Etiket arşivi: Özdemir Asaf

ADD’den basına ve kamuoyuna : YOKLUĞUNDA DAHA DA BÜYÜYEN ÖNDER

BASINA VE KAMUOYUNA : 

YOKLUĞUNDA DAHA DA BÜYÜYEN ÖNDER

Vatanımızın kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurucusu, devrimlerimizin mimarı, değişmez önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü aramızdan bedensel olarak ayrılışının 84. yılında saygı, minnet, özlem ve kararlılıkla anıyoruz.

Ancak Atatürk’ün, O’nu anmamızdan çok, anlamamızı istediğinin farkındayız. Bu farkındalıkla görevimizin; ilke, devrim ve eserlerini koruyup yaşatmak, Türk Ulusunu refaha ulaştırıp çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak, “şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz” dediği Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza dek yaşatmak (ilelebet payidar kılmak) olduğunu biliyoruz.

Özdemir Asaf “Gerçek değer, gelmesi boşluk dolduran değil, gitmesi boşluk yaratandır.” diyor. Atatürk’ü yitirdiğimiz günden bu yana yazık ki, gidişiyle yarattığı büyük boşluğu dolduramadık.

Kimileri O’nun ışıklı yolunda yürüdüğünü söylerken kimileri de büyük görünecekleri zannıyla ilkelerine, devrimlerine, eserlerine, kişiliğine, aziz anısına pervasızca saldırdılar. Her saldırı, saldıranları küçültürken Atatürk’ü daha da büyüterek ulusu birleştirdi. Kimi aymazlar ise, halk düşmanı politikalarını Atatürk maskesiyle gizlemeye çalıştılar. Ancak, Atatürk gibi giyinmek, O’nun gibi tren pencerelerinde poz vermek vb. zavallı girişimleri, Atatürk Cumhuriyeti’ne ve Aydınlanma Devrimlerine ağır darbeler indiren bu gibilerin maskelerini daha kolay düşürdü.

HER KOŞULDA MECLİSE GÜVENEN BAŞKOMUTAN

Atatürk, parlak bir asker olduğu ölçüde, tarihle, özellikle dünya tarihiyle çok ilgili bir kurmaydı. Sürekli okuyor, kendini geliştiriyor, düşüncelerini olgunlaştırıyordu. Büyük Fransız Devrimi’ni özümsemişti. 1. Dünya Savaşında Osmanlı Devleti’nin en zorlu cephelerinde başarılar kazanmış, Çanakkale’de adını dünya savaş tarihine yazdırmıştı. Savaştan yenik çıkan Osmanlı ülkesinin emperyalist devletlerce yağmalanmaya başlaması üzerine İstanbul’da kaldığı yaklaşık 6 ay (AS: 13 Kasım 1918 – 16 Mayıs 1919), tasarladığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın plan ve kadro hazırlıklarını yaptıktan sonra Samsun’a hareket etmişti. İlk iş olarak dağıtılmış ordu yerine yeni bir ordu kurmaya değil, kurtuluşu yönetecek bir Milli Meclis oluşturmak için kongrelerle milletin azim ve kararını harekete geçirmeye girişti. Erzurum ve Sivas Kongreleri yanında yurdun her yerinde yerel kongreler yapılmasını sağladı. Bu arada İstanbul’da toplanacak Meclis-i Mebusan’da etkin olabilmek için Erzurum Mebusu seçildi ve arkadaşlarından kendisini Meclis Başkanı seçmelerini istedi. Tıpkı İşgal altındaki İstanbul’da uzun süre çalışamayacağını ve dağıtılacağını öngörerek Meclis-i Mebusan’ın Anadolu’da toplanması gerektiğini söyleyip kabul ettiremediği gibi, dağıtıldığında Ankara’da kurtuluşu örgütleyecek bir meclisi toplantıya çağırma yetkisine sahip olmak amacıyla dillendirdiği bu isteği de gerçekleştirilemedi.

Arkadaşları O’nu meclis Başkanı seçtiremediler ancak, Misak-ı Milli kararlarını kabul ettirmeyi başardılar. Kısa süre sonra öngörüsü gerçekleşti ve Meclis-i Mebusan işgalci İngilizlerce 16 Mart 1920 günü basılarak dağıtıldı, mebusların önemli bir kesimi tutuklanıp Malta’ya sürüldü. Bunun üzerine bir yandan misilleme olarak Yarbay Ravlinson dahil Anadolu’daki birçok İngiliz subayını tutuklatan Mustafa Kemal, bir yandan da Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliye Reisi sıfatıyla derhal harekete geçerek Milli Meclis’ini Ankara’da toplamak üzere eksilen mebusların yerine yenilerinin seçilmesini isteyecek, kalan ve yeni seçilen 324 mebusun ulaşım güçlüklerini aşıp Ankara’ya gelebilen 115’i ile de 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’ni açacaktı. Artık kurtuluşun ve savaşın meşruiluk zemini Ulusal Meclis olacak, Milli Mücadele bu meclise dayanılarak yönetilecekti. Yani Atatürk önce Ulusal istencin yansıyacağı meclisi, sonra da savaşacak orduyu örgütlüyor, meclisin adını Büyük Millet Meclisi, ordunun adını da Büyük Millet Meclisi Orduları olarak belirliyordu. Yakın tarihte, Atatürk maskeli sözde askerler demokrasi(!) adına meclis kapatırken Atatürk kutsal savaşını, her türlü muhalefete rağmen Meclise dayanarak kazanacaktı.

ANTİEMPERYALİST – ANTİKAPİTALİST DEVLET ADAMI

Mustafa Kemal Paşa kurtuluşun; ideolojik bir temel, bu ideolojiyi kararlılıkla uygulayacak bir önderlik ve duyurup yayacak bir yayın organı olmadan gerçekleştirilemeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle, Ankara’ya geldiği 27 Aralık 1919’dan itibaren (başlayarak) bir yayın organına sahip olma çabası içine girdi ve 10 Ocak 1920’de Hakimiyet-i Milliye gazetesini çıkardı. Kurtuluşun ve devrimin ideolojisi bu gazetede inşa edilecek, özellikle emperyalizme ve kapitalizme çok net vuruşlar yapılacaktı. Örneğin Atatürk’ün 1 Aralık 1921 tarihli “Biz, bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşmayı uygun gören bir mesleği izleyen insanlarız.” demeci gazetenin manşetindeydi.

Atatürk, 1935 yılında yapılan CHP 4. Kurultayındaki “Bizim 19 Mayıs 1919’dan bugüne kadar yaptıklarımızın, Türk Devrimi’nin ve yalnız birkaç yıl için değil, geleceği de kapsayan tasarlarımızın esası KEMALİZM prensipleridir” sözleriyle de, ideolojisini tanımlıyor, adını koyuyordu.

EZİLEN ULUSLARIN DA UMUDU 

Mustafa Kemal Paşa salt Türk Ulusunun değil, bütün mazlumlar dünyasının da umudu ve önderiydi. Ulusal Kurtuluş Savaşına başlarken zafere ulaşacağına ne denli inanıyorsa, ezilen ulusların bağımsızlık ve özgürlüklerine kavuşacağına da o denli inanıyor, bunu her fırsatta dile getiriyordu.

Daha 1922’de bu davayı gerçekleştirmekle yeni bir tarih yapılacağını duyuruyor ve diyordu ki :

“Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün Şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletleriyle birlikte yürüyeceğinden emindir.”

Keza, Mısır Büyükelçisi ile elçilik bahçesinde sabaha dek süren 27 Mart 1933 tarihli sohbetinde ise şu tarihi sözleri söyleyecekti:

“Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelik olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı hâkim olacaktır.”

300 YILI 15 YILA SIĞDIRAN BÜYÜK DEVRİMCİ

Mustafa Kemal Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşını zafere ulaştırdıktan hemen sonra hızla devrimlere girişti. İlk büyük devrimini zaferin üzerinden 6 hafta geçmeden, 1 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılmasıyla yaptı. Cumhuriyet’in ilanının ardından da, başta Öğretim Birliği Yasası ve Halifeliğin Kaldırılması olmak üzere Kılık Kıyafet Devrimi, Medeni Yasa, Uluslararası Takvim ve Ölçü Birimlerine geçiş, Harf Devrimi, Dil Devrimi, Üniversite Reformu, büyük tarım ve sanayi atılımı, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi ve öbürleri aralıksız sürdü. En önemlisi de, gerçekte 1920’den beri devletin yazılı olmayan temel niteliği olan Laiklik, 1937’de Anayasaya kondu.

15 yıl süren Cumhurbaşkanlığı dönemine, başka ulusların kan revan içinde yüzyıllara sığdıramadığı devrimleri sığdırdı. Bu devrimlerle çağ atlattığı Ulusunu diline, tarihine, kültürüne kavuşturdu, kula kulluk etmekten kurtarıp özgür yurttaşlar olmalarını sağladı. Devlet yönetiminde namus ve yaraşırlığı (liyakatı), hukuk ve adaleti, akıl ve bilimi egemen kıldı. Bugün zoraki “Mustafa Kemal” deyip, bir türlü “Atatürk” diyemeyenlerin hemen tümünün kabullenemedikleri işte bu “Devrimci Atatürktür.

SAVAŞTIĞI DÜŞMANLAR BİLE SAYGIYLA ANARKEN

Atatürk yaşamı boyunca temel olarak emperyalistler ve piyonları ile savaştı. Yazgılarını emperyalizm ile birleştirmiş dahili bedhahlarla (içte işbirlikçi hainlerle) hem Ulusal Kurtuluş Savaşı hem de devrimler sürecinde mücadele etti. Atatürk’ün yenilgiye uğrattığı emperyalist devletlerin temsilcileri zaferden sonra, sonsuzluğa göçüşünün ardından ve hâlâ büyük önderden saygı ve övgü ile söz eder, Birleşmiş Milletler oybirliği ile doğumunun 100. yılı 1981’i “Atatürk Yılı” olarak kabul ederken, Laik Cumhuriyet düşmanı gericiler her fırsatta Atatürk’e ve mücadelesine hakaret ve saldırılarda bulundular, bulunuyorlar. Bunların “Deccal”, “İki Ayyaş ”, “Keşke Yunan kazansaydı”, “Kafir” ve benzeri pek çok talihsiz ve hadsiz söylemlerine karşın, en önemli rakiplerinden biri olan, istifa etmesine ve siyasal yaşamdan 20 yıl uzak kalmasına neden olduğu Winston Churchill O’nu şu sözlerle uğurlamıştır:

“Savaşta Türkiye’yi kurtaran, savaştan sonra da Türk milletini yeniden dirilten Atatürk’ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de büyük yitiktir. Her sınıf halkın O’nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahraman ve modern Türkiye’nin Ata’sına değer bir görünümden başka bir şey değildir.”

Büyük Zafer’den 12 yıl sonra, 1934’te, Yunanistan başbakanı Eleftherios Venizelos’un Mustafa Kemal Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne aday göstermesi ise, dünya tarihinde benzeri bir daha kolay kolay görülmeyecek bir olaydır.

Atatürk yalnızca Türk Ulusu için değil, dünyanın dünü, bugünü ve yarını açısından da değeri her geçen gün daha iyi anlaşılan büyük bir önderdir. Saldıranlar cüceleşirken O, yokluğunda büyümekte, tarifsiz özlenmektedir. Milyonlarca yurttaşımızın her fırsatta akın akın Anıtkabir’e koşmaları, komşumuz İran’da kadınların yükselttiği “Tek yol Atatürk” çığlıkları, Irak’tan duyulan “Bir Atatürk’ümüz olmadığı için bu haldeyiz” hayıflanmaları boşuna değildir. O denli ki; her fırsatta Atatürk’e hakaret etmeyi hüner bilenler bile başları sıkıştığında boydan boya Atatürk posterlerinden medet ummak, Lozan’a “Hezimet” deyip Montrö’den bir imza ile çıkılabileceğini söyleyenler, dönüp dolaşıp Lozan’a, Montrö’ye sarılmak, O’nun 86 yıl önceden Karadeniz’i kan gölüne dönmekten, Dünyayı 3. Dünya Savaşına sürüklenmekten kurtaran dehasına şapka çıkarmak zorunda kalmaktadırlar.

ÇARE YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ !

Değerlerinden, devrimlerinden, birliğinden ve özgüveninden yoksun bırakmak için iç ve dış olumsuz güçlerin onyıllardır elbirliğiyle çabaladıkları Türk Ulusu, hiç kuşkusuz Atatürk’ün akıl ve bilim yolunda aydınlık geleceğine güvenle yürüyecektir.

Atatürk’ü anlamayı, ilke, devrim ve yapıtlarını koruyup yaşatmayı varlık nedeni ve temel görevi sayan Atatürkçü Düşünce Derneği, ülkemizin acil gereksinimi olduğunu düşündüğü devlet yönetim anlayışını 23 Nisan 2022’de yayınladığı YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ MANİFESTOSU ile duyurmuştur.

Tarihin en büyük devrimcisi Atatürk’ü;

Aramızdan bedeniyle ayrılışının 84. yılında özlem ve minnetle anarken, O’nun da isteği olduğu inancıyla, bir kez daha siyaset kurumunu Yeniden Atatürk Cumhuriyeti hedefine yönelmeye, Aziz Milletimizi de bu hedefe sahip çıkmaya çağırıyoruz.

RUHUN ŞAD OLSUN BÜYÜK ATATÜRK !
TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR !

Saygılarımızla.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ

Üretimden Kopunca Renklerimizi Bile Yitirdik

portresiLütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Genel Başkan Başdanışmanı
26.11.2021

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

Zam, yaşam pahalılığı, enflasyon, bulunmayan ve kısıtlı satılan ürünler… Son günlerin en çok konuşulan konuları… Oysa hepimiz daha ilkokul yıllarında tarımsal üretimde dünyada kendi kendine yeten 6-7 ülkeden biri olduğumuzu öğrenir ve bununla gurur duyardık. Ülke nüfusunun % 70’inin kırsal alanda yaşadığını bilirdik. Her aile birkaç koldan köyle, tarımsal üretimle bağlantılıydı. Şehirlerdeki bahçeli evlerde bile küçük ölçekte ürün elde edilir, en azından üretme kültürü kuşaktan kuşağa aktarılırdı. Yakın zamana dek tütün, ipek böcekciliği ve koza üretiminden geçinen köylüler bir kuşak sonra bu üretimle ilgili bilgi birikimini yitirdiler. Pamuk, ayçiçeği, şeker pancarı vb. ürünleri üretme kültürünü yitirmemiz yakındır.

Üretmeyelim ithal edelim” diyen mandacı aydınların / politikacıların yarattığı yıkım; dövizde sakınılamayan artış, Türk lirasının değer yitirip halkın yoksullaşması ile çırılçıplak ortaya çıktı. Yakın zamana dek kendi üretimimiz olan ürünlerin pek çoğu artık dışarıdan geliyor. Açık satılanlardan anlaşılmasa bile, ambalajlı ürünlerin üzerindeki etiketlerden acı gerçeği görüyoruz. Çikita muz ile başlayan dışalım (ithal) ürünler, sarımsaktan patatese, mercimekten samana, süt ürünlerinden Angus adlı sığıra değin gidiyor. Durum böyle olunca gelecek kuşaklar salt üretme gereğini değil, üretim kültürünü de yitiriyor. Çocuklarımız, bahar ayında, manavda-pazarda satılan çağla ile kuruyemişçide satılan badem arasındaki ilişkiyi bilmiyor. Çilek nerede yetişir bilmiyor. Kestanenin nasıl ve nerede yetiştiğini bilmediği için deniz kestanesinin neden kestane ile tanımlandığını bilmiyor. Yeşil kabuklu cevizi görmediği için, ceviz yeşili dediğimiz rengin neden kahverengi ile değil yeşil ile tanımlandığını anlayamıyor.

RENKLERİMİZİ DE YİTİRDİK…

Şair Özdemir Asaf,

Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
birinciliği beyaza verdiler..

diyor. Son derece gerçekçi biz söz… Ama esas acı gerçek, renklerimizi bile yitirdiğimiz!

Türk halkı bin yıllardan süzülen bir kültürle çevresinde gördüğü renkleri doğada bulunan varlıklarla, özellikle de bitkisel ürünlerle adlandırmış. Doğadaki temel renklerin sayısı 7 olarak söylense bile, gerçekte bunların sayısının binlerce olduğunu söyleyebiliriz. Geçiş tonlarıyla birlikte sonsuz renkten söz etmek olası. Ancak özellikle üretimle ilişkili köylülerimiz bunca renge öylesine güzel adlar vermişler ki, geçiş renkleri bile herkesçe tam olarak algılanabilir. Bir tek rengin değişik tonları için halkımız, ürettiği ürünlerden onlarca ad türetmiştir. Örnek vermek gerekirse yalnızca yeşil rengin tonları: Zeytin yeşili, fıstık yeşili, ceviz yeşili, çimen yeşili, kelemi, su yeşili, yaprak yeşili, kuşkonmaz, çağla, limon küfü, yonca yeşili, yosun yeşili, ördek başı yeşil vb. Üretimden kopmamış olanlarımız bu farklı renkleri gözünde canlandıracaktır. Oysa şimdi gençlerimiz Benetton yeşili ile malaşit yeşilini konuşuyor.

Adlarını doğadan alan bu güzel renklerin birkaçını anımsayalım: Süt beyaz, kar beyaz, kemik rengi, kömür karası, zeytin siyahı, kül rengi, pişmiş ayva, vişne çürüğü, şarabi (AS: şarapsı), kan kırmızısı, nar çiçeği, portakal, akşam güneşi, mürdüm, kızılcık, toz pembe, şeftali baharı, çingene pembesi, leylak, menekşe, patlıcan moru, hünnabi, tütün, nohut, buğday, saman sarısı, safran sarısı, limon sarısı, altın sarısı, hardal, bal rengi, kayısı, soğan kabuğu, kestane, yağ rengi, deniz mavisi, gök taş, cam göbeği mavi, gece mavisi. Ama biz, ithal (AS: dışalım) kültürü ile dünya var olduğundan bu yana var olan gece mavisine ithal sigara furyası sonrasında Parlement mavisi adını taktık. Şimdi artık renklerimiz yitirtildi. Onların yerini ithal (dışalım) ürün renkleri aldı. Fuşya, lila, pinky, pörpıl, violet, indigo, ekrü vb.

Binlerce yıllık geçmişi olan bir ulus, salt ürünlerini, üretme kültürünü, parasını, bakkalını, manavını, çarşısını, pazarını, arastasını, bedestenini değil; renklerinden başlayarak tüm kültürünü yitiriyor. Uyanın…
============================================

Dostlar,

İşte “kültür emperyalizmi” böyle bir şey…

Dostumuz Lütfü Kırayoğlu’nu bu başarılı, yakıcı “deneme” si için kutluyoruz.

Osmanlı’nın dayattığı Arap – Fars dil emperyalizminden de kendimizi kurtarmamızı dileyerek…

  • Atatürk’ün ÖKSÜZ BIRAKILAN DEVRİMİ, Dil Devrimini daha çok sahiplenerek..

Dr. Ahmet Saltık
Dil Derneği Onur Ödülü Sahibi (2021)
27.11.2021

Isparta Şehir hastanesi Açılıyor

Değerli site okurlarımız;
15 Ocak 2017’de sitemizde yayımlanan bu yazıyı, bu gün, 03 Şubat 2017 günü, Mersin’de açılan Şehir Hastanesi nedeniyle öne çekerek bir kez daha kamuoyunun bilgisine – dikkatine sunuyoruz. Sırada Yozgat vd. var..  / 03 Şubat 2017, Dr. Ahmet Saltık
========================================

Şehir Hastaneleri Özelleştirilmiş Birer Ticarethanedir
Isparta Şehir hastanesi açılıyor..

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Isparta Şehir hastanesi bugünlerde açılıyor.
Bu nedenle Isparta da hizmet veren Devlet Hastaneleri kapatılıyor.

ISPARTALILARIN GÖZLERİ AYDIN!
BUNDAN BÖYLE HİÇ AMA HİÇBİR SAĞLIK HİZMETİNE
BEDELİNİ ÖDEMEDEN ULAŞAMAYACAKLAR!

“Kaybedeceğimi bile bile “Isparta Şehir Hastanesi” başlıklı yazım 05 Ocak 2015’te
(2 yıl önce) kaleme alınmış ve çok sayıda e- gazetede yayınlanmıştı (yazı aşağıdadır).
O yazıda yazdığımız her şey birer birer gerçekleşiyor. Yazımızın bir yerinde;

“Demek ki “Isparta Şehir Hastanesi” Isparta ve bölge halkına sağlık hizmeti sunmak amacı ile değil;

Birincil olarak; Bölgemizdeki parasız tüm sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı haline getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimlerde aktarılması amaçlı kurulmaktadır.

İkincil olarak, sağlık emekçileri (doktor, hemşire ve diğer) iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirilecektir”demişim.

Herkesin anlayacağı biçimde bir kez daha yazalım :

  1. Isparta Şehir hastanesi bir “Kamu Özel Ortaklığı” projesidir. Isparta şehir Hastanesinin işletilmesi 25 yıllığına AKFEN Holding tarafından yapılacaktır. Yani Isparta’da halk sağlığı tümden özelleştirilmiştir. Özel sağlık sektörünün, kurumlarının tek amacı sağlık hizmeti üretiminden para kazanmaktır.
  2. Sağlık hizmetleri, kamu hizmeti olmaktan çıkartılmış bireysel ve özel hizmet haline dönüştürülmüştür. Bunun anlamı şudur. Herkes ancak parası kadar sağlık hizmetinden yararlanabilecektir. Eğitimde, enerjide, iletişimde olduğu gibi sağlık alanında da devlet devreden çıkmış, hasta ile – hastadan para kazanma dışında bir amacı olmayan özel şirket karşı karşıya bırakılmıştır.
  3. Şehir Hastaneleri özelleştirilmiş birer ticarethanedir. Ticarete konu olan ise insan sağlığıdır. 2006’da AKP hükümetince yaygın medya propagandasıyla tezgahlanan “Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sağlık alanındaki yarattığı yıkımın son noktasıdır Şehir hastaneleri.
  4. Asgari ücretin net 1404 TL olduğu ülkemizde toplumun ezici bir çoğunluğunu oluşturan yoksullar zaten temel yaşamsal gereksinmelerini (beslenme, ısınma.. vb.) karşılama olanaklarından yoksunken, sınırlı da olsa alabildiği sağlık hizmeti elinden alınacak,
    kendi yazgısı ile baş başa bırakılacaktır.

Devletin temel, vazgeçilmez temel görevi olan hizmet alanını (Eğitim, sağlık, güvenlik)
özel sektöre devrettiği ölçüde devlet olmaktan çıkmıştır/çıkar.
 

Özellikle 1980’li yıllardan sonra iktidar olanlar “vergi/prim gelirlerinin sağlık- eğitim-güvenlik” hizmetlerinin maliyetini karşılamaya yetmediği, bu nedenle bu alanların özelleştirilmesi ve hizmet alanların katkı ödemelerinin zorunlu ve gerekli olduğu yolundaki söylemleri kocaman bir kuyruklu yalandır!

Çünkü Türkiye’de nüfusun en zengin %10’luk kesiminin toplam servetin %70’ten fazlasına sahip olduğu devletin resmi kayıtları ile belgelidir. (AS: En varlıklı %20 nüfus kesimi 2015 sonunda %46,5 pay alıyor; TÜİK 2015 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması)

Öyleyse sağlık, eğitim vb. hizmetleri için gereken kaynak; işte bu gelir dağılımındaki adaletsizlik ve eşitsizliktedir. Siyaset bu adaletsizliği ve eşitsizliği düzeltmek yerine, hizmetlerin tüm yükünü vatandaşların omuzlarına yıkmak için tertip ve düzenbazlıklarla ortaya çıkmaktadır. Bugün ülkemizde herkese parasız ve kamucu sağlık, eğitim hizmeti olanaklıdır. Hizmeti parasız verme niyetini, gücünü ortaya koyabilecek tek yapı kamu ve onun günümüzdeki somut temsilcisi olan devlettir. İşte sorunun çıkmazı da buradadır. Hizmetleri kamucu, parasız ve eşit sunma “niyet ve gücünü” devlet adına elinde tutan siyasal aktörlerin hemen tümü
“hizmetlerin tüm yükünü vatandaşların omuzlarına yıkma” konusunda fikir ve görüş birliği içindedirler.

Eğitim – Sağlık – güvenlik hizmetlerinin (AS: + ADALET!) parasız sunulması olanaklıdır. Üretilen toplumsal zenginlikten sağlık için, eğitim için daha çok kaynak ayırmak da olanaklıdır. Sorun kaynağın olmaması değil, toplumsal gelirin eşitsiz dağıtılmasıdır. Sorun, düzen içinde kalarak, düzene sözde muhalefet eden partilerin de bu durumu değiştirmek istememeleridir.

Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği Isaprta Şb. Bşk.
03.01.2017
*****************

Kaybedeceğimi bile bile “Isparta Şehir Hastanesi”

Akfen Holding tarafından kamu-özel sektör ortaklığı (PPP) modeli ile 755 yataklı Isparta Şehir Hastanesi’nin proje tanıtımı 09-10 Ekim 2014’te yapıldı. Proje tanıtım toplantısına, Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin yanı sıra Isparta Valisi, kumu kurum ve kuruluşları, özel sektör, sivil toplum örgütleri, meslek odaları ve basın kuruluşlarının temsilcileri katıldı. Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, özelleştirilerek kapatılan Sümer Halı Fabrikasına ait ve bedelsiz olarak Akfen Holdinge tahsis edilen 198 bin m2 Hazine arazisine yapılacak olan Isparta Şehir Hastanesinin İnşaat süresi 2 yıl olacak.

Akfen Holding projenin tasarım, finansman, inşaatı, donanım tedariki de dahil olmak üzere işletmeye hazır duruma getirilmesi karşılığı olarak 25 yıl süre ile hastaneyi işletecek. Başka bir anlatımla, devlet hem bu binanın (hastanenin) kiracısı hem de hizmet satın alıcısı olacak.
Yani kendi binasında kiracı, hizmetinde taşeron Sağlık Bakanlığı’nın “devlet hastanesini” Akfen Holding yönetecek.

  • Akfen Holding’e biraz daha yakından bakalım :

Başında Hamdi Akın’ın olduğu Akfen Holding’in özellikle AKP hükümetleri döneminde gösterdiği hızlı gelişme dikkat çekiyor. İhsan Doğramacı’nın sahibi olduğu Bilkent Holding’le ortak kurulan TAV (Tepe-Akfen Ventures) ile çok sayıda havalimanı işletmesini alan Akfen, liman özelleştirmelerinin de değişmez adı oldu. Akfen aynı zamanda, Irak’ın işgaliyle semiren ve ABD ordusuna hizmet için yanıp tutuşan şirketlerin başında geliyor. Akfen’e ait tanıtımlarda okuyana, işbirlikçiliğin ve onursuzluğun bu kadarı da olmaz, dedirten şu ifadeler kullanılıyor:

  • Akfen İnşaat Irak’ta Amerikan Askerlerine hizmet vermekte olup, Kellogg, Brown & Root firması ile yapmış olduğu sözleşmeye dayanarak atık arıtma, çelik konstrüksiyon işleri yapmakta, yemekhane, çamaşırhane işletmekte ve yüksek kalite internet teknolojisi kullanımını sağlamaktadır. Firmamız, Amerikan Ordusunun Askeri Kamplarına tam destek vermek ve büyük ölçekli Hükümet Projelerinde yer almak, deneyimlerini daha geniş bir yelpazede sunmak arzusundadır.

İşgal güçleri Irak’ta sömürü amacıyla yıkım-yağma-ölüm saçacak, yüzbinlerce insanı katledecek, AKFEN HOLDİNG bu katliama “yeşil dolarlar kazanmak” adına sınırsız destek sağlayacak, hizmet sunmak için yanıp tutuşacak… Biz de Isparta “Şehir Hastanesi’nin ölü soyucusu
Akfen Holding tarafından inşa edilecek olmasını alkışlayacağız öyle mi? Akfen Holding konusunda bu kısa açıklamadan sonra konumuza dönelim ve soralım :

Peki, nedir bu Kamu Özel Ortaklığı? Kamu-Özel Ortaklığı, uluslararası alanda bilinen adıyla PPP (Public Private Partnership), bir finansman modelidir. Devletin sunacağı mal ve hizmetlerin yapım işlerinin bütçe yetersizliği (AS: ??!!) nedeniyle ertelenmesinin veya yapılamamasının önüne geçmek amacıyla kullanılmaktadır.

Kamu Özel Ortaklığı’nın fikir babası emperyalizmin kurnaz mimarlarından biri olan (AS : Nobel ödüllü Prof.) Milton Friedman’dır. Friedman, Emperyalist sistemin tıkandığı, geniş halk yığınlarının sömürüye karşı başkaldırdığı 70’li yıllarda, “kitleler uyanmadan” sömürü çarkının yürütebilmesinin “inceliklerini” ortaya koyduğu modelin adıdır “Kamu Özel Ortaklığı”

Friedman’ın ortaya atıp olgunlaştırdığı bu yok etme projesinin ilk laboratuvarı ise 11 Eylül 1973’te faşist ve kanlı darbe (AS: CIA eliyle!) ile Salvador Allende’yi katleden Şili diktatörlüğü oldu. Friedman, Askeri Diktatör Pinochet’nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi.
Şili diktatörlüğünde test edilen “Kamu Özel Ortaklığı” projesine, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB) uluslararası kaynak desteği sağladılar.
İşte Türkiye’deki Sağlıkta Dönüşüm Programı, “Kamu Özel Ortaklığı” projesi RTE’nin
8 yıllık rüyası” değil, bir IMF, DB ve AB (AS : dayatma) projesidir.

Bu çıkarsamayı doğrulamak için Türkiye’nin AB’ye verdiği taahhütlerden oluşan, adına neden “Ulusal Program” dendiği belli olmayan belgeden okuyalım :

  • Sağlık Bakanlığının yeniden yapılandırılması, devlet hastanesi, sigorta hastanesi ve kurum hastanesi ayırımının kaldırılarak tüm hastanelerin tek çatı altında toplanması ve hastanelerin idari ve mali yönden özerk bir yapıya kavuşturulmasına yönelik olarak başlatılan çalışmaların tamamlanması amaçlanmaktadır.”(Ulusal Program, 2002)

Şimdi anlaşıldı sanırım bu “Kamu Özel Ortaklığı”nın kimin rüyası olduğu…
Türkiye’de Kamu Özel Ortaklığı 09.03.2013’te yürürlüğe giren (RG :28582) 6428 sayılı “SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN” a göre yürütülmektedir.

Ancak “Kamu Özel Ortaklığı” projesini yalnızca bu Yasa ile ele almak bizi yanılgıya götürür. Yasal dayanakları, kuruluş amaçları bakımından “Kamu Özel Ortaklığı” projesi, AB’nin kurnaz mimarlarınca dayatılan, aynı zamanda“bölgeselleşmiş devlet” projesi olan “Kalkınma Ajanslarının” önemli, ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır.

AB-15’te toplam 65 milyon insan, yoksulluk sınırında AB-25’te bugün yaklaşık 20 milyon işsiz, AB-15’te toplam 37 milyon yardım gereksinimli yoksul, bedensel ve zihinsel engelli, 3 milyon evsiz insan dururken; İspanya’da 20 bin, İtalya’da 78 bin, Almanya’da 7.789, Belçika’da 3.445, Fransa’da ise 1.200 doktor işsizken.. AB’nin kurnaz mimarları niçin, Türk halkının sağlığına “yatırım” (?) yapılması için kredi (AS :kredi = borç!) musluklarını sonuna dek açar?

Türk halkının sağlığı Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği (AB)’nin hiç umurunda değil. Türkiye’de sağlık ciddi, bakir bir rant kapısıdır.

Türkiye’de bir yıl içinde özel-kamu tüm sağlık kuruluşlarına 2010’da 539 milyon başvuru gerçekleşirken, 2011’de bu sayı 72 milyon artarak 611 milyona çıkmıştır.

2013’te Kamu Hastaneleri Kurumu’na toplamda günlük ayakta başvuran hasta sayısı 766 bin, acil servise gelen sayısının ise 232 bin.

Yalnızca 2011’de hastanelerde yapılan muayene ve reçetelerden alınan katkı payı 3 milyar 512 milyon TL dolayında. Katkı paylarına yapılan %23,6 oranındaki artış sonunda 2012’de vatandaşın cebinden 831 milyon 329 bin TL fazladan para çıkmıştır. Böylece toplanan katkı payı miktarı 4 milyar 344 milyon TL’ye ulaşmıştır.

2014 Ocak-Haziran döneminde sağlık hizmetlerine ulaşma %4,26 zamlandı.
SGK anlaşmalı özel hastanelerde hastadan alınan fark %200’e çıkarıldı. (AS: 2008’de başlangıçta %20 iken 6 yılda 10 katına çıkarıldı!)

Türkiye’de sosyal devletin çökertilmesi ile ortaya çıkan bu tablo, dizginsiz biçimde azami kar hırsıyla dünyanın her yerinde kan döküp, savaş çıkaran emperyalizmin doyumsuz iştahını kabartmaktadır. Demek ki “Isparta Şehir Hastanesi” Isparta ve bölge halkına sağlık hizmeti sunmak amacı ile değil;

Birincil olarak; Bölgemizdeki parasız tüm sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı durumuna getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimlerde aktarılması amaçlı kurulmaktadır.

İkincil olarak, sağlık emekçileri (doktor, hemşire vd.) iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirilecektir.

Konuya biraz daha yakından bakalım :

  1. Akfen Holdinge 198 bin m2 Hazine arazisi (Kapatılan Sümer Halı Fabrikasının arazisi)
    25 yıllığına ücretsiz verildi.
  2. Akfen Holding yapacağı hastaneyi donatacak, ancak cerrahi dallardan, morg, restoran işletmesi, hastalara dağıtılan yemekler, hastaneye ulaşım, güvenlik, temizlik, kantin, otel, eczane, radyoloji hizmetleri ve gasilhane vb. hizmetler ihaleyi alan Akfen Holding tarafından verilecektir
  3. Akfen Holdinge 25 yıl boyunca hem bina kirası hem de bu “kamu hizmetleri”karşılığında hizmet bedeli ödenecek. (Burada kısa bir açıklama yapalım… Akfen Holding 25 yılda sabit yatırımlarının 5,5 – 11,5 kat kadarını devletten “kira” adıyla alacak. Yani Akfen Holding 30 ay içinde veya en geç 60 ay içinde sabit yatırımlarını amorti edecek.) Anlayacağınız devlet 2,5-5 yıllık “kira” bedeliyle aslında bu binaları ve donanımları kendisi yapabilirdi.
    (AS: Kira artırımı her yıl ÜFE + TÜFE ortalaması olacak)
  4. Akfen Holding hastanenin etrafında yapacağı taksi durağından kreşe dek tüm ticari alanları da işleterek gelir elde edecek.
  5. Yetmiyor. Akfen Holding, hizmet ve mal alımları dahil olmak üzere KDV’den, Damga Vergisinden ve harçlardan bağışık tutuluyor.
  6. Yetiyor mu? Yetmiyor, Akfen Holdingin bu binaları yapmak için aldığı/alacağı uluslararası kredilere devlet tam Hazine güvencesi sağlıyor.
  7. Yetiyor mu? Yetmiyor. Devlet, “Isparta Şehir Hastanelerinin” %70 doluluk oranıyla çalışacağını, yani “müşteriyi” garanti ediyor. Eğer doluluk %70’in altına düşerse, boş yatak bedelleri Devlet tarafından ödenecek.
  8. Yetiyor mu? Yetmiyor. Akfen Holding hastanede kullanacağı tıbbi teknoloji, ilaç, vb. hepsini dışarıdan getirecek. Bu işlem Holding için ayrıca bir “rant” sağlayacaktır.
  9. Yetmiyor. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, rakip olmaması için Isparta Devlet Hastanesi ve eski SSK hastaneleri kapatılacak, tüm bina ve arazileri Akfen Holdinge bedelsiz tahsis edilecektir. Akfen Holding bu arazileri büyük bir olasılıkla AVM veya 7 yıldızlı otel yapımı için kullanacaktır.

Peki, bu paralar kimin cebinden çıkacak? Bizim ödediğimiz vergilerden sağlanacak.
Neden dünyanın en pahalı benzinini kullandığımızı sanıyorsunuz?

Daha bitmedi! Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Isparta halkının sağlık giderleri 4-5 kat artacak. Neden diye soracağınızı biliyorum. Çünkü: Sistemin gereği olarak Hastane ticarethaneye, hasta ise müşteriye dönüştürülmüştür. Bu durumda daha çok para kazanma hırsıyla hastalara gereğinden çok tetkik ve ameliyat dahil tedavi yöntemleri uygulanacak, hastalar hastanelerde gereğinden çok yatırılacak.

Artık Devlet Koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım yapmayacak. Bu nedenle de artık adını unuttuğumuz Salgın hastalıklar (verem, tifo, tifüs, sıtma, çiçek vb.) yeniden hortlayacak.

Öte yandan Şehir hastanesi açıldıktan sonra özel hastaneler ile SGK arasındaki anlaşma iptal edilecek. SGK getirisi çok olmayan klasik kimi dallar dışındaki, muayene ve tedavi giderlerini özel hastanelere ödemeyecek. Örneğin Kalp Damar Cerrahisi, onkoloji, organ nakilleri vs… Böylece ilimizdeki özel hastanelerin birer birer kapılarına kilit vurulacak. Buralarda çalışan sağlık personeli ya işsiz kalacak ya da en düşük ücreti kabul ederek Şehir hastanesinde (iş bulabilirse) çalışacak. Büyük bir olasılıkla bu açıklama 2015 seçimi sonrası yapılacaktır.

İşin en acı yanı bütün bu planlar ülkemiz insanlarının geleceğini daha sağlıklı kılmak için değil, İnsanımızın daha çok hasta olması, ulusötesi sermayenin ve Türkiye’deki taşeronlarının daha çok kazanması için yapılıyor. Halbuki çok basit ve ucuz önlemlerle çok daha sağlıklı bir Türkiye oluşturulabilir. ” Her şey daha iyi ve güya ucuz” diyerek yurttaşlarımız “sağlıkta dönüşüm”“şehir hastaneleri” hapı ile uyutuluyor. Kaba yalanlarla, gerçekler alçakça çarpıtılarak, soygun ve sömürünüm kanlı dişlisi çevriliyor.

Kamu Özel Ortaklığı adı altında “torunlarımızın bile ödeyemeyeceği” milyarlarca liralık (AS: hatta Dolar!) borçların altına imzalar atılarak sağlığımız uluslararası konsorsiyumlara kurban ediliyor. Daha önce Ispartalıların bir kesimi, hatta kimi sözde Atatürkçüleri tarafından “Kalkınma Ajanslarına karşı çıktı”, “Kent Konseylerine de karşı çıktı” denerek şiddetle eleştirildiğimi, hatta kınandığımı biliyorum. “Isparta Şehir Hastanesine” bu karşı çıkışım da eleştirilecek. Ancak tüm bunlara Özdemir Asaf‘ın özlü bir sözü ile yanıt vereyim.

  • “Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi,
    öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an… Bozmadım” 
    Mahmut ÖZYÜREK
    Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şb. Bşk.
    05.01.2015 Isparta
    ====================================
    Dostlar,

Saygıdeğer dava insanı, ADD Isparta Şubesi’nin kurucu başkanı, yıllarca ADD’de ölçüsüz bir özveri ile hizmet eden Mahmut Özyürek dostumuzdan epey uzun ve kapsamlı bir yazı sunduk. Kendisi emekli Tarih öğretmenidir ancak bu çok teknik konuyu emek vererek işlemiştir.
Metindeki ufak – tefek maddi hataları –sayın yazarın hoşgörüsüyle– ayraç içine alıp düzelttik.
Bu sitede daha önce de ŞEHİR HASTANELERİ adıyla katmerli uluslararası soygun anlatıldı :

Şehir Hastaneleri’nde Skandal İtiraf
 SAĞLIKTA KAMU-ÖZEL ORTAKLIĞI VE ŞEHİR HASTANELERİ
Şehir Hastaneleri İçin “Yargı Engelini Aşma Yasası” Çıkarılıyor

Yoruma gerek yok, bu konuyu düzenleyen yasa Yüce TBMM’den çıkarıldı :

  • “SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN” (09.03.2013’te yürürlüğe giren 6428 sayılı yasa, RG :28582)..

Böylesi bir soygun ve talan insanlık tarihinde görülmemiş olsa gerektir..
Küresel Emperyalizm 21. yy’da Nirvana’ya ulaştı ölçüsüz ve kanlı sömürü yöntemlerinde!
Postmodern, hayalötesi soygunda o ülke içinde kraldan çok kralcı yandaş – taşeron çook bol!
Bu alçakça soygun yöntemlerini yaygın kitlelere anlatmanın etkin bir yolu bulunmalı mutlaka. Bu işler ayrıca merkezi yönetim bütçesi dışında ve 5018 sayılı yasa ile Sayıştay denetimi yok!! Tam hukuksuzluk, tam keyfilik, tam de-regülasyon ve tam ahlaksızlık!

Yandaşlarrın çocukları ve torunları da bu peş keşi çeken siyasetçilerin olduğu gibi servete boğulurken; halk yığınlarının çocukları hatta torunlarının gelecek onyıllardaki olası gelirlerine
bile el konup çalınarak yapılıyor talan! Yoksullaştırma gelecek kuşaklara zoraki yükleniyor! 

Bunu durdurmanın çaresi nedir??
“İSYAN’dır” = Meşru direnme hakkını kullanmadır.. dersek suç mu işlemiş oluruz?
TCK’dan çoook suçlar çıkarılır mı zoraki biçimsel yorumlarla ?
Peki bu kalleşçe kitlesel küresel soygun hangi yasaya uygun ya da hangi insanlık yasalarına aykırı??
Vicdan, ahlak, etik, moral, töre, eşitlik, hakkaniyet, erdem, evrensel insan hakları masalı, adalet…. bunun neresinde, neresinde??
TBMM’de bu yasaya oy verenler işin vahim içyüzünü anladı mı, suça ortak mı yoksa
gafilce el mi kaldırdı?? Hangisi, hangisi ?? Ve bu 2 seçenekten biri için mi oradalar??

Sevgi, saygı ve isyan ile.
15 Ocak 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD  – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

İsparta Şehir Hastanesi…


İsparta Şehir Hastanesi…


Dostlar,

İsparta’dan dostumuz, İsparta ADD Şubesi’nin kurucusu ve 14 yıl kesintisiz başkanı,
özverili ve yürekli dava arkadaşımız Sayın Mahmut ÖZYÜREK ülkesi için uğraşlarını yılmadan sürdürüyor.. ADD yönetiminden ne yazık ki, Genel Merkez işlemiyle alınan
Sn. Özyürek, son zamanlarda Ulusal Eğitim Derneği İsparta Şubesi Başkanı
bir Aydınlanmacı öğretmen.. (ADD Genel Merkezince yönetimden alınmasını yargıya taşıdı,
birkaç dava açtı, 1-2’sini kazandı, öbürleri sürüyor..) Diler ve umarız ki tüm davaları kazansın
ve ADD İsparta Şubesi Başkanlığı görevine şanıyla dönsün..

(Bu arada şimdiki “hukukçu” genel başkan hanımefendinin bize de ambargo uyguladığını,
hiçbir yazımıza ADD webinde, dergilerinde yer verilmediğini, etkinliklerden haberdar edilmediğimizi, dilekçelerimize yanıt verilmediğini… çeyrek yüzyıllık ADD emekçisi ve
eski Genel Başkan Yardımcısı olarak yok sayıldığımızı… kendilerinin yerine de utanarak
not düşmek isteriz..)

Sayın Özyürek aşağıdaki yazısında, AKP’nin kökü dışarıda (IMF – DB – AB – ABD dayatmalı) büyük rant aktarma projelerinden olan ŞEHİR HASTANELERİNE değinmekte..

Bu sitede konuyu biz de epey işledik.. Tarikatlar koalisyonu AKP, tarihsel misyonunu sürdürüyor.. Yerli – yabancı sermayeye ulusal kaynakları peş keş çekme görevini sürdürüyor.. (Bkz. Prof. Erinç Yeldan, Cumhuriyet, 12.01.2005).

Bu gün TBMM komisyonunda 9 AKP vekilinin muazzam yolsuzluklara bulaşarak istifa etmek zorunda kalan / istifa ettirilen 4 eski bakanı yıkayıp – aklayıp paklaması gibi..
Bakalım TBMM genel kurulu ne yapacak??
Yolsa siz umutlu musunuz afsunlanmış AKP grubundan ??

Bu yağma – talan AKP iktidardan indirilmedikçe durdurulamaz..
Öte yandan süregelen her “servis” de AKP’yi tüketiyor.. Çok kalmadı bizce..
Haziran 2015 seçimlerinde bu halk gerkeni yapacaktır umar ve dileriz..

Sayın Özyürek’e bu yazıya emeği için teşekkür ederek aşağıda paylaşıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
05.01.2015

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================

İsparta Şehir Hastanesi…


Mahmut ÖZYÜREK

“Yaşamın en dolaysız hakikatini anlamak isteyen kişi, onun yabancılaşmış biçimini incelemek, bireysel varoluşu en gizli, en gözden ırak noktalarında bile belirleyen nesnel güçleri araştırmak zorundadır.”  Theodor W Adorno*

Kaybedeceğimi bile bile “Isparta Şehir Hastanesi”

Akfen Holding tarafından kamu-özel sektör işbirliği (PPP) modeli ile755 yatak kapasiteli Isparta Şehir Hastanesi’nin proje tanıtımı 09 ve 10 Ekim 2014’de yapıldı.

Proje tanıtım toplantısına, Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin yanı sıra Isparta Valisi, Kumu kurum ve kuruluşları, özel sektör, Sivil toplum Örgütleri, Meslek Odaları ve
basın kuruluşlarının temsilcileri katıldı.

Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, özelleştirilerek kapatılan
Sümer Halı Fabrikasına ait ve bedelsiz olarak Akfen Holdinge tahsis edilen 198 bin m2 alana yapılacak olan Isparta Şehir Hastanesinin İnşaat süresi iki yıl olacak.

Akfen Holding; projenin tasarım, finansman, inşaatı, donanım tedariği de dâhil olmak üzere işletmeye hazır duruma getirilmesi karşılığı olarak 25 yıl süre ile hastaneyi işletecek. Başka bir anlatımla, devlet hem bu binanın (hastanenin) kiracısı hem de hizmet satın alıcısı olacak.
Yani kendi binasında kiracı, hizmetinde taşeron Sağlık Bakanlığı’nın “devlet hastanesini”
Akfen Holding yönetecek.

Akfen Holding’e biraz daha yakından bakalım.

Başında Hamdi Akın’ın olduğu Akfen Holding’in özellikle AKP hükümetleri döneminde gösterdiği hızlı gelişme dikkat çekiyor. İhsan Doğramacı’nın sahibi olduğu Bilkent Holding’le ortak kurulan TAV (Tepe-Akfen Ventures) ile çok sayıda havalimanı işletmesini alan Akfen, liman özelleştirmelerinin de değişmez ismi oldu.

Akfen aynı zamanda, Irak işgaliyle semiren ve ABD ordusuna hizmet için yanıp tutuşan şirketlerin başında geliyor. Akfen’e ait tanıtımlarda okuyana, işbirlikçiğin ve onursuzluğun bu kadarı da olmaz, dedirten şu ifadeler kullanılıyor: “Akfen İnşaat Irak’ta Amerikan Askerlerine hizmet vermekte olup, Kellogg, Brown & Root firması ile yapmış olduğu sözleşmeye dayanarak; atık arıtma, çelik konstrüksiyon işleri yapmakta, yemekhane, çamaşırhane işletmekte ve yüksek kalite internet teknolojisi kullanımını sağlamaktadır. Firmamız, Amerikan Ordusunun Askeri Kamplarına tam destek vermek ve büyük ölçekli Hükümet Projelerinde yer almak, deneyimlerini daha geniş bir yelpazede sunmak arzusundadır.

İşgal güçleri Irakta sömürü amacıyla yıkım-yağma-ölüm saçacak, yüzbinlerce insanı katledecek, AKFEN HOLDİNG bu katliama “yeşil dolarlar kazanmak” adına sınırsız destek sağlayacak, hizmet sunmak için yanıp tutuşacak… Bizde Isparta “Şehir Hastanesi’nin ölü soyucusu Akfen Holding tarafından inşa edilecek olmasını alkışlayacağız öylemi?

Akfen Holding konusunda bu kısa açıklamadan sonra konumuza dönelim ve soralım.

Peki, nedir bu  Kamu Özel Ortaklığı? Kamu-Özel Ortaklığı, uluslararası alanda bilinen adıyla PPP (Public Private Partnership), bir finansman modelidir. Devletin sunacağı mal ve hizmetlerin, yapım işlerinin bütçe yetersizliği nedeniyle ertelenmesinin veya yapılamamasının önüne geçmek amacıyla kullanılmaktadır.

Kamu Özel Ortaklığı’nın fikir babası emperyalizmin kurnaz mimarlarından biri olan Milton Friedman’dır.  Friedman,  Emperyalist sistemin tıkandığı, geniş halk yığınlarının sömürüye karşı başkaldırdığı 70’li yıllarda, “kitleler uyanmadan” sömürü çarkının yürütebilmesinin “inceliklerini” ortaya koyduğu modelin adıdır  “Kamu Özel Ortaklığı”

Friedman’ın ortaya atıp olgunlaştırdığı bu yok etme projesinin ilk laboratuarı ise 11 Eylül 1973’te faşist ve kanlı darbe ile Salvador Allende’yi katleden Şili diktatörlüğü oldu.
Friedman, Askeri Diktatör Pinochet’nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi.

Şili diktatörlüğünde test edilen “Kamu Özel Ortaklığı” projesine, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB)  Uluslararası kaynak desteği sağladılar.
İşte Türkiye’deki Sağlıkta Dönüşüm Programı, “Kamu Özel Ortaklığı”  projesi RTE’nin
“8 yıllık rüyası”  değil, bir IMF, DB ve AB projesidir..

Bu çıkarsamayı doğrulamak için Türkiye’nin AB’ye verdiği taahhütlerden oluşan, adına neden “Ulusal Program” dendiği belli olmayan belgeden okuyalım.  “Sağlık Bakanlığının yeniden yapılandırılması, devlet hastanesi, sigorta hastanesi ve kurum hastanesi ayırımının kaldırılarak tüm hastanelerin tek çatı altında toplanması ve hastanelerin idari ve mali yönden özerk bir yapıya kavuşturulmasına yönelik olarak başlatılan çalışmaların tamamlanması amaçlanmaktadır.“(Ulusal Program, 2002)

Şimdi anlaşıldı sanırım bu “Kamu Özel Ortaklığı”nın kimin rüyası olduğu.

Türkiye’de Kamu Özel Ortaklığı;  21.02.2013 tarihinde kabul edilen,08.03.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6428 sayılı “Kamu Özel İş Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması” hakkındaki kanuna göre yürütülmektedir.

Ancak“Kamu Özel Ortaklığı”  projesini yalnızca bu yasa ile ele almak bizi yanılgıya götürür. Yasal dayanakları, kuruluş amaçları bakımından  “Kamu Özel Ortaklığı”  projesi,  AB’nin kurnaz mimarlarınca dayatılan, aynı zamanda “bölgeselleşmiş devlet” projesi olan “Kalkınma Ajanslarının” önemli, ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır.

AB’nin 15 üye Ülkesinde toplam 65 milyon insan, fakirlik sınırında AB’nin 25 üye ülkesinde bugün yaklaşık 20 milyon işsiz, AB’nin 15 Üye Ülkesinde toplam 37 milyon yardıma muhtaç fakir bedensel ve zihinsel engelli, AB’nin 15 üye ülkesinde 3 milyon evsiz insan dururken, İspanya’da 20 bin, İtalya’da 78 bin, Almanya’da 7.789, Belçika’da 3.445, Fransa’da ise 1.200 doktor işsizken AB’nin kurnaz mimarları niçin, Türk halkının sağlığına yatırım yapılması için kredi musluklarını sonuna kadar açar?

Türk halkının sağlığı Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB)nin hiç umurunda değil. .Türkiye’de sağlık ciddi, bakir bir rant kapısıdır.

Türkiye’de bir yıl içinde özel-kamu tüm sağlık kuruluşlarına 2010’da 539 milyon başvuru gerçekleşirken, 2011’de bu sayı 72 milyon artarak 611 milyona çıkmış.

2013 yılında kamu hastaneleri kurumuna toplamda günlük ayaktan başvuran hasta sayısının
766 bin, acil servise gelen sayısının ise 232 bin.

Yalnızca 2011 yılında hastanelerde yapılan muayene ve reçetelerden alınan katkı payı
3 milyar 512 milyon TL dolayında.

Katkı paylarına yapılan %23,6 oranındaki artış sonucunda 2012 yılında vatandaşın cebinden
831 milyon 329 bin TL fazladan para çıkmış. Böylece toplanan katkı payı miktarı
4 milyar 344 milyon TL ye ulaşmış.

2014 Ocak-Haziran döneminde sağlık hizmetlerine ulaşma %4.26 zamlandı.
SGK anlaşmalı özel hastanelerde hastadan alınan fark %200’e çıkarıldı.

Türkiye’de sosyal devletin çökertilmesi ile ortaya çıkan bu tablo, dizginsiz bir şekilde azami kar elde etmek hırsıyla dünyanın her yerinde kan döküp, savaş çıkaran emperyalizmin doyumsuz iştahını kabartmaktadır.

Demek ki “Isparta Şehir Hastanesi” Isparta ve bölge halkına sağlık hizmeti sunmak amacı ile değil ;

Birincil olarak; Bölgemizdeki parasız tüm sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı haline getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimler halinde aktarılması amaçlı kurulmaktadır.

İkincil olarak,  sağlık emekçileri(doktor, hemşire ve diğer) iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirilecektir.

Konuya biraz daha yakından bakalım.

  1. Akfen Holdinge 198 bin metrekare hazine arazisi (Kapatılan Sümer Halı Fabrikasının arazisi)
    25 yıllığına ücretsiz tahsis edildi.
  2. Akfen Holding yapacağı hastaneyi donatacak, ancak cerrahi branşlardan, morg, restoran işletmesi, hastalara dağıtılan yemekler, hastaneye ulaşım, güvenlik, temizlik, kantin, otel, eczane, radyoloji hizmetleri ve gasil hane vb. hizmetler ihaleyi alan Akfen Holding tarafından verilecektir
  3. Akfen Holdinge 25 yıl boyunca hem bina kirası hem de bu “kamu hizmetleri” karşılığında hizmet bedeli ödenecek. (Burada kısa bir açıklama yapalım. Akfen Holding 25 yılda sabit yatırımlarının 5,5 ila 11,5 kat kadarını devletten “kira” adıyla alacak. Yani Akfen Holding 30 ay içinde veya en geç 60 ay içinde sabit yatırımlarını amorti edecek.) Anlayacağınız devlet 2,5-5 senelik “kira” ücretiyle aslında bu binaları ve donanımları kendisi yapabilirdi.
  4. Akfen Holding hastanenin etrafında yapacağı taksi durağından kreşe kadar tüm ticari alanları da işleterek gelir elde edecek.
  5. Yetmiyor. Akfen Holding, hizmet ve mal alımları dâhil olmak üzere KDV’den, Damga Vergisinden ve harçlardan muaf tutuluyor.
  6. Yetiyor mu? Yetmiyor, Akfen Holdingin bu binaları yapmak için aldığı/alacağı uluslararası kredilere devlet tam Hazine garantisi sağlıyor.
  7. Yetiyor mu? Yetmiyor. Devlet, “Isparta Şehir Hastanelerinin” yüzde 70 doluluk oranıyla çalışacağını, yani “müşteriyi” garanti ediyor. Eğer doluluk %70 in altına düşerse, boş yatak bedelleri Devlet tarafından ödenecek..
  8. Yetiyor mu? Yetmiyor. Akfen Holding hastanede kullanacağı tıbbi teknoloji, ilaç, vb.
    hepsini dışarıdan getirecek. Bu işlem Holding için ayrıca bir “rant” sağlayacaktır.
  9. Yetmiyor. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Rakip olmaması için Isparta
    Devlet Hastanesi ve Eski SSK hastaneleri kapatılacak, tüm bina ve arazileri
    Akfen Holdinge bedelsiz tahsis edilecektir.
    Akfen Holding bu arazileri büyük bir olasılıkla AVM veya 7 yıldızlı otel yapımı için kullanacaktır.

Peki, bu paralar kimin cebinden çıkacak? Bizim ödediğimiz vergilerden sağlanacak.
Neden dünyanın en pahalı benzinini kullandığımızı sanıyorsunuz?

Daha bitmedi. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Isparta halkının sağlık giderleri 4-5 kat artacak. Neden diye soracağınızı biliyorum.  Çünkü: Sistemin gereği olarak Hastane ticarethaneye, hasta ise müşteriye dönüştürülmüştür. Bu durumda daha fazla para kazanma hırsıyla hastalara gereğinden fazla tetkik ve ameliyat dâhil tedavi yöntemleri uygulanacak,  hastalar hastanelerde gereğinden fazla yatırılacak.

Artık devlet Koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım yapmayacak. Bu nedenle de artık adını unuttuğumuz Salgın hastalıklar( verem, tifo, tifüs, sıtma, çiçek vb.) yeniden hortlayacak.

Diğer taraftan Şehir hastanesi açıldıktan sonra özel hastaneler ile SGK arasındaki anlaşma
İptal edilecek. SGK Getirisi fazla olmayan klasik bazı branşlar dışındaki, muayene ve tedavi giderlerini özel hastanelere ödemeyecek. Örneğin  (KVC, onkoloji, organ nakilleri vs. )
Böylece ilimizdeki özel hastanelerin birer birer kapılarına kilit vurulacak. Buralarda çalışan sağlık personeli ya işsiz kalacak, ya da en düşük ücreti kabul ederek şehir hastanesinde (bulabilirse) çalışacak. Büyük bir olasılıkla bu açıklama 2015 seçimi sonrası yapılacaktır.

İşin en acı yanı bütün bu planlar ülkemiz insanlarının geleceğini daha sağlıklı kılmak için değil,  İnsanımızın daha fazla hasta olması, ulus ötesi sermayenin ve Türkiye’deki taşeronlarının daha fazla kazanması için yapılıyor. Hâlbuki çok basit ve ucuz tedbirlerle çok daha sağlıklı bir Türkiye oluşturulabilir.

” Her şey daha iyi ve güya ucuz” diyerek yurttaşlarımız “sağlıkta dönüşüm”,
şehir hastaneleri” hapı ile uyutuluyor. Kaba yalanlarla, gerçekler alçakça çarpıtılarak,
soygun ve sömürünün kanlı dişlisi çevriliyor.

Kamu Özel Ortaklığı adı altında “torunlarımızın bile ödeyemeyeceği” katrilyonlarca liralık borçların altına imzalar atılarak sağlığımız uluslararası konsorsiyumlara
kurban ediliyor.

Daha önce Ispartalıların bir kesimi, hatta kimi sözde Atatürkçüleri tarafından
Kalkınma Ajanslarına karşı çıktı”, “Kent Konseylerine de karşı çıktı” diyerek
şiddetle eleştirildiğimi, hatta kınandığımı biliyorum.
“Isparta Şehir Hastanesine” bu karşı çıkışım da eleştirilecek.
Ancak tüm bunlara Özdemir Asaf’ın özlü bir sözü ile yanıt vereyim.

  • Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi,
    öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an… Bozmadım” 

    05.01.2015 Isparta
    Mahmut ÖZYÜREK