Etiket arşivi: Eğitim-Sen

Yıllar sonra görülen kızıl hastalığına dikkat!

logo

Yıllar sonra görülen kızıl hastalığına dikkat!

Türkiye’de yıllardır görülmeyen “kızıl hastalığı” öğrencilerde yeniden görülmeye başlandı. Ankara’daki kimi okullarda saptanan kızıl hastalığı ve artan grip olguları üzerine velilere, “Ateşli ve bulaşıcı hastalık vakalarında gözlemlenen artış nedeniyle öğrencimizin maske takmasını öneririz” mesajı gönderildi.

İleyda Özmen

ANKARA- Türkiye’de yıllardır görülmeyen “kızıl hastalığı” öğrencilerde yeniden görülmeye başlandı. Ankara’daki kimi okullarda belirlenen kızıl hastalığı ve artan grip olguları üzerine velilere, “Ateşli ve bulaşıcı hastalık vakalarında gözlemlenen artış nedeniyle öğrencimizin maske takmasını öneririz” mesajı gönderildi. Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, kızıl hastalığının solunum ve yakın değinim (temas) yoluyla geçtiğini belirterek, “Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk. Okulların kalabalık olması, sağlık ve hijyen eğitimi eksikliği, çocukların yeterli-dengeli beslenemeyişinden dolayı beden dirençlerinin düşmesi, bu hastalığın yeniden ortaya çıkışını tetikleyen etmenlerdir.” dedi. Okullara yeterli bütçe ayrılmadığını ifade eden EĞİTİM-SEN Merkez Kadın Sekreteri Simge Yardım da çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanması gerektiğini söyledi.

COVID-19‘un yanı sıra son dönemde öbür salgın hastalıklarda da artış baş gösterdi. Bunlardan uzmanları en çok korkutan ise kızıl hastalığının yeniden görülmesi. Kızılın ciddi bir sağlık sorunu olduğunu vurgulayan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Saltık, GAZETE DURUM‘a önemli açıklamalarda bulundu. Saltık, şunları kaydetti:

Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk..

Kızıl hastalığı, adından da anlaşılacağı üzere, özellikle 5 yaşlarından başlayarak 18’li yaşlara dek

çocuklarda, neredeyse tüm bedeni kırmızıya boyayan parlak kırmızı renkli döküntülerle giden bulaşıcı bir hastalıktır. Bir bakteri olan A grubu streptokoklarca oluşturuluyor. Neden bu hastalık ortaya çıkıyor? Öncelikle belirtmeliyim ki, gelişmiş ülkelerde bu hastalık neredeyse unutulmaya yüz tuttu. Bir Halk Sağlıkçı -Halk Sağlığı Uzmanı hekim- olarak Türkiye’de henüz Sağlık Bakanlığı’nın resmi verilerinde görmedim ama kızıl olgularının okullarda görülmesi beni üzdü.

Son 10-20 yıldır Türkiye’de kızıl hastalığını pek görmüyorduk

Okulların kalabalık olması, sağlık ve hijyen eğitimi eksikliği, çocukların yeterli-dengeli beslenemeyişinden dolayı beden dirençlerinin düşmesi, bu hastalığın yeniden ortaya çıkışını tetikleyen etmenlerdir. İktidarın ve toplumun bunlara dikkat etmesi gerekiyor.

Okullarda yardımcı hizmetli sayısı çok eksik hatta yok gibi. Okul tuvaletlerinde yeterince hijyen yok. Sıvı sabun ve kâğıt havlu gibi eksiklikleri biliyoruz. Okullarda musluklar ışığa duyarlı (fotoselli) olmalı.

Okul sınıflarının kalabalık olduğunu, servislerin kalabalık oluşunu biliyoruz. Kış mevsimi yaklaşıyor, kalabalık ortamlarda insanlar aynı havayı uzun süre soluyabiliyorlar, yakın değinimde (temasta) olabiliyor. Bunlar kızıl hastalığının yeniden tetiklenmesine yol açan kolaylaştırıcı, hazırlayıcı etmenler.

Hastalık dilin üzerinde tipik çilek gibi bir görüntü oluşturur

Hastalığa tanı koymak için öncelikle çocuğun diline bakarız. Hastalık dilin üzerinde tipik çilek gibi bir görüntü oluşturur. Buna “çilek dili” deriz. Çocuğun yüzünde, boynunda, kollarının iç yüzünde, koltuk altlarında, bedende, kasıklarda kırmızı parlak döküntüler oluşur.

Hastalık etmeni A grubu streptokok bakterileri solunum yoluyla alındığı gibi dokunmayla, ortak kullanılan gereçlerle de bulaşıyor. Okullarda defter, kitap, kalemaçar, silgi, paylaşılan su matarası, bardak gibi ortak kullanılan gereçlerden bulaşma kolaylıkla gerçekleşir. Öncelikle okullarda çevre ve kişisel hijyen önlemlerinin alınması gerekiyor. Çocuklarda ateş 38 derecenin üzerine çıkarsa, yutma güçlüğü başlarsa, nefes alıp vermede zorluk, hızlı soluma gelişir ve genel durum bozulursa, bu durum kızılın zatürreye dönüştüğünün göstergesidir. 5 yaş altı çocuklarda daha ağır seyreder.

“Çilek dili” 

Hastalığın korkutan yanları

Hastalığın en çok korkutan yanları (komplikasyonları) şunlar:

Birincisi tıpta “kardit” adı verilen kalp kapak enfeksiyonları. Kalp kapak enfeksiyonlarında bozukluk daha sonrasında darlık ve/veya yetmezlik biçiminde gelişebilir. Anjiyografi veya cerrahi girişim ile kapaktaki darlığın açılaması ya da yetmezlik görülen kapakların değişimini gerektirecek ölçüde kalpte ciddi bozukluklara yol açabilir.

İkincisi kızıl hastalığının arkasından böbrek yetmezliğine giden bir tablo ile karşılaşılabilir.

Üçüncüsü hastalık, eklem romatizmalarına yol açabilir. 

Dördüncüsü, sağaltımda (tedavide) geç kalınırsa mikroplar (streptokoklar) kana karışarak tüm bedene yayılabilir (sepsis).

Kızılın sağaltımı (tedavisi)

Boğazdan sürüntü örneği alınır, mikrobiyoloji laboratuvarında saptanan mikroorganizma belirlenerek antibiyogram yapılır ve sıklıkla penisilinler olmak üzere uygun antibiyotikler verilir. 7-10 gün antibiyotik sağaltımı almak gerekir. Belirtiler azalsa bile, antibiyotik sağaltımının ardından, 7-10 gün içinde yeniden boğaz kültürü  ya da hızlı test yapılmalı ve hastalık nedeni (patojen) bakterilerin kalmadığı kanıtlanmalıdır. Bu yol, süregen (kronik) taşıyıcılığı ve bulaştırıcılığı önlemek bakımından da önemlidir. Hastalığı ciddiye almak gerekiyor.

Bir ailede, bir kişide kızıl hastalığı çıkarsa, öbür aile üyeleri de risk altındadır.
Aile içi bulaş sık görülür.

Hastalık tanısı konan çocukların en az on gün okuldan uzaklaştırılması gerekir

Hastalık tanısı konan çocukların en az on gün okuldan uzaklaştırılması gerekir. Halka kızıl hastalığı ile ilgili eğitim verilmesi gerekir. Okullarda öğretmenlere, emekçilere, öğrencilere uygun yöntemlerle korkutmadan, ürküye (paniğe) sokmadan sürekli sağlık eğitimi verilmelidir.

Ülkemizde okul sağlığı birimleri yok ne yazık ki. Bu vesileyle bir kez daha görüyoruz ki; Okul Hekimliği / Sağlığı birimleri kurma gerekliliği var. 2-3 yıldır Kovit-19 nedeniyle sürekli söyledik ve uyardık. Ama kurulmadı. Okullardaki öğrenci yoğunluğu azaltılmalı.

  • Türkiye’de nüfus her yıl bir milyonun üzerinde korkunç ve gereksiz biçimde artıyor.
    İktidar bu artışı kesinlikle akıl dışı biçimde teşvik ediyor. 
  • Ayrıca on milyon dolayında yurttaş olmayan yabancılar ülkemizde ve bu kesimler genellikle daha eşitsiz, kırılgan.

Üniversite öncesi okul çağındaki öğrenci sayısı neredeyse 19 milyon. 1,2 milyon dolayında öğretmen var, okul çalışanları, servis emekçileri var. Çok ciddi bir nüfus bu. 60 milyonu geçiyor ailelerle birlikte. Dolayısıyla, Milli Eğitim Bakanlığı Sağlık Daire Başkanlığı’nın Sağlık Bakanlığı’yla birlikte, eşgüdüm içinde hemen harekete geçmesi uygun olur.

Kızıl olgusu görülen okullarda maske takılması, uygun el yıkama önerilir.

Öğretmenlerin özenli olması ve iyi gözlem yapması gerekiyor. Kuşkulu durumdaki çocuklar gecikmeden aileye, bölgedeki ilgili Toplum Sağlığı Merkezlerine bildirilmelidir. Kızıl bildirimi zorunlu olmamakla birlikte (1593 sayılı yasa ve ilgili Yönetmelik), bilgiler paylaşılmalıdır.

Kızılın toplumsal-ekonomik-kültürel boyutları

Ülkemizde yaşanan korkunç ekonomik bunalım ve yoksullaşTIRma,
  • Türkiye’yi dünyanın “en sefil ülkesi” durumuna düşürdü!
Sefalet Endeksi” kavramı biliniyor artık.
Arjantin, Zimbabve, Venezuela gibi ülkeler sıralamada en üstte (en olumsuz) olurdu.
Şimdi Türkiye en üstte ne yazık ki.
Bu tablo Cumhuriyetimiz yüzüncü yılına girmişken çok acı verici ve ülkemize asla yakışmıyor.
TÜFE + işsizlik oranı = Sefalet Endeksi olarak tanımlı.
TÜİK işsizlik oranını %9,5 olarak veriyor. Ekim 2022 sonu yıllık TÜFE’yi ise %85 olarak açıkladı.
İki verinin de gerçeklerden çok uzak olduğunu biliyoruz.
ENAG verileri ile enflasyon %185’in, işsizlik ise %10’ların çok üstünde.
TÜİK’in 2 resmi oranının toplamı 95 yapıyor.
  • Böylece Türkiye, Dünya Sefalet Endeksi’nde Arjantin’i de geçerek dünyada en “sefil” ülke durumuna düştü/düşürüldü AKP’nin 20 yıllık tek başına iktidarı sonunda.

Böyle bir ülkede her türlü olumsuzluk beklenir. Bulaşıcı hastalıklar artmaya başlar, unutulmuş bulaşıcı hastalıklar geri dönebilir.

Yaşam niteliği geriler ve ortalama ömür kısalır, ölümler, engellilikler artar.

Sağlık Bakanlığı’nın kızıl olgularının istatistiklerini saydamlıkla paylaşması gerekir.

Bir yandan sosyal-ekonomik önlemlerle yoksullaştırılan topluma ivedi ve yeterli destek verilmeli, öbür yandan da Epidemiyolojik ilkelerle başta bulaşıcı hastalıklar olmak üzere tüm sağlık sorunlarıyla bütüncül savaşım sürdürülmelidir.

  • Sağlık, doğuştan kazanılan temel insanlık hakkıdır ve devletin en temel kamusal
    görevidir.********

    Velilere gönderilen ileti

“Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanmalı”

EĞİTİM-SEN
Merkez Kadın Sekreteri Simge Yardım, okullarda görülen salgın nedeniyle
velilere giden ileti ve yaşanan salgınların nedenlerini şöyle değerlendirdi:

Okulların fiziksel koşulları

Okullarda görülen salgın olgularına ilişkin olarak öncelikle okulların fiziksel koşullarını değerlendirmek gerekiyor. Pandemi sürecinde de bugün de bu konuyla ilgili hiçbir önlem alınmadan eğitim-öğretim sürdürülmeye çalışılıyor. Öncelikli olarak okulların fiziksel koşullarının çocukların sağlıklı koşullarda eğitim alabilecekleri biçimde düzenlenmesi gerekir. Verili (mevcut) durumda kalabalık sınıflar, sınıfların havalandırma koşullarının uygun olmaması, temizlik personeli yetersizliği, okullarda temizlik gereçlerinin olmaması gibi pek çok etken hastalık riskini artırmada en temel etmenler. Okul sayısının artırılması, yeterli çalışan görevlendirilmesinin sağlanması gerektiğini ısrarla ifade ediyoruz. Bütçe görüşmelerinin yürütüldüğü süreçteyiz.

Okullara yeterli bütçe ayrılmadığı sürece benzer sorunlar çok daha yoğun bir biçimde yaşanacaktır.

Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve maske sağlanmalı

EĞİTİM-SEN Merkez
Kadın Sekreteri Simge Yardım

Ülkede yaşanan derin ekonomik bunalım da çocuklarda hastalık riskini artırıyor. Pek çok çocuk yeterli beslenme koşullarından uzak. Yeterli beslenememe çocukların çok daha kolay hastalanmasına neden oluyor.

Çocuklara ücretsiz beslenme olanağı ve ücretsiz maske sağlanmalıdır.

Eğitim hakkının Anayasa’da ve uluslararası sözleşmelerde tanımlanmış olmasına karşın sağlıklı, güvenli, eşit eğitim hakkından söz etmek olanaklı değildir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın hem eğitimde derinleşen yapısal sorunlar hem de çocukların eğitim hakkı bağlamında eğitim politikalarını oluşturması ve kalıcı çözümler üretmeye ilişkin adımlar atması gerekmektedir.

Eğitim-Sen: Mülkiye hocası Doç. Dr. Kayıran’ın fakülteyle ilişiği kesildi

Eğitim-Sen, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Meltem Kayıran’ın fakültesiyle ilişiğinin “haksız ve hukuksuz” biçimde kesildiğini açıkladı.

Eğitim-Sen: Mülkiye hocası Doç. Dr. Kayıran’ın fakülteyle ilişiği kesildi

ANKARA – Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Ankara 5 No’lu Üniversiteler Şubesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Meltem Kayıran’ın fakülteyle ilişiğinin kesildiğini duyurdu.

Kayıran’ın 2017 yılında doçentlik unvan ve yetkisi almasına rağmen, geride kalan dört yılda hak ettiği kadroya atamasının yapılmadığını ve “Dr. Öğretim Üyesi” kadrosunda çalıştırıldığını belirten sendika yaptığı açıklamada, “Hak ettiği kadro verilmediği gibi bir alt kadronun kriterleri uyarınca kendisinden ısrarla dosya istenmiş, bu dosyanın istenmesinin hukuka aykırı olduğunu iddia ederek teslim etmediği için üniversiteyle ilişiği kesilmiştir” dedi.

Doç. Dr. Meltem Kayıran

‘BÖYLE BİR UYGULAMA KABUL EDİLEMEZ’

Kayıran’ın ilişiğini kesme kararının altında imzası bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi Fakülte Yönetim Kurulu’nu, Dekanlığını ve Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nü kınayan sendikanın açıklamasında, “Bu keyfi kararın herhangi hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Dahası, 30 yılını bilime adamış bir akademisyenin 300’ü aşkın öğrencisi ve tez danışmanlıkları varken eğitim öğretim dönemi ortasında üniversiteden koparılmasında da herhangi bir kamu yararı bulunmamaktadır. Pandemi döneminde özel sektörde bile işten çıkarmalar yasaklanmışken bir kamu kurumunda böyle bir uygulamaya gidilmesi kabul edilemez” denildi.

Tüm üniversite bileşenlerine destek çağrısında bulunan sendikanın açıklamasında şu ifadeler yer aldı:

“Bölümlerin ihtiyaç duyduğu kadroları vermeme, öğretim üyelerinin unvanlarına uygun atama yapmama ve keyfi atama-yükseltme kriterleri belirleme gibi yöntemler, üniversiteleri ve akademisyenleri baskı altında tutmanın bir aracı olarak kullanılmaktadır. Liyakatsiz atama ve kadrolaşmalarla üniversiteleri siyasi iktidarın arka bahçesi haline getirmeyi amaçlayan, özgür bilimsel üretimin önünü keserek akademiyi içten içe çürüten bu uygulamalara karşı mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Akademik özgürlüklerin ve insan-doğa-toplum yararına üniversite mücadelemizin en yürekli taşıyıcılarından biri olan Meltem Kayıran’ı hedef alan bu hukuksuzluğu kabullenmeyeceğiz. Bu hukuksuz karar geri alınana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.” (DUVAR, https://www.gazeteduvar.com.tr/egitim-sen-mulkiye-hocasi-doc-dr-kayiranin-fakulteyle-ilisigi-kesildi-haber-1518978)
*****

Doç. Dr. Meltem Kayıran:
İnanın içim yanıyor

Mülkiye’den ilişiği kesilen Doç. Dr. Meltem Kayıran yaşadıklarını ‘İnanın içim yanıyor’ başlıklı yazıyla dile getirdi. Kayıran “Yine de ısrarla, inatla geri dönmek için elimden geleni yapacağım” dedi.

Doç. Dr. Meltem Kayıran: İnanın içim yanıyor

DUVAR – Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü öğretim üyesiyken bir alt idari kadronun kriterlerine tabi tutulmak istenen ve fakülteyle ilişiği kesilen Doç. Dr. Meltem Kayıran, yaşadıklarını ve tepkisini bir yazıyla dile getirdi. Kayıran, “Sonuçta bugüne kadar yaptıklarım, yapmadıklarım konusunda benim içim çok rahat. Acaba benim atılma kararımı verenlerin de öyle mi?” diye sordu.

Prof. Dr. Taner Timur da yazının altına

  • “İlk kez bir yönetim kurulunun en değerli meslekdaşlarından birinin ihracına alet olacak kadar alçaldığını öğreniyorum. Yazıklar olsun!” mesajı bıraktı.

Kayıran şunları yazdı:

Değerli SBF çalışanları,

Bu Fakültenin, Mülkiye’nin, benim atılmamı Rektörlüğe teklif etmesinden dolayı içim yanıyor.. Ben bu Fakülteye 1990 yılında asistan olarak başladım. O baskıcı dönemlerde bile, bir hoca kendi asistanının atılmasını önerdiğinde bile, birçok kişi buna karşı durur, “bir insanın ekmeğiyle oynayamazsın, bu onun özlük hakkıdır” der, atılmanın önüne geçerdi. Ben SBF Yönetim Kurulunun kimsenin atılmasını teklif ettiğini hatırlamıyorum. Hatta Fakülteye hiçbir katkısı olmadığı halde sırf o vebali almamak için çok uzun yıllar boyunca Fakültede çalışmaya devam ettirilen kişiler hatırlıyorum. Şimdi, bu Fakültede 31 yıllık emeği olan ben, yoğun bir biçimde çalışırken, dönemin ortasında, bu pandemi döneminde, işten atılmalar yasaklanmışken apar topar, hızla, nasıl alındığı belli olmayan bir Yönetim Kurulu kararıyla, 3-5 kişinin imzasıyla nasıl ve neden atıldığımı anlayamadığım için, Fakültem benim atılmamı istermiş gibi bir izlenim yaratılmaya çalışıldığı için içim yanıyor, ağırıma gidiyor.

Benim atılma gerekçemde “dosya sunamadığı” gibi bir ibare yer aldığı için içim yanıyor. Kriterler tartışıldığı, benim onları karşılayamadığım yolunda tartışmalar yapıldığı için… Oysa ben hem yayın aşamasıyla hem sözlü sınavıyla Maliye alanının uzman jüri üyelerinin oybirliğiyle, takdir ve övgüleriyle doçentlik sınavını vermiş bir öğretim üyesi olarak bir alt idari kadronun kriterlerine tabi tutulamayacağımı yazarak istenilen dosyayı vermedim. Vermediğim bir dosya üzerinden kriterleri karşılayıp karşılamadığım neden tartışılmış Yönetim Kurulunda?

Fakültedeki çalışma arkadaşlarım çok üzüldüğü, benim Fakülte için önemimi anlatmak üzere yazılar yazmak, bölüm görüşleri oluşturmak zorunda bırakıldıkları için içim yanıyor. Bilimsel çalışmaları, dersleri yerine bunlarla uğraşmak zorunda bırakıldıkları için içim yanıyor…

İdari personel olarak çalışan arkadaşlarım üzüldüğü için, benim atılmama ilişkin birçok işlemle uğraşmak zorunda bırakıldıkları ve ortada kalan dersler için düzenleme yapacakları, bunlar için fazladan mesaiye katlanmak zorunda kalacakları için içim yanıyor…

Dönemin ortasında 300’ü aşkın lisans öğrencisi yüz üstü bırakıldığı için, onlar çok üzüldüğü, sevdikleri, saydıkları bir hoca olarak onlara bu durumu açıklayamadığım, onların gözünde SBF haksız- hukuksuz bir yer olarak göründüğü için içim yanıyor. Son dersimde vize sorularını çözerken “aslında buradan şu konuya bağlayacaktık, aslında bu konuları sonda değerlendirecektik, .. buralar da yarım kaldı ama mutlaka benim yerime dersinizi tamamlayacak hocanız bunları size anlatacaktır” derken içim yandı… Yüksek lisans seminer öğrencime, doktora tez öğrencilerime durumu açıklamaya çalışırken içim yandı. Bir üniversite hocasının, bir doçentin, öğrencilerin gözünde bu şekilde itibarsızlaştırılması karşısında onlara akademinin itibarını savunmaya çalışırken içim yandı…

Ben akademiyi, akademik çalışmanın ne demek olduğunu, akademik etiği, bilimsel merakı, bir akademisyenin nasıl itibar sahibi olduğunu beni yetiştiren Korkut Boratav, Bilsay Kuruç, Taner Timur, Cem Eroğul, Sina Akşin, Baskın Oran, Özhan Uluatam, Alâeddin Şenel, Ömür Sezgin, İzzettin Önder, Mümtaz Soysal, Yavuz Sabuncu, Cem Somel, Oğuz Oyan ve burada adını sayamadığım diğer birçok hocamdan öğrendim. Onlardan öğrendiğim şeylerden taviz vermeden çalışmalarımı yürüttüm. Bilimsel çalışmanın bilimsel merak üzerine ve insan, toplum, doğa yararına yapılması gerektiğini öğrendim; kimin nasıl koyduğu belli olmayan kriterlere uygun puanlar almak, atılmamak için değil… Bilimsel üretimin üniversitenin tüm bileşenleriyle kolektif emeğin ürünü olduğunu öğrendim; rekabeti hiç anlayamadım…

Araştırma görevlilerine meslektaşlar olarak gereken saygının gösterilmesi gerektiğini, bir araştırma görevlisinin asıl işinin kendisini geliştirmek olduğunu öğrendim, yaşadım. Asistanlığım boyunca bana bir kez bile kâğıt okutulmadı, ben de hep aynı şeyleri savundum ve uyguladım.

Akademik unvanlara değil de kişinin alanındaki uzmanlığına güvenilmesi ve saygı duyulması gerektiğini öğrendim.

Unvan almak, yükselmek üzere hiç bir plan yapmadım. Puan veya maddi karşılığı olmayan o kadar çok çalışma yaptım ve yapmaya devam ediyorum ki… Eğer atılmama karşı oluşan tepkinin büyüklüğünü, hakkımda yazılan yazıları anlayamıyorsanız buralarda arayın.

Örneğin 5 yıl boyunca saygın bir dergi olan Mülkiye Dergisi editörlüğü yaptım. Kaç puan ediyor, doçentliğime yarar mı, diğer çalışmalarımı engeller mi diye bir an bile düşünmedim. Bir editör gelen bir makalenin uygun hakemlere gönderilmesinden ve son kertede o yazının yayınlanıp yayımlanmayacağına dair kararın objektif bir şekilde alınmasından sorumludur. Ben bununla kalmayıp her makaleyi ince ince okuyarak noktasına virgülüne kadar düzelttim. Yeni nesil “profesörlerin” yazılarına bile ret kararı verdiğimiz oldu.

Örneğin üniversitelerin tahrip edilmesine yol açacak yasa tasarılarına karşı yazılacak raporlar için akademik sorumluluğum gereği gecemi gündüzüme katarak çalıştım. Bunlarda ne ismim yer aldı, ne de bir puan aldım.

Örneğin derslerimi büyük bir özenle hazırladım her seferinde. Sınavın da öğrenme sürecinin bir parçası olduğunu öğrendiğimden; yazmadan, anlatmadan, analiz etmeden olmaz diyerek, her sınavda yüzlerce kâğıt okuyarak, hep adil olmaya çalışarak bu son sınava kadar bir kez bile test yapmadım. Bu dönem de sınava ek olarak daha birçok şey yapacaktım derste ama… Attılar!…

Sonuçta bugüne kadar yaptıklarım, yapmadıklarım konusunda benim içim çok rahat. Acaba benim atılma kararımı verenlerin de öyle mi?

Şu anda üniversitelerin benim öğrendiğim, savunduğum, yaşatmaya çalıştığım üniversiteden çok farklı olduğunun farkındayım. Fakat yine de ısrarla, inatla geri dönmek için elimden geleni yapacağım. Yani bu bir veda değil. Ama siz yine de, öğrencilerimden birisinin vedalaşırken söylediği gibi, “hakkınızı helal edin!”

* Bu yazı, son derece politik bir metindir. İş güvencesini, akademik ilkeleri, demokratik yönetimi, insan toplum doğa yararına üniversiteyi savunmaktadır.

Taner Timur’un mesajı :

  • “Üzülmeyin” diyorsun; tamamen haklısın sevgili Meltem; zaten aslında bir akademisyen için iftihar vesilesi olacak “atılma” nedenlerini de anlatmışsın; ama senin için olmasa da, Mülkiye’mizin düştüğü bu rezil duruma gerçekten üzülüyorum. Ben Menderes devrini de, bütün darbeleri de yaşadım. Çok haksızlıklara, çok zulme uğradık ve aramızdan bir çok işbirlikçi de çıktı; fakat ilk kez bir yönetim kurulunun en değerli meslekdaşlarından birinin ihracına alet olacak kadar alçaldığını öğreniyorum. Yazıklar olsun!
    ================================


 

 

 

Din dersi seçme zorunluluğu laikliğe aykırıdır!

Din dersi seçme zorunluluğu laikliğe aykırıdır!

Zülal KalkandelenZülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr  
Cumhuriyet, 12 Ocak 2021

 

Yasalar, kanun hükmünde kararnameler ve uygulamalar anayasaya aykırı olursa…
Ülke tek kişinin iki dudağının arasından çıkan sözlere göre yönetilirse…
Hukuk devleti Şahsım Devleti’ne dönüşürse…
En hafif tabiriyle orada monokrasi vardır.
Bu durumda anayasada ülkenin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazsa da birileri fütursuzca yasaları ve anayasayı çiğneyebilir.
Çünkü söz, eylem ve uygulamaları sadece en tepedeki tek kişinin hedeflerine uygunsa, anayasayı çiğnediği için ceza almayacak, hatta belki de ödüllendirilecektir.
***
Hayrullah Kefoğlu Anadolu Lisesi’nde böyle bir olay meydana gelmiş. Kadıköy’deki bu lisede okuyan 9. ve 10. sınıf öğrencilerine din dersi seçme zorunluluğu getirilmiş.
Eğitim Sen İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Çayan Çalık’ın verdiği bilgilere göre, adı geçen okulda seçmeli dersler öyle bir belirlenmiş ki seçenekler arasında hangisini tercih ederseniz edin, din dersi almanız gerekiyor. 9. sınıfta 5, 10. sınıfta 4 saatlik seçmeli ders süresini doldurmak için mutlaka din derslerinden 1 saat seçmek zorunda kalıyorsunuz…
9. sınıfa sunulan seçeneklere baktım. 2 saat yabancı dil, 2 saat sosyal etkinlik, 1 saat temel dini bilgiler, 2 saat peygamberin hayatı…
10. sınıf için seçenekler ise 1 saat demokrasi ve insan hakları, 2 saat sosyal etkinlik, 1 saat temel dini bilgiler, 2 saat peygamberin hayatı…
Oysa mesela 9. sınıfa 1 saat de demokrasi ve insan hakları dersi, 10. sınıfa da 2 saat yabancı dil dersi konulsa, din dersini seçmek zorunlu olmayacak. Ama bu basit çözümü bilerek uygulamıyorlar ki öğrenciler zorla din dersi okusun
Medyada yer alan haberlere göre okul müdürü bu uygulamadan geri adım atmıyormuş. Yani çocuğunuz o okulda okuyorsa buna mecbursunuz!
***

  • Bu uygulama, açıkça demokratik, laik devlet ilkelerine ve insan haklarına aykırıdır.
  • Bir insan istemiyorsa, inançlı değilse ya da farklı bir inanca mensupsa din dersi alması için zorlayamazsınız.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM), 2014’ün son aylarında açıkladığı kararı bir daha hatırlatmak gerekir. (Mansur Yalçın ve diğerleri)

  • Bu kararda, Türkiye’deki din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 1 No’lu Ek Protokolu¨’nün 2. maddesinde düzenlenen eğitim özgürlüğüne aykırı olduğu sonucuna varılmıştı.

Geçen yıl da Konya Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesi, bu konudaki bir dosyayı yeniden ele aldı ve zorunlu din dersinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu belirtti.

Açıklanan kararda, laik devletin, doğası gereği resmi bir dininin bulunmamasını, belli bir dine üstünlük tanımamasını ve onun gereklerini yasalar ve diğer idari işlemlerle geçerli kılmaya çalışmamasını gerektirdiği vurgulandı. Bu bağlamda, laik bir devlette belli bir dinin, eğitim ve öğretiminin zorunlu hale getirilemeyeceği açıklandı.

Durum bu kadar netken, birtakım oyunlarla din dersini zorunlu olarak seçtirmeye çalışmak yasalara ve anayasaya aykırıdır. Velinin talebi olmadığı sürece çocuklara dini eğitim verilemez; din dersi seçme zorunluluğu getirilemez.

Artık pek kimse söylemese de, muhalefet partilerinin sözcüleri ağızlarına almasa da, TV kanallarında bu olaylar haber yapılmasa da, anayasada hâlâ Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olduğu yazıyor.

  • Bu ülkede özgür olabilme umudu tamamen (AS: tümüyle) laiklik ilkesine bağlıdır.

Dinci sağdan oy alma umuduyla laikliğin çiğnenmesine hiç sesini çıkarmayan, susmanın ötesinde sürekli ödün veren ve kimi zaman da bu ilkeyi kendisi ayaklar altına alan sahte laiklere yazıklar olsun…

Eğitim Sen iyi ki var ve bu konuda susmuyor.

Mülkiyeliler Birliği paneli : AKADEMİK ÖZGÜRLÜK

Mülkiyeliler Birliği paneli :
AKADEMİK ÖZGÜRLÜK

Değerli Mülkiyeliler,

1 Eylül 2016, 6 Ocak 2017 ve 7 Şubat 2017 tarihlerinde çıkarılan KHK’lerle bilim insanlarının hukuksuzca kürsülerinden, öğrencilerinden koparılmasının üzerinden üç yıl geçti. Barış istedikleri, insan, toplum ve doğa yararına üniversite mücadelesinin bir parçası oldukları için ihraç edilen bilim insanları,

  • Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararına rağmen hâlâ görevlerine dönemediler.

Aradan geçen üç yıllık sürede üniversiteler üzerindeki baskılar arttı, hukuku ve akademik gelenekleri ayaklar altına alan uygulamalar akademik tahribatı daha da büyüttü.

Mülkiyeliler Birliği olarak özgür bir bilimsel ortamın akademinin olmazsa olmazı olduğunun bilinciyle, akademisyen cübbelerinin polis postallarının altında ezildiği 10 Şubat 2017’deki Büyük Buluşmanın yıldönümü yaklaşırken Eğitim-Sen, Ankara Dayanışma Akademisi ve İnsan Hakları Okulu ile birlikte

  • üniversiteyi ve akademik özgürlüğü tartışacağımız

bir panel düzenliyoruz.

Tüm üyelerimizi insanlığa, bilime, üniversiteye özgürlük talebine sahip çıkmaya çağırıyor, yarın, 8 Şubat 2020 Cumartesi günü gerçekleşecek panelimize davet ediyoruz. (Duyuru – çağrı posteri aşağıdadır..)

Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu

 

Akademisyenlere güvenlik soruşturması!

Akademisyenlere güvenlik soruşturması!

KESK : AİHM “Büyük Eğitimci Yürüyüşü” Davasında Türkiye’yi Mahkum Etti!

AİHM “Büyük Eğitimci Yürüyüşü” Davasında Türkiye’yi Mahkum Etti!

Hukuki Kazanımlarımız Devam Ediyor: AİHM, “Büyük Eğitimci Yürüyüşü” Davasında Türkiye’yi Mahkum Etti!
http://www.kesk.org.tr/2016/07/19/hukuki-kazanimlarimiz-devam-ediyor-aihm-buyuk-egitimci-yuruyusu-davasinda-turkiyeyi-mahkum-etti/ (AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2005 yılında gerçekleştirmek istediğimiz “Büyük Eğitimci Yürüyüşü” davasında Türkiye’yi mahkum etti. AİHM, eylemde yaralanan üyelerimiz adına yaptığımız başvuru hakkında 5 Temmuz 2016 tarihinde karar verdi. AİHM bu kararında; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. ve 11. maddelerinin ihlal edildiğini belirterek, bu ihlaller nedeniyle olay sırasında yaralanan üyelerimize tazminat ödenmesine karar verdi.

Üye sendikamız Eğitim Sen tarafından 26 Kasım 2005’te Ankara’da “Büyük Eğitimci Yürüyüşü” düzenlenmiş, yürüyüşe katılmak üzere üyelerimiz Türkiye’nin değişik illerinden otobüslerle Ankara’ya gelmişti. İstanbul üzerinden Ankara’ya gelen üyelerimiz otoyol gişelerinde durdurulmuş, Ankara’ya girmelerine izin verilmeyerek saatlerce bekletilmiş, sonrasında da hiçbir uyarı yapılmadan jandarma tarafından saldırıya uğramıştı. Yakın mesafeden basınçlı suyun sıkıldığı ve yine yakın mesafeden hedef gözetilerek gaz bombalarının atıldığı saldırıda 18 üyemiz yaralanmış, panzerin kitlenin üstüne sürülmesi üzerine üyemiz Erhan Cebeci panzerin altında ezilmekten son anda kurtulmuştu. Saldırıda yaralanan üyelerimizden Erkan Barikan ve Mehmet Arda’nın tedavileri durumlarının ciddiyeti nedeniyle hastanede yatarak yapılmış, üyemiz Boran Kutlu’nun kafası, Ahmet Nesne’nin de burnu kırılmış,  Barış Bayır ve Erhan Cebeci ise yaralanmıştı.

Sendikamızın Ankara şubeleri üyeleri ise 26 Kasım 2005 günü Güvenpark içinde Milli Eğitim Bakanlığı önünde yapılacak basın açıklamasına katılmak için parkın içinden geçmek isterken polisler tarafından abluka altına almış ve yaklaşık üç yüze yakın kişi beş saat boyunca burada tutulmuştu. Yine Güvenpark’ta abluka dışında kalan sendika üyelerine de polisler hiçbir neden yokken zor kullanmış ve bu sırada bazı üyelerimiz yaralanmıştı.

Üyelerimizin yaralanmasına neden olan güvenlik güçleri, güvenlik güçlerine talimat veren yetkililer hakkındaki suç duyurularımızın sonuçsuz kalması üzerine, 2007 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin işkence ve kötü muamele yasağı, adil yargılanma hakkı, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü koruyan maddelerine dayanarak sendikamız ve bu eylemde ciddi biçimde yaralanan başta Erkan Barikan olmak üzere 6 üyemiz adına başvuru yapmıştık. AİHM bu başvuruyla ilişkin 5 Temmuz 2016 tarihinde karar verdi.  AİHM bu kararında;

  1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi uyarınca işkence ve kötü muamele yasağının ihlaline,
  2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi uyarınca etkin soruşturma yükümlüğünün ihlaline,
  3. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesi uyarınca örgütlenme özgürlüğünün ihlaline,
  4. Yukarıda belirtilen ihlaller nedeniyle olay sırasında yaralanan sendika üyeleri Erkan Barikan için 10.000 Euro, Mehmet Arda için 4.500 Euro, Ahmet Nesne için 900 Euro, Barış Bayır için 1.800 Euro, Boran Kutlu için 1.800 Euro, Erhan Cebeci için 1.800 Euro ve avukalık ücreti ve masraflar için 4.100 Euro ödenmesine karar verdi.(Temmuz 19th, 2016 | by KESK Kamu Emekçileri Sendikası Konf.)

AİHM kararını görmek için tıklayınız.

=======================================

Dostlar,

Geç de olsa sevindiricidir bu AİHM kararı..
KESK’i ve bağlı Sendikası EĞİTİM-SEN’i kutluyoruz..
Yaralanan arkadaşlarımıza bir kez daha geçmiş olsun.. demekteyiz..
Dilerdik ki; ülkemizin yöneticileri, özellile Kolluk sorumluları HUKUKA – ADALETE – DEMOKRASİYE saygılı – özenli – bağlı davransınlar ve insanımız eziyet görmesin..

Elalemin mahkemelerinin (AİHM) kapısında adalet aramak zorunda kalmayalım..

Elalemin hukukuna değil (AİHS) kendi hukukumuza dayalı 1. sınıf demokrasi olalım
ve temel insan hak ve özgürlükleri alanında Batı’dan habire dayak yemeyelim..

21. yy’ın şafağında Türkiye bu üzüntü verecek durumdan hızla kurtulmalı..

Bu amaçla yapılacaklardan biri de, mağdurlara tazminat ödemek zorunda kalan Devletin,
kişisel kusuru – kastı olan kamu görevlilerine bu maddi yükü rücu etmesidir. Bu kurum adil ve etkin kullanılırsa oldukça caydırıcı olabileceğini düşünüyoruz..

Anayasa md. 40 / son : …  Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.

Anayasa md. 129 / 4 : … Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve
kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.

Anayasal hukuksal çerçeve hazır ve uygundur. Kamu görevlileri ile ilgili mevzuatta,
başlıca 657 sayılı Devlet Memurları yasasında, Polis Vazife ve Selahiyetleri Hakkında Kanun‘da….. ek düzenleme yapmak yeterli olabilecektir.

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
EİTİM-İŞ Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dr. Dinçer Demirkent : Ben gördüm; yapılanların hepsini gördüm!

Ben gördüm; yapılanların hepsini gördüm!

Dr. Dinçer Demirkent*

Belki Muhyiddin Abdal gibi değil ama ‘insan insan derler idi, insan nedir şimdi bildim.’

Arkadaşlarımızı, meslektaşlarımızı işlerinden attınız. Öğrencilerinden kopardınız. Bunun hiçbir gerekçesi olamayacağını adım gibi biliyorum. Onların çalışmaları devam edecek, onlar haklılar ve bunu biliyorlar. Onlar öğrencilerine, derslerine dönecekler.

Bu mail yüzünden başıma bir şey mi gelir? Hakikati gördüm, yalan söyleyecek ve susacak değilim. Gördüklerimi unutmayacağım. Gördüklerim tanıklığımdır, bundan sonra göreceklerime hangi zaviyeden (AS : açıdan) bakacağımı ancak onlar belirleyebilir.

* Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim elemanı olan Demirkent’in kaleme aldığı bu metin; ilk olarak Ankara Üniversitesi e-posta listesine gönderilmiştir.

===========================================

Dostlar,

Ankara Üniversitesi Sşyasal Bilgiler Fakütesi‘nden (bizim de mezun olduğumuz) bu genç akademisyen arkadaşımızın, Dr. Dinçer Demirkent‘in içtenlikle ve yüreklilikle haykırışına kulak ve ses vermek gerek.

Yaşanan tüm haksızlıkları – adalet dışı iş ve eylemleri hızla ortadan kaldırmak gerek.
667-675.. 20 Temmuz 2016’dan bu yana 50 güne sığdırılan 9 adet OHAL Kararnamesi ile ülkemiz ve özellikle Ordumuz hallaç pamuğu gibi atıldı, yerle bir edildi, darmadağın edildi..

OHAL rejiminde ülke inlerken TBMM sürgünde (pardon, tatilde miydi!?) ! Olacak iş değil!

  • “28 kişilik bir oligark gurup” koskoca ülkenin yapısını iğneden ipliğe değiştirmekte.
    Anayasayı ve hukuku hiçe sayarak..Daha şimdiden, bu 9 OHAL Kararnamesi‘nin yararından çok zarar ürettiği görülmekte. Toplumsal vicdan ve adalet duygusu derin ve yaygın biçimde zedelenmiş durumda. Bu tablo bir toplumun huzur ve dayanışmasına, iç barışına… sanıldığından çok daha büyük yıkım doğurur.
  • “28 kişilik bir oligark gurup” ivedilikle frene basmak zorunda! 

    TBMM hemen toplanmak ve OHAL Kararnamelerini görüşerek asli – devredilemez -vazgeçilemez – ertelenemez yasama yetkisini kullanarak yaratılan yakıcı – yıkıcı sorunları hızla çözmeli..Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru ile önüne getirilen OHAL Kararnameleri hakkında hukuka uygun kararını gecikmeden vermeli.

AKP – RTE, derhal bir onarım – restorasyon – özür OHAL Kararnamesi ile yapılan vahim adaletsizlikleri, hataları hemen onarma – giderme yoluna girmelidir..

Ülke barut fıçısına döndürülmüştür.. Bundan kimseye hayır gelmez..
En başta AKP’ye ve özellikle de “28 oligark” a !
Daha doğrusu “28 oligark” gibi gözüken “Tek Adam” a! Altında kalır, ezilirsiniz..

Kendinizi yok etmeyin, hatadan dönmek büyük irfandır..  Türkiye’nin buna çok gereksinimi var.
FETÖ ve tüm Cumhuriyet düşmanı tarikatlar ve terör örgütleriyle elbette mücadele edin..

Ama önce evinizin içinden = AKP’den başlayın temizliğe de yürüyüşünüzü-niyetinizi görelim..

Sevgi ve saygı ile.
09 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“Bilimsel, Laik, Anadilde Eğitim Mitingi”


Dostlar
,

Alevi örgütlerinin ve Eğitim Sen’in çağrısıyla, 8 Şubat 2015’te Kadıköy’de yapılan mitingde aşağıdaki başlığı içeren pankart taşındı ve söylemler dillendirildi.

Bu ülkenin yurttaşlarının ANA – ESAS – TEMEL – BİRİNCİL – RESMİ dili
(Main, Basic, Essential, Primary, Principal, Official) TÜRKÇE‘dir.

Anne (mother) – doğal (native) dili başka başka diller olabilir..

Türkçe’nin bu bağlamda talihsizliği, yukarıda eşanlamlılarıyla verdiğimiz
ANA sözcüğünün 2. sırada verdiğimiz ANNE sözcüğü ile de eşanlamlı olmasıdır.

Bu ayrımı yapalım ve diyelim ki; ülkede eğitim ANADİLDE – RESMİ DİLDE.. olur.
Bu dil Türkçe’dir. Türkiye’nin Anayasada tanımlanan resmi dili Türkçe’dir (Anayasa md. 3). Dolayısıyla kamusal alanda bu dil, ANA DİL kullanılacaktır. Hepimizin birliğinin sigortasıdır. Üstelik Anayasa’nın ilk 3 maddesinin değiştirilmesinim önerilmesi de Anayasanın 4. maddesi ile engellenmiştir.

Bunun dışında tüm diller – kültürler – inançlar saygıdeğerdir ve varsıllığımızdır.
Yaşanmalı ve yaşatılmalıdır.

Ayrıca insanlar pek ala “2 ana dilli” de olabilirler.
Ülkenin resmi dili tüm yurttaşların ana dilidir,
öte yandan kişinin annesinin dili ana dili olmayabilir.

Örn. Yaşar Kemal’in ana dili Türkçe; annesinin dili Kürtçe’dir.
Bu bağlamda sitemizde yazdığımız aşağıdaki yazıyı okuyabilirler..

YAŞAR KEMAL’in ANA DİLİ ??
(http://ahmetsaltik.net/2015/01/19/29738/)

Pek çok çift anadilli yurttaşımız vardır.
Tek resmi ANADİL birlikte yaşam – iletişim için güvencedir.

Emperyalizmin oyunlarına gelmeyelim,
ULUS DEVLET BİRLİĞİMİZİ KORUYALIM.
7/8 Şubat 2015 gecesi Ulusal Kanal Ceviz Kabuğu programında telefonla bağlanarak
bu bağlamda düşüncelerimizi yaklaşık 11 dakika sunduk..

Sevgi ve saygı ile.
09 Şubat 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Laik, Bilimsel, Demokratik,
Anadilde Eğitim İçin Alanlardaydık

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/egitim-5135.html, 09 Şubat 2015

Alevi örgütlerinin ve Eğitim Sen’in çağrısıyla, 8 Şubat 2015 Pazar günü Kadıköy’de gerçekleştirilen “Bilimsel, Laik, Anadilde Eğitim Mitingi”nde onbinler buluştu.

Kadıköy Boğa ve Numune Hastanesi önü olmak üzere iki buluşma noktasında toplanarak Kadıköy Meydanı’na yürüyen on binler AKP’nin gerici politikalarına karşı “eşit yurttaşlık hakkı”, “bilimsel ve laik eğitim” istemlerini yansıtan pankart
ve dövizler taşıdı.

Mitinge Türk Tabipleri Birliği adına 2. Başkan Prof. Dr. M. Raşit Tükel’in de katıldığı hekimler TTB-İstanbul Tabip Odası’nın “Laik, Bilimsel, Demokratik, Anadilde Eğitim” pankartı arkasında katıldılar.

Mitingde AKP Hükümeti’nin eğitimi ve yaşamın tüm alanlarını gericileştirmeye dönük politikalarına karşı laik, bilimsel eğitim için mücadele edileceği vurgulandı
ve 13 Şubat 2015 günü gerçekleştirilecek eğitim boykotuna çağrı yapıldı.

Mitingde ortak basın açıklamasını, organizasyon komitesi adına
Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Baki Düzgün okudu.

  • “Eğitimi tekçi bir şekilde düzenlenmek isteniyor. Devletin Türk-İslam sentezi politikaları ile insanlar ayrıştırılıyor” diyen Düzgün, meslek liselerinin ucuz işgücü olarak görüldüğünü belirtti.
  • “Hırsızlık, talan diz boyu” diyen Düzgün, kendilerinin eşit yurttaşlık talep ettiğini ancak Cumhurbaşkanı’nın “İsteseniz de istemeseniz de Osmanlıca öğreneceksiniz” dediğini anımsatarak, devletin en tepesinin en gerici söylemleri kullanmasının
    kabul edilemeyeceğini belirtti.
  • “Oysaki laiklik her inanç her bireye eşit yaklaşmayı gerektiriyor” diyen Düzgün, emek ve demokrasi güçleri olarak tehlikenin farkında olduklarını,
    bütün güçlerin gericiliğe karşı seferber edileceğini belirtti.

FAKİR BAYKURT ÖLÜMÜNÜN 15. YILINDA ANKARA’DA ANILIYOR


FAKİR BAYKURT ÖLÜMÜNÜN 15. YILINDA ANKARA’DA ANILIYOR

Fakir_Baykurt_anmasi_16.10.14
Türk edebiyatının önemli adlarından
Fakir Baykurt, ölümünün 15. yılında Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Hasan Ali Yücel Salonu’nda gerçekleştirilecek
bir etkinlikle anılıyor.

16 Ekim 2014’te saat 14.00’te başlayacak etkinlik, Ankara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi ile
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Ankara Şubesince düzenleniyor. 

 

Etkinlik Ankara Üniversitesi ÇOGEM Müdürü Prof. Dr. Sedat Sever,
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayşe Çakır İlhan
ve YKKED Ankara Şubesi Başkanı Dr. Alper Akçam’ın açılış konuşmalarıyla başlayacak. Etkinlikte Fakir Baykurt’un yaşam öyküsünü anlatan bir belgesel de gösterilecek. Belgeselin ardından Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak’ın yöneteceği ve Doç.Dr.Haluk Erdem, Dr.  Niyazi Altunya, Varlık Özmenek ve Araş.Gör.Sedat Karagül’ün konuşmacı olduğu, Fakir Baykurt’un çeşitli yönlerinin anlatıldığı
bir açıkoturum düzenlenecek.

İmecemize katılın…

Dr. Alper Akçam
YKKED Ankara Şubesi Başkanı

===================================================

Dostlar,

Fakir” i anma etkinliği, aramızdan ayrıldıktan 15 yıl sonra yukarıdaki gibi..

Emek verenler, hep siz okurlarımız gibi dostlarımız..

Özellikle biri, deyim yerinde ise ATOM KARINCA gibi çalışıp üreten
Dr. Alper AKÇAM meslektaşımız..

Emek verenler sağolsunlar.. Bize  de destek vermek düşüyor..

Öte yandan, Fakir Baykurt adına düzenlenen Onur Ödülü de önümüzdeki ay sahibine verilecek.. Biz de EĞİTİMİŞ üyesi olarak bu seçici kurulda (jüride) idik.

Fakir” salt bir edebiyat adamı değil.. (tiyatroya da uyarlanan “Yılanların Öcü” öyküsü zihnimize kazınmış örneğin).. Türk öğretmenlerinin 1970’lerdeki örgütlenme savaşının, TÖS’ün, TÖB-DER‘in efsane önderi, örgütenme savaşçısı..

TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) 12 Mart 1971 askeri darbesi döneminde kapatıldı.. Aydınlık – devrimci öğretmenler Dernek ile (TÖB-DER) ile sürdürdüler savaşımlarını. 1990 sonrasında ise, merhum Prof. Alpaslan IŞIKLI‘nın 1982 Aanayasası’nın memurların sendikalaşmasını engellemediği yorumu (sonrasında
Prof. Mesut Gülmez‘in katkılarıyla..) önümüzü açtı ve memur sendikalaşması başladı. Eğitim Sen, Eğitim Bir Sen, EğitimİŞ böylece yapılandı. Memurlarda sendikalaşma %72’lerde… Ne var ki, memur sendikalarının hükümetle (işverenle) toplu sözleşme ve grev olanağı yok.. Son sözü önce Hakem Heyeti (hükümet ağırlıklı) gerçekte Hükümet söylüyor.. Böylesi güdük bir örgüt de gerçek anlamda sendika olamıyor..
Dernek – sendika arası melez, Türkiye’ye özgü bir yapılanma oluyor.
Bu anti-demokratik ve hukuk dışı sınırlamaların kaldırılması gerek..

AKP 12 yıllık tek başına iktidarında pek çok anayasa değişikliği yaptı.. Hep nalıncı keseri gibiydi.. Sonki 12 Eylül 2010 halkoylaması ile dayatılan 26 maddelik kapsamlı değişiklik idi.. YÖK’e dokunmadılar örneğin. Sendikacılığın ise deyim yerinde ise
içine ettiler ve 1’den çok sendikaya üyelik hakkı (!) vererek emek sendikacılığını böldüler.. İşçilerin yaklaşık %11’i (12 Eylül 1980’de % 50 idi!) sendikalı, bunların da ancak yarısı toplu sözleşme yapabilecek durumda (500 bin dolayında)..
Çoğu kamu işçileri.. İşçilerin %95’i gerçek anlamda sendikal örgütten yoksun!

ÖZELLEŞTİRME ile emek sendikacılığı avuç içinde kar gibi eritiliyor.
Kamu bir de taşeronlaşarak aynı kırımı yapıyor.. Oysa pek çok uluslararası
hukuk metninde (ILO sözleşmeleri, İHEB, Avrupa Sosyal Şartı..),
Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşma ve sözleşmede, Anayasada emekçiye
bir hak olarak düzenleniyor sendikal örgütlenme.. AB metinleri de dahil..
(SÜTAŞ‘ın sendikalaşan emekçisini işten atan utandırıcı yasa dışı uygulamasını kınayan yazımıza bakılması..
(Emekçinin sendika hakkını tanımayan SÜTAŞ’ı protesto – boykot çağrısı;
http://ahmetsaltik.net/2014/10/09/emekcinin-sendika-hakkini-tanimayan-sutasi-protesto-boykot-cagrisi/)

Asgari ücret 891 TL (bekar, 18+ işçi). Yoksullık sınırının altında.. Ulusal gelir 10 bin doları aşmışmış yılda kişi başına.. Bölünce ayda 2000 TL düşüyor her kişiye.
Ama asgari ücret bunun yarısı bile değil! 25 milyon resmi kayıtlı çalışanın % 41’i
asgari ücretli.. (ÇSGB ve Sendika verileri) ve kayıtdışı kölelik, işsizlik çok yaygın.
Çalışma ortamları sağlıksız, güvensiz, insan onuruna hürmetsiz.. Çünkü
Emek sendikaları darmadağın, paramparça.. Sermaye – işveren sendikaları ise
kaya gibi, monoblok! Onyıllardır 1 tane; TİSK..

Sevgili “Fakir” (Baykurt), senden sonra çok yol alamadık örgütlenme haklarımız bağlamında.. Biliyoruz üzüleceksin ama sürdüreceğiz emeğin sendika hakkı savaşımımızı.. Hem daha 50 yılı yeni aştı bu kavgamız sen başlatalı..

Seni özlemle anıyoruz ve arıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
16.10.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Türban İlkokul 5. Sınıfta Başlayabilecek; YAŞASIN AKP!


Türban İlkokul 5. Sınıfta Başlayabilecek; YAŞASIN AKP!

Dostlar,

Değerli meslektaşımız Dr. Taner Özek aşağıdaki çizimini paylaşmış
bize yolladığı tweet iletisi ile..

Embedded image permalink

AKP giderek, sistemli biçimde Türk seküler sistemini daraltıyor ve
dinci bir rejime ülkeyi sürüklüyor..

Önceki gün Bakanlar Kurulu’nda yapılan Yönetmelik Değişikliği ile
Türban ilköğretim ilk 4 sınıfı sonrasında olanaklı olacak!..

Giderek mahalle baskısı ile egemen olacak belki de..

Hesap bu.. Ancak düzenleme henüz Resmi Gazete’de yayımlanmadı!
Cumhurbaşkanı’na yollanmış..

Bunlar Anayasa’yı da bilmiyor.. Yürürlükteki 1982 Anayasası’nın 124. maddesi Yönetmeliklerin yapımı ile ilgili. Madde aynen aşağıda..

Anayasası md. 124     : “Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler. Hangi yönetmeliklerin Resmi Gazetede yayımlanacağı kanunda belirtilir.”

Madde metninde, Yönetmeliklerin Cumhurbaşkanına sunulacağı düzenlemesi yok..
Yetkili kamu kurumu yönetmeliği yazar – değiştirir ve RG’ye yollar, orada çıkar.
Örn. Ankara Üniv. Rektörlüğü, 2547 sayılı yasa kapsamında kendisine tanınan alanlarda yönetmelik düzenlemelerini yapar, organlarından geçirir ve rektör imzasıyla yollar, RG’de yayımlanarak yürürlük alır.. TAEK de öyle yapar, Sağlık Bakanı da..

Anaysa, 115. maddesinde Tüzükler için şu içeriğe sahip :

  • “Tüzükler, Cumhurbaşkanınca imzalanır ve kanunlar gibi yayımlanır.”

Yönetmelik için bu onay gerekmiyor. Belki de AKP, kamuoyunun tepkisini bu arada ölçüyor.. Nitekim MEB Bay Nabi Avcı açıklık getirerek ilk 4 yıl sonrası türbanın olanaklı olacağını söyledi.. Eh o da şimdilik her halde..

AKP bu arada önemli bir gündem manevrası da yapmış oluyor..

Türkiye’nin başını 1 metrelik bezle bohçalamadan durmayacaklar galiba..
Kuran’daki “hımar”, “masa örtüsü” anlamına da geliyor (Prof. Şahin Filiz);
çok bozulacaklar korkarız ama gerçeği yazmak borcumuz..

Kuran’da türban yok!

Türban sömürüsü AKP siyasetinin dininde / AKP’nin dinci siyasetinde var!
(Bakınız web sitemiz;
Konuk yazar : Türban Kur’an’da Yok ! / “Turban” is Not Existing in The Kur’an,
http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/Turban_Kuranda_yok_25.5.124.pdf, 27.5.12)

Halkımız – İNSANLIK, elbet bu gerçekleri önünde sonunda fark edecek ve
bu acımasız dinci sömürüye son verecek..
İğrenç Din tacirlerini de hesabını sorarak tarihin çöplüğüne atacak..

Bu arada Eğitim İş, Eğitim Sen, ADD, TBB, CHP gibi kurumların sorunu Danıştay’a taşıyarak kesinlikle Anayasaya ve yasalara aykırı bu son yönetmelik değişikliği
dinci saldırısının iptalini sağlayacaklarını düşünüyoruz..

Sonra belki de AKP bu kez yasa değişikliği ile deneyecek..
Yasa iptali ancak Anayasa mahkemesinde ve başvurabilecekler çoook sınırlı..
(Anayasa md. 150 : “…iptal davası açabilme hakkı, Cumhurbaşkanına, iktidar ve anamuhalefet partisi Meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının
en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir.”)
AKP klasiği bu, ne yazık ki hukuk ve TBMM bir araç işlevine indirgendi.

Ama bu kez bir yanda güncel AİHM kararı var, bir yandan da AY md. 148’de tanınan BİREYSEL BAŞVURU hakkı..

Ve son bir not; AYM üyelerini ağırlıkla RTE atayacak boşaldıkça..
17 üyenin 14’ü Cumhurbaşkanı, 3’ü TBMM’nce seçiliyor / seçilerek atanıyor..
(AY md. 146)

Türban İlkokul 5. Sınıfta Başlayabilecek; YAŞASIN AKP!

Sevgi ve saygı ile.
24 Eylül 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net