Etiket arşivi: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM

BABA öldü?!

BABA öldü?!

hayrullah_mahmud_ozgur_portresi

(ya da Berkin Elvan’ı hatırlayanlar, PKK’nın öldürdüğü gençleri neden hatırlamak istemiyor ve/veya Yeni CHP mi HDP’yi kontrol ediyor, yoksa HDP üzerinden Kılıçdaroğlu’nu PKK mı?!
“Dün dündür bugün bugündür!”
“Demokrasilerde çare tükenmez!”
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
DURUM
Baba öldü?!
Türk siyaset’inden bir yıldız kaydı.
“Yıkılmaz kale” Demirel de bir insandı!
Her fani gibi birçok yanlış yaptı, aynı zamanda birçok eserler üretti.
Şu gökkubbe üzerinde Demirel üzerine söylenmemiş söz kalmış mıdır?!
Atatürk, Türkiye’nin bani’si ise çok partili politik yaşam’ın duayen’i de Demirel’dir.
İsmet Paşa’nın talebesidir.
1980 öncesi yılların acılarını dimağ’larda barındıranlar için o ‘Morrison Süleyman’dır!
Ne var ki, dün dün’de kaldı.
“Düşmez kalkmaz bir Allah, düşer kalkar bir Demirel” olsa da retorik, bu defa düştüğü hasta yatağından kalkamadı!
Baba öldü.
Şöyle söylemek de mümkün:
Şarki coğrafyada politika yapmanın, medeniyet mücadelesi vermenin, “ince bir buz tabakası üzerinde yürümek” olduğunun en somut örneğiydi Çoban Sülü.
Hani bazı çocuklar büyümeyi erteler, her şey’den şikayet edip edip isyan ederler ya, işte Demirel o isyan’ın merkez’indeki adam’dı!
İlnur Çevik’in taktığı bir isim’le ‘Baba’ydı!
Sanki Demirel “he” dese Türkiye güllük gülüstanlık olacaktı!
“Verdimse ben verdim” dedi, suç’u üstlendi, peki ya bugün vermeyen kaldı mı?!
Köksal Toptan “temiz”im dedi, AKP iktidarında Türkiye yağmalandı gık’ı çıkmadı!
Evren’in ölümünün ardından da aynı manzara yaşandı, husumet, hasım / hısım üzerinden saf’laşma oldu.
Kıyas, Aristo’nun bulduğu ve 100 yıl sonra tedavül’den kalkmış bir metod olsa da, Türk demokrasisi’ni Avrupa’nın dam’ındaki devletlerle mukayese edenlerin, “yalnız kurt”lar şehir’e indiğinde nasıl OHAL ilan ettiklerini hep beraber görmedik mi?!
Zihindeki ezber ya da hasım’lıktan dolayı kimse ayna’ya bakmayı kabul etmedi.
kor’düğüm.
Oysaki, real politik ortada:
Türkiye’de, 1789 Fransız İhtilali’nin ruhu’na uygun demokrasi’nin taban’ının ne kadar zayıf olduğunu AKP & Gülen & PKK iktidarında yaşarak bir kez daha görmedik mi?!
Kazan & kazan adına neler neler feda edilmedi ki!?
7 Haziran seçimlerinde, hepsi de okumuş beyaz yakalı CHP’liler, PKK ile işbirliğine gitmekte bir sakınca görmedi!
Sebep?!
Ekmeleddin’i aday gösterip kaybettikleri seçim’in rövanş’ını almak için bu defa diğer aday Demirtaş üzerinde uzlaştılar, Erdoğan’ı Ak Saray’dan indirmek için pkk’yla birlikte saf tuttular!
Yani?!
Şimdi MHP’den TBMM’ye giren Ekmeleddin de, yeni CHP kontenjan’ından yükselen Demirtaş da aynı zincir’in, BOP’un sarı, kırmızı, yeşil halkaları!
Re’aksiyon, AKSİYON değildir!
2015 real-politik:
Bugünün Türkiyesi, tasfiye edilmekte olan Osmanlı Bab-ı Ali’sinden farklı değil!
Nüans?!
O günlerden farklı olarak bugün yok yok, buz gibi ortak akıl hariç!
Anadolu üçparça!
Kıyılarda pkk bayrağı sallandığı halde günlük çıkar adına tepkisiz kalan bayrak Atatürkçüleri, ortada Gülen / Erdoğan kavgası, sınır’da PKK / IŞİD mücadelesi!
Yani?!
Anadolu bir pasta ise ticani de narko da kendi payına düşen parça için savaş’ıyor!
Laik’ler hariç!
Anlaşılmadı.
O zaman şöyle söyleyelim:
Atatürk Türkiyesi’nin savunucuları öldükçe bayram edenler, dönüp etraflarına baktıklarında Türkiye’deki seçmen’in kalitesini, geriye kalan lider yüzlerini de yek tek görecekler!
Makul’ü normal’de aramayanların, 2007’de “O olmasında kim olursa olsun” diyenlerin ürettiği sonuç bu!
Oy’ların para / menfaat karşısında alınıp satıldığı yönetim şeklinin adı ne zaman demokrasi oldu!?
Ya da PKK’nın silah’ının gölgesinde yapılan seçim, hür irade’nin yansıması mıdır?!
Veyahut; narko dolar ya da Rusya’dan İran’dan gelen enerji rüşvet parası ve/veya Erbil’deki inşaat pastası havuç’u üzerinden gidilen sandık’ın sonuç’u ne kadar ciddi’ye alınır?!
Baba öldü, suçlayacak Erdoğan dışında adres kalmadı!
Yeni şeytan o!
Demirel, seçim’e giderken seçmen’e çok şey vaat ederdi, doğru, peki ya CHP, MHP, HDP, AKP, daha az mı vaat’kardı?!
Söz’ünü tutan var mı?!
Şöyle bakmak da mümkün:
Demirel hain değildi, doğru ya da yanlış, eksik ya da fazla, bu toprakların ürettiği politikacıydı!
Cumhurbaşkanı’yken “devlet adamlığı”na yürüdü!
Mükemmellik Allah’a mahsus olsa da, bu topraklarda eleştiren partizan fani, kendisinde olmayan her özelliğin, eleştirdiği fani’de olmasını ister, mükemmellik ister!
Oysaki, kendisi ne kadar eyyamcı ise politik figür de o kadar eyyam’cıdır!
Kurnazlar arası seçim turnuvası!
Bu toprakların en büyük özelliği, övgü’de yergi’de sınır tanımamasıdır.
Oysaki, Demirel “taban’ı olmayan taze demokrasi”nin Türkiye ortamalasıydı!
Anlaşılmadı!
Türkiye’deki politika biat politikasıdır, devrimci, ülkücü fark etmez!
Gazetede yazıyor olsaydım, merkez sağ’da doğrusu yanlışı ile çağdaşlık mücadelesi veren bir Demirel portresi yazmak isterdim.
Sebep?!
Yeni nesil, BOP’ta üretilen ulus devlet parçalayan kalkışma’yı “demokrasi” zannediyor!
Başka?!
Demirel’in ağzında çiftçi vardı, bugün adını ağzına alan kalmadı!
Hayvancılık vardı, kalmadı!
Sanayici vardı, kalmadı!
Kullandığı mühendis cetveli, PSBR vardı, Kişi Başına Düşen Gayrı Safi Milli Hasıla vardı, sadece laf / dedikodu üreten sistem’de meraklısı kalmadı!
İşaret parmağı ile Demirel’i günah keçisisi olarak gösterenlere basit bir hatırlatma yapmak isterim:
Sermaye aynı sermaye ve bugün PKK’dan rahatsız değil, muhakkak bir koalisyon kurulmasını istiyor!
TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD vb.
“Güvenlik” diye bir dertleri yok!
Bu açıdan bakılınca Kandil de bir pazar, Erbil de, IŞİD de!
Demem o ki:
Baba öldü!
Kimi fani askere gidince büyür, kimisi evlenince büyür, kimisi anası ya da babası ölünce büyür, kimisi çocuğu olunca büyür, kimisi de hiç büyümez, saklanır, suçlamaya devam eder!
“Babam böyle yapmayacaktı” der, durur.
Batılı çağdaş demokrasilerde “BABA”lar yoktur, birey’ler vardır!
Sistem’i kontrol eden, balans vardır!
Türkiye’de balans olmadığı için dönem dönem ayar çekme zorunluluğu oradan gelir.
Türkiye’deki birey’ler, CHP gibi okumuş yetişmiş seçmen’in olduğu bir parti’de dahi düşünmeden, “İmam’ın fetvası” ile oy veren birey’lere dönüşmüş ise kabahat “BABA”da mı yoksa üretmeden “BABA” mirası yiyen nesil’de mi?!
Delirten su’dan içen delirdi.
AKP & Gülen & PKK iktidarında ATATÜRK TÜRKİYESİ’nden kalan ne kadar taşınmaz mülk varsa satıldı, yağmalandı, yenildi içildi:
“Devlet Malı Deniz Yemeyen Domuz!”
Şimdi de, günü kurtarmak için PKK ile IŞİD’le işbirliği içindeler!
Sebep?!
Türkiye’deki siyaseti seçmen, partili finanse etmez, kaynaklar ortada!
 O kaynaklar sorgulanmadığı süreç’e, devletler oyun’u ya da istihbarat’lar savaş’ında 10 yılda bir sistem kor’düğüm olur!
Yani?!
Okumak cehaleti alıyor peki ya Demokrasi?!
AKP’li seçmen ne kadar birey oldu!
Erdoğan onlar için “REİS” ya da “BABA” değil mi?!
Devrimci PKK’lı seçmen ne kadar hür irade sahibi, Öcalan ya da Barzani onlar için metazori “BAŞKAN” değil mi?!
Şakird camia için Gülen “Kainat İmamı” değil mi?!
Demem şu ki:
Birey olmayı beceremeyen, sürü psikolojisi içinde hareket eden her fani “devrimci, ülkücü, siyasal İslamcı” olmuş fark etmez, Demirel’e laf etmesin!
Önce ayna’ya baksın!
Demirel, siyasi tapografya’nın, sandık’tan yansıyan aksi sedasıydı!
Eskiler, “At, avrat, silah emanet edilmez” derlerdi.
BOP’ta, AKP, MHP, CHP, BBP, HDP vb fark etmez, yaşadıklarım yani deneyimlerim üzerinden bu atasözüne “Beyin” eklemesi yapmanın şart olduğunu gördüm.
Üç kuruş menfaat adına kim’ler ne fırıldaklar çeviriyor, “Kurtuluş Savaşçılık” oynayan’lar dahil.
Atasözünün restore edilmiş yeni hali şöyle olmalı:
“At da emanet edilmez, avrat da, silah da, Allah’ın verdiği akıl da!”
Sözün özü:
BABA öldü.
BABA’dan rahatsız olanlar, şikayet edenler için meydan boş!
Medeniyetler arası köprü ülkede, ajan tarlasına dönen baştankara’da, kimde ne hüner varsa görmek isteriz!?
Şikayet etmek kolay, çözüm üretmek, taşımak en zor olanı!
7 Haziran İngiliz kumaş’ından, obez kedi, şişman Fare & pkk için takım elbise çıkmaz, ancak  boyun bağına ancak yeter kumaş!
Terzi hayal biçmez, kumaş ne ise o kadarına makas atar!
Türkiye’de siyaset yapmak, ABD’den Rusya’a, İran’dan israil’e, Vatikan’dan Patrikhane’ye, İngiltere’den Almanya’ya, Fransa’dan İtalya / ispanya’ya akort tutturmak demektir!
NATO’dan Varşova ya da Şanghay beşlisi’ne açılmak, menfaat uzlaşısı üretmek demektir!
Baba, çoban’dı ama tango yapmasını bilirdi!
Şimdilerin hali ortada!
Netice:
IV. Güç.
Demirel’in bir başka saptaması da şöyleydi:
“Basın sabun gibidir, tutmasını bilmek gerek! Eğer elinizde nasıl tutacağınızı bilmezseniz, kayar gider.”
BOP’ta basın’ın, yani bugünkü medya’nın “kaynağı belirsiz (!) nakit” üzerinden kim’lerin elinde oyuncak olduğunu hep birlikte gördük yaşadık!
Para alan emir de aldı, manşetler ortada:
“Aman ağzımızın tadı bozulmasın!”
Güvenlik olmadan, laiklik olmadan, ulus devlet olmadan demokrasi olur mu?!
Daha açık deyişle “basın hürriyet’i” olur mu?!
Medya’nın patron’ları, anlı şanlı yazarları güven’de olur mu?!
Ezcümle:
BABA öldü.
BABA’nın üslubunu beğenmeyen bebelerin Türkiye’de demokrasi’yi de güvenlik’i de getirdikleri nokta ortada!
Bugün aslında dün’dü!
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, siyasi çekişmelerden kalmayan güven ortamının matematiksel açılımı’dır!
Baba’dan şikayet edenler, 2015 sıcak yaz’ında çok terleyecek!
Katafalk!?
VIP cenaze!
Baba öldü, Allah rahmet eylesin!
Baş’ımız sağolsun.
Nokta.
FİNAL SÜREÇ’i:
Demirel öldü, Yalova’da deprem oldu ve/veya Neo VIP cenaze: Gülen?!
Yalova açıklarında bugün saat 17.06’da meydana gelen 2.9 büyüklüğündeki deprem,
İzmit Körfezi kenarındaki yerleşim birimlerinde hissedildi.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in saat 02.05’te solunum yolu enfeksiyonu ve
kalp yetmezliği nedeniyle hayatını kaybettiği bildirildi. Özel Ankara Güven Hastanesi’nden yapılan açıklamada, Demirel’in vefatına ilişkin bilgi verildi.
Açıklamada, şunlar kaydedildi:
“Değerli Türk Milletine, 9. Cumhurbaşkanımız  Sayın Süleyman Demirel,
13 Mayıs 2015 tarihinde böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği ve akut solunum yolları enfeksiyonu sebebiyle hastanemize yatırılmıştır. Takip eden günlerde sağlık durumu giderek ağırlaşmış ve tedavileri devam etmekte iken, 16 Haziran 2015 tarihinde solunum ve kalp fonksiyonlarında ileri derece kötüleşme olmuştur. Yapılan tüm girişimlere rağmen cevap alınamamış, 17 Haziran 2015 saat 02.05’te hayatını kaybetmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türk
Milletine başsağlığı dileriz.” 
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29304679.asp
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in vefatı uluslararası basında da büyük yankı buldu. Reuters “Türkiye’nin iki kez ordu tarafından devrilen ve yedi kez iktidara gelen eski Cumhurbaşkanı” ifadesini kullanırken; New York Times, tam adı Sami Süleyman Gündoğdu Demirel olan Baba’nın nüfusa kayıtlı ismini hatırlatarak “demir el” soyadına vurgu yaptı.

IŞİD Türkiye’ye terörist yığıyor

Suriye’nin kuzeyinde bu gelişmeler yaşanırken. PKK’nın Kandil’deki yönetiminden ilginç bir açıklama geldi. KCK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan Irak’ın kuzeyindeki Barzani yönetimi için “Kendisini merkezde gören Güney yönetimi tükendi” ifadesini kullandı. Kalkan, “KDP ile PKK’nın ilişkileri bitti. Güney Kürdistan yeniden şekillenecek” dedi.
Babası Muhammed Mursi ve İhvan liderlerine verilen idam kararını yorumlayan
Usame Mursi, Mısır cuntasının kararlarını sert bir dille eleştirip, Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın 1997 yılında hapse girmesine neden olan “Minareler süngü, kubbeler miğfer” şiirini okudu.
http://www.sabah.com.tr/dunya/2015/06/16/mursinin-oglu-erdoganin-okudugu-siirle-haykirdi
İsveç Eski Başbakanı ve ünlü diplomat Carl Bildt, Project Syndicate’de yayınlanan “Türkiye’nin Barış Politikası” başlıklı makalesinde “Ülkede yapılan son seçimlerde iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin parlamento çoğunluğunu korumada başarısız olması ardından Türkiye, haritası belli olmayan bir siyasi coğrafyaya doğru gidiyor.” dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Ergenekon operasyonları kapsamında 2009’da tutuklanan ve hükümeti zorla ve şiddet yoluyla devirme amaçlı aktivitelere
dahil olmakla suçlanan SAT komandosu emekli binbaşı Levent Bektaş’ın 2010’da açtığı davada Türkiye’nin insan hakları ihlalinde bulunduğuna hükmetti.
Mursi’ye verilen idam kararına dünyadan tepki yağdı
EtikHaber’e konuşan Bahçeli, Erken seçim durumunda oylarının artacağını iddia etti. HDP’nin içinde bulunduğu veya HDP’nin dışarıdan desteklediği bir koalisyon formülüne kapıları kapatan Bahçeli, Kılıçdaroğlu’nun önerisi için de “CHP Genel Başkanı hadiseye çok yanlış taraftan bakmaktadır. Bizim HDP konusunda ikna edilmemiz olmayacak bir şeydir. CHP bu çerçevede fazlaca emek sarf etmesin” dedi.
Nepal’de 25 Nisan’da meydana gelen, Richter Ölçeği’ne göre 7.8 şiddetindeki depremin inanılmaz gücünün ‘beklenmedik’ bir etkisi ortaya çıktı.
Kürt kantonları içinde kalan bölgelerden Türkiye’ye göçün artması Ankara’da ‘kırmızı alarm’a neden oldu. Ankara şunları tartışıyor: “Gelişmeler Türkiye’yi ne kadar tehdit ediyor? Güvenlik eksenli politikalara mı dönülecek, çözüm sürecine devam mı edilecek?”
Diplomatik ilişkisi bulunmayan Suudi Arabistan ve İsrail’in, 2014’ten beri 5 kez
gizlice masaya oturduğu ve 7 adımlık bir plan hazırladığı ortaya çıktı.
Planın Türkiye’yi en yakından ilgilendiren kısmı ise sınırda bir Kürt devleti kurulması
Türkiye’nin AB süreç’i?!
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmek için tarih alma konusunu Demirel şu fıkrayla değerlendirmiştir:
“Avrupa Birliği’ne girmek isteyenler sınava alınıyor. Bulgaristan sınava giriyor, ‘atom bombası ne zaman atıldı’ diye soruluyor. ‘1945’ diyor, ‘geçtin’ deniyor. Daha sonra Romanya sınava giriyor. ‘atom bombası nereye atıldı’ deniyor, ‘Japonya’ diyor, ‘sen de geçtin’ deniyor.
Değişen bir şey yok!
Nokta.
Ve…
Son olarak…
Rusya, ABD / NATO arasında kılıç’lar çekildi!
Savaş’ın merkez üssü Anadolu!
F’gladyo iş’başında!
Düzeltme!?
Koalisyon güncesi:
Yeni CHP’den Kılıçdaroğlu, gerdeğe girecek damat gibi sabırsız demiştim ya, İsmet Paşa’nın bu benzetmesini geri alıyorum!
Haluk Koç’un konuşmasını dinledikten sonra düzeltmek farz oldu:
Yeni CHP’nin pkk’ya kucak açan partizanları, gerdeğe girecek gelin gibi sabırsız!
Ar’sız!
Soru şu:
Hadi Erdoğan’ın Başkanlığı’nı önlemek için HDP üzerinden PKK’ya yüzde 10 baraj’ını atlattınız, peki ya nedir bu sizdeki PKK’yı ak’lama arzusunun esbab-ı mucibesi?!
PKK dahi yaptıklarını inkar etmezken, bu PR işini size kimler verdi?!
Berkin Elvan öldü, Allah rahmet eylesin, sorumluları da yargı önüne çıkarılsın, doğru, yerinde bir istek!
Anlaşıldı!
Ne var ki, PKK’lı Önder’in başlattığı 27 Mayıs Taksim direniş’i kapsamında, DHKP-C’yi, PKK’yı, F’ticaniyi aklamak da nereden çıktı?!
Yeni CHP’nin rol’ü Atatürk Türkiyesi’ni yıkmak mıdır?!
İhanet-i Vataniye!
Sebep, laik Avrupa’da güvenlik yok!
Bumerang!?
AKP’ye, Gülen’e “İslam’ın içini”, MHP’ye “Türk’lüğün içini”, CHP’ye de “Laik’liğin içini” boşalttırıyorlar, sermaye’den ses çıkmıyor!
Mümkün.
Soru:
Berkin Elvan’ın ölüm yıldönümünü unutmayan ey CHP’li kazan kazancı aferist partizan devrimci okur, PKK’nın öldürdüğü gençler, bebeler ne olacak?!
PKK devrimci ise öldürdükleri zengin bebesi miydi?!
Hayatının baharında ölenlerin yıldönümünü kimler hatırlayacak?!
Sınır’da güvenlik kalmayınca “asker gelsin” diyenler, şehir’de güvenlik var mı?!
Gül’ün kontrol ettiği MHP’den Bahçeli ya da Vural, şehid’ler için gözyaşı dökmeyen bir siyasi anlayışın tepe’sindekiler öldüğünde yanaklara göz’yaşı düşer mi?!
Basit soru ortada:
Yeni CHP mi HDP’yi kontrol ediyor, yoksa HDP üzerinden Kılıçdaroğlu’nu PKK mı?!
Baştankara’da kanlı final!
Neo 1992 + 1 ve/veya Neo 1979 + 1 süreç’i iç içe.
I. Dünya Savaşı rövanş ya da enerji bazlı Neo II. Dünya HAARP’i.
Bir defa satan yine satar!
Ya da arka kapı diplomasisi dönemi kapandı ise süreç ortada.
Mursi’yi Erdoğan’a yapıştırdılar, ip’in ucunda!
Meteo: 28 Şubat!
Acem barzan tahtırevalli ve/veya Türkiye’de Erdoğan düşer, Mursi asılır!
Mursi’nin baş’ının akibeti neo Saddam Erdoğan’ın gücüne bağlı!
Med & Cezir!
Tik tak.
Yol’un sonu!
Leb.
Nokta.
17 Haziran 2015
HM
__._,_.

Türker Ertürk: SAVUNMAMDIR

portresi_adiyla

 

 

Türker Ertürk: SAVUNMAMDIR

2010 yılında Tuğamiral rütbesindeyken istifa ederek mesleğimden ayrıldım.
Ayrılmamın nedeni, bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından da sıkça söylenen
ama zamanında “savcısıyım ve arkasındayım” dediği kumpas operasyonlarıydı.

Kumpas, en başta Deniz Kuvvetlerini ve onun subay kaynağını oluşturan Deniz Harp Okulu’nu hedef alan, esas itibarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerini itibarsızlaştırmaya, bir bölümünü içeri atarak ve tasfiye ederek geri kalanını sindirmek maksadıyla yapılan operasyonlar manzumesiydi (AS: demetiydi, bütünüydü).

İşte bu operasyonlar sırasında 2008-2010 arasında Deniz Harp Okulu Komutanı olarak kumpasın merkezinde görev yaptım.

İstifa ettiğim 2010’dan beri gazetecilik yapmaktayım. Aydınlık Gazetesi ile İngiltere, Fransa, Amerika, İsveç, Danimarka, Almanya ve Türkiye’de yayın yapan 20’yi aşkın gazete ve
internet sitesinde yazılarım yayınlanmaktadır. Bu süre içinde çok sayıda yerli ve yabancı
çeşitli TV ve radyo programlarına katıldım.

Ayrıca yine bu süre içinde 55 bin kilometre yol yaparak Türkiye’de ve Türklerin yoğun yaşadığı yabancı ülkelerde, siyaset, güvenlik, denizcilik, strateji, jeopolitik, “sözde Ermeni soykırımı”, Atatürk ve Türk Devrimleri konularında 270 konferans ve panele konuşmacı olarak katıldım. 271’inci konferansımı 5 Mayıs 2015 Salı günü İzmit’te Türk Ocağı’nda “Türkiye Nereye Gidiyor?” konusunda vereceğim.

Gazeteciliğimin yanında aktif olarak 2010’dan beri siyasetle uğraşmaktayım.
31.05.2014’te Tekirdağ’da konuşma yaptığım esnada CHP üyesiydim.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, sıradan bir yurttaş ve seçmen olmanın yanında
aktif bir gazeteci ve siyasetçiyim.

Kumpas ile yaratılan ihanete, haksızlığa, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan düşmanlığa, gayri hukuki (AS: hukuk dışı) bir biçimde zindanlara atılan askerlere sahip çıkmak ve toplumsal farkındalık sağlayabilmek için her hafta cumartesi günleri saat 13 00’de
ülke genelinde yapılan “Sessiz Çığlık” eylemlerinin yıldönümünde konuşma yapmak için
davet üzerine Tekirdağ’a gelmiştim.

Konuşmam sırasında o tarihte Başbakan olan Erdoğan’a hakaret etmedim. Konuşmamda
hakaret kastım asla olmamıştır. Yalnızca ülkenin mevcut durumu hakkında siyasal bir değerlendirmede bulundum.

Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’na hakaret etmedim. Her şeyden önce eğitimim, öğretimim ve devlet terbiyem buna müsait değil. 14 yaşından beri devlet terbiyesi ile büyüdüm.
Bir sınıf büyüğüme “Efendim” derim. Devlet hiyerarşisinde onu geçsem ve üstünde olsam bile! Bir devlet büyüğünü idari ve yönetimsel tasarrufları nedeniyle en acımasız biçimde eleştiririm ama hakaret asla etmem. Nerede nasıl davranılması ve konuşulması gerektiğini iyi bilirim. Deneyimim ve sicilim bunun kanıtıdır. Ülkemi, hem yurt dışında hem yurt içinde her düzeyde temsil ettim.

31.05.2014’te Tekirdağ’da “Sessiz Çığlık” eyleminde yaptığım konuşmada bir siyasetçi olarak
o zaman Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ı eleştirdim ve “Faşist ve Diktatör” olarak niteledim.

O gün Gezi Olaylarının da yıldönümüydü. İstanbul’dan Tekirdağ’a giderken gördüğüm manzara tam anlamıyla antidemokratikti ve polis devleti görüntüsü içindeydi. Her noktada polisler ve ellerinde uzun namlulu silahlar vardı. Vapur, metro ve tramvay seferleri iptal edilmiş, kentte adeta sıkıyönetim ilan edilmiş gibiydi. Her taraf polis kaynıyordu! Bu görünüm
demokratik ülkelerde rastlanabilecek bir manzara değildi!

Bu durumdaki güzergahlardan geçerek Tekirdağ’a geldim ve konuşmamı yaptım.
Erdoğan herhangi birisi değildi, o siyasetçiydi! Eleştirilere açık ve dayanıklı olmalıydı. Konuşmam sırasında kullandığım “Faşist ve Diktatör” ifadeleri bir siyasetçi ve gazeteci olarak yaptığım değerlendirmelerimdi.

Sözlükler, Faşist kelimesini “Salt kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanan ve öbür insanların düşüncesine saygı göstermeyen hatta insanları da kendi gibi düşünmeye zorlayana denir.” olarak açıklamaktadır. Ben bu bağlamda Başbakan Erdoğan’ın
idari tasarruflarını eleştirdim ve niteledim.

Erdoğan yaptığı konuşmalarda sık sık yargıyı faaliyetleri için sorun olarak görüyor “yargı bize engel olmazsa” daha iyi hizmet yapacağını söylüyor. Ayrıca Demokrasinin olmaz ise olmazı olan Güçler Ayrımını kıyasıya eleştiriyor. Hangi demokratik ülkenin bir siyasisi veya üst düzey yöneticisi yargıyı icraatlarına (AS: icraat zaten icra’nın çoğulu..) engel olarak görebilir ve Güçler Ayrımına itiraz edebilir?

Erdoğan, Başkan olmak ve tüm yetkileri kendinde toplamak istiyor.
Ama dünyadaki örnekleri gibi değil, bize özgü olsun istiyor. Demokratik ülkelerde, örneğin ABD’de Başkanlık sisteminin kontrol ve denetleme mekanizmaları vardır. Bunların
en önemlisi keskin Güçler Ayrımı, çift meclis ve yüksek yargıdır. Fakat Erdoğan bunlar olmadan Başkanlık sistemi istiyor. Bunun adı dünyanın her tarafında siz kabul etseniz de etmeseniz de Diktatörlüktür. Ben bu görüşleri ve eylemleri nedeniyle “Diktatör” dedim. Hakaret kastım asla olmamıştır.

Dünyanın saygın dergilerinden, The Economist, demokrasi endeksinde belli kriterler
(AS: ölçütler) üzerinden yapılan değerlendirmede “Türkiye’nin hızla otoriter rejime doğru
yol aldığı” sonucuna ulaşmış ve Türkiye’yi endekste Kenya ve Uganda’dan sonra 98’inci sıraya yerleştirmiş. Dergi yazısında “Erdoğan’ın 2014’te Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi,
Türkiye’nin demokratik kurumları için yeni bir tehdit ortaya koydu.” diyor.
The Economist’i suçlayabilir ve beğenmeyebilirsiniz ama bu örnekler çok!

2013’te ABD’de Georgetown Üniversitesi’nde konferans veren Emine Erdoğan’a “Diktatörlüğün Psikolojisi” adlı kitap hediye edildi. Bunun bir anlamı var!
Türkiye’deki otoriterliğe ve diktatörlüğe doğru gidişe bir uyarı niteliğinde.
Kitabın yazarı İranlı Profesör Fathali Moghaddam ile yapılan mülakat bunu doğruluyor.
Erdoğan “taraf olmayan bertaraf olur” diyor, “Demokrasi bizi istediğimiz istasyona getirecek bir trendir.” diyor. Bu söylemlerin demokratik geleneklere uygun olmadığını düşünüyorum.

Başbakan Erdoğan 25 Haziran 2013’te AKP Grup toplantısında;

– “Parti Genel Merkezindeki Milli Şef’in fotoğrafına, Dersim katliamının mimarı
Milli Şeflerine baksınlar. İşte orada faşist diktatörü görürler.” diyor.

Sanırım burada Erdoğan İstiklal Savaşı kahramanı, Atatürk’ün en yakın silah arkadaşı ve
2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü
’ye hakaret etmek istemiyor, siyasi eleştiri yapıyor.

23 Kasım 2013 Antalya-Demre konuşmasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Erdoğan’a “Diktatör” diyor ve “Yasaklar her tarafı sardı. Yasaklarla, demokrasiyle gelen şahsiyet,
diktatör olma yolunda kıvrılıyor.” diyerek devam ediyor.

Erdoğan bu kez, 15 Temmuz 2014’te Ana Muhalefet Partisi (CHP) Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na “Senden daha güzel diktatör olmaz” diyerek siyasal eleştiri yapıyor.
Sanırım yine hakaret kastı yok.

Tekirdağ’da yaptığım konuşmada gazeteci ve siyasetçi kimliğimle eleştiri hakkını kullandım.
Bu benim anayasal hakkım olan ifade özgürlüğümdür. Ayrıca siyasetçi ve gazeteci olarak eleştirdiğim Erdoğan da siyasetçi olarak bu eleştirilere katlanmak zorundadır.
O, sıradan bir yurttaş değildir.

  • Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, siyasetçilerin öbür bireylerden
    farklı olarak çok sert eleştirilere bile katlanmak zorunda olduğunu söylemektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 08.07.1986 9815/82 Lingens – Avusturya Kararında;

“Bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir kişiye yönelik eleştirilere göre daha geniştir. Bir siyasetçi özel kişiden farklı olarak her sözünü ve eylemini, bilerek ve kaçınılmaz biçimde gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar.
Ve bu nedenle, daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır.”
diyor.

AİHM 13.11.2003 39394/98Scharsch – Avusturya Kararında ise;

Nazi terimini kullanmak, bu terime yapıştırılan özel damga nedeniyle otomatik olarak
hakaret suçundan mahkum edilmeyi haklı kılmadığını düşündürmektedir. Bir kişinin siyasal etkinliklerini ahlaksal yönden değerlendirilmesinde uygulanan standartlar ile
ceza yasasına göre bir suçun varlığını kanıtlanması için gerekli standartlar farklıdır.” diyor.

İç hukuka gelince;

İzmir 7. Sulh Ceza Mahkemesi twitter hesabından “Diktatörler istifa etmez devrilirler”, “Avrupa’nın yeni Hitler’i Tayyip” diye yazan Yurt Gazetesi Muhabiri Ahmet Çınar’ı
beraat ettirmiştir. Mahkeme, bu davada sanık, Diktatör, demiş olsa bile bu sözün
suç teşkil etmediği yolunda hüküm vermiştir.

Bir yöneticiye “kötü yönettiğini” ve “tiran” olduğunu söylemek yargılama konusu olamaz, eleştiridir.

Tekirdağ konuşmamda 24 Nisan’ı çok yakında idrak etmiş olmamız ve gelecek 24 Nisan’da da 100’üncü yıldönümünü idrak edecek olmamız nedeniyle sözde Ermeni soykırımı konusuna girilmiş, bu suçlamanın emperyalist bir yalan olduğu ifade edilmiştir.

Konuşmam sırasında “bizim atalarımız böyle bir şerefsizlik yapmadı, onların atalarını bilemem” derken, sözde Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’nin Osmanlı dönemi dahil atalarımızın böyle bir suçu işlemediğini ve atalarımızın savunulması gerektiği ifade edilmek istenmiş ve
bu konuda yeterli çaba gösterilmediği vurgulanmıştır. Bu ifadede Erdoğan’a atfen bir söylemde bulunmadığım gibi, özel hiçbir kişi hedeflenmemiş, bu sözde soykırım iftirasını destekleyenler kastedilmiştir. Burada da siyaseten bir eleştiri yapılmış, hakaret edilmemiştir.

18’inci yüzyılda bir Alman köylüsü, Alman İmparatoru Büyük Frederik’e meydan okuyor, arazisini vermiyor, “Gitsin sarayını başka yere yapsın..” diyor ve korkmuyor.
Çünkü Alman yargısına güveniyor ve “Berlin’de hakimler var” diyor.
Ben de her şeye karşın “Türkiye’de hukuk var, yargıçlar var” diyorum, demek istiyorum.

Günümüze ulaşan ve hukuk tarihinde kara leke niteliğindeki kayıtlara göre, Eski Yunan’dan
bu güne dek düşünenler, düşüncelerini açıklayanlar ve ülkeyi yönetenleri eleştiren aydınlar,
her dönemde suçlanmış, yargılanmış, çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Hatta Sokrates,
Atina Şehrinin tanrılarına inanmadığı ve onları eleştirdiği için yargılanmış ve baldıran zehri ile yaşamına son verilmiştir.

Tabii ki, Sokrates değilim! Ama ben de bugün ülkemizi yönetenlerin başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere iyi yönetmediğini ve Türkiye’yi felakete doğru sürüklediklerini
“testi kırılmadan” söylemeye çalışanlardan yalnızca biriyim ve O’nu en acımasız biçimde eleştiriyorum. Çünkü bu ülkeme ve evlatlarıma karşı sorumluluğumdur.

Ancak günümüzdeki yöneticiler Sokrates dönemi yöneticileri gibi, tahammülden, hoşgörüden yoksun ve farklı düşüncelere açık olmasalar da, çok şükür, ne yasalar Sokrates dönemi yasalarıdır, ne de yargıçlar Sokrates dönemi yargıçlarıdır.

Bu nedenle mahkemenize ve adalete olan güvenimi belirterek, gerek AHİM müktesebatını dikkate alarak, gerekse Türk mahkemelerinin benzer sözleri kullanan, gazetecilerle ilgili davalardaki bağlayıcı içtihatları örnek alarak, Siyasetçi ve Gazeteci olmam itibarıyla
sözlerimi hakaret maksatlı olmayıp, düşünce ve eleştiri özgürlüğü çerçevesinde söylediğimi
göz önünde bulundurmanızı ve bu şekilde değerlendirilmesini yüce takdirlerinize sunuyor ve beraatımı talep ediyorum.

Saygılar sunarım.

Türker Ertürk
30 Nisan 2015

===================================

Dostlar,

Sayın Ertürk’e e-ileti olarak aşağıdakileri yazdık :

*****
Türker amiralm,
SAVUNMANIZ nefis…
Geçmiş olsun ve kutlarım enfes savunmanızı..
Dilerim Yargıtay bozar…
Bu yolla yol alamazlar.. 
Ne güzel buyurdunuz dava çıkışında :
“MUSTAFA KEMAL’in askerleri susmaz, susturulamaz..”

Yanınızdayım ve bana ne düşerse yapmaya hazırım…
Savunmanız web sitemizde..
LÜTFEN bakar mısınız???
Yorum bölümüne yorumunuzu beklerim..
*****

E. Amiral Türker Ertürk, bir yiğit insandır. Harman yürekli ve ölçüsüz özverilidir.
Deniz Harp Okulu Komutanlığı gibi geleceği çok parlak bir görevi, protesto ile bırakmış
ve genç yaşta, en verimli çağlarında emekli olmuştur.
Durmamış, köşesine çekilmemiş, ülkesinin geleceği için etkin savaşımı seçmiştir.
Çok iyi bir eğitim aldığından, çok iyi İngilizce bildiğinden… değerli birikimlerini siyaset kulvarında ve gazetecilikte Ulusumuzun hizmetine cömertce ve yüreklice sunmuştur..
270 konferans dile kolaydır.

Bu dizelerin yazarı olarak Biz, “halden anlarız”..
1996 başından bu yana bizim yurt içi – dışı AYDINLANMA KONFERANSLARIMZIN sayısı 1500’e varmak üzeredir. Bu rakam, Dünya çevresinde birkaç kez tur atmaya bedel onbinlerce km yol yapmak demektir. Çoğunda da yol vb. giderler size kalmıştır.

Çağrı yapan yer, zorunlu giderlerinizi öderse ne ala, değilse sineye çekersiniz.
Ailenizden, hobilerinizden, dinlenme ve uykunuzdan yaptığınız özveriler bir başka boyuttur.

Berlin ADD’nin bizi konferansa, TV konuşmalarına davet ettiği (ilk çağrı), ADD Genel Başkan Yardımcısı olduğumuz dönemde, 31 Ocak 2005’te, ADD Yönetim Kurulu Üyelerinden bir dostumuz Berlin Hilton’da görev yaptığından, Derneğe akçal yük olmayacak bir jestle bize orada yer ayırtmıştı. Nefis bir oda ve “French type bed” ile insanı derin ve uzun bir uykuya – dinlenmeye çağırıyordu adeta.. Ancak bizim çalışmamız, çalışmamız ve ertesi gün (31.02.2005) vereceğimiz çooook önemsediğimiz (her konuşmamız gibi) salon

Türkiye’yi Kuşatan Güncel Tehditler ve Atatürkçü Çıkış Yolları

 

ve TV programına

Türkiye’de ve Almanya’da ADD’nin Gündemi: AB, Irak, Kıbrıs, AKP.. Berlin TD 1 televizyonu

daha da  daha da hazırlanmamız gerekiyordu. Her 2 konu da çok önemliydi.
Sorumlu bulunduğumuz makam (ADD Genel Başkan Yardımcılığı),
taşıdığımız ağır akademik unvan ve de

en önemlisi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün AYDINLIK yolunun bir neferi olarak elimizden gelenin en iyisini yapmalıydık.. Gurbetçi kardeşler dişlerinden – tırnaklarından kesiyor
ve Türrkiyemiz için gurbet ellerde büyük özveriler gösteriyorlardı…
ADD Berlin Şubesi Başkanı Sayın Nalan Arkad hanımefendi,
inanılmaz derecede zarif ve koşturmada idi.

Akşam yemek sonrası oturmuştuk çalışmaya çok soğuk bir Berlin sabahında gün üzerimize ışımıştı..  100+ yansı hazırlamıştık. Konuşmalarımızı hep görsel yapmaya çalışıyorduk
konuşmalarımızı daha kalıcı olsun diye ve arşivliyorduk

O güzelim yatağa ve kuştüyü yastığına başımızı bir an bile koyamamıştık.
Sabah resepsiyonda odanın akıllı kartını iade ederken Alman görevliye,
“Yatağı yenilemeniz gerekmiyor..” dediğimde şaşkınlıkla “Neden??!” diye sormuştu..

“Hiç yatmadım ki!” dediğimizde şaşkınlığı daha da büyümüş ve açıklama rica etmişti..
Kısa bir açıklamadan sonra ise elimizi coşkuyla sıkarak

“You’re in a great patriotism!”

sözlerini kullanmıştı sağolsun.. (Siz büyük bir yurtseverlik gösteriyorsunuz…) 

*****

Yargı mutlaka yansız – bağımsız bir
ADALET DAĞITICI – SAĞLAYICI olmak zorundadır.

Bunun tartışılır yanı, lamı – cimi yoktur.
Yarın Tayyip bey dahil, herkese gerekli olabilecektir.
Dileriz, temyiz aşamasında Yargıtay’ın ilgili Ceza Dairesinde sağduyu – hukukun üstünlüğü, AİHM’nin ifade özgürlüğüne ilişkin yerleşik – istikrarlı içtihatları dikkate alınır ve Tekirdağ’daki yerel mahkemenin hukuk tanımadan verdiği ve zorunlu olarak ertelediği
1 yıla yaklaşan hapis cezası kaldırılır.
Bu tür uygulamalar ülkemize yakışmamaktadır;
toplumsal vicdanı derinden yaralamakta, iç barışı dinamitlemektedir.
Her halde Yargının görevi bu olmasa gerektir!
Türkiye 1. sınıf bir HUKUK DEVLETİ olmak zorundadır.
YARGITAY’ı kritik bir görev, çok ağır bir tarihsel sorumluluk bekliyor.

“Ankara’da yargıçlar var” dedirtmeli, bu feneri – meşaleyi – umudu söndürmemelidirler.

******

Sevgili Türker Paşam,
Durmak yok, yola devam… Bu da geçer…

Sevgi ve saygı ile.
04 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Bu yazının pdf biçimi için lütfen tıklar mısınız??

TURKER_ERTURK’UN_SAVUNMASI_UZERINE

Feyzioğlu: Hadi gel bizi de tutukla!


Feyzioğlu: Hadi gel bizi de tutukla!

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, Adalet Bakanlığı’nda girdiği mülakatta Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği gerekçesiyle mahkemeye çıkarılan
Avukat Umut Kılıç hakkında tutuklama kararı veren hakime sert eleştiriler yöneltti.
Haber görseli
Feyzioğlu: “Hadi tutuklayacaksan gel bizi de tutukla. Sana diyorum ki; suç işledin, hukuksuzluk yaptın, vicdansızsın. Ve soruyorum sana; kime hizmet ediyorsun? dedi.Sabah saatlerinde Trabzon’a gelen Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Ahmet Suat Özyazıcı Stadyumu’nda Karadeniz Baroları Futbol Turnuvası’nın açılışına katıldı. Takımlarla hatıra fotoğrafı çektiren Feyzioğlu, daha sonra Trabzon Barosu’na geçerek, Amasya, Gümüşhane, Kastamonu, Zonguldak, Trabzon, Karabük, Ordu ve Çankırı Baro başkanlarının da katılımıyla açıklamalarda bulundu. Keyifli bir organizasyonun açılışını yaptıklarını belirten Feyzioğlu, “Ancak Türkiye’de işler her zaman o kadar da keyifli yürümüyor. Gündemle yatıyorsunuz, başka gündemle kalkıyorsunuz. Biraz sonra söyleyeceğim çok öfkeli sert sözlerden önce, Liselerarası Dünya Futbol Şampiyonasında şampiyon olan Trabzon Erdoğdu Anadolu Lisesi’ni kutluyoruz. Geçtiğimiz günlerde Fenerbahçe kafilesine saldırı düzenlendi. Her kim ki,
Trabzon camiasını suçlamaya kalkıyor, bilin ki provokasyonun bir parçasıdır.
Trabzon camiası böyle aşağılık bir saldırıyla suçlanamaz.” dedi.
87 BİN AVUKAT TEK YUMRUĞUZ Adalet Bakanlığı’nda dün girdiği mülakatta yaşanan tartışma sonucunda Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanan Avukat Umut Kılıç ile ilgili olarak açıklamalarda bulunan TBB Başkanı Metin Feyzioğlu şunları söyledi:

“Dün meydana gelen olay bizi öfkelendirmiştir. Öfkemiz, kararlılığa dönüşmüştür.
87 bin avukat ve savunduğumuz on milyonlarca vatandaş tek yumruğuz. Dün hakim-savcı adayı alımı mülakatında bir meslektaşımız, heyetin önüne gelmiştir. Ve demiştir ki;
  • ‘Ben sizden önceki heyetin önüne de geçen sene geldim. Çok yüksek bir yazılı puanıyla geldim. 85 almıştım. Niye bilmiyorum, bunu siz de açıklayamazsınız zaten, beni mülakatta elediniz. Herhalde tanıdığım dayım yoktu. Birilerinin birisi değildim. Şimdi yine huzurunuza geldim. Ama niyetim aslında hakim olmak değil artık. Yazıhanemi açtım, avukatlık yapıyorum. Bu sınava girdim, sırf sizin önüne gelip bir şeyler söylemek için. Şimdi bana söyleyin, bu ülkede mülakatlar birilerinin iki dudağı arasında mıdır? Tanıdığı olanların kazandığı, tanıdığı biri, adamı olmayanların elendiği, göstermelik, keyfi sınavlar mıdır? Bu ülke bir hukuk devleti değil midir. İşte size bunları
    sormaya geldim’

demiştir. Nazik konuşmuştur. Kendisine söz verilmek istenmemiştir. Konuşmasına devam etmiştir. Ardından tansiyon yükselmiştir. Dışarı çıkması istenmiştir. ‘Elbette çıkacağım’ demiştir daha 30’unda bile olmayan genç meslektaşımız. ‘Ama birkaç cümlem daha var.’ diye devam etmek istemiştir. Bir çay ısmarlayıp, bir 5 dakika daha kendisini dinleselerdi bitecek olan bir olay, polis çağrılmasıyla başka bir evreye geçmiştir. Polis kollarından tutup sürükleyerek meslektaşımızı salondan dışarı çıkarırken, farklı bir öfke patlamasıyla sert cümleler
sarf etmiştir.

“HAKİME AİHM KARARLARINI DESTE DESTE GÖNDERECEĞİZ”

Metin Feyzioğlu, genç avukatın, birilerine sıcak ve sempatik görünme kaygısıyla tutuklamaya sevk edildiğini de ifade ederek sözlerini şöyle sürdürdü:

Özel görevli mahkemelerin kaldırılmasıyla gurur duyan siyasi iktidar duysun, dinlesin;
yerine koydukları özel görevli sulh ceza hakimlerinden biri bu meslektaşımızı,
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Avukat Umut Kılıç’ı tutuklamıştır. Tutuklama gerekçesi, ‘Cumhurbaşkanına hakaret.’ Bu tutuklama kararını veren hakime Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını deste deste göndereceğiz. Okusun, öğrensin. Çok daha ağır cümleler, AİHM tarafından, ‘Siyasilere eleştiridir. Düşünce açıklama hürriyeti içindedir’
diye değerlendiriliyor. Bu tutuklama kararını veren hakime buradan soruyorum;

1- Sen Sulh Ceza Hakimi; yazıhanesi belli, evi belli, barosu, adı sanı, kim olduğu, anası babası belli, işi gücü belli olan gencecik bir meslektaşımızın kaçacağını hangi akılla hükme bağladın? Hangi vicdanla gece yattın? Sen kim oluyorsun da, bu gencecik meslektaşımızı kaçar diye tutukluyorsun? Sen herkesi kendin gibi mi biliyorsun? Biz avukatız. Hiçbir yere kaçmayız.

2- Sen sulh ceza hakimi, dosyada bir tane delil var, tutanak. Önce otur, ‘Bu iktidar mülakatlarda kamera kaydını niye kaldırdı?’diye sor. Ben cevabını vereyim. Keyfi mülakatlar tam gaz devam etsin diye. Şimdi sen sulh ceza hakimi, dosyadaki o tutanak, o tek delil tutanak karartılabilir mi, çalınabilir mi ki, sen benim 30 yaşını doldurmamış meslektaşımı
delilleri karatacak diye tutukluyorsun? Soruyorum sana, gece rahat uyudun mu?ö

GEL BİZİ DE TUTUKLA!

Tutuklama kararı veren hakime sert eleştirilerini sürdüren Metin Feyzioğlu,
sözlerine şöyle devam etti:

3- “Tutuklamanın orantılı olduğunu söylüyorsun. Senin mahkemen ceza verse ertelemeye tabidir. Ertelemeye tabi bir suçtan dolayı bir meslektaşımı, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını sen kim oluyorsun da orantısız orantısız tutukluyorsun? Hadi tutuklayacaksan, gel bizi de tutukla. Sana diyorum ki; suç işledin, hukuksuzluk yaptın, vicdansızsın. Ve soruyorum sana, kime hizmet ediyorsun? Sana bir hatırlatma yapıyorum sulh ceza hakimi. Bu ülkenin binlerce fedakar, çalışkan, yasalara saygılı avukatı, yargıcı, savcısı var. Rabbime bin şükür.
Sana hatırlatıyorum, 87 bin avukat olarak hatırlatıyoruz; geçenlerde HSYK bir savcı hakkında
3 yıl hapis cezası talebiyle iddianame düzenletti. Bizim için içtihattır arkadaş o. O içtihadı oku, öğren. Orada, içi ağzına kadar silah dolu TIR’ları arama talebinde bulunan o savcı için, ‘kanundaki şartlar oluşmadığından arama talep etmek suretiyle görevi kötüye kullanmıştır’ diyor. Sen Sulh Ceza Hakimi, kanundaki tutuklama şartlarının bir tanesi bile oluşmadan meslektaşımı tutuklamışsın. Bu içtihad senin içindir. Bu içtihadı sana uygulatırız.

TAHLİYESİNİ BEKLİYORUZ

Feyzioğlu, hakim cübbesi giyen, savcı cübbesi giyen herkesi, Devletin hakimi, Cumhuriyetin savcısı olmaya davet ettiklerini de vurgulayarak,

“Bu işin peşini bırakmayacağız. And olsun bırakmayacağız. Dünyadaki bütün meslek örgütlerine bu durum bildirilmiştir. Avrupa Konseyi’ne bildirilmiştir. Milyonlarca dünya avukatını temsil eden tüm örgütlere durumu bildirdik. Meslektaşımızın tahliyesini bekliyoruz. Memleketimizin binlerce görevini yapan hakimine savcısına güveniyoruz.
Türkiye adaletini bulacaktır.” dedi.

Feyzioğlu, bir gazetecinin, “Sosyal medya paylaşımları yüzünden insanlar tutuklanıyor.
Bu konuda ne düşünüyorsunuz?ö şeklindeki sorusunu yanıtlarken de şunları söyledi:

Siyasi iktidar sadece kendini alkışlama özgürlüğünü kabul ediyor. Onun ötesinde özgürlük kabul etmiyor. Burada siyasi particilik yapmıyoruz. Bu siyasi iktidar gider başkası gelir. Aynısını yaparsa yine aynı şeyleri söyleriz. Olay herkes için hukuk herkes için adalettir.
Farklı siyasi partiler ve dünya görüşlerinden gelebiliriz. Farklı mezhep ve dinlerden olabiliriz. İnanırız, inanmayız. Ama biz milletiz. Biz 77 milyon (AS: 31 Aralık 2014 TÜİK sayımı ile 77,7 milyonuz..) eşit vatandaşız. Türkiye Cumhriyeti’nde vatandaşlıktan daha büyük bir makam olmadığını, bütün siyasiler ve özellikle Türkiye’yi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar anlayacaktır. Anlamayana anlatmak da bizim görevimizdir.

======================================

Dostlar,

Yargının siyasallaşması bağımsızlığını yitirerek yandaşlaşması; şu ya da bu kesim – görüş -ideoloji – parti – inanç – mezhep – çıkar.. güdümüne girmesi ölçüsünde bir ülkede daha büyük bir tehdit ve sakınca düşünemiyoruz..

ADALET ÜLKENİN TEMELİDİR! 

Tüm yargı üyelerinin bağımsız ve onurlu duruşunu, siyasal iktidarın baskılarına
boyun eğmemesini, tarikat – cemaat vb. güdümlerin dışında kalmasını
beklemek ve istemek yurttaş olarak en emel haklarımızın başında gelir.

TBB Başkanı ve Ceza Hukuku Uzmanı Sayın Prof. Metin Feyzioğlu
‘nun
isyanını bütünüyle paylaşıyoruz. Üst mahkemenin, tutuklamaya yapılan itirazı
hızla değerlendirerek açık hukuksuzluğa derhal son vermesini ve mülakatta haksız biçimde elenerek yargıç olması engellenen genç Avukat Umut Kılıç‘ın derhal salıverilmesini biz de bir yurttaş olarak diliyor, bekliyoruz. Bir suç varsa ve yargılaması yapılacaksa, hukuka uygun tutuklama koşulları oluşmadığından, yargılamanın tutuksuz sürdürülmesini istiyoruz.

Hukuk, Adalet gün olur herkese gerek olur.. Ekmek – su gibi, hatta hava gibi..
Adalet kurumunu gözümüz gibi esirgeyelim, kirletmeyelim lütfen..

Sevgi ve saygı ile.
22 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Din eğitiminde “zorunlu” tartışma ve Erdoğani Türkiye Cemahiriyye-i İslamiyyesi…


Din eğitiminde “zorunlu” tartışma ve
Erdoğani Türkiye Cemahiriyye-i İslamiyyesi…

http://www.hekimpostasi.org.tr/2015/01/26/din-egitiminde-zorunlu-tartisma/
26 Ocak 2015
(Başlığın 2. ve 2. dizeleri yeşil renkli olarak bizim eklememizdir..)

din eğitimi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi zorunlu din derslerinin kaldırılmasına hükmederken, Milli Eğitim Şurasında din derslerinin ilkokul 1., 2. ve 3. sınıflarda dahi zorunlu olması kararı kabul edildi. Tavsiye niteliği taşıyan ve Milli Eğitim Bakanlığı’na sunulacak karar tartışmalara neden oldu.

ATO Hekim Postası

Ocak 2015, sayı 65

Milli Eğitim Bakanı Prof. Nabi Avcı başkanlığında toplanan 19. Milli Eğitim Şurası
Genel Kurulunda ilkokul 1., 2. ve 3. sınıflara da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin konulması, ilkokul 1., 2. ve 3. sınıflar için hazırlanacak Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
dersi öğretim programlarında çoğulcu anlayışa yer verilmesi önerisi benimsendi.
Karar sonrası din eğitiminin zorunlu olmaması gerektiği tartışılırken Hacettepe Üniversitesi
Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Füsun Çuhadaroğlu,

çocukların dini soyut bir kavram – bir inanç sistemi olarak
12 yaşından başlayarak anlayabileceklerini
söyledi.

İnsanın ahlak gelişiminin somut düzeyden soyut düzeye doğru bir ilerlemesi olduğunu belirten Çuhadaroğlu dinsel kuralların öğretilmesinden öte, dini öğreten kişinin çocuğun zihninde
dinle ilgili nasıl bir kavram oluşturduğunun önemli olduğuna değindi.

Nasıl öğretildiği önemli

Din eğitiminin verilme biçimine dikkat etmek gerektiğini belirten Çuhadaroğlu sözlerini

“Çocukları yetiştirirken ahlaklı olmayı öğretmek için vereceğimiz eğitimin içinde din de
yer alabilir ama dinin çocuklara nasıl öğretildiği önemli. Bir dinin ya da Allah sevgisinin çocuğa koruyucu, kollayıcı, affedici, hoşgörülü bir biçimde anlatılması da mümkün;
günah ve cezaya dayalı daha korku temelli anlatılması da mümkün. En ufak şeyin günah
kabul edildiği, en ufak hatadan dolayı ceza görüleceğini vurgulayan bir anlatım,
çocuğun kafasında varoluşunu sürekli gözaltında hissettiren, kendi iradesinin
önemini ortadan kaldıran bir çerçeve yaratabilir.”
diye sürdürdü.

Korku ahlak gelişiminin ilerlemesini engeller

Korku temelli bir yaklaşımın çocuklarda ahlak gelişiminin ileri gitmesini engelleyeceğini söyleyen Çuhadaroğlu

“Dinsel yasaklar çevresinde çocukların davranışlarını yönlendirmeye çalıştığımızda,
çocuk bir şeyin doğru olduğuna inandığı için onu yapıyor olmaz da, ceza almaktan korktuğu için yapmaktan kaçınır. Biz buna dışarıdan denetimli ahlak eğitimi diyoruz. Oysa önemli olan çocuğun içselleştirerek, kendi iradesiyle ahlaklı davranmasını sağlamak.
Din eğitiminin suç ve günah kavramlarıyla verilmesi, ahlak gelişiminin ileri gitmesini,
soyut düzeye ulaşmasını engeller.” dedi.

Anlayacağı dilde öğretilmeli

Din eğitiminde dilin önemine de değinen Çuhadaroğlu,

“İlkokul çocuklarında din eğitiminin dikte ettirme, ezberletme biçiminde olmaması gerek  Sonuçta dua ederken herkes kendi diliyle dua ediyor. Dinin ne dediğinin anlaşılması açısından herkese kendi anlayacağı dilde öğretilmesi önemli.” açıklamasını yaptı.

aihm

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), eğitimde Din ve Ahlak Kültürü Derslerine karşı Ankara’dan davacı olan 14 Türk vatandaşının 2011’de açtığı davada kararını 16 Eylül’de
(AS: 2014) açıkladı.

AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) eğitim hakkıyla ilgili maddesinin
ihlal edildiğine hükmetti.

Benzer olası davalar için emsal (AS: örnek!) teşkil etmesi (AS: oluşturması) bakımından
önem taşıyan kararda Mahkeme;

(AİHM) En kısa sürede Din ve Ahlak Kültürü Derslerinin zorunlu olmaktan çıkartılıp, öğrencilerin muaf tutulabilecekleri bir sisteme geçilmesi gerektiğine karar verdi.

Mahkeme, oy birliğiyle aldığı kararda,

Türk hükümetinden “zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu Din ve Ahlak Kültürü Derslerinden muaf (AS: bağışık) tutulmalarını da sağlayacak yeni bir sisteme geçmesini..” istedi.

Kararda, Türkiye’de Din ve Ahlak Kültürü kitaplarının içeriğinde yapılan son değişikliklerin “yetersiz” olduğu belirtilip, Devletin dinsel konularla ilgili düzenlemelerde
“yansız ve tarafsız olma yükümlülüğü” hatırlatıldı.

================================

Dostlar,

Eklenecek bir şey kaldı mı??

Dinci AKP iktidarı, AİHM kararlarını bile arkadan  dolaşarak, hukuka karşı hile (hülle) ile boşa çıkarmaya çabalıyor..

AKP İnsanlık suçu işliyor!

Hatta gözdağı veriyor Başbakan A. Davutoğlu.. Kiliseye götürülüyormuş öğrenciler.. Olabilir, doğrudur..ancak hangi bağlamda götürülüyor ve söylenenlerin içeriği, söyleme yöntemi ne??

Hükümet ülkeyi daha fazla germeyi bırakmalı ve ülkemizin saygınlığını uluslararası düzlemde aşındırmamalıdır. AİHM kararlarına uymayan bir Türkiye izleniminin uluslararası toplumda oluşması kabul edilemeyecek bir durumdur. Türkiye AB’den de kopar,
çağdaş dünyadan soyutlanır, Avrupa Konseyi‘nden bile çıkarılabilir.

Yoksa istenen tam da bu mudur?
İkinci bir Suudi Arabistan olmak mıdır??

Erdoğani Türkiye Cemahiriyye-i İslamiyyesi…

“Hedef 2023” yoksa tam da bu mudur??

Maske epey düştü.. Bir püf kaldı..

Bu lanetli plana AYDINLIK TÜRKİYE GÜÇLERİ
asla izin vermeyecektir. İç savaş nedenidir..

Herkes bu gerçeği kafasına bir güzel yerleştirmeli ve oyunu kurallarına göre oynayarak, Cumhuriyetin temel değerleriyle uğraşmaktan vazgeçmelidir.
Anayasaya sadık kalma yemini etti tüm vekiller…Ne bu takiyye??

Demokrasinin olanaklarını kullanarak iktidara gelmek ve
– onu yıkmaya çalışmak ahlaksızlıktır,
– ikiyüzlülüktür,
– riyadır,
– rejimi hileyle değiştirme bağlamında anayasa suçudur,
– Nazizm ve Hitler gibi yüz kızartıcı – insanlığı utandıran bir eylemdir.. 
– Utanılacak bir şeydir,
– halkı aldatmaktır,
– ayıptır, hem de çooook  ayıptır!

Ne gerçek müslümanlığa sığar ne de insanlığa…

Yeter mi??

Sevgi ve saygıyla.
31.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

‘Mustafa Kemal’in partisi olacağız’

 

‘Mustafa Kemal’in partisi olacağız’

Strazburg’a çıkarma yapan yüzlerce öncü, tarihsel duruşmanın ardından bir araya geldi. Önümüzdeki dönemde yapılacaklar değerlendirildi.
Doğu Perinçek, milli hükümet için örgütlenme çağrısı yaptı.

mustafa_kemalin_partisi_olacagiz_30.1.15

 

TALAT Paşa Komitesi (TPK), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi’nde görülen tarihsel davanın ardından Strazburg’da bulunan “Kongre Sarayı”nda büyük bir etkinlik düzenledi. Aralarında siyasal parti vekilleri, demokratik kitle örgütleri önderleri ve yurttaşların da bulunduğu etkinliği Eskişehir Bağımsız Milletvekili Prof. Süheyl Batum yönetti.
Etkinlikte yapılan konuşmalar sık sık

“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” ve

“Birleşe birleşe kazanacağız” sloganlarıyla kesildi.

‘MİLLİ HÜKÜMETİ KURACAĞIZ’

Etkinlikteki konuşmasına “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganıyla başlayan
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek,

“Mustafa Kemal’in askerleriyiz ne demek?
Mustafa Kemal’in askeri demek, Mustafa Kemal’in teşkilatında olmak demek.
Burada biz, masada oturanlar, onların temsil ettiği Türkiye’nin halkçı, milliyetçi, devrimci geleneğinden gelen önderler, öncüler 4 Eylül 1919’da Sivas’ta kurulan Mustafa Kemal’in partisi olacağız ve O’nun

– Cumhuriyetçi,
– Milliyetçi,
– Halkçı,
– Devletçi,
– Laik,
– Devrimci

Türkiye’nin milli hükümetini kuracağız.” ifadelerini kullandı.

‘AVRUPA’NIN İKLİMİNİ DEĞİŞTİRDİK’

Perinçek konuşmasına şöyle devam etti:

“Avrupa’da özgürlüğü biz savunuyoruz. Avrupa’nın iklimini değiştirdik. Özgürce konuşmayı bütün Avrupalılar için savunduk. Çünkü siz bir yerden başlarsınız ‘Dünya öküzün boynuzunda değil’ diyenleri cezalandırırsınız. Bunun ucu açıktır. Bugün Galilei gibi ‘dünya dönüyor.’ dedik. Avrupa’ya bugün dünyanın döndüğü gerçeğini gösterdik ve Avrupa’yı da öküzün boynuzundan kurtarıyoruz. Türkiye’nin bağımsızlık, demokrasi, özgürlük geleneğinin bütün temsilcilerinin burada bulunduğunu gördük. Bugün Strazburg’da buluşmanın en önemli yönü budur.”

CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz da etkinlikte yaptığı konuşmada, emperyalistlerin Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletini birbirine düşüremeyeceğini belirterek,

Emperyalist oyununa dahil olan Ermeni diasporasına ve Ermeni devletine buradan bir uyarıda bulunuyoruz, biz ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ diyen bir liderin ülkesinden geliyoruz.” dedi.

‘DIŞ POLİTİKA BAŞARISI’

“Biz bugün tarih yazmadık, tarih yaptık” diyen Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD)
Genel Başkanı Dr. Canan Arıtman
da şunları söyledi:

“Perinçek vatanının ve milletinin onurunu kurtarabilmek için fedakarlıkla hareket etti.
Bugün burada tarihe altın harflerle yazılacak bir tarih yaptık.
Avrupa’ya çok önemli bir insan hakları dersi verildi.”

Eski DSP Edirne Milletvekili Dr. Ahmet Ertürk de

“Gerçek bir Atatürk Cumhuriyeti’nin kalmadığı bu dönemde Perinçek gibi bir önderin başlattığı bu mücadele, Türkiye’nin son yıllardaki en önemli dış politika başarısı oldu. Kurtuluşu ateşlediler. Lozan’dan sonra en önemli siyasi başarıyı kazandık.” açıklamasını yaptı.

‘TEK YUMRUK OLURUZ’

Hükümet yetkililerinin vermesi gereken mücadeleyi Perinçek ve TPK’nın verdiğini  vurgulayan AKUT Başkanı Nasuh Mahruki de bundan sonraki süreçte Türkiye’nin kazanacağını,
Ermeni diasporasının ise kaybedeceğini ifade etti.

TPK Üyesi Haluk Dural da 1915 yılında soykırım diye bir kavramın olmadığını belirtti.

DSP Genel Başkanı Masum Türker de bütün siyasal parti liderlerinin vatan için Perinçek’le birlikte olması gerektiğini ifade etti.

Eski Bakan Yaşar Okuyan da şunları söyledi:

“Farklı partilerde olabiliriz, farklı inançları paylaşabiliriz. Ama Türk milletinin nasırına basıldığı anda tüm bunlar ortadan kalkar, tek yumruk oluruz. Türk milleti olarak yumruğumuzu vururuz.”

==================================

Dostlar,

Strazburg Akıncıları” na hoşgeldiniz diyor, emeklerini –  özverilerini şükran ve saygı ile selamlıyoruz..

Minik bir katkı yapalım istiyoruz…
Her şey bir yana,

1915’te “soykırım suçu” diye bir “suç” ceza yasalarında
(ulusal / uluslararası) yoktu..

Ceza hukukunun evrensel ilkelerinden biridir :

  • “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz..

Bu kural halen Anayasamızın 38. maddesinde de yazılıdır..
Ve neredeyse taa Roma döneminden bu yana evrensel kabul gören yerleşik ve
tartışılmayan bir evrensel temel hukuk kuralıdır..

Dolayısıyla soykırım amaçlı kırım (etnik temizliki jenosit) yapılmış bile olsa -ki yapmadığımızın binlerce, kilolarca (90kg!) özgün arşiv belgesi kanıtı var-
hukuksal olarak bir yaptırım uygulama  olanağı yok-tur..

AİHM’nin de, Uluslararası Ceza Mahkemesinin de .. hepsinin eli kolu bu anlamda bağlıdır…

Herkes rahat olsun ve Ermeni kardeşlerimizle onları yönlendiren ve aslında kendi suçlarını
itiraf eden / örtmeye çalışan emperyalistler artık bu nafile oyuna bir son versinler dileriz..

Sevgi ve saygı ile,
30.01.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

 

Konu Alevilik olunca oyun bitmiyor!


Konu Alevilik olunca oyun bitmiyor!

portresi2

 

Necdet Saraç
necdetsarac@ilerihaber.org, 04.12.14
http://ilerihaber.org/yazarlar/necdet-sarac/konu-alevilik-olunca-oyun-bitmiyor/519/

Türkiye “normal” bir ülke olsa, siyasetin kuralları da “normal” işlese,
dünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararından sonra Alevilerin en önemli istemi olan Cemevleri’nin yasal olarak “ibadethane” olarak kabul edilmesi ile ilgili bütün tartışmanın hemen bitmesi gerekirdi. Ancak memleket Türkiye olunca
işler siyasetin klasik öngörüsüne göre şekillenmiyor.

Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi, aralarındaki farka karşın
bütün Alevilerin ortak istemiydi… Cemevlerinin “yasal statü” dışında elektrik – su parası, altyapı gibi ortak sorunları vardı… CEM Vakfı, 2006 yılında Yenibosna Cemevi‘nin,
tıpkı cami gibi, kilise gibi elektrik faturalarını ödemekten bağışık (muaf) tutulması için başvurmuştu. Bu başvuru, 2008 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “bilirkişi” raporu ile “Aleviliğin bir din, cemevinin ise ibadet yeri olmadığı” gerekçesiyle reddedilmiş,
daha sonra bu karar 2009 yılında Yargıtay tarafından da onaylanmıştı.

Türkiye’de hukuksal yollar bitince, CEM Vakfı davayı AİHM’e taşıdı.
AİHM önceki gün aldığı kararla Cemevlerinin camiler gibi ibadet yerlerinden farklı olarak elektrik faturalarından bağışık tutulmamasını,

– İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ayrımcılığı yasaklayan 14. maddesi ve
– düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne ilişkin 9. maddesine aykırı buldu.

Türkiye’yi mahkum etti. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
‘Ayrımcılık yasağını’ düzenleyen 14. maddesi çok açık hükümlü:

  • “Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya başkaca kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, serbest, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından
    hiçbir ayrımcılık yapmadan sağlanır…”

Yani AİHM dedi ki; “Camilerden, kiliselerden, sinagoglardan elektrik faturası almıyorsan Cemevi’nden de alamazsın”! Cemevi’ne ”ibadethane” dedi.

Böylece aynı zamanda “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cemevlerinin dini ibaret yeri olmadığı görüşünü” de reddederek Türkiye’yi “ayrımcı”olarak mahkum etti.
Ayrımcılığın altını da kalınca çizdi ve Cemevini elektrik faturalarından bağışık tutmayan sistemin din temelli bir ayrımcılık olduğuna vurgu yaptı, “farklı muamelenin,
objektif ve makul bir gerekçesinin bulunmadığını” belirtti.

AİHM burada da durmadı ve “Elektrik faturalarının ödenmesi sorunu, aslında devletin tarafsızlığı ilkesinin ihlal edilmesiyle yakından ilgilidir.” dedi ve ekledi:

“İhlal, ayrımcılık karşıtı bakış açısıyla ele alındığında Cemevinin elektrik faturalarının ödenmesiyle onarılamaz. Bu çözüm, Alevi toplumunun ve dininin, dahası ibadethanelerinin statüsüyle ilgili özel ve eşitlikçi bir yaklaşımın olmadığı sorununu cevapsız bırakmaktadır.” dedi. Davanın tazminat boyutunu bir sonraki duruşmaya bırakan AİHM, oybirliği ile aldığı kararda Türkiye’ye 6 ay süre tanıdı! 6 ayda bu işi düzelt dedi.

ANAYASA ve 90. Madde

Hadi Anayasanın 2., 10. ve 24. maddelerini geçtik.. 90. maddesi AİHM’in bu kararını uygulmayı zorunlu kılıyor. Anayasanın 90. maddesi diyor ki (AS: son fıkra):

  • “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır…”

DAVUTOĞLU BİZİ ETKİLEMEZ

Bu denli açık yasal bir gerçeğe karşın Hacıbektaş’ta, Dersim’de ağzından “eşitliği” ve “kardeşliği” düşürmeyen Başbakan bildiğini okuyor. Cemevinde, Alevilerin yanında; “Allah Alevilerle Sünnileri eşit yaratmıştır.” diyor, “Erenlerin, pirlerin adları, parlak ve güzel sözleri” arka arkaya sıralıyor, dışarı çıkınca bu sözler orada kalıyor…
Çünkü konu Alevilik olunca dün Osmanlı’da, bugün de AKP’de oyun bitmiyor
Eşitlik onlar için yalnızca lafta kalıyor. Cami ile Cemevi’nin eşit olabileceğini akıllarının ucuna bile getirmek istemiyorlar…

Bu yüzden Davutoğlu, “Bu karar çalışmalarımızı etkileyecek bir durum değil” diyor!
Dün akşam adları henüz açıklanmayan “Alevi temsilcileri” ile yapılan yemekli toplantıda Davutoğlu halen işin etrafında dolaşmaya devam ediyor. “Alevi İslam geleneğinin yaşatılması”ndan sözediyor. “Samimiyetimizi koruyabilirsek çok önemli adımlar atabiliriz. Hepimizin empati yapması gerek” diyor. İşi sulandırmak için elindne geleni yapıyor. Tıpkı AİHM’in zorunlu din dersleri kararında olduğu gibi…

Oysa karar ortada. Bunun için ne özel bir empatiye, ne de samimiyete ihtiyaç var!
Kararı uygula yeter! “Kargadan başka kuş tanımam” tavrını terk et!

AKP İÇİN DENİZ BİTTİ!

Görüşmeden ve müzakereden yana olan Alevi federasyonlarını (ABF – ADF – AVF) dışlayarak “kendi belirlediği Alevileri ile yemeğe çıkması” ve bu yemek sonrası
halen laf kalabalığı yapması kendisini de, AKP’yi de kurtaramaz! Deniz bitti!
Yapılması gereken bellidir: Bu işi daha çok uzatmadan Cemevleri başta olmak üzere kayıtsız koşulsuz Alevilerin istemlerini tanımak!

========================================

Dostlar,

Sn. Necdet araç’ın yazdıklarına katılarak paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
04.12.2014, Ankara

Sevgi ve saygı ile.
04.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Prof. Rennan Pekünlü’ye yaygın destek


Prof. Rennan Pekünlü’ye yaygın destek

Dostlar
,

Yukarıdaki açıklamaya ve eyleme bütünüyle katılıyoruz.
Örgütlerden
– Ankara Tabip Odası’nın (üst örgütü Türk Tabipleri Birliği – TTB),
– EğitimİŞ Sendikasının ve
– Tüm Öğretim Elemanları Derneği – TÜMÖD’ün üyesiyiz.

Bu sitede son 3 haftadır sürekli, öncesinde de ek çok kez
Sayın Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü ile ilgili yazılar yayımladık.

Dileriz olumlu bir sonuç alınır, örn. Adalet Bakanlığı yasa (kanun) yararına
Yargıtay’dan bozma isteyebilir ve Rennan Hoca hapse girmez..

Tersi durum, ülkemizin barış ve huzuruna hizmet etmeyecektir.
Toplumsal ayrışma – saflaşmaya katkısı olacaktır.

Adalet Bakanlığını ivedilikle göreve çağırıyoruz.
AİHM de önümüzdeki 2 günde bir karar vererek, kendisine iletilen
infazın ertelenmesinin tedbiren durdurulması hakkında bir karara “artık” varabilir..

Hukukçu olmadığımız için bizim bilmediğimiz – bilemeyeceğimiz başkaca
hukuksal yollar varsa, ilgililerinin kullanmaktan sakınmalarını diler ve ivedilikle bekleriz.

Rennan hocaya ve ailesine dayanç diler, dayanışma duygularımızı bir kez daha belirtiriz. Ayrıca, bu davayı başından beri inanç ve kararlılıkla  izleyen, savaşım sergileyen, inançla savunan ve kamuoyuna mal olmasını sağlayan TÜMÖD İzmir Şb.Başkanı Sn. Prof. Kayhan Kantarlı‘yı de hayranlık ve saygı ile selamlarız.

Sevgi ve saygıyla.
18.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================

TTB’den Prof. Rennan Pekünlü’ye destek

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak
görev yaptığı dönemde, üniversitedeki gerici uygulamalara karşı çıkması nedeniyle
iki yıl bir ay hapis cezası verilen Prof. Rennan Pekünlü için 18 Kasım 2014 günü destek eylemi gerçekleştirildi.

Çankaya Belediyesi önünde toplanan milletvekilleri ve 26 örgütün temsilcileri,
basın açıklaması için Güvenpark’a yürüdüler.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, TTB Genel Sekreteri
Dr. Özden Şener, ATO Başkanı Dr. Çetin Atasoy
, ATO Genel Sekreteri
Dr. Ebru Basa, ATO Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Asuman Doğan ve birçok hekim de eyleme katılarak Rennan Hoca’ya desteklerini ilettiler.

İlk olarak söz alan Dr. Erhan Nalçacı;

  • “Gericilik; yağmanın, emek sömürüsünün üstünü örtüyor ancak,
    bizim aydınlanma mücadelemiz örgütlü olarak devam edecektir.”
    dedi.

CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner de;

  • “Bu durum laik eğitimden uzaklaştığımızın göstergesidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınan bu davada Rennan Hoca’nın yanındayız.” diye konuştu.

EğitimSen Ankara 5 No’lu Şube Yönetim Kurulu Üyesi Ebru Aylar tarafından okunan basın açıklamasında; Prof. Rennan Pekünlü’nün tüm öğretim üyelerini yıldırmak ve gözlerini korkutmak üzere seçilmiş simge bir ad olduğunun altı çizildi.
İntikam öznesi olarak seçilmesinin en önemli kanıtının ceza süresinin ertelenmesine izin vermeyecek biçimde alt sınırdan uzaklaşılarak iki yıl bir ay olarak kesildiğini belirten Ebru Aylar,

  • “Bizler, aşağıda imzası bulunan kitle örgütlerinin temsilcileri ve üyeleri olarak Rennan Hoca özgürlüğüne kavuşana ve ülkemiz aydınlığa erişene dek mücadele edeceğimize söz veriyoruz”. diyerek sözlerini bitirdi.

Basın açıklamasının ardından söz alan CHP Aydın Milletvekili Bülent Tezcan da Meclis’e, evrensel hukuka uygun bir yasa değişikliği teklifi verdiklerini ifade etti.

“Rennan Hoca’ya Özgürlük!” sloganları ve alkışlar eşliğinde eylem sona erdi.

Ortak Basın Açıklaması, 18 Kasım 2014

Gericiliğe Teslim Olmayacağız!

Türkiye’nin yetiştirdiği değerli bilim insanlarından astrofizikçi Prof. Dr. Rennan Pekünlü hukukla alakası olmayan siyasal bir davadan dolayı 20 Kasım’dan başlayarak hapis yatmaya başlayacak.

Prof. Rennan Pekünlü’nün hapis cezasına çarptırıldığı davanın tıpkı Ergenekon, Balyoz, KCK ve Oda TV davalarında olduğu gibi siyasal, dolayısıyla hukuksal olarak son derece keyfi olduğunu biliyoruz.

Prof. Rennan Pekünlü, 2011 yılında, yasa gereği kullanımı yasak olmasına,
henüz serbest bırakılmamasına karşın YÖK tarafından eylemli olarak yaratılan üniversitelerde türban serbestliğine karşı tutanak tutarak direndiği için cezalandırılmıştır. Kamuda türbanın serbest bırakılmasına ilişkin yasal düzenlemeler, geçmişte
Anayasa Mahkemesi’nin önüne 3 kez getirilmiş ve hepsinde de iptal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi içtihatları değişmediği için bugün geçerliliğini sürdürmektedir.

  • Prof. Rennan Pekünlü, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını
    uygulamaya çalıştığı için cezalandırılmaktadır.

Yakınmacı öğrencilerin eğitim haklarından hiçbir yitikleri olmadığı saptanmıştır.
Rennan Pekünlü tüm öğretim üyelerini yıldırmak ve gözlerini korkutmak üzere seçilmiş simge bir addır. O dönemde tutanak tutan öğretim üyelerinden benzer bir sürece
tabii olan bilinmemektedir.

Rennan Pekünlü benzer süreçlerde olduğu gibi, yandaş öğrenci, yandaş idare,
yandaş basın ve yandaş yargı tarafından linç edilmiş ve bir intikam öznesi olarak seçilmiştir. Bunun en önemli kanıtı ceza süresinin ertelenmesine izin vermeyecek biçimde alt sınırdan uzaklaşılarak iki yıldan uzun, iki yıl bir ay olarak kesilmesidir.

Sürecin siyasal bir dava olduğunun bir başka kanıtı ise Türkiye’nin 2011’den bu yana gericilikte aldığı yolda aranmalıdır. Üniversitelerde türban serbestliği söz konusuyken, türbanın kamuya, ortaöğrenime ve yargıya girmeyeceği güvencesi iktidar tarafından veriliyordu. Önce kamuda, sonra orta ve ilköğretimde, şimdi ise yargıda serbestlik tanındı. Gericiliğin bir durağı olmadığını fark ediyoruz. Özel okullara giremeyen
lise çağındaki çocukların imam hatiplere yazdırılması, yaşamın her noktasına
dinsel gerekçelerle müdahale edilmesi, kadınların geçen yüzyılda elde ettikleri sınırlı kazanımların bile çok görülmesi bu gericilik dalgasının yansımaları olarak alınmalıdır.

Gericilik aslında çirkin ve insana düşman bir politikayı örtmek için kullanılıyor.
Ülkenin emperyalizme bağımlı duruma getirilmesinin, emeğin köleleştirilmesinin,
talan ekonomisinin halkımıza kabul ettirilmesinin bir aracı olarak devreye giriyor.

Rennan Pekünlü özgür kalmalıdır.

Bunun yolunu tarif etmek zorunda değiliz.
Bu yolu, siyasal davları bir tuzak olarak hazırlayan AKP iktidarı düşünmelidir.

Bizler, aşağıda imzası bulunan kitle örgütlerinin temsilcileri ve üyeleri olarak;
Rennan Hoca özgürlüğüne kavuşana ve ülkemiz aydınlığa erişene dek
mücadele edeceğimize söz veriyoruz.

 

Akdeniz Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği
Ankara Tabip Odası
Antalya Tabip Odası
Başka Hacettepe Yok Girişimi (İnisiyatifi)
Bursa Barosu
Çukurova Öğretim Elemanları Derneği
Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği
Ege Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği
Eğit-Der
Eğitim-İş
Eğitim-Sen Ankara 5 nolu Şube
Hukukta Sol Tavır
İnönü Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği
İzmir Tabip Odası
Mülkiyeliler Birliği
ODTÜ Mezunları Derneği
Onurumuzu Savunuyoruz Hareketi
Tüm Öğretim Elemanları Derneği – TÜMÖD
Türk Tabipleri Birliği – TTB
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği – TMMOB
Üniversite Konseyleri Derneği
Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği
Van Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği
Yargıçlar ve Savcılar Birliği
Yargıçlar Sendikası
Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği

“Korku iklimi herkesi etkiliyor; Gazeteciler dirensin – pes etmesin”


Dostlar,

AYM Başkanı Haşim Kılıç‘tan zehir zemberek açıklamalar geliyor..
2 Ekim 2014 günü, hukuk ucubesi – AKP dayatması sayısız “Torba yasa”lardan (!?) birinde yer alan 4 önemli maddeyi iptal eden Yüksek Mahkemenin Başkanı,
tarihe geçecek şu sözleri kritik kullanıyor :

  • “….korku iklimi gazetecileri de etkiliyor.
  • Temel hak ve özgürlükler konusunda mücadele gerekir.
  • Gazeteciler de direnmeli. Pes etmemeleri gerekir.”

Siyasal iktidar ise “ileri demokrasi” teraneleri ile resmen halkla dalga geçiyor..
Apaçık İslami faşizme sürüklenişin adı “ileri demokrasi” oluyor!. Yuh olsun!
Bunca iğrenç – mide bulandıran takiyye (retorik) herhalde yeryüzünde görülmemiştir!

AYM Başkanı,

– AKP’nin “korku iklimi” yarattığını,
– gazetecileri baskıladığını vurguluyor.

Ayrıca temel hak ve özgürlüklerin de gasp edildiğini ima ile
bunlar için mücadele edilmesi gereğini vurguluyor..

Gazetecileri, AKP iktidarının yarattığı korku iklimine direnerek
PES ETMEMEYE çağırıyor!
Daha ne yapsın???

Bakalım AKP’nin RTE’si – RTE’nin AKP’si (Davutoğlu’nu ayrıca bir teferruat olarak anmaya gerek var mı??) ne diyecek ??

12. CB – yarıbaşkan RTE, AYM Başkanında da efelenerek “cübbeni çıkar da gel!” mi diyecek?? En yüksek yargı organının başkanının bu tür toplantı zeminlerini araç olarak kullanıp siyasal iktidara yönelik açık – örtük uyarılarını nimet sayarak,
rejimin sigortası görerek, özenle değerlendirerek ayağını denk alacak mı??

Ve de 312 AKP’li vekil… Hiç ders çıkarmayacaklar mı bu ciddi söylemlerden?
Kurşun asker gibi blok oy kullanmayı sürdürecekler mi??

Her – kes ama her  – kes bu ülkede kendilerine düşman, karşıt mı?
Bu ne derin – dipsiz paranoyadır?

Bir tek “Tek Adam” mı doğru, mazlum, masum, masun ve mağdur???
Prof. Örsan Öymen‘in bu günkü AYDINLIK’ta yer alan makalesinin adıyla :

DESPOT RUHLU SAHTE MAĞDURLAR!

Bunca rolü sokaktaki insan artık yutar mı??

Ve de bunca uyarıya karşın siyasal iktidar hukuku çiğner – demokrasinin enaz (asgari) gereklerini ayaklar altına alır ve ülkede bir “korku iklimi” yaratır,
“temel hak ve özgürlükleri askıya alır”, gazetecileri de baskılarsa…

Bu işin sonu nereye varır?

AKP’nin 12 yıldır yapageldiği AÇIK SEÇİK KARŞI DEVRİM – SİVİL DARBEDİR!
Kendi darbeciliklerini örtmenin yolu, saldırgan savunma ile, kendilerini deşifre edenleri darbecillikle suçlamaktır. Ergenekon, Balyoz. vb. davalarla bu iğrenç yolu kullanmışlardır.

Halk artık bu hain tuzakları yutmayacaktır.
AKP’nin de kendilerinin itiraf ettikleri gibi Cemaat ile ortak yeni kumpas kuracak gücü kalmamıştır. Cephane tükenmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin Başkanı’nun sözleri hukuksal bir ültimatom,
bir hukuk muhtırası gibidir.

AKP iktidarı meşruluğunu yitirmenin sınırlarını aşmıştır.

3 maymunu oynayıp “cambaza bak” taktiklerini sürdürme olanağı kalmamıştır.
AKP için yolun sonu gözükmüştür, artık geriye sayım dönemi başlamıştır.
Onu kendi haline bırakınız..

Temel sorun AKP değil, yurtsever – ulusalcı bir muhalefet yokluğudur.
Türkiye, 2015 kritik genel seçimleri öncesinde bu yakıcı soruna ivedilikle odaklanmalıdır.  Sınırlı enerji bu kulvarda kullanılmalıdır.

Sevgi ve saygıyla.
05.10.2014, Manavgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=============================================

AYM Başkanı Haşim Kılıç:

“Korku iklimi herkesi etkiliyor; Gazeteciler dirensin – pes etmesin”

© Copyright (c) Hürriyet Haşim Kılıç:
“Korku iklimi herkesi etkiliyor. Gazeteciler dirensin, pes etmesin”
http://www.msn.com/tr-tr/haber/turkiye/, 5.10.14

Viyana merkezli Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ve New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) ortaklaşa oluşturduğu misyon, Ankara’daki temaslarının
ilk günü olan 1 Ekim’de Anayasa Mahkemesi yerleşkesinde Kılıç ile görüşmüştü. Başbakanlık Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) verilen
“4 saat içinde internet sitesi kapatma” ve internet trafiği bilgilerini toplama yetkisini
2 Ekim’de iptal eden Mahkemenin başkanı Kılıç, kurula şunları söyledi:

EN BÜYÜK GÖREV YARGININ

– En önemli, 1. derecedeki özgürlük ifade özgürlüğüdür.
Hatta bence aşırı olacak ama yaşam hakkından bile daha çok değere sahiptir.

– 2004’te Anayasa’nın 90. maddesinde yapılan değişiklikle, temel hak ve özgürlükler konusunda yerel hukuk ile imzalanan uluslararası antlaşmalar arasında çatışma olduğunda, uluslararası antlaşmaların esas alınması öngörüldü. Bu bir dönüm noktasıdır, devrim niteliğindedir. Ancak buna karşın bugün ifade özgürlüğünde
sorun yaşanıyorsa bu maddenin uygulamaya geçirilememesinden kaynaklanıyor.
Bu konuda en büyük görev yargıya düşüyor. Sıkıntının temel kaynaklarından birisi, temel haklar konusunda davalara bakan yargı mensuplarının bu algıya sahip olmaması.

HUZUR KAÇIRICI İFADELER DE HAK

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile Türk yargısı arasında ciddi anlayış farklılığı çıkıyor. Avrupa hukuku, ifade özgürlüğünün sınırlarını çok şok edici,
rahatsız edici, huzur kaçırıcı ifadeleri de kapsayacak şekilde çizer.
Sıkıntı, son tahlilde bu davaların Türkiye’de bu anlayışı içselleştirememiş yargı mensuplarının önüne gelmesiyle çıkıyor. Avrupa Konseyi ile Türk yargıç ve avukatların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları konusunda bilgilendirilmesi için
üç yıllık bir projeye başlıyoruz. Yargı mensupları konusunda dile getirdiğim sorunun böyle çözüleceğini ümit ediyorum.

ÖZGÜRLÜK AÇILINCA, KAPATMAK ZORDUR

– 2010 anayasa değişikliği ile AYM’ye bireysel başvuru hakkı tanınması bir şanstır. Çünkü AYM’nin ifade özgürlüğü meselesine bakışı tam da AİHS ile AİHM’in bakışıyla örtüşüyor. Twitter ve Youtube kararları buna örnektir. Özgürlük alanlarını açtıktan sonra kapatmak zordur. Ben arkadaşlarıma güveniyorum; bizden sonra da AYM’nin görevi özgürlük alanını genişletmek olacaktır.

SİYASET KURUMLARI SORUMLU

– Beni endişelendiren konu, Türkiye’de giderek artan kin ve nefret söylemi.
Bu iklimin oluşmasında siyaset kurumlarının sorumluluğu var.
Bu sorunun siyasi tansiyonun düşmesiyle azalacağını tahmin ediyorum.

– Bu ortamda oluşan korku iklimi gazetecileri de etkiliyor.
Temel hak ve özgürlükler konusunda mücadele gerekir.
Gazeteciler de direnmeli. Pes etmemeleri gerekir.

Emin Çölaşan : Biraz olsun sus be kardeşim…

 

Biraz olsun sus be kardeşim…

Dostlar,

Yılların usta ve yılmaz gazetecisi Emin Çölaşan, bu günkü köşesinde SÖZCÜ’de oldukça sert bir yazı kaleme almış..

“..bir süre ağırdan al ve konuşma da, sinir sistemimiz yatışsın. ” diyor
12. CB – Yarı Başkan RTE’ye..

“Yeter be, biraz olsun sus..”

diye bitiryor.

Eski deyimle “hale tercüman” oluyor..

Sevgi ve saygı ile.
01.10.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

portresi_SOZCU_ile

 

 

Emin Çölaşan
SÖZCÜ, 1.10.14

 

Sevgili okuyucularım, malum şahıs büyük (!) bir performans sergiledi ve %51’le,
kıl payı cumhurbaşkanı seçilmeyi başardı. (AS: toplam oyların %38’i!)
Biz de dedik ki “Artık Çankaya’da yapacak işleri vardır, herhalde bir miktar susar!..”
Susmak ne kelime, coştukça coştu ve önüne gelen her yerde yeni kimliği ile
nutuk atmaya başladı.
Aynı sözler, aynı laflar, aynı masallar…
Gördüğü her kürsüye zıplıyor, konuştukça konuşuyor, başkaları tarafından hazırlanan yazılı metinleri önündeki elektronik aygıttan okumaya devam ediyor!* * * *

O konuştukça sadrazamı Davutoğlu Ahmet ikinci planda kalıyor, mutlaka bozuluyor,
fakat renk vermesi mümkün olmuyor.
Ama danışmanları O’nun için uygun düşecek sahneleri de hazırlıyor.
Geçenlerde Samsun’a gitmişti…
Kendisini o makama seçen şahıs gibi toplu açılış töreni (!) yapmasın mı!
Aylar ve yıllar önce hizmete giren tesisleri yeniden açtı!
Demek ki bu düzmece törenler devam edecek, Ahmet bu yutturmacanın
figüranı olmayı sürdürecek.

* * * *

Danışmanları bir ara Ahmet’in yanına sokuldu:

“Sayın başbakanım sahilde bazı vatandaşlar balık tutuyor. Onların yanına gidip fotoğraf çektirsek iyi olur! Basına veririz, bizim yandaşlar kullanır…”
Hep birlikte sahile gittiler…
Ahmet eline bir olta aldı ve bol kepçe fotoğraflar çektirdi.
Ertesi gün yandaş-yalaka-yavşak-liboş medya bunları manşete taşıdı:
“Başbakan Samsun’da vatandaşlarla balık tuttu. Vatandaşlar kendisine
sevgi gösterisinde bulundu!”

Evet, Ahmet 2. planda kalmış olmanın, figüranlığın, gölge başbakanlığın acısını böyle ucuz numaralarla çıkarma peşinde.

* * * *

Öbürü ise eski alışkanlığından vazgeçemiyor.
Bulduğu her kürsüye zıplayıp bir şeyler geveliyor.

Şimdi sıra geldi okullarda din derslerini nasıl savunduğuna!..
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) geçtiğimiz günlerde karar almış
ve bu sürecin değişmesi gerektiğini vurgulamıştı.

AİHM kararları anayasa uyarınca, Türkiye’nin de uymak zorunda olduğu kararlar.
Tayyip’in bu konuda önceki gün ettiği laflar, 21. yüzyılın utanç belgesiydi:

  • “AİHM bir karar aldı. Zorunlu din ve ahlak kültürü derslerinden öğrencilerin
    muaf sayılmasını öngördü. Bu karar yanlış. Batı’da bunun örneği yok…”
    (Çünkü Batı dünyası böyle safsatalarla uğraşmakla zaman geçirmiyor.)
    “Dünyanın hiçbir yerinde zorunlu fizik dersinin, zorunlu kimya dersinin, matematik dersinin tartışıldığını göremezsiniz. Ama ne hikmetse din dersinin tartışıldığını görürsünüz. Din derslerini tartışmaya açarsanız, kaldırırsanız, çok tabii olarak uyuşturucu gelip onun yerini doldurur. Şiddet gelir, ırkçılık gelir, onun yerini doldurur.”

* * * *

Şu adamın mantığına, eğer varsa bilgisine ve kültür düzeyine bakar mısınız!
Çıkmış piyasaya, din dersleri ile müspet ilimleri-pozitif bilimleri kıyaslamaya kalkışıyor.
Bir yanda küçücük çocuklara din ticareti ve din sömürüsü için zorunlu olarak verilen
din dersleri, öte yanda fizik, kimya, matematik…

Tahmin ediyorum IŞİD’in yönetim kadrosu da ortaya çıkıp konuşsa,
aynen bunları söyleyecektir.

* * * *

Sadece onlar değil, Tayyip’in hısım akrabası, yandaşı ve en büyük destekçisi olan Katar, Suudi Arabistan şeyhlerinin de fikirleri aynı doğrultuda olacaktır.
Din dersleri zorunlu olmazsa uyuşturucu devreye girermiş!
Bizim kuşaklar okullarda din dersi almamıştık ama dinimize olan saygımızı,
Allah’ımıza olan inancımızı bir gün olsun yitirmedik.
Bizim zamanımızda sadece kız öğrenciler değil, hiç kimse adına türban denilen
o üniformaya bürünmemişti.
Ama hiçbirimiz uyuşturucu kullanmadık, yanından bile geçmedik.
Bilmeden ve anlamadan ortaya saçtığı bu gibi zırvalarla milyonlarca öğrenciye,
onların velilerine ve dolayısıyla Türk Milleti’ne açıkça hakaret ettiğinin
belki farkında, belki değil.

* * * *

“Bak muhterem, şu geçtiğimiz ağustos ayında padişahlığa seçildin.
İstanbul’daki sarayların zaten hazır. Ankara’daki AKsaray ise bitmek üzere.
Yakında oralara taşınıp soyun ve sülalenle rahata ereceksin.
Senin gibi anasından saraylarda doğmuş olanlar için bu milletin katrilyonları
o sarayların inşaatlarına saçıldı.
Bari bunun hatırına bir süre ağırdan al ve konuşma da, sinir sistemimiz yatışsın.
Söyleyeceklerini gölge sadrazam, emir kulun Ahmet’e bildir, Osöylesin.
Senin konuşmaktan başka işin, başka görevin yok mu yahu?
Günün 24 saati papağan gibi konuşmaktan vazgeç artık.
Bize göstermiyorsun, bari Ahmet’e saygı göster.
Yeter be, biraz olsun sus.

Türk Amerikan Dernekleri Perinçek’lere ödül verdi


Başta Doğu PERİNCEK ve rahmetli DENKTAŞ olmak üzere tüm
TALAT PAŞA KOMİTESİ üyelerini KUTLUYOR ve teşekkür ediyorum.
Bu vesileyle Sayın PERİNCEK’i, 

faşizme ve EMPERYALİZME karşı ATATÜRK’TE BİRLEŞENLERİN kurduğu MİLLİ MERKEZ’E destek olmaya, denetimindeki ULUSAL KANAL ve
AYDINLIK GAZETESİNDE uzunca bir süredir MM haberlerine uygulanan anlamsız SANSÜRÜ KALDIRMAYA davet ediyorum

Tuncay Erciyes

———- Yönlendirilmiş ileti ———-
Kimden: Serdar Bolat <serdarbolat@superonline.com>
Tarih: 14 Nisan 2014 22:35
Konu: Türk Amerikan Dernekleri Perinçek’lere ödül verdi [2 Attachments]

Türk Amerikan Dernekleri Perinçek’lere ödül verdi
 

Ali Serdar Bolat
14 Nisan 2014

Türk Amerikan Dernekleri Birliği ATAA, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’i, Ermeni soykırımı iddialarına karşı kazandığı AİHM zaferi için ödül vermek üzere Amerika’ya davet etti.

Yurt dışına çıkma yasağı olan Perinçek’in yerine, 11 Nisan’da yapılan ödül törenine eşi Şule Perinçek katıldı.

Şule Perinçek

“Bu ödülü biraz utanarak almaya gidiyorum. Kendi ülkemdeki demokrasiden, kendi ülkemde yapılan siyaset adına utanarak gidiyorum. Ödülü Doğu Perinçek adına benim almam doğru değil. Doğu Perinçek’e bu ödül mavi gözüne, esmer tenine verilmiyor. Memleketi adına kazandığı başarıdan dolayı, Türk Milleti, Türk devleti adına alıyor. Ama yurt dışına çıkartamıyoruz.” 

***********

ATAA’nın bu yıl Vaşington’da 10-12 Nisan günlerinde 34’üncüsü yapılan Türk-Amerikan Konferansı’na çok sayıda diplomat, siyasetçi, akademisyen ve ABD’de faaliyet gösteren çeşitli kuruluşların temsilcileri katıldı.

Ödül töreni 11 Nisan günü öğle oturumunu Şule Perinçek’in baş konumacı olarak açması ile başladı. Doğu Perinçek’in tören için hazırladığı konuşmayı Şule Perinçek okudu:

http://www.dailymotion.com/video/x1o5g90_zafer-odulu-perincek-e-takdim-edildi_news?start=3

“Türk Amerikan Dernekleri Kurulumuzun bu yıl ki ödülünü AİHM’de kazanmış olduğumuz tarihsel başarı nedeniyle bize vermiş olması mücadele azmimizi güçlendirdi.

Bu başarı, başta KKTC Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş olmak üzere onbinlerce aydınımızın ve yurttaşımızın emeğiyle kazanılmıştır. Bu ödülü onlar adına almak eşsiz bir mutluluk kaynağıdır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bu kararıyla Avrupa uygarlığının temelindeki hakikate bağlılık, hukukun üstünlüğü ve insanlık değerlerini canlandırmıştır.

Ermeni soykırımı suçlaması, Birinci Dünya Savaşı’nda milletimize bir psikolojik harekât teması olarak yöneltildi. Biz Türk Milleti vatanımızı savunduk ve emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını bu tür suçlamaları da göğüsleyerek kazandık. Bugün de aynı psikolojik harekât yine emperyalist merkezlerden Türkiyemizi bölme planı çerçevesi içinde yürütülmektedir.”

Konuşmanın tamamı:

http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/37999-dogu-perincek-ataa-odul-torenindeki-konusmam.html

***********

Mehmet Perinçek‘e de “Ermeni sorununu aydınlatmada yapmış olduğu katkılardan dolayı” ödül verildi.

***********

ABD’li Türkler için en önemli konunun Ermeni meselesi olduğunu söyleyen
Lale İskarpatyoti, şöyle konuştu:

  • “Perinçek, soykırım yalanına karşı büyük cesaretle mücadele etti.
    AİHM kararı buradaki savunmamızda çok yararlı oldu.

– Perinçek’in AİHM’de kazandığı bu davanın siz Amerika’daki Türklerin
Ermeni lobisine karşı elinizi güçlendireceğine inanıyor musunuz?

-“Kesinlikle inanıyoruz. Çok önemli günler yaşıyoruz. ABD Dış İlişkiler Komitesi’nde Ermeni tasarısı geçti. Bu konuda bizler ciddi bir tepki veriyoruz. Bütün senatörlere ve kongre üyelerine yazdığımız mektuplarda Doğu Perinçek’in Avrupa’da kazanmış olduğu davayı gündeme getiriyoruz, ondan bahsediyoruz. Perinçek’in AİHM’den almış olduğu bu karar bizim için çok önemli bir savunma aracı oluyor.”

Özellikle her Nisan ayında meclise bir tasarı gelir ve bizler hep bununla mücadele etmek zorunda kalırız. Bu uzun senelerdir uğraştığımız çok zor bir konu. Sayın Doğu Perinçek Avrupa’da bu konuda büyük bir cesaretle mücadele etti. Ve bunun sonucunda hakkında açılmış olan davada da büyük bir başarı gösterdi. AİHM’de haklı çıktı.
Bu bizim için büyük önem taşımakta. ”

– Doğu Perinçek’in kazandığı bu dava sizin buradaki mücadelenize ve genel olarak bu konuda nasıl katkı sağlayacak?

“Biliyorsunuz İsviçre’de ‘Soykırım yoktur’ demek yasak. Bu davada da ifade özgürlüğüne vurgu yapılmış ve kişinin fikrini savunmasında özgür olduğu kabul edilmiş. Ayrıca AİHM bu konuda soykırım değerlendirmesi yapmanın da yerinde olmadığını söyledi. Yani bir soru işareti koydu. Bu bizim için çok önemli. Amerika’daki durum Avrupa’ya göre biraz farklı. Burada soykırım şeklinde Amerika çapında kabul görmüş değil. Bazı eyaletlerde kabul edilmiş. Ayrıca burada konuşma hakkımız da var. AİHM kararı ABD için bağlayıcı değil, ama mahkemenin söylediği şeyler çok önemli. Soykırım kesin değildir diyor, bu konuda soru işaretleri koyuyor, soykırım vardır kararını parlamentoların veremeyeceğini söylüyor. Bir Avrupa Mahkemesi’nin böyle bir karar vermesi bizim buradaki müdafaamızda çok faydalı oluyor.”

***********

Beycan Özgürengin’in söyleşisinin tamamı:

http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/38055-perincek-karari-elimizi-guclendirdi.html

KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Lozan’da Doğu Perinçek ve Vural Savaş ile.


Soldan sağa Lozan Savaşçıları: Mehmet Gül, MHP eski İstanbul Milletvekili,
Vural Savaş, Yargıtay Onursal Başsavcısı, Doğu Perinçek, İP Genel Başkanı,
Ertuğrul Kazancı, ADD Eski Başkanı, E. Korg. Yaşar Müjdeci, İP MKK Üyesi

http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2014/04/turk-amerikan-dernekleri-perinceklere.