Etiket arşivi: batı emperyalizmi

ADD’den 28 Mayıs Seçiminde Oy Kullanma Çağrısı


BASINA VE KAMUOYUNA 

YÜCE TÜRK ULUSU!

Yarın, 28 Mayıs 2023 Pazar günü sandığa gidip oy kullanacağız.

Oylarımızla yeni Cumhurbaşkanımız’ın kim olacağını belirlemekten öte; “eğitimden sağlığa, ekonomiden dış politikaya, kadın ve çocuk haklarından iç barışa, demokrasiden hukuk devletine her alanda ciddi krizler yaratan TEK ADAM REJİMİ Mİ, yoksa barış, huzur ve refaha ulaşma yolunu açacak DEMOKRATİK HUKUK DÜZENİ Mİ ?” sorusuna yanıt vereceğiz.

Yarın kullanacağımız oylar; “uygar dünyanın onurlu üyesi LAİK CUMHURİYET olmaya devam mı edelim, yoksa Batı Emperyalizminin öksesinde Orta Doğu bataklığında debelenen bir TEOKRATİK DEVLET olmaya mı yürüyelim ?” sorusunu yanıtlayacak.

Büyük çoğunluğuyla Atatürk aydınlığına, O’nun aklı ve bilim yoluna gönülden bağlı olduğunu bildiğimiz aziz milletimizin yarın DEĞİŞİM diyeceğine inanıyoruz.

Gün yalnızca oy kullanma günü değil, çevremizin de sandığa gitmesini sağlama, son oy sayılana dek sandıkları bırakmama ve ıslak imzalı tutanaklara sahip çıkma günüdür.

Ancak o zaman “Askıda ekmek”, “Askıda fatura” utancı son bulacak,

  • HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK!

Gelin, yarın akşamı bir düğün akşamı yapalım.

HAYDİ!

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

pdf biçimi : ŞUBELERE-BASIN AÇIKLAMASI

DEPREM BÖLGESİNDE SAĞLIK HİZMETLERİ ve İLGİLİ SORUNLAR

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Hekim, Hukukçu/Sağlık Hukuku Uzm., Siyaset Bilimci

Deprem Bölgesinde sağlık hizmetlerinin, olası bulaşıcı salgın hastalıkların durumu..

Afeti izleyerek halka hızla yardım edilemedi, acil arama-kurtarma çabası 1-2 gün gecikti. Afet sonrası temel gereksinimlerin başında barınma – beslenme geliyor ama bölgede kışlık çadırlar –ideal olanı konteynır konutlar– kurulamadı. AFAD’ın yaraşır olmayan (liyakatsiz) ve bilgisiz ellerde oluşundan dolayı afet iyi yönetilemedi, bunun sorumlusu doğrudan Erdoğan, çünkü TEK ADAM REJİMİ dayatmakta.

Bölge halkı zaten 1,5 yıldır süregelen ağır ekonomik bunalım yüzünden çok kırılgan. Bunun, ciddi zedelenebilirliğin de (handikapın) payı ile deprem sonrası eklenen ağır koşullar ve stres yüzünden bölge insanının bağışıklık sistemi – direnci zayıf. Başta kolera olmak üzere tifo, dizanteri, uyuz, bitlenme, kızamık, grip, zatürre… hastalıklarına karşı yeterince korunaklı değil. Bu hastalıklar ve benzerleri artış göstererek tehlike oluşturabilir. Sağlık Bakanlığı veri açıklamıyor, “salgın yok” diyor.

Kızılay geriye çekildi, AFAD öne çıkarıldı ama AFAD da çok yetersiz kaldı. AFAD’ın 2023 bütçesi 8 milyar TL (Sayıştay denetimi bulanık!), DİB’nın 36 milyar TL!

Bölgede epey gecikmeli kurulan çadırlar ve saha mutfakları izledik.

ASKER NEDEN SAHADAN ÇEKİLDİ?

Deprem 06 Şubat 2023’te gece yarısı saat 04:17’de meydana geldi. TSK’nin devreye sokulması gecikti. Duyumlara göre İçişleri, Milli Savunma ve Turizm Bakanı acil toplandı ve Hulusi Akar askerlerin devreye girmesi konusunda talimat verdi. Sabah ezanından sonra Erdoğan’ın uyanmış olacağı düşüncesiyle kendisine geç haber verildiği, Erdoğan’ın buna çok sinirlendiği, bu üç Bakanı haşladığı, sahaya sürülen askerlerin geri çekilmesi talimatı verdiği gibi söylemler sosyal medyada dolaştı. Sınırlı da olsa sahaya erken sürülen askerlerin geri çekildiği de. Burada Erdoğan’ın paranoyası (patolojik kuşku), bir “Asker korkusu” söz konusu.

Eğer EMASYA, DAFYA Protokolü iptal edilmemiş olsa idi, bölgede acil arama-kurtarma, barınma-beslenme sorunu, acil sağlık hizmetleri hızla yoluna konabilirdi. TSK’nin bu konuda çok büyük deneyimi ve bilgisi var. “Tek adam yönetimi”, Silahlı Kuvvetleri de paramparça etti. 3 Kuvvet Komutanı Genel Kurmay Başkanından talimat alamıyor, doğrudan Milli Savunma Bakanına bağlı. Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığına bağlandı. Genelkurmay Başkanlığı, neredeyse içi boşaltılmış bir makam durumuna getirildi Anayasa’nın 117. maddesi açıkça çiğnenerek…

Silahlı Kuvvetlerin sağlık altyapısı, GATA, 42 askeri hastane Sağlık Bakanlığı’na devredilerek dağıtılmasa idi (15 Temmuz 2016 CIA-FETÖ darbe girişimi bahanesiyle), “Askeri Sahra Sağlık Hizmetleri” hızla ve etkinlikle depremzedelere ulaştırılabilirdi. Bu tıpta uzmanlık alanı salt Gülhane Askeri tıp Akademisi’nde vardı, yalnızca orada bu uzmanlık eğitimi verilirdi. Askeri sağlık hizmetleri sistemi savaşlarda, deprem, salgın, kıtlık, yangın, toprak kayması (heyelan), büyük endüstriyel kazalar, sabotaj.. gibi olağan dışı durumlarda afetzedelere acil sağlık hizmetlerinin nasıl verileceğinde uzmanlaşmışlardır. Bizim tıp uzmanlık alanımız olan “Halk Sağlığı”nın bir yan dalı olan ve bu alanda uzmanlaşmış hekimlerin öncülüğünde askeri sahra sağlık hizmetleri geçmişte başarıyla ve hızla verilirdi. Bu tıpta uzmanlık eğitimi artık yapılmıyor. Erdoğan iktidarının / AKP=RTE rejiminin hastalıklı kuşkuları – korkuları – kaygıları (paranoya) temelinde, batı Emperyalizmi ile işbirliği yaparak eli – kolu bağlı bir TSK, hem Erdoğan’ın hayali idi hem de Batı Emperyalizminin dayatması idi.

ÜNİVERSİTELERDE EĞİTİM YÜZ YÜZE SÜRMELİ

Cumhuriyetin bütün kazanımlarını bu iktidar haraç-mezat sattı. Günümüzde nitelikli insangücü kritik önemde. Bu yüzden üniversitelerde yüz yüze eğitim sürdürülmeli. Azgın özelleştirmeler sonucu Kamu kurumu da kalmadı ülkemizde! İktidar öylesine çaresiz ki, KYK (Kredi Yurtlar Kurumu) yurtları boşaltıldı yaklaşık 800 bin yatak için. Üniversite öğrencileri devlet yurtlarından apar topar çıkarıldı. Hiç düşünülmez mi, bu gençler nerede kalacak? 2. Dünya Paylaşım Savaşında bile, Almanlar Fransa’yı işgal ettiğinde, Fransız hükümeti üniversitelerde eğitimi durdurmadı. İşgal altında bile, savaşta bile yükseköğretimde kesinti yapılmadı. Ülkemizde üniversitelerde eğitim-öğretim yüz yüze sürdürülmeli. Kovit-19 salgınında epey süre uzaktan eğitim yapıldı, faturası ağır, giderimi (telafisi) çok çok güç. Öğrencilerin ruh sağlığı bozulabilir. “Tek adam rejimi”nin en tehlikeli yanı bu, AKP=RTE yönetiminin  buyruğu mutlak, tartışılamıyor; Güçler Ayrılığına dayalı denge-denet sistemi yok!

ERDOĞAN YARI TANRI GİBİ

“Cumhurbaşkanlığı Kabinesi toplandı..” deniyor. Gerçekte Kabinedeki insanlar Bakan değil, “Erdoğan’ın sekreteri” konumundalar. Çünkü Anayasanın 8. maddesi, “Yürütme yetkisi ve görevi Cumhurbaşkanı tarafından kullanılır ve yerine getirilir.” diyor. “Cumhurbaşkanlığınca” bile denmiyor bir Kurum tanımlanmasıyla, salt 1 kişi adresleniyor. Yürütme yetkisi Bakanlarda değil, Tek Adam Erdoğan’da. Parlamenter rejim olsa idi, bu Bakanlar TBMM’ye karşı sorumlu olurdu ve gerektiğinde gensoru ile düşürülebilirdi. Gensoru 2017’de Anayasa değişikliği ile kaldırıldı, AKP/RTE iktidarınca hiç hesap da verilmediği için, Erdoğan deprem bölgesinde 10 ilde OHAL ilan ederek, Yarı Tanrı olmakta neredeyse, imparator gücüne erişmekte. Çünkü OHAL CBK (Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi) AYM denetimi dışında (AY m. 148/1).

Dolayısıyla, depremin ilerleyen günlerinde bile depremzedelere yeterince sağlık hizmeti ve temel yaşam desteği sağlanamadı. Ölümler, hastalanmalar, engellilikler arttı ne yazık ki, çoğu önlenebilirdi oysa..

YÜZ BİN DOLAYINDA ÖLÜM BEKLENİYOR!

Dünya Sağlık Örgütü’nün kestirdiği ölü sayısı yüz bin dolayında.

TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) her yıl Haziran ayı son haftasında ölüm istatistiklerini yayınlaması gerekiyor. Ancak 2021 ve 2022’de yayınla(ya)madı. 2023 Haziran ayında yayınlar mı, hiç sanmıyoruz. 2. hafta sonunda ölüm sayısı kırk bini, yaralı sayısı 110 bini aştı.

İktidar, ölüm sayılarının sınırlı tutulması için büyük çaba içinde. Bunlar sorgulanmalı.

AFAD’ın tam yıkılmış olarak açıkladığı 6500 bina var. Bu binalar çok katlı, ortalama 5 katlı dersek, 32 bin beş yüz kat yapar. Her katta “en az” ortalama 2 daire olsa 65 bin daire yapar. Her dairede “en az” ortalama 3 kişi olsa, 195 bin kişi yapar. Göçüntü (enkaz) altından çıkarılan 108 bin yaralı deniyor, 40 bin de ölüm var, toplam 148 bin. Demek ki en iyimser kestirimle enkaz altında 47 bin insanımız var. Ancak bu kestirim çok daha yüksek de olabilir..

HATAY ÖLÜ KOKUYOR!

Ceset toplamaları çok yetersiz. Hatay’dan bir meslektaşımız birkaç gün önce ses kaydı gönderdi :

  • Hatay ölü kokuyor! diyor ısrarla yineleyerek..

Bölgeye morg hizmeti götürülmesi gerekir(di). Kimi uzak yayla dağ köylerinde kurtların açıkta kalmış ölü bedenlerini yediği bilgileri geldi ne yazık ki.

Sahipsiz cenazelerden DNA örnekleri alınmalı, kimliklendirme için gerekli çaba gösterilmeli. Fotoğraf, parmak izi, avuç içi izi, yakındaki insanlara gösterme.. Yakınlarını yitiren – bulamayan insanlarımız da DNA örneği için kan, mukozal sürüntü.. vermeli. Bu bilgiler, uygun yazılımla bilgisayar ortamında eşleştirmede kullanılmalı ve sahipsiz cesetlerin yakınları bulunmalıdır.

AKP ile “SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM” ve GERİLEME BAŞLADI

Türkiye’de AKP iktidarıyla 20+ YILINI GEÇİRDİ! 3 Kasım 2002 – 19 Şubat 2023.. Haziran 2003’te “SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM” diye bir program başlatıldı. Bu programın kökü dışarıda, ne yerli, ne de milli! Dünya Bankası ve IMF dayatması. Özgün adı “Health Transformation”.

Bu vahşi neo-liberal küreselleşme dayatması “Sağlıkta Dönüşüm” projesi ile AKP iktidarı, sağlıkta kamudan özel sektöre geçti hızla ve büyük ölçüde. Hastanelerin % 40’ı özel sektörün elinde (yaklaşık 600/1500). Toplam hastane yatak sayısı 255 bin, özel sektörün yatak sayısı 50+ bin; her 5 yataktan 1’i özel sektörün elinde. Yoğun bakım yatak oranı, kamuya göre özel sektörde toplam içinde daha yüksek.

14 Şubat 2023 günü göçüntü (enkaz) altından 9. günde çıkarılan bir kadın insanımızın ağzından dökülen sözler dehşet vericiydi :

  • “Beni özel hastaneye götürmeyin, param yok!!”

20+ yıllık kökü dışarıda AKP/RTE sağlık politikasının acı özeti bu çığlıkta yatıyor.

İktidar hem deprem yıkıntısının (enkazının) altında kaldı, hem sağlık alanında sınıfta kaldı. Çünkü sağlık sektöründe kamunun olanakları çok sınırlandırılmış durumda. Devletin sağlıkta özelleştirmeden artık vazgeçmesi gerekiyor; TEK TIP – TEK SAĞLIK! Sağlık hizmetlerini bölgede kamu eliyle Basamaklı olarak hızla örgütlemek gerekiyor. Afette sağlık hizmetlerini yönetmek üzere Halk Sağlığı Uzmanları yetkindirler, alanın eğitimini almışlardır, bu uzman hekimler yetkilendirilmelidir.
***

G-20 ülkelerinin önceki yıl S. Arabistan toplantısı sonuç bildirgesinde “ARDIŞIK AFETLER  YALNIZCA ZAMAN SORUNU!” uyarısı yapılmıştı. Gerekleri yapılmalı. Oysa AKP/RTE bu gerçekliğe
çok yabancı. 20+ yıldır tek  başına iktidardalar, artık yorulduk, usandık, ilk seçimde (en geç 18 Haziran 2023!) bu kadrolardan kurtulmak gerekiyor..

AKP / RTE İKTİDARININ SEÇİMLERİ ERTELEME DAYATMASI

Anayasa gereği en geç 18 Haziran 2023’te yapılması zorunlu seçimler ile ilgili olarak :

Anayasa m.78 gereği; “Savaş sebebi dışında seçimlerin geriye bırakılması” olanaksız! Hukukçu şapkamızla, Anayasanın ilgili maddelerine dayanarak sürece değinmeliyiz. TBMM’nin savaş ilanı yanı sıra (AY m.92/1), bunun, seçimlerin yapılmasını olanaksız kılması koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekiyor. Dolayısıyla seçimler “bu koşullarda” ertelenemez, tersi Anayasa’nın açık çiğnemi (ihlali) olur ve Yüce Divan’da yargılanma sonucu doğurur.

Eğer dolaylı yoldan, gerçekte olmayan “mücbir neden(force majeure) zorlaması ile seçimler ertelenirse (salt TBMM kararı ile; Erdoğan ve YSK’nın hiçbir yetkisi yok!), Anayasa açıkça çiğnenmiş olmakla kalmaz. Bu, Anayasa’nın değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi bile önerilemeyecek 2. maddede (ilk 3 madde) sayılan demokratik devlet ilkesinin hülle (hukuka karşı hile) ile değiştirilmesi demek olup, apaçık sivil darbe olacaktır. Anayasayı çiğnem (ihlal) suçunun yaptırımı TCK’nun 309. maddesinde belirtilmiştir, bakılmasını öneririz.

O yüzden “BİZE 1 YIL DAHA SÜRE..” GİBİ SAÇMALIKLARIN BİR YANA BIRAKILMASI gerekir. Birçok insan, Erdoğan ekrana çıktığında artık TV’yi kapatıyor, bu bir gerçek.

Sonuç olarak                                         :

Sağlık hizmetleri basamaklı olarak sürdürülmeli, özellikle bulaşıcı hastalıkların salgın boyutuna erişmemesi için izlem-kayıt-bildirim (sürveyans) süreci, erken uyarı – alarm dizgesi (sistemi)  işletilmelidir. Aşılama, çevre hijyeni, su-gıda güvenliği, barınma, atık denetimi, psiko-sosyal destek, mental sağlık hizmeti özenle ve bilimsel olarak yürütülmelidir. İnsan cesetleri sanıldığının tersine ciddi çevre sorunu yaratmaz. Arama-kurtarma çalışması modern-duyarlı araçlarla birkaç gün daha sürdürülmelidir. Bulaşıcı hastalık salgını riski beklenenden büyüktür : Afet bölgesinde etkilenen insan sayısı ciddidir, 13+ milyon! Ayrıca bölge ciddi göç verdi, yardım amaçlı ciddi nüfus aldı, demografik hareketlilik çok yüksek. Bunlar salgın için ek risk etmenleridir. Bölgeden göç önlenmeli, özellikle Hatay’da demografik yapı titizlikle korunmalıdır.

Afet yönetimi
siyasete alet edilmemeli, bilimsel akılcılığın gereklerinden asla ayrılmamalı, saydam olunmalıdır. İmar affı artık unutulmalı, yeni arazi kullanım planı ulusal ölçekte yapılmalıdır. TBMM’de araştırma komisyonu kurulmalıdır.

  • Afet ve sonuçlarından sorumlu herkes, mutlaka yargıda hesap vermeli; sorumlu siyasetçiler ayrıca sandıkta hesap vermelidir.

Yıkımın olumsuz etkileri uzun yıllar sürecektir, SERVET VERGİSİ alınmalıdır.

Bölgede tarım-hayvancılık özellikle desteklenmelidir.
Bu ağır yıkımlar asla kader değildir. Ulusal dayanışmamız örnek düzeydedir ve sürdürülmelidir, tüm halkımızı kutluyoruz! Bu sınavı da başaracağız, umutla!

ADD Basın Açıklaması : EMPERYALİZME BEL BAĞLAMANIN ACI SONU VE ATATÜRK DEHASI

BASIN VE KAMUOYUNA

EMPERYALİZME BEL BAĞLAMANIN ACI SONU VE ATATÜRK DEHASI

Karadeniz komşularımız Rusya Federasyonu ile Ukrayna arasında beklenen savaş 24 Şubat 2022 sabahı başladı. Genel geçer savaş karşıtı açıklamalar dışında, Türkiye ve etkilenecek diğer ülkeler açısından değerlendirme yapmak gerekirse:

Kuzey komşumuz Sovyetler Birliği’nin dağıldığının 26 Aralık 1991 tarihinde Gorbaçov tarafından ilan edilmesi ile birlikte, bağımsız hale gelen cumhuriyetler, emperyalist devletlerin paylaşım alanı haline gelmiş, yükselen ekonomik krizin etkisiyle her türlü beşinci kol faaliyeti hız kazanmıştır. Yıkılan rejimin zenginliklerine el koyan oligarklar, mafyatik ilişkilerle büyük güce ulaşmışlar, bu gücü korumak ve yeni ekonomik ilişkiler geliştirmek için emperyalist devletlerle kirli ve karanlık ilişkiler kurmuşlardır.

Türkî Cumhuriyetler olarak anılan Orta Asya’daki devletler, “İslam” etkisi kullanılarak CIA destekli FETÖ’ye açılmış, bu emperyalist işbirlikçisi örgüt, bağımsızlığını kazanan cumhuriyetlerde ABD adına öğretmen maskeli ajanlarıyla yıkıcı faaliyetler yürütmüştür.

Sovyetler döneminin Doğu Avrupa’ya komşu kesimindeki cumhuriyetler ise; yaygın şekilde Soroscu “Turuncu Devrim” adı verilen Batı yanlısı protesto hareketleri üzerinden emperyalizmin etki alanına sokulmuş, bu etkiyi sürekli kılmak için ya NATO üyesi yapılmışlar ya da topraklarını ABD üslerine açmak zorunda bırakılmışlardır. Çekya, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Slovakya ile Yugoslavya’nın Batı emperyalizmi tarafından parçalanması ile ortaya çıkan Slovenya, Hırvatistan, Karadağ, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk apar topar NATO’ya alınmışlardır.

Birer NATO (ABD) üssü haline gelen bu ülkeler dışında kalan alanlarda da, ya ABD üsleri kurulmuş ya da büyük ölçüde silah yığılmış, son olarak Yunanistan’da, özellikle Batı Trakya ve Dedeağaç’da büyük askeri yığınak ve tatbikatlar yapılmıştır. Özellikle Ukrayna’daki turuncu devrimler sonucu yönetime getirilenlerin, Rusya’nın Avrupa’ya doğalgaz akışını sağlayan nakil hatları üzerinde hak iddia etmesiyle ekonomik savaş başlamıştır.

Rusya Federasyonu’nu çevreleyen yeni NATO üslerinin varlığı, NATO’nun doğuya genişleme stratejisini sürdürmesi ve bu bağlamda Ukrayna’nın da NATO’ya alınmak istenmesi Batı tahriklerini en üst noktaya taşımış, Rusya Federasyonu’nun ciddi güvenlik endişesi duymasına yol açmış, 2014 yılında Rusya tarafından ilhak edilen Kırım’dan sonra, bu kez Ukrayna’nın Rusya sınırındaki stratejik bölgeleri Luhansk ve Donetsk -ulusların kendi yazgılarını belirleme haklarının kabul edildiği BM İkiz Sözleşmelerinin, bağlı olunan devletten ayrılmada halk oylamasının ülke genelinde yapılmasını zorunlu kıldığını umursamadan- bağımsızlıklarını ilan etmişler ve hemen Rusya ile diğer bazı ülkelerce tanınmışlardır ki, bunun uluslararası hukuka aykırı olduğu açıktır.

Hal bu iken; Bağımsız (!) Luhansk ve Donetsk Cumhuriyetleri’nin yardım istedikleri gerekçesiyle Rusya Federasyonu 24 Şubat 2022 sabahından itibaren Ukrayna’nın stratejik bölgelerini vurmaya başlamıştır.

ABD Başkanının buna yanıtı, sadece ekonomik yaptırımlar ve bankacılık sisteminin hedef alınacağı gibi komik ve işe yaramaz söylemler olurken, Rus saldırısı başlamadan önceki en ilginç gelişme ise; ABD, Japonya ve İngiltere ile NATO ve AB ülkelerinin, Rusya’ya yönelik kof tehditler dışında kıllarını kıpırdatmamaları, Ukrayna’ya askeri yardım yapmayacaklarını, Rusya ile savaşmayacaklarını açıklamaları, yani uzun süredir kışkırttıkları Zelenski yönetimindeki Ukrayna’yı yalnız bırakmaları olmuştur.

Bütün bu gelişmeler emperyalizmin; güdümüne alarak sömürdüğü alanları korumak için neler yapabileceğini, dik durmasını beceremeyen ülkeleri nasıl piyon olarak kullanıp zora düştüklerinde ortada bırakacağını, kendi toprakları tehlikeye düştüğünde tereddütsüz göze aldığı savaşı, kullandığı ülkeler için aklına bile getirmeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Yüz yıl önce İngiliz emperyalizminin teşvikiyle Anadolu’yu işgale kalkışan Yunanistan’ın ve 1990’ da ABD’nin kışkırtmasıyla Kuveyt’i işgal eden Irak’ın başlarına gelenlerden ders alınmadığı ortadadır.

Gelinen noktada – ne yazık ki bütün uyarılara karşın onyıllardır ısrarla sürdürülen yanlış politikalar sonucu – enerji ve tarım ürünleri ithalatı yönünden bağımlı hale geldiğimiz Rusya ile yine tarım ürünleri aldığımız Ukrayna arasında yaşanan bu savaşın ülkemizi çok olumsuz etkileyeceği açıktır. Daha şimdiden Türk Lirasının en çok değer yitiren ikinci para olması bunu göstermektedir. Öte yandan; savaş halindeki her iki ülkenin de Karadeniz’e kıyısı olması ve Ukrayna’yı kışkırtan ülkelerin deniz yolu ile yardım göndermeye kalkışabilecekleri olasılığı da, Boğazlara egemen olan ülkemizi doğrudan ilgilendirmektedir.

Nitekim ortaya çıkan savaş hali, 20 Temmuz 1936’da Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük öngörü ve diplomatik ustalıkla 10 ülkeyi (Türkiye, İngiltere, Sovyetler Birliği, Fransa, Avustralya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya) masaya oturtarak imzalattığı Montrö Boğazlar Sözleşmesi kapsamındadır ve Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkeler bu barış denizine savaş gemisi sokamayacaklardır. Bu Sözleşme ile Büyük Atatürk 86 yıl önceden bölgede gelişebilecek büyük bir savaşı, belki de 3. Dünya Savaşını önleme başarısı göstererek dehasını bu konuda da ortaya koymuş, Montrö’yü her fırsatta küçümseyenleri mahcup etmiştir.

Keza, Atatürk’ün emperyalistleri bölgeye yaklaştırmamak için komşularımızla imzaladığı 9 Şubat 1934 tarihli -Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya arasındaki- Balkan Antantı ve 8 Temmuz 1937 tarihli -Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasındaki- Sadabat Paktı’nın ne kadar önemli antlaşmalar olduğu da -2. Dünya Savaşından sonra- son 30 yılda yaşananlarla da kezlerce ortaya çıkmıştır. Balkan Antantı olmayınca -başta Yugoslavya- Balkanlar, Sadabat Paktı kalmayınca da Irak başta olmak üzere diğer komşularımız ateş hattında kalmışlar, büyük acılar çekmişler, bölünmüşler, emperyalizme yem olmuşlardır.

Kurtardığı vatan, kurduğu Cumhuriyet, yarattığı çağdaş ülke yanında, adeta bir kâhin gibi geleceği görerek, Dünyanın 2. Paylaşım Savaşına koştuğu günlerde imzalanmasını sağladığı bu 3 antlaşma ile ülkesini (ve bölgesini) korkunç felaketlerden koruyan, tartışmasız bütün dünyanın saygı ve hayranlık duyduğu böyle büyük bir DEVLET ADAMI ve DAHİ’ye kendi ülkesinde kimilerince AYYAŞ denebilmiş olması, ilke, devrim ve eserlerinin yok edilmeye çalışılması ne büyük talihsizlik, ne ürkütücü aymazlık, ne tarifsiz acıdır!

Ülkemizi yönetenlerin –ve tabii yönetme iddiasında olanların da- yaşananlardan ders almasını, komşularla dostluk ve barışa dayalı ilişkiler kurmanın, emperyalistlerle mesafeli, başı dik, bağımsız, Atatürkçü dış politika uygulamanın önemini kavramalarını beklemek hakkımızdır.

Atatürk’ün 1 Aralık 1921 tarihli Meclis konuşmasındaki

  • Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı, bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı
    heyet-i milliyece mücadeleyi öngören bir mesleği takip eden insanlarız.”

sözleri hiç akıldan çıkarılmamalıdır.

  • Türkiye ne ABD, ne Rus emperyalizminin yanında olamaz, olmamalıdır.

TBMM duruma el koymalı, aktif tarafsızlık politikası uygulanmalıdır.

Ukrayna sorununun en öğretici yanlarından biri de; uluslaşmanın gerçekleştirilememesinin ve ulus devlet güvencesinin kazanılamamasının nelere mal olduğunun görülmüş olmasıdır. Bu noktada Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” özdeyişi ile ifade ettiği MİLLET tanımının ne denli yaşamsal önemde, uluslaşma ve ulus devlet olma çabasının ne kadar yerinde ve vazgeçilmez olduğu artık herkes tarafından ve mutlaka belleklere kazınmalıdır. Hiçbir gerekçe ile ulusal bütünlüğümüz, iç cephe birliğimiz zedelenmemeli, Ulusumuz’u kutuplaştırıcı politikalardan kesinlikle kaçınılmalı, uluslaşma hedefinden asla uzaklaşılmamalıdır.

Dış politikamız;

  • BOP’un ülkemizi bölme amacı açık bir emperyal proje olduğu,
  • ABD’nin Türkiye’ye “stratejik müttefik” gibi davranmadığı,
  • NATO’nun artık bir savunma örgütü olmaktan çıkıp Batı Emperyalizminin saldırı aygıtına dönüştüğü,
  • Rusya’nın da yayılmacı emelleri olan bir devlet olduğu gözetilerek oluşturulmalıdır.

Atatürk’ün “YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ” ilkesi ancak böyle hayata geçirilebilir.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ elbette; amasız, fakatsız, en gür sesiyle “SAVAŞA HAYIR!” diyor. Ama bununla yetinmiyor…

Filler tepişirken ezilen çimen olmamanın yolunu Atatürk’ün yüz yıl önce gösterdiğini hiç unutmamamız, başka rehber, farklı yol aramanın beyhude ve çarenin YENİDEN KEMALİST CUMHURİYET olduğunu görmemiz gerektiğini de ekliyor.

  • YAŞASIN ANTİEMPERYALİST TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE !

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ  GENEL MERKEZİ
EMPERYALİZME BEL BAĞLAMANIN ACI SONU VE ATATÜRK DEHASI – ADD

Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı‘nın 44. Yılı Kutlu Olsun!

Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı’nın
44. Yılı Kutlu Olsun!


Dostlar,

Türkiye’mizin içine sürüklendiği denetimli (kontrollü) karmaşa (kaos) ortamında bu konuyu geçen ve önceki yıl olduğu gibi hakkıyla işleyemedik..

Kıbrıs Barış Harekatı‘nın 43, 42, 41, 40. ve 39. yılında sitemizde yayımladığımız yazılarımızı
bir kez daha sunuyoruz. Hala günceller çünkü. Ama eklemelerimiz olacak elbette :

Dileriz zaman aleyhe işlemesin.. Ancak sanırız tersine oluyor..
O acılı – kanlı – kırımlı dönemi yaşayan Kıbrıs Türkü soydaşlar yaşlanarak birer birer sonsuzluğa göçüyorlar. Yeni kuşaklar o acılı süreçlerle yeterince özdeşim (empati) kurmaktan çooook uzaklar.. Buna şimdiki KKTC Cumhurbaşkanı Bay Mustafa Akıncı da dahildir ne yazık ki!

KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti Federasyonu” ndan söz etmekte.. BM Güvenlik Konseyi’nin de bu çözüm önerisinden mutlu olduğunu eklemekte. Oysa birlikte yaşamı olanaksız kılan, Ada Türklerine soykırım yapmaya girişen Kıbrıs Rumları idi. Kıbrıs Devletinin Türkiye – Yunanistan – İngiltere’nin güvencesinde (garantörlüğünde) kurulduğu (Zürih ve Londra Anlaşmaları bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı, toplumsal   alanda otonomi ve çözümün Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından garanti edilmesi ilkelerine dayandırılmıştır.) 16 Ağustos 1960’tan bu yana ENOSİS peşinde olan Yunanistan ve kışkırttığı Ada Rumları bu topraklarda Ada Türklerine yaşam hakkı tanımamışlardı (Akritas Planı). 1974’e dek nice şehitler vererek çok büyük bir özveri ve Anavatan Türkiye’nin desteği ile Ada’daki Türk soydaşlar mutlak bit etnik temizlikten, soykırımdan kurtarıldılar.

21 Aralık 1963’te Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs Türk toplumuna karşı kapsamlı ve sistematik şiddet politikasına geçmiştir.

Başpiskopos Makarios, Rum silahlı güçlerine ve çetelerine Ada’da
tek 1 Türk’ün bile canlı bırakılmaması ve bu soykırımın Türkiye yetişemeden bitirilmesini emreden “Standing order” yayımlamıştır.

1974’te ise eylemli (fiili) bir darbe ile Türkler yok edilerek (tam bir jenosit girişimi!) tüm ada Rum Devletine dönüştürülsün ve ardından Yunanistan’a katılsın (ilhak, Enosis) kurgusuyla askeri darbe başlatıldı ve Türkiye, İngiltere ile görüşerek (Başbakan Ecevit hemen Londra’ya giderek) “askeri barış harekatı” yapmak zorunda kaldı. Bu askeri barış harekatı, çok net olarak uluslararası  hukuka uygun, yukarıda değindiğimiz Londra – Zürih garantörlük anlaşmalarına dayalı idi.

GKRY, kendisini Kıbrıs Devleti olarak sunuyor ve ikiyüzlü AB de Güney Kıbrıs’ı tüm Ada adına AB’ye tam üye alıyor. 2004 Annan Planı tam bir trajedi idi. Türkler kabul etmesin diye çooook çaba gösterildi. Biz de o dönemde ADD Genel Başkan Yardımcısı/Vekili olarak Ada’da
epey çalıştık. Aşağıdaki konferansları verdik, radyo-TV konuşmaları yaptık..

KIBRIS_konusmalarimiz

Ancak beklenmeyen bir gelişme oldu ve Türk tarafı kendi idam fermanı olan Annan Planı’nı (Dönemin BM Genel Sekreteri Ganalı diplomat Kofi Annan) onaylarken, Rum kesimi
“yetersiz” bularak reddetti ve binlerce sayfalık kapsamlı, çok ayrıntılı Plan kadük oldu!

Rahmetli ve kahraman yurtsever Rauf Denktaş, kurucu Cumhurbaşkanı idi KKTC’nin. Vargücüyle savaştı bağımsız bir Kıbrıs Türk Devleti için. Dönemin T.C. Başbakanı Bay RTE ise, KKTC 2. Cumhurbaşkanı Talat Mat ile telefon görüşmeleri basına sızdırıldığında Denktaş’ın tasfiye edilmesi ve Annan Planı’nın onanması için çırpınıyordu. 41. yıl anmalarında Lefkoşe’de konuşurken ise geçmişteki bu “…….. ” (yazamıyoruz… oto-sansür uyguluyoruz.. çünkü Türkiye tam bir demokrasi ülkesi!!??) davranışını unutmuş görünüyordu..

Kıbrıs’ta çözümü, barış zamanları perçinleyerek üretmiştir :
2 ayrı devlet! 
2 bölgeli, egemen, tam eşit, bağımsız…

Başkaca zorlamalar, 1963’lerde başlatılan Rum kırımı – assimilasyonu süreçlerini sil baştan başlatacaktır.. Bir kez daha, kritik kararlarda oy kullanacak Kıbrıs Türkü ve KKTC’de yaşayan yüz bini aşkın Türkiye vatandaşına anımsatmak isteriz..

“Tarih terkerürdür..” sözü, ondan ders çıkarmasını beceremeyen aptallar için geçerlidir.
Ortada bu nitelikte kim, hangi kesim var??

Bir kez daha Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı’nın kutlu olmasını dileriz 43. yılda..
Başbakan Ecevit’in görkemli başarısını, yürekliliğini ve kararlılığını şükranla anarız.
Harekat’ın şehidi ve gazisi Kıbrıs ve Türkiye Türklerini saygı ve minnetle anarız.

Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilat TMT’nin özverili savaşımcılarını – direnişçilerini,
şehit ve gazilerini ödenemez bir borçla eğilerek selamlıyoruz.

Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş‘ı özel 2 kahraman olarak ayrıca gönülden selamlıyoruz.

KKTC’li gençler yakın tarihi “dürüst – içten” kaynaklardan okumalıdır. Örn. merhum Denktaş’ın “KIBRIS GİRİT OLMASIN” adlı kitabı ciddi bir kaynaktır ve dikkatle okunmalıdır. KKTC, tüm KKTC halkına gerçekçi bir tarih bilinci kazandıracak sürekli eğitim vermelidir içtenlik ve sadakatle. Yaşanan çoook acı çatışmaların, soykırım girişimlerinin müzeleri açılmalı, yayınlar yapılmalı, filmler, TV programları yapılmalıdır.

Bu bağlamda yazdığımız öbür yazıya şu adresten erişilebilir :

Türker ERTÜRK : Kıbrıs’ın Dünü ve Bugünü ve bizim katkılarımız..
http://ahmetsaltik.net/2014/07/20/turker-erturk-kibrisin-dunu-ve-bugunu/

Bir de kapsamlı power point sunumumuz var…

Kıbrıs sunuları, 20-23 Kasım ve 8-9 Aralık 2003

Bu önemli çıkarma harekatı, barış harekatı, emperyalizmin gözetiminde Kıbrıs Türk’ü soydaşlarımızın soykırımının engellenmesi Türkiye ve insanlık adına ne büyük olaydır!

Bu yıl, 15 Temmuz 2017 darbe girişiminin gölgesinde kalmadı bereket.

Ordumuz, her türlü yıpratmanın dışında tutulmalıdır..

Kıbrıs şehitlerimizin ve gazilerimizin, merhum Başbakan Ecevit‘in, kahraman Rauf Denktaş‘ın.. emek ve can – kan veren herkesin emeklerine saygılı ve vefalı olmak zorundayız.

Hiçbir kalıcı güvence sağlamadan GKRY’ne toprak bırakma haritaları vermek aymazlık değilse ihanettir! Hele dip Karpaz’ın! Hem stratejik coğrafik olarak hem de o bölgedeki deniz altı petrol ve doğalgaz rezervleri için.. Bu alanlar, GKRY tarafından münhasır ekonomik alan ilan edilecek ve benzetmek uygunsa 2. Musul faciası / aldatmacası yaşanabilecektir.

KKTC halkı soydaşlarımızı ve KKTC Cumhurbaşkanı Bay Mustafa Akıncı’yı uyarmak hem boynumuzun borcu hem ödevimizdir. Sorun salt KKTC ve halkı ile sınırlı değildir; Türkiye’nin güvenliği ve geleceği ile birinci dereceden bağlantılı stratejik ötesi bir önemdedir.

*****

44. yıl için ekleyeceğimiz; AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kıbrıs bağlamında ne yapacağıdır? Ege’deki çok sayıda ada – adacık – kayalık formasyonlarının sessiiiiiiiiiz sedasız, ama içeride bunca kez sorulup isyan edilmesine karşın Yunanistan’a bırakılması asla kabul edilemez ve Kıbrıs içinde çok ciddi kaygı uyandıran bir durumdur.

GKRY artık AB üyesidir Batı’nın ikiyüzlü iğrenç siyasetinin ürünü olarak.. Üstelik yürürülükteki uluslararası andlaşmalara aykırı olarak.

Batı çemberi daraltıyor bir yandan da.. Örn. Kıbrıs’ta “adım atılmaması – ilerleme sağlanmaması” (!?) durumunda, yeşil pasaportlu kamu görevlilerimiz bile vizesiz giremeyecek AB ülkelerine..

Türkiye, Kıbrıs’taki haklılığını uluslararası çevrelere ve kamuoyuna haklılığını anlatmada daha etkili politikalar gütmek zorunda. Öte yandan Türkiye ve KKTC’deki gençlere tarih bilinci kazandırmak zorunda. Bunları yapmazsa yalnızlaştırılarak soyutlanabilir; içten – dıştan kuşatılarak baskı altında kalabilir, eli – direnci çoook zayıflayabilir ve…

Sevgi ve saygı ile. 20 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Yazının pdf biçimi : Kıbrıs_Mutlu_Baris_Harekati‘nin_41._Yili_Kutlu Olsun

*************

Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı‘nın 40. Yılı Kutlu Olsun!

Dostlar,

Bu gün, 20 Temmuz 2014, 20 Temmuz 1974′te başlatılan Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı‘nın
40. yılı.. Rahmetli Başbakan Ecevit’i bu yiğit kararından dolayı
ne denli kutlasak ve şükranla ansak azdır. Bu sınırlı askeri harekat, Kıbrıs’ta
Başpiskopos Makarios buyruğuyla başlatılan Türk soykırımını durdurmuştur.

İkiyüzlü Batı tüm bunları görmezden gelmekte, Ada’da 9 yıl sonra 15 Kasım 1983’te ilan edilen KKTC adlı Türk devletini tanımamakta, kendi kanlı ellerini – tarihini gözden kaçırarak örneğin Türkiye’den olmadık bir Ermeni soykırımının hesabını sormaya kalkışmaktadır! (Bkz. http://ahmetsaltik.net/ermeni-soykirimi-emperyalist-iftira/, 21.5.13)

İsrail siyonizminin (Yahudi Irkçılığının) BOP = Büyük İsrail Projesi bağlamında Gazze’de onyıllardır sürdürdüğü Filistinli soykırımını ve etnik temizliği, BATI EMPERYALİZMİ İsrail’in kendini savunma hakkı olarak görebiliyor! 7 Temmuz 2014’te başlatılan son saldırıda 300’ü aşkın masum Filistin’li karadan – havadan ve denizden sürdürülen İsrail askeri saldırısı ile katledildi..

Kıbrıs’ta da yıllaca Türkler Batı destekli Rumlarca katledilerek Ada Türklerden arındırılmaya ve Yunanistan’a bağlanmaya (ENOSİS) çalışıldı.
1974’te Nikos Samson darbesiyle bu kırım doruğa ulaştı ve kritik eşiğe tırmandı.

TMT (Türk Mill Mukavemet Teşkilatı) yiğitçe savundu Türk soydaşlarımızı.
Dr. Fazıl Küçük ve Av. Rauf Denktaş unutulmaz halk kahramanları oldular..

Bu sorun hazin ve uzun bir öyküdür, duygusallıkla değil, bilgi birikimi ve
ustalıklı bir yurtsever diplomasi ile çözülebilir.

Ancak hazin hazin teslim edelim ki                   :

  • Musa’nın ve İsa’nın çocukları Muhammed’in çocuklarını sürekli olarak pataklıyorlar tarih sahnesinde. 

Niye acaba?

Muhammedin çocukları (Müslümanlar) İslam dinini doğru anlayamadılar, doğru uygulayamadılar ve yozlaştırdılar; bu yüzden de bilimsel – teknolojik bakımdan Batı’nın çook gerisinde kaldılar.

Onlar Hırisityanlık dininde Reform yaptılar, laik ve seküler toplum düzenine geçtiler;

  • AYDINLANMA devrimi yaparak insan aklını kör inançtan;
    bilimi de her türlü dogmadan (dinsel olanlar dahil!) özgürleştirdiler..

Dinsiz de kalmadılar..

Aydın İslam Bilginleri bu gerçeklere daha ne denli göz yumacaklar?
Bedeli masum müslümanların Batı emperyalizminin maşası olarak birbirini vahşetle öldürmesi ve Batı’dan sürekli dayak yiyerek yersiz-yurtsuz-yoksul-geri-sefil ve
Batı’nın apaçık post-modern sömürgesi olmak oluyor..

Öncü İslam bilginlerinin İSLAMDA REFORM kapısını derhal açmaları gerekiyor.

**************

Kıbrıs konularında uzman, değerli dostumuz, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı
Sayın Ahmet Göksan’ın yazılarının okunmasını diliyoruz.

Bu başarıda çoook  emeği olan Kıbrıslı mücahit kardeşlerimizi, TMT’nı,
Başbakan Ecevit ve Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı, TSK ve şehit – gazilerimizi ödenmez bir borç ile saygı ile selamlıyoruz. Kıbrıslı soydaşlarımızın yaşam hakkı
ve bağımsız devlet olma hakları sonuna dek korunmalı ve uygar (!?) dünyaca da
artık tanınmalıdır.

Bu konuda geçtiğimiz yıl ve önceki yıl sitemizde yayımlanan makalelerimize bakılmasını öneririz :

  • Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı’nın 39. Yılı..
    http://ahmetsaltik.net/2013/07/20/kibris-batis-harekatinin-39-yili/, 20.7.2013

Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı’nın 40. yılı kutlu olsun!
Kazanımları mutlaka ama mutlaka korunsun,
AKP hükümeti ve RTE’ce asla heba edilmesin!

Sevgi ve saygı ile.
20.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Where have all the flowers gone?

Artık Türkiye’yi de siz eklersiniz !!! 😢

(AS : Bizim katkımız dosyanın altındadır..)

Where have all the flowers gone?

 This is a traditional Pakistani dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/133.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/226.jpg
These are Bangladeshi dresses….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/320.jpg
Not these….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/421.jpg
These are Afghani dresses….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/510.jpg
Not these….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/68.jpg
This is an Indian dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/72.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/81.jpg
These are Iranian dresses….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/91.jpg
 Not these….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/101.jpg
This is a Malaysian dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/1110.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/1211.jpg
This is an Indonesian dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/134.jpg
 Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/141.jpg
 This is an Iraqi dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/151.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/161.jpg
 This is a Syrian dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/171.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/181.jpg
This is a Moroccan dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/191.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/20.jpg
This is a Tunisian dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/2110.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/22.jpeg
At one end we have colourful examples of cultural diversity,  
and at the other we have a misogynistic view…… 
that seeks to conform and darken women of the entire planet.  
Clearly, once upon a time, these colourful dresses were created by women for themselves.   
This is a disease that is spreading across the world. 
==========================

Dostlar,

Bu emekli ve değerli görsel dosyayı bize ulaştıran dostlarımıza teşekkür ederek sitemizde paylaşıyoruz..
Bir yandan İslam ülkelerinin karanlıktan çık(a)mamaları için türlü oyunlar sergileyen, bir yandan da İSLAMOFOBİ üzerinden bu kesime diyet ödeten, deyim yerinde ise sille  – tokat pataklayan Batı emperyalizmi bu kadın giysileri tuzağını da tezgahlayıp pazarladı ne yazı ki.. Kimi İslam ülkelerinin zavallı ve güç düşkünü aciz işbirlikçileri ise iktidar uğruna buna zaten dünden teşne idiler..
Bu gidişle İslam dünyası belki de 100 yıl sonra bile ilkelliğinden kurtulamayacak.. 57 islam ülkesinde 1,5+ milyar nüfus var ama tümü birden 82 milyon nüfuslu Almanya’nın dışsatım (ihracat) rakamna erişemiyor..  

Dileriz Türkiye’de, başta Seyyid Kutup – The US Green Line projesinin dış güdümlü müritleri olmak üzere tarikatlar ve Devlet aklını başına bir an önce alır da Türkiye laik – seküler düzenini daha çok yıpratmadan korur, geliştirir.
Demokrasi için bu koşul olmazsa olmaz..

İslam ortaçağından kurtuluşun başka hiçbir yolu ve yordamı yok, yok, yok, yok… ve olmayacak da.. Yakın tarihe bakın, Avrupa bu gerçeği yüzlerce yıl süren çoooooook kanlı mezhep savaşlarından sonra anladı.. Müslümanlar dünyayı yeniden mi keşfedecek??

Sevgi ve saygı ile.
07 Ocak 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Savaş sırasında savaş uçağı siparişi!

Savaş sırasında savaş uçağı siparişi!

portresi

Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com  

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

  • Öncelikle Cumhuriyetçilerin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlarım.

Türkiye, daha doğrusu AKP iktidarı, 2018 yılında ilk teslimatını alacağı F-35’ler için 2. parti sipariş verme kararı aldı. 2. sipariş F-35 uçakları, Türkiye’ye 2021-22’de teslim edilecek.

Şimdi biri Osmanlı tarihinden öbürü yakın tarihten 2 örnek verelim :

İngiltere Osmanlıyı parçalamaya karar vermiş. Osmanlı kendisini savunmak üzere İngiltere’ye iki savaş gemisi siparişi vermişti. Parasını ödediği halde, İngilizler, gemileri Osmanlıya teslim etmemişlerdi. Reşadiye ve Osmanlı Zırhlılarını Osmanlıya teslim etmediler.

İkinci örnek bizim dışımızdan. Ruslar Fransa’ya iki savaş gemisi sipariş etmişlerdi. Rusya parasını ödediği halde, gemilerin de yapımı bitmiş olmasına karşın Ruslara teslim etmediler.

Birinci örnekte neden; zaten Osmanlıyı parçalamaya karar vermişlerdi. 2. örnekte de, Batı Rusya’ya karşı topyekûn soğuk savaş ilan etmişti.

Tunç kanun; savaşa hazırlık, barış döneminde yapılır.

Dönelim bizim Amerika’ya 2. parti F-35 Savaş Uçağı siparişimize…

F-35 savaş uçaklarını biz kime karşı kullanmak üzere satın alıyoruz?

Yanıtı biliyorsunuz. Bizi parçalamaya karar vermiş ülkelere karşı kullanacağız.

2022’de uçakları ABD teslim eder mi, yoksa o uçakları bize karşı mı kullanır bilmem, ama sipariş verenlerin, strateji, tarih ve savaş bilgilerinin yetersiz olduğu kesin.

Çinlilerden alınacak hava savunma sistemleri ihalesini, Çinlileri dört yıl oyaladıktan sonra kim iptal etmişti? Üstelik adamlar bize türbin ve yakıt teknolojisi vermeyi vaat ediyorlardı.

  1. Abdülhamit ordudan korkusundan, 33 yıl boyunca, orduyu modernize etmemiş, savaş ve teknoloji yeteneği kalmayan Osmanlı, on yıl içinde topraklarının yarısı yitirmişti. Şimdi Abdülhamitçiler çıkmış, İttihatçıları suçluyor, 33 yılı harcayan Abdülhamit’i kutsuyorlar.

Tıpkı II. Abdülhamit gibi, 15 yıldır iktidarda Orduya yapmadıklarını bırakmayan bu iktidarın, şimdi tek yapacağı iş ABD’ye savaş uçağı sipariş etmek oluyor.

Hani yerli savaş uçağımız olacaktı?

Eğer kaygımız vatansa, şimdilik bunları bir yana bırakıp ne yapılabiliriz, onu düşünmeliyiz.
Bir yandan yeli üretime hız verirken, öbür yandan kimi fabrikalarımızı silah üretecek duruma dönüştürmeliyiz.

ABD dışındaki ülkelerden teknoloji satın alıp o teknolojiler üzerinden yeni savaş teçhizatları (AS: donanımı) üretmeliyiz.

Hızla yeni ittifaklar yaparken, savaş teçhizatları alımı yoluna gidilmelidir. Çin, Rusya ve Hindistan ile bu konuda işbirliği yapmalıyız.

İlk kalemde akla gelenler bunlardır. Ancak esas olan iradedir. “Üreteceğim!” demek gerekir.
Ve üretimin gereğini yapmak gerekir. (29.10.2016)

============================================

Teşekkürler değerli dostumuz Bülent Esinoğlu..

Savunma Sanayisi Müsteşarlığı‘nın kritik işlevleri olduğunu görüyoruz bir kez daha..
Batı emperyalizmi ile karşı karşıya gelince, ambargonun da ayak seslerini duyuyoruz.
Batı emperyalizmi ile “STRATEJİK MÜTTEFİK”cilik oynamanın sonuna gelinmiştir.

1952’de NATO’YA kabulümüz ile başlayan maskeli balo, 21. yy’ın şafağında, 2016’larda,
IRAK-SURİYE-GÜNEYDOĞU TÜRKİYE’de SON TANGO ile gerçekle yüzleşmekte.

Üstelik Batı emperyalizminin kurdurup iktidar eylediği, özel misyonlar yüklediği, 15 yıldır tee tepe kullandığı bir siyasal iktidar döneminde!.

İşte bu “real politik” dedikleridir ve bir halkın – devletin BEKA REFLEKSİDİR!
Meşru savunma tepkisidir, yaşama içgüdüsüdür, “raison d’etat” dır (devlet aklı).
Her-kesi ama her-kesi terbiye edip hizaya sokar..
Bu, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kadim birikiminin, direnişinin utkusudur..

Dileriz AKP kadroları ve Erdoğan, gerekli ve zorunlu tarihsel – diyalektik çıkarımları artık  bu son dönemeçte yapar ve Cumhuriyetin temel değerleriyle sonuçsuz kavgayı sonlandırarak yeminlerine sadık, ahde vefalı, dürüst olurlar. Bunda hepimiz için “mutlak hayır” vardır..

Cumhuriyet karşıtlarına çağrımızdır; daha iyi başkaca bir çözüm 21. yy’da yok-tur!

80 milyona DOSTLUKLA kollarımızı ve gönlümüzü açıyoruz..

En büyük bayramımız kutlu ve mutlu olsun!
YAŞASIN ATATÜRK – TÜRKİYE CUMHURİYETİMİZ!

Sevgi ve saygı ile.
29 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bülent ESİNOĞLU : “Yol haritaları ve kriz sarmalı!” ve çağrışımlarımız..



Dostlar
,

Sn. Bülent Esinoğlu aşağıdaki yazısında gerçekten “kritik” değerlendirmeler yapmakta.

AKP iktidarda kalarak –ABD ve AB’nin tüm istemlerine uyarak- örtük dinci – faşist gündemini yaşama geçirmenin, iktidar olanaklarından sonsuza dek her türlü yolsuzluk dahil yararlanmanın peşinde. ABD’nin Davutoğlu ile çalışmak için sabırsızlandıklarını açıklaması ne anlama gelmektedir?

HDP dışı muhalefet de ABD-AB’nin gözünden düşmemek,
iktidar sırasının gelmesi için tam bir teslim oluş içinde..
Yıllarca kanlı savaşım verilen Batı maşası PKK’yı yasallaştırmak ne demektir?

2015 seçimleri için -öne alınmazsa- şimdiden ABD-AB diyeti tahsil etmiş;
iktidar – muhalefet de peşinen ödemiştir.

Acı faturayı da ülke ve halk ödüyor..
Artık son dönemece ya da son hamleye sıra gelmiştir.

Batı emperyalizmi, SEVR’den 92 yıl sonra Türkiye’ye “Şah” demektedir!

“ŞAH”, Misak-ı Milli kutsalına dokunulması ve özyurt Anadolu toprağından güneydoğuyu kopartarak Sevr’in eylemli olarak uygulamaya geçilmesidir.

Muahalefet – yurt savunması “doğrudan” halkın sırtındadır.
PKK’yı terör örgütü olmaktan çıkaran altı maddelik yasa‘nın (6551sayılı) RG’de yayımından sonraki 60 gün içinde AYM’ne götürülmesi için 110 milletvekilinin bulunması zorunludur. Yurtsever milletvekili Sn. Prof. Dr. Süheyl BATUM,
bu bağlamda da ilk imzayı vermiştir.. Sn. Emine Ülker Tarhan’ın adaylığında olduğu gibi..

  • AKP, CHP, MHP hatta HDP’den VATAN BÖLÜNMESİNE RAZI OLMAYAN, 
  • “TEK VATAN” içinde çözüm arayan 110 imza Türkiye için “kritik” ve
    ivedi duruma gelmiştir.

Söz konusu yasa 16.7.2014 günü, 29062 sayılı RG’de yayımlanarak yürürlük almıştır.
Bu sitede o günlerde de uyarı yazılarına yer verilmiştir

Bölücü yasanın adı da tam bir tuzaktır : (6 maddelik yasa metni en alttadır..)

“TERÖRÜN SONA ERDİRİLMESİ VE TOPLUMSAL BÜTÜNLEŞMENİN GÜÇLENDİRİLMESİNE DAİR KANUN”..

Bu gün 34. gündür.. 26 gün kalmıştır 110 milletvekilinin imzası ile AYM’ne
(Anayasa Mahkemesi) iptal başvurusu için.

Herkesi ivedi yurt göreve çağırıyoruz..

Sevgi ve saygıyla.
26.8.2014 (07.25), Maçka – Trabzon

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

===========================================

Yol haritaları ve kriz sarmalı!

portresi

Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com, 28.8.204

PKK’yı terör örgütü olmaktan çıkaran altı maddelik yasa (6551sayılı)
Meclis’ten geçince, siyasal iktidar, CHP’yi kendi suçuna ortak etmiş olmanın mutluluğunu yaşadı.

Bu sevinçle, bu yasaya dayanan yeni yol haritaları ve yeni kurul ve kurumlar oluşturma çabasına girdi. İzleme Komitesinin belirleneceğini açıkladı.

Bu yasa nedeniyle, gerek CHP’nin tabanında, gerekse MHP’nin tabanında öncülerde, çok yoğun bir huzursuzluk başladı.

  • PKK’yı terör örgütü olmaktan çıkaran yasayı,
    CHP Anayasa Mahkemesine götürmeyeceğini bildirince
    ,
    tüm umutlar Meclis dışı muhalefete kalmış oldu.

PKK’nın güneydoğuda devlet gibi davranıyor olmasını Anayasal zemine oturtmanın adı; “yol haritası” olarak isimlendirildi.

Bu yolun sonunda, Birleşik Kürdistan’a varacağını uman PKK,
gidişattan çok memnun.

Aslında yol haritasını PKK önceden çizmişti. Şimdi AKP ve CHP o yol üzerinden yürümeye devam ediyor. PKK’nın yol haritası ise; biraz müzakere biraz silah olduğundan, güvenceye alınmış bir yoldur.

Yazımın başlığına “Kriz sarmalı” adını vermiştim.
3 krizi bir arada yaşayacağımızı söylemek gerekir.

Birinci kriz vatan krizidir. Çünkü ülkemiz, toprak yitirmekle karşı karşıyadır.

İkinci kriz; Siyasal iktidarın IŞİD’a verdiği desteğin ülkemize yayılıyor olmasıdır.
Bu krizin, sosyal krizi de, bünyesine alacağı kesindir.

Üçüncü kriz ise; içinde bulunduğumuz bu karmaşa nedeniyle, çok yüksek faiz bile versek, Batıdan sermaye akışının duracağı veya azalacağıdır.
Avrupa’nın yaşamakta olduğu krizi de, buna eklersek, sıcak para akışının
daha da sıkıntılı olacağı anlaşılır.

Vadesi gelmiş borçların, yeni borç alınmaksızın ödenmesi olanaksızdır.
Zaten ekonomik kriz de buradan başlar. 60 milyar $ cari açık, 230 milyar $
2014 yılında ödenmesi gereken borç var.

Cari açık döviz açığıdır. Yani yabancı paradır.
Dışa bağımlı sanayinin sürmesi, yarı mamul alınması içim döviz gerekir.

Ülke bu krizlerin içine, şu 3 saldırı sonucunda geldi :

1. Cumhuriyete saldırı
2. Laikliğe saldırı,
3. Güneydoğuyu Türkiye’den koparma saldırısı yani
“Açılım ve Ordu’ya Ergenekon saldırısı”

Amerika, Avrupa ve iktidarın birlikte hazırladıkları yol haritası,
bu 3 saldırı ile yaşama geçirildi.

Muhalefetin iktidara, hem program hem de uygulamalar açısında çok benziyor olması, umutsuzluğun artmasına neden olmaktadır.

Umutsuzluğun asıl nedeni; bu siyasal iktidarın yarattığı sorunları çözebilecek bir seçeneğin olmamasıdır.

Varolan partilerin programlarıyla Türkiye bu çıkmaza girmiştir.
Aynı programla çıkmazlardan çıkılamaz.

Borç almadan borç ödeyebilecek düzeni oluşturmaya mecburuz.
Aksi takdirde, toprak kaybına uğrayacağız. Zaten Bulamaç ve Eşek adaları başta
olmak üzere, 16 adamıza Yunan bayrağı ve Yunan askeri yerleşmiş durumdadır.

Öyle bir muhalefet ile karşı karşıyayız ki, bu adaların iktidarın göz yumması sonucunda işgal edildiğini dahi gündeme getirmemektedirler.
Çünkü onlar da olaya aynı göz ile bakmaktadırlar.

AKP iktidarından önceki yıllarda böyle bir durum olsa,
Genelkurmay açıklama yapardı.

AKP böyle durumlara Ordu’nun vesayeti dediğinden,
Genelkurmay da, hükümetten izin almadan açıklama yapamıyor.

Anlayacağımız, toprak ayağımızın altından çekilecek, ama haberimiz olmayacak.
Bu kadar AKP propagandasının arasından gerçeği görmek ve onu açıklamak
artık büyük bir mücadeleyi gerektiriyor.

***********************************

16 Temmuz 2014  ÇARŞAMBA Resmî Gazete Sayı : 29062
KANUN

TERÖRÜN SONA ERDİRİLMESİ VE TOPLUMSAL BÜTÜNLEŞMENİN GÜÇLENDİRİLMESİNE DAİR KANUN

Kanun No. 6551                                            Kabul Tarihi: 10/7/2014

Amaç ve kapsam

MADDE 1  (1) Bu Kanunun amacı, terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi için yürütülen çözüm sürecine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

Uygulama, izleme ve koordinasyon

MADDE 2  (1) Hükümet, çözüm süreci kapsamında aşağıdaki hususlarda gerekli çalışmaları yürütür.

a) Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine yönelik siyasi, hukuki, sosyoekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma alanlarında ve bunlarla bağlantılı konularda atılabilecek adımları belirler.

b) Gerekli görülmesi hâlinde, yurt içindeki ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlarla temas, diyalog, görüşme ve benzeri çalışmalar yapılmasına karar verir ve bu çalışmaları gerçekleştirecek kişi, kurum veya kuruluşları görevlendirir.

c) Silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirleri alır.

ç) Bu Kanun kapsamında yapılan çalışmalar ile alınan tedbirlere ilişkin kamuoyunun doğru ve zamanında bilgilendirilmesini sağlar.

d) Alınan tedbirlere ilişkin uygulama sonuçlarını izler ve ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlar.

e) Gerekli mevzuat çalışmalarını yapar.

Yetki ve sekretarya

MADDE 3  (1) Bakanlar Kurulu, çözüm sürecine ilişkin gerekli kararları almaya yetkilidir.

(2) Çözüm süreci kapsamında yapılan çalışmaların koordinasyonu ve sekretarya hizmetleri Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tarafından yürütülür.

Kararlar ve yerine getirilmesi

MADDE 4  (1) Bu Kanun kapsamında verilen görevler, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca ivedilikle yerine getirilir.

(2) Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentleri kapsamındaki görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari veya cezai sorumluluğu doğmaz.

Yürürlük

MADDE 5  (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Yürütme

MADDE 6  (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

15/7/2014

 

Türk’e saldırıp; Türkün başbakanı olmak!

Bülent ESİNOĞLU

Bülent Esinoğlu

Türk’e saldırıp, Türkün başbakanı olmak!

Altmış dokuz yaşındayım. Türk ana ve babadan olmayım.

Öyle olmasa bile, kendi kendimi bildiğimden beri, Türk kimliği ile kendimi var bildim.

Şimdi sizin benim kimliğimi ve aidiyetimi, Fransız, ya da Yunan diye değiştirmeniz için, en az 50-60 yıl geriye götürmeniz gerekir.

Tüm kötülüklerden Türk’ü sorumlu tutup, Anayasa’dan Türk sözcüğünü çıkartınca, sorunları çözmüş mü olacaksınız?

Sorun olan Türk mü, yoksa sizin ülkenin yönetiminde olmanız mı?

Yani ben, bundan sonra, kendime Türk demeyeceksem ne diyeceğim?

  • Anayasa’dan Türk sözcüğünü çıkarırsanız geriye ne kalır?

Türkçeyi kaldıramayacağınıza göre, Türk, ne olacak ki?

Başka bir soru, Türk varlığını ne ile takas edeceksiniz?

AKP iktidara geldiğinde bazıları diyorlardı ki, Türk sorunu çıkacak..
Pek anlayamamıştım. Türklerin yaşadığı yerde nasıl oluyor da, Türk sorunu çıkar diye…

Her şeyin sorun olabileceğini düşünürdüm de,
Türk sözcüğünün Anayasa’dan çıkartılıp, sorun olacağını düşünemezdim.

Ben sol düşünceden gelen birisiyim. Yıllarca ırkçılığa karşı koymuş birisiyim.

Ama bana Fransız’sın denilmesine karşıyım.

Bu işi ben anlamakta zorluk çekiyorsam, bu işi yapmak isteyenlerin
ya aklı yok, ya da hiç dayak yememmişler.

Bir iktidarın sonu geldiğinde, saçmalama adedi artar diye varsayım var.

Demek ki doğruymuş…

İnsanlar, bir toprağı vatan yapmışlar, üzerinde yaşayanlara Türk demişler.

Dünyada var oluş şekilleri, ilişkileri, anlayışları, kültürleri hep bu Türk sözcüğün etrafında dolaşmış.

Türk olduğu için, birlikte yaşadıkları adına ölmüş, öldürmüş.

Tüm duyguları, tüm geçmişleri, hep gelmiş bu sözkcükte yaşam bulmuş.
Bu sözcüğe dayanmış.

Açlık, işsizlik, vatan savunması, dışarıdan gelen tehditlere karşı korunma sorunlarına, şimdi, Türk sorunu da girmiş oldu.

Batı emperyalizminin, Türkleri Anadolu’dan sürme düşüncesinin olduğunu biliyorduk…

Ama Türk sözcüğünü kaldırarak bunu yapmaya yeltenecek kadar aptal olacaklarını bilmiyorduk.

Kimliksizleştirmek, aidiyetsizleştirmek bu kadar mı kolay?

Kimliksizliğin ve aidiyetsizliğin sorumsuzluk olduğunun farkında mısınız?

Anayasadan Türk sözcüğünü çıkarmak isteyenlerin,
Anadolu’nun üzerine bir atom bombası atmaları gerekir.

Türk, yalnızca bir sözcük olsaydı, belki kaldırabilirdiniz.

Türk sözcüğü yalnızca Anayasa’da yazılı bir sözcük değildir.

Türk sözcüğü güvenliktir.

Savunmadır.

Dirençtir.

Ordudur.

Ruhtur.

İnşa edilmiş sorumluluktur.

En acı olanı da, Türk’e saldırıp, Türkün Başbakanı olmaktır.

Bülent Esinoğlu
19.2.13

ulusalbakis.com
bulentesinoglu@gmail.com

Nesnel Tarih Belgeleriyle “Ermeni Soykırımı” ve Atatürk’ün SÖYLEV’den Kanıtları

Dostlar,
Emperyalist Batı, bitmez psikolojik savaşını sürdürüyor bizimle.
Gene 24 Nisan ve gene 1915 senaryoları..Yazımız aşağıda..
Nesnel bilgi-belgelere dayalı, çok somut. ADD sitesinde de yayımlandı bu makalemiz eş zamanlı olarak..

Nesnel Tarih Belgeleriyle “Ermeni Soykırımı”
ve Atatürk’ün SÖYLEV’den Kanıtları..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı (24.4.12, Ankara)
profsaltik@gmail.com

1. “Soykırım” (Genocide), rastgele kullanılabilecek sıradan bir suçlama değildir. Bu ağır suçun tanımı, “BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nde yapılmıştır (Aralık 1948) . Ulusal, etnik veya dinsel bir kümenin tümüyle yok edilmesi kastıyla karşılaşmasıdır. Bu eylemin kesinleşmiş bir mahkeme kararına dayanması gereklidir. Ortada böyle bir mahkeme kararı yoktur. Ancak, Hitler Almanya’sında Yahudilere yönelik toplu öldürme eylemleri, Nürnberg Mahkemesi tarafından “soykırım” olarak kesin hükme bağlanmıştır ve hukuksal olarak doğrudur.

2. “Soykırım suçu”nun hukuksal çerçevesine gelince : Hukuksal zemini tanımlayan metin, 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesidir. Bu uluslararası hukuk metnine göre; soykırım suçunun tüzel kişilere değil, gerçek kişilere atılması gerekmektedir.
Ayrıca işlendiğinde “suç” olarak tanımlanmamış herhangi bir eylemin, geriye dönerek “suç” olarak tanımlanması, Ceza hukukunun en temel ilkelerinden olan “suçun yasallığı” ilkesine aykırıdır.
Ek olarak, eylem sahibinin bir “suç işleme kastıyla” söz konusu davranışı sergilemesi gereklidir ki, bu öge de karşılık bulmamaktadır. Aşağıda da değinildiği gibi, bir askeri zorunlukla adeta nefsi müdafa yapılarak “tehcir” zorunluğu yaşanmıştır.
Nitekim ünlü tarihçiler B. Lewis ve J. McCarty “Ermeni Soykırımı” suçlamasını bu nedenle yadsırken, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarında yaşananları bir “savaş trajedisi” (karşılıklı kırım) olarak tanımlamıştır. Sözde “Ermeni Soykırımı” suçlamaları, bunca açık hukuksal gerçeklik ve gerekliliğe karşın yine de, halkı ve ülkesiyle Türkiye’ye yükleniyor. Gerçekte bu suçlama hiçbir hukuksal geçerlik taşımayıp, sosyal psikolojik açıdan bir yansıtma, tehcir travmasına sapkın bir tepkidir.

3. I. Dünya Savaşı’nın ardından141 İttihat ve Terakki Partisi yöneticisi “Ermenilere dönük toplu katliam” suçlamasıyla 3 yıl kadar Malta’da tutuklu kalmıştır (Sevr Antlaşması gereğince). Soruşturmayı yürüten İngiltere Kraliyet Başsavcılığı, yetkili hukuksal organ olarak, sanıklara atılı suça ilişkin hukuksal kanıt olmadığından, dava açamamış, bir tür takipsizlik kararı vermiştir.

4. “Soykırım” savlarının temel dayanağı olarak son dönemlerde sunulan “tehcir uygulaması, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerinin, 1977 tarihli Ek 2 Protokolü uyarınca “askeri gereklilik” kapsamında sayılmalıdır. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ermenileri silahlanarak isyan etmiş ve Osmanlı topraklarını işgal eden Çarlık Rusya’sı ile birlikte, Rus askeri üniformasıyla savaşa katılmışlardır. Tehcir uygulaması “askeri zorunluluk ” kapsamında değerlendirilmelidir.

5. Soruşturmayı yürüten Londra’daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, işgal altındaki Osmanlı arşivinin yanında, İngiltere ve Amerika’da da bu kişiler aleyhine “hukuksal olarak geçerli” hiçbir “katliam / kırım” kanıtı bulamamıştır. Bu nedenle “kovuşturmaya yer olmadığı”
hükmüne vararak İttihat ve Terakki yöneticilerinin serbest bırakılmalarını sağlamıştır.

6. Bu sorun için doğru bir adres de Uluslararası Adalet Divanı’dır. Haksız suçlamayı hukuksal olarak çürütmek gerekir. Türkiye, Uluslararası Adalet Divanı’na, “Fransa Senatosu’nun aldığı karar yasal mıdır?” sorusunu yöneltmelidir. Şimdiye dek belli kaygılarla böyle bir girişim yapılmamıştır. Gelinen yerde artık bu girişim sonuç alıcı olabilir. Gerekli lobicilik altyapısı sağlanarak, olgunlaştırılmış
bir başvuru Uluslararası Adalet Divanı’nın önüne konmalıdır.

Atatürk Kaynakçaları Ne Diyor ?

Ermeni haber ajansı Novosti Armenii’nin yayımladığı, Mustafa Kemal Atatürk’ün ABD’li Amiral Bristol’e 7 Mart 1920’de gönderdiği telgrafı paylaşalım (Cumhuriyet, 29.08.09) :

“Topraklarımızın müttefiklerce işgal edilmesi halkımıza zarar verdi. Oysa biz Mondros Ateşkesi ile barış sağlanacağını düşünüyorduk. Durumun değişeceğini ve barış görüşmeleri yapılmasıyla ilgili
adil ve yansız kararlar alınmasını bekliyorduk. Ama kendi çıkarlarının peşinde koşanlar, Anadolu’da 20 bin Ermeni’nin öldürüldüğü yalanını uydurdu. Müttefiklerin ve Amerikan yönetiminin bu yalanlara inanmayacağını düşünüyorduk, çünkü gizli servisleri bütün Anadolu’da faaliyet gösteriyor. Herkes Maraş ve Urfa’daki çatışmalarda Türkler, Fransızlar ve onların safında savaşan Ermenilerin kayıp verdiğini biliyor.

Ama bu bir katliam değil!

Ermeni askerlerinin Müslümanlara saldırmasına yerel halkın gösterdiği direnişin doğal sonucu. Müttefikler insanlara eşit davransa, Ermenileri bazı görevlere atayıp silahlandırmasa,
çatışmalar çıkmazdı. Müttefik ordularına ve Amerikan yönetimine Ermeni katliamı propagandasıyla ilgili gerçek konusunda Dünya kamuoyunu aydınlatma ve Türk halkının adını alçak ve iğrenç suçlamalardan temizleme çağrısında bulunuyoruz.”

SÖYLEV’de Ermeni Sorunu :

Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Hey’eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. (s. 2)
Milli kuruluşlar siyasi amaç ve hedefleri Vilayet-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin kuruluş amacı da (tüzüklerinin
2. maddesi), Doğu illerinde oturan bütün halkın dini ve siyasi haklarının serbestçe kullanılmasını sağlayacak meşru yollara başvurmak, bu illerdeki müslüman halkın tarihi ve milli haklarını gerektiğinde medeniyet dünyası karşısında savunmak, Doğu illerinde yapılan zulüm ve cinayetlerin sebepleri ile bunları işleyenler ve sebep olanlar hakkında tarafsız soruşturma yapılarak suçluların sür’atle cezalandırılmalarını istemek. Yerli halk ile azınlıklar arasındaki anlaşmazlığın giderilmesine ve eskiden olduğu gibi iyi ilişkilerin sağlamlaştırılmasına gayret etmek, savaş durumunun
Doğu illerinde yarattığı yıkım ve yoksulluğa, hükümet nezdinde teşebbüslerde bulunarak elden geldiğince çare aramaktan ibaretti. (s. 3) İstanbul’daki yönetim merkezinden verilmiş olan bu direktife uygun olarak Erzurum şubesi, Doğu illerinde Türk’ün haklarını korumakla birlikte;

Ermeni göçü sırasında görülen kötü davranışlarla halkın hiçbir ilgisi bulunmadığını,

Ermeni mallarının Rus istilasına kadar korunduğunu, buna karşılık müslümanlara pek gaddarca davranıldığını; hatta verilen emre aykırı olarak, göçten alıkonan bazı Ermenilerin koruyucularına karşı yaptıkları kötülükleri, güvenilir belgelerle medeniyet dünyasına duyurmaya ve Doğu illerine dikilmiş olan hırs yüklü bakışları hükümsüz bırakacak çalışmalar yapmaya karar veriyor (s. 3)
… Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin kuruluşuna yol açan asıl sebep ve düşünce, Doğu illerinin Ermenistan’a verilmesi ihtimali oluyor. Bu ihtimalin gerçekleşmesinin de Doğu illeri nüfusunda Ermenilerin çoğunlukta gösterilmesine ve tarihi haklar bakımından onlara öncelik tanınmasına çalışanların, ilmi ve tarihi belgelerle dünya kamuoyunu aldatmayı başarmalarına ve bir de Müslüman halkın Ermenileri topluca öldüren barbarlar olduğu iftirasının bir gerçekmiş gibi kabulüne bağlı olduğu düşüncesi ağır basıyor. İşte bundan dolayıdır ki, dernek, aynı gerekçeye dayanarak ve aynı yollardan yürüyerek tarihi ve milli hakları savunmaya çalışıyor. (s. 4)

Kışkırtmalar

Efendiler, Amasya’da görüşmelere başladığımız 20 Ekim günü, alınan bilgilerin özeti şuydu: İstanbul’da, Hürriyet ve İtilaf Partisi, Askeri Nigahban Cemiyeti ve Muhipler Cemiyeti bir blok kurdular. Bu blokla, Ali Kemal ve Sait Molla gibi kimseler, azınlıkları sürekli olarak Kuva-yı Milliye aleyhine kışkırtmaya başladılar.

Rum ve Ermeni patrikleri, Kuva-yı Milliye aleyhine İtilaf Devletleri temsilcilerine başvurdular.

Ermeni Patriği Zaven Efendi, Neologos gazetesinde yayınladığı bir mektupla, son Milli Mücadele hareketinden dolayı Ermenilerin göç etmekte olduklarını ilan etti. (s. 178)

“..Şüphe edilmemek gerekirdi ki; Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür’et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul’daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi. Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etmek politikası, medeni insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi? (s. 260,261)

Doğu Cephemizde Ermenilerle Savaş Başlıyor.. Arzu buyurursanız
o günlerin doğu sınırlarımızdaki ciddi işlerine geçelim: Yüksek hey’etinizce de bilinmektedir ki, Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan beri Ermeniler, gerek Ermenistan içinde, gerek sınıra yakın yerlerde, Türkleri toplu olarak öldürmekten bir an geri durmuyorlardı.
1920 yılının Sonbaharında Ermenilerce yapılan zulümler dayanılmaz bir kerteye geldi ve Ermenistan seferine karar verildik. 9 Haziran 1920 tarihinde, Doğu bölgesinde geçici seferberlik ilan ettik. 15’nci Kolordu Komutanın Kazım Karabekir Paşa’yı Doğu Cephesi Komutanı yaptık. 1920 Haziranında, Ermeniler, Oltu’da kurulan, mahalli
Türk yönetimine karşı hareketle, o bölgeyi ele geçirdiler. Dışişleri Bakanlığımız tarafından Ermenilere 7 Temmuz 1920’de bir ültimatom verildi. Ermeniler aynı şekilde hareketlerine devam ettiler. Sonunda, seferberlikten üç buçuk dört ay kadar sonra, Ermenilerin Kötek, Bardiz bölgelerinde toplanan kuvvetlerimize taarruzu ile savaşa başlandı. Ermeniler, 24 Eylül 1920 sabahı Bardiz cephesinden baskın şeklinde yaptıkları genel bir taarruz ile başarıya ulaştılar. …

Ermeniler geri püskürtülüp girdikleri bölgelerden atıldılar. Ordumuz 28 Eylül sabahı ileri harekete geçti. … Ordu, 29 Eylülde Sarıkamış’a girdi, 30 Eylülde Göle işgal edildi. Fakat bazı sebepler ve düşüncelerle 28 Ekim 1920 tarihine kadar, bir ay, Sarıkamış-Laloğlu hattında kaldı.

Efendiler, savaş alanında verilecek emri bekleyen Doğu Ordumuz,
2 Ekim 1920 günü Kars üzerine harekete başladı. Düşman, direnmeksizin Kars’ı terk etti. Kars 30 Ekimde tarafımızdan işgal edildi. 7 Kasım tarihinde birliklerimiz, Arpaçay’ına kadar olan bölgeyi ve Gümrü’yü ele geçirdi. Ermeniler, 6 Kasımda ateşkes ve barış için müracaat etmişlerdir. Biz de ateşkes anlaşmasının maddelerini, Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla, 8 Kasımda Ermeni ordusuna bildirdik. 26 Kasımda başlayan barış görüşmeleri 2 Ocak’ta son buldu ve 2/3 Ocak gecesi Gümrü Antlaşması imzalandı. (s. 331-333)
Atatürk’ten Tarihsel Yanıt (Hürriyet – 08.05.2005)

Ermeni diasporasının son zamanlarda giderek artan soykırım iddialarını, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, uzun yıllar önce “Dünya efkârı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya
mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.” sözleriyle yanıtlamıştı. Dünyanın, Ermeni tehciri konusunda Türk devletine karşı haklı bir ithamda bulunamayacağını belirten Atatürk, o dönemde yaşananları, ”Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı.” sözleriyle anlatmıştı.

Türk Köylerindeki Ermeni Terörü

Atatürk, 26 Şubat 1921’de Amerikalı gazeteci Clanence K. Streit’in sorusu üzerine, Ermeni tehcirine ilişkin şu tarihsel gerçekleri dile getirdi:

“Düşmanca ithamda bulunanların sürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna inhisar etmektedir:
Rus Ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız bir şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu. Bu cinayetleri işleten saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah,
cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından itibaren kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ve bu maksada matuf olarak
büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinde yapıyorlardı.”

İNGİLİZLERİN İRLANDA’YA REVA GÖRDÜĞÜ MUAMELE

Büyük Önder Atatürk, Ermeni tehciri ve Ermeni çetelerinin yaptıkları katliamlar konusundaki görüşlerini de şu sözlerle dile getirmişti:
“İngilizlerin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.”

“Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı.”

“Gerek umumi harp sırasında gerek mütarekeden sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman ahaliye yapılan mezalim üzerinde durmak uzun bir hikaye olur.”

“Brest Litovks Muahedesi’nin akdini müteakip Rusların şark vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur.

Prof. Dr. NORMAN STONE’UN NESNEL TARİHSEL DEĞERLENDİRMELERİ

“Diaspora Ermenileri, ‘tarihçilerin’ soykırım davasını kabul ettiğini söylüyor. Ortada, diasporanın çizgisini onaylayan ‘soykırım uzmanları birliği’ olarak nitelendirilen saçma bir örgüt var; ancak bunlar kim ve ne tür ehliyetlere sahipler? Ruanda, Bosna ve hatta Auschwitz hakkında bir şeyler biliyor olmak, onlara 1915’teki Anadolu’yu tartışma yetkisi vermez…”

Prof. Norman Stone’dan aktaralım :

Türkler soykırım yapmadı !

Söylenmesi gereken ilk şey, ‘soykırım’ işi hiçbir zaman kanıtlanmadı. Gösterilen en iyi kanıtlar dolaylı düzeyde ve İngilizler, İstanbul’u işgali sırasında hiçbir zaman doğrudan bir kanıt ya da belge bulamadı. İngilizler, Türklere karşı kanıt bulmak amacıyla önde gelen kimi Türkleri Malta’da tutsak etti; ancak hiçbir şey bulamadılar. İngilizler, Amerikalılara bir şey bilip bilmediklerini sorduklarında aldıkları yanıt yalnızca ‘hayır’ dı. Sonuç, olduğu iddia edilen ‘soykırımın’ hiçbir zaman doğru düzgün bir mahkeme sürecine konu olmamasıdır. .. gerçek şu ki, İngiliz kanun adamları
açık bir biçimde tutsaklarını yargılamak için ellerinde yeterli kanıtın bulunmadığını söyledi..”

Gerçek şu ki, ortada bir “soykırım” kanıtı yok, bir bakıma Ermenilerin imha edildiğini gösteren hiçbir belge ortaya çıkmadı.
Ancak düzmece bir kanıt var..

Ermeniler düzmece dokümanları öne sürüyor..

Gerçek şu ki Ermeni diasporası bu iddialarını doğru düzgün bir mahkeme sürecine taşımadı.

Fransız ya da başka bir parlamentonun cevabın ne olduğuna dair hüküm vermesi açıkça kepazeliktir.

Fransa’da gerçeği haykırmaya hazırım…

“TÜRKLER, HIRİSTİYANLARI KATLEDİYOR” İDDİALARI”

1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin aldığı yaraları saramadığını gören büyük devletler, İstiklal peşinde koşan Ermenilere yardım ederek Tiflis’te Taşnak, İsviçre’de Hınçak teşkilatlarını kurmalarına ve silahlı mücadele başlatmalarına yardımcı olmuşlardı. Osmanlı Devleti’nin Balkan Harbi’nden de mağlup çıktığını gören Rusya, İngiltere ve Fransa bir taraftan Türkiye’yi aralarında paylaşma planları, diğer taraftan da Taşnak ve Hınçak teşkilatına her türlü silah ve para yardımı yapıyordu. Bu 3 devlet, Türkiye aleyhine başlattıkları çalışmaları ve 1. Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi tasfiye etme hareketlerini kendi kamuoylarına kabul ettirebilmek için kiliseleri de devreye sokarak büyük bir propagandaya girişmişlerdi.

Bu amaçla kitaplar yayınlayan ve toplantılar düzenleyen ülkeler,
”Müslüman Türkler, Hıristiyan halklara zulmediyor, onları katlediyor.
Hıristiyan halkları kurtarmak için Türkiye’yi ve Türkleri cezalandırmamız gerekiyor. İşte bu maksatla Türklere karşı harp ediyoruz.” temasını işlemişlerdi. Büyük Önder ATATÜRK, bu gerçek dışı propagandanın öncülüğünü yapan İngiliz Başbakanı Lloyd George ve Fransız Başbakanı George Clemenceau’ya şu çarpıcı sözlerle yanıt vermişti:

“Milletimiz aleyhinde söylenenler bütünüyle iftiradır. Milletimizin zalim olduğu iddiası baştan başa yalandır. Hiçbir millet, milletimizden daha çok yabancı unsurların inanç ve adetlerine riayet etmemiştir. Hatta denilebilir ki, başka dinlere mensup olanların dinine ve milliyetine riayetkar olan yegane millet bizim milletimizdir.
Fatih, İstanbul’da bulduğu dini ve milli teşkilatı olduğu gibi bıraktı. Rum Patriği, Bulgar Eksarhı ve Ermeni Kategikosu gibi Hıristiyan din reisleri imtiyaza sahip oldu. Kendilerine her türlü serbestlik verildi. İstanbul’un fethinden beri, Müslüman olmayanların mazhar bulundukları bu geniş imtiyazlar milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en büyük müsaadekar ve civanmert bir milleti olduğunu ispat eden en büyük delilidir.”

Sonuç :

• Tehcir bir zorunluluktu.
• Tehcir’de Ermenilere katliam yapılmamıştır.
• Tehcir edilenler yaşamdadır.
• Tehcir, Ermeni çetelerinin Türklere yaptığı katliamlardan doğan kin ve düşmanlıktan dolayı, bir yönüyle Ermenilerin yaşamını kurtarmıştır.
• Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşı sırasında katliama uğrayan,
asıl soykırım girişimine tabi tutulan Türklerdir.
• Türkleri ve Ermenileri, birbirlerini kırmaları için Doğu’da önce Ruslar, sonra İngilizler, Güney’de Fransızlar kışkırtmışlardır.
• Ermeni kırımı yalandır, uydurmadır, iftiradır, İngiliz propagandasıdır.
• “Ermenilere kırım yaptınız” konulu saldırılar, tarihi gerçeklere değil, siyasal emellere dayanmaktadır.
• Siyasal emel topraktır, Türkiye’nin Doğusunda “Kafkas Seddi” oluşturmaktır.
• Bu projede, Kürtçülük ve Ermenicilik birer araçtır ve paralel kullanılmaktadırlar.

Türkiye ne yapmalı ??

Prof. Dr. Norman Stone’a göre :

“Eğer Fransız yasası onaylanırsa, o zaman Türkler eyleme geçmek için hazır olmalı, aksi takdirde tazminat için devasa rakamlar ödeme riski ile karşı karşıya kalacaktır. Örgütlenmek gerekmektedir. Ben gönüllü olarak Fransa’da sıkıntı çıkarabilirim: Halka açık bir konferans vermek ve tüm “Ermeni soykırımı” tezi içinde neyin yanlış olduğuna işaret etmek benim için çok kolay olurdu -aslında sadece Veinstein’in makalesini de okuyabilirim (ya da o dönemin önde gelen ismi Alman General Bronsart von Schellendorf’un makalesini).
Fransız hükümeti muhtemelen bir süre için beni cezaevine koymak için yeteri kadar sıyırmış olacaktır (aslında bu suçu, çok sayıda Afrikalının köle ticaretine dahil edildiğine işaret etmek olan ve bazı kölelerin bu ticaretin kendilerini yamyamlıktan koruduğu için götürülmeye gönüllü olduğunu yazdığı için cezalandırılan saygın bir Fransız tarihçiye de yapılmıştı). Ancak birisinin çıkıp da, parlamentonun yetkisinin saçma bir şekilde suistimal edilmesine ve neredeyse yüz yıl önce ve iki bin kilometre uzaktaki ve dilini bugün sadece çok az sayıda insanın konuşabildiği bir ülkedeki
bir olay hakkında tarihçilere ne söylemeleri gerektiğini dikte eden bir parlamentoya karşı bir duruş benimsemesi gerekmektedir..”

Sonsöz :

Türklere dönük “soykırım suçlaması”, aslında emperyalist Batı’nın kirli bilinçaltını sözde arıtmaya dönük, iyi bilinen ama boşuna bir, “usa bürünme” (rasyonalizasyon) denen ruhsal savunma aracıdır. Zamanla ortaya çıkacak yeni belgeler ve bilim namusu taşıyan nesnel tarihçilerin çabaları, bir kez daha, çarpıtılan gerçeği boş bir eldiven gibi bu utanmazların yüzlerine çarpacaktır.