Etiket arşivi: Utku Çakırözer

Merdan Yanardağ, Barış Pehlivan ve Gezi tutuklularından mesaj: Bu kumpas da bozulacak

CHP’li Utku Çakırözer’in ziyaret ettiği TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, gazeteci Barış Pehlivan ile Gezi davası tutukluları cezaevinden mesaj yolladı. Yanardağ bu kumpasın da bozulacağını söyledi.

CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, İstanbul Silivri’deki Marmara Cezaevi’nde bir dizi ziyaret gerçekleştirdi. Gezi Parkı davası tutukluları yaklaşık 6 yıldır cezaevinde tutulan Osman Kavala ve 500 gündür cezaevinde bulunan Ali Hakan Altınay, Tayfun Kahraman ve TİP Hatay Milletvekili Can Atalay ile gazeteciler Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan’la görüşen Çakırözer, ziyareti sonrasında cezaevi önünde ANKA Haber Ajansı’na konuştu.

‘BÜYÜK HUKUKSUZLUK’

Ziyaret ettiği isimlerin cezaevinde kalıyor olmasının; Türkiye’nin demokrasisinin, Türkiye’de hukuk devletinin, adaletsizliğin ölçüsünü göstermekte olduğunu belirten Çakırözer, şunları söyledi:

“Gazeteci Barış Pehlivan 3 haftadır burada; hem de bu cezaevinden, yani açık cezaevinden sürekli insanlar tahliye olurken. Hangi insanlar, hükümlüler; uyuşturucu, tecavüz, çocuk tacizi, mafya gibi suçlardan hüküm giymiş insanlar erken tahliye olurlarken İnfaz Yasası’nda yapılan düzenlemeyle, Barış Pehlivan içeriye girmek zorunda kaldı ve daha da yaklaşık 8 ay burada, açık cezaevinde yatmak zorunda bırakılıyor, Hakkında kesinleşmiş bir hüküm olmamasına karşın infaz düzenlemesinden faydalandırılmayarak. Kendisinin mesajı da var. Onları da okuyacağım. Öte yandan, kapalı cezaevinde Osman Kavala yaklaşık kasım ayı başında eğer burada tutulmaya devam ederse 6’ncı yılını cezaevinde doldurmuş olacak. Hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin haksız tutukluluk uygulandığına dair bir kararı var. Kendi mahkemelerimizin beraat kararları, tahliye kararları var. Buna rağmen 6 yıldır cezaevinde tutuluyor büyük bir hukuksuzluk ile.

‘TÜRKİYE’NİN AYIBI’

Yine konuştuğum Can Atalay, Hakan Altınay ve Tayfun Kahraman, 7 Eylül’de 500’üncü günleri olacak, 500 gündür içeride olacaklar. Baktığınızda henüz davaları Yargıtay’da, kesinleşmemiş durumda. Haklarındaki karar kesinleşmemiş durumdayken ve iddianameleri bomboşken maalesef burada tutulmaktalar. Gazeteci Merdan Yanardağ da yine kapalı cezaevinde haksız, hukuksuz tutulmakta. Türkiye’nin büyük ayıbı. İşte iki gazeteci, işte bir milletvekili, seçilmiş milletvekili olmasına karşın, seçimlerin üzerinden mayıstan bu yana 4 aya yakın bir süre geçmiş olmasına karşın cezaevinde tutuluyor. Türkiye’nin en iyi şehir plancılarından, yine Türkiye’nin en iyi düşünürlerinden, isimlerinden Tayfun Kahraman, Hakan Altınay cezaevinde. Türkiye’nin ayıbı, demokrasinin ayıbı ve adalet ve hukuk devleti noktasındaki eksiğimizi en iyi gösteren durum. Onların mesajları var. Onları bir bir okumak istiyorum aracılığınızla.”

YANARDAĞ: TÜRKİYE’NİN BİRİKİMİ BU KUMPASI BOZACAK

Merdan Yanardağ, Çakırözer aracılığıyla ilettiği mesajında Avrupa şampiyonu olan Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımı’nı kutladı. Yanardağ, Çakırözer aracılığıyla şu görüşlerini dile getirdi:

“Kadın voleybolcularımızın şampiyonluğuna gösterilen gerici tepki bile Cumhuriyetimizin kazanımlarının bu ülke insanları için ne büyük bir erdem olduğunu ortaya koydu. Voleybol takımımızın başarısı Cumhuriyet’in bir zaferidir. Cumhuriyet kazanımları ve ilerici birikimi olmasa böyle kadın bir voleybol takımına sahip olamayacaktık. Aynısı adalet sistemimiz ve basın özgürlüğü için de geçerlidir. Türkiye, Cumhuriyetin 100’üncü yılında onun hedeflediği özgürlük ve demokrasiden her gün daha fazla uzaklaşarak karanlık, totaliter bir rejime sürükleniyor; basın ve ifade özgürlüğünün yok edildiği, adeta Nazi hukukunun uygulandığı bir ülke hâline geliyor.

Anayasa’nın güvence altına aldığı, hak ve özgürlüklerin ihlal edilerek benim hukuk dışı yöntemlerle tutuklanmam, hakkı olmasına karşın Barış Pehlivan’ın infaz indiriminden yararlandırılmaması, yine seçilmiş milletvekili Can Atalay’ın hâlâ hapiste tutulması, işaret ettiğim gerici, faşizan, totaliter rejimin önemli göstergeleridir.

  • Türkiye’nin ve bu toprakların aydınlanma ve demokratik birikimi bu ablukayı kıracak, bu kumpası da bozacaktır.
  • Demokratik ve cumhuriyetçi güçlerin birliği bunun için gereklidir,
    olmazsa olmazdır.

Basın ve ifade özgürlüğünün kararlı bir şekilde savunulması bunun ilk adımını oluşturacaktır.

  • Türkiye’nin, hukukun üstünlüğüne inanan cumhuriyetçi güçleri
    kendi evlatlarına sahip çıkmalıdır. Benim de buna inancım tamdır.”

PEHLİVAN: TECAVÜZCÜLER, ÇOCUK İSTİSMARCILARI HER GÜN ÇIKIYORLAR

Barış Pehlivan, Çakırözer aracılığıyla ilettiği mesajında şunları kaydetti:

“Ben bu cezaevinde düzenli olarak her akşam sayımdayım ve bu sayımda her gün birkaç kişinin firar ettiğini öğreniyorum. Ben, hiçbir şekilde bunu aklımdan bile geçirmeden, yani oradan firar ederim vesaireyi aklımdan geçirmeden teslim oldum. Tecavüzcüler, çocuk istismarcıları çıkıyorlar, çıkarmışlar, hâlâ her gün çıkıyorlar ancak ben hakkım olan bir yasadan faydalanmak için hâlâ infaz hakiminin karar vermesini bekliyorum. Yani haklılığımın, bana karşı yapılan hukuksuzluğun bitmesi, haklılığımın onaylanması için, hakkım olan yasadan faydalanmak için infaz hakiminin karar vermesini bekliyorum. Meclis’te çıkan bir yasadan ben faydalanamıyorum ama işte tecavüzcüler, tacizciler çıkıyor. Onlara tanınan bu hakkın bana tanınmıyor olması bu ülkenin bir ayıbıdır.”

KAHRAMAN: BU ÜLKENİN İNSANLARININ VİCDANLARINA GÜVENİYORUZ

Tayfun Kahraman da yaklaşık 500 gündür cezaevinde olduklarına dikkat çekerek “500 gündür bu hukuksuzlukla yaşıyor olsak da umudumuzu asla yitirmedik. Bu ülkenin insanlarının vicdanlarına güveniyoruz. Bizleri 500 gündür hukuksuz bir şekilde burada tutanlara karşı en güçlü ses olacaklarına insanlarımızın inanıyoruz, biliyoruz. Güzel günler çok yakında” mesajını iletti.

ALTINAY: ADALETSİZLİĞE TOPLUM KARŞI AMA…

Utku Çakırözer, Hakan Altınay’ın da sözlerini ise şöyle aktardı:

“Gezi davasında kendilerine yapılan adaletsizliğe, hukuksuzluğa aslında toplumun büyük çoğunluğunun, % 60’tan çoğunun karşı olduğunun bilindiğini ama bu adaletsizlikte ısrar edildiğini söyledi. ‘Adaletsizliğe toplum karşı ama adaletsizlikte maalesef ısrar ediyorlar’ dedi. Bu hatadan ne kadar çabuk dönülürse o kadar aslında Türkiye’nin ve kendi milletimizin yararına, çıkarına olduğunu söyledi. İddianamede haklarında hiçbir delil olmadığını bir kez daha ifade etti ve Yargıtay’dan bir an önce haklarındaki bu ilk derece mahkemesinin verdiği kararın bozulması kararını beklediklerini ifade etti.”

ATALAY: HATAY’DAKİ SU İHTİYACININ GİDERİLMESİNE YOĞUNLAŞILMALI

TİP Hatay milletvekili Can Atalay’ın mesajıyla ilgili de Çakırözer, şöyle konuştu:

“Benden önce İYİ Parti Milletvekili (Selçuk Türkoğlu) kendisini ziyaret etmişti. Öncelikle Meclis’te temsil edilen diğer partilerin de kendisine yönelik bu haksızlığa, bu hukuksuzluğa karşı olduğunu görmekten memnuniyetini ifade etti. Yani bu konunun, dayanışmanın belki de bu adaletsizliklerin aşılmasında en önemli öge olacağını söyledi. Kendisi Hatay Milletvekili, 4 aydır kendisini seçen Hataylılarla kavuşamamış durumda ama Hatay’daki gelişmeleri yakından izliyor. O yüzden de iki mesajından birincisi Hatay’la ilgili. Hatay’da başta su olmak üzere temel ihtiyaçların karşılanmasında, karşılanamıyor olmasında sıkıntı gördüğünü ve bu konunun, yani bu ihtiyaçların giderilmesine yoğunlaşılması gerektiğini ifade etti. Seçim hesaplarıyla hızlıca yapılanların ya da yapılıyor görülenlerin maalesef Hataylıların acil sorunlarına çare olamadığını ifade etti.

‘ERİNÇ SAĞKAN’I SELAMLIYORUM’

Adli yıl açılışını ve orada verilen mesajları yakından izlediğini söyledi. Birinci konuşma olan avukatları ve onları temsilen Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın yaptığı konuşma için Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan’a selamlarını iletti. 2022’de başlayan ve maalesef 2023’te de süren Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın adaletsizlik krizine ilişkin sözlerinin sansürlenmesini yanlış bulduğunu, kınadığını ifade etti ve şu mesajı verdi.

‘Değil yeni Anayasa; asgari, hukuki tartışma için bile bir demokratik tartışma zemini olması gerekir Türkiye’de. Bu koşullarda bile görüşlerini, eleştirilerini ifade eden avukat Erinç Sağkan’ı Silivri’den selamlıyorum’ dedi.”

Cezaevinde bulunanların mesajlarını okuduktan sonra Çakırözer,

“Ben size de ANKA’ya da ve sizin şahsınızda Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti, tabii bunların başında yer alan basın özgürlüğü için mücadele veren tüm meslektaşlarımıza, basın kuruluşlarına, gazetecilere teşekkür ediyorum. Burada özgürlükleri kısıtlanan gazetecilerin, sivil toplum savunucularının, hak savunucularının, iş insanlarının, aktivistlerin hakkını savunduğunuz için sizlere teşekkür ediyorum” diyerek sözlerini tamamladı.

Osman Kavala: “Ülkem için üzülüyorum”

Silivri Cezaevi’nde 1202 gündür tutuklu Osman Kavala:
“Ülkem için üzülüyorum”

  • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hakkında verdiği hak ihlali kararı ve yerel mahkemelerin verdiği tahliye kararlarına rağmen üç buçuk yıldır tutuklu bulunan sivil toplum örgütü kurucusu ve iş insanı Osman Kavala, “Benimle ilgili dava süreci maalesef bir tiyatroya halini aldı. Hukuksuzluk tiyatrosu!” dedi. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin, yeni atanan rektöre karşı sürdürdükleri barışçıl protestolara da dayanışma mesajı gönderen Kavala, “Eşim Ayşe Buğra gibi, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri gibi ben de ülkem için üzülüyorum” dedi.
cumhuriyet.com.tr 14 Şubat 2021
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/silivri-cezaevinde-1202-gundur-tutuklu-osman-kavala-ulkem-icin-uzuluyorum-1813672

Silivri Cezaevi’nde 1202 gündür tutuklu Osman Kavala: Ülkem için üzülüyorumCHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, Silivri Cezaevi’nde 1202 gündür tutuklu iş insanı ve sivil toplum örgütü temsilcisi Osman Kavala ve yazar Ahmet Altan’ı ziyaret etti.

Gezi Dayanışması‘nın organizatörü olduğu iddiasıyla açılan davadan beraat etmesine rağmen 15 Temmuz darbe girişiminin planlayıcısı ve casusluk suçlamalarıyla art arda davalar açılarak tahliye edilmeyen Kavala, 39 aydır Silivri Cezaevi’nde tutuklu. Bu süreçte AİHM tutukluğunun hak ihlali olduğuna hükmederken, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de Türkiye’ye bir an önce serbest bırakılması çağrısında bulundu. Yapılan son duruşmada hakkındaki tüm iddialar bir dosyada toplanarak tutukluğuna devam kararı verildi.

Dosyaların birleştirilmesi kararından sonra dava süreci hakkında ilk kez yorumda bulunan Kavala “Benimle ilgili davalar baştan beri hukuki bir süreç olmaktan uzaktı. Gelinen noktada maalesef bir tiyatro halini aldı. Hukuksuzluk, adaletsizlik tiyatrosuna dönüştü” dedi

BOĞAZİÇİ’NE  DESTEK: BEN DE ÜZÜLÜYORUM

Yeni atanan rektöre karşı, barışçıl protestolarını yürüten Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine de Silivri’den dayanışma mesajı gönderen Kavala, “Eşim Ayşe Buğra gibi, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri gibi ben de ülkem için üzülüyorum” dedi.

5 YILDIR TUTUKLU, DOSYASI YARGITAYDA BEKLİYOR

Çakırözer,  dört buçuk yıldır süredir Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan gazeteci-yazar Ahmet Altan ile de görüştü. 2016 Eylül ayından bu yana tutuklu bulunan ve 2019 sonunda verilen tahliye kararının ardından yeni tutuklama kararı ile yeniden Silivri Cezaevi’ne konan Altan’ın itirazı ise 13 aydır Yargıtay’da bekliyor.

ÇAKIRÖZER: BU DAVALAR DEMOKRASİNİN TURNUSOL KAĞIDI

Milletvekili Utku Çakırözer ziyareti sonrasında şu açıklamaları yaptı:

Osman Kavala hakkındaki bir beraat, iki tahliye, bir AİHM ve bir Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararına rağmen yaklaşık 4 yıldır cezaevinde.

Kavala’nın tutukluluğu Türkiye’de demokrasinin turnusol kağıdıdır.

Ahmet Altan sadece yazılarından dolayı dört buçuk yıldır cezaevinde.

Dosyası son bir yıldır keyfi biçimde Yargıtay’da bekletiliyor.

Terör örgütü üyeliğinden hüküm giyenler bile ondan az yatıp çıktı. Hakimlerin karar verirken uymaları gereken hukuk güvenliği, insan onuru ve makul süre ilkeleri nerede kaldı?

Kavala, Ahmet Altan, Selahattin Demirtaş

ve diğer siyasi tutukluların cezaevinde tutulduğu her gün yeni bir hak ihlalidir. Onlar zindanlarda tutulduğu sürece Türkiye’de hukuk devletinden bahsetmek mümkün olamaz. Yeni Anayasadan bahsedenler öncelikle mevcut Anayasaya uyarak, tarafı olduğumuz AİHM kararlarına tam uyum sağlamalıdır. Siyasi tutuklular bir an önce özgürlüklerine kavuşmalıdır” dedi.

 

Prof. HİLMİOĞLU : “BU YAPILAN CİNAYET”


Dostlar
,

Geçtiğimiz hafta Cumhuriyet Gazetesinin Ankara temsilcisi Utku Çakırözer,
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde bir söyleşi yaptı..

Türkiye’nin anlık değişen yoğun gündeminde öne çekemedik..

Şimdi Ergenekon salıvermeleri (tahliyeleri) yaşanırken bu önemli söyleşiyi paylaşmanın tam da zamanı..

Özellikle sevgili arkadaşımız – dostumuz Fatih hoca için bu sitede epey yazı yazdık..
Bunu da ilgi ve bilginize sunarken, Fatih kardeşimize ve tüm hasta tutuklu – hükümlülere bir an önce şifa diliyoruz.

Bu söyleşisinde Fatih hocanın, kendisini Silivri zindanında ziyaret eden NOBEL ödülü de olan uluslararası ünlü bilim insanlarına, ufuklu – derinlikli bir aydın olarak söyledikleri daha bir dikkatle okunmalı..

Batı emperyalizmi geleneksel – onmaz hastalığı 2 yüzlülükten kurtulamıyor..
(Prof. Maurice Duverger; “The Study of Politics” te ne güzel özeleştiri verir..)
Çok yazık..

(yazının pdf formu için : BU_YAPILAN_CINAYET_Cumhuriyet_5.3.14)

Sevgi ve saygı ile.
11 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Prof. HİLMİOĞLU : “BU YAPILAN CİNAYET”

6_kez_rapor_aldim_saliverilmedim

 

 

 

 
►Son 11 yılda 2 bin insanın cezaevlerinde öldüğünü belirten Hilmioğlu, “Bu aslında taammüden cinayettir.” diyor. Adli Tıp Raporu olan bütün hasta tutukluların otomatik olarak tahliye edilmesi gerektiğini söyleyen Hilmioğlu, “Bu yargılamalarda gördük ki mahkemeler, hâkimler vicdani kanaatlerini hep kötü kullanabilmekte. Hiç hasta tutuklular lehinde kullanmamakta.” dedi.

Doktorlar sayınca 5-6 farklı sağlık sorunum, rahatsızlığım olduğunu söylüyorlar. Ama bütün bu rahatsızlıkların esas kaynağı adaletsizliktir. Cezaevine girmeden ‘Türkiye’nin sorunlarını say’ deseler, 1’den 10’a kadar ‘eğitim’ derdim. Ama şimdi birden ona kadar ‘adalet’ diyorum. Bu ülkede insanca yaşayabilmenin temeli adalet. Tutuklandığımda 55 yaşındaydım. Türkiye’de ortalama insan ömrü 70’tir. Yani hayatımın kalan 15 yılının 5’ini yediler. Hayatımın üçte birini elimden aldılar. (Fotoğraflar: NECATİ SAVAŞ)

Giderek kötüleşen sağlık durumu nedeniyle Anayasa Mahkemesi kararıyla tahliye edilen
Ergenekon tutuklusu eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Fatih Hilmioğluyaklaşık 10 gündür Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nde tedavi görüyor. Hilmioğlu ile hastanenin 6. katındaki odasında, doktorların muayenesi ile her gün yapmak zorunda olduğu fizik tedavi programı arasında görüşme fırsatı yakaladık.

Tedavi dışındaki zamanlarını gazete ve kitap okuyarak geçiren Hilmioğlu’nun en duyarlı olduğu konu, içerideki hasta tutuklu ve hükümlüler. 5 yıla yaklaşan tutukluluk deneyiminden yola çıkarak bazı saptama ve önerilerde bulunuyor:

‘2 bin kişi cezaevlerinde öldü…’

Cezaevlerindeki hasta tutuklulara yapılan muamele aslında taammüden cinayettir.
Bakın son 11 yılda 2 bin küsur kişi cezaevlerinde ölmüş. Bu mesele artık Türkiye’nin önemli bir sağlık sorunu haline gelmiş. Meselenin bu kadar kronikleşmesinin iki boyutu var:

1. Üniversite hastanelerinin raporları Adli Tıp Kurumu tarafından dikkate alınmıyor.
Ben üç kez heyet raporu götürdüm. Daha Ağustos 2009’daki ilk raporda
Tutukluluğun devamı halinde kesin tehlike teşkil eder.” diyordu.

Adli Tıp 3. İhtisas Dairesi’nin bu rapora karşı yazdığı rapor, “Görüntüleme bulguları ileri evre karaciğer hastalığını düşündürtmekte” demesine karşın, “Cezaevine gitsin” sonucuyla bitiyordu. Aynı yıl ikinci raporu, 2011’de üçüncü raporu aldık Cerrahpaşa’dan. Sonuç değişmedi. Bir devlet, kendi üniversitesinin hastanesinin kurul raporuna nasıl güvenmez?

2. Bu denli yanlı olan Adli Tıp Kurumu’nun bile “cezaevinde kalamaz” dediği isimler var.
O vahim raporlara karşın mahkemeler o hastaları tahliye etmiyor.

Kuşkudan ‘hasta’ yararlanmalı

Yapılması gereken şu: Öncelikle Adli Tıp raporu olan her tutuklu otomatik tahliye edilmeli.
Hatta Adli Tıp Kurumu raporundaki heyette tek hekim bile “Bu kişi içeride duramaz” dese, o görüş tutuklu hastanın lehine kullanılmalıdır.  Kuşkudan hasta tutuklu yararlanmalıdır. Ayrıca üniversite hastanelerinden alınan raporlar da yine otomatik tahliye getirmelidir.

Hâkimin vicdani kanaati ‘sıfırlanmalı’

Mahkemenin yeni bir değerlendirme yaparak farklı kanaatte bulunma yetkisi olmamalı.
Hâkimlerin vicdani kanaat kullanma yetkisi olabildiğince sınırlanmalı. Hatta sıfırlanmalı.
Hâkimler kararlarını yalnızca ve yalnızca yazılı hukuk kuralları çerçevesinde vermeli.
Belki garip gelebilir ama bu yargılamalarda gördük ki mahkemeler, hâkimler vicdani kanaatlerini hep kötü kullanabilmekte. Hiç hasta tutuklular lehinde kullanmamakta.

 ‘Hastaysa Hizbullahçı da çıkmalı’

Adli Tıp rapor veriyor. Mahkeme “Tamam da bu adam tehlikeli” diyor. Bu ne demek ya?
İşte orada vicdani kanaat kullanamazsın kardeşim. PKK olsun, Hizbullah olsun, ocu olsun bucu olsun, kim olursa olsun. “İçeri düşen de insandır.” diye bakacaksın. Suçu ya da hakkındaki iddia ne olursa olsun cezaevine giren adamın yaşam hakkı devletin güvencesi altında olmak zorundadır.

‘Hekimler korkuyor’

Beş yıl içinde sanırım 5 ya da 6 farklı sağlık kurumuna gitmek durumunda kaldım. Adli Tıp da dahil oralarda gördüğüm manzara şu: Meslektaşlarım korku içinde. Sindirilmişler. Mesleklerini özgürce icra edemiyorlar. Adını vermeyeceğim bir hastanede doktordan konsültasyon için sevk istedim. “Hocam beni sürerler. 2 çocuğum var, ne yaparım?” diye dert yandı ve reddetti. Söylemelerine de gerek yok; gözlerinden, mimiklerinden bu korku okunuyor. Bunun başlangıcı Prof. Mehmet Haberal ile ilgili rapor düzenleyen İstanbul Kardiyoloji Enstitüsü profesörlerinin tutuklanması olayıdır. O bir kırılma noktasıydı. Ondan sonra kimi hekimler sürülmekten veya açığa alınmaktan korkar hale geldiler.

Gazeteciler davalar boyunca meslektaşlarına sahip çıktı.

Ancak sağlık durumum nedeniyle kamuoyunun gösterdiği genel duyarlık dışında,
ben içinden çıktığım iki büyük camiadan yeterli desteği görmediğime inanıyorum.
Birincisi tıp camiası. İkincisi akademisyenler.

‘Niyet olsa bir Dakikada bırakırlar’

Profesör Hilmioğlu’yla görüşmemizde, hükümet-cemaat kavgası ve bu çerçevede Başbakan ve kurmaylarının Balyoz ve Ergenekon davalarına yönelik “kumpas kuruldu” açıklamalarını ve o davalarda yargılanan kişilerin nasıl özgürlüklerine kavuşabileceğini de konuştuk:

Ergenekon ve Balyoz konusunda hükümet başından beri politik davranıyor. Niyet olsa bir dakikada çıkarırlardı bizi. Hâlâ da içeridekileri çıkarabilirler. Madem davaların kumpas olduğuna inanıyorlar, çözümü çok basit. Bir cümlelik kanun değişikliği yeter. Tutukluluk süresi 2 + 1 yıldır dersiniz, olur biter. Ya da özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasından sonraki tüm kararlarını geçersiz sayacak bir yasal düzenleme yapılabilirdi. Bu yalnızca Ergenekon’u değil Balyoz’u da çözer.

‘17 Aralık değiştirebilir’

17 Aralık soruşturması ve sonrasındaki kavga olmasa büyük olasılıkla bu davalarda hiçbir değişiklik olmayacaktı. Ergenekon’dakiler için Balyoz’daki süreç neyse aynen o yaşanacaktı. Hukuksuzluk değişmeyecekti. Ancak 17 Aralık (2013) sonrası dengelere bakınca şimdi ‘değişebilir’ diyorum. Tabii siyasal niyet önemli. Madem ortada kumpas var. Bu kumpas sonucu oluşan mahkemelerin verdiği kararlar meşruiyetini yitirmiş demektir. Ve doğal olarak bu kumpasa neden olan insanlarla ilgili bir hukuksal sürecin de başlaması toplumun her kesiminin doğal istemidir. Hukuk devleti olmanın da gereğidir. Ama hükümet ne içeridekileri çıkarıyor ne de kumpası yapanları
ortaya çıkarıyor. O zaman doğal olarak insanlar içtenlik sorgulaması yapıyor.

‘10 yıl süren darbe olur mu?’

Ergenekon iddianamesinin özü ‘askeri darbe teşebbüsü’ iddiasıdır. İddianame ve mütalaada 2003-4 arasında darbe teşebbüsü olduğu söylenmesine karşın bu davada 10 yıllık bir zaman süreci sorgulandı. 2009 yılındaki sorunlar bile dava konusu. Siz hiç 10 yıl süren ‘darbe teşebbüsü’ gördünüz mü? En çok 1 gün, 1 hafta hadi bilemedin 1 ay olur. İnsanın aklıyla alay ediyorlar.

‘Kolumuz kanadımız kırık’

Hilmioğlu ailesi beş yıl içinde çok büyük acılar yaşadı. Bunların en üzücüsü 2012 yılında
küçük oğulları Emir’i yitirmek oldu. Ne Fatih Hoca ne de eşi Nurhan Hilmioğlu bu kayıp üzerine konuşmak istiyor. Prof. Hilmioğlu yalnızca şu denlisini söylemekle yetiniyor:

Bizi asıl çökerten evladımızı yitirmek oldu.”

O varken, ‘Nasılsa bu günler geçecek’ diye teselli buluyorduk.  O’nu yitirince yaşam çok zor duruma geldi. Ailecek kolumuz, kanadımız kırık. Emir’in acısının tanımı olanaklı değil. Allah kimseye yaşatmasın. Aile olarak gerçekten çok zor günler yaşadık, yaşıyoruz. Ne yapacağız ki? Birbirimize destek olarak, acımızı da içimizde yaşatarak devam edeceğiz. Benim için özgürlük, eşimin ve yaşamda kalan öbür oğlumuz Arman’ın yanında olmak demek artık…

CEZAEVİNDEN BATI’YA ‘ATATÜRK’ FIRÇASI

Prof. Hilmioğlu’nun da aralarında bulunduğu Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarından tutuklu bulunan akademisyenlerin özgürlüklerine kavuşması için Avrupa ve ABD’de kampanya başlatılmıştı. Bu çerçevede, Nobel ödüllü akademisyenlerin de aralarında bulunduğu Amerikalı ve Alman bilim insanları Hilmioğlu’nu Silivri’de ziyaret etmişti. Hilmioğlu o ziyarette Batı’ya verdiği mesajları da ilk kez açıkladı.
Silivri’de üç buçuk saat görüştüğümde hiç lafımı esirgemeden şunları söyledim:

*****

  •  Avrupa ve Amerikalıların temel sorunu, 50 yıldır Atatürkçü düşüncenin önemini anlayacak devlet adamı yetiştirmemiş olmaktır. 
  • ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCENİN YALNIZCA TÜRKİYE VEYA BÖLGEMİZDE DEĞİL TÜM DÜNYADA BARIŞ İÇİN EN ÖNEMLİ YOL OLDUĞUNU GÖREMEDİNİZ. 
  • Laikliğin bu dünyaya barış ve huzur getirecek en önemli öge olduğunu, bunun da Atatürk’ün devrimlerinin omurgası olduğunu göremediniz.
  • 10 YIL BOYUNCA DEMOKRASİ ADINA BU İKTİDARI DESTEKLEDİNİZ VE SONUNDA BİR DİKTATÖR YARATTINIZ. NE DENLİ ÖVÜNSENİZ AZDIR KENDİNİZLE!”

    *****

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/47357/Bu_yapilan_cinayet.html, 05 Mart 2014
UTKU ÇAKIRÖZER – Cumhuriyet

Beşşar Esad : Arap Baharı gözyaşı, kan ve ölüm getiriyor, laikliği götürüyor! / Bashar al-Assad : Arab Spring brings blood and death, destroys secularism..

Cumhuriyet 07.07.2012

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad: 

Arap Baharı gözyaşı, kan ve ölüm getiriyor, laikliği götürüyor!

‘Arap Baharı laikliği kazıyor’

UTKU ÇAKIRÖZER

ŞAM – Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki halk hareketlerini
“Arap Baharı bu bölgeye sadece gözyaşı, kan ve ölüm getiriyor.
Beraberinde de ülkelerimizden laikliği götürüyor.” diye nitelendirdi.

Bölgede haritaların yeniden çizilmekte olduğunu belirten Esad,

“Eskiden Arap dünyasında bir tane Lawrence vardı. Şimdi sayısız Lawrence’lar var” dedi.

Esad, AKP hükümetinin de bölgede “İslamın siyasallaşması” rolüne soyunduğunu ileri sürdü.

‘Devrimi terörist değil halk yapar’

Esad Cumhuriyet’e verdiği röportajın son bölümünde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanmakta olan halk hareketlerini değerlendirdi. Son 1 yıldır kendi ülkesinin kapılarına dayanan
“Arap Baharı” konusunda Esad sorularımızı şöyle yanıtladı:

– Arap Baharı’nı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Bahar” kelimesi iyi ve güzel şeyleri çağrıştırır. Oysa bölgemizde bahsi geçen “bahar” bizlere sevimsiz şeyler yaşattı ve yaşatıyor. Bu coğrafya hayata değil ölüme götürülüyor. Baharda ölüm, gözyaşı ve kan olmaz.

Devrimlerden söz edeceksek bu devrimleri halklar yapar. Silahlı teröristler yapmaz.

Devrimler halkları ve ülkeleri ileri götürmek için yapılır ve gerçekleşir. Toplumları çağdışı ve geriye götüren süreçler devrim olamaz. Devrimler siyasal, kültürel ve toplumsal bir programla gelir.
Devrim eğer bir boşluk yaratıyorsa bu boşluk da toplumda kargaşa yaratıyorsa o devrim olamaz.

‘Sayısız Lawrence var’

Tarihsel bir süreçten geçiyoruz. Bölgemizde harita yeniden şekilleniyor. Eskiden bir tane Lawrence vardı. Şimdi sayısız Lawrence’lar çıktı. Ülkelerimizde ortaya çıkarılmaya çalışılan bu oluşumların Batı’nın hangi projelerine hizmet edeceğini bekleyip görmek gerek.

Ama şu çok net ki, dış güçler var olan devrimleri çıkarları doğrultusunda kullanacaktır.
Bölgemizde iki tür ülke var. Bazıları kendi ulusal çıkarları doğrultusunda hareket ediyor.
Bazıları da gelen telkinler doğrultusunda.

‘Dini koruyan laikliktir’

– Tunus ve Mısır’da Arap Baharı’nın sonunda Müslüman Kardeşler’in iktidara gelişini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz Suriye’de dinden yanayız, ama dinin siyasallaşmasına karşıyız. Çünkü din politikanın üstündedir.
İkisini asla yan yana getirmemek gerekir. Dini, politik amaçların için kullanırsan aslında o dini aşağılamış, küçümsemiş olursun. Dine de kötülük etmiş, dinine saygısı olan toplumunu zayıflatmış olursun.
Sarsılan bu toplumu da mezhepsel çatışmaları körükleyerek parçalamak çok daha kolaydır.
O nedenle biz laikliğin dine karşı olmadığını, laikliğin dini koruyan algı olduğunu savunuruz hep.

‘Hedefte ‘laiklik’ var’

İşte tüm bu bölgemizde olup bitenleri de şöyle yorumlayabiliriz:

Bu coğrafyada şu anda yaşanan her şey, laik sistemleri kazımayı, ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.

Laiklik ortadan kaldırıldığında büyük devletler bu bölgede istedikleri her şeyi daha kolay yapacaklardır.

Biz bu sürece kuşkuyla bakmaktayız.

Çünkü dinin politize edilmesinin nasıl tehlikeli olduğunu bilmekteyiz.
İşte bu nedenle biz Suriye’de dinin politize edilmesini asla kabul etmeyiz.
Bu söylemi dillendiren ve bu konuda adım atan herkese de kuşkuyla bakarız.

=====================================================================================

Teşekkürler Cumhuriyet Gazetesi, teşekkürler Utku Çakırözer..

Sevgi ve saygı ile
7.7.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net