Bu çöplükten insan da duyguları, düşünceleri, düşleri, inançları ile payını alıyor.
Her şeyin alınıp satıldığı, değerinin parayla ölçüldüğü bir dünyada insani olan ne varsa kültür, sanat, aşk, sevgi, dostluk tüketiliyor.
“Çocuklarımızdan ödünç aldığımız” geleceğimiz karartılıyor, oysa onların hakkı böyle karanlık bir dünya değil.
Sabahattin Ali,“İnsan olmak dokunuyor haysiyetime” demişti.
Yaşar Kemal,“Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa…” diye tanımlamıştı bu gerçeği.
YARALAYAN TABLO
Korkutan, yaralayan, kanayan bu utanç tablosunu gören sanatçı ne yapar?
Bunu görmek, sanatçının yüreğini burkup onu allak bullak etse de o, çöpün, kanın üzerinde uygarlığını sürdüren insanlığın her şeye karşın dünyayı güzelleştirebileceğini düşünür.
Dünyaya bakınca gördüğü bu tüketilme ve savaş görüntüleri, sanatçıya aşması gereken zorluğun ne denli büyük olduğunu gösterir.
Karşı karşıya olduğu gerçeklik, insanın dünden getirdiği bir sorumluluk olarak kapısını çalmaktadır.
Bir sanatçının,
insanlığın temellerinin bombalamasını görmesinin verdiği hüzün korkunçtur.
Ve insanlık ve “insanın doğaya eklediği bir şey” (Alain) olan sanat bunu hak etmedi.
YENİ BİR GERÇEK YARATMAK
Bu utançla yaşamak istemez sanatçı.
Bu gerçeği insanlığın kaçınılmaz yazgısı olmaktan çıkarmak ister.
Çünkü özgürlük savaşımı bitmez, insan da sanat da tükenmez.
Sanatçı, yeni bir gerçek yaratabilmek için, çaresizliğe aman vermeyen düş gücünün sınırsızlığından alır gıdasını.
“Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik. Ancak bu arada çok basit bir sanatı unuttuk, kardeş olarak yaşamayı” diyen Martin Luther King, “…Şu anın getirdiği güçlüklere ve engellemelere rağmen bir hayalim var benim” der.
“İnsan soyunun, müspet bilimler doğrultusundaki, en bağımsız koşullar içinde, en mutlu olmasını isteme çabası… İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilme çabası adına sanat…” der Orhan Kemal.
SANATÇININ GÖREVİ
Sanat, özgürlüğün kardeşi, zamanı aşan bir ölümsüzlük arayışı, insandan, yaşamdan yola çıkıp insanlığa ulaşmanın değerli silahıdır.
Aziz Nesin,
“Benim zenaatim yazmak…/ Benim zenaatim kavga / Ekmek için / Barış için” demişti.
Yaşamın ve zamanın dayattığı görevi “yeni bir dünya yaratmak” (Charlie Chaplin) olan sanatçı, yeryüzünden kötülüğün silinmesine katkıda bulunmak için günün yanlışlarını cesurca ortaya koymak, çirkinliklerden arınmış bir yarın arayışının düşçüsü, çağrıcısı olmak zorundadır.
“Anadolu” adlı şiirinde ne demişti Ahmed Arif :
… Dayan kitap ile
Dayan iş ile,
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile…
Merak etmek ve keşfetmek, artılarıyla eksileriyle insanlığı, medeniyeti bugüne getirmiştir. Voyager’ın uzaya gönderilmesinin temelinde merak duygusu ve keşfetme isteği vardır. Her merak keşifle sonuçlanmaz ancak bütün keşiflerin ilk basamağında merak duygusu bulunur. Şu an çevrenizdeki tüm nesneler, merak eden ve keşfeden insanların ürünüdür.
“Dünyayı oluşturan ana madde (arkhe) nedir?”, “Kuşlar nasıl uçuyor?”,
“Yağmur neden yağıyor?”, “Bebekler nereden geliyor?” türünden sorular sormadan yaşamı kavrayamazsınız, kontrol edemezsiniz.
Bazı eski toplumlarda gençler çok erken evlendirildikleri için evlilik dışı çocuk doğmazdı, bu yüzden de insanlar cinsel birleşme ile bebek doğumları arasında ilişki kurmazlar, kadınların kutsal evlilik bağından ötürü hamile kaldıklarını zannederlerdi.
Sonra bazı kadınlar evlenmeden çocuk doğurunca insanlar bunun nedenini merak ettiler. Böylece bebeklerin kutsal evlilik törenlerinden ötürü değil, cinsel birleşmeden ötürü doğduğunu anladılar.
MERAK NASIL ORTAYA ÇIKAR?
Çocuklarda merakın gelişmesi için üç temel şey gereklidir.
1) Anneye güvenli bağlanma gereklidir:
Geçen haftalardaki yazılarımda da belirttiğim üzere çocuğa bakım veren kişi -genelde anne- çocuğun beslenme, korunma, sevilme gibi temel ihtiyaçlarına cevap verebiliyorsa çocuk annesine güvenli bağlanır, ardından ilgisini dış dünyaya yönelterek çevresini merak eder. Eğer çocuk annesine güvenli bağlanmamışsa adeta dış dünyaya arkasını döner, ilgisini annesine yöneltir, dünyayı merak etmesi ve keşfetmesi zorlaşır. (AS: Temel güven / basic trust gelişimi anne ile sağlıklı ilişkilere bağlı ve yaşamda insana neredeyse ömür boyu omurga oluşturmakta..)
2) Eğitim ortamları merakı destekler hale getirilmelidir:
Çocuklar başlangıçta annelerine güvenli bağlansınlar veya bağlanmasınlar tüm eğitim yaşantıları boyunca meraklarını diri tutacak önlemler alabiliriz. Birkaç örnek:
Çocuğa masal okuduğunuzda, biten masal üzerinde akıl yürütmesini, olayın sonrasını düşünmesini isteyebilirsiniz. Diyelim ki masalın sonunda tavşan tilkiye bir şey söyledi:
“Tavşan tilkiye başka ne söyleyebilirdi?” diye sorabilirsiniz. “Başka?” sorusu ufuk açan, yeni durumları merak ettiren bir sorudur. (Bu arada lütfen Aziz Nesin’in eleştirdiği türden zorlayıcı anne-baba olmayın, yaratıcı çocuk yetiştireceğim diye çocuğa 10 tane soru sormayın.)
Çocuğa küçük sürprizler yapılabilir, sıcak-soğuk oyunuyla saklanan bir eşyayı bulması sağlanabilir. Onunla birlikte yemek pişirilebilir, bahçede veya saksıda bitki yetiştirmesi, bu bitkinin gelişim aşamalarını tahmin etmesi istenebilir.
Okullarımızdaki müfredatlar öğrencilerin merak ettikleri konular da dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Genelde öğrencilerin değil müfredatı hazırlayanların merak ettikleri konular işlenmiş, öğrencilerin filanca savaşı, falanca şairi merak edip etmedikleri veya neleri merak ettikleri sorgulanmamış, ezbere eğitimin yeterli olduğu sanılmıştır. Bu yüzden çocuklarımızda küçük yaşlarda yüksek düzeyde olan merak duygusu, sınıfları ilerledikçe azalmaktadır.
3) Ülkede felsefeye ve pozitif bilime ilginin teşvik edilmesi gereklidir:
İlk sınıflardan itibaren (başlayarak) felsefî sorgulamaya yer verilmeli, ileri sınıfların müfredatından, önyargılı bakış tarzıyla Evrim konusu ve benzerleri çıkarılmamalıdır.
Geçen ay Van’daki Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde önemli bir toplantı düzenlendi, toplantı sonunda bilim insanlarının kastettiği şekilde bir Evrim olmadığı sonucuna varıldı! Gözlem ve deney yapmayı gereksiz sayan bu tür toplantılar; merakı, sorgulamayı, keşfetmeyi yok etmeye çalışıyor, sorulabilecek tüm soruların tek bir cevabı olduğu iletisini veriyor. Böylesine toplantılara katılanlara İbn-i Haldun’un Mukaddime’sini ve İbrahim Hakkı Bey’in Marifetname’sini okumalarını tavsiye ediyorum. Uluslararası hakemli dergilerdeki bilimsel makaleleri okumayan veya anlamayan kişiler, bu iki büyük düşünürün evrimle ilgili görüşlerinden bir ihtimal feyzalacaklardır.
Osmanlı’da eğitsel ve toplumsal anlamda merakı teşvik eden ortamlar yoktu. Bu konuda Nemrut Dağı’ndaki heykelleri örnek gösterebiliriz.
NEMRUT’UN HEYKELLERİ KİMİN UMURUNDA?
Yüzyıllar boyunca Anadolumuzda toprağın üzerinde Aspendos benzeri tarihi kalıntılar vardı. Dedelerimiz, ninelerimiz alışageldiklerinden farklı olan bu yapıları gördüler, muhtemelen merak etmek onaylanmayan bir şey olduğu için de ilgilenmediler. Bir ihtimal, “Bunu babam yapmamış, dedem de yapmamış, demek bizim aileden olmamış, biz o zaman işimize bakalım” diye düşündüler, merak etmediler, araştırmadılar.
Osmanlı’nın asker ve mühimmat sevkıyatı için Adıyaman bölgesine ilişkin ayrıntılı bir haritaya ihtiyacı vardı. O güne kadar yapılmamıştı. Haritayı yapması için bir Alman subay davet edildi, o da Nemrut Dağı’nı merkez kabul edip altı ay o bölgede yaşadı ve bir harita yaptı. Bu olayı izleyen yıl bir Alman tüccar, bölgeyi dolaşırken Nemrut Dağıüzerinde çok büyük heykeller olduğunu gördü, heyecanla durumu Alman Bilimler Akademisi’ne bildirdi.
Ancak Akademi, “Eğer dağda bu tür heykeller olsaydı, o bölgede altı ay yaşayan eğitimli bir Alman subayı mutlaka görürdü” düşüncesiyle ona inanmadı. Tüccar ısrar etti, sonuçta inandırdı. Evet, verdiği bilgi gerçekti fakat Akademi üyeleri, “Eğitimli bir Alman subayı altı ay o bölgede yaşar da o heykelleri nasıl görmez?” diyerek çok hayret ettiler. Şimdi siz, “Alman subay altı ay o bölgede yaşayıp heykelleri fark etmedi ama dedelerimiz 900 yıl orada yaşayıp nasıl fark etmediler?” diye hayret etmelisiniz.
Bence dedelerimiz o heykelleri fark etselerdi ne fark ederdi? Mutlaka çobanlar dağın tepesine çıkıp o devasa heykelleri görmüşlerdir. İyi de Bilimler Akademimize bildiremezlerdi çünkü böyle bir akademimiz yoktu. Gidip kaymakama bildirseler muhtemelen kaymakam, “Ben ne yapayım, işe yararsa indirip evinizin temeline koyun, ağırsa, inmiyorsa bırakın orada kalsın” derdi. Bu bakış tarzı kaymakamın hatası olmazdı, bilimsel atmosferin eksikliğinden ötürü ortaya çıkardı. Yakın zamanlara kadar insanımız, toprakta bulunmuş heykellerin yalnızca birer taş olduğunu düşünmüştür.
Otuz üç yıl Osmanlı’yı yöneten bir padişahımız, Beşiktaş’tan Anadolu’ya, hatta Üsküdar’a geçmemiş, bir anlamda ülkesini ve halkını merak etmemiştir. Bu durum onun da eksikliği değildir. Felsefi sorgulama, bilimsel merak toplumun gündeminde yoksa toplumdaki herkes bu durumdan nasibini alır.
Merak öyle bir tohumdur ki belli topraklarda, belli iklimlerde çiçek açar. Eski Atina’daki ve Isparta’daki beyinler aynı, kültürel iklimler ise farklıydı; yalnızca Atina’da felsefe ortaya çıktı, bilimin temelleri atıldı. Artık gündemimizde, müfredatlarımızda sorgulama, merak bulunsun istiyoruz.
Yaklaşık bir yıl önce, emekli komutanlar ve askerler Çevik Bir, Çetin Doğan, Hakkı Kılınç, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, İlhan Kılıç, Aydan Erol, Kenan Deniz, Ahmet Çörekçi, Çetin Saner, İdris Koralp ve Vural Avar, hukuka aykırı bir biçimde tutuklandılar.
Böylece, “Ergenekon”, “Balyoz”, “OdaTV”, “Casusluk” ve “Gezi” adıyla anılan sahte yargı süreçlerine ve kumpaslara bir yenisi daha eklendi, yargı bağımsızlığını güvence altına alan anayasanın 138. maddesi, AKP hükümeti tarafından bir kez daha ihlal edildi.
***
1990’lı yıllarda Türkiye’de, laiklik karşıtı siyasal örgütlenmeler ve laiklik karşıtı terör örgütlenmeleri, paralel biçimde yükselişe geçti.
Refah Partisi, 1991 genel seçimlerinde %17 oy aldı ve 1995 genel seçimlerinde %21 oy alarak 1. parti oldu.
1990 yılında, Atatürkçü Düşünce Derneği kurucu genel başkanı-hukukçu Muammer Aksoy, ilahiyatçı-yazar, SHP parti meclisi üyesi Bahriye Üçok, yazar-araştırmacı Turan Dursun, gazeteci-yazar Çetin Emeç; 1993 yılında gazeteci-yazar Uğur Mumcu; 1999 yılında siyaset bilimci-yazar Ahmet Taner Kışlalı katledildi.
1993 yılında yazar Aziz Nesin’in ve Alevi sanatçıların hedef alındığı Sivas’taki olaylarda, aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Hasret Gültekin, Edibe Sulari, Asaf Koçak, Behçet Aysan, Mehmet Atay, Uğur Kaynar, Muammer Çiçek’in de bulunduğu 33 sanatçı ve Pir Sultan Abdal Derneği üyesi yakılarak katledildi.
Söz konusu aydınlar katledilmeden önce, yıllarca RP’li siyasetçiler ve onları destekleyen yayın organları tarafından hedef gösterildi!
Laiklik karşıtı kesimin, üniversitelerdeki başörtüsü (AS: Türban!) yasağından dolayı kendisini mağdur ilan ettiği yıllarda, laikliği ve Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerini savunanların can güvenlikleri bile yoktu!
Bu yıllarda en büyük mağduriyeti yaşayanlar, üniversitede başörtüsü yasağına maruz kalanlar değil, laiklik karşıtı teröristler tarafından katledilenler, laikliği ve Cumhuriyet Devrimlerini savunanlardı.
***
28 Şubat 1997’de, RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın başbakan, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’in başbakan yardımcısı olduğu koalisyon hükümeti döneminde, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu, laiklik karşıtı örgütlenmelerin önlenmesine yönelik kimi somut önerilerde bulunan bir bildiri yayımladı.
Bu gelişmeden sonra hükümet ile cumhurbaşkanı, hükümet ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında gerginlikler yaşandı, DYP’den birçok milletvekili, RP ile koalisyon ortaklığına karşı çıktı, birçok DYP milletvekili istifa etti ve RP-DYP koalisyon ortaklığı için gerekli çoğunluk ortadan kalktı, hükümet düştü.
***
Bunun üzerine, “ikinci cumhuriyetçi” neoliberaller ile birlikte, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç gibi RP’li siyasetçiler, “postmodern darbe” söylemine başvurdular. Oysa ortada ne bir darbe vardı ne de bir darbe girişimi.
ABD destekli 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri konusunda yeterince sesini çıkarmayan laiklik karşıtı siyasetçiler, teokrasiyi demokrasi olarak pazarladılar. Üniversiteler ve medya da bu kirli oyuna alet oldu!
Erdoğan, Gül ve Arınç daha sonra AKP’yi kurdu; AKP iktidar oldu ve 2008 yılından itibaren (AS: başlayarak)
AKP demokratik, laik, hukuk devletini ortadan kaldırarak anayasal düzeni yıktı ve sivil darbe yaptı!
1997’de anayasal düzen hatırlatması yapan, bugün 70 yaşın üzerinde ve ciddi sağlık sorunları olan komutanlar ise darbe yaptıkları iddiasıyla hapishaneye yollandı!
İşadamı Osman Kavala’nın ve eski HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın hukuka aykırı biçimde hapishanede tutulmasını eleştirenlerin, 28 Şubat kumpasından dolayı hapiste yatan komutanlara ve askerlere sahip çıkmamaları, büyük bir çelişki ve ikiyüzlülüktür.
ABD ve Avrupa Birliği emperyalizmi, “Ergenekon”, “Balyoz”, “OdaTV” ve “Casusluk” kumpaslarında nasıl üç maymunu oynadıysa, 28 Şubat kumpasında da aynı tavrı sergilemektedir!
Muhalefetin, bu konuda ABD’nin ve AB’nin gölgesinde kalması ise utanç vericidir!
“AYDIN” ÜZERİNE BİR DENEME : Tarihsel ve Toplumsal Bir Yaklaşım
(AS: Bizim kısa notumuz yazının altındadır..)
Edebiyat alanındaki kitaplarımızdan ilki olan,” Eski Dostlar, Deneme- Öykü Seçkileri” nde; “Aydın ve Entelektüel” adlı bir denememiz yer almıştı.
O yazıda, “aydın” ve “entelektüel“i birbirinden ayırmış, “aydın”ı, … yanlışa, haksızlığa mutlaka tepki veren, tutum alan, adil, özgür ve güzel bir gelecek için ödünsüz savaşım veren … insan” diye tanımlamıştık. (Dr. Halit Suiçmez, Aydın ve Entelektüel, Eski Dostlar Deneme – Öykü Seç ileri, Brc Mtb., Mayıs-2005, Ankara, Ortak Kitap, syf. 76-77)
Elbette her tepki vereni de Aydın sayamayız. Kavramı siyasal, felsefi, ekonomik- politik, psikolojik boyutlarıyla derinliğine ve genişliğine incelemek gerekir. Bu ise, gelecek çalışma ve yazılarımızın konularından biri olacaktır. Aydın kim? Hangi Aydın? İşlevi ne, yazarlar aydın mıdır?.. gibi soruların yanıtlarına –bu yazıda bir parça yer versek de– geniş zamanda eğileceğiz.
Aydınlar çok yerde, çok zaman suçlanmışlardır. Hapislere atılmış, özgürlükleri kısılmış, öldürülmüş, kısıtlanmış, sürgüne gönderilmiş, türlü işkenceler yapılmıştır. Gerçek Aydınlar her koşulda yılmadan mücadele etmişler, Büyük İnsanlık yürüyüşüne kalıcı izler ve katkılar bırakmışlardır.
Kimdir Aydın?
Aydın’ın kim olduğunu anlayabilmek için tarihsel ve toplumsal durumunu özetlemek gerekir. On yedinci yüzyılda Batı Avrupa’da Burjuvazi, dünya görüşü ve bir toplumsal sınıf olarak ortaya çıkar. O tarihe dek bilgiyi elinde tutan sınıf Ruhbanlardı. Kilise ekonomik, politik ve yönetsel güce sahipti.
Okuma salt rahibin işiydi. Kilise, Hıristiyanlığın kutsal bekçisi ve temsilcisi di. Din adamı, derebeyiyle – feodal bey ile köylü arasında bir aracıdır.
Pratik bilgi uzmanları / sahipleri burjuvazinin gelişmesiyle ortaya çıkar. Dönemin Bilginleri mühendisler, matematilçiler, hukukçular, tıp insanları, yazarlar, düşünürlerdir.. Ticaretin gelişip yaygınlaşması, mühendislerin ve bilginlerin varlığını ve bu sürece katkılarını gerekli kılar.
Bunlar birer sosyal sınıf olmadıkları gibi; seçkin bir kesim de değildir. Çünkü ticari kapitalizmle bütünleşmiş Merkantilizm ögeleridir. İşte gelişen ticari ve daha sonra sanayi burjuvazisinin dünya görüşü, analitik yöntemler “Aydınlar” denilen bu kesimlerce oluşturulacaktır.
Türkçe’mizdeki okunuşlarıyla, Mönteskiyö, Volter, Diderot, Russo.. Bunlara “filozof” (Bilgisever) denir, bilgelik tutkunlarıdırlar, bilgelik ise “akıl – akılcılık” (Rasyonalite) demektir. Analitik yöntemleri tarih ve toplum sorunlarına uygularlar.
İşte ilk klasik aydınlar, bu öncü Aydınlanmacılardır. Burjuvaziye, feodalizmle savaşması için gerekli düşünsel silahları vermişlerdir. Burjuva sınıfının içinde doğduklarından, bu sınıfın nesnel ruhunu ifade etmişlerdir. Burjuvazinin gericileştiği ve işçi sınıfına ve onun dünya görüşüne karşı çıktığı, emek sömürüsünü sürdürmek istediği dönemde gerçek aydınlar ortaya çıkmıştır.
19 ve 20. yüzyılda..
Marks, Engels, Emil Zola, Lenin, Gorki, J. London, Nazım Hikmet, Suat Derviş, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Yalçın Küçük, Ahmet Saltık (AS: Sayın yazarın bizim dışımızda övgün değerlendirmesidir.. şükran ile), Taylan Kara.. 19. yy’ın son çeyreğinden sonra artık egemen – sömürgen sınıflar içinden çıkmamıştır aydınlar.
Aydın; J .P. Sartre’nin tanımıyla; “…kendi içinde ve toplumdaki, pratik gerçekliğin araştırılmasıyla egemen ideoloji arasındaki karşıtlığın bilincine varan insandır.” (J. P. Sartre, Aydınlar Üzerine, Can Yay., 1997, syf. 30)
Aydın, tarihin ve parçalanmış toplumların eytişimsel (diyalektik) ürünüdür.
Aydınlarından yakınacak bir toplum, önce kendini eleştirmelidir.
Aydın kimseden görev almaz, statüsü hiçbir yetkeye (otoriteye) bağlı ve bağımlı değildir. Her koşulda kanıta dayalı bilimsel doğru’yu söylediğinden, çoğunlukla sevilmez, varoluşuna aldırılmaz, ancak söylediklerine belli bir duyarlılık olabilir.
Aydın eylemi ve sorumunun sonal amacı;
Gelecekte “bir gün” tüm insanların gerçekten eşit, özgür, gönenç ve erinç içinde, kardeş olacakları toplumsal bir evrensellik için çabalamaktır.. Ütopyaları vardır; salt yorumlayıp aktarmakla, “bulmak” ile yetinmez.. “Devrimci Eylem” yükümlenir ve topllumu, yaşamı, insanı sürekli dönüştürmeye çalışır.
Yalnızdır genelde Aydın; yaşanan toplumu anlayabilmek için önündeki tek yol, ezilenlerin bakış açısıyla çalışmaktır. Aydın, toplumsal köken olarak küçük burjuva olmakla birilikte, işçi ve köylü sınıfının saflarında yer almalı, küçük burjuva koşullanmalarından kurtulup ezilen sınıfların savaşımına somut olarak ve koşulsuz katılmalıdır, katılır.
Her Aydının çağında bir yeri ve mücadelesi (serüveni) vardır. Bunu ekonomi politik, psikanaliz, Marksizm, sosyoloji gibi insan bilimlerinin yöntem ve verileriyle başarabilir. Her insan yaşamdaki yerini, kimliğini, neyi, niçin ve nasıl yaptığını, yapması gerektiğini, yaşamın amacı ve anlamını kendi bilgi ve bilinciyle oluşturabilir.
*** Aydın‘ın kimliği, durumu, işlevi, gelişimi gibi konulara kısaca değindikten sonra şimdi de kimi yazarlardaki Aydın söylemi üzerinde duralım:
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yazmıştır çoğu yapıtlarını. Olumsuzlukları sergilerken son derece değerli, yürekli ve gerçekçi tutum sergilemiştir. Panorama, Bir Sürgün, Ankara, Yaban gibi gerçekçi romanlarıyla toplumun en dip ve uzak köşelerine dikkatle bakıp, öz bilgiyi çok varsıl tipleştirmelerle önümüze sermiştir..
Balzac gerçekçiliği kitaplarında üst düzeylere yükselmiştir. Balzac siyasal olarak kralcıydı ama zamanın toplumsal gerçeklerini büyük ustalıkla anlatmıştır.
Tolstoy da öyledir, Lenin; “Rus devriminin aynasıdır” dediği büyük ustadan çok şey öğrendiğini, ama sınıfsal bakış olarak “gerici ve ütopist” olduğunu söylemiştir.
Yakup Kadri de dönemin toplumsal yozlaşmasını büyük ustalıkla anlatır. Toplumu gerçekçi çizer, kendisi sınıfsal bakışa uzaktır, güncel ideolojiye bağlılıkları vardır bu yüzden sınırlarını bir türlü aşamaz. Ve Yaban romanında kahramanı Ahmet Celal’i şöyle konuşturur:
“Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı, işletemedin… sana istırap veren bu şey, senin kendi eserindir…” (Yaban, syf. 148)
Yakup Kadri, roman boyunca, aydınları suçlar. Nasıl bir “aydın”dır, Ahmet Celal? O, köylülerden söz ederken “onlar” der. Köylüleri kendinden ayırıp uzak tutar. 1922’de Kurtuluş Savaşı’nın ateşli günlerinde geçer olaylar. Anadolu’daki geriliğin, yoksulluğun, cehaletin suçlusu niçin aydınlar olsun?
Osmanlı Aydını yüzeysel bir Batı hayranlığı içindedir. Toplumsal gelişmelerin ekopolitik yasalarından haberleri var mıdır? Tarihsel gelişmemiz ve bunun bilinçlere yansıması nerede kaldı? Aydınlar “halkın kurtarılmasının” üstesinden nasıl gelebilecekler? Tarihsel deneyimler ve devrimler kapitalizmden ve fodalizmden kurtuluşun ancak bilinçlenen halk hareketiyle olabileceğini kanıtlamıştır. Türkiye’nın geri kalmışlığıüzerine ciltler dolusu sosyal yapı araştırmaları yapılmadı mı?
1838 Balta Limanı Anlaşmasıyla İngiliz Emparyalizmi, Osmanlı ülkesine ve onun az da olsa bağımsız sanayileşme olanaklarına ağır bir darbe vurmadı mı? Sadri Ertem, Çıkrıklar Durunca romanını boşuna mı yazdı? Osmanlı Ekonomisini temsil eden Çıkrıklar kimler tarafından nasıl, hangi süreçlerle ve niçin durduruldu, Doğan Avcıoğlular, Halil İnalcıklar, Markslar, Asya tipi üretim tarzları, Doğu Sorunu diye ortaya konan merkezi feodal yapılar..
Bütün bu azgelişmişlik, emperyalizm kuramları, araştırmaları bir şey anlatmıyor mu? Bürokratlar Batılılaşmak yoluyla devleti –gerçekte kendi mal ve canlarını- kurtarmak isterken, kapitalizmin çarkına kapılarak üretim güçlerini geliştirmek şöyle dursun, var olanlarının da yok olup gitmesine, halkın daha da yoksullaşmasına neden olmadılar mı?
Bu Aydın suçlamaları, sızlanmaları ne zaman son bulacak? Türk Aydınının onuru Nazım Hikmet de şiirinde;
“… dilim varmıyor ama kabahatin çoğu sende kardeşim…”
derken Aydını mı, halkı mı, bilinçsiz ve yanlış siyasal seçim yapan kitleleri mi işaret etmektedir? Doğru siyasal seçim yapamayan kitlelerde kabahat olabilir ama geri kalmışlık, özünde kapitalizmin istendik sorunudur.
Bürokrasinin yazarı Yakup Kadri’ye göre, “onlar”, “vücutları beslenecek, kafaları aydınlatılacak” edilgin yığınlardır. Elbette büyük romancımız Yakup Kadri’nin siyasal bakışı farklı olabilir, roman yoluyla önerdiği çözümler tartışmalıdır, ama şurası gerçektir ki; dönemin toplumsal yapısını büyük bir gerçeklikle yansıtmıştır yapıtlarında.
***
Konumuzun özüne dönersek; Aydın üzerine söyleşirken, “Hangi Aydın?” sorusunu da sormuştuk. Jakoben aydınlardan Kemalist aydınlara, klasiklerden Marksist aydınlara dek birçok addan söz edebiliriz. Entelektüel Aydınlar da olabilir. Entelektüel ve Aydın ayrımına gelince; birinciler Aydın tepkisini gösterse bile rahatlarına düşkündürler, eylemden uzak ve bireycidirler.
Entelektüel Aydın her iki özelliği de, yani kökten kapitalizm karşıtlığı ve adil, özgür yeni düzen svaşımcısı olup, Evrenin derin bilgisini öğrenip içselleştirmekten geri durmayan bir kişiliktir.
Gelecek çalışmalarımızda konuyu yeni boyutlarıyla ilerleteceğiz.
=============================================== Dostlar,
Seçkin yurtsever Aydın, Mülkiyeli dostumuz Sn. Dr. Suiçmez, salt Doktoralı bir iktisatçı olmakla yetinmeyerek, Aydın sorumluluğunu kapsamlı üstlenen bir kişi. Yukarıda sunduğumuz “Deneme” bize göre de oldukça nitelikli bir metin. Kendisine hem bu emeği hem de sitemizde yayınlama ayrıcalığını bize tanıdığı için teşekkür ederiz.
Büyük bir değerbilirlikle bizi de Türk Aydınları arasına katarak, yükümüzü daha büyütmüş sağolsun. Ancak İlhan Selçuk, Rıfat Ilgaz ve Melih Cevdet Anday da bir çırpıda çağrıştırdıklarımız.. Çoook bereketli bu topraklar, bu kültür gerçekte. Ilgaz’ın “Aydın mısın?”, Anday’ın ise “Sis Çanı” şiirlerini site okurlarımıza özellikle salık vermek isteriz.. Okumak, duygudaşlıkla titreşmek ve gereğini “Aydın sorumluluğuyla” yapmak üzere..
Sevgi ve saygı ile. 08 Ağustos 2022, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Hekim, Hukukçu – Sağlık Hukuku Uzmanı, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye) www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik twitter : @profsaltik
Türkiye’yi bölmek isteyen güçler ve bunların içimizdeki ajanları, ABD’de Siyahları ikinci sınıf yurttaş olarak gören, hatta insan olarak görmeyen ırkçı yaklaşıma benzetme yaparak, Türkiye’de de yurttaşlar arasında ayrımcılık yapıldığını öne sürerler. Buradan hareketle, “Beyaz Türk- Siyah Türk” deyimini icat etmişlerdir.
Bunlara göre dinciler Siyah Türk’tür. Oysa Kubilay’ın katilleri ve Şeyh Sait gibi, Cumhuriyeti yıkmak/ ülkemizi parçalamak isteyen hainlerin dışında hiç kimse, inançları nedeniyle zulüm görmek bir yana sorgulanmamıştır bile. Gerçek dindarlara ise hiçbir zaman dokunulmamıştır…
Çok partili sisteme geçtikten sonra, din istismarının oy getirdiği anlaşılınca dinciler/ tarikatçılar el üstünde tutulur olmuşlardır. Hemen hemen her seçimde çoğu tarikat ve cemaatlerin temsilcileri milletvekili olmuş ve hatta hükümetlerde yer almışlardır. Dinciler devlette iş bulmakta hiç zorlanmamışlar, hatta öncelikli olmuşlar, bürokraside de önemli görevlere yükselmişlerdir…
Gerçekte Türkiye’de ezilenler her zaman solcular olmuştur…
Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika’nın güdümüne girince, McCarthycilik ülkemizde de başlamıştır. Solcular işe alınmamışlar ya da solcu oldukları anlaşılınca işten atılmışlar; yedek subay olmaları gerektiği halde askerliklerini er olarak yapmışlar, biraz öne çıkanlar hapishanelerde çürütülmüşler; “Günah keçisi” yapılmışlar, her olayın altında solcu parmağı aranmış, hatta devlet kendi işlediği suçları bile solcuların üzerine atmıştır.
Örneğin, dış politikada başarısız olmaları nedeniyle, daha doğrusu emperyalistlerin güdümünden çıkamadıkları için Kıbrıs Türklerinin haklarını koruyamayan Menderes Hükümeti, milletin gözünü boyamak amacıyla MİT’e provokasyon yaptırarak 6-7 Eylül(AS:1955) olaylarını düzenlemiş; ancak beceriksizlikleri nedeniyle olayların kontrolünü kaybetmişler (denetimini yitirmişler) ve sonunda Türkiye için yüz kızartıcı bir tablo ortaya çıkmıştır. Utanmadan suçu solcuların üzerine atmışlar ve ülkemizin yüz akı aydınlarını tutuklatmışlardır…
Ülkesini ve halkını sevmekten başka suçu olmadığı halde solcu oldukları için ezilen, haksızlığa uğrayanaydınları sayacak olsak sayfalara sığmayacağından birkaç örnek vermekle yetinelim:
Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, İsmail Hakkı Tonguç, Mehmet Ali Aybar, Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Demir Özlü, Alpaslan Işıklı…
En acı sonu yaşayan Sabahattin Ali’dir. Yıllarca süren sürgün ve tutukluluklar canın tak ettiğinden yurt dışına kaçmak isterken genç yaşta öldürülmüştür. Ancak, istihbarat örgütleri tarafından yurt dışına kaçırma tuzağı kurularak, ölüme götürüldüğü yönünde savlar da vardır.
Sabahattin Ali’nin, yazarı olduğu Marko Paşa dergisindeki aşağıdaki yazısını okuyunca neden öldürüldüğü anlaşılmaktadır.
Atatürk’ten sonra, ülkeyi yönetenler ne yazık ki onun (AS: O’nun) yerini dolduramamışlardır. Atatürk’ün en çok üzerinde durduğu “tam bağımsızlık” unutulmuş, Amerika’nın güdümüne girilerek siyasal ve askeri bağımsızlık kaybedildiği gibi, Lozan’da en büyük mücadele ile elde edilen ekonomik bağımsızlık da bir kenara atılarak Osmanlı’yı batıran kapitülasyonlara kapı açılmıştır.
O yıllarda en büyük tasa, Türkiye’ye yabancı sermayenin girmesiydi. Herkes yabancı sermayeyi kurtarıcı olarak görüyor, gazetelerde “yabancı sermayenin ülkeye nasıl gireceği?” tartışılıyordu.
Bunun üzerine Sabahattin Ali, bu soruya yanıt vermek üzere, Marko Paşa’da “Biz anlatalım” başlıklı bu yazıyı yazdı: “Evvela Hello Johnny, My Darling, Yes, Okey diye girer. Arkadan Amerikan zırhlıları girer, bahriyelileri girer. Daha arkadan danışma kurulu, denetleme kurulu girer. Ondan sonra, gerekirse borç verileceğine dair haberler girer. Bu arada bazı yazarlar deliğe girer, bazı yazarlar Türkiye’yi Amerika’nın sınırı olarak gösterirler. Ve sonunda ucu dünyanın merkezinde bulunan asıl kazık girer ki her kıvranışta biraz daha girer.’’
“Amerika, Amerika, / Türkler dünya durdukça, / Beraberdir seninle..” gibi aşk (!) şarkılarını millet dilinden düşürmezken, böyle bir yazı yazıp bozgunculuk yaparak emperyalizmin tekerine çomak sokmaya çalışanlar bağışlanamazdı. İşte, Sabahattin Ali için hüküm o zaman verilmiş olmalı!..
Menderes, Amerikan şirketlerine hazırlattığı “Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası”nı Meclis’ten geçirerek Amerikanofilleri tasadan kurtardı. Daha sonra bunlar da yetersiz görüldü; yeni düzenlemeler yapılarak daha daha girmesi sağlandı. Yetmedi, kamu ya da özel, her şeyimizi yabancılara sattık. Böylece Sabahattin Ali’nin dedikleri gerçekleşti…
Şirketlerini yabancılara satanlar aldıkları parayı yurt dışına götürdüler. Bu kez ülkede yerli sermaye kalmadı…
Yerli olarak, sadece (yalnızca) politikacıların ortak olduğu müteahhitlik şirketleri kaldı. Onlar, “biz de yabancıların sahip olduğu hakları isteriz” dedi. İstekleri haklı bulundu: ihaleler ve ödemeler Dolarla yapılmaya başladı. “Türk yargısına güvenmiyoruz” dediler. O halde, “buyurun sömürü hukukunu en iyi bilen İngilizlerin ünlü ‘Londra Tahkim Mahkemeleri’ne gidin. Oradan çıkaracağınız kararla hakkınızı söke söke alırsınız” dendi.
Böylece kapitülasyon bakımından Osmanlı’yı geçtik. Borç desen, aynen Osmanlı gibi. Bu durumda “Düyun-u Umumiye” yakın mıdır, dersiniz?..
=================================== Dostlar,
Prof. Çelik Tıbbi Farmakoloji uzmanıdır. Samsun 19 Mayıs Üniversitesinden emekli ve Samsun ADD Şubesinin önceki başkanlarındandır.
Zaman zaman, çok uyarıcı – silkeleyici yazılarını burada paylaşırız.
**
Bu son yazının son tümcesinin bitimine bakalım :
“… “Düyun-u Umumiye” yakın mıdır, dersiniz?..”
Bize göre Türkiye, AKP eliyle 20 yılda istendik (iradi) biçimde iflasa sürüklenmiştir.
Ülkemiz çok yönlü olarak talan ve yağma edilmiştir, edilmektedir.
Yoksulluk, bu kökü dışarıda güdümlü politikaların bir sonucudur, türevidir; gerçekte YoksullaşTIRmadır! Ulusal servet yandaşlara aktarılarak planlı biçimde el değiştirmiştir.
1881’de İstanbul’da kurulan “… “Düyun-u Umumiye” yi beklemek yersizdir; Türkiye, ilan edilmeyen – örtük bir iflasın (Moratoryumun) derinliklerinde “tam sömürge” yapılmıştır.
Bu acı ve ürkütücü gerçekliği ustan çıkarmadan, yeni bir Kurutuluş Savaşı zorunlu olmuştur.
Sevgi ve saygı ile. 05 Ekim 2021, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye) www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik twitter : @profsaltik
Bu gün (18 Eylül 2021), bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği‘nin (kuruluşu 1987) 34. yılında 17. seçimli genel kuruluna katıldık.
Oturumu, 90. yaşına giren, Dil Derneği’nin öncülerinden, Anayasa Mahkemesi önceki başkanlarından Sn. Yekta Güngör Özden yönetti. Genel Kurul Başkanlık Kurulunda (Divanında) 2 kadın, 2 erkek dengelenmişti.
1932’de Mustafa Kemal Paşa‘nın başlattığı Dil Bayramımız bu yıl 89. yılında..
.
Emektar Genel Başkanımız Dilbilimci Sn ve emek veren Yönetim Kurulu üyelerine çok teşekkür borçluyuz. Salon girişinde bir masada, Dil Derneğimizin güzelim yayınları satılmaktaydı. Sn. Özel’in ve merhum Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın imza koyduğu kitapların telif hakkı Derneğe bağışlanmıştı.
Övündük, kutladık ve eksik kalan, baskısı yenilenenleri edindik; Sn. Özel de lütfedip bize göz nuru alın teri betiklerini (kitap) imzaladı!
Dernek üyelerimiz bizi şımarttılar ve epey fotoğraf çekildi. Sn. Özel ve Sayman Sayın Güneş Çakmakoğlu konuşmalarında bize övgü (iltifat) belirttiler 2 nedenle:
1. Kovit-19 salgınında veregeldiğimiz savaşım, özellikle yürekli TV konuşmaları.
2. Konuşma ve yazılarımızda, web sitemizde Türkçe’ye özenimiz.. sağolsunlar.
Zaten başlıca bu 2 gerekçeyle de bu yıl Dil Derneği Onur Ödülü’ne bizi yaraşır (layık) bulmuşlardı; ödülümüzü 25 Eylül 2021 akşamı Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezinde düzenlenecek bir törenle bize sunacaklar.. Şükran doluyuz..
Emektar Genel Başkanımız Sn. Sevgi Özel’in konuşma metnini aşağıda sunacağız.
Unutulmasın; Dil, bir ulusun ses bayrağıdır. Özenle korunması ve geliştirilmesi zorunludur. Tarih de öyledir, bir ulus kendi tarihini özellikle özüne bağlı (aslına sadık) biçimde kaydetmeli, öğretmelidir. Dil Derneği Genel Başkanı Sn. Sevgi Özel’in konuşma metni aşağıda..
***
Öncelikle Kurtuluş Savaşının öncüsü, cumhuriyetimizin kurucusu, devrimlerin yapıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ü, bütün üyelerimiz adına saygıyla anıyorum.
Bağımsızlığımızı yayılmacı dünyaya onaylatan Lozan Barış Antlaşmasının öncüsü İsmet İnönü’yü, bütün üyelerimiz adına saygıyla anıyorum.
Dedelerimiz ninelerimiz olan, hem yayılmacıyla hem işbirlikçiyle savaşan Kuvayımilliyecileri saygıyla anıyorum.
Ben, Duatepe’nin sırtında büyüklerimden Polatlı’ya dek gelen yayılmacılarla savaşan dedelerimizin, ninelerimizin öyküleriyle büyüdüm. Hepsini saygıyla anıyorum.
Derneğimiz 34. yaşında.
17. Olağan Genel Kurulumuzu yapıyoruz. 2018’deki 16. Olağan Genel Kurulumuzdan bu yana üç yıl geçti.
Dünyayı ve ülkemizi saran salgın nedeniyle İçişleri Bakanlığı genelgeleriyle genel kurulumuzu 2020 Ekiminden başlayarak 3-4 kez ertelemek zorunda kaldık. Salgın sürerken toplanmak, bir araya gelmek kolay değil. Çekinip gelemeyen üyelerimize sitem hakkımız yok. Dileriz ülkemiz bu beladan daha çok kayıp (yitik) vermeden kurtulur.
Sağlık emekçileri büyük bir savaşım içindeler. Burada bulunan, salgınla savaşımını
övünçle izlediğimiz değerli üyemiz Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın kişiliğinde
bütün sağlıkçıları saygıyla esenliyorum.
Sizlere sunduğumuz yazanakla yönetim kurulumuz son üç yıldaki çalışmalarını sizlere aktardık.
Parasal durumumuzu saymanımız Necdet Özer sizlere aktaracak. Kazancımızı gözeten ve giderimizi gün gün titizlikle yöneten Necdet Özer’e genel kurul önünde teşekkür ederim.
Gelirimizi nasıl harcadığımızı, giderlerimizi Denetleme Kurulu üyelerimiz Meryem Gümüş, Sibel Seval ve Mehmet İspir izleyip, yazanak oluşturdu. Hepsine titiz çalışmaları için genel kurul önünde teşekkür ederim.
Salgın günlerinde doğallıkla dernekle iletişimi, çalışmaları bilgisayar ortamında sürdürdük. 65 yaş üstü olanlarımız az değildi. Salgının ilk aylarında Çağdaş Türk Dili’ni (bu adlı dergimizi) Yayın Kolu Başkanımız Ertuğrul Özüaydın, yarın yayımlanacakmış gibi bilgisayarda tuttu. Yasaklar gevşeyince dergi basılıp dağıtıldı. Ertuğrul Özüaydın’a, derginin bilgisayar ortamında yer almasına ve dernek etkinliklerinin sürmesine çaba harcayan Genel Yazmanımız Figen Çakmakoğlu ile Bilişim işlerimizi hiç aksatmayan Güneş Çakmakoğlu’na genel kurul önünde teşekkür ederim.
Salgın günlerinde her türlü önlemi alarak derneği açık tutan çalışanımız Cemal Pancar’a genel kurul önünde teşekkür ederim.
Fırsat yaratarak çalışmalarımızı aksatmayan, önlemler alarak toplanan yönetim, onur kurullarının üyelerine ve elbette bütün üyelerimize genel kurul önünde teşekkür ederim.
2019’un Cumhuriyet Bayramında derneğimiz, Çankaya Belediyesinin, Cumhuriyete Değer Katanlar Ödülüne değer bulundu.
Derneğimiz tam 34 yıldır, Atatürk’ün Dil Devrimini başlattığı Çankaya’da, Çankaya Belediyesinden büyük destek almıştır. Bu kurultayın sağlıklı bir ortamda yaşanması için de ne denli özenildiğini gördünüz. 25 Eylülde de yine Çankaya Belediyemizin el vermesiyle 89. Dil Bayramını kutlayacağız. Başkan Alper Taşdelen’e, Başkan Yardımcısı Sayın Gülsün Bor Güner’e, belediyenin bütün emekçilerine teşekkür ederiz. Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Ethem Torunoğlu’na ve Yılmaz Güney Sahnesinin çalışanlarına teşekkür ederiz. Cenova adlı kurumun önderi Doğan Durmuş ve ekibine teşekkür ederiz.
Bu yılın başında Çukurova Sanat Girişimi’nce düzenlenen Çukurova Ödülü ilk kez bir tüzel kişiliğe, derneğe verildi. Çetin Yiğenoğlu, Orhan Apaydın, Yaşar Öztürk, Sevim Sezer ile Asuman Söylemez’den oluşan Seçici Kurul, “Dil Devrimi’nin ülküsel bilincini canlandırma, Türkçemizin gelişimini sürdürebilir kılma ereğiyle yaptığı çalışmalar dolayısıyla” 2021 Çukurova Ödülünü derneğimize verdi. Çukurova Sanat Girişimine teşekkür ederiz.
Kişi ve kurumlara teşekkür ederek başladım. Sözü çok uzatmayacağım. Ancak bir teşekkürüm de CHP Genel Merkezinedir. Her ay CHP’li belediyelere yüzlerce dergi postalıyoruz. Birkaç belediye Türkçe Sözlük’ü bitirdi. Bizler güç koşullarda Harf ve Dil Devrimleri için savaşım veren, değerbilir aydınlarız. Bu nedenle dergimize, sözlüğümüze ilgiyi yönlendiren Genel Başkan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na ve yerel yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Seyit Torun’a genel kurul önünde teşekkür ederim.
Bir teşekkür de dernekle iletişimini hiç koparmayan, etkinliklerimizi izleyen, öneri ve eleştirileriyle yakın duran, ödentisini hiç aksatmayan üyelerimizedir. Hepsine genel kurul önünde teşekkür ederim.
Değerli Üyelerimiz,
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki… Ömer Asım Aksoy, Prof. Dr. Şerafettin Turan, Prof. Dr. Cevat Geray, Uğur Mumcu, Aziz Nesin, cumhuriyet öğretmenleri Emin Özdemir, Beşir Göğüş gibi uzakgörüşlü onlarca aydınımız, bu kurultayı yöneten Anayasa Mahkemesi Başkanımız Yekta Güngör Özden 12 Eylül belasının ülkeyi karanlığa sürüklediğini onlarca kez dile getirmişti. Yaşamını yitirenlerin, yaşayanların hiçbiri gelecek okuyucu değildi. Hepsi öngörüsü yüksek bir örgütçü ve devlet adamı olan Mustafa Kemal Atatürk gibi devrimciydi. Uğur Mumcu birkaç yazısında, belgeler ışığında neredeyse bugünkü yönetimi, yaşadıklarımızı tanımlamıştı.
Otuz yıl önce biri gün gelecek giysileri sırmalı, lüks içinde yaşayan ama din adamı olduğunu savlayan biri yiyeceğimiz midyeden kalamara, günaydın seslenişimize dek her şeye karışacak, dilci, mühendis, iletişimci, ekonomist, havabilimci gibi her ağaç gölgesinde “fetva” verecek deseler, “Hadi ordan!” der, gülerdik belki.
Oldu, bu da oldu. Eğitim dinselleşti, üniversite dilini yuttu, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü buharlaşmış görünüyor. Harf ve Dil Devrimleri üzerinden Atatürk’e saldırılar sürüyor. Asla karamsar değiliz bu iki devrim, bir bütün olan Türk Devriminin temelidir.
Harf Devrimi bir gecede cahilleştirmiş; Osmanlının yarısı okuryazarsa, 21. yüzyılda torunları niçin bu denli cahil? Dil Devriminin sözcükleri olmadan konuşabiliyorlar mı?
Boşuna debeleniyorlar.
Biz, yokluk yoksulluk içinde Kurtuluş Savaşını yapanların ardıllarıyız.
Boşuna debeleniyorlar. Cumhuriyetin bütün kurumlarını kemirerek cumhuriyetin olanaklarıyla ayakta duruyorlar. Ancak bastıkları yer batak!
Yara bere alan bu cumhuriyeti ayağa kaldırmak her birimizin yurttaşlık görevi. Bu görevden kaçmayacağız. Biz bu cumhuriyetin bütün kurumlarını yıkar paklarız!
Biz Atatürkçüyüz! Biz cumhuriyetçiyiz!
Bu duygularla hepinizi selamlıyorum.
============================================
Sevgi ve saygı ile. 18 Eylül 2021, Ankara Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye) www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com facebook.com/profsaltik twitter : @profsaltik
Sayın olmayan bayanlar baylar sizlere de merhaba ..
Bindiği dalı kesenler Öksürüğe göre esenler
Çabuk kırılıp küsenler Kendi yağlarıyla kavrulanlar
El kapılarına savrulanlar, merhaba.
Merhaba bal börek
Merhaba zehir zemberek
Konuşurken mangalda kül bırakmayanlar
Halka talkın verip kendileri salkım yutanlar
Dönme dolaplar, çarkıfelekler Sayın dönek. Bay fırıldak ..
İlericiler, gericiler
Ben demiştimciler
Neme gerekirciler
Hepinize merhaba…..
Düşükler, kalkıklar, düşecekler
Düşecekleri yerlere tırmananlar, merhaba.
Aslanın ağzındaki ekmek
Kendinden başkasına yarayan emek
Zemzem’den kutsal alınteri
Göz nuru, gözümün nuru Caaanım efendim, merhaba…..
Merhaba ulan kör kadı…
Merhaba. Ey, düşüp takkesi keli görünen
Hak deyip halk cebinde eli görünen
Ali’nin başından Veli’nin başına Veli’nin başından Ali’nin başına geçirilen külah
Tek sigortamız : Maşallah Tek umudumuz : İyi olur inşallah ….
Merhaba. Ey sırça köşkte oturup da komşusuna taş atanlar
*** Merhaba.
Ey sırça köşkte oturup da komşusuna taş atanlar
Teker kırıldıktan sonra yol gösterenler
Vakitsiz öttü diye başı kesilen horoz
Suyu pisletti diye kurdun yediği kuzu
Uyan artık heey, Üsküdar’da sabah oldu …..
Merhaba.
Gözünün üstünde kaşın var dedirtmeyenler
Üstü bıyık altı sakal diye tükürtmeyenler
Mersin’e tersine gidenler
Ey, dokunulmayan zülfi yar ….
Merhaba.
Merhaba, verilip de tutulmayan sözler
Merhaba doymayan gözler
Merhaba dolmayan göbekler ….
İskemleler, işkembeler, merhaba.
Yurdumun ağaçsız toprakları
Topraksız ağaçları
İnsansız topraklarım
Topraksız insanlarım ….
Merhaba özgürlük yolunda yaralanıp yitenler
Merhaba bu yolda dökülüp bitenler
Merhaba söylenmemiş en güzel söz
Merhaba güzel yarınlar
Merhaba güzel yarınlar ……
İşte girdik alana
Selam verdik dört yana
Sözümüz anlayana
Merhaba….”
AZİZ NESİN ==============================
Not : Yazıyı yollayan değerli meslektaşımız Dr. Serdar KOÇ‘a çok teşekkür ediyoruz..
DR. A. Saltık, 06 Temmuz 2021
KARAR Danıştay Savcısı, Ayasofya’ya ilişkin kararın Cumhurbaşkanlığının takdirinde olduğunu belirtti.
Sanki başka biri karar verebilirmiş de…
YASAK RTE emir verdi, sosyal medya yasaklarla denetim altına alınmaya çalışılacak.
Sorun, yasaklamayla mı, eğitim-bilinç düzeyini artırma ve daha iyi hizmetle mi çözülür?…
CEZA RTÜK, Halk TV ve TELE-1 ‘e beşer gün yayına kapama cezası verdi.
R(TE)TÜK…
DESTEK Vatan Partisi ve yayın organları çoklu baro konusunda olduğu gibi sosyal medya konusunda da RTE/AKP’ye omuz verdi.
Yarasa bari…
SORUŞTURMA Türk Tabipleri Birliği Covid-19 İzleme Grubu üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala hakkında, iktidarın salgın politikasını eleştirmesi nedeniyle soruşturma başlatıldı.
Eleştirmek ne demek? Padişahım çok yaşa!…
MAL Sabah yazarı Engin Ardıç, Z kuşağı gençlerine, “İçleri mal ergenlerle dolu, çoğu cahil. Megabayt dağıtarak oyları alınabilir.” ifadelerini kullandı.
Kendisini tanımlamış olabilir…
SÜRE Şarkıcı Demet Akalın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için, “Keşke herkesin Reis’le beş dakika geçirme şansı olsa” dedi.
Herkese yeter mi?…
HİZMET Kılılçdaroğlu, “Sayın Babacan’ın da Sayın Davutoğlu’nun da ülkeye iyi hizmetler yaptığını biliyorum.” dedi.
Onların katkılarıyla nereye geldiğimiz ortada. Yine onlar olacaksa CHP’ye ne gerek?…
PARA Eski Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) personelinden 115 kişiye operasyon düzenledi. Şüphelilerin ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın T.C. kimlik numarasıyla mali sorgulama yapmakla’ suçlandıkları öğrenildi.
Yanlış caminin duvarına yanaşmışlar…
CEMAAT Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan, İsmailağa Cemaati mensuplarını ağırladı.
AKP’nin hamuru, çamuru; varı-yoğu bu…
YÜZDE AKP’lilerin %66’sı resmi enflasyon rakamlarına inanmıyormuş.
Aziz Nesin de zaten “Türk insanının %40’ı” demişti…
ORTAK Gelecek Partisi Genel Başkanı, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu
“Türkiye’deki adaletsizliğin, hukuksuzluğun, baskının, kötü yönetimin sorumlusu bizatihi Erdoğan”
açıklamasında bulundu. Doğru da, beraber yürüdüğünüz yıllara ne diyeceğiz?..
ARAP Hafter güçlerinden alınan ve Türkiye’nin üs kuracağı Vatiyye Üssü’nü Mısır’dan kalkan Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) aite uçaklar tarafından vurulduğu belirtildi.
Bu din kardeşlerimizle eskiden “Arap! Arap!” diye dalga geçerlerdi.
AKP geldi, kıymet verdi, ilişkilerimiz gelişti…
İNSAN Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan ve Yeniçağ Yazarı Murat Ağırel’in de olduğu, Silivri’de 4 aydır tutuklu bulunan gazetecilerin verdikleri dilekçelere rağmen doktor ve revire çıkarılmadığı duyuruldu.
Yönetenler insanlığını unutursa, elbette içerdekilerin insan olduğu da unutulur…
KAYIP 2017’de Bakan Veysel Eroğlu ve Çankırı Valisinin törenle temelini attığı ve 450 milyon liraya mal olacağı açıklanan Devrez Kızlaryolu Barajı ortadan kayboldu.
İnek içti…
DARBE 15 Temmuz darbesinde Cumhurbaşkanının yerini bildiren üç yaveri de tahliye edildi.
TSK’nın darbeye kalkışmasını önle/ye/meyen baş sorumlunun ödüllendirilip yaverlerin şimdiye kadar tutuklu kalması yanlıştı…
RÜŞVET ABD ilaç şirketi Alexion rüşvet vermekten ceza aldı. Türkiye’de rüşveti alanlar hakkında hiçbir girişim başlatılmadı.
OECD Rüşvetle Mücadele Çalışma Grubu, geçen yılki raporunda, Türkiye’de 16 yıldır gerçek ya da tüzel kişiye ilişkin tek bir mahkumiyet kararı alınmadığını belirterek eleştiride bulunmuştu.
O bizim ülkemizde artık suç değil, günaha girme özgürlüğü kapsamına alındı…
27 Mayıs: 68 KUŞAĞININ “ANAYASA
VE ÖZGÜRLÜK” BAYRAMI…
Dr. Noyan UMRUK
Sosyal bilimlerde bir altın kural var: Her olguyu kendi “zaman”, “zemin”, “mekan” boyutları içinde el almak…Aksi takdirde, şaşkın ördek misali suya tersinden girmek yanlışına düşmek mümkün.
Arşivleri karıştırmak bazen çok ilginç oluyor… Gelin, o günlere bir bakalım:
“… yaşları ne olursa olsun Türkiye deyince, akıllarına bizim yetiştiğimiz Atatürk’ün Türkiyesi gelenler son yılda sudan çıkmış balığa dönmüştük. Bir umutsuzluk, daha kötüsü bir nevi utanç çöreklenmişti içimize. Elimden ne gelirdi? Yazmak, konuşmak, tenkit yasaktı, neredeyse insan gibi yaşamak, bir Atatürk çocuğu gibi düşünmek, davranmak yasaktı…” (28 Mayıs 1960, “Ne haber” Tunç Yalman – Vatan Gazetesi)
“Kara cüppeli” diye aşağılanan, saygıdeğer hocalarım, yurdumun çile çekmiş aydınları, sayın profesörlerim! En kara günlerde alınlarınızda parlayan ışıklar, tükettiğiniz soluk boşa gitmedi…” (28 Mayıs 1960 “Az gittik Uz gittik” Aziz Nesin – Akşam)
“ Yıllar boyu aklımızın erdiği kadar tarihten örnekler verdik, hukuk prensipleri sıraladık, kinayeli fıkralar anlattık… Anayasayı çiğnediler; hukuk dışı komisyonlar kurdular…Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyorduk… Atatürk’ün gençliğe hitabesini, Nutuk’un tefrikası halinde yayınlamak dahi suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardı. Onun kurduğu Cumhuriyete bir beyefendiler saltanatı halinde çöreklenmek ve memleketi basınsız, üniversitesiz, meclissiz idare etmek istiyorlardı… Kurucu meclisin faaliyete geçmesini sevinçle bekliyoruz…Bu hareketin meşruluğu ve büyüklüğü, yıkılanların gayrimeşruluğu ve küçüklüğü ile bir abide gibi ortaya çıkmaktadır… Türkler, âlimleri dalkavuk, üniversitelileri maktul, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen hale getirerek, bir çete gibi davrananların rezaletlerini dünya önünde reddetmişlerdir.” (Çetin Altan; “Bugün canım yazı yazmak istiyor.”, Milliyet G., 28.05.1960)
“Örfî idareye bir gece yarısı ifade vermek üzere götürüldüğümüz zaman bizi kucaklayıp bağırlarına basan subaylarımız, “On beş gün daha dişinizi sıkın” demişlerdi. Gazete kapatıldığı gün de tekrarlamışlardı: “On beş gün daha sabredin.” Sabrettik, şimdi sevinçten ağlıyoruz.”
(30 Mayıs 1960 Abdi ipekçi – Milliyet)
“Koltukları ve keseleri uğruna millet kanı dökmüş her siyaset zorbasının sonu mutlaka bir faciayla biter… Gazete sütunlarından uzanan parmaklar, onlara: “Dikkat edin, sonunuzu iyi görmüyoruz” diyorlardı. Onlar ise bu parmakları kırmakla akıbetlerinden kurtulacaklarını sandılar. Kur’an’da Allah’a, peygambere ve idare edenlere itaat olunması buyrulmuşur. Lâkin adaletten ayrılmamaları şartiyle. Adaletten ayrılırlarsa onlara itaat etmemeyi emreder. Bu sebeple Türk Ordusu’nun 27 Mayıs’ta zalimlere vurduğu kansız darbe her şeyden evvel Allah’ın buyruğuna uygundur, Allah’ın emriyle olmuştur.”
2 Haziran 1960 “Merhaba” Kadircan Kaflı – Tercüman
Kemalist Devrim’in ikinci önemli demokratik atılımının üzerinden yarım asır geçti.,. Devrimin anıtı ve kanıtı, döneminde dünyanın en demokratik anayasalarından olan 1961 Anayasası idi.
Anayasa temel hak ve özgürlükler yanında, ekonomik ve sosyal hakları da güvence altına alarak, kuvvetler ayrılığını ve adil bir seçim sistemini getirerek, ekonomik kalkınmada planlama anlayışını esas alarak “düzeni” değiştirdi.
Böylece;
*Emekçiler, sosyal devlet, sendikal hareket ve toplu sözleşme düzeni,
*Toplum, “Tahkikat Komisyonları” yerine Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere bağımsız yargıyla,
*Seçmen daha adil ve tutarlı bir seçim sistemiyle
*Halk temel insan hak ve özgürlükleriyle
*Ekonomik hayat, sürdürülebilir, sağlıklı bir kalkınma, görece adil bir bölüşümü öngören planlama anlayışı ile kucaklaşmış oldu.
Keşke, 27 Mayıs hareketi, anayasasıyla taçlandırdığı süreci, magazine dönüşen saçma sapan, giderek utanç verici bir yargı süreci ve toplumda derin yaralar açan idamlar olmadan sonlandırabilseydi…
Lakin 27 Mayıs Devrimi ile temelleri atılan, gerçekten o dönemde bir çok Avrupa ülkesinden ileri nitelikler içeren demokrasi süreci uzun sürmedi.
1970’lerden başlayarak, “Bu gömleğin topluma bol geldiği”,”Sosyal gelişmenin boyutlarının, ekonomik gelişmeyi aştığı” söylemlerinin eşliğinde budanan 27 Mayıs anayasasının, her fırsatta kanatları yolundu ve 1982 Anayasası ile iyice budandı. Bu anayasa ile budanan yargı bağımsızlığına, 2010 referandumu ve anayasa değişikliği ile yargı bağımsızlığı ağır darbe yedi,,, tamamen son verilerek özgürlük kuşu tamamen uçamaz hale getirildi…
Bu da kesmedi… 16 Nisan 2017 anayasa referandumu ile kuvvetler ayrılığı ve parlamenter sisteme son verilip, yaşadığımız 15 Temmuz darbe girişimi sonrası dönemde ülke, TBMM’nin de etkisizleştirilmesiyle daha ziyade kararnamelerle yönetilen bir garip başkanlık rejimiyle baş başa kaldı; özgürlük kuşu tamamen uçamaz hale getirildi…
Tanrı daha daha uzun ömürler versin sayın Muazzez İlmiye Çığ’ın dediği gibi “Bizler kazandığımız şeylerin değerini bildik. Çünkü zor elde ettik. Siz bunları kaybettiğinizde anlayacaksınız…”??? Yavaş yavaş da olsa anlaşılmaya başlandı sevgili Muazzez Ana… Üzülmeyin, 100’ncü yılına yaklaştığımız Cumhuriyet kuşaklarının kaybettiklerini yeniden yerine koymasının zamanı tamamen gelmiş gibi gözüküyor…
Tarihin diyalektiği de böyle değil midir? İki ileri, bir geri… Son yıllarda “Geri”yi yaşadık… Şimdi zor da olsa, sıra ve umut, güzellikler ve de “İleri” de…
NESİN VAKFI’ndan aşağıdaki ileti ulaştı..
(nesin@nesinyayinevi.com)
Paylaşmak istedik..
Bu Vakfa destek olmak boynumuzun borcudur.
Çatalca’daki mütevazi Vakıf merkezini ziyaret etmenizi öneririz. Biz önceki yıl yerinde gördük ve çok etkilendik.. Orada bir İNSANLIK SAVAŞIMI (Mücadelesi) sürüyor..
***** Nesin Vakfı 1973’te Aziz Nesin tarafından kurulmuştur. Aziz Nesin’in ölümünden sonra da dimdik ayaktayız, üstelik gelişerek, büyüyerek ve daha çok çocuğu daha iyi eğiterek. Aziz Nesin’in deyimiyle “varından değil yoğundan veren”
halkımızın desteği sayesinde… Tüm destek verenlere çocuklarımız adına teşekkür ederiz.
Nesin Vakfı’nın amacı, eğitim olanaklarından yoksun çocukların, tükettiğinden çok üreten, toplumsal sorumluluğu olan, özgüvenli ve özverili, kendini sürekli geliştiren, kendine ve dünyaya eleştirel gözle bakan, topluma yararlı bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır.
Nesin Vakfı 1982’den beri etkinliklerini yürütmektedir. Bugüne değin yüzlerce çocuk
Nesin Vakfi’nda mutlu bir çocukluk yaşamış, yetişmiş ve hayata atılmıştır.
Bugün vakfımızda 42 çocuk ve genç barınmakta ve okumaktadır.
Nesin Vakfı’na genellikle ilkokul çağına girmemiş ya da yeni girmiş çocuklar kabul edilir. Kardeşleri ayırmamak amacıyla ya da çok zor koşullardaki çocuklar için bu genel kuralın bozulduğu olmuştur. Çocuklar Nesin Vakfı’na ailelerinin noterden onaylı izniyle kabul edilir.
Çocuklar toplumda kendi başlarına ayakta durabilecek eğitim, beceri ve olgunluk düzeyine eriştikten sonra Nesin Vakfı‘ndan kendi istekleriyle ayrılırlar.
Nesin Vakfı‘nın bugünkü mali ve fiziksel kapasitesi kırk dolayında çocuk barındırmaya uygundur. Kapasitemizi aştık, ama ülkenin koşulları böyleyken aşmamak mümkün mü?
*****
Aziz Nesin’in ne çok yazdıkları varmış!
Yaşamında iken bir bölümü kitaplaştırılmış meğer..
Vakıf, büyük bir titizlikle, Arap alfabesiyle yazdığı yüzlerce sayfa el yazısını günümüz Türkçesine çevirmeye çabalıyor ve yayımlıyor.. Ciddi bir hazine var o yazılarda..
Merhum Aziz Nesin’e de, bu savaşımı çok güç koşullarda, çok yetersiz olanaklarla,
büyük özveri ile, adeta insanlık dersi vererek sürdüren Vakıf emekçilerine ve oğlu matematik hocası Prof. Ali Nesin’e şükranlarımızı sunuyoruz..
Nesin Vakfı hakkında daha çok bilgi edinmek ve etkinlikleri izlemek için lütfen web siitesini ziyaret eder misiniz ??
Aziz Nesin deyince akla hemen gülmece gelir… bir de aptallık yüzdesi üzerine ünlü cümlesi.
Oysa Aziz Nesin‘i hakkında kıyametler koparılan bir cümlenin çok ötesinde doruğa tırmandığı gülmece edebiyatının sınırları içinde değerlendirmek bile yetersiz kalır. Romanları, öyküleri, oyunları, anı ve günceleri, şiirleri, denemeleri, mektupları, gazete yazılarıyla geniş yaratıcılık yelpazesini gözler önüne seren Aziz Nesin, başlattığı veya parçası olduğu pek çok toplumsal etkinlikle seçkin bir aydın kişilik olarak da öne çıkmıştır. Kurduğu Nesin Vakfı benzersiz özelliklerinin bir simgesi olarak 0varlığını sürdürmektedir. Aziz Nesin’in anı ve günceleri,
başka hiçbir eser vermeseydi O’nu dünya çapında bir yazar olarak selamlamamıza yetecek düzeydedir. Okuyun, göreceksiniz.
Yazar:Aziz Nesin Tür: Derleme Alt Tür: Anı ISBN: 978-605-4883-83-7 Kağıt: Şamua 50 gr Kapak: Ciltli, sert kapak. Ebat: 17×24 Sayfa Sayısı: 840 Fiyat: 70.00 TL
Anne zürafa ışığı söndürdü ve cesur Züri ilk kez tek başına yatıyor bu gece…
Sonra ne oldu dersiniz? Bu ilk gecenin heyecanına ve sürprizlerine hazır olun.
Yazar:Mila Popnedeleva – Genova Tür: Okul Öncesi Alt Tür: Öykü ISBN: 978-605-4702-04-6 Kağıt: Kuşe 170 gr
Tamamı renkli, iplik dikiş. Resimleyen: Mila Popnedeleva – Genova Ebat: 21,5 x 27 Sayfa Sayısı: 24 Okuma Yaşı: 3 – 7 Fiyat: 14.00 TL
Maviler sarılardan daha iyidir! Öyle olmayabilir… Peki sarılar mavilerden daha mı iyi?
Belki. Belki de… Sarı papağanlar ile mavi papağanlar bu kavgalarını kuşaktan kuşağa sürdürdüler. Sonunda… ne mi oldu? Gelin resimlerine baka baka birlikte okuyalım.
Yazar:Manuela Monari Tür: Okul Öncesi Alt Tür: Öykü ISBN: 978-605-4883-48-6 Kağıt: Kuşe 170 gr
Tamamı renkli, iplik dikiş Resimleyen: Silvia Vignale Ebat: 21,5×27 Sayfa Sayısı: 24 Okuma Yaşı: 3 – 7 Fiyat: 14.00 TL