi bilim insanlarını, Hobbes, Locke, Rousseau, Diderot, Voltaire, Montesquieu, Hume, Kant, Comte gibi filozofları ve düşünürleri anlamak gerekir.

Atatürk’ü anlamak için, onun Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni neden kurduğunu; saltanat ve halifelik makamlarını neden kaldırdığını; Cumhuriyeti neden kurduğunu; Öğretim Birliği Yasası’nı ve Medeni Kanun’u neden çıkardığını; üniversite reformunu neden gerçekleştirdiğini; Türk Dil Kurumu’nu ve Türk Tarih Kurumu’nu neden kurduğunu; kadınlara seçme ve seçilme hakkını neden verdiğini, kadınları neden eğitim ve çalışma yaşamının eşit bireyleri haline getirdiğini; toprak reformu hareketini neden başlattığını; Halkevlerini neden kurduğunu; laiklik ilkesini neden anayasa maddesi haline getirdiğini anlamak gerekir.

Atatürk’ü bu devrimlerden bağımsız olarak anmak ve anlamak olanaklı değildir. Bunlardan bağımsız olarak anlatılan bir Atatürk, içi boşaltılmış, kâğıt üzerinde kalmış, televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında, panel kürsülerinde bir görünüşe dönüştürülmüş bir Atatürk’tür.
***
Atatürk elbette, emperyalist işgal güçlerine karşı bir Kurtuluş Savaşı vererek Anadolu ve doğu Trakya topraklarının kurtarılmasını sağlamıştır. Ancak aynı Atatürk, söz konusu savaşı kazanması durumunda, bu topraklarda nasıl bir vatan kuracağını, daha Kurtuluş Savaşı yıllarında tasarlamıştır. Atatürk bir toprak ve sınır fetişisti değildi. Atatürk sadece bir asker de değildi. Atatürk aynı zamanda, söz konusu topraklarda, ileri bir uygarlık seviyesine ulaşılmasını, monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılmasını hedefleyen, devrimci bir siyasetçiydi.

Mesele toprakların kurtulması değildir! Mesele kurtulan toprakların üzerinde nasıl bir yaşamın sürüleceği, nasıl bir uygarlığın inşa edileceğidir!

Atatürk’ün 1924 yılında Samsun’da yaptığı bir konuşmada, en gerçek kılavuzun bilim olduğunu söylemesi, 1919 yılında Samsun’a ayak basması kadar önemlidir! Bunu anlamayanların, Atatürk’ü anladıklarından söz edilemez.
***
19. yüzyıl filozoflarından Kierkegaard, yaşamdaki asıl meselenin, uğrunda öleceğimiz ve yaşayacağımız şeyin ne olduğunu bulmak olduğunu söyler.

MÖ 4. yüzyılda yaşayan iki önemli filozof, Platon ve Aristoteles de yaşamın amacının erdemli yaşamak olduğunu, adaletin ve cesaretin de en önemli erdemlerin arasında yer aldığını söylerler.

Atatürk’ün uğrunda öleceği ve yaşayacağı bir davası vardı. O dava da ileri uygarlık seviyesine ulaşmaktı, bilimde, felsefede, sanatta, eğitimde, siyasette gelişmekti, cehaletten kurtulmaktı; monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılmasıydı, halkın egemen olmasıydı, adaletin sağlanmasıydı; cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, ulusçuluk, devrimcilikti.

Atatürk bu dava için, halkı için, ölümü göze alarak Kurtuluş Savaşı’nı başlattı. Atatürk kendi rahatlığı için, kendi mutluluğu için, bencilce yaşamadı. Atatürk halk için, toplum için yaşadı ve yine halk için, toplum için ölümü göze aldı, fedakârlık yaptı. Çünkü Atatürk erdemli bir insandı.

Adalet için ölümü göze alacak cesarete sahip olan insanlar ölümsüzdür. O nedenle 10 Kasım’da, Atatürk’ü ölümünün değil, ölümsüzlüğünün yıldönümünde andık.

Atatürk’ü sadece anmakla yetinmeyen, O’nu aynı zamanda anlayan vatandaşların, örgütlü bir biçimde çoğalması ve eyleme geçmesi durumunda, Atatürk’ü nostaljik bir hüzünle anmaktan kurtulacağız, Atatürk’ü yaşatmış olacağız ve coşkuyla anacağız.

Her yer karanlık

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
 
31 Ekim 2022, Cumhuriyet

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde kuruluşunun 99. yılı, yine hayal kırıklıklarıyla geçti.

Önce, TBMM’de AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı temsil eden en üst düzey yetkili olan AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal“Cumhuriyetin kültür devriminin, düşünce setlerimizi yok ettiği” yalanını ve safsatasını ortaya attı.

Mahir Ünal, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Türkçe’nin, Arapçanın ve Farsçanın kuşatması altına girdiğini; okuma – yazma oranının %10’un üzerinde olmadığını; Platon, Aristoteles, Augustinus, Aquinas, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Descartes, Leibniz, Spinoza, Hobbes, Locke, Bacon, Hume, Rousseau, Kant, Hegel, Marx, Nietzsche çapında önemli tek bir filozofun yetişmediğiniKopernik, Galilei, Kepler, Newton çapında önemli tek bir bilim insanının çıkmadığını; felsefe ve bilim alanında özgün ve devrimci hiçbir düşüncenin geliştirilmediğini halktan gizleyerek halkı kandırmaya çalıştı.
***
Arkasından, AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde düzenlenen “Türkiye Yüzyılı” toplantısında, Mahir Ünal’ın iddialarına paralel bir biçimde, Atatürk döneminin Cumhuriyeti, sanayi alanında yapılan yatırımlara indirgendi; bu yatırımlarla AKP iktidarındaki yatırımlar arasında bir süreklilik olduğu vurgusu yapıldı; Cumhuriyetin özü, esası, Aydınlanma devrimleri, kültür devrimi ve siyasi devrimler yok sayıldı.

Cumhuriyetin 99. yılında, “Türkiye Yüzyılı” adı altında, AKP’nin ve Erdoğan’ın 20 yılının anlatıldığı toplantıda, TBMM’nin kurulması; saltanatın ve hilafetin kaldırılması; Öğretim Birliği Yasası ve Medeni Kanun; kadınların çalışma ve eğitim yaşamına katılması ve hukuk önünde erkeklerle eşit haklara sahip olması; kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanması; üniversite reformu; bilime, felsefeye ve sanatın tüm dallarına yönelik gerçekleşen açılımlar; dil ve alfabe alanında gerçekleşen reformlar; dinin devlet, siyaset, hükümet, hukuk, eğitim işlerine müdahale etmesinin önlenmesi, laikliğin anayasa maddesi haline gelmesi gibi Cumhuriyet devrimleri görmezden gelindi.

Bütün bunlarla birlikte, söz konusu toplantının tanıtım afişlerinde, Atatürk’ün resmi yer almadı, Atatürk yok sayıldı, O’nun yerine Erdoğan’ın resimleri kullanıldı; ana başlıkta “Türkiye Yüzyılı” denilerek, cumhuriyet kavramı ve terimi de kullanılmadı!
***
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Mahir Ünal’ın açıklamalarını, “SADAT’çıların” ve “Asrikacılar”ın zihniyetine benzetmekle yetindi.

Oysa, SADAT’ın kurucusu ve bir dönem Erdoğan’ın danışmanı olan Adnan Tanrıverdi, Erdoğan tarafından cumhurbaşkanlığı protokolünde ağırlanan Kadir Mısıroğlu ve AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal gibi Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları, daha eskilere dayanan bir Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığının, son yıllarda karşımıza çıkan sonuçlarıdır.

  • Mahir Ünal’ın, Adnan Tanrıverdi’nin ve Kadir Mısıroğlu’nun zihniyeti İskilipli Atıf, Mustafa Sabri, Şeyh Said, Necip Fazıl Kısakürek, Saidi Nursi ve Fethullah Gülen gibi Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının zihniyetinin bir uzantısıdır.
  • Cumhuriyetin kuruluşundan beri, Cumhuriyeti yıkmaya çalışan ve emperyalizme hizmet eden bir örgütlenme her zaman var olmuştur. Bunu anlamadan ve buna karşı açık ve seçik bir tavır ortaya koymadan, Cumhuriyeti korumak olanaklı değildir.

***
Cumhuriyet bayramında, Atatürk’ün izinde olduğunu savunan ve AKP’ye muhalif olarak bilinen birçok yorumcu da televizyonlarda yaptıkları açıklamalarda, Cumhuriyetin anlamını ve Cumhuriyetin Aydınlanma devrimlerini anlatmayı beceremediler; saatlerce Kurtuluş Savaşı sürecini anlattılar; 19 Mayıs’ta ve 30 Ağustos’ta anlatmaları gereken şeyleri, 29 Ekim’de anlatarak AKP’nin değirmenine su taşıdılar!

Cumhuriyetin, halkın egemenliğine dayanan bir yönetim biçimi olduğu; bunun da cumhuriyetçilikle, halkçılıkla, devletçilikle, laiklikle, ulusçulukla ve devrimcilikle olanaklı olduğu; aksi halde halkın değil, yönetici sınıfın, ruhban sınıfının, sermaye sınıfının egemen olacağı; Cumhuriyetin yerine, monarşinin, oligarşinin, teokrasinin geçerli olacağı, bir türlü anlatılamadı.

Türkiye, hem iktidarıyla hem de muhalefetiyle bu kadar karanlık bir dönemi hiç yaşamamıştı!

Laiklik cephesi

Örsan K. Öymen

Örsan K. Öymen

11 Nisan 2022, Cumhuriyet

Türkiye günümüzde ekonomi, demokrasi, hukuk, adalet, yargı, medya, ifade ve örgütlenme özgürlüğü alanlarında ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Ancak Türkiye bu alanlarda ilk defa sorun yaşamamaktadır.

Ekonomik kriz Türkiye’nin hemen hemen her iktidarı döneminde yaşanmıştır. Demokrasi, hukuk, adalet, yargı, medya, ifade ve örgütlenme özgürlüğü alanlarında da özellikle 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinde, büyük sorunlar yaşanmıştır.

Ancak laikliğin bertaraf edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez yaşanmaktadır.

Türkiye, tarihinde ilk kez, demokrasinin yerine teokrasinin kurulması,
yani cumhuriyetin yıkılması tehlikesiyle karşı karşıyadır

Ayrıca günümüzde yaşanan öbür sorunlar da büyük ölçüde, AKP’nin teokrasi hedefinden kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle laikliğin bertaraf edilmesi, ülkedeki tüm öbür sorunları önceleyen, öncelikli bir sorun olarak ele alınmalıdır. Muhalefet öncelikle bu bilinçle hareket etmelidir.
***

  • Laiklik, dinin, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim işlerine müdahale etmemesi, bu alanları esir almaması, devletin de bu koşulla, dindar olmayı seçen vatandaşın dini inanç ve ibadet özgürlüğünü, dinsiz olmayı seçen vatandaşın da dünya görüşünü ve yaşam tarzını güvence altına almasıdır.
  • Laiklik dinsizlik değildir.
  • Laiklik, farklı dinlerin, mezheplerin ve dünya görüşlerinin bir arada yaşamasını sağlayan, belli bir dinin ve mezhebin topluma zorla dayatılmasını engelleyen bir uzlaşma modelidir.
  • Laiklik, siyasetin, devletin, hukukun, eğitimin dinselleşmesinin önlenmesidir.
  • Laiklik, dinin, ekonomik ve siyasal amaçlarla suiistimal edilmesinin, dinin, ekonomik ve siyasi çıkarlar için bir araç olarak kullanılmasının önlenmesidir.

Üniversitelerde başörtüsünü yasaklamak laiklik değildir.

  • Laiklik, eğitim müfredatının dinselleşmesini önlemektir.

İmam hatip okullarının ve ilahiyat fakültelerinin tamamını kapatmak laiklik değildir.

Laiklik, imam hatip okullarını müftü ve imam ihtiyacına göre, ilahiyat fakültelerini ilahiyatçı ihtiyacına göre orantılı bir sayıda açmaktır.

Laiklik“Öğretim Birliği” Yasası’nı ihlal eden “4+4+4” eğitim modelinin kaldırılmasıdır,

Kuran kurslarının reşit olmayan öğrencilere dayatılmasının engellenmesidir.

  • Laiklik, zorunlu din dersinin kaldırılıp din dersinin seçmeli ders haline getirilmesidir. 

Laiklik, siyasetin dinsel söylemlere dayandırılmasının, hukukun din kurallarına göre belirlenmesinin, ekonominin din kurallarına göre yönetilmesinin, devlette kadrolaşmanın dini ölçütlere göre uygulanmasının engellenmesidir.

Laiklik, dinin ortadan kaldırılması, dinin yasaklanması değildir.

  • Laiklik, din devletinin kurulmasının ve köktendinci faşizmin önlenmesidir.

***
Türkiye’de laiklik konusunda kurumsal olarak duyarlı olan birçok siyasal parti vardır. Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Halkların Demokratik Partisi, Memleket Partisi, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti, Türkiye İşçi Partisi, Sol Parti, Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Komünist Hareketi, Emek Partisi bu partilerin içinde sayılabilir.

Yapılan tüm araştırmalara göre söz konusu partilerin toplam oyu yaklaşık olarak %54’tür. Teokratik bir monarşinin kurulup demokrasinin ortadan kaldırılmasını amaçlayan AKP-MHP iktidarının son bulması için bu oy yeterlidir.

Söz konusu siyasal partilerin arasında birçok konuda farklılıklar olsa da laiklik bu siyasal partilerin asgari ortaklığıdır. Yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının ve yargı bağımsızlığının sağlanması; parlamenter düzenin ve hukuk devletinin yeniden tahsis edilip “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin sonlandırılması; düşünce, ifade, medya ve örgütlenme özgürlüğünün, üniversite özerkliğinin sağlanması da bu siyasal partilerin asgari ortaklığıdır.

CHP’nin ve İYİ Parti’nin kuracağı ittifaka, söz konusu öbür siyasal partilerin dışarıdan ve sandıkta destek vermesi durumunda, Türkiye AKP diktatörlüğünden kurtulacağı gibi, anayasadaki laiklik ilkesi de korunmuş olacaktır.

CHP ve İYİ Parti, Millet İttifakına zarar verdiği son gelişmelerle anlaşılan Gelecek Partisi, Demokrasi ve Atılım Partisi ve Saadet Partisi ile zaman kaybedeceğine, yeni bir ittifak ve işbirliği modeline yönelmelidir.

Tabii laiklik ilkesinden kendileri de vazgeçmediyse!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 30 Mart 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

TERANE

Bakan Nebati, ”Zaten Türk lirası şu an en zayıf durumda..  Canınızı sıkmayın… Bayrak inmeyecek, ezan susmayacak”

Başarısızlığı kabullenirken bile umursamazlık sergileniyor.

Bayrak-ezan teranesinin modası geçti. Bakan yeni diye yenilmiyor…

YEMEK

RTE, Cumhurbaşkanlığı sarayında 600 AKP’liye yemek verdi. Parası nereden ödendi?

  1. RTE’nin cebinden,
  2. AKP’den,
  3. Cumhurbaşkanlığı ödeneğinden,
  4. Örtülü ödenekten.

Bence kesin “a” seçeneği!..

SÖZ

Et ve Süt Kurumu (ESK) Genel Müdürü Osman Uzun,

  • Çok uzun kuyruklar oluşuyordu. Bu yüzden et fiyatını artırdık

Bu söz müdürün ağzından değil kuyruktan çıkmış olmalı…
(AS: Onların yerine biz utanıyoruz…)

KUYRUK

% 48 zamma rağmen ESK’da kuyruklar devam ediyor.

Osman Bey görevden alınmasa zam hazırdı…

BAYAT

AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, pide fiyatlarına gelen eleştirilere, “Pide hemen bayatlayan bir üründür biliyorsunuz, somun ekmek hemen bayatlamaz”

..kunu çıkardılar…

MAAŞ

  • Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan’ın yaklaşık 314 bin TL maaş aldığı açıklandı.

Tok açın halinden anlamaz. Pide ucuzlamaz. Kuyruklar kısalmaz…

UYGULAMA

Numan Kurtulmuş, ”Gerçekten büyük bir hayat pahalılığı baskısının vatandaşlarımızın üstünde olduğunu ve bunun da hafifletilmesi için elimizdeki bütün imkanları kullanmanın şart olduğunu görüyor ve bunu uyguluyoruz.” dedi.

Görmüşler de, uygulama nerede?..

YARARLI

Gıda terörünün önlenmesi ile zeytinliklerin katledilmesinin önlenmesi konularında CHP’nin verdiği önergeler AKP-MHP oyları ile reddedildi.

Ülke yararına olacağından kuşkulanmışlardır…

YOBAZ

Okuldaki öğretmenlere gönderdiği yazıda, kız öğrencilerle erkek öğlencilerin birlikte oturmaması talimatı veren Osmangazi Mithatpaşa Ortaokulu Müdürü Haydar Akın görevden alındı.

Mehteran yürüyüşte…

IRKÇI

FETÖ artığı CHP Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Taşkın’ın bir makalesinde Kemalizm için; ‘en başından beri dışlayıcı’, ‘ırkçılığa yatkın’, ‘azınlıklarla ve farklı etnik kimliklerle bir arada yaşama meselesini çözememiş’ gibi nitelemeler kullandığı açıklandı.

YCHP budur…

GENÇLİK

Bakan Nebati bu ülkede genç olmanın çok tatlı ve güzel olduğunu söyledi.

Elbette. İş yok, güç yok. Yan gel yat, baba parasına takla at…

FİTİL

Kılıçdaroğlu, Ergenekon şehidi Ali Tatar’ın eşini ziyaret etti ve Ergenekon-Balyoz haksızlıklarını yapanların burunlarından fitil fitil getireceklerini söyledi.

Yapsın helalleşirim…

ŞİFADIR

RTE, uyumadan önce tükettiği özel karışımı tarif etti. ”Tavsiye ederim. Şifadır” dedi.

Ayda 500-1000 TL. cik ayırabilenlere…

ÇIĞLIK

Bahçeli CHP’ye, ”Sandıkta imdat çığlıklarını cümle alem duyacaktır” dedi.

Yaşlandı, partileri karıştırıyor…

İMZA

Öğretim Birliği Yasası’na aykırı olarak çıkarılan Diyanet Akademisi kurulması ile ilgili yasaya 22 CHP milletvekili onay verdi.

Güven?…

GÖKÇEK

İ. Melih’in AOÇ ‘ne 801 milyon dolara yaptırdığı ANKAPARK iflas etti.

Milletin parasının hesabı sorula!..

ŞAŞKIN

AKP’nin eski Tokat millet vekili Resul Tosun Suriyeli sığınmacılarla ilgili, “Ücretsiz tedavi olmuyorlar, bedelini bakanlık ödüyor” dedi.

Bunların hepsi mi şaşkın?..

DESTEK

Torba yasa ile gazetecilerin şirketler hakkındaki haberlerine ceza getirilirken, kaçakçılara sağlanan pişmanlık hükümleri genişletiliyor.

AK demokrasi…

DÜNYA

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Dünya duysun Irak’ta da huzuru biz getireceğiz, Suriye’de huzuru biz getireceğiz, Afganistan’da da huzuru biz getireceğiz. Batıdan, Amerika’dan Avrupa’dan dünyayı kurtaracağız.”

Geriye hangi dünya kaldı?..
AS: Pardon, bunca muazzam megalomani görmedim!)

ÖZLÜ SÖZLER

Dünyayı kötüler değil, hiçbir şey yapmadan onları seyredenler felakete sürükleyecek.. /
Albert Einstein

Yüksek bir mevkiye yerleşen alçak bir kişiden daha kötü bir şey olamaz.. / Claudianus

Bir insanın şöhretine ve görüntüsüne aldırma, namaz ve niyazına bakma, aklına ve doğruluğuna bak.. / Hz. Ömer

HIYANET AKADEMİSİ 

Suay Karaman

24 Şubat 2022 tarihinde AKP Konya Milletvekili Hacı Ahmet Özdemir ve 49 milletvekili tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” sunulmuştur. Sunulan teklif TBMM Başkanlığınca aynı tarihte Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’na havale edilmiştir. 3 Mart 2022’de komisyonda bu teklif üzerindeki görüşmeler 7 saat 3 dakika sürmüş ve teklif kabul edilerek, TBMM Genel Kurulu’na gönderilmiştir. Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’nda kabul edilen teklife

  • CHP milletvekilleri Yıldırım Kaya (Ankara), Burcu Köksal (Afyonkarahisar), Serkan Topal (Hatay), Suat Özcan (Muğla), Mustafa Adıgüzel (Ordu) ve Ali Keven (Yozgat) muhalif olmuşlar, gerekçelerini yazmış ve imzalamışlardır. Gerekçelerinde son derece anlamlı bir vurgu yapmışlardır:
  • Teklif, doğrudan Cumhuriyet’in eğitim birliği ilkesiyle hesaplaşma zihniyetiyle hazırlanmış görünmektedir.” Bu anlamlı gerekçe durumun korkunçluğunu gözler önüne sermektedir.

15 ve 16 Mart 2022 tarihlerinde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen teklif, hiç red oyu verilmeden 277 kabul ve 10 çekimser oyla yasalaştı. 600 kişilik parlamentodaki görünümün bu şekilde olması düşündürücüdür. Genel Kurul’daki görüşmelerde suya sabuna dokunmayan birkaç eleştiri dışında, karşı çıkan olmadı. 22 CHP milletvekili ile 12 İYİ Parti milletvekili kabul oyu verdi. Birçok milletvekili oylamaya katılmadı. Üstelik komisyon raporuna muhalif olarak anlamlı gerekçe yazan 6 CHP milletvekilinin oylamaya katılmamış olması da korkunçtur. CHP için bu tutarsız durum, yeni CHP’ye devşirilen parti yönetiminin sağa açılmak için aldığı ilkesiz bir karardır ve Atatürk’ün partisine hiç yakışmamaktadır.

Ülkemizde 110 İlahiyat Fakültesi ve 56 İslami Bilimler Fakültesi varken, çıkarılan bu yasayla Diyanet Akademisi kurulmuştur. Yüksek ihtisas, dini ihtisas ve eğitim merkezlerinden oluşacak Diyanet Akademisi, sözde din adamı yetiştirecek, yeni dinsel merkezler açacak, toplantı ve kurslar düzenleyecek, diplomalar dağıtacaktır. Bu yüzden Diyanet Akademisi için çok fazla kadroya gereksinim doğacaktır. Böylece yaklaşık 150 binin üzerinde personeli bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı, alınacak yeni kadrolarla gereğinden çok daha fazla büyütülecektir.

İçişleri, Dışişleri, Kültür ve Turizm, Sanayi ve Teknoloji, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği, Enerji ve Tabii Kaynaklar ile Ticaret Bakanlığı bütçelerinin toplamından daha büyük bütçesi olan Diyanet İşleri Başkanlığı, yaptığı yayınlar, etkinlikler ve toplantılarla laik sisteme baş kaldırmaktadır. Cumhuriyete ve demokrasiye karşı bir kurum olduğunu gösteren Diyanet İşleri Başkanlığı, böylece eğitimin de içine iyice girecek ve Öğretim Birliği Yasası delinecektir.

Diyanet Akademisi, YÖK ya da Milli Eğitim Bakanlığı’na değil de Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olacaktır. Üstelik Diyanet İşleri Başkanlığı içinde Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü varken ve bu işleri zaten bu müdürlük yapmaktayken, Diyanet Akademisi kurulması ideolojiktir. Diyanet Akademisi ile medrese sistemi geri getirilmek istenmektedir. Bunun kanıtı ise Diyanet Akademisi’nde eğitim görecek erkek öğrencilerin “alacakları eğitimin kesintiye uğramaması” gerekçesiyle askerlikten muaf sayılmalarıdır. Bu da Anayasanın eşitlik ilkesine (m.10) aykırıdır.

Büyük Taarruz öncesi Mustafa Kemal Paşa, 1-4 Nisan 1922 arasında Konya ve ilçelerini ziyaret etmiş ve denetlemelerde bulunmuştur. Medrese ziyareti sırasında öğrencilerin askere alınmaması önerisi iletilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, bu öneriye şiddetle karşı çıkmış ve

  • “Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi yetişmiş evlatları cephede dövüşür, vatan için canlarını feda ederken, siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz. Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim.”

sözleriyle tepkisini göstermiştir. Bu olaydan yüz yıl sonra Diyanet Akademisi adı ile medreselerin açılması ve erkek öğrencilerin askerlikten muaf sayılmasının istenmesi, Atatürk ve laik cumhuriyet ile hesaplaşmaktır. Bu yasa TBMM’de kabul edilirken ‘hayır’ oyu çıkmaması, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Üstelik ilkelerinden biri “laiklik” olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin laikliği çiğneyen, Öğretim Birliği Yasası’nı ortadan kaldıran bu yasaya ‘hayır’ oyu vermemesi, hatta 22 milletvekilinin ‘evet’ oyu vermesi karşısında toplum şaşkındır, üzüntülüdür. “Laiklik tehlikede değildir” diyen Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP, rotasından, kuruluş değerlerinden ve ilkelerinden sapmıştır. Atatürk ile ilgisi kalmamıştır ama seçmenleri kandırmaya devam etmektedir.

3 Mart Devrim Yasaları’nın 98. yıl dönümünü kutlamayacaksınız, okul öncesi 4-6 yaş çocuklarına din dersi verilmesine ses çıkarmayacaksınız, tarikat ve cemaat yurtlarındaki taciz, tecavüz, intiharlarla ilgilenmeyeceksiniz, dincileri partiye alacaksınız, türbanlılara rozet takacaksınız, laiklik ilkesi yok edilirken sessiz kalacaksınız ve sonra biz Atatürkçüyüz diyeceksiniz. Bu sahtekârlığa son vermenin zamanı gelmiştir. CHP’nin bilinçli ve duyarlı seçmenleri bu yapılanlar karşısında büyük öfke içindedirler. AKP’nin ülkemizi getirdiği durum ortadayken, şeriata doğru gidilirken CHP ve ortaklık yaptığı partilerden laikliğin korunması hakkında hiçbir açıklama yoktur.

Hilafete doğru hızlı adımlarla koştuğumuz bu günlerde, Diyanet Akademisi yasasına karşı tepki vermeyenler, Anayasa Mahkemesi’ne götürmeyenler, ihanete ortaktırlar. Demokrasinin olmazsa olmazı laiklik ilkesine sahip çıkmayanlar, karanlığa mahkûmdurlar.

Azim ve Karar, 28 Mart 2022
https://azimvekarar.net/hiyanet-akademisi/ 

Cumhuriyeti 3 Mart Devrim Yasaları ile yaşatmak

DOÇ. DR. HALİL ÖZCAN
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ

Cumhuriyeti 3 Mart Devrim Yasaları ile yaşatmak

Cumhuriyet, 03 Mart 2022

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Atatürk’ün Milli Mücadele’deki yakın arkadaşları başta olmak üzere ortaya çıkan muhalifler, İstanbul’daki Halifeden siyasi güç almaya çalıştı. “Hilafet bizde kaldıkça biz ortaçağdayız” diyen Atatürk, en büyük eserine halifelik üzerinden bir tehdit geldiğini hissederek 1 Mart 1924’te TBMM’yi açış konuşmasında, “Cumhuriyetin bugün ve gelecekte her türlü saldırıdan kesinlikle ve sonsuza kadar korunmuş bulundurulması gerekir” dedi. Bu konuşmadan iki gün sonra 3 Mart’ta Cumhuriyeti, akıl ve bilim temelinde, çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırarak sonsuza kadar koruyabilmek için Türkiye’yi laikleştiren üç yasa kabul edildi.

Dinin ve ordunun, siyasetin dışında bırakılması gerekçesiyle hazırlanan 429 sayılı Şeriye ve Evkaf Vekâleti ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’nin (AS: Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlığının, yasanın özgün adı : Seriye ve Evkaf ve Erkânı harbiyei umumiye vekâletlerinin ilgasına dair kanun) kaldırılması yasası kabul edildi. Bu kanunla, hukuk ve devlet laikleştirilerek yasa yapma ve yönetme yetkisi, TBMM’ye ve hükümete verildi. İnanç ve ibadetlerle ilgili hizmetleri yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Aynı yasayla orduyu siyaset dışı bırakmak için Harbiye Vekâleti kaldırılarak Genelkurmay Başkanlığı kuruldu. Bu yasayla din ve devlet işleri ayrılmış, manevi güç kullanan din ile maddi güç kullanan Ordunun millet egemenliğine müdahalesinin önüne geçilmiş oldu.

Cumhuriyeti sonsuza kadar akıl ve bilim temelinde yaşatacak nitelikte kadroların yetiştirilebilmesi için de 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Yasası kabul edildi. Bu yasa ile medreseler dahil tüm eğitim kurumları, Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilerek eğitimdeki mektep ve medrese ayrımına son verildi. Aklın, hukukun ve bilimin önündeki ulema ve medrese engeli kaldırıldığı için Aydınlanma süreci hızlandı.

MANİFESTO GİBİ KONUŞMALAR

Egemenliğin üzerinde kayıt ve şart istemeyen TBMM, yüzyıllardan beri Türk milletinin felaket sebebi ve imparatorluğun çöküş aracı olarak değerlendirdiği hanedanın halifelik makamıyla varlığını devam ettirmesini, Türk milletinin milli varlığı için tehlikeli gördü. Bunun için 431 sayılı Hilafetin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Ülkesi Dışına Çıkarılması yasası kabul edildi. Ancak diğer iki yasa hemen kabul edilmesine rağmen bu yasa, TBMM’de uzun tartışmalara neden oldu. Tartışmaların uzaması üzerine kalplerdeki “endişe ve tereddütleri” gidererek “akıl ve vicdanlara açıklık getirmek” isteyen dönemin Adalet Bakanı ve İslam fıkıhı müderrisi olan Seyit Bey, Kuran’dan, hadislerden, İslam ve Osmanlı tarihlerinden örnekler vererek bir manifesto niteliğindeki konuşmasıyla halifeliğin, dinin gereği olmadığı konusunda TBMM’yi ikna ederek yasanın oybirliği ile kabul edilmesini sağladı.

SAPMANIN AĞIR BEDELİ

Sadece yaptığı yeniliklerle değil, 3 Mart’ta Devrimin ve Aydınlanmanın önündeki kurumları ortadan kaldırarak da devrimciliğini ispat eden Atatürk, Cumhuriyeti sonsuza kadar belirlenen çağdaş hedef doğrultusunda yaşatmak için 3 Devrim Yasasını gündeme getirdi. Böylece dinin ve Ordunun siyasete müdahale etmesinin önüne geçilerek laik Cumhuriyetin gerektirdiği özgür bireylerin yetiştirilmesinin ve Türk Aydınlanmasının da önü açıldı. Atatürk sonrası, çok partili yaşam ile birlikte, din ve Ordunun siyasete müdahalesi ve Öğretim Birliği Yasası’nın ihlal edilmesi, 15 Temmuz kalkışmasına sebep oldu. (AS: Makalenin yazarıyla konuştuk; 15 Temmuz 2016 ayaklanması ile bu Devrimler tümden yok edilmek istendi!) Cumhuriyeti bilimsel akıl temelinde sonsuza kadar koruyup yaşatabilmek için sadece ülkeyi yönetenlerin değil, yönetmeye aday olanların da 3 Mart 1924 Meclis müzakerelerinin yer aldığı Türkiye’yi Lâikleştiren Yasalar adlı eseri okumaları ve laik Cumhuriyetin kuruluş felsefesini özümsemeleri gerekir.