Etiket arşivi: “bilimsel akıl”

Cumhuriyeti 3 Mart Devrim Yasaları ile yaşatmak

DOÇ. DR. HALİL ÖZCAN
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ

Cumhuriyeti 3 Mart Devrim Yasaları ile yaşatmak

Cumhuriyet, 03 Mart 2022

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Atatürk’ün Milli Mücadele’deki yakın arkadaşları başta olmak üzere ortaya çıkan muhalifler, İstanbul’daki Halifeden siyasi güç almaya çalıştı. “Hilafet bizde kaldıkça biz ortaçağdayız” diyen Atatürk, en büyük eserine halifelik üzerinden bir tehdit geldiğini hissederek 1 Mart 1924’te TBMM’yi açış konuşmasında, “Cumhuriyetin bugün ve gelecekte her türlü saldırıdan kesinlikle ve sonsuza kadar korunmuş bulundurulması gerekir” dedi. Bu konuşmadan iki gün sonra 3 Mart’ta Cumhuriyeti, akıl ve bilim temelinde, çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırarak sonsuza kadar koruyabilmek için Türkiye’yi laikleştiren üç yasa kabul edildi.

Dinin ve ordunun, siyasetin dışında bırakılması gerekçesiyle hazırlanan 429 sayılı Şeriye ve Evkaf Vekâleti ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’nin (AS: Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlığının, yasanın özgün adı : Seriye ve Evkaf ve Erkânı harbiyei umumiye vekâletlerinin ilgasına dair kanun) kaldırılması yasası kabul edildi. Bu kanunla, hukuk ve devlet laikleştirilerek yasa yapma ve yönetme yetkisi, TBMM’ye ve hükümete verildi. İnanç ve ibadetlerle ilgili hizmetleri yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Aynı yasayla orduyu siyaset dışı bırakmak için Harbiye Vekâleti kaldırılarak Genelkurmay Başkanlığı kuruldu. Bu yasayla din ve devlet işleri ayrılmış, manevi güç kullanan din ile maddi güç kullanan Ordunun millet egemenliğine müdahalesinin önüne geçilmiş oldu.

Cumhuriyeti sonsuza kadar akıl ve bilim temelinde yaşatacak nitelikte kadroların yetiştirilebilmesi için de 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Yasası kabul edildi. Bu yasa ile medreseler dahil tüm eğitim kurumları, Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilerek eğitimdeki mektep ve medrese ayrımına son verildi. Aklın, hukukun ve bilimin önündeki ulema ve medrese engeli kaldırıldığı için Aydınlanma süreci hızlandı.

MANİFESTO GİBİ KONUŞMALAR

Egemenliğin üzerinde kayıt ve şart istemeyen TBMM, yüzyıllardan beri Türk milletinin felaket sebebi ve imparatorluğun çöküş aracı olarak değerlendirdiği hanedanın halifelik makamıyla varlığını devam ettirmesini, Türk milletinin milli varlığı için tehlikeli gördü. Bunun için 431 sayılı Hilafetin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Ülkesi Dışına Çıkarılması yasası kabul edildi. Ancak diğer iki yasa hemen kabul edilmesine rağmen bu yasa, TBMM’de uzun tartışmalara neden oldu. Tartışmaların uzaması üzerine kalplerdeki “endişe ve tereddütleri” gidererek “akıl ve vicdanlara açıklık getirmek” isteyen dönemin Adalet Bakanı ve İslam fıkıhı müderrisi olan Seyit Bey, Kuran’dan, hadislerden, İslam ve Osmanlı tarihlerinden örnekler vererek bir manifesto niteliğindeki konuşmasıyla halifeliğin, dinin gereği olmadığı konusunda TBMM’yi ikna ederek yasanın oybirliği ile kabul edilmesini sağladı.

SAPMANIN AĞIR BEDELİ

Sadece yaptığı yeniliklerle değil, 3 Mart’ta Devrimin ve Aydınlanmanın önündeki kurumları ortadan kaldırarak da devrimciliğini ispat eden Atatürk, Cumhuriyeti sonsuza kadar belirlenen çağdaş hedef doğrultusunda yaşatmak için 3 Devrim Yasasını gündeme getirdi. Böylece dinin ve Ordunun siyasete müdahale etmesinin önüne geçilerek laik Cumhuriyetin gerektirdiği özgür bireylerin yetiştirilmesinin ve Türk Aydınlanmasının da önü açıldı. Atatürk sonrası, çok partili yaşam ile birlikte, din ve Ordunun siyasete müdahalesi ve Öğretim Birliği Yasası’nın ihlal edilmesi, 15 Temmuz kalkışmasına sebep oldu. (AS: Makalenin yazarıyla konuştuk; 15 Temmuz 2016 ayaklanması ile bu Devrimler tümden yok edilmek istendi!) Cumhuriyeti bilimsel akıl temelinde sonsuza kadar koruyup yaşatabilmek için sadece ülkeyi yönetenlerin değil, yönetmeye aday olanların da 3 Mart 1924 Meclis müzakerelerinin yer aldığı Türkiye’yi Lâikleştiren Yasalar adlı eseri okumaları ve laik Cumhuriyetin kuruluş felsefesini özümsemeleri gerekir.

” STRATEJİST ” ENFLASYONU

” STRATEJİST ” ENFLASYONU

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

Türkiye’de her şeyin suyu çıktığı gibi, bunun da suyu çıktı artık; nereye, hangi TV kanalına baksanız, hangi gazeteyi okusanız, bir sürü “Statejist” sürekli ahkâm kesiyor, Dünya savaşları çıkarıyor, Dünyayı on kez yıkıp, on kez kuruyorlar. Ortalık Strateji kulüplerinden, derneklerinden, akademilerinden… geçilmiyor.

Basit bir mantık / matematik sorununu çözmekten aciz nice “strateji uzmanımız” tuğla kalınlığında kitaplar yazıyor, halkı saatlerce ekran karşısında istimde tutabiliyorlar; ne de olsa karşılarında, ne versen yemeye hazır, hayali geniş, belleği dar ve her türlü safsataya derhal inanacak büyük bir toplum kesimi var…. genlerdeki kültürel kalıtımın olumsuz etkisi galiba…
***
Değerli arkadaşlar,

“Strateji” en kısa tanımıyla,

“Uzun süreli ve büyük ölçekli Kaynak yönetim ve kullanım Tekniği” dir.
(kimileri …’sanatıdır’ der)

Eski Grekçe, στρατηγία kelimesinden gelir. “Stratos” üst, tepe, yukarı anlamı taşır. Askeri bir deyim iken (üst komutan karargahı) şimdi bu kavram hemen bütün alanlarda kullanılır oldu, dolayısıyla her alanın kendine göre strateji uzmanları var.

Strateji uzmanlığı, her şeyden önce geniş, uzun mesleksel deneyimler temelinde, bilimsel akıl kullanarak (mantıklı) kestirimlerde, öngörülerde bulunabilmek, uzun erimli çözümler üretmek becerisidir.

Hangi alanda olursa olsun, ileri derecede Matematik ve İstatistik bilmeyen bir kişinin strateji uzmanlığından kuşku duymak gerekir. Bu tipler havanda su döven “komplo kuramcılığı” ndan ileri gidemezler…
***
Strateji uzmanı anlamında Fransızcada Stratége, Almancada (Türkçe okunuş şekliyle) Stratege denir. her nasılsa, bu sözcük İngilizcede strategist (stratecist) olmuş. oysa, ” -ist” son eki genelde, yandaş, taraftar, …-ci anlamlarını üretir.

İngilizcedeki bu semantik yanlışlık birebir Türkçeye de geçmiş… (ne de olsa stratejiyi Almanlardan değil, Amerikanlardan öğrendi Türkiye) öbür konularda da benzer yanlışlık yapılıyor; Biyolog yerine Biyolojist, ekonom yerine ekonomist… dendiği gibi…

Konu ne olursa olsun, TV’lerde, medyada sürekli boy gösteren, her alanda derin bir ukalalıkla ve “nasıl olsa üfürdüklerimiz kısa sürede unutulur” düşüncesiyle, fütursuzca konuşan, bu tipler için argoda güzel bir isim bulunmuş,”herbokolog” deniyormuş…

Ülkemizin son 80 yıllık döneminde, gerçekten “Stratej” diyebileceğimiz yeterli sayıda yurtsever Devlet adamlarımız olsaydı;

Mustafa Kemal’in kurduğu Laik Cumhuriyet, şimdi
– uçan kuşa borcu olan,
– ipotek altında yaşayan,
– kurumları çürümüş,
– her alanda 3. sınıf görüntüde bir ülke

durumuna düşmüş olmazdı…

Derin üzüntülerimle.æ

TEMSİLDE ADALET Mİ YOKSA YÖNETİMDE İSTİKRAR MI?


TEMSİLDE ADALET Mİ YOKSA YÖNETİMDE  İSTİKRAR MI?

Ali_Ercan_portresi
Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,
Bu soru Siyaset bilimcileri en çok meşgul eden ve kabul edelim ki,
yanıtı kolay verilemeyen sorulardan biridir.

“Temsilde adalet” dediğinizde tüm yurttaşların oylarının eşit ağırlıkta Meclis’te temsil olanağı bulduğu seçim sistemi anlaşılır.
Eski Arapça deyimiyle “nisbî temsil” denen bu seçim sistemi ideal anlamda
oy sayısı ve temsilci sayısı arasında oransal eşitliğin korunduğu uygulamadır.
Örneğin tüm Ülkede oyların %35’ini alan bir Parti Mecliste de

±%1 hata ile sandalyelerin % 35’ine sahip olur.

 
Oysa “Yönetimde istikrar” arayan sistemde oyların sayımı ve değerlendirilmesi Belçikalı Hukukçu/matematikçi V. d’Hondt tarafından önerilen (1878) bir mantıkla yapıldığında, 1. sıradaki Parti ortalama %15-20 “bonus” kazanıyor, yani gerçekte hak ettiğinden fazlasını elde ediyor
Temsil alanında.
(d’Hondt yöntemi nedense İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya gibi büyük Avrupa Ülkelerinde uygulanmıyor)

File:Hondt.jpg 
Victor d’Hondt (1841-1901)
Bu bakımdan anketlerde görünen yüzdeler, seçim sonucunda Meclise çok farklı yansımaktadır. Bunu ORC Şirketinin Haziran 2013’te yaptığı seçim anketi örneğinde açıklamaya çalışalım:
Partilerin oy oranlarına göre Barajsız oransal temsil sistemi” nde Mecliste alacakları sandalye sayıları şöyle olurdu;
 
AKP     % 41,5   228
CHP     % 33,0   182 
MHP     % 15,9    87
BDP     %  5,6     31
DİĞER  %  4,0     22
TOPLAM                 550
 
Oysa  %5 barajlı d’Hondt sisteminde ise sandalye dağılımı (ortalama)
şöyle oluyor (Barajın %10 dan % 5’e indirildiğini farz etsek bile);
 
AKP    % 41,5   270
CHP    % 33,0   180 
MHP   %  15,9    75
BDP    %  5,6     25
DİĞER %  4,0       –  
TOPLAM               550 
Buradan da görüldüğü gibi, 1. sıradaki Parti, mevcut konumunu daha da güçlendiriyor, ve fazladan ~40 milletvekili çıkarıyor. 2. sıradaki Parti oransal hakkını biraz korusa da
3. ve 4. sıradaki Partilerden 1. sıradaki Parti lehine kayıplar oluyor..

Baraj altında kalan Partilerin oyları ise, hemen tamamı 1. sıradaki Parti hesabına yazılmış oluyor. 
æ
Ülkemizde Demokrasinin bir “uzlaşmak” kültürü olduğunun artık anlaşılmış olması gerekir; İlla tek parti yönetimi ile (açıkça söylenmese de burada kast edilen şey fazla itiraz ve eleştirilerden uzak otoriter bir uygulama ile)  toplumsal sorunların daha çabuk ve etkin çözüleceği anlayışı terk edilmelidir.Uygar ülkeler bugün tek parti hükümetleriyle değil, koalisyonlarla yönetilmektedir..

  • Yaşamda rehber ve hakem “bilim” olduğu sürece, ve toplumsal projeleri uygulayan “bilimsel akıl” olduğu sürece çözülmeyecek sorun yoktur.
Bu nedenle Demokrasi ve Bilim arasında simbiyotik bir ilişkiden söz edebiliriz.
Çünkü Bilim de ancak demokratik ülkelerde, özgür ve eşit yurttaşların yaşadığı toplumlarda gelişim ortamı bulabiliyor.Sevgilerimle. æ