Etiket arşivi: DİNDE REFORM..

ATATÜRK’ÜN DİNE ve İSLAMA BAKIŞI NASILDI?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

İki gün sonra kendilerine Kurtuluş, Kuruluş, bağımsız ve özgür bir ülke, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan bir Cumhuriyet ve bir dizi çağdaş devrimler borçlu olduğumuz ebedi önderimiz Atamızın Samsun’ ayak bastığı 104. yıl dönümü. Fakat ben bu kez, gençlerimizin sorularından yola çıkarak Devrimlerimizin az konuşulan ve doğru bilinmeyen bir başka önemli yönünü yazmak istiyorum.

Genç vatandaşlar, “Hocam , özellikle de dinbaz çevrelerde, Atatürk’ün dinle ilişkisi ve hatta din karşıtlığı konusunda birçok olumsuz söylenti, yazı ve görsel var. Atatürk’ ün dine ve özellikle de İslam dininine bakış açısı nasıldı?” diye soruyorlar.

Özetlemeye çalışalım.
Önce işin inanç ya da iman konusunu yanıtlayalım.

Hiç kimsenin elinde insanların dindarlık derecesini ya da dinsizliğini ölçen bir İmanometre – imanölçer aleti yoktur. İbadet, sakal, bıyık, giyim – kuşam gibi ritler salt bir dış görünüştür. İnsanların iç dünyalarını İnançlarını bilen, gören ve değerlendirecek olan yalnızca Allah’tır. Gerisi zan ve dedikodudan ibarettir. Ayrıca her insan inanç ya da inançsızlığının hesabını kullara değil, yalnızca Allaha verir. Gerisi zandır ve dedikodudur, Müslümana yakışmaz. Ayrıca İyi niyetten de yoksundur. Bu nedenle,

  • Atatürk’ün inancını sorgulamak hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir.

Dindar bir vicdan, dürüst bir ahlak ve laik bir hukuk insanların inançlarını sorgulamaya fırsat vermez.

Atatürk’ün dine bakış açısını öğrenmenin en doğru yolu bu soruyu bizzat (doğrudan) Atatürk‘e sormaktır. Ancak kendisi bizlerden fiziksel olarak ayrıldığı için, bu sorunuzu Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerine bakarak yanıtlamaya çalışayım. Atatürk’ün din ve İslamiyet hakkındaki fikir ve uygulamalarını Sayın Cihan Dura‘nın ATANAME kitabının 696 -98 sayfalarından birebir aktaracağım.

ATATÜRK DİYOR Kİ :(×)

“Ben dine, gerçek dine karşı olmadım. Aksine ona (dine) gerekli değeri verdim, onu vicdanlardaki kutsal yere yükselttim.

Ben İslam alanında da vukuf (derin bilgi) sahibiyim. Kur’anı, İslam tarihini iyi bilirim. Müslümanlığı çok dikkatle inceledim. Hazreti Peygamber’in yaşamını okudum. Dört ciltlik tarih hazırlanırken 4 Halife dönemini ben kaleme aldım. Benim bu yönüm dinci ve inkarcı yobazlar tarafından hep gizlenmiştir.

Gerçek din alimlerine saygı duydum, onlarda da saygı uyandırdım. Dine ve dindarlara yaşamımın hiçbir anında saygısız davranmadım. Mili Mücadelemizde de din alimlerinden büyük destek gördüm. Beni İslam’ın kurtarıcısı” olarak anıyorlardı.
” İslam’ın halaskâr (kurtarıcı) gazisi ünvanını vermişlerdi bana..

Dinde reformdu yapmak istediğim. İslam’ı cehaletin elinden alıp ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir, dedim ve dinde yenileşmeyi, yeniden yapılanmayı gerçekleştirdim. Hurafe dinciliğini yıktım. Gerçek dine dönüşün ilk adımlarını attım.

İslam toplumunu nakilcilikten akılcılığa yöneltmek istedim.

Cağdaşlaşma yolunda ilk adımları atmasını sağladım. Dini hurafelerden (dinde olmayan ve dini bozan uydurmalardan), Arap-Acem (İran) kültüründen arındırmak, toplumu ve devleti dincilerin yönlendirmesini önlemek istedim.

İslam’ın, Allah ile aldatanlarca araç olarak kullanılmasına karşı çıktım. Müslümanla Tanrı arasındaki aracılığı kaldırmak, “Raaiyyeleşme” ye, sürüleşmeye, bundan beslenenlerin saltanatına son vermek istedim. Halkımı (ümmetten) millete dönüştürdüm. Yaptığım devrimlerle gerçek islamın özlemini gerçekleştirdim.

Benim arkadaşlarımla giriştiğim devrimin en hayırlı işlerden biri de halkımızın ne dediğini anlayarak ibadet etmesini, namaz kılmasını (Türkçe İbadet) sağlamak oldu. Türk Kur’an’ın arkasından koşuyordu. Fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyordu….

Evet, ezanları gürül gürül, üstelik halkın anlayacağı dilde Türkçe okuttum.

  • Allah Türkçe bilir!

Böylece dilimiz Türkçeyi yükseklere, minarelere çıkardım. Ezanları yasaklayacak olanlar işgalcı Yunanlardı. Onları bu topraklardan kovarak, ezanların susmasını önledim.

Elmalılı Hamdi Yazır‘a Kur’an tefsirini yaptırdım. Ardından 2. büyük adımı attım. 12 ciltlik Buhari tercüme ve şerhini (açıklamasını) yaptırdım… <Diyanet İşleri Başkanlığını kurdurdum; din ve mezheplere ilgili ibadet ve yönetim işlerini düzenlesin diye, imanla ilgili fıkıh kuralları hakkında Müslüman yurttaşlara bilgi versin diye… (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın) bir görevi de laikliği korumaktı. Zamanla tam tersi işler yaptı, o başka.

Müslüman Türk kadınının geleneksel (İslam öncesi Türk kültüründen gelen) haklarını ben yeniden tanıttım… Ben Türk kadınına, meslek sahibi olmanın, sanatın bilimin ve sosyal hayatın kapılarını açtım. O’nun (kadının) kendi rızası olmadan evlendirilmesini, dövülmesini, hor görülmesini yasalarla önledim. Bu düzenlemlerin hiçbiri İslam’a karşı, aykırı değildir.

  • Ben Türk İslam aydınlanmasının önünü açtım.

Müslüman Doğu; sadece inanmaktan, bilerek inanmaya, bilinçsiz dincilikten, bilinçli dindarlığa kanat açsın, benim öncülük ettiğim Aydınlanmaya borçludur.

İslam dünyası, taa Muaviye‘den beri, Kur’an’ın esas mesajının dışlandığı bir din yaşadı. Müslümanların esas sorunu İslam’ı yanlış anlamalarıydı. Ne var ki Müslüman, ne yanlış anlamaktan vazgeçti ne de yanlış İslamdan. Yüzyılların çıbanlaştırdığı bir dert bu. Çok ciddi bir neşter (bıçak) vurulmadan iyileşmezdi.
O neşteri ben vurdum ama değeri bilinmedi.”;
***
Evet, Atatürk bunları söylüyor.

Ben size kendi yorumlarımı değil, doğrudan Ulu Önderimiz Büyük Atatürk’ün yorumlarını sundum. Ancak O’nun dinler konusunda söylediklerinin hepsine hiç kuşkusuz kendi imzamı da atarım. Atatürk ne yapmış, hangi kararları almış ve hangi devrimleri yapmışsa o konularda tam ve derin bilgi sahibi olarak ve toplum yararı için yazmıştır. O’ nun aynı zamanda derin bir İslam din bilgini olduğunu hiç aklınıza getirmiş miydiniz?

Not: ayraç (…) içindeki yazılar benimdir.

  • HALKIMIZIN ve GENÇLERİMİZİN 19 MAYIS GENÇLİK ve SPOR BAYRAMININ 104. YILI KUTLU OLSUN!

(×) DURA, Cihan, ATANAME, Doğu Kitabevi, İstanbul, 2019, ss. 696-98.

KUBİLAY vuruldu; ayağa kalkıp yürüdü..

KUBİLAY vuruldu; ayağa kalkıp yürüdü..

Saygı Öztürk
Saygı ÖZTÜRK
SÖZCÜ, 23.12.15

Genelkurmay’ın 26 Aralık 1930 tarihli raporunda Asteğmen Kubilay’ın adım adım ölüme gidişi yer aldı: Kubilay, bir anda yere düştü. Vurulmuştu… Derhal ayağa kalktı, camiye doğru yürürken avluda yığıldı kaldı. Mürteciler yanına gelip katletti

FOTO: SÖZCÜ Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay şehit edildiğinde henüz 24 yaşındaydı…

As­teğ­men Ku­bi­lay, de­mok­ra­si ve la­ik­lik şe­hi­di.
Bir kıs­mı ‘giz­li­’ ka­yıt­lı 85 yıl ön­ce­ki res­mi bel­ge­le­ri in­ce­le­di­ği­miz­de ola­yı da­ha iyi an­lı­yo­ruz. Der­viş Meh­met ta­ra­fın­dan es­ra­ra alış­tı­rı­lan gö­zü dön­müş gru­bun üze­ri­ne ilk gi­den ve
Der­vi­ş’­in ya­ka­sı­na ya­pı­şan As­teğ­men Ku­bi­lay, res­mi bel­ge­ler­de ge­çen ifa­deye gö­re
“ko­yun gi­bi­” ke­sil­di. Va­li Ka­zım Bey, ma­ki­ne­nin ba­şın­da­dır. İçiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı­’nın
“Me­ne­men Ola­yı­” ile il­gi­li yö­nelt­ti­ği so­ru­la­rı ce­vap­lan­dı­rı­yor. Dün kal­dı­ğı­mız yer­den
‘Me­ne­men Ra­po­ru­’nu oku­ma­ya de­vam edi­yo­ruz:

YAKASINA YAPIŞIP BAĞIRDI

“Ku­bi­lay Bey müf­re­ze­si sa­at 08.30’da olay ye­ri­ne ge­li­yor. As­ker­le­ri­ne man­ga ko­lu ni­za­mın­da sün­gü tak­tı­ra­rak tel­graf­ha­ne ya­kı­nın­da bı­ra­kı­yor. Ken­di­si mür­te­ci­le­rin ya­nı­na gi­di­yor.
Meh­di Meh­me­t’­in ya­ka­sı­na ya­pı­şa­rak çe­ki­yor ve yap­tık­la­rı ha­re­ke­tin yan­lış­lı­ğı­nı an­la­tı­yor.
Bun­lar­la uğ­ra­şır­ken ye­re dü­şü­yor. Mür­te­ci­ler­den bi­rinin kur­şunuy­la ya­ra­la­nı­yor.
Fa­kat der­hal aya­ğa kal­ka­rak ca­mi­ye doğ­ru gi­der­ken ya­ra­nın te­si­riy­le av­lu­da dü­şü­yor.
Kah­ra­man Ku­bi­lay Be­y’­in ya­ra­lan­dı­ğı­nı gö­ren müf­re­ze­de­ki as­ker­ler hiç­bir ala­ka gös­ter­mek­si­zin olay ye­ri­ni terk edip da­ğı­lı­yor­lar. Bun­dan do­la­yı­dır ki ko­mu­tan­la­rı­nın uğ­ra­dı­ğı fe­ci vah­şet ve akı­bet­ten bi­le ha­ber­dar ola­mı­yor­lar.

FOTO: SÖZCÜ Ge­ne­ral Mus­ta­fa Muğ­la­lı baş­kan­lı­ğın­da ku­ru­lan as­ke­ri mah­ke­me­de 2 bin 200 sa­nık yar­gı­lan­dı. Derviş Mehmet’in aralarında bulunduğu 29 ki­şi Ku­bi­la­y’­ın şe­hit edil­di­ği yer­de asıl­dı.

MUSALLA TAŞINA VURDULAR

5-10 da­ki­ka son­ra ya­ra­lı­nın ca­mi av­lu­sun­da ol­du­ğu­nu uzak­tan gö­ren Meh­di Meh­me­t’­le
Şam­dan Meh­met, yan­la­rın­da­ki bir bı­çak­la ve pek fe­ci bir su­ret­te ba­şı­nı ke­si­yor­lar.
Ke­si­len ba­şı av­lu­da­ki mu­sal­la ta­şı­na vu­ra­rak sil­ke­le­dik­ten son­ra Be­le­di­ye Mey­da­nı­’na ge­ti­rip bay­rak di­re­ği­ne ta­kı­yor­lar. Mey­dan­da­ki elek­trik di­re­ği­ne bir ku­şak­la bağ­la­nan bay­ra­ğın di­re­ği kı­rıl­mak is­ti­da­dı­nı gös­te­rin­ce mür­te­ci­le­rin istemi üze­ri­ne Yan­ya­lı Ar­na­vut Ka­mil,
70-80 met­re uzak­lık­ta­ki dük­ka­nın­dan ip ge­ti­ri­yor ve bay­rak so­pa­sı­nı elek­trik di­re­ği­ne bağ­lı­yor. Mür­te­ci­ler, ke­si­len ba­şın et­ra­fın­da do­la­şa­rak hal­kın ka­tı­lı­mı­nı ar­tır­ma­ya ça­lı­şır­ken,
ikin­ci saf­ha­nın müf­re­ze­le­ri ge­li­yor.

BEK­Çİ Sİ­LA­HI­NI ATEŞ­LE­Dİ

Yüz­ba­şı Bah­ri Be­y’­in ku­man­da­sın­da bu­lu­nan müf­re­ze olay ye­ri­ne gel­di. Hal­kın da­ğıl­ma­sı için ih­tar­la­rı yap­tık­tan son­ra ateş aç­mış­lar­dır. Bi­lin­di­ği gi­bi te­pe­len­miş ve bun­lar dağ­la­ra
kaç­mış­lar­dır. Bu sı­ra­da ha­pis­ha­ne ya­nın­da si­lah­sız ola­rak bu­lu­nan ve Ku­bi­lay Be­y’­in şe­ha­de­ti­ni gö­ren Kır Bek­çi­si Ha­san Ça­vuş 5 da­ki­ka me­sa­fe­de­ki Ahi Hı­zır Ma­hal­le­si­’n­de­ki evi­ne ko­şa­rak ora­dan si­la­hı­nı alır ve ye­ti­şe­rek as­ker­le­rin ate­şi­ne ka­tı­lır. Mür­te­ci­le­rin ate­şi so­nu­cu ölü­yor.
İkin­ci bek­çi de Na­lın­cı Ali us­ta­nın dük­ka­nı­nın önün­de şe­hit dü­şer.

KA­FA­LA­RI ve RUH­LA­RI DU­MAN­LAN­MIŞ

Ay­lar­dan be­ri po­li­ti­ka ce­re­yan­la­rıy­la çok tah­rik edil­miş ve bir bölüm ga­ze­te­le­rin za­li­mce
saf­sa­ta­la­rı da olay­la­rın çık­ma­sın­da et­ki­li ol­muş­tur. Bun­dan do­la­yı­dır ki ka­fa­la­rı ve ruh­la­rı
ta­as­su­bun ya­man ate­şiy­le du­man­laş­mış mür­te­ci, es­rar­keş ta­ri­kat­çı­lar ola­yın ba­şın­dan be­ri
en­di­şe­siz­di­ler. Ge­rek mey­dan­da ve ge­rek­se ka­sa­ba­nın için­de per­va­sız­ca ha­re­ket et­ti­ler.
Ba­şar­ma­la­rı durumunda as­ke­rin de ken­di­le­ri­ne si­lah at­ma­ya­ca­ğı ve hal­kın ken­di­le­ri­ne ka­tı­la­ca­ğı hak­kın­da ümit­le­ri­ni bes­li­yor­lar­dı. Gös­te­ri­le­re 300 ki­şi ka­tıl­mış, bun­la­rın bir bölümü ola­yı
sey­re­der­ken, kimileri ise yar­dım­cı ol­muş­tur.

VAHŞET BU DE­RE­CE­Yİ BUL­MAZ­DI

Yüz­ba­şı Fah­ri Efen­di yal­nız üç bü­yük si­lah ta­şı­yan şa­ki­le­ri ilk an­dan be­ri gör­müş­tü. On­lar açık­ta ken­di­le­ri du­var ar­ka­sın­da ve pu­su­da idi. Jan­dar­ma ya­zı­cı­sı Ali Efen­di ken­di deyimiy­le bu durumu fii­len ha­zır­la­mış­tı. Fa­kat ya­pı­la­cak bir tes­lim ih­ta­rı bir yay­lım ate­şi hal­kı da­ğıt­mak ve biz­zat halk ta­ra­fın­dan bun­la­rın bağ­lat­tı­rıl­ma­sı müm­kün­dü. Asteğmen Ku­bi­lay Be­y’­in düş­man­la te­ma­sı­nı gö­rür gör­mez or­ta­ya atı­lır bun­la­rı ya­ka­lar­dı. Ça­tış­sa bi­le fa­ci­a böy­le vah­şet de­re­ce­si­ni bul­maz­dı.”

O dö­nem­de “Er­ka­nı Har­p” adı­nı ta­şı­yan Ge­nel­kur­may Baş­kan­lı­ğı­’nın, 26 Ara­lık 1930 ta­rih ve 6747 nu­ma­ra­lı tez­ke­re­sin­de Ku­bi­la­y’­ın şe­hit edi­li­şi şu cüm­le­ler­le an­la­tı­lı­yor:

  • “Ken­di­si­ne meh­di sü­sü ve­ren ki­şi ar­ka­sın­dan ko­şup za­bi­ti tu­tu­yor ve ca­mi­nin bi­nek ta­şı ta­ra­fı­na doğ­ru sü­rük­le­ye­rek ve be­lin­den bı­ça­ğı­nı çe­ke­rek bi­nek ta­şı üs­tün­de za­bi­tin ba­şı­nı bir ko­yun gi­bi ke­si­yor. Ba­şı, elin­de ta­şı­dı­ğı bay­ra­ğın ucu­na ta­kıp ta­şı­yor ve yi­ne nut­ku­na baş­lı­yor.
    Ku­bi­la­y’­ın bo­ğa­zı ke­si­lir­ken aha­li bu ha­li al­kış­lar­la kar­şı­lı­yor.

YOLA CEPHANESİZ ÇIKMIŞLAR

Bu durum kar­şı­sın­da 10 adım ka­dar ge­ri­de bu­lu­nan bö­lük, baş­la­rın­da­ki ça­vuş­la­rın kan­sız­lı­ğı
yü­zün­den hiç­bir ha­re­ket ve can­lı­lık gös­ter­mi­yor ve al­çak­ça­sı­na fi­rar edi­yor. 4 as­ker­le hü­kü­met ko­na­ğı içi­ne gi­ren Jan­dar­ma ku­man­da­nı da bu duruma ka­dın gi­bi se­yir­ci ka­lı­yor. Te­le­fon­la
kuv­vet ta­lep eden Jan­dar­ma ko­mu­ta­nı ve bu kuv­ve­tin ne için, ne mak­sat­la ve ne gi­bi bir va­zi­fe kar­şı­sın­da ta­lep edil­di­ği hak­kın­da ala­y­ı bil­gi­len­dir­me­miş­tir. Jan­dar­ma ku­man­da­nı­nın nok­san
ola­rak ver­di­ği bil­gi yü­zün­den, alay­ca gön­de­ri­len ilk bö­lük cep­ha­ne­siz ola­rak yo­la çı­ka­rıl­mış­tır.”

KES­TİK­LE­Rİ YER­DE ASIL­DI­LAR

Ku­bi­la­y’­ın şe­hit edil­me­sin­den son­ra Der­viş Meh­met ve iki ada­mı öl­dü­rül­dü. Me­ne­men,
Ba­lı­ke­sir ve Ma­ni­sa­’da sı­kı­yö­ne­tim ilan edil­di. Ge­ne­ral Mus­ta­fa Muğ­la­lı baş­kan­lı­ğın­da ku­ru­lan as­ke­ri mah­ke­me­de 2 bin 200 sa­nık yar­gı­lan­dı. 29 ki­şi Ku­bi­la­y’­ın şe­hit edil­di­ği yer­de asıl­dı.

Ata­türk eli­ni ma­sa­ya vur­du ‘Suç­lu­la­rı he­men bu­lu­n!’ de­di

Ata­türk, Edir­ne Be­le­di­ye Mec­lis sa­lo­nun­da top­lan­tı ya­par­ken Me­ne­me­n’­de ya­şa­nan olay­la­rı
öğ­re­ni­yor. Emek­li öğ­ret­men Ay­han Tun­ca­’nın “Mus­ta­fa Ke­mal Ata­türk Edir­ne­’de”
ki­ta­bın­da, ora­da ya­şa­nan­la­rı şöy­le açık­lı­yor:

“O gün Edir­ne Be­le­di­ye Mec­lis Sa­lo­nu’n­da tat­lı bir soh­bet var­dı. İçiş­le­ri Ba­ka­nı Şük­rü Ka­ya, eniş­te­si olan Va­li Emin Bey ile il­gi­li bir şa­ka yap­mak için ağ­zı­nı aç­mış­tı ki, bir su­bay elin­de
tel­graf­la içe­ri­ye gir­di ve Ata­tür­k’­e uzat­tı. Ata­türk tel­gra­fı al­dı, oku­du; ama yüz hat­la­rı de­ğiş­miş, ren­gi sa­rar­mış­tı. Sa­lon­da tüm ne­fes­ler tu­tul­muş­tu. Ata­türk bir­den eli­ni ma­sa­ya vur­du,
aya­ğa kalk­tı ve hid­det­le:

  • ‘Ar­ka­daş­lar! Me­ne­me­n’­de mür­te­ci Nak­şi­ben­di­ler, be­nim Ku­bi­lay ad­lı su­ba­yı­mı kat­let­miş­ler.
    Şe­hit et­miş­ler. Ba­şı­nı, göv­de­sin­den ayır­mış­lar. Suç­lu­lar he­men bu­lun­sun,
    Me­ne­men ha­ri­ta­dan si­lin­si­n’ di­yor.Şükrü Ka­ya­’nın Ga­zi­’yi sa­kin­leş­tir­mek için çok uğ­raş­tı­ğı söy­le­nir.”23 Ara­lık 1930 ta­ri­hin­de Alay Baş­he­ki­mi Yüz­ba­şı H. Su­at, Me­ne­men Hü­kü­met Ta­bi­bi 43. Alay Dok­to­ru Ne­ca­ti Be­y’­in dü­zen­le­di­ği ölüm ra­po­run­da şun­lar ya­zı­yor:

    “Ku­bi­lay Efen­di, çı­kan ar­be­de­de asi­ler­den her­han­gi bi­ri­si ta­ra­fın­dan vu­rul­muş­tur.
    Sağ kol­tuk al­tın­dan vu­ru­lan Ku­bi­lay Efen­di 30 met­re ile­ri­sin­de­ki ca­mi­ye kaç­mış­tır.
    Ora­da başı bo­ynundan ay­rıl­mış­tır.”

    ==========================================

    Dostlar,

    İşte böyle hazin bir öykü…
    Araştırmacı gazetecilik geleneğine bağlı, SÖZCÜ yazarı sayın Saygı Öztürk‘ün
    bu çabası ve hizmeti için kendisine teşekkür borçluyuz..

    Hiç bir şey eyleme geçen cehaletten daha korkunç değildir..”

    İrtica da cehaletin acı ürünlerinden değil mi?
    İrtica paranoyamız mı depreşti, yakıcı gerçek karşısında feryat mı ediyoruz?
    Çığlığımız duyuluyor mu?
    İşte IŞİD faciası..
    Taliban, El Nusra, El Kaide..
    İSLAMOFOBİ boşuna ve yersiz mi; yoksa çığlık çığlığa SOS mi?

    Kur’an bunları dışlıyor mu, kesin buyrukları mı var??

    • “Tarih kralların, generallerin çiftliği değil, ulusların tarlasıdır.
      Her ulus geçmişte bu tarlaya ne ektiyse, onu biçer.” demişti Voltaire.

      Enis Behiç Koryürek ise;

    • “Kolay gelmedi bu günler,
      Toprağa çelenk oldu şehitler..” diye yazmıştı

      Artık yetmez mi?
      Hıristiyan dünyası nerdeyse 500 yıldır insan yakma vb. vahşeti terketti.
      Kiliseyi ve İncil’i insanların vicdanına bıraktı.
      Yaşamı ise akla ve bilime dayalı genel – evrensel kurallar yönetmeliydi.
      İnsanlar LAİK oldular 100 yıldan uzun süren çok kanlı mezhep savaşlarından sonra.
      Devleti ve toplumsal yaşamı, hukuk düzenini… SEKÜLER kıldılar.
      Dinde reform yaptılar.. Aydınlanma Devrimi‘ni yaşadılar..Aklı inançtan özgürleştirdiler, bilimi de dinden..

      Egemenliğin kaynağını göklerden (!) yeryüzüne indirdiler.

      Sonra da Sanayi Devrimi, bilimsel keşifler dönemi açıldı bu sayede.
      Veeee. günümüzde Dünyaya egemenler..

      DİNCİLİK (Din değil!) batağından çıkamayan İslam dünyası sömürge oldu!

      Şimdi daha iyi anlaşılıyor mu laik – seküler düzenin demokrasi ve insan hakları için
      hava gibi, su gibi vazgeçilmez olduğu??

      Türkiye’de dinci – laiklik karşıtı – sekülarizm düşmanı – fanatik şeriatçı kesimlere özellikle hükümetler eliyle “oy” beklentisiyle ölçüsüz ödün verilirse İRTİCA hep aynı şeyi yapar :

    • İNSANLARI VAHŞETLE ÖLDÜRÜR YAKAR..
      Canilikte sınır tanımaz..Ne yazık ki bu ilkel vahşet insanın doğasında var.
      Bu yüzden, çok sıkı önlemler bu vahşetin bastırılması – engellenmesi,
      uzun erimde genetik olarak sönümlendirilmesi hedef olmalıdır.Kubilay vahşeti tipik, çok öğretici ve ders verici bir örnektir.

      İslam tarihinde en can alıcı örnek KERBELA katliamıdır.
      Muhammet peygamberin torunları, gözbebeği EHLİBEYTİ, Irak çöllerinde
      Yezit tarafından aç ve susuz bırakılarak çoluk – çocuk 72 kişi görülmemiş bir vahşetle
      şehit edilmişlerdir..

      1400 yıla yakın zaman geçmesine karşın aradan, toplumsal bellek ve vicdanda oluşan
      çok ağır zedelenme hala aşılamamıştır ve “travma sonrası stres bozukluğu” (PTSD)
      sosyal psikolojik olarak hala süregelmekte, yoğunlukla yaşanmaktadır.

      Maraş (1978; 500’ü aşkın ölü) ve Çorum katliamları (1980; 100’ü aşkın kurban),
      Sivas Madımak kırımı (1993; 35 insan otelde canlı canlı yakıldı!),
      Gazi Mahallesi kırımı (1995; 19 kurban)…

      Hepsi de Alevi yurttaşlara dönük vahşet.. Postmodern Kerbela örnekleri..
      Bunlar asla olmamalı!

      En temel hak YAŞAM HAKKIDIR ve Devletin 1 numaralı görevi budur!

    • Bu amaçla laiklik ve seküler devlet düzeninden asla ve zerrece ödün verilemez!
      Tüm yurttaşlar bu üstün evrensel çağdaş değerlerle eğitilmeli ve içselleştirmeleri sağlanmalıdır. Yoksa Türkiye, dinci AKP iktidarında yeni Alevi kırımlarına sahne olabilir.
      Son 10 Ekim 2015 Ankara kırımı (103 ölüm!), dinci IŞİD ürünü olarak çook tazedir.Etnik ayrım da öyle.. Bakar mısınız PKK’nın Kürt kardeşlerimiz yaptığı eziyete?
      Sözde “Kürt halkı” için “özgürlük savaşı” (!) veriyorlar öyle mi??

      Sevgi ve saygı ile.
      24 Aralık 2015, Ankara

      Dr. Ahmet SALTIK
      www.ahmetsaltik.net
      profsaltik@gmail.com

      Önceki bölüm :
      http://ahmetsaltik.net/2015/12/23/menemen-ayaklanmasinin-tarihi-belgelerindeki-sir/

TTB : Evrensel Hekimlik Değerlerine Gerici Müdahalelerin Karşısındayız


Dostlar
,

Bizimde üyesi olduğumuz Türk Tabipleri Birliği’nin (Ankara Tabip Odası)
yukarıdaki basın açıklamasını aynen paylaşıyoruz..

Meslektaşımız olmasından çok da haz duyAmadığımız Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Bay Prof. Dr. Haydar Şahinoğlu‘nu kınıyoruz.

Kendisine Anayasa’nın 24. maddesini anımsatıyor ve bir yurttaş olarak
Anayasaya sadakat borcu olduğunu, dahası bir Devlet memuru olarak da
Anayasaya uygun yönetim sergilemek zorunda olduğunu anımsatıyoruz.

AY md. 24 / son :

  • Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. 

Ayrıca YÖK‘ün ve Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörlüğü’nün,
Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar Şahinoğlu hakkında Anayasanın başta 24 olmak üzere 2. maddesi (Değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek Devletin 6 temel niteliğinden biri olarak LAİKLİK) vd. ne aykırı davranmaktan yasal işlem yapmasını diliyoruz.

Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın oluşları veri kabul ederek kendiliğinden (res’en) bu kişi hakkında soruşturma başlatarak ceza davası açmasını istiyoruz. 

TTB yönetiminin de bu yönlerde yasal girişim başlatmasını bekliyoruz.

Yazıklar olsun…

Yaşamda en gerçek yol göstericinin akıl ve bilim (Bilimsel akılcılık!) olduğu
evrensel gerçeğini kavramaktan uzak kalmış bir Tıp Profesörü…

Oysa Batı, bu evrensel gerçeği kavrayalı birkaç yüzyıl oldu..
Bu yüzden AYDINLANMA Devrimini yaşadı.
Dinde reform yaptı, Endüstri (Sanayi) Devrimini başardı ve Dünyaya egemen oldu.
57 İslam Ülkesini de apaçık sömürgeleştirdi.
Türkiye iyi kötü yol aldı, yarı buçuk Laik rejimiyle..

Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar Şahinoğlu 

hangi devirde yaşıyor? Zaman tunelinde kendisini bunca geriye savuran olgu nedir?

Dekan, zaman – mekan algısını mı yitirmiştir ki, Hipokrat’ın da gerisine savrulmuştur?

*****
Akıllarını – fikirlerini DİNCİLİK (Din ya da dindarlık değil!) sarmış..
İflah olmaz gibi görünüyor..

Ama Anadolu AYDINLANMASI, bu çetin cevizleri de eğitecek güç ve birikimde..
Tarihin şaşmaz diyalektiğinin buyruğu böyle, Dekanın işgüzarlığı da nafile

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================================

TTB_logo

Türk Tabipleri Birliği :

Evrensel Hekimlik Değerlerine Gerici Müdahalelerin Karşısındayız

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar Şahinoğlu‘nun tıp fakültesi mezuniyetinde öğrencilere Hipokrat Andı’nı değiştirerek okuttuğunu basındaki haber ve haberi belgeleyen videolardan öğrenmiş bulunuyoruz.

Evrensel hekimlik değerlerine bağlılık yemini olarak içilen Hipokrat Andı, hekimlerin meslek yaşamları boyunca bağlı kaldıkları etik değerler bütününün bir simgesidir. Mesleksel değerlerine sahip çıkan hekimlerin yargılandığı ülkemizde en yüksek sesle söylenmesi gereken tümce, yani

  • “Din, Milliyet, Irk, siyasi eğilim ya da toplumsal sınıf ayrımlarının
    görevimle hastam arasına girmesine izin vermeyeceğime” 

cümlesi anddan çıkarılmış ve “şerefim üzerine yemin ederim” bitiriş cümlesi
“Allah’ın huzurunda yemin ederim” diye değiştirilmiştir.

Hekimlik üzerine hem yasal düzenlemelerle hem de pratik dayatmalarla uygulanan
gerici saldırılar yoğunlaşmış, dinin hekimlik değerleri arasına girmesi için
müdahaleler ciddi boyuta ulaşmıştır.

Üzücü olan, bilim ve aydınlanmanın yuvası olarak bilinen üniversite bünyesinde de
bu saldırıların görünür olmasıdır ve hatta bizzat bir hekim tarafından yapılmasıdır.

Her ne olursa olsun hekimlik mesleği, bilimsellikten asla ödün vermeyecek,
gerici saldırılara boyun eğmeyecek, etik değerlerine her koşulda sahip çıkacaktır.

Hastalarımızı, birileri andı değiştirmeye çalışsa da, “din, millet, ırk, siyasal eğilim
ya da toplumsal sınıf ayrımlarını” gözetmeksizin eşit göreceğimize
ve öyle davranacağımıza bir kez daha şerefimiz üzerine and içeriz.

Saygılarımızla.
24.6.2014

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

İSLAMIN ÖZÜ

Dostlar,

Bilge insan, 91 yaşındaki Dr. Mühendis Sayın Ali Nejat Ölçen, bir hazine değerindeki asırlık birikimini bizlerle paylaşmayı -üstelik sanal ortamda- sürdürüyor!

O’nun birikimini, vardığı sentezin yönünden bağımsız olarak çok değerli kılan, kullandığı bilimsel diyalektik yöntemdir.

Sorunlara

    akıl ve bilim yoluyla eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşım

dışında insanlığın kurtuluşu yoktur.

Bir Cumhuriyet çınarıdır O.. Cumhuriyet’in okullarında yetişmiştir, Mustafa Kemal’in evladı dır.. Laikliği, Cumhuriyeti, demokrasiyi, insan haklarını, erdemi, ahlaklı ve çalışkan-üretken olmayı sindirmiştir.

Şimdilerde de İslam kaynaklarının arınması için çaba harcamakta, sorgulamaktadır.

Unutulmasın : Çocuklar 3-5 yaşlarında ne çok soru sorarlar! Yaşamı böylelikle tanır ve kavrarlar.
İnsanın doğasında bu sorgulayıcılık vardır. Sonraları sönümlenir / sönümlendirilir bu doymayan merak..

Oysa insanı insanlaştıran “neden-niçin-nasıl-nerede-ne zaman” (5N) sorularıdır.
Bu özellik yaşam boyu sürdürülmeli, alışkanlık edinilmelidir.

Sormayan insan teslim alınır, köleleştirilir.. Uygarlık ve bilim orada gelişmez..

Bu bakımdan,

    Kur’an da asla ezberlettirilmemeli anlayarak öğrenilmelidir

.

Hafızlık yasaklanmalıdır, insanlığa ve dine bir yararı yoktur, zararlıdır;
ezber zihinsel bir soykırımdır!

“Fanatik İslamcılar”, dikkat buyurun, “Mütedeyyin Müslümanlar” demiyoruz;
bu tür yaklaşımlar karşısında havaya fırlamaktadırlar. Onların bam telidir, oyuncaklarının elinden alınacağı psikolojisi ile bir çocuk gibi saldırganlaşmaktadırlar. Çocuk saldırganlığı masumdur ama.. Bu öyle değil.. fanatik islamcı yobazdır, cana bile kıyar, hiç gözünü kırpmaz.. Toplu kıyım ve vahşetten geri durmaz..
Tarihte yakıcı örnekleri dolu.

Bu bakımdan İslamın dünden günümüze “güncel” (şimdilik) sorunu bu yobaz takımının elinden kurtarılmasıdır.

Prof. İlhan Arsel, “Diyanet hurafe üretiyor..” demişti.
Bu tür sorgulamalara girişmişti. Ülkesinde barındırmadılar.. ABD’ye göç etmek zorunda bırakıldı.

Turan Dursun “Din Bu” başta olmak üzere sorgulayan yapıtları yüzünden öldürüldü.

Aziz Nesin öyle.. Yargıtay Başkanı Ümran Öktem öyle.. (Cenaze namazı engellenmek istendi!)

“Şeytan Ayetleri” kitabı yazarı Salman Rüşdi öyle.. İslamda aforoz kurumu olmamakla birlikte daha beter edildi. İnfaz emri çıkarıldı hakkında..

Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK, evine yollanan bombalo paketle alçakça öldürüldü..

    Fanatik dinci – dini geçim kaynağı eden kesim

hemen “din elden gidiyor -dine hakaret” vaveylası basıyor. Türk Ceza yasasında da dince kutsal sayılan değerlere hakaret diye Anayasanın düşünce özgürlüğü hükümlerine (başlıca md. 25 ve 26, md. 24) aykırı bir madde var..
Fazıl Say bu maddeden hüküm giydi! (TCK md. 125 b ve c, önceki Ceza Yasası md. 175)

Laiklik karşıtı eylem serbest, Hilafet istemek de!

Dahası, böyle bir siyasal parti kurup Anayasa Mahkemesinde oybirliğiyle hüküm giymek
ve ülkeyi yönetmeye devam etmek de!

Ama “dince kutsal sayılan” belirsiz bir içerik yasal korumada!
Dinsel eleştirilerin başında Demokles kılıcı.. Kırk katır mı kırk satır mı, kırk fırın mı??
(Yobaz insan da yakıyor!)

Böyle demokrasi olmaz!

*****************

İslama yapılan kötülükler bununla kalmadı..

Son çeyrek yüzyıldır da “ILIMLI İSLAM” adı altında

    Batı Emperyalizmi İslam dinini buyruğuna alarak adeta terbiye etti

, ehlileştirdi kendince.

    İslam dinini Kapitalist sömürüye “gık diyemez” duruma getirdi

bilinen Cemaat ve başındaki kişi
F. Gülen eliyle..

Bu Cemaatın üssünün Pensilvanya olması her şeyi açıklamıyor mu?
5 kıtada milyarlarca dolarlık yüzlerce okul, Pensilvanya’da çiftlikte korumalı saltanat..
Hangi parasal kaynakla?? Emekli vaiz aylığıyla mı??

Prof. İlhan Arsel henüz KüreseleşTİRme = Yeni emperyalist atak başlamadan ABD’de idi ve İslami yobazlığı sorguladı. Emekli Vaiz İlkokul mezunu F. Gülen gerçekte İslamı koruyacaksa vaaz yeri bu dinin doğduğu S. Arabistan, Mekke-Medine olmalı değil mi?? Peki ya din bilgisi birikimi?

Bu sorgulanmayacak mı? Geçerli hangi belge – diplomaya dayalıdır, ehil midir bunu yapmaya?? Ya değilse??!

*****************

Zaman akıyor.. Dünya nüfusunun 1/3’ü Hıristiyan.. Müslüman oranı % 23 gibi..

Budizm, Hinduizm, Şintoizm ve Ateizm öbür ana dinler ve akımlar..

“Son din İslamiyet”, İsa’nın dinini aşamadı.. Niçin acaba??

Ateistler % 16-17’yi buldu.. Her 6 kişiden biri ve genellikle de çok iyi eğitimliler.. Neden acaba??

Bu gidişle, akıl ve bilim dışı olan her şey dışlandığından, adına “din” de deseniz, insanlar soğuyor ve reddediyor.. Yani yobaz – çıkarcı hatta yer yer uçkur düşkünü dinciler insanları dinden ediyorlar!..

Avrupa’da çoooook uzun onyıllar süren kanlı mezhep (=Dinin farklı yorumu! Niye oluştu acaba??
Hak mezhep ne demek sahi? İslam’da 4 tane hak mezhep?? İslamı 4 farklı yolla anlamak?? Tanrının dini tek değil mi?? Bu farklı yorumlar niye ki??) savaşlarının ardından devlet ve toplum yaşamı ayrılarak dönüşümsüz biçimde SEKÜLARİTE (laik düzen) kabul edilmedi mi?

Dolayısıyla, Hıristiyanlığın 16. yy. ve sonrasında yaşadığı “Dinde Reform” sürecini
İslam dünyası da er ya da geç mutlaka yaşayacak ve İslamiyet bu hurafelerden arındırılacaktır.

İnsanları dinsel sömürü de dahil tüm kötülüklerden koruyacak şaşmaz pusula BİLİMSEL AKICILIKTIR!

Bu sitenin de ana pusulası aynı yöntemdir.

Büyüüüük ATATÜRK de öyle buyurmuşlardı :

*

    “Dünyada her şey için, maddiyat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir;
    bilim ve fennin dışında kılavuz aramak aymazlıktır, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmaktır.

(22.09.1924, Samsun Öğretmenleriyle Konuşma, 1925, Atatürk’ün M.A.D. s. 19)

Sonuç olarak;

Sayın Ölçen’in çabasını çoooook değerli buluyor, katılıyor ve destekliyoruz.

Aklı başında Müslümanların da benzer davranışları insanlığın ve İslamiyetin yararına olacaktır.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 23.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================================


İSLAMIN ÖZÜ

portresi

Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN

Sn. Çetiner Çalış’a ilgileri nedeniyle teşekkür ediyorum. Çünkü, 0.8.2013 günlü iletisinde haklı olarak aşağıdaki soruya yer vermişti:

    Dünya “Hıristiyan-Emperyalizm” koalisyonuna teslim edilmemeli.

demişsiniz. Nasıl olacak bu iş kavga etmeden? Müslüman dünyasının bir araya gelebilmesini ben ihtimal dahilinde görmüyo­rum.

Şimdilerde yanıtı olmayan ve fakat haklı bir soru. Bir gerçek apaçık ortda:

Petrol tükendiğinde ve Ortadoğudaki Islam dünyası kalım dirim sorunsalıyla karşı karşıya kalabilir. O coğrafya (Türkiye’miz dahil) emper­yalizmin eline geçtiğinde bu soru tüm hızıyla güncelleşecektir. Umarım zamanın akıp gitmesiyle soru yanıtsız ve çözümsüz kalmaz!

Islam’ı kendi siyasal ve parasal çıkarı için (alçakça) kullanan Islamcılar’ın elinden kurtarmak konusunu gündeme taşıyan bir başka yazar var mı bilemiyorum.

Tüm kızgınlıkları göğüslemeye hazır­lıklı olarak yazıyor ve söylüyorum ki; Dünyada barış bir gün sağla­nacaksa bu, ancak Islam’ın hümanist ve adaleti öngören ilkelerinin var oluşuyla gerçekleşebilir. Bu gerçeği bugün göremeyen yalnız Islam Dünyası değil, doğayı yok et­mekte olduğunu umursamayan emperyalizm bile
o ilkelere gereksinim olduğunun farkına varacaktır.

Islam’ın kuralları dışında kalan ve fakat özünü oluşturan Ayetlerin hiçbirine Islam Dünyasının sahip çıkmadığı artık kabul edilmelidir. Hatta ne yazıktır ki, cemaat çıkarları, Islam’ın özü olan o Ayetlere sahip çıkmaya engeldir. Kanımca aşağıda belirttiğim ayetleri odak noktasına getirecek yeni bir Islam Öğretisi’ne
gereksinim var. Ben bunu yapmaya çalışyorum.

İki nedenle:

1. Azgınlaşan emperyalizm yerküreyi yokoluşa sürük­lemektedir.

Çünkü emperyalizmin Tanrısı “para” dır.

Onun bu niteliğini en belirgin biçimde bir Alman özdeyişi özetlemektedir:

“Hast du was, bist du das”.(Neyin varsa sen osun).

Bu deyim, yerküreyi yok edecek olan emperyalizmin özlü bir açıklanışıdır.

2. O nedenle doğayı ve insanı korumanın temel ilkelerini Islam’ın kutsal kitabından çıkarıp,
“öğreti” ye dönüştürmek gerekiyor.

Bu gerçekleşebilir mi? Sn. Çetiner Çalış’ın sorusunun özdeki anlamı budur.

Emperyalizm karşıtı yeni bir Islam öğretisi kendisinin de tarihsel güvencesi olacaktır.

O nedenle emperyalizme karşıtlığı Batı dünyasında görmek, bulmak, düşün ve eylem birliği sağlamak ge­rekecek.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiyesi bunu başarabilir.

Bunu sağlamak için kişinin dindar olması, dinin kurallarını titizlikle uygula­ması da gerekmez.
Bu satırları yazan kişi (Ali Nejat Ölçen) Islamın kurallarına uymasa bile, özünü oluşturan ilkelerine
sahip çıkmayı amaçlamaktadır. Neden? Çünkü: Islam Dünyası, henüz o dinin kültür düzeyini kavrayabilmiş değil. Islam’ın felsefesi ve kendine özgü kültü­rüne yerküre ve yerküredeki tüm canlıların gereksinimi olduğunun farkında bile değil.

İşte o gereksimin çözümünü sağlayacak Ayetler:

1. Necm Suresinin 39. Ayeti. Karl Marx’tan 1200 yıl önce: “Say’inden (emeğinden) gayrisi senin değildir.”

2. Maide Suresi’nin 42.Ayeti: “Adaletle hükmediniz. Tanrı, adalet ya­panları sever.”

3. Nisa Suresi’nin 112. ayeti: Bir suçsuzun üzerine kim suç atarsa bu büyük bir iftiradır ve
açık bir gü­nah yüklenmiş olur

4. Hücurat Süresi’nin 12. ayeti: Zan’dan sakınmalarını bildirmekte­dir: Zan’ın bir kısmı zira günahtır.

5. Hücurat Suresinin 11. Ayeti: Birbirinizde kö­tülük aramayın, birbiri­nizi kötü lakaplarla çağırmayın.

6. Saf Suresinin 3. Ayeti: “Yapamayacağınız şeyi söyleme­yin.”

7. Araf Suresinin 43. Ayeti: “Göğüslerinizde kinden ne varsa atmışızdır.”

8. Nahl Suresi’nin 30. Ayeti: “Dünyada güzel iş yapanlara güzellikler vardır.”

9. Maide Suresi’nin 8.Ayeti: “Bir kavme duyulan kininiz sizi adaletsiz­liğe yö­neltmesin.”

10. Asr Suresi: “İnsanlar hüsran içindedir, sabır ve iyilik öğütle­yenler ha­riç.”
İlginç olanı “sabırlı” iyi kişi” olun demiyor. Sabrı ve iyiliği bireysel nitelik olmaktan çıkarıyor, toplumsallaşmasını öngörüyor. Olağanüstü doğru olan bu.

11. Adiyat Suresi’nin 5. Ayeti: “Vay bütün hümeze ümeze güruhuna, mal top­lamış, onu saymaktadır.
Mal kendisini ebedî kılacakmış sanır.”

Bu ayetler yabancı dillere çevrilmeli Batı dünyasına anlatılmalı aynı zamanda Islam’ın öğretisi olarak yaygınlaştırılmalı ve “ahlak” ilkesine dönüştürülmeli.

Çünkü yukarıya aktardığım ayetlerin tümü emperya­lizme, soyguna, israfa, gösterişe, haksızlığa, nefrete ve ahlaksızlığa karşıdır, evren­seldir ve yerkürenin kurtuluşunun çözümüdür.

Birbirinden ayrılmayan bir bütündür bu Ayetler ve Islam’ın özünü betimler. Tümü Islam’ın kurallarından çok daha önemlidir ve ne yazık ki Islam Dünyası, hala bu Ayetleri özümseyecek kültür düzeyine ulaşabilmiş değildir.

Böylesi bir uğraş ilkin ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı‘nın görevi olabilmelidir.
Ve bu kuruluş devletten ayrı, özgür ve özerk niteliğe kavuşabilmelidir.
Devletin içinde değil, devletin dışında, devlete karşın Dinin korucusu olabilmelidir.

Kanımca Islamın özü olan bu Ayetler, dünya barışının da yaratıcısı olabilir. Bu satırları yazan kişi,
Islam’ı yalnızca bir din olarak değil aynı zamanda bir yaşam felse­fesi olarak da betimlemektedir.
Bunun savaşımını vermektedir ve bugün kimsenin umursamadığı bu Ayetlere petrol tükendiğinde Islam Dünyası
50 yıl sonra belki sarılacaktır. Şimdiden böylesi ortamı yaratmanın çabasını görev olarak üstlendim.

Çünkü yerkürede tek egemen güç ve tek din, azgınlığın ve felaketin kaynağı olacaktır.

Böyle biline.

Saygılarımla.
21.8.2013

Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen

DİNDE REFORM..

DİNDE REFORM..

“Ateist laiklik” ve “sapkın dincilik”; birbirinin ikiz kardeşi olarak gelişmiştir, özünde ikisi de”din düşmanı”dır.

Laiklik, toplumun din adına baskı altına alınmasına karşı çıkmaktır; esas olarak.

Aynı zamanda toplumun, başka “kutsallıklar” adına da baskı altına alınmasına karşı çıkmaktır.

Bu haliyle, laiklikte din adamı veya dindar; toplumu, kendi dini adına baskı altında tutmaya kalkışamayacaktır.

Aslında, bu tür bir laiklik anlayışı; “Senin dinin sana benim dinim bana” sözleri ile Kuran’da da bulunmaktadır.

    Kısacası, laikliğin amacı; dini yok etmeye çalışmak değil, din adına kurulan veya kurulmaya çalışılan baskıya izin vermemektir.

Laiklik; birilerinin, kendi dininden olmayanları, kendi dinini farklı yorumlayan veya icra eden mezhepleri ya da hiçbir dine inanmayanları, hatta Tanrının varlığına karşı çıkanları, baskı altına alıp, aşağılamak hatta yok etmek yoluna gitmesi nedeniyle ortaya çıkmıştır.

Bu baskının sebebi, din adına söz söyleme hakkı bulanların cesaretidir.

Laiklik; bu cesareti kırmak, bu insanların kendilerini Allah’ın vekili yerine koymalarına engel olmaktır.

Laikliğin ilk çıkışında, dinci yönetim sistemlerine duyulan tepki olduğu gibi, bir süre sonra dinsel yönetimlerle ve yapılarla dinin kendisi özdeşleştirilmeye başlanmıştır.

Laiklik adına dinsel baskı değil din yok edilmeye, bu defa din aşağılanmaya başlanmıştır ki, biz buna “ateist laiklik” diyoruz.

Bu da, Fransız Aydınlanmacılığı‘nın bir sonucu ve türevidir.

Ateist laiklikte; gerçek laikliğin sınırı aşılmış, dindarı ya da din adamını yaratan madem ki dindir, dinsel baskıyı ortadan kaldırmanın en iyi yolu da
dini ortadan kaldırmaktır, mantığına geçilmiştir.

Bu defa da, tıpkı Rusya’da olduğu gibi, sıradan inananlar bile büyük bir baskı altına alınmıştır.

Rusya Müslümanlarının ya da Balkan Müslümanlarının çektikleri acılar bilinir.
Her ikisinde de Kuran okumak veya bulundurmak bile suç olmuştur.

Ateistler istemiştir ki; toplum dini ve Kuran’ı bilmesin, okumasın, öğrenmesin!

Oysa ki laiklik; dinsel metinlerin yok edilmesi değil, dinsel metinler üzerindeki tekelin kırılması mücadelesidir.

Bunun için ise birkaç temel şart vardır:
Birincisi; her kul, temel okuma yazmayı öğrenmelidir.

İkincisi, kullar arasında kız-erkek ayrımı yapılmadan herkes okuma yazma öğrenmelidir.

Üçüncüsü, kutsal kitaplara herkes ulaşabilmelidir.

Dördüncüsü; ulaşılan bu kutsal kitap, okuyacak olanın kendi ana dilinde olmak zorundadır.

Ve beşincisi olarak da, bu okuma işlemi sırasında veya öncesinde-sonrasında, din adına birilerinin yönlendirmesi olmamalıdır.

Aslında, Hıristiyan dininde reformla İslam dininde reform tartışmaları açısından son derece önemli bir noktadır bu.

İncil, çok uzun yıllar boyunca sadece Latincede yazılmış ve okunmuştur.
İncil’i koruyan bir teokratik sistem, yani Papalık olduğu için İncil diğer dillere çevrilememiştir.

Papalık, kendi dilleri olan Latince ile İncil üzerinde bir tekel kurmuştur.
Böylece İncil’i kendileri okuyup, yorumlayacak ve din adına sadece kendileri karar vereceklerdi.

İncil’in yazılı hale gelişi, Hz. İsa’nın ölümünden tahminen en az 60 yıl sonra gerçekleşti. Bu tarihten sonra 1.500 yıl boyunca da İncil, Roma’nın tekeli altında kaldı ve diğer dillere çevrilemedi.

Luther’in dinde reform dediği şey ise, dinde yani kutsal kitapta yazılanları değiştirmek değildi; O, bu kitabı Alman diline tercüme etmek istiyordu.

Yani İncil’de yazılanların reforme edilmesi değil, İncil’in ana dile çevrilmesi dinde reform denilen şeydi.

İslam açısından ise, bu tür bir reforma ihtiyaç pek olmadı.

Kuran, Arapça geldi.

Sahabeler bu Kuranı ezberlediler, daha sonra Arap dili ile yazılı hale geldi.

Ama Kuran üzerine bir Arap tekeli ve Arapça tekeli ilk başta oluşmadı.

Kuran, kısa süre içinde Fars diline çevrildi.

Türkler, Müslümanlığı benimsemeye başladıklarında da Arapça öğrenmediler; bunun yerine, Kuran’ı kendi dillerine çevirdiler.

Topluca Müslümanlığı benimseyen Karahanlı devrinde Kuran, Karahanlı Türkçesi’ne çevrildi.

Yine Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar döneminde, Kuran’ın dönemin Türkçesine çevrildiği bilinmektedir.

Kısacası, İslam’da reform diyebileceğimiz şey, zaten her devirde gerçekleşmiştir.

==========================================

Dinde Reform 2

Ama bu modern din, yani İslam, İngiliz ajanı Vahabiler tarafından yozlaştırılmış ve Kuran ve din üzerine bir Arap tekeli kurulmaya çalışılmıştır.

Vahabi sapkınlar, Kuran’ın dilinin Arapça olduğunu ve başka dilde ibadet edilemeyeceğini iddia ederlerken, aslında Hz. Muhammed ve ardıllarına da ihanet ediyorlardı ama asıl hedefleri Türklerdi.

Çünkü Türkler, Müslümanlığın hem kurtarıcısı, hem koruyucusu, hem de geliştiricisiydi.

Tarih boyunca kurulan Türk devletlerinde İslam üzerinde tekel kurulmamış, halkın dinini yaşamasına karışılmamış, dinsel hoşgörü hakim kılınmıştır.

Vahabi ırkçıları, Türkleri Müslümanlıktan temizlemek istemiş, bu nedenle Arap dilini ön plana çıkartmışlardır.

    Vahabiler aynı zamanda Türk’ün Allah’a ulaşma yöntemi olan tasavvufa savaş açmışlardır.

Bir süre sonra bu Vahabi sapkınlığı Türk ülkelerinde de egemen olacak ve Türkçe ibadet ve Kuran okumak yanlış bulunacaktır.

Ta ki Atatürk gelene kadar.

    Mustafa Kemal, Hıristiyan işgalcileri ülkeden attıktan sonra, Kuran’ın Türk diline çevrilmesini de sağlamıştır.

Yine dönemin ideologlarından Ziya Gökalp Türkçe Kuran ve ezanın önemini şu şiiriyle halka anlatmaya çalışacaktır:

    “Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur,
    Köylü anlar manasını namazdaki duanın..
    Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur’an okunur,
    Küçük, büyük herkes bilir buyruğunu Huda’nın;
    Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!”

Bu noktada çok güncel bir meseleyi de laiklik ve dincilik açısından tartışabiliriz.

AKP’nin tümüyle gerici ve de bölücü amaçlarla hazırladığı 4+4+4 eğitim sistemi, ilk öğretimden başlayarak seçmeli Kuran ve Hz. Peygamber’in hayatı derslerini müfredata soktu.

Bu uygulama çok tartışıldı.

Eğitimi verecek hocaların hangi zihniyette olduğunu elbette biliyoruz, üstelik henüz dinsel eğitim yaşına varmayan çocuklara bu eğitimin verileceğini görüyoruz ve bunun laiklik açısından bir yanlışlık olduğunu tespit ediyoruz.

Biz böyle dedikçe, kimi uyanık dincilerse; görüyor musunuz Kuran okunmasına karşı çıkıyorlar diyor!

Aslında ülkemizdeki laiklik gündeminin en önemli düğüm noktası tam da burasıdır.

Türkiye gibi, dinsel sapkınlığın örgütlendiği ve iktidara yerleştiği ülkelerde, en iyi laiklik mücadelesi, tam da Kuran okuyarak ve Kuran okutarak yapılır!

Kuran artık bu ülkede evlerin vitrinlerinden insin, çocuklar, gençler onu eline alsın, okusun ve tam da Ziya Gökalp’in dediği gibi Tanrı’nın buyruğunu bilsin!

Eğer bu yapılırsa, buyruk verme yetkisinin Allah’ta olduğunu, Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed’e bile emretme yetkisi vermediğini, sadece tebliğ görevi verdiğini görürler.

İddia ediyorum, bu ülkede laikler Kuran kursu açsınlar, iyi din ve tarih eğitimi almış hocalarla çocuklara Kuran öğretsinler, dinciler o zaman Kuran kursları kapatılsın diyecektir.

Ve yine en önemli eksiğimizi vurgulamaktan kaçınmayalım.

Bu ülkede de, diğer Müslüman ülkelerde de, halk Kuran okumaz, Kuran’ı okuyanlar gelir ve halka Kuran’da ne yazdığını söylerler.

Elbette kendi işlerine geldiği gibi.

Ve elbette Allah’ın da Hz. Muhammed’in de en fazla karşı çıktıkları gibi.

    Laikliğin önündeki engel, Kuran üzerindeki dinci tekeldir.

Din üzerinde, Hz. Muhammed üzerinde hak iddia edenler, Hz. Muhammed’in mirasçısı değildirler; çünkü İslam ne dinsel teokrasi ne de ırksal sultanlık getirmiştir.

Peygamber tektir ve onun takipçisi onun ümmetidir.
Yani tüm Müslümanlar…

İşte dinci sapkınlık; aslında halkın dini, imanı, Kuran’ı öğrenmesine karşıdır, çünkü buradan ekmek yemektedir.

Ve yine bilelim ki dinci sapkınlar, aslında Arapçayı da bilmemektedir.
Onlar sadece Kuran’ı hatmederler.
Kuran’ı hatmetmek, Hz. Muhammed döneminin uygulamasıdır ama zaten hatmedenler Arapça biliyordu.

Oysa bizde Arapça bilmeyenler onu hatmettiğinden, hiçbir anlamı olmamaktadır, çünkü ezberlediğini tekrarlayan, ne dediğini bilmemektedir!

Ve yine laiklik peşinde koşanlar; çocuklarını Fransızca, İngilizce kursları yerine, Arapça kurslarına gönderseler, yine büyük bir laik adım atarlar.

Böylece çocuklarımız Kuran’ı orijinalinden okumayı ve anlamayı öğrenir.
İşte o zaman dinci sapkına hiç ekmek kalmaz.

Sonuç olarak, dinde reform meselesi; dinin değiştirilmesi, yumuşatılması meselesi olarak yanlış tarif edilmiştir.

    Dinde reform, dini halka vermektir.

Zaten Allah da dini halka göndermiştir, aracılara değil.

Laiklik bu şekliyle konulduğunda, dinci gericilik elindeki tüm sömürü araçlarını kaybedecektir.

Laiklik için bu büyük adımı atmaya, Kuran okumaya ve okunması için kampanya açmaya var mısınız?

http://www.ulusalparti.net
Cesuryorum
3.10.12

Cesuryorum
www.cesuryorum.com


Bu sayfa; Atatürk’e, Türk Toplumu’na, Türk Devleti’ne zarar verenlerin, hakaret edenlerin, Türkiye’nin kaynaklarını sömürenlerin, Atatürk’ün kurduğu çağdaş, laik, demokratik ve tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyenlerin açıkça ifşa edildiği ve gerçek yüzlerinin gösterilmek istendiği bir sayfadır!

Cesuryorum

“Benim en büyük hasletim, TÜRK olarak doğmamdır!..”
Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

”Bizler;
Gözünde Vatanını,
Gönlünde ATATÜRK ilke ve İnkılaplarını tutabilen,
Vicdanında dinini saklayabilen,
Milliyetçilik ve laiklik düşüncesi içinde görev yapanlardanız…”
Nusret DEMİRAL

“Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev, HAYAT’tır!”
Nusret DEMİRAL