Etiket arşivi: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM

ALEVİLİĞİ ZEHİRLEMEYİN…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, 18-25 yaş aralığındaki Alevi gençleri için Gençlik Kampı düzenlemeye karar vermiş. Ancak bu kamplarda kadın-erkek ayrımcılığına giderek, haremlik ve selamlıklı bir düzenleme yapma yolunu seçmiştir.

Aynı Başkanlık, Alevi toplumunun paydaş kurumları olan Alevi- Bektaşi vakıf ve derneklerinden de Bu ayrımcı düzenlemenin gereklerine uygun olan gençleri seçip listesini ilgili Başkanlığa göndermelerini istemiştir.

Bu genelgenin uygulanması, hem Aleviler ve hem de Alevi inancı açısından kabul edilemez niteliktedir. Şöyle ki :

1- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ya da kısa adıyla AİHM; T.C. Anayasası’nın 2., 10., 24. ve 90. maddelerine dayanarak;

a- Alevi inancının varlığını kabul etmiş ve kesin karara bağlamıştır.
b- Alevi çocuklarına zorunlu din dersinin verilemeyeceğini hukuksal olarak onamıştır.
c- Cemevlerinin Alevi toplumunun ibadethanesi (tapınağı, tapınç yeri) olduğunu, Devletin Alevilere ibadethane belirleyemeyeceğini karar altına almıştır.
d- Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal temel ilkesi olduğu halde, Alevilerin hukuksal olarak hak yitimine uğradıklarını saptamıştır.
Bu hak yitiklerinin ortadan kaldırılması için; Sünnilere verilen her türlü, eğitim, finansman (akçalı destek), personel ve yer (mekân) desteklerinin aynen Alevilere de verilmesi gerektiğini karar altına almıştır. Çünkü laiklik ilkesi gereği, böylesi bir düzenleme anayasal zorunluluktur.

2- Anayasamızın, başta laiklik ilkesi olmak üzere, emredici (buyurucu) ve bağlayıcı hükümleri ve AİHM kararları kapı gibi ortada iken; Aleviliğin inanç yanı görmezden gelinerek, Aleviliği salt bir kültürel değer ve folklör ögesi olarak tanımlayıp Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde konumlandırmak, Alevi inancının uhrevi (tinsel) ve ilahi (Tanrısal) yönünü görmezden gelmektir. Asla kabul edilemez.

Peki, Alevilik bir kültürden mi ibarettır?
Değilse, bu kültür Aleviliğe nereden ve nasıl gelmiştir?

Aleviliğin inançsal tutumları ve tapınma (ibadet) biçimlerinden doğan bir Alevi kültürünün varlığı doğrudur. Ancak din sosyolojisi açısından kültür bir neden değil sonuçtur. Nasıl ki Yahudi inancı olmadan Yahudi kültürü, Hıristiyan inancı olmadan Hıristiyan kültürü ve İslam inancı olmadan İslam kültürü oluşamazsa; Alevi inancı olmadan da Alevi kültürü oluşamaz. Öyleyse, bilimsel olarak, Alevi kültürünün Alevi inancından doğduğunu kabullenmek gerekir.

3- Alevilik inancında tüm insanlar koşulsuz olarak “EŞİT CAN” sayılır. Kadın-erkek, zenci-beyaz, zengin (varsıl) – yoksul, fıtrat, inanç ve can olarak herkes eşittir.

  • Alevi toplumu kin, nefret, cebir, şiddet, kibir ve eşitliği bozan her türlü ayrımcılıktan
    uzak durur.

Ne diyor Ulu Ozanımız Yunus Emre,

  • Adımız miskindir bizim, düşmanımız kindir bizim..

Tarihsel ve ilahi söylemlerine göre, Aleviler 72 millete hep aynı gözle bakarlar. Laikliği, yani toplumsal inanç demokrasisini, başka bir söylemle din ve vicdan özgürlüğünü savunurlar. Alevi inancının özünde hak, adalet, barış, dostluk, kardeşlik, eşitlik ve sevgi vardır. Adalet, eşitlik, sevgi, ayrıştırma ve kardeşliğe aykırı her türlü düzenleme Aleviliğe de ters düşer.

4- Her türlü dinsel, sosyal, hukuksal, ekonomik, sanatsal, kültürel … ve eğitsel yaşamdaki cinsiyet ayrımcılığı Aleviliği bozar, yozlaştırır ve zehirler. Bu nedenle kadın – erkek, kaç – göç, haremlik – selamlık vb. ayrıştırmalar Aleviliğe sığmaz.

5- Hünkâr Hacıbektaş Veli‘ye, “Kadıncık Ana senin eşin mi?” diye sorduklarında “hayır
O benim EŞİTİMDİR” demiş ve eşini kendisine eşit tutmuştur. Yine Hacıbektaş Veli’ye atfen (gönderme ile) şöyle bir eşit cinsiyet, daha doğrusu cinsiyetsizlik öğretisi vardır :

ERKEK, DİŞİ SORULMAZ ERENLERİN YOLUNDA,
ALLAH’IN YARATTIĞI HER ŞEY YERLİ YERİNDE.
YANLIŞLIK VE NOKSANLIK SENİN GÖRÜŞLERİNDE…

Son söz                        :
Kadın – erkek ayrımcılığı : Yetişkin Alevi gençleri için düzenlenen haremlik – selamlık kurallarına dayalı, eğitim ve gençlik kampları;

Anayasanın laiklik ilkesine aykırıdır.
– Karma eğitim ve öğretimi zorunlu yapan Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırıdır.
– Medeni Kanun’a aykırıdır
– Çağdaş yaşamın gerçeklerine aykırıdır.

Konumuz açısından da, her konuda kadın – erkek eşitliği üzerine kurulan tarihsel ve geleneksel Alevi inanç ve öğretisine aykırıdır.
Alevi inancındaki eşitlik ilkesini bozmak Alevi inancını tam özünden, en can alıcı yerinden zehirleyip yozlaştırmak ve bozmaktır. Sonu asimilasyondur.

  • Aleviği zehirlemeyin!

Cemevleri ibadethanedir!

Hamdi Yaver AKTAN
Yargıtay Onursal Daire Başkanı

Cemevleri ibadethanedir!

Cumhuriyet, 25 Şubat 2022

Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği’ne ait tüzüğün 2. maddesinde yer alan “Derneğin amacı Çankaya’da yaşayan Alevi inançlı yurttaşların inanç ve ibadetlerini yerine getirme merkezleri olan cemevlerini yapmak ve yaptırmaktır… ibaresi ile 4. maddesinin (a) fırkasındaki “Alevi inanç ve ibadet merkezi olan cemevlerini yapmak ve yaptırmak.. ve aynı maddenin (c) fıkrasında bulunan “İmar Yasası uyarınca imar planlarında ibadet yeri olarak ayrılan alanlar üzerinde Alevi yurttaşların yaşadığı yerlerde cemevi inşa etmek üzere girişimlerde bulunmak” ifadelerinin tüzükten çıkarılması Ankara Valiliği tarafından istenmiş, Derneğin kabul etmemesi üzerine feshi için dava açılmıştır.

Yargıtay, açılan davada verilen davanın reddine ilişkin kararın bozulmasına karar vermiş, ancak yerel mahkemenin direnmesi üzerine, dosyayı inceleyen Hukuk Genel Kurulu 3.12.2014 tarih ve 7- 1038 / 990 sayılı kararında direnme hükmünü onamıştır.

Hukuk Genel Kurulu kararında                  :

  • Anayasanın 174. maddesi,
  • 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun’un 1.,
  • 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki kanunun 1.,
  • Anayasanın 90. ile
  • 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 60/2. maddeleri

birlikte yorumlanmıştır. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) özellikle dernek ve toplanma özgürlüklerine ilişkin kararlarına da kararda değinilmiştir.

  • AİHM’nin kararları, destek normundan öteye bağlayıcı kararlar olarak benimsenmiştir.

İSTIKRAR SAĞLAYAN KARAR

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 11. maddesinin bireylere tanıdığı hakları kullanabilmesi için devlete pozitif yükümlülük yüklediğini belirten Hukuk Genel Kurulu, kamu makamlarının bir ihmali veya hareketsizliğinin örgütlenme özgürlüğüne müdahale olduğunu kararlaştırmıştır.

Bireylere Aleviliğe inanma hakkı çerçevesinde, inançlarını gereği biçimde yerine getirmelerinin de sağlanması gerekliliğine işaret edilen kararda, aksine bir yaklaşımın toplumsal barışın ve düzenin bozulacağı karar gerekçesinde açıklanmıştır.

  • Kararın içeriğinden, ibadet yerlerinin belirlenmesinde karar mercii o dinin / inancın mensupları olduğu anlaşılmaktadır.

Kararın özet başlığında bu husus “İbadet yerinin meşruluğunu belirlemek konusunda devletin takdir yetkisinin olmadığı” yazılmıştır.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi de 28.5.2015 tarih ve 2014 /11238 esas ve 2015 / 9711 sayılı kararında Hukuk Genel Kurulu ile AİHM’nin Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı davasındaki gerekçeleri kullanmış ve uluslararası sözleşme hükümleriyle birlikte normatif düzenlemeler kapsamında hukuksal olgulara göre, cemevlerinin ibadethane olarak değerlendirilmesi gerekliliğini kararlaştırmak suretiyle kararlarda istikrar sağlamıştır.

ULUSLARARASI METIN

Yapılan itiraz da AİHM Büyük Dairesi tarafından reddedilen, elektrik faturalarından muaf tutulmaya ilişkin AİHM’nin 2.12.2014 tarihli Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı / Türkiye kararında cemevlerinin ibadethane olduğu kararlaştırılmıştı. Kararda yapılan ayrımcılık kabul edilmemiştir.

Öte yandan AİHM’nin 2 Aralık 2014 tarihli (Bireysel Başvuru No: 32093 / 10) kararında, ırkçılığa ve hoşgörüsüzlüğe karşı Avrupa Komisyonu’nun (ECRI), 8 Şubat 2011 tarihli 10 Aralık 2010 tarihinde kabul edilen Türkiye hakkındaki 4. raporda Türk mercilerine; “Alevi toplumunun özellikle de ibadet yerleriyle ve bunlara sağlanacak tahsisatta ilgili konularda ayrımcı davranışta bulunulduğuna ilişkin kaygılarını araştırarak, varsa herhangi bir ayrımcılık konusuyla ilgili tüm gerekli tedbirleri almasını tavsiye eder” ifadesini de uluslararası metin bağlamında kullanmıştır.

Devletin, inançların meşruluğunu değerlendirme yetkisinin bulunmadığını, yansız ve tarafsız olma yükümlülüğünden bu sonucun çıktığını sorgulayan AİHM ayrıca hoşgörüye de dikkat çekmiştir (Paragraf: 49).

Ceza Yasasından Cumhurbaşkanına Hakaret Suçunun Kaldırılması

Dostlar,

CHP İstanbul Milletvekili, Anayasa Hukuku Uzmanı Sn. Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU, TBMM Başkanlığına bir yasa önerisi sundu :

  • Ceza Yasasından Cumhurbaşkanına Hakaret Suçunun Kaldırılması

Önergenin tarihi 23 Kasım 2021. (Anayasa m.88)

Bilindiği üzere, Türk Ceza Yasasının 299. maddesi aşağıdaki gibi:

Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu

TCK Madde 299

(1) Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/35 md.) Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır.
(3) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.
***
Reuters : Erdoğan’ın CB olmasından bu yana binlerce kişinin ‘hakaret’le suçlandığını belirtti. Haberde, 2014’ten beri bu suçlamaya dayanılarak 160,169 soruşturma açıldığına dikkat çekildi.
(https://tr.euronews.com/2021/12/20/reuters-tan-turkiye-analizi-erdogan-ak-parti-secmeninin-destegini-kaybediyor)

  • RTE ve AKP’li müritleri 1 an “neden böyle?” diye düşünmez mi?
    Kuran der ki : Aklını kullan, düşün!

***
AİHM, Cumhurbaşkanına hakaretle ilgili Türk Ceza Yasası’nın ilgili maddesinin değiştirilmesini isteyen bir karar açıkladı. AİHM ilk kez TCK’nın 299’uncu maddesi hakkında bu denli net bir karar açıklıyor. Aralarında Türk yargıç Saadet Yüksel’in de bulunduğu 7 yargıçlı Daire tarafından oybirliğiyle alınan karar, içtihat niteliğinde. Ankara, karar gereği, davacı Vedat Şorli‘ye 7500 € tinsel giderim (manevi tazminat) de ödeyecek.

Hakaretle ilgili olarak Cumhurbaşkanı’nın özel bir yasayla korunmasının AİHS’nin ifade özgürlüğüne ilişkin maddesiyle bağdaşmadığına kanaat getiren AİHM, bu belirlemeden yola çıkarak benzer davaların yinelenmemesi amacıyla TCK 299’un AİHS ve AİHM’nin yerleşik içtihadı ile uyumlu duruma getirilmesini istedi (https://www.dw.com/tr/avrupa-insan-haklar%C4%B1-mahkemesi-tck-299-de%C4%9Fi%C5%9Fmeli/a-59548024).

Avrupa Konseyi‘ne (AK) taraf ülkelerin AİHS’ye uyumunu denetlemek amacıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) oluşturulmuştur. Türkiye AK’nin kurucu üyelerindendir. AİHS’nin denetim sürecine bireysel başvuru hakkını 1987’de ve AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini 1990’da kabul etmiştir.

Türkiye AİHS’e taraftır ve Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca AİHM’in yargı yetkisini kabul etmiş, 28 Ocak 1987’de Komisyon’un bireysel başvuruları inceleme yetkisini tanımıştır. Türkiye, Mahkeme’nin zorunlu yargı yetkisini 27 Eylül 1989’da tanımıştır. Belirtmek gerekir ki, 11 Sayılı Protokol’ün yürürlüğe girmesiyle, bireysel başvuru ve zorunlu yargı yetkisi açısından, özel tanıma bildirimlerine gerek kalmamıştır. Bireysel başvuru yöntemi, Sözleşme’ye taraf devletler bakımından zorunlu olmuştur (https://insanhaklarimerkezi.bilgi. edu.tr/tr/content/43-avrupa-insan-haklar-mahkemesi/).

Sözleşme’nin (AİHS) 46. md.si – Kararların Bağlayıcılığı ve İnfazı

“1. Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler.
2. Mahkeme’nin kesinleşen kararı, icrasını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir. (https://www.echr.coe.int/Documents/Guide_Art_46_TUR.pdf)
***
Sn. Prof. Kaboğlu’nun yasa önerisi tek maddelik (2. ve 3. maddeler yürürlükle ilgili) :

  • 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 299 uncu maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

Önergeyi gerekçeleriyle okumak için lütfen tıklayınız : 299. maddenin kaldırılması yasa önerisi

Peki bir ilerleme var mı?? TBMM’de 2 aydır bir sonuç yok.. RTE’nin yargı reformu (!) hakkında sözlerinde gece yarıları gözaltı olmayacağı belirtilmişti.. Sedef Kabaş olayında tablo ortada.. 50+ yaşta, Doktora sahibi bir kadın gazeteci – yazar, yurttaş, gece yarısı 02:00’de Polisçe evinden alınıyor.. Karakolda sabaha dek gözaltında tutulup, neredeyse 12 saat sonra ifadesi savcılıkta alınıyor ve jet hızıyla, Sulh Ceza yargıçlığında (mahkemesinde değil! Anayasa madde 9 – “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”) tutuklama kararı çıkıyor. Oysa tutuklu yargılamanın koşulları yok (Ceza Muhakemesi Yasası m.100). Yargıçlık kararında zorlama öyle açık, öyle net ki!

Bir üst merci olarak Asliye Ceza Mahkemesine itiraz yolu açık ve Dr. Sedef Kabaş‘ın avukatı 24 Ocak 2022 günü bu yola başvuracak. Sağduyunun egemen olması ve tutukluluk kararının kaldırılarak, “hiç olmazsa” yargılamanın
gerçekte yargılanmaması gerekirken– tutuksuz yapılması için, gerek görülüyorsa adli denetim önlemlerine başvurulması (CMK m.223/1), yerinde ve kamuoyu vicdanına uyar olacaktır sanırız.

Konuya ilişkin 2 cik (tweet) iletimizi buraya eklemek isteriz :


Bu arada, kendi haline terk edilen kovit-19 salgını “resmi” verilerle her gün on binlerce insana bulaşmakta ve 200’e yakın masum insanımız salgına / kötü yönetime kurban verilmekte…

Vah Türkiye’m, vah insanlarım..

Bir de; belimizi kıran yoksullaşTIRmayı ve AKP = RTE‘nin temel sorumluluğunu da konuşamıyoruz…

Gündem oyunları ger – çek – ten hayret verici!

  • Muhalefetin ülkeyi ayağa kaldırması gerek oysa!..

​Sevgi ve saygı ile. 23.01.2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

Osman Kavala: “Ülkem için üzülüyorum”

Silivri Cezaevi’nde 1202 gündür tutuklu Osman Kavala:
“Ülkem için üzülüyorum”

  • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hakkında verdiği hak ihlali kararı ve yerel mahkemelerin verdiği tahliye kararlarına rağmen üç buçuk yıldır tutuklu bulunan sivil toplum örgütü kurucusu ve iş insanı Osman Kavala, “Benimle ilgili dava süreci maalesef bir tiyatroya halini aldı. Hukuksuzluk tiyatrosu!” dedi. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin, yeni atanan rektöre karşı sürdürdükleri barışçıl protestolara da dayanışma mesajı gönderen Kavala, “Eşim Ayşe Buğra gibi, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri gibi ben de ülkem için üzülüyorum” dedi.
cumhuriyet.com.tr 14 Şubat 2021
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/silivri-cezaevinde-1202-gundur-tutuklu-osman-kavala-ulkem-icin-uzuluyorum-1813672

Silivri Cezaevi’nde 1202 gündür tutuklu Osman Kavala: Ülkem için üzülüyorumCHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, Silivri Cezaevi’nde 1202 gündür tutuklu iş insanı ve sivil toplum örgütü temsilcisi Osman Kavala ve yazar Ahmet Altan’ı ziyaret etti.

Gezi Dayanışması‘nın organizatörü olduğu iddiasıyla açılan davadan beraat etmesine rağmen 15 Temmuz darbe girişiminin planlayıcısı ve casusluk suçlamalarıyla art arda davalar açılarak tahliye edilmeyen Kavala, 39 aydır Silivri Cezaevi’nde tutuklu. Bu süreçte AİHM tutukluğunun hak ihlali olduğuna hükmederken, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de Türkiye’ye bir an önce serbest bırakılması çağrısında bulundu. Yapılan son duruşmada hakkındaki tüm iddialar bir dosyada toplanarak tutukluğuna devam kararı verildi.

Dosyaların birleştirilmesi kararından sonra dava süreci hakkında ilk kez yorumda bulunan Kavala “Benimle ilgili davalar baştan beri hukuki bir süreç olmaktan uzaktı. Gelinen noktada maalesef bir tiyatro halini aldı. Hukuksuzluk, adaletsizlik tiyatrosuna dönüştü” dedi

BOĞAZİÇİ’NE  DESTEK: BEN DE ÜZÜLÜYORUM

Yeni atanan rektöre karşı, barışçıl protestolarını yürüten Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine de Silivri’den dayanışma mesajı gönderen Kavala, “Eşim Ayşe Buğra gibi, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri gibi ben de ülkem için üzülüyorum” dedi.

5 YILDIR TUTUKLU, DOSYASI YARGITAYDA BEKLİYOR

Çakırözer,  dört buçuk yıldır süredir Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan gazeteci-yazar Ahmet Altan ile de görüştü. 2016 Eylül ayından bu yana tutuklu bulunan ve 2019 sonunda verilen tahliye kararının ardından yeni tutuklama kararı ile yeniden Silivri Cezaevi’ne konan Altan’ın itirazı ise 13 aydır Yargıtay’da bekliyor.

ÇAKIRÖZER: BU DAVALAR DEMOKRASİNİN TURNUSOL KAĞIDI

Milletvekili Utku Çakırözer ziyareti sonrasında şu açıklamaları yaptı:

Osman Kavala hakkındaki bir beraat, iki tahliye, bir AİHM ve bir Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararına rağmen yaklaşık 4 yıldır cezaevinde.

Kavala’nın tutukluluğu Türkiye’de demokrasinin turnusol kağıdıdır.

Ahmet Altan sadece yazılarından dolayı dört buçuk yıldır cezaevinde.

Dosyası son bir yıldır keyfi biçimde Yargıtay’da bekletiliyor.

Terör örgütü üyeliğinden hüküm giyenler bile ondan az yatıp çıktı. Hakimlerin karar verirken uymaları gereken hukuk güvenliği, insan onuru ve makul süre ilkeleri nerede kaldı?

Kavala, Ahmet Altan, Selahattin Demirtaş

ve diğer siyasi tutukluların cezaevinde tutulduğu her gün yeni bir hak ihlalidir. Onlar zindanlarda tutulduğu sürece Türkiye’de hukuk devletinden bahsetmek mümkün olamaz. Yeni Anayasadan bahsedenler öncelikle mevcut Anayasaya uyarak, tarafı olduğumuz AİHM kararlarına tam uyum sağlamalıdır. Siyasi tutuklular bir an önce özgürlüklerine kavuşmalıdır” dedi.

 

AİHM’den ‘acil’ koduyla Gülmen ve Özakça talebi

AİHM’den ‘acil’ koduyla Gülmen ve Özakça talebi

http://www.abcgazetesi.com/aihmden-acil-koduyla-gulmen-ve-ozakca-talebi-66447h.htm, 11.10.2017
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
AİHM’den ‘acil’ koduyla Gülmen ve Özakça talebi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL kapsamındaki KHK’lar ile görevlerine son verilen akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça tarafından yapılan dava başvurularını “öncelikli” kategorisine alarak “acil” koduyla işleme koydu. Deutsche Welle Türkçe’den Kayhan Karaca’nın haberine göre, AİHM Gülmen ve Özakça’nın Ankara’ya karşı dava başvurusuyla ilgili olarak bu hafta Türk hükümetine bir dizi soru yöneltti ve Türk hükümetinden savunma göndermesini talep etti.

‘GEÇİCİ TUTUKLULUK YASAL MI?’
Davacılar hakkındaki geçici tutuklama kararlarının “yasallığını” sorgulayan AİHM, bu kararların Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) tutuklama nedenleriyle ilgili 100’üncü maddesinde belirtilen hükümlere uygun olarak yapılıp yapılmadığı konusunda kapsamlı açıklama istedi.

AİHM, geçici tutukluluk kararı ve bu karara yapılan itirazı reddeden yargıçların kullandığı gerekçelerin yeterli ve yerinde olup olmadığını da sordu.

Gülmen ve Özakça açlık grevine başladıktan sonra haklarında alınan geçici tutukluluk kararının ve tutukluluk koşullarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin

– yaşam hakkı,
– işkence ve kötü muamelenin önlenmesi ve
– güvenlik hakkıyla ilgili

maddeleriyle bağdaşık olup olmadığını da soran AİHM, tutuklama kararının davacıların yaşamını ne derece tehlikeye attığı konusunda Ankara’dan görüş istedi. AİHM Türk hükümetinden Gülmen ve Özakça’nın sağlık durumları konusunda ayrıntılı bilgi ve belge isteminde de bulundu.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça 28-29 Haziran 2017’de AİHM’e başvurarak, haklarındaki geçici tutukluluk kararı ve tutukluluk koşullarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu savunmuşlardı. Davacılar AİHM’e gönderdikleri dava dilekçesinde, haklarındaki geçici tutukluluk kararını “keyfi” ve “açlık grevine son verdirmek için alınmış bir önlem” olarak tanımlamışlardı. Gülmen ve Özakça, geçici tutukluluk kararı verilirken kullanılan gerekçelerin ise “temelsiz” olduğu tezini ileri sürmüşlerdi.

Gülmen ve Özakça, tutuksuz yargılanmaları amacıyla AİHM’den geçici tedbir talebinde de bulundu, ancak AİHM bu isteme  olumlu karşılık vermedi. Mahkeme 30 Haziran 2017’de aldığı bir kararla geçici tedbir başvurusunu incelemeyi “askıya aldığını” duyurdu. Buna karşılık, davacıların “istedikleri bir doktor tarafından muayene edilmeleri” için Türk hükümetini önlem almaya çağırdı. Gülmen ve Özakça’ya da açlık grevine son vermeleri çağrısında bulundu.

AİHM SAYESİNDE İLK MUAYENE
AİHM’in çağrısı üzerine Gülmen ve Özakça 14 Temmuz 2017’de Ankara Sincan Cezaevi içindeki hastanede muayene edildi. AİHM’in 21 Temmuz’daki 2. başvurusu üzerine davacılar bu kez 25 Temmuz’da Ankara Numune Hastanesi’nde muayeneye alındı. Numune Hastanesi’nde 11 hekim ile hazırlanan raporda davacılar için “Mevcut bulgulara göre hayati tehlike arz eder. Hayatını yalnız başına idame ettiremez. Ancak mevcut bulgular tutukluluk halinin tehirini gerektirmez. Hastane statüsünde sağlık birimi olan ceza infaz kurumlarında veya resmi sağlık kuruluşlarının mahkumlara ayrılan bölümlerinde takip ve tedavi edilebilir” görüşüne yer verildi.

GEÇİCİ TEBDİR BAŞVURUSUNA RET
AİHM bu görüş üzerine, Gülmen ve Özakça’nın Sincan Cezaevi Kampüsü Devlet Hastanesi’nde tutulmalarının “yaşamlarına ya da organlarına telafi edilemez zararlar verecek gerçek ve acil bir risk oluşturmadığına” karar verdi. Buna karşılık davacıların güncel ihtiyaçlarını Numune Hastanesi raporunda belirtildiği gibi gerçekleştirebilmeleri ve istedikleri doktorlar tarafından muayene edilebilmelerine olanak tanınması için Türk hükümetinin gerekli önlemleri almasını istedi.

Strasbourg Mahkemesi, iki eğitimcinin açlık grevine son vermeleri için daha önce yapmış olduğu çağrıyı da yineledi. Gülmen ve Özakça işlerine geri dönebilmek amacıyla 11 Mart 2017 tarihinde açlık grevine başlamışlardı.
=========================================
Dostlar,

Bu yakıcı soruna artık İVEDİ bir çözüm bulmanın zamanı geldiiiii, geçiyor..
Nuriye ve Semih 11 Mart 2017 günü, hak arama aracı olarak başkaca hiçbir olanağın kalmadığını görmenin çaresizliği içinde AÇLIK grevine başladılar..

– Mart 2017 içinde 21 gün
– Nisan 2017 boyunca 30 gün
– Mayıs 2017 boyunca 31 gün
– Haziran 2017 boyunca 30 gün
– Temmuz 2017 boyunca 31 gün
– Ağustos 2017 boyunca 31 gün
– Eylül 2017 boyunca 30 gün
– Ekim 2017 içinde 11 gün (bu gün 11 Ekim 2017)
—————————————————————–
Toplam.. 215 gündür ölüme yatmış durumdalar ve sağlıkları ağır biçimde bozuldu.

Her an, ÖLÜM dahil son derece ağır kalıcı sonuçlarla yüzleşebiliriz.
AİHM de durumun ciddiyetini 2. başvuruda anlamış olacak ki,  İVEDİ adımlar attı.

5271 sayılı CEZA MUHAKEMESİ KANUNU‘nun “Tutuklama nedenleri”  başlıklı 100. maddesi aşağıda..

Madde 100 –  (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:

  1. a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
  2. b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
  3. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
  4. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,

Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.

(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:

  1. a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)
  2. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (madde 76, 77, 78),
  3. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),

3.(Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Silahla işlenmiş kasten yaralama (madde 86, fıkra 3, bent e) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama (madde 87),

  1. İşkence (madde 94, 95)
  2. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),
  3. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),

7.(Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),

  1. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
  2. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
  3. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),
  4. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
  5. b) 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.
  6. c) 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu.
  7. d) 10.7.2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
  8. e) 21.7.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
  9. f) 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu maddesinin dört ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.

(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.
*********

Görüldüğü gibi bu maddedeki tutuklama nedenlerinin hiçbiri en azından “AR-TIK” yoktur!
Gerek görülüyorsa uygun “güvenlik tedbiri” ile (polise her gün imza verme, yurt dışına çıkmama..) salıverilmeli, uygun – etkin çok yönlü sağaltım (özel beslenme, psikotrerapi, rehabilitasyon..) ile sağlıklarını kazanmalarına çaba gösterilmelidir.
Her an çooooooooooook geç kalınabilir.

  • Unutmayalım, bu 2 masum genç iki yüz on beş gündür AÇ-LAR!

Yargılamayı tutuksuz sürdürün, gerekiyorsa göreve de başlatmayın yargılama bitene dek ama salıverin artık..

OHAL Komisyonu da ar-tık oyalanmasın..
Gecikilen her an, üretilecek çözümleri tümüyle anlamsız kılabilir.

Türkiye’nin başında binbir sorun var. Bir de bu önlenebilecek sorun yüzünden toplum zedelenmesin (travma almasın), toplumsal barış daha çok yara almasın

Siyasette – devlet yönetiminde inat – gurur – kibir – intikam – kin gibi ilkel duygu ve davranışlara asla yer olamaz.

Sevgi ve saygı ile. 11 Ekim 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AİHM Gülmen ile Özakça için yapılan acil tedbir başvurusunu reddetti

AİHM Gülmen ile Özakça için yapılan
acil tedbir başvurusunu reddetti:
‘Hayati tehlikeleri yok’

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), açlık grevindeki Nuriye Gülmen ile Semih Özakça için yapılan acil tedbir başvurusunu reddetti.
Anayasa Mahkemesi’nden red kararının gelmesiyle iç hukuk yollarını tüketen Gülmen ile Özakça’nın avukatlarının acil tedbir kararı vermesi talebiyle başvurduğu AİHM’den gelen yanıt hayal kırıklığı yarattı. AİHM Türkiye Hükümetine, Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın derhal salıverilmelerinin sağlanması yönündeki geçici tedbirin bildirilmemesine karar verdi. Talebin yalnızca
ciddi ve telafi edilemez bir hayati risk yaratan yakın bir tehlike söz konusu olduğunda uygulanacağı ifadeleri dikkat çeken karar, “Sincan Hastanesi’nde tutulmalarının, bu kişilerin yaşamına geri dönülemez bir zarar verecek nitelikte gerçek ve yakın bir tehlike oluşturmadığı tespit edilmiştir” diye gerekçelendirildi.

Kendi doktorlarına imkan sağlayın’ 
Numune Hastanesi’nin Sağlık Kurulu Raporu’ndaki
* “Mevcut bulgulara göre hayati tehlike arz eder. Hayatını yalnız başına idame ettiremez” ifadelerinin anımsatıldığı kararda; hükümetten, günlük yaşam ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yeterli düzenlemelerin hayata geçirilmesini sağlamasını talep edildi. Kararda ayrıca; Gülmen ile Özakça’nın kendi seçtikleri doktorlara danışmalarına imkan sağlaması da hükümetten talep edildi. Mahkeme kararında açlık grevini sonlandırma çağrısını yineledikleri söylenerek, hükümetten her türlü gelişmeyi, Gülmen ile Özakça’dan da yerel mahkemelere yapabilecekleri her türlü başvuruyu haberdar etmeleri istendi.
‘Kararda akıl verdi’
Gülmen ile Özakça’nın avukatları, AİHM’in 24 uzman hekimin raporuna rağmen şimdilik hayati bir tehlike görmediğine karar vermesine tepki gösterdi.
* “Açlık grevinde olan ve yalnızca ifade hürriyeti sebebiyle örgüt üyesi ilan edilmiş bu iki insanı tutuklamak onlar için bir kötü muameleye dönüşmüş müdür? Sağlıkları için bir risk oluşturmakta mıdır” sorularının tespitlerini istediklerini söyleyen avukatlar,
* “Tutukluluğu beğenmiyorsak ulusal mahkemelere başvurmamız konusunda akıl da verdi kararında. Mahkemenin bu kararı, temsil ettiği varsayılan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” değerleri açısından utanç vericidir” dedi.
Artık hukuksal süreç yok
Halkın Hukuk Bürosu’ndan yapılan açıklamada, “Bu mahkemeye yahut herhangi bir mahkemeye özel bir anlam yüklediğimiz için değil, pervasızlık, yüzeysellik ve temel haklar konusundaki utanmazca tasarruf nedeniyle kızgınız” denildi. 24 Mayıs günü başlatılan hukuksal sürecin sona erdiği belirtilen açıklamada,
“Artık geriye kalan Nuriye ve Semih’in başından beri güvendikleri ve tutkuyla sevdikleri Türkiye halkının vicdanı ile ömürlerini ortaya koyarak savundukları onurlarıdır. Onun da hukuka ihtiyacı yok, hep birlikte yanlarındayız” dendi.⁠⁠⁠
‘Sadece devlet görüşü”
AİHM’in verdiği ara kararla Numune Hastenesi’nde Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın kontrolleri için Ankara Tabip Odası tarafından görevlendirilen adli tıp uzmanı Şebnem Korur Fincancı, AİHM’in verdiği ret kararı için “Çok korkunç, inanılır gibi değil. Bizim hiçbir değerlendirmemizi hiçbir bilimsel görüşümüzü dikkate almamışlar. Sadece devletin görüşü değerlendirilmiş” dedi. Fincancı, AİHM’in Gülmen ile Özakça’ya “Açlık grevini bırakın” çağrısını yinelemesine “İnsanların özgür iradesiyle vermiş oldukları bir karar bu. Hekimler olarak bizlerin bunları sorma yükümlülüğümüz var ama böyle bir çağrı yapamaz hukukçular. AİHM’e yakışmayan bir çağrı” yorumu yaptı.
28 Haziran’da başlayan acil talepli hukuki sürecin bir ayı geçtikten sonra sonuçlanmasına tepki gösteren Fincancı, “Gerçekten çok üzücü ve çok taraflı bir karar olduğu düşüncesi oluşturuyor. Bizim değerlendirmemize yer verilmemesi de bunu doğruluyor.” diye konuştu.
(http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/794940/AiHM_Gulmen_ile_Ozakca_icin_yapilan_acil_tedbir_basvurusunu_reddetti___Hayati_tehlikeleri_yok_.html, 03.08.2017)
=================================
Dostlar,Gerçekten şaşkınlık içindeyiz..
İnanmakta zorluk çekiyoruz..
AİHM – AİHS sistemine ve Avrupa Konseyi eliyle Avrupa’da yarım yüzyılı aşan bir süredir oya işlercesine geliştirilmeye çalışılan İNSAN HAKLARI HÜLYASI’na ağır bir darbedir bu karar. Ardalanını incelemek, kararı ve gerekçesini değerlendirmek gerekir.

Daire kararını temyiz etmek gerekir..

Ankara Numune Hastanesi referans hastanedir ve nitelikli hekimleri vardır. Çok sayıda uzman hekimin “yaşamsal tehlike varlığı ve hapiste tek başına yaşamını sürdüremeyeceği” bilimsel saptamasını görmezden gelmenin AİHM’ne, ona dayanak veren AİHS’ne ve de he ikisin, de var eden Avrupa Uygarlık – Özgürlük – İnsan Hakları sistematiğine katacağı hiçbir değer yoktur. İlgili Dairenin kabul edilemez bu kararı hızla temyiz edilmeli ve 17 yargıçlı Büyük Daire’de hızla düzeltilmelidir..

Gerçekten çok üzgün ve kaygılıyız.. Ölüme yatış 5 ayını bitirmek üzeredir..
Güvenilen dağlara kar yağmış, AİHM, AKP iktidarının yaptığı savunmaya dayalı kararla, onlarca yıldır biriktirdiği saygınlığını onarımı çok güç biçimde zedelemiştir.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın önüzdeki günlerde yitirilmesi ya da dönüşümsüz biçimde engelli kalmaları (başta Wernicke-Korsakoff sendromu!) durumuda AİHM bu kararını gözden geçirebilecek midir? Telefi etme yolu bulabilecek midir? Bu yitikler gerçekte tüm insanlığındır ancak hesabını verecek kişi – kurum ne yazık ki, postmoedern – dijital dünyada ortalıkta gözükmüyor… Çooook hazin ve çooook yazık; hatta utanılası!

Daire kararına hemen itiraz ve Büyük Daire’de ivedi kayıtlı temyiz lütfen..

Sevgi ve saygı ile. 03 Ağustos 2017, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof. Kemal Gözler : “YSK kararlarına karşı Danıştay da dahil olmak üzere hiçbir mercie başvurulamaz”

Prof. Kemal Gözler yazdı: YSK’nın kararına karşı AYM’ye veya AİHM’e başvurulabilir mi?

“YSK kararlarına karşı Danıştay da dahil olmak üzere hiçbir mercie başvurulamaz”

Prof. Dr. Kemal Gözler (Anayasa hukukçusu)

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Referandumun yapıldığı 16 Nisan 2017 Pazar günü akşamından beri ülkemizde bir “mühürsüz oy pusulası” tartışması sürüyor. Yüksek Seçim Kurulu, 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı kararıyla mühürsüz oy pusulalarıyla kullanılan oyların geçerli olduğuna karar vermiştir[1].

İki gün önce 19 Nisan Çarşamba günü yayınladığım bir makalede bu kararın hukukî analizini yaptım. Makalede YSK’nın söz konusu kararının nasıl ve neden hukukî temelden mahrum olduğunu gösterdim. YSK, 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı Kararı, 298 sayılı Kanunun 101’nci maddesinin sözüne apaçık bir şekilde aykırıdır. YSK, 19 Nisan 2017 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi, Halkların Demokratik Partisi ve Vatan Partisinin yaptığı itirazların reddine karar vermiştir[2].

YSK’nın bu kararından sonra, şimdi de YSK’nın mühürsüz oy kararına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, Anayasa Mahkemesi ve hatta Danıştay’a başvurulup başvurulmayacağı tartışılıyor. Bu konuda görüşlerimi açıklamak isterim:

1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Başvurulamaz

YSK’nın 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı Kararı hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulamaz. Çünkü: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapılabilmesi için, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi veya ek protokollerinde tanınan bir hak veya hürriyetin ihlâl edilmesi gerekir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi veya ek protokollerinde referandumla ilgili tanınan bir hak veya hürriyet yoktur. Bu konuyla ilgili en yakın madde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 Nolu Protokolün 3’üncü maddesidir. Bu maddede aynen şöyle denmektedir:

Madde 3.- Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler”.

Açıkça görüldüğü gibi, 1 Nolu Protokolün 3’üncü maddesi, referandum için değil, yasama organının seçilmesi, yani milletvekili seçimleriyle ilgili bir maddedir. Yani Protokol, milletvekili seçimlerinde seçmenin oy hakkını güvence altına almaktadır; seçmenin referandumda kullandığı oy hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin veya ek protokollerinin güvencesi altında değildir. Türkiye’de seçmenler 16 Nisan 2017 tarihinde yasama organının seçimi için değil, bir anayasa değişikliğinin kabûlü veya reddi için oy kullanmışlardır. Bu bir seçim değil, referandumdur. Dolayısıyla referandumla ilgili bir hak ihlâli iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulamaz.

Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 11 Haziran 2013 tarih ve 12626/13 ve 2522/12 Sayılı McLean and Cole v. The United Kingdom Kararında “1 Nolu Protokolün 3. Maddesinin yasama organının seçimleriyle sınırlı olduğuna  ve referandumlara uygulanmayacağına (Article 3 of Protocol No. 1 is limited to elections concerning the choice of the legislature and does not apply to referendums)” hükmetmiştir. Mahkeme bu kararında referanduma  ilişkin başvurunun “kabul edilemez (inadmissible)” olduğuna karar vermiştir[3]. Durum bundan ibarettir. Şüphesiz, isteyen herkes, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda bulunabilir. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yapılan bu başvuruların “konu bakımından (ratione materiae)” yetkisizlik nedeniyle “kabul edilemez (inadmissible)” olduklarına karar verecektir.

2. Anayasa Mahkemesine de Başvurulamaz

YSK’nın 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı Kararı hakkında Türk Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Çünkü Anayasamızın 148’inci maddesinin üçüncü fıkrası, bireysel başvuru yolunu, Anayasamızın koruduğu her temel hak veya hürriyet için değil, sadece bunlardan
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi biri” için tanımıştır. Yani Türkiye’de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilmesi için, o hak ve hürriyetin sadece Türk Anayasası tarafından tanınması yetmez; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından da tanınması gerekir. Oysa yukarıda açıkladığımız gibi referandumda oy kullanma hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri tarafından tanınmamıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulamayan bir konuda Türk Anayasa Mahkemesine de bireysel başvuru yoluyla başvurulamaz. Kaldı ki Anayasamızın 79’uncu maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde açıkça “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” denmektedir. Bu hüküm Anayasamızda oldukça YSK kararlarına aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil başka herhangi bir mercie başvuru yapılması mümkün değildir.

İki gün önce YSK kararını eleştirirken kullandığım aynı satırları şimdi YSK kararına karşı başka mercilere başvuru yapmayı düşünenleri eleştirmek için kullanalım: Kanunun hükmü açıksa, yorum yapılmaz. In claris non fit interpretatio[4]. Mecellenin dediği gibi “tasrih mukabelesinde delalete itibar yoktur” (m.13) ve “mevrid-i nassda içtihada mesağ yoktur” (m.14).

Hukuk mantığı iki tarafı keskin bıçak gibidir. Hep bir tarafa yontmaz. YSK’nın yorum yaparak 298 sayılı Kanunun 101’inci maddesinin “arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulaları geçerli değildir” şeklindeki hükme aykırı yorum yapması ne kadar yanlış ise, Anayasamızın 79’uncu maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesindeki “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” şeklindeki hükmüne aykırı olarak YSK kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi veya bir başka mercie başvurulabileceğinin söylenmesi de o kadar yanlıştır.

3. Danıştaya da Başvurulamaz

Bugün (21 Nisan 2017) iki saat önce gazetelerden  CHP’nin YSK’nın kararı veya kararları aleyhine Danıştaya başvurduğunu okudum. Yukarıda açıkladığım aynı sebeple (AY, m.79/2.
son cümle), YSK kararlarına karşı Danıştay da dahil olmak üzere hiçbir mercie başvurulamaz. Anayasanın hükmü çok açık.

4. YSK Kararlarının Kesinliği Üzerine Bir Ek Açıklama[5]

Ben söyleyeceklerimi bu makalenin 21 Nisan 2017 günü yayınlanmış yukarıdaki kısmında söyledim. Ancak bu tartışma bitmedi; dün de çeşitli mecralarda çeşitli argümanlar kullanılarak YSK kararlarına karşı çeşitli mercilere başvuru yapılabileceği yolunda görüşler ileri sürülmeye devam edildi. O nedenle YSK kararlarının kesinliği üzerine biraz daha ayrıntılı bir açıklama yapma ihtiyacı hissettim. Yukarıda açıkladığımız gibi, Anayasamızın 79’uncu maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde açıkça

“Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz”
denmektedir.

Dikkat edileceği üzere, Anayasa koyucu, bu cümlede “kararlar” kelimesini hiçbir ayrıma tâbi tutmaksızın kullanmıştır. Yani bu cümlede “kararlar” kelimesi, bir “genel kavram”, Latince terimlerle söylersek “generalia verba” veya fıkıh usûlü terimleriyle söylersek bir “âmm lafız” olarak kullanılmıştır[6]. “Generalia verba”, yani “âmm lafız”, konusu olan şeyin bütün parçalarına ve bütün çeşitlerine uygulanabilir[7]. Yani bir genel ibare, genel olarak yorumlanır (generale dictum generaliter est interpretandum)[8]; diğer bir ifadeyle, genel kelimeler, genel anlamda anlaşılmalıdır (generalia verba sunt generaliter intelligenta)[9]. Bu nedenle kanunun ayrım yapmadığı yerde, bizim de ayrım yapmamamız gerekir (ubi lex non distinguit, nec nos distinguere debemus)[10]. Çünkü kanun koyucu isteseydi, bu ibareyi genel anlamda kullanmaz, onu parçalara ayırarak, onun bazı parçalarını istisna tutarak kullanırdı. Zira “ubi lex voluit dixit, ubi noluit tacuit[11] (kanun istediği zaman söyler; istemediği zaman ise susar)”.

O hâlde hüküm koyarken kanun koyucu, ayrım yapmaksızın genel ibareler kullanmış ise, kanunun kullandığı ibareden en genel anlamı çıkarmak gerekir[12]. Yani kanunun ayrıma gitmediği yerde, yorumcu da ayrım yapamaz (ubi lex non distinguit neque interpretis est distinguere)[13]. Bu nedenle sınırsız bir hükmü sınırlamamak, hükmün genelliğine aykırı ayrımlamalar yapmamak gerekir[14].

Yukarıdaki ilkeler uyarınca genel hükümde kullanılan genel bir tabirin kapsamına belirli bir şeyin girip girmediği konusunda tereddüt hasıl olursa, söz konusu şeyin genel tabirin kapsamına girdiği sonucuna ulaşılır. Dolayısıyla, YSK’nın kararları arasında “seçimleri yönetme görevi çerçevesinde verdiği kararlar” – “denetim görevi çerçevesinde verdiği kararlar” veya “YSK’nın idarî kararları-yargısal kararları” şeklinde ayrımlar yapılmasının, Anayasamızın 79’uncu maddesinin ikinci fıkrasındaki “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” şeklindeki hüküm bakımından doğuracağı bir sonuç yoktur; çünkü bu cümlede kullanılan “kararlar” kelimesi, ayrım yapılmadan, yani bir “amm lafız”, bir “generalia verba” olarak kullanılmıştır; dolayısıyla YSK’nın bütün kararlarını kapsar. YSK’nın idarî kararları da, yargısal kararları da, m.79/2-son cümlede kullanılan “kararlar” kelimesinin kapsamındadır.
Bu nedenle, YSK’nın hangi tür kararı olursa olsun, o karara karşı, herhangi bir mercie başvurulamaz.

Aynı sebeple, “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” hükmü Anayasada bulundukça, YSK’nın bir idarî organ mı, yoksa bir yargı organı mı olduğu veya YSK’nın aynı zamanda hem bir idarî organ, hem de bir yargı organı mı olduğu tartışmasının[15] YSK’nın kararlarının kesinliği üzerinde doğuracağı bir etki de yoktur.
Bu vesileyle belirtmek isterim ki, ben, YSK’nın mevcut kuruluş şeklini savunan birisi değilim. Geçmişte YSK’ya hem idarî, hem de yargısal görevler verilmiş olmasını şiddetle eleştirdim[16]. Doğrusu, bu iki görevi birbirinden ayırmak ve bu iki görevi iki ayrı organa vermektir. Ülkemizde YSK, hem idareci, hem de hâkim konumundadır. Bu yanlıştır. Ancak bunun yanlış olması, YSK’nın kararlarının Anayasa Mahkemesi veya Danıştay tarafından denetlenebileceği anlamına gelmez. Anayasa, m.79/2, son cümle Anayasamızda bulundukça, yapacak bir şey yoktur.
* * *
İki gün önce YSK, 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı kararını eleştirirken kullandığım aynı satırları şimdi YSK kararına karşı başka mercilere başvuru yapmayı düşünenleri eleştirmek için kullanayım: Kanunun hükmü açıksa yorum yapılmaz. In claris non fit interpretatio[17]. Mecellenin dediği gibi “tasrih mukabelesinde delalete itibar yoktur” (m.13) ve “mevrid-i nassda içtihada mesağ yoktur” (m.14).
* * *
YSK’nın referandum kararını Danıştaya, Anayasa Mahkemesine veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine denetlettirebilmek için zorlama yorumlar yapılıyor. Hukukta yorum meşrudur. Ancak bu yorumun dürüstçe ve yorum ilkelerine uygun olarak, çarpıtılmadan yapılması gerekir. Hukukçu kanun koyucu veya anayasa koyucu değildir. Hukukçu, yorum görüntüsü altında kanun koyuculuk görevine soyunamaz. Kanunun sözünden uzaklaşan yorumun savunulabilecek bir yanı yoktur[18]. Francis Bacon, 1605 yılında yayınladığı The Advancement of Learning isimli ünlü eserinde şöyle der: “Non est interpretatio, sed divinatio, quae recedit a litera. Cum receditur a litera, judex transit in legislatorum” (Sözden uzaklaşan yorum, yorum değil; kehanettir. Hâkim sözden uzaklaşırsa, kanun koyucu hâline gelir)”[19].

Hukuk teorisinde metnin anlamını bozan yoruma “maledicta est expositio quae corrumpit textum (metni ifsad eden yoruma lanet olsun)” denerek beddua edilmiştir[20]. Yine benzer şekilde Sir Edward Coke “viperina est expositio quae corrodit viscera textus (metnin içini kemiren yorum, zehirli yılandır)” diyerek metinden uzaklaşan yorumu lanetlemiştir[21].
* * *
Hukuk mantığı iki tarafı keskin bıçak gibidir. Mantık nalıncı keseri değildir; hep bir tarafa yontmaz. YSK’nın 298 sayılı Kanun, m.101’deki “arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulaları geçerli değildir” hükmünün açık sözüne aykırı yorum yapması ne kadar yanlış ise, CHP’nin veya bir başka kurumun veya kişinin, Anayasa, m.79/2’deki “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” hükmünün açık sözüne aykırı yorum yapması da o kadar yanlıştır.
* * *
Üzerime vazife olmayarak ilave etmek isterim ki, CHP’nin tutumunun sadece hukuken değil, aynı zamanda siyaseten de yanlış olduğunu düşünüyorum. Sonucun olumsuz olacağını bile bile başvuru yapmak, topu karşı takımın kalesine değil, bile bile avuta atmak gibi bir şeydir. Yarın CHP’ye, “YSK’ya başvurdun, reddedildi; Danıştaya başvurdun, reddedildi; Anayasa Mahkemesine başvurdun, reddedildi; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdun, reddedildi; daha ne istiyorsun” dendiğinde CHP’nin söyleyecek bir sözü kalmaz.

Dahası bundan iki ay kadar önce CHP, referandumda oyladığımız Anayasa Değişikliği Kanunu hakkında Anayasa Mahkemesinde iptal davası açma hakkına sahip iken Anayasa Mahkemesine başvurmamıştır. Hâliyle bu kendi bileceği bir şeydir. Belki böyle bir başvurunun başarı ihtimalini düşük görmüştür. Ancak şunu gözlemlemek sanıyorum hakkımızdır: İki ay önce, Anayasanın kendisine verdiği Anayasa Mahkemesine başvurma hakkından feragat eden CHP’nin, şimdi bu tartışmalı başvurular konusunda neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlamak zordur.

Sonuç
Görüldüğü gibi YSK’nın referandumla ilgili kararlarına karşı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine veya Anayasa Mahkemesi veya Danıştaya veya başka bir mahkemeye veya mercie başvurulamaz. YSK’nın kararı kesin ve bağlayıcıdır. Hukuk sistemimizde YSK’nın kararları, kanuna ne kadar apaçık bir şekilde aykırı olursa olsun geçerlidir ve bağlayıcıdır. YSK’nın kararının yanlış olması başka şey, bu kararın geçerliliği ve bağlayıcılığı başka şeydir.

Kararın hukuken doğruluğunu tartışabiliriz; ama kararın bağlayıcılığını tartışmamamız gerekir. Aksi takdirde hukuk güvenliği sarsılır. Anayasamız seçimlerin yönetimi ve denetimi konusunda son sözü söyleme yetkisini YSK’ya vermiştir. YSK’nın kararları, biz beğensek de beğenmesek de, kanuna uygun da olsa, aykırı da olsa, Anayasamıza göre geçerli ve bağlayıcıdır. Bu sonuç, hukukçu olmayanlar tarafından şaşırtıcı ve kabul edilemez bir şey olarak görülebilir. Ama hukuken durum budur. Seçimlerin yönetilmesi ve denetlenmesi konusunda Türk hukuk sisteminde nihaî karar verme yetkisine sahip tek makam vardır; o da YSK’dır. YSK’nın kararları kesin ve bağlayıcıdır. Hukukun genel teorisi bakımından bunda şaşırtıcı olan bir şey de yoktur. Bu konuda tereddütleri olanların benim Hukukun Genel Teorisine Giriş[22] isimli kitabımın “geçerlilik”, “bağlayıcılık” ve “otantik yorum” başlıklı konularına bakabilirler.

Sahte oy kullanıldığına ilişkin bilgi ve delilleri olanların şikayetlerini ilçe ve il seçim kurullarına ve keza YSK’ya süresi içinde yapmaları gerekir. Keza sahte oy kullanma hukukumuzda suçtur. Bu suçun işlendiği konusunda bilgisi olanların cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulunmaları gerekir. Yapılacak şey bundan ibarettir. Bunun dışında spekülasyonda bulunmanın kimseye sağlayacağı bir yarar yoktur.

21 Nisan 2017, Saat 20, K.G.

4. madde eklenmiştir, 23 Nisan 2017, Saat 07. K.G

(http://t24.com.tr/haber/prof-kemal-gozler-yazdi-ysknin-kararina-karsi-aymye-veya-aihme-basvurulabilir-mi,400436, 24.4.17)

[1].  http://www.ysk.gov.tr/ysk/content/conn/YSKUCM/path/Contribution%20Folders/Kararlar/2017-560.pdf
[2].         http://www.ysk.gov.tr/ysk/faces/HaberDetay?training_id=YSKPWCN1_4444023136&_afrLoop=14939116160678&_afrWindowMode=0&_afrWindowId=v20tp6jia_37#%40%3F_afrWindowId%3Dv20tp6jia_37%26_afrLoop%3D14939116160678%26training_id%3DYSKPWCN1_4444023136%26_afrWindowMode%3D0%26_adf.ctrl-state%3Dv20tp6jia_58.
[3].   Bkz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Dördüncü Bölüm, 11 Haziran 2013 tarih ve 12626/13 ve 2522/12 Sayılı McLean and Cole v. The United Kingdom Kararı, paragraf 32 (http://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-122352). Aynı yönde diğer kararlar için bkz:  X. v. the United Kingdom, no. 7096/75, Bader v. Germany, no. 26633/95, Castelli and Others v. Italy,nos. 35790/97 and 38438/97, Hilbe v. Liechtenstein (dec.), no. 31981/96, ECHR 1999‑VI;Borghi v. Italy (dec.), no. 54767/00, ECHR 2002‑V.
[4].   Bu konuda bkz. Kemal Gözler, Hukuka Giriş, Bursa, Ekin, 13. baskı, 2016, s.290-291.

=========================================
Dostlar,

Yetkin Anayasa hukukçusu Sn. Prof. Dr. Kemal Gözler’in kapsamlı bilimsel irdelemesi yukarıda. Sayın Gözler görüşlerini birtakım kaynaklara dayandırıyor. Bu da bir hukuksal yorumdur sonuçta. Gerçekte Hukuk “bir yorum” olarak kabul edilir ve tanımlanır.
Gözler hocanın katı bir pozitivist olduğunu biliyoruz.

Biz biraz daha farklı düşünüyoruz. Hukukun da bir araç olduğunu, adil – demokratik bir düzen için insan aklıyla yaratılıp kurgulandığını düşünüyoruz. Sonuçta Hukuk da insan aklının – emeğinin bir ürünüdür ve kutsallaştırılıp yaşamı – düzeni örümcek ağı gibi tutsak almasına izin verilebilir mi?? Hukuka aşkın bir konum ve statü yükleyip (atfedip) aşılamaz kılınması ne denli bilimsel, faydacı ve pragmatik olabilir? Hukuk kuralları, bir düzen oluşturmak ve toplumsal ilişkilerden kaynaklanan sorunları çözme amaçlıdır; açık adaletsizlik doğurma gücü ve işlevi olduğu varsayılamaz. Ya da açıkça çelişkiye ve aykırılığa düşse bile gene de ona şapka çıkarılmasının doğru – yerinde olacağı savunulamaz.

Anayasa yalnızca 79/2 maddesinden ibaret değildir. Bütün hükümleriyle bir sistematik bütünlük taşımaktadır. Temel amacıyla, 2. maddede tanımlanan nitelikleriyle Cumhuriyet’in hukuksal dayanağını oluşturmaktır. Herhangi bir maddesini yalıtarak kendi içinde yorumlamak anayasal sistematik bütüne zarar veriyor, o kurguyu özünden zedeliyorsa, o hükmün bu güçte – ayrıcalıkta olamayacağı, o yönde yorumlanamayacağı kabul edilmelidir. Tersi durumda tek bir aykırı anayasa normuna öbürlerinden üstünlük tanınmış olabilir. O denli ki bu sözde patolojik üstünlük, anayasal bütünlüğün özünü ağır biçimde zedelemektedir; açık yasa çiğnemeye dokunamamaktadır!?

Bu bağlamda herhangi bir kurumun ya da kişinin şu ya da bu eylem yahut işleminin açıkça yasaya aykırı olabileceği, apaçık yasaya aykırı olsa bile ancak buna karşı hiçbir şey yapılamayacağı savunulabilir mi? Bu durum hukuk sisteminin burçlarında ciddi bir gedik açar ve asıl hukuk güvensizliği, hukukun öngörülemezliği bu durum olsa gerektir.

Böylesi zor hukuksal durumlar için Ronald Dworkin’in “Herkül yargıç” modeli geliştirilmiştir. Yargıç Herkül, her somut verili durumda mutlak bir öncelikle adaleti gerçekleştirmenin, en adil kararı vermenin peşindedir. Sorunu irdeler, olayların hukuksal nitelemesini yapar ve en adil kararı bulur; sonra da asıl işlevi zaten adalete aracılık etmek olan hukukun temel ilkeleri / standartları, varsa mevzuat normları içinden uygun dayanağı arar, mutlaka bulur ve çıkarır..

CHP’nin başvurusu üzerine Danıştay 10. Dairesi üyelerinden karşı oy yazan sayın üyenin gerekçesi kayda değerdir :

  • “Seçim güvenliğinin, dürüstlüğünün ve seçim sonuçlarının sürüncemede bırakılmayarak kısa süre içinde açıklanmasının sağlanması amacıyla Kurul kararlarına karşı başka merciye başvurulamayacağı yönündeki hükmün, tam kanunsuzluk halinin bulunduğu ileri sürülen başvurularda da geçerli olduğunu, hiçbir istisnanın bulunmadığını kabul etmek, hak arama özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü ilkesinin açıkça ihlali sonucunu doğuracağından, Kurul kararının idari davaya konu olabileceğinin kabulü gerekir.
  • Belirtilen nedenle YSK’nın önceki kararlarında da isabetle ifade ettiği ve yerleşik hale geldiği üzere, tüm kanunsuzluk hallerinin tespiti halinde, itiraza veya şikayete konu karara karşı, süresinde başvurulup başvurulmadığı, kararın kesin olup olmadığına bakılmaksızın başvuruya konu kararın incelendiği, kendine özgü idari bir kurul olan YSK’nın idari davaya konu olabilecek nitelikteki 16 Nisan 2017 tarih ve 560 sayılı kararının hukuk devleti olmanın ve hukukun üstünlüğünün bir gereği olarak ‘tam kanunsuzluk’ iddiası ile sınırlı olarak esasının incelenerek bir karar verilmesi gerektiği görüşüyle aksi yönde verilen çoğunluk kararına katılmıyorum.”Anayasa hukukçusu Prof. İ. Kaboğlu “AYM’ye YSK kararını götürmenin önünde bir engel yok…” görüşündedir (http://ahmetsaltik.net/2017/04/20/prof-kaboglu-ysk-karari-icin-aymye-de-aihme-de-gidilebilir/)

    Sn. Prof. Gözler, Anayasal bir kurum olan ve 11 yüksek yargıçtan oluşan YSK’nın apaçık
    yasayı çiğnemesine bir biçimde suskun kalarak hazmetmeyi önermekte ve çaresizliğe teslim olmaktadır. Bu yorum kabul edilemez; Hukuk, son çözümlemede bir çaresizlik değil, çare kurumudur. Tersini savunmak Hukuk kurumunu yadsımak, giderek hiçselleştirmeye itmektir.

    YSK’NIN HUKUKSUZ KARARINI ANAYASA MAHKEMESİ’NE TAŞIDIK
    başlıklı makaleye de bakılmasını dileriz.

    Sevgi ve saygı ile. 26 Nisan 2017, Ankara

    Ahmet SALTIK
    Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net    

KESK : AİHM “Büyük Eğitimci Yürüyüşü” Davasında Türkiye’yi Mahkum Etti!

AİHM “Büyük Eğitimci Yürüyüşü” Davasında Türkiye’yi Mahkum Etti!

Hukuki Kazanımlarımız Devam Ediyor: AİHM, “Büyük Eğitimci Yürüyüşü” Davasında Türkiye’yi Mahkum Etti!
http://www.kesk.org.tr/2016/07/19/hukuki-kazanimlarimiz-devam-ediyor-aihm-buyuk-egitimci-yuruyusu-davasinda-turkiyeyi-mahkum-etti/ (AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2005 yılında gerçekleştirmek istediğimiz “Büyük Eğitimci Yürüyüşü” davasında Türkiye’yi mahkum etti. AİHM, eylemde yaralanan üyelerimiz adına yaptığımız başvuru hakkında 5 Temmuz 2016 tarihinde karar verdi. AİHM bu kararında; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. ve 11. maddelerinin ihlal edildiğini belirterek, bu ihlaller nedeniyle olay sırasında yaralanan üyelerimize tazminat ödenmesine karar verdi.

Üye sendikamız Eğitim Sen tarafından 26 Kasım 2005’te Ankara’da “Büyük Eğitimci Yürüyüşü” düzenlenmiş, yürüyüşe katılmak üzere üyelerimiz Türkiye’nin değişik illerinden otobüslerle Ankara’ya gelmişti. İstanbul üzerinden Ankara’ya gelen üyelerimiz otoyol gişelerinde durdurulmuş, Ankara’ya girmelerine izin verilmeyerek saatlerce bekletilmiş, sonrasında da hiçbir uyarı yapılmadan jandarma tarafından saldırıya uğramıştı. Yakın mesafeden basınçlı suyun sıkıldığı ve yine yakın mesafeden hedef gözetilerek gaz bombalarının atıldığı saldırıda 18 üyemiz yaralanmış, panzerin kitlenin üstüne sürülmesi üzerine üyemiz Erhan Cebeci panzerin altında ezilmekten son anda kurtulmuştu. Saldırıda yaralanan üyelerimizden Erkan Barikan ve Mehmet Arda’nın tedavileri durumlarının ciddiyeti nedeniyle hastanede yatarak yapılmış, üyemiz Boran Kutlu’nun kafası, Ahmet Nesne’nin de burnu kırılmış,  Barış Bayır ve Erhan Cebeci ise yaralanmıştı.

Sendikamızın Ankara şubeleri üyeleri ise 26 Kasım 2005 günü Güvenpark içinde Milli Eğitim Bakanlığı önünde yapılacak basın açıklamasına katılmak için parkın içinden geçmek isterken polisler tarafından abluka altına almış ve yaklaşık üç yüze yakın kişi beş saat boyunca burada tutulmuştu. Yine Güvenpark’ta abluka dışında kalan sendika üyelerine de polisler hiçbir neden yokken zor kullanmış ve bu sırada bazı üyelerimiz yaralanmıştı.

Üyelerimizin yaralanmasına neden olan güvenlik güçleri, güvenlik güçlerine talimat veren yetkililer hakkındaki suç duyurularımızın sonuçsuz kalması üzerine, 2007 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin işkence ve kötü muamele yasağı, adil yargılanma hakkı, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü koruyan maddelerine dayanarak sendikamız ve bu eylemde ciddi biçimde yaralanan başta Erkan Barikan olmak üzere 6 üyemiz adına başvuru yapmıştık. AİHM bu başvuruyla ilişkin 5 Temmuz 2016 tarihinde karar verdi.  AİHM bu kararında;

  1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi uyarınca işkence ve kötü muamele yasağının ihlaline,
  2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi uyarınca etkin soruşturma yükümlüğünün ihlaline,
  3. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi uyarınca örgütlenme özgürlüğünün ihlaline,
  4. Yukarıda belirtilen ihlaller nedeniyle olay sırasında yaralanan sendika üyeleri Erkan Barikan için 10.000 Euro, Mehmet Arda için 4.500 Euro, Ahmet Nesne için 900 Euro, Barış Bayır için 1.800 Euro, Boran Kutlu için 1.800 Euro, Erhan Cebeci için 1.800 Euro ve avukalık ücreti ve masraflar için 4.100 Euro ödenmesine karar verdi.(Temmuz 19th, 2016 | by KESK Kamu Emekçileri Sendikası Konf.)

AİHM kararını görmek için tıklayınız.

=======================================

Dostlar,

Geç de olsa sevindiricidir bu AİHM kararı..
KESK’i ve bağlı Sendikası EĞİTİM-SEN’i kutluyoruz..
Yaralanan arkadaşlarımıza bir kez daha geçmiş olsun.. demekteyiz..
Dilerdik ki; ülkemizin yöneticileri, özellile Kolluk sorumluları HUKUKA – ADALETE – DEMOKRASİYE saygılı – özenli – bağlı davransınlar ve insanımız eziyet görmesin..

Elalemin mahkemelerinin (AİHM) kapısında adalet aramak zorunda kalmayalım..

Elalemin hukukuna değil (AİHS) kendi hukukumuza dayalı 1. sınıf demokrasi olalım
ve temel insan hak ve özgürlükleri alanında Batı’dan habire dayak yemeyelim..

21. yy’ın şafağında Türkiye bu üzüntü verecek durumdan hızla kurtulmalı..

Bu amaçla yapılacaklardan biri de, mağdurlara tazminat ödemek zorunda kalan Devletin,
kişisel kusuru – kastı olan kamu görevlilerine bu maddi yükü rücu etmesidir. Bu kurum adil ve etkin kullanılırsa oldukça caydırıcı olabileceğini düşünüyoruz..

Anayasa md. 40 / son : …  Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.

Anayasa md. 129 / 4 : … Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve
kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.

Anayasal hukuksal çerçeve hazır ve uygundur. Kamu görevlileri ile ilgili mevzuatta,
başlıca 657 sayılı Devlet Memurları yasasında, Polis Vazife ve Selahiyetleri Hakkında Kanun‘da….. ek düzenleme yapmak yeterli olabilecektir.

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
EİTİM-İŞ Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

AB – ABD raporları ve sivil darbe

AB – ABD raporları ve sivil darbe

Emre Kongar
r

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Hakları Raporu ile Avrupa Birliği’nin Türkiye raporu aynı günde açıklandı.
Olayın güncel öneminden dolayı Kürt sorunu konusundaki okur mektuplarına ara veriyorum.
Her iki rapor da Türkiye’de demokrasinin yozlaştırıldığına ilişkin göstergelere işaret ediyor ama esas soruna, Yargıyı siyasal iktidarın emrine veren, Parlamenter rejimi bekleme odasına alan ve Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayansivil darbeye yeterince yer vermiyor!
***
ABD’nin raporu 1 Kasım seçimlerini adil görmüyor.
Ama 7 Haziran’ı kabul ediyor.
2015’teki en önemli insan hakları sorunlarının başına ifade özgürlüğüne müdahaleyi” koyuyor.
Hükümetin LGBTİ karşıtı, Ermeni karşıtı, Alevi karşıtı ve anti-Semitik söylem kullandığını belirtiyor.
Hükümetin veya bağlı birimlerinin keyfi ve hukuka aykırı öldürmeler yaptığına dair güvenilir iddialar olduğunu söylüyor.
Erdoğan’ın 1 Haziran 2015’te Iğdır’da düzenlediği mitingde kadınların protesto olarak arkalarını dönmesi üzerine yaşananlara yer veriliyor.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Tom Malinowski raporu “Endişe verici” olarak niteledi.
***
Avrupa Parlamentosu’nun yıllık olağan Türkiye raporunda ise Türkiye’de demokrasinin ve hukuk devletinin gerilediğine işaret ediliyor.
Medya özgürlüğü alanında yaşanan gelişmeler “kaygı verici” diye tanımlanıyor.
Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin sözleri eleştiriliyor.
Yolsuzlukla mücadeleye öncelik verilmesi, terörle mücadele alanındaki yasal mevzuatın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarıyla uyumlu hâle getirilmesi isteniyor.
Güneydoğu’daki gelişmeler “kaygı verici” olarak değerlendiriliyor, Türkiye’nin terörle mücadele hakkı meşru kabul edilmekle birlikte, bu mücadelenin insan hakları ve hukuk devletine saygı çerçevesinde yapılması ve orantılı olması gerektiği ifade ediliyor.
Türkiye’nin yargı bağımsızlığı, insan haklarına saygı gibi konularda Kopenhag ölçütlerinden uzaklaştığı belirtiliyor.
Akademisyenlerin tutuklanması ve kadına şiddet gibi güncel konular da raporda yer alıyor.
AB Bakanı Volkan Bozkır, Ermeni Soykırımı iddialarından dolayı, raporun iade
edileceğini belirtti.
***
ABD ve AB raporlarında belirtilen bu olumsuz göstergelerin bir “Sivildarbe”den kaynaklandığı ya görülmüyor, ya da görmezden geliniyor…
Bu sivil darbeyi simgeleyen olaylar şöyle                           :

1) 12 Eylül 2010’da yargıyı siyasetin emrine veren referandum.

2) Başbakan’ın görevinden istifa etmeden girdiği haksız ve eşitsiz koşullarda yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi.
3) Tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı’nın, Anayasa’ya aykırı olarak sahalara inip herkesten çok, yoğun ve şiddetli bir propaganda yaptığı 7 Haziran 2015 seçimleri.
4) 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı’nın keyfi uygulamalarla yeni hükümeti kurdurmaması ve seçimlerin yenilenmesi kararından sonra ortaya çıkan şaibeli terör olayları ile yapılan baskılarla gidilen 1 Kasım 2015 seçimleri.
5) Rejimin meşruiyetinin temellerinden biri olan Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının, Cumhurbaşkanı tarafından tanınmamasına ilişkin demeçler ve yargının bağımlı davranışları.

=============================

Dostlar,

Cumhuriyet gazetesi önemli doğrultu yitirdi ancak yine de çok değerli yazarlar var kadrosunda. Biz de seçici olarak bu Cumhuriyetçi – Ulusalcı – Atatürkçü yazarlardan alıntılar aktarıyoruz.
Sayın Prof. Dr. Emre Kongar da bu seçkin – saygın tutarlı yazarlardan biri.. Yukarıda aktardığımız değerlendirmesi önemli. Konuyu biz de birkaç gün önce kapsamlı olarak işlemiştik:

  • Avrupa Parlamentosu ‘Türkiye İlerleme Raporu’ – 2016
    http://ahmetsaltik.net/2016/04/14/avrupa-parlamentosu-turkiye-ilerleme-raporu-2016/

    Son sözü – çizgiyi üstad Musa Kart‘a bırakalım… (16.4.16, Cumhuriyet)

    Sular iyice ısındı görünen.. Bu arada Tayyip bey, devasa egosuna karşın Suudi Kralını havalanında karşıladı.. Niye acaba??

    Sevgi ve saygı ile.
    18 Nisan 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Kaynak Yayınevi : Türk Devrimi’nin Yayınevi.

KAYNAK YAYINLARI…

AİHM Büyük Dairesi, Perinçek-İsviçre davasında kararını verdi!

Karar, Yazarımız Doğu Perinçek lehine sonuçlandı…

Doğu Perinçek, İsviçre’de 2005 yılında verdiği konferanslarda,

“Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır”

demesi üzerine bu ülke yargısınca ‘ırkçı ayrımcılık’ gerekçesiyle cezaya çarptırılmıştı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2. Dairesi ise 17 Aralık 2013 tarihli kararında, ‘ifade özgürlüğü’ vurgusu yaparak İsviçre’yi haksız bulmuştu.

Ancak İsviçre bu karara itiraz ederek, davayı Büyük Daire’ye taşıdı.

ERMENİ MESELESİ İLE İLGİLİ KİTAPLARIMIZI İNCELEMEK İÇİN TIKLAYIN

GÜNCEL KAMPANYALARIMIZ

 

Mehdi Mesih plus Deccal Dindarmış 48,00 TL yerine 29,99 TL


KİTAP SETLERİ

Dostlar,

Kaynak Yayınevi gerçekten de Türk Devrimi’nin Yayınevi..

Destek olalım, Kaynak yayınlarını okuyalım, okutalım..
Kişi ve kurumlara armağan edelim…

Hele hele ATATÜRK’ün BÜTÜN ESERLERİ

30 cilt, muazzam bir belge – bilgi hazinesi..

Sevgi ve saygı ile.
15.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com