Etiket arşivi: DENETİMLİ SERBESTLİK

Barış için…

Barış için…

SERPİL GÜVENÇ

 

                                       “Mektuplar alırım

                                        Allı-karalı
                                        Üstünde Görülmüştür
                                        Yiyecek alınmaz damgaları
                                        …
                                        Okurum, içim daralır
                                        Bakamam göğe, utanırım
                                        Alır mektuplarımı
                                        Havalandırmaya çıkarım

                                        Dışarda deli bir lodos
                                        Esrik bir sonbahar
                                        Aylardan Aralık
                                        Adrasan üstünde eflatun bulutlar
                                        Tahtalı’da kar vardır
                                         Yasemin kokar ortalık

                                        Dostlar ki gurbette
                                        Dostlar ki hapistedir
                                        Mektuplarıyla yetinirim artık”1

ÇHD yöneticileri, Gezi davası sanıkları, Merdan Yanardağ, ülkenin dört bir yanından muhalif gazeteci, Demirtaş ve çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu siyasetçiler gibi Barış da artık içerde. Bir kez daha, beşinci kez parmaklıklar arkasına geçti.

AKP iktidarında cezaevleri dolup boşalıyor. Kadın katilleri, çocuk tecavüzcüleri, mafya şefleri ve artıkları, Cumhuriyet düşmanları gönderildikleri bu mahallerden bir yasayla ya da bir torba yasanın ek maddesiyle salıveriliyorlar; onların yerini yurtsever gazeteciler, aydınlar, muhalif siyasiler alıyor.

Haberi okuduğumda, Aziz Nesin’in Romanya’da yayımlanan ‘Presa Noastra‘ dergisinin uluslararası soruşturmasındaki bazı aktarımları geldi aklıma.
Gazetecilik mesleğinin erdemleri nelerdir?” sorusunu şöyle yanıtlar Nesin.

Bir gazetecide bulunması gereken üç erdem yani gerçeğe saygılı olmak, doğruluk duygusu ve halktan yana olmak – zaman ve yere göre – değişkenlik gösterirler. Bunun nedeni, insanların “gerçek, “doğru”, “halk” kavramlarına farklı anlamlar yüklemeleridir. Çağımızda insanların kavramlar üzerinde anlaşabilmeleri, ancak aynı sınıfın insanları olmalarıyla gerçekleşebilir. Örneğin bir Amerikan emperyalistiyle onun Türkiye’deki aracısı olan Türk kompradoru “Gerçeğe saygı” deyince aynı şeyi anlarlar. Onlar için doğruluk, sınıflarının egemenliğinin sürmesi için kendi koydukları hukuk kurallarına ve sosyal kurallara bağlı kalmaktır. Derginin sorusunu “1970 yılında Türkiye’de gazetecilik mesleğinin erdemleri nelerdir?” olarak değiştiren Nesin, Türkiye’de bütün basının büyük sermayenin malı olduğunu ve iki kaynaktan – devletten ve özel sermayenin reklamcılık işletmelerinden gelen – ilan geliriyle beslendiklerini söyler. Bu durumda bir gazetecinin “gerçeğe saygılı olması”, “doğruluktan yana olması”, “halktan yana olması” olanağı yoktur.  “Gerçek” egemen olan sermayenin gerçeğidir, doğruluk onun doğruluğudur, halk da salt onun tüketicisi olan ve hep tüketicisi kalması istenilen halktır.

Bu çarkın dışına çıkabilen yok mudur?

Aziz Nesin, bu koşullara rağmen, sayıları az da olsa, halktan yana, doğruluk duygusu taşıyan ve gerçeğe saygılı gazetecilerin varlığına işaret eder. Bu insanlar “az yerde görülen yüreklilikle büyük tehlikeleri göze alarak halkımız açısından erdemli olabilmişler ve olabilmektedirler”. Emekçi sınıfın aydınları olan Türk gazetecileri, büyük sermayenin baskısından kurtulmak için, (o tarihte) kendilerinin birçok zorluklarla çıkardıkları çok az tirajlı dergilerde, gerçeğe saygılı olmakta, doğruluk duygusu taşımakta ve halktan yana yayın yapmaktadırlar”.2

Bu ülkenin emekçi sınıfına gönül vermiş, onlardan yana tavır koymuş aydınları, gazetecileri için 1970’lerde ifade edilen bu gerçeklerin 50 yıl sonra halen geçerli olması, demokratik hak ve özgürlükler konusunda bir arpa boyu ilerlemek şöyle dursun ne denli geriye gittiğimizi göstermektedir. Barış, denetimli serbestlik talebinin (isteminin) reddedilmesi üzerine teslim olmak üzere gittiği Silivri cezaevi kapısında, sorunun kendisinin içeri alınmasından ibaret olmadığını, halkın haber alma özgürlüğünün, bilgi alma özgürlüğünün gasp edilmek istendiğini belirtirken hem bu vargıyı doğruluyor hem de muhalif aydın kesim üzerindeki baskıların devam edeceğine işaret ediyor.

Gerçekten de siyasal iktidar elindeki tüm olanaklarla hedeflediği düzeni yerleştirinceye dek zor seçeneğini sürdürmeye ve tepki gösterenleri de saf dışı etmeye kararlı görünüyor. Sürekli olarak kullanageldiği, toplumun tüm hücrelerine zerk etmeye çalıştığı kader, fıtrat ve benzeri dinsel kavramların ve bunların yanı sıra şoven milliyetçiliğin en büyük yardımcısı olduğunu eklemeye bilmem gerek var mı?

Umutsuzluk çağrıştıran bu koşullar, kendi içlerinde gelecek güzel günlere ulaşmanın çözümünü taşıyorlar. Halkın yarısının kendisine dayatılan bu ortaçağ dünyasını reddetmesi ve bu karşı koyuş içinde sosyalist partilere verilen bir milyonu aşkın oy güçlü bir direnişin göstergesidir.

Bir örnek, okulları tümden cami/medreseye dönüştürecek olan, Anayasa ve yasalara aykırı CEDES projesine karşı çıkan 100 kurumun “laik yaşam, laik eğitim, eşit yurttaşlık” sloganıyla 16 Eylül’de İzmir’de yapacakları mitingdir. Yapılan açıklamada CEDES iptal edilinceye dek illerde laiklik buluşmalarının düzenleneceği de belirtilmiştir. Bir başka örnek, Ankara Beşevler’de Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı ve Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesinin yıkılmasıyla açılan alana ABB meclisi kararıyla bir “ibadet alanı” yapımına karşı, başta Ankara Mimarlar Odası olmak üzere mahalleliler ve derneklerce başlatılan imza kampanyasıdır.

İşçiler hakları için direnmekte, ülkenin birçok yerinde maden tekellerine ve onların yerli ortaklarına karşı, canını dişine takan halk, ağaçlarını, derelerini, topraklarını savunmaktadır.  

Bu birkaç örnek bile

  • Örgütlenmenin, direniş ve mücadelenin ilk koşulu olduğuna işaret ediyor.

İnsanın örgütlenmesinin bir fantezi değil büyük bir gereksinmenin sonucu olduğunu, insanın tek başına kendini koruyamayacağını ve savunamayacağını söylüyor büyük gülmece ustamız. Çağdaş insanın örgütlü insan olduğunu, bir örgütün üyesi olmayan insana çağdaş insan denemeyeceğini, örgütlenme gereğinin çok derinden duyulduğu dönemlerde insanların birden çok örgüte üye olduklarını da ifade ediyor.

  • Toplum üzerindeki ölü toprağını hızla silkip atmaya başlamış,
  • yolun sonunda ışık görünmüştür.

Barış’ın da, Merdan’ın da, öbür tutukluların da aramıza dönmelerini hızlandırmanın yolu, örgütlenerek direnmek ve

  • Her alandaki gerici, faşist, anti demokratik, yasa dışı uygulamalara karşı yasal hakkımız olan demokratik tepkiyi göstermektir.
  • Örgütlü bir halkı hiçbir güç yenemez.
  • 1.Metin Demirtaş, 1988, Bir Mendil Gökyüzü içinde ‘Mektuplar Alırım’, 33-35, Cem Yayınevi, İstanbul
  • 2.Aziz Nesin, 2013, Aziz Nesin Soruşturmada, Sorulara yanıtlar belgeler, s. 88-93, Nesin Yayınevi, İstanbul

Kaftancıoğlu kararı, anlamı ve Kaftancıoğlu’nun hakları

Ömer Faruk Eminağaoğlu

Usta hukukçu Ömer Faruk Eminağaoğlu, Yargıtay’ın Canan Kaftancıoğlu kararının ne anlama geldiğini Toplumsal’a değerlendirdi.Kaftancıoğlu kararı, anlamı ve Kaftancıoğlu'nun hakları l Ömer Faruk Eminağaoğlu yazdı...

TOPLUMSAL KÜRSÜ  15.05.2022
  • Kaftancıoğlu kararı, yargı bağımsızlığının olmadığının son örneğidir. Asla kabul edilemez.

PARTİ ÜYELİĞİ
Geçmişte Çankırı’da sürgünde yargıç iken başvurum üzerine Anayasa Mahkemesinin (AYM) 2015’teki, Türk Ceza Yasası (TCY) 53/1-b md iptal kararı nedeniyle parti üyeliği ile ilgili hak kısıtlılığı durumuna ilişkin hüküm artık söz konusu değil. (Bu iptal, üyelik ile ilgili, yöneticilik konusu ile ilgili değil. Yöneticilik konusu, TCY md 53/1-d maddesinde düzenleniyor.)

2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası (SPY) 11 md uyarınca da verilen karar, parti üyeliğine engel değil.

MİLLETVEKİLİ ADAYLIĞI
Anayasa md 76 ve 2839 Milletvekili Seçim Yasası uyarınca bu ceza milletvekili adaylığına engel.

İNFAZ SÜRECİ
Kararın infazı iki birimin görevinde kalmaktadır.

“Adli cezanın” infazı, yerel savcılığın görev alanındadır. Ceza süresi nedeniyle yakalama kararı çıkmaması için, bu konuda kendisinin savcılığa teslimi gerekmektedir. Yerel savcılık veya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının görevi bu cezanın infazı ile sınırlıdır. Bu konudaki infaz ise 5275 sayılı cezaların infazını düzenleyen yasaya göre yapılacaktır.

Siyasi parti üyelik ve yöneticilik ile ilgili infaz konusu ise, yerel savcılık veya İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının görev alanında kalmamaktadır. Bu konu tamamen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının (YCB) görev alanındadır. Bu konuda yöneticilik ile ilgili infaz süreci (görevden ayrılmaz ise) 2820 sayılı SPY md 104’e göre yürütülecektir. Verilen cezanın nitelik ve süresi nedeniyle parti üyeliği konusunda zaten bir sorun bulunmamaktadır.

CEZA VE İNFAZI SÜRECİ
Cezalarının toplanması ve tüm cezalar için tek bir koşullu salıverme ve tek bir denetimli serbestlik tarihi belirleme yoluna gidilecek.

Sonuçta toplam ceza miktarı 4 yıl 11 ay 20 gün olmakla, bu ceza için cezaevine girip, 2020’deki düzenleme gereği aynı gün ya da 3 günlük gözlemle düzenlenecek iyi hal kararı gereği, denetimli serbestlik kararı ile serbest kalabilecek. Bunun sonrasındaki süreyi dışarıda geçirecek.

PARTİ YÖNETİCİLİĞİ VE İNFAZI
TCY md 53’/1-d maddesindeki yöneticilik yasağı, genel merkez organlarına özgü değil.

Parti il yöneticiliği, ileri sürüldüğünün aksine, parti yöneticiliği kapsamında, yani SPY md 19 gereği, TCY md 53 kapsamında. TCY 53 uyarınca da, 4 yıl 11 ay 20 gün parti yöneticilik yasağı söz konusu. ANCAK, parti yöneticiliğinden ayrılmaz ise 2820 SY 104/1 md uyarınca YCB, sadece ve sadece AYM’ye ihtar (AS: CHP’ye ihtar verilmesi) başvurusu yapabilir.

YCB, AYM’ye başvurusu öncesinde CHP’ye yazı yazıp ayrılma isteğini ileterek AYM’ye başvuru yapabileceği gibi, bu yola gitmeden doğrudan AYM’ye başvurabilir. 2820 SY 104/2’deki ihtar kararı yaptırımı da AYM tarafından 2009’da iptal edilip yeni düzenleme yapılmadığı için, ihtar kararının yaptırımı da artık yok.

  • Bu durumda hukuken, il başkanlığı görevi kendiliğinden düşmediğine,
  • Görevden ayrılmak mutlak zorunluluğu olmadığına,

SPY’de ihtar süreci bulunduğuna, kaldı ki o sürecin de yaptırımı kalmadığına göre, Göreve devam demek, hukuken ve siyaseten teslim olmamak, mücadeleye devam demektir!

GEÇMİŞTEN ÖRNEK
Erdoğan, adli sicil kaydına rağmen 2001’de AKP kurucusu ve kurucu genel başkan olmuş, bu adli sicil kaydı uyarınca (AYM 2001/8 İhtar Esas) ihtar kararı verilince bu sefer tamam ben artık üyelikten ayrıldım, kurucu genel başkanlıktan ayrılmadım, ayrılmıyorum da demişti.

AYM, Erdoğan’ın genel başkanlık yetkilerini  kullanmasının tedbiren önlenmesi isteğini ise reddetmişti.

AKP’liliği (ve AKP üyeliği) kalmayan Erdoğan’ın genel başkanlığına ise 2002’de YSK da bir şey dememiş, üyelikten ayrılan kişiyi genel başkan kabul etmiş, 2002 seçimlerinde oy pusulasında da (AKP üyeliği kalmayan yani AKP’liliği son bulan, seçimlere de katılamayan) parti üyesi bile olmayan kişinin adı genel başkan olarak yazılmıştı.

2820 SAYILI SPY NİYE BU HALDE…
Bu olay için Erdoğan örneğine, ileri sürüldüğünün aksine “sui misal emsal olmaz” demek yerinde değil. Mevzuat da AYM kararları da böyle!

AKP döneminde SPY’de ihtar kararı yaptırımı ve kapatma davalarını yürütme koşuluna ilişkin hükümler ortadan kalktı. Bu yasa hükümlerinin muhatabı hep AKP ve çözüm sürecindeki partiler olunca, AKP bu konularda özellikle hiçbir düzenleme yapmadı!
SPY, kevgire döndü, her konuda boşluklar ortaya çıktı. İşin özü bu!

SEÇME HAKKI
Verilen karar seçme hakkını etkilemez.

SEÇİLME HAKKI
Verilen karar, parti dışındaki seçimlere (örneğin milletvekilliği, belediye başkanlığı, cumhurbaşkanlığı gibi) adaylığa engel.

Verilen karar, parti içindeki görevlerini kendiliğinden düşürmez. Parti içinde üyeliği sürer.

Üyelik sürdüğü için, parti içinde ilçe ve il başkanlıkları hatta Kurultay seçimleri orada da hatta PM üyeliği ve hatta genel başkanlık dahil parti içindeki her türlü seçimlere katılabilir. Seçilirse onlar da yeni bir ihtar süreci ki, onların da bu SPY uyarınca yaptırımı yok…

SONUÇ
Tüm bu durumlar karşısında hukuk ve yargı dolanılarak Kaftancıoğlu hakkındaki karar verildiğine,

TCY 53 üncü maddesindeki yasağı uygulamamanın yaptırımı kalmadığına,

AKP’nin SPY’de yarattığı boşluklar ve verilen kararın da yargı kararı adı altında bir iktidar işlemi olması nedeniyle,

Kaftancıoğlu görevden ayrılmamalı!

Erdoğan’ı zorla sevme cezası

75 yaşındaki adama ‘Erdoğan’ı zorla sevme cezası‘: Kitaplarını oku, özet çıkar

(AS: Bizim yorumumuz yazının altındadır..)

  • Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği öne sürülen bir vatandaşa kitap okuma cezası verildi.
  • Vatandaş, Erdoğan hakkındaki kitapları okuyup özetini çıkaracak.

İstanbul’un Maltepe ilçesi Çınarcık Mahallesi’nde bir kahvehanede Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddiasıyla 75 yaşındaki Ali Şahin hakkında soruşturma başlatıldı. Şahin, olayı Oda TV’den Caner Taşpınar’a anlattı.

Bir süre önce kahvehaneye tanımadıkları bir kişinin geldiğini belirten Ali Şahin, “Bu kişinin kim olduğunu bilmiyorum. Bundan sonra polisler geldi ve ifademi almaya götürdü. İftira nedeniyle başıma bunlar geldi. Cumhurbaşkanlığı’na hakaret etmedim, böyle bir şey söz konusu değil” dedi. İfadesinin ardından hakimliğe “tutuklama istemiyle” sevk edilen Ali Şahin, denetimli serbestlik kararıyla cezaevine gönderilmekten kurtulmuş oldu.

Denetimli Serbestlik Bürosu’na gidince şaşkınlık yaşayan Ali Şahin, hakkında kitap okuyup özet çıkarma cezası verildiğini öğrendi.

İstanbul Anadolu 8. Sulh Ceza Hakimliği’nin kitap listesinde dikkat çeken adlar yer alıyordu. 24 kitaplık listede ilk sırada Ömer Seyfettin yer alırken devamında, Necip Fazıl Kısakürek, Turgay Güler, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hayatını anlatan ‘Bir Liderin Doğuşu’ kitabı, Faruk Köse, Abdulkadir Selvi de bulunuyordu. Listede ayrıca Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Nutuk’ eseri de yer alıyordu.

 

‘KİTAPLARI KISA SÜREDE TEMİN EDİP OKUMAYA BAŞLAYACAĞIM’

Kararı değerlendiren Ali Şahin, “Avukatım karara itiraz etti, ancak ben kitapları kısa sürede temin edip okumaya başlayacağım. Ben 75 yaşındayım. Bu işlerle uğraşmak istemem” açıklamasında bulundu. (https://www.abcgazetesi.com/guncel/75-yasindaki-adama-erdogani-zorla-sevme-cezasi-kitaplarini-oku-ozet-cikar/haber-121287, 11.02.19)
===============

Dostlar,

TOPLUMSAL SİSTEMDE BASINÇ
VE SICAKLIK ÇOK YÜKSELDİ; 

MUTLAKA VE HIZLA DÜŞÜRÜLMELİ..

Her halde sözün bittiği yer olsa gerek..
75 yaşındaki adama ‘Erdoğan’ı zorla sevme cezası‘: Kitaplarını oku, özet çıkarma cezası verildi!
Bunca keyfilik, kural tanımazlık olabilir mi??
Böylesi bir kararın benzeri geçelim Türkiye’yi, tüm Küre’de, Hukuk dünyasında bulunabilir mi??
Hangi aklı başında yargıç böylesi bir kararın altına imza atabilir??
Dileriz itiraz üzerine sağduyu baskın gelir ve akıllara seza bu karar düzeltilir..
***
Ne oldu Türkiye’ye?? Bu ne hazin akıl tutulmasıdır??
Bir yandan onbinlerce rakibi arasında 90 puan ile KPSS 1.’si olan öğretmen adayı mülakatta elenecek; oysa böylesi önemli sınavlarda 1. olanlara jestler yapılır, diledikleri yere öncelikle atanırlar..

Bir yanda domates – patlıcan – patates vb. sebze fiyatlarındaki anormal artış, terörle mücadele gerekçesine dayandırılacak ve serbest piyasa bir anda unutulup belediyeler eliyle, dün Erdoğan’ın kapattığı tanzim satışlar açılacak ve adeta karne gibi herkese 2 kg sınırı konacak..

İŞ Bankasındaki Atatürk hisselerine dönük Erdoğan’ın akıl almaz gündem saldırısı sürecek..

İnsanlar, 31 Mart 2019 yerel seçimleri için Allah, cehennem, beka tehdidi, 31 Mart 1909 gerici isyanı, “seçimi yitirirsek bizi kazığa oturturlar..” zırvaları… ile teslim alınmaya çalışılacak..

Bir AKP milletvekili adayı kalkıp Erdoğan’ın yeniden bedenlenme (re-inkarnasyon) ile Hz. Muhammed’in yerine gönderildiği hurafeleri yayacak; Erdoğan susacak!!??

Erdoğan meydanlarda, kendisinden 20-30 yıl önce kurulmuş Üniversiteleri kendilerinin kurduğunu akıl almaz biçimde bağıra çağıra halka aktaracak…

YSK, 60 milyon seçmen için 154 milyon oy pusulası bastıracak…
Seçmen listelerindeki akıl dışı anormalliklere itirazı YSK reddedecek,
YSK, Erdoğan’ın partili cumhurbaşkanı olduğunu gözardı edip, makul bir sınırlamayı bile reddedecek; Erdoğan tüm devlet ihtişamıyla ve harcamasıyla partisi için propaganda yapacak,
Bu YSK, Anayasa md. 67/son ayaklar altına alınarak ani bir yasa değişikliği ile görev süresi iktidar tarafından 1 yıl uzatılmış bir heyet olacak;

Diyanet Anayasayı çiğneyerek toplum yaşamına, 4 yaşındaki çocuklara el atarak dincileştirme müdahalesi yapacak… Tüm yurttaşların vergisiyle, salt Sünni İslam’a (?) hizmet edecek!?

Erdoğan 18 bin kişiyi kendisine hakaret ettikleri savıyla dava edecek..

Son 6 yıldır ulusal gelir Dolar olarak sürekli düşecek ama nüfus kıyamet gibi artırılacak..

Ülkenin nesi var nesi yok haraç mezat yandaşlara – yabancı sermayeye satılmış olacak ve 17 yılda, 129 milyar Dolardan 470 milyar dolara ulaşan devasa ve döndürülemeyen dış borç biriktirilecek;
İflaslar, işsizlik patlayacak, atanamayan öğretmenler, işsiz babalar intihar edecek;
Kadınlar – erkekler sokaklarda açım aç, açım aç, çocuklar doymuyor! çığlıkları atacak;

Binalar çökecek ve onlarca insan altında telef olacak, bir yığın bina yıkılma riski altında olacak;
Kadın – çocuk cinayetleri, suçlar, ırza saldırılar, çocuk yaşta evlilikler patlayacak;

Gıda – su – sağlık,çevre sorunları endişe verici boyutlara tırmanacak, tarım – hayvancılık çökecek; ..
SGK açıkları, merkezi bütçeden muazzam aktarımlara (transferlere) karşın onlarca milyar TL olacak;

TBMM felç, kadir-i mutlak duruma gelen TEK ADAM’a, olağanüstü yetkilerine karşılık Parlamento’da soru bile sorulamayacak… AKP’nin Profesör ünvanlı genel başkan yardımcısı dahil, “O’nu görünce salavat getiririz..” diye saçmalayacak…
……..
…….

Daha çok acılı örnek var ama uzatmaya yürek  dayanmıyor..
17 yılda koskoca ve caaanım Türkiye enkaza dönüştürüldü; moratoryum eşiğine sürüklendi!
Döndürülemeyen borçlar nedeniyle AKP iktidarının eli – kolu bağlandı, Ege’de vatan topraklarının işgaline bile ses çıkaramıyor!? Kıbrıs’ta kabul edilemez ödünler planlanıyor..

Ama tüm bu yıkımlara karşın İktidar gitmek istemiyor nedense!? Oysa son derece olağan yaşanması gereken bir yerel seçime gidiyoruz.. AKP’nin telaşı neden son derece büyük!

  • Neden, niçin bu denli yapışıksınız iktidara?
  • Korku neden dağları sardı?
  • Veremeyeceğiniz hesaplar mı var yoksa??
  • Örn. içinizdeki FETÖ’yü hala neden temzileyemiyorsunuz?!
  • T.C.’ne bu ne bitmez – tükenmez kör intikamdır? İslamiyette kin var mıdır??
  • Bu Devlet ve halk ne yaptı size??
    ****
    Sonuç                            :
    Toplumsal sistemde basınç ve sıcaklık çok tehlikeli biçimde yükselmiş, yükseltilmiştir..
    Bundan kimseye “hayır” gelmez.. Halk 2’ye ayrıldı AKP’li ve karşıtı; bu olmaz!
    İktidar mutlaka sağduyulu davranmalı ve bu basınç ve sıcaklığı hızla düşürmelidir.  

    Sevgi, saygı, derin KAYGI ama UMUT ile.
    12 Şubat 2019, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
    Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Polis 13 yaşındaki çocuğu 1.5 saat dövdü!

Dostlar,

Aşağıdaki haber çok ama çok rahatsız edici ve o ölçüde de olacaklara ilişkin
yol gösterici.

Başbakan, Polisin apaçık vahşetini aklamaya çalışır ve arkasında durursa,
daha da güçlendireceğiz” derse.. (Ne yazık ki RTE böyle davranmaya mahkum!..)

İstanbul’da Çevik Kuvvet Şube Müdürü dehşet veren bilançoya karşın,
“2. Çanakkale zaferi kazandınız..” derse.. (genellikle bu denli gerçek dışı absürd sözleri ağır ruh sağlığı bozukluğu olan hastalarımız söylerler..)..

Bir mahkeme, Ethem Sarısülük‘ü kamera kayıtlarına göre apaçık hedef gözeterek öldüren polis “Ahmet Şahbaz” ı, eldeki kanıtlara ters biçimde “meşru müdafa” bağlamında tutuksuz yargılama kararı verirse..

Biz de bir soru soralım :
Bunca olup bitenler halkın yaşam hakkını savunmaya dönük

TOPLUMSAL – KOLLEKTİF MEŞRU MÜDAFA değil mi?

Yönetim demokrasi dışına düşerse, halkın meşru direnme hakkı
bütün dünyada tanınmış bir hak değil mi?

Sorular da uzatılabilir..

Ethem Sarısülük‘ü vuran polisin olayında mahkeme;

kanıtların toplandığını
– sanığın kanıtları karartma olanağının kalmadığını
– sanığın kamu görevlisi olduğu için kaçma olasılığının da bulunmadığını
– sanığa denetimli serbestlik uygulanacağını… hüküm buyurmuş..
CMK’nın ilgili hükümlerini böyle yorumlamış ve uygulamış..
Bülent Arınç hazretleri de bu karardan mutlu olmuşlar,
üstelik Hükümet sözcüsü olarak

Ortada bir cinayet olduğu halde..

Pekii…

Benzer kararlar Ergenekon – Balyoz vb. tertip davaların sanıkları için niçin yıllardır uygulanmıyor? 5-6 yıldır hala kanıtlar toplanmadı mı? Yeter kanıt olmadan mı tutuklandılar? Nereye kaçacaklar, üst düzey kamu görevlisi değil mi çoğu?
Bunlara denetimli serbestlik yasak ya da haram mı?

Bir de “adli tıp” ın “temiz” raporu vermesi.. Yetmedi, Ankara Numune Hastanesi’nin
rapor düzenlemekten kaçınması.. Görevi ihmal ve kötüye kullanmaktan daha ağır bir suçtur, ayrımcılıktır, suça ortaklıktır! Hipokrat yemini etmişler adına utanç vericidir, kahredicidir. TTB (Türk Tabipleri Birliği) ivedilikle soruşturma açmalıdır.
Sağlık ve Adalet Bakanlıkları da.. Ama balık baştan kokmadıysa!

………………….

Listeyi uzatabiliriz..

Bütün bunlar o ülkede adaletin kalmadığını, zulmün egemen olduğunu,
yönetenlerin de diktatörleştiğini, tiranlaştığını.. ortaya koyar.

Senaryo, –en azından Mısır’dan beri- bildik ve klasiktir..

Sonu da öyle olacaklardır..

Suç hanelerini kabartmakta ve gidişlerini hızlandırmaktadırlar.

Ödeyecekleri fatura da şişmektedir.. (Adil bir yargılama ile..)

Tarihler, ne acı ki, böylesi dönemde, tiranlaşanların sağduyu çağrılarını duymadıklarını yazıyor. Ve tarih, ders almayan aptallar için yineliyor (tekerrür ediyor)..

Ankara Barosu’nun aileye destek vermesini dlleriz.
Muhalefetin vahim olayı “etkili” biçimde TBMM gündemine taşımasını..
Siyasetin de “gerekli soruşturmayı yapmasını…” desek, hayalci, ütopik mi oluruz?

Thomas Moore’un ÜTOPYA’sı 1500’lü yılların başlarında yazılmıştı (1516)..
Bunların çoğu günümüzün verili olağan gerçekleri oldular..

  • Savaş değil, barış 
  • Çatışma değil, diyalog 
  • Çifte standart değil, adalet 
  • Üstünlük değil, eşitlik 
  • Sömürü değil, işbirliği 
  • Baskı ve tahakküm değil, insan hakları özgürlükler ve demokrasi.. istiyoruz.

Son söz Antik Yunan düşünürü Demokritos’tan (MÖ 460-370) :

  • “Adaletsizlik eden, adaletsizliğe uğrayandan mutsuzdur.” 

Kurban henüz 13 yaşında.. Öğrenme güçlüğü var üstelik..
Polis “gözaltına aldık” bile demiyor.. Aileye gerçek dışı bilgi verebiliyor!..

Arka arkaya dehşet zinciri.

Ama halk bu zinciri de kıracak!

Çok ama çok can sıkıcı haber aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
25.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

***************************************************

Polis 13 yaşındaki çocuğu 1.5 saat dövdü!

Ankara’da gözaltına alınan ve öğrenme güçlüğüolan 13 yaşındaki Alperen Aydoğdu‘nun annesi Derya Aydoğdu, oğluyla birlikte tekme tokat Akrep’e bindirilen
bir kadına da hakaret edildiğini anlattı. Aydoğdu, polislerin kadın ve oğluna

  • “Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyorsunuz. Gelsin kurtarsın bakalım sizi..”

dediğini söyledi.

Cumhuriyet Ankara–  Dikmen’deki eylem sırasında gözaltına alınan 13 yaşındaki ortaokul öğrencisi Alperen Aydoğdu’nun annesi Derya Aydoğdu, o gece oğlundan
1.5 saat haber alamadığını, 4 kez aradığı Emniyet’in de“Oğlunuz gözaltında değil” yanıtını verdiğini söyledi. Aydoğdu, “öğrenme güçlüğü” raporu bulunan ve rehabilitasyon merkezine giden oğlunun, Akrep aracında tekmelendiğini, dövüldüğünü bildirdi. Derya Aydoğdu, o gece yaşadıklarını gazetemize şöyle anlattı:

Çocuklarımı kaybettim: Biz her zaman yürüyüşe katılıyorduk Dikmen’de.
Olaysız geçiyordu. İki oğlumla birlikte yürüyüşe katıldık biz. Çocuklar yanımdaydı.
Ani bir müdahale oldu. Çocuklarımı kaybettim. Sonrasında büyük oğlumu bulabildim. TOMA’dan su sıkılmıştı çocuğuma. Yüzünde ve vücudunda yanmalar olduğunu söyledi (A. Saltık’ın notu : Yasal haklarını kullanan insanlara basınçı su sıkmak suçtur + bu suya kimi kimyasallar katmak katmerli suçtur!). Biz onunla ilgilenirken Alperen’i malesef bulamadık.

Akrep içinde dayak: Oğlumu Akrep içine alıyorlar. Yaka paça döverek ve küfrederek. Onunla birlikte 45-50’li yaşlarda bir hanımefendiyi daha gözaltına alıyorlar ve
akrebin içinde darpa devam ediyorlar. Ağza alınmayacak hakaretler ediyorlar.
Bu arada söyledikleri şeyler de şunlarmış: 

  • “Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyorsunuz.
    Gelsin kurtarsın bakalım Mustafa Kemal sizi bizim elimizden.” 

Hanımefendiye yakasındaki polis amblemini öptürmeye çalışıyor polis.
Öpmeyince de darp etmeye devam ediyorlar.

4 kez aradım yok dediler: Emniyet merkezini aradığımda gözaltına alınanların 4 tane yetişkin olduğunu, içinde çocuk olmadığını söylediler. Ben 4 kez Emniyet’i aradım. Oradan bir vatandaş aradı “Elimde çocuğunuzun gözaltına alındığına dair görüntüler var” dedi. Gittim. Görüntüleri inceleyince yeniden Emniyet’i aradım. Çocuğum nerede, dedim.

Bana “Hanımefendi o saatte o çocuğun orada ne işi vardı?” dediler.

1.5 saat ulaşamadım: Oğlum gece 03.30’da gözaltına alındı. 1.5 saat çocuğumdan haber alamadım. Ben çocuğumu Muharrem İnce aracılığı ile bulabildim.
Sonra çocuğu Dikmen Karakolu’na getirdiler. İnce’nin karakola girmesine
izin vermediler. Kapının önünde de bekletmediler. Karakoldan çocuk şubeye götürüldü. Çocuk şubeden savcılığa çıkarıldı. 13 yaşındaki bir çocuğa resmen terörist muamelesi yapıldı. Çocuğun tişörtündeki yazıya kadar sorular sordular.
Yakınmacıyız, kesinlikle bunun arkasını bırakmayacağız.

Hacettepe’den rapor: Tabii darptan haberimiz yoktu. Oğlum bana söylemedi, üzülmemem için. Birlikte alındıkları hanımefendi söyledi. “Oğlunuzun kafasına bakın.” dedi. “Çocuğu dövdüler” dedi. Çocuğumun bacaklarında tekme izleri var, kafasında şişlik var, ensesinde de yine aynı şekilde. Tekmelemişler çocuğu.

  • Adli Tıp her zamanki gibi temiz raporu verdi.
  • Biz Hacettepe Hastanesi’nden darp raporu aldık.
  • İlk gittiğimiz Numune Hastanesi de bize rapor vermeyi uygun görmedi.

Unutamıyor: Alperen şu anda çok iyi değil. Yaşadıklarını unutamıyor.
Yanındaki hanımefendiye yapılan hareketler ve gözünün önünde dövülmesinden
çok etkilenmiş. Bacaklarına botlarla vurduklarını anlatıyor.

Döverken “Biz Osmanlı’nın torunlarıyız” demişler.

(25 Haziran 2013, Cumhuriyet haber portalı)

AİHM : Ağır hastalığı olan tutukluların tahliye edilmemesi ayrımcılıktır


Dostlar
,

Türk Tabipleri Birliği, web sitesinde aşağıdaki değerlendirmeye yer verdi.

Bir kez daha;

Cezaevlerinde tutuklu – hükümlü ama sağlık durumu cezaevinde kalmaya uygun olmayan tüm hastaların en temel insalık hakkı olan YAŞAM HAKKINA saygı gösterilerek;

Hükümlü ise cezasının infazının iyileşene dek ertelenmesini,

Tutuklu ise salıverilerek tutuksuz yargılanmasının sağlanmasını 

Başta TBMM olmak üzere ilgili makamlardan ivedilikle bekliyoruz.
Kaldı ki, Ceza Muhakemeleri Yasası’nın 16/2 ve 16/3 maddeleri çok açıktır.
Bu sitede kezlerce yazdık.. Bu maddelere bir kez daha yer verelim..

  • Yetkililer artık suç işlemeyi durdurmalılar..
    Göz göre göre kimi tutuklu ve hükümlülerin ölüme terkedilmesi
    tasarlayarak (taammüden) cinayetle eşdeğerdir, insanlık suçudur.

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa,
    cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”
    (E. Org. Ergin Saygun bu bağlamda tahliye edildi; Şubat 2013. Kaçtı mı,
    hangi kanıtları karartacak durumda? Tüm kanıtlar yıllardır hala toplanmadı mı?)
  • Madde 16/3, “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen ‘geri bırakma’ kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir.”(Prof. Fatih Hilmioğlu hk. Adli Tıp Kurumu’nun raporu 2 yıl boyunca güncellenmedi. Sağlığı kritik derecede bozuldu.. Şubat 2013’te ÖY Mahkeme yeniden Adli Tıp’a yolladı..Fakat Fatih hoca hala tutuklu..?!)

Bu arada; ADLİ TIP KURUMU MUTLAKA ÖZERK OLMALIDIR…
Ancak böylelikle tam nesnel ve bilimsel çalılması, rapor üretmesi sağlanabilir.

Unutulmasın ki, tutuklu ve hükümlüler Devletin tutsağı değilerdir.

Devlete emanettirler.

Can güvenliklerinin – yaşam haklarının korunması ise Devletin asli ve 1. görevidir.

Yeterli “denetimli serbestlik” önlemleri yasal olarak da teknik olarak da olanaklıdır ve uygulanabilir..

Yeni acılar yaşamayalım, yeni davalar açılmasın AİHM’de ve Türkiye’miz
mahçup olmasın davaları yitirip mahkum olarak ve girerim (tazminat) ödeyerek.

Sevgi ve saygı ile.
13.3.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================

AİHM : Ağır hastalığı olan tutukluların tahliye edilmemesi ayrımcılıktır

alt

Avrupa İnsan hakları Mahkemesi (AİHM) tutukluyken yakalandığı kanser hastalığından 2011 yılında yaşamını yitiren Gülay Çetin’in hastalığına karşın
tahliye edilmemesini AİHS’nin çiğnemi (ihlali) olarak değerlendirdi.
Hasta olan hükümlülerin tahliye edilmesine ve affedilmesine olanak veren
yasal düzenlemelere dikkat çeken ve tutuklular aleyhindeki bir ayrımcılık bulunduğunu belirten AİHM, Çetin’in yakınlarına 20 bin Euro tutarında manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

AİHM, cezaevinde tedavisi uygun olmayan hükümlülerin salıverilmesinde olduğu gibi;  tutukluların sağlık durumlarına uygun tüm insani önlemlerin alınmasını, cezaevinde tedavisi tıbben uygun olmayan tutukluların ilgili yargıçlar ve Yargıtay tarafından salıverilmesini sağlayıcı açık ve belirli yasal düzenlemelerin Ceza Muhakemesi Yasası‘nda  yapılması gerektiğine işaret etmiştir.

Türk Tabipleri Birliği tarafından bir süre önce tutuklu hastaların sağlık sorunlarının çözümü için Yasa Teklifi Taslağı hazırlanmış, TBMM’de grubu bulunan tüm siyasal partilere iletilmiştir. Taslakta, hükümlülerin sahip olduğu haklardan tutukluların da yararlandırılması gerektiği, mevcut uygulamanın ayrımcılık olduğu vurgulanmıştır.

Sağlık herkesin hakkıdır” başlığıyla kamuoyuna duyurulan görüşe destek verilmesi için TTB heyeti TBMM’de görüşmeler yapmıştır
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/saglik-3541.html ).
Bu ziyaretlerde cezaevi koşullarında ağır hastalığı bulunan kişilerin yaşadıkları zorluklara ve tedavi koşullarına ilişkin bilgi vermişlerdir.

AİHM kararı ile de dikkat çekilen bu insanlık sorunun ivedi bir biçimde yapılacak
yasal düzenlemelerle çözülmesi için TBMM’ni bir kez daha göreve davet ediyoruz.

Saygılarımızla.
11 Mart 2013
TTB Merkez Konseyi

Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu için Cumhurbaşkanı’na ivedi çağrı

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hoca yakın dostumuzdur.
Dava arkadaşımızdır.

Bir onur anıtı gibi dimdik Silvri zulümhanesinde 4. yılı doldurmak üzeredir.

Yıllardan beri süregelen ve Silvri zulümhanesinin koşullarıyla hızla ilerleyen,
gerekli biçimde sağaltımı-izlemi-beslenmesi-dinlenmesi.. asla yapılamayan
Hepatit C enfeksiyonu ile başbaşadır.

Bu hastalık karaciğer kanserinde dönüşebildiği gibi,
ilerleyici sirozla karaciğer yetmezliğine de neden olabilmektedir.

Verilere göre Fatih hocanın durumu çok ama çok ciddidir.

Portresi_sizin_Allahiniz_yok_mu

Geçtiğimiz aylarda 21-22 yaşındaki evladını da yitirmenin kahredici acısı içindedir.
Fatih hoca, babasını da geçmişte acılı biçimde yitirmişti..

Bu insanın ne kanıtları değiştrecek – bozacak gücü ne de olanağı var..
Ne de bunlara tenezzil edecek kişiliği.. Kaçmak mı? Fatih hocayı öldürseniz bile böyle birşeyi yaptıramazsınız..

DENETİMLİ SERBESTLİK çok etkili yöntemler içermektedir.
Neden bu yola başvurulmaz?
Zaten Fatih hocanın tutukluluğunun yürütümünün sağlık nedeniyle ertelenmesinden söz ediyoruz. İstenen, “suçunun” ya da “cezaının” infazının bağışlanması değildir. Kaldı ki kanıtlanmış suç ve hükme bağlanmış da ceza ortada yoktur!

Üstelik  4 – 5 yıldır artık toplanmayan kanıt mı kaldı ?

Öte yandan, hala kanıtlar toplanmadı ise, hangi kanıtlarla insanları yıllarca
hapiste tutuyor, adeta yargısız infaz yapıyoruz ?

Böyle adalet olur mu??

Biz de bu konuyu sitemizde kezlerce yazdık. Ceza Muhakemeleri Yasası‘nın
ilgili maddelerini aktardık. Bir kez daha sunalım :

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”
  • Madde 16/3, “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin cumhuriyet başsavcılığınca verilir.”

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e son çağrımızdır..
Yarın çok geç ve dönüşümsüz olabilir..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, insancıl duygularla yetkisini kullanmalıdır.

  • Türk Tabipleri Birliği, üyeleri olan Fatih Hilmioğlu’nun durumunu görüşmek üzere Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den ivedi randevu istemelidir..

Tüm Öğretim Üyeleri Derneği TÜMÖD İstanbul Şubesi’nin aşağıdaki çağrısını tümüyle payaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

PROF. DR. FATİH HİLMİOĞLU DERHAL TAHLİYE EDİLMELİDİR!

Ergenekon davasından dört yıldır Silivri zindanlarında tutuklu bulunan Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu bir süredir karaciğer kanseriyle mücadele ediyor. On beş yıldır siroz hastası olan hocamızın karaciğer hastalığı çok ileri bir aşamaya gelmiştir. Doktor raporlarına göre yatak tedavisi görmesi gerekirken, sürekli cezaevi ve hastane arasında gidip geliyor.  Şayet Prof. Fatih Hilmioğlu serbest bırakılmazsa zaten ilerlemiş olan hastalığı yaşamsal tehdit boyutunataşınacaktır. Bizler, üniversite öğretim üyeleri olarak Fatih Hilmioğlu hocamız başta olmak üzere Silivri’de tutuklu bulunan vatansever, Atatürk Cumhuriyeti’nden yana bilim insanlarının yaşamlarından kaygılıyız.

Bilinmektedir ki, Silivri’de artık bir mahkeme yoktur. Yıllardır verilen yoğun mücadelelerle gerçekler bir bir ortaya çıkarılmış ve tüm iddiaların asılsız olduğu kanıtlanmıştır.  Açıklamalarından anlayacağımız üzere mevcut iktidar bile bu gerçeği kabul etmek zorunda kalmıştır.  Silivri’de kurulan mahkemenin iktidarın talimatları doğrultusunda hareket ettiği herkes tarafından bilindiğine göre, Fatih Hilmioğlu’nu hastane yollarında ölüme terk etmek apaçık iktidarın bir bilim insanına olan korkusunu ifade etmektedir.

Baştan aşağı yalan ve iftiralarla dolu bir mahkemenin bütün suçlamaları çürütülmüşken ve artık toplum karşısında hiçbir itibarı kalmamışken;hukuksuz mahkemelerin tek amacı memleketine büyük katkılar sağlamış,vatanını seven bilim insanlarını, kokuşmuş zindanlarda ölüme hapsetmek değil midir?  Anlıyoruz ki hukukun bitirildiği Silivri’de vicdanlar da iflas etmiştir.

Bizler, üniversitenin bilim ve aydınlanmadan yana olan vatansever öğretim üyeleri olarak bir çağrı yapıyoruz.  Bir an önce Fatih Hilmioğlu hocamızın tahliye edilmesini ve tedavisinin uygun koşullarda yürütülmesini talep ediyoruz!

Bu vesileyle tüm üniversite bileşenlerini, öğretim üyeleri ve öğrencilerini 10 Ocak Perşembe günü Silivri Mahkemesi önüne davet ediyoruz.

TÜM ÖĞRETİM ELEMANLARI DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ (TÜMÖD)