Etiket arşivi: Alevi Bektaşi Federasyonu

Alevi önderlere dost uyarısı!

Alevi önderlere dost uyarısı!Arslan BULUT
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
17 Kasım 2022, YENİÇAĞ, YAZARIN SAYFASI 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır, okunması dileğiyle..)

Alevi ve Bektaşilerin örgütlü sekiz çatı kurumu adına düzenlenen basın toplantısına davetli olarak katıldım.

Benim bu toplantıya davet edilmemin sebebi, 32 yıl önce Tercüman gazetesinde yayınlanan “Gelin Canlar Bir Olalım” başlıklı araştırmam ile sorunları ortaya koymuş olmamdır… Demek ki unutulmamış…

Toplantıda sekiz çatı kurum adına konuşan Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan, 35 yıldır “laiklik ve demokrasi temelinde, eşit yurttaşlık, Diyanet’in lağvedilmesi ve devletin inançlara karışmaması” gibi taleplerini gündeme getirdiklerini ama bir sonuç alınamadığını söyledi..
***
Aslan, “2009’da başlatılan Alevi açılımı sırasında ortak taleplerimiz iktidara iletildi. Hiçbir talebimiz gereği yerine getirilmedi. Daha sonraki süreçte Anayasa Mahkemesi’nin, zorunlu din dersine karşı alınan kararı, cem evlerinin ibadethane olarak kabul edilmesiyle ilgili mahkeme kararları, 2016’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ayırımcılığa vurgu yapan ve cem evlerinin ibadethane olarak tanınması gerektiğine dair kararı var ama uygulanmıyor. Bunun yerine, bu yıl Cumhurbaşkanı’nın Hüseyingazi Cemevi’ne ziyaretiyle yeni bir süreç başlatıldı. Bu arada sanki Aleviler bir güvenlik sorunuymuş gibi İçişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan ekipler cem evlerini gezdi ve raporlar hazırladı. Sonuçta Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulması ve cem evlerinin sorunlarıyla bu kurumun ilgilenmesi karara bağlandı. Oysa biz 35 yıldır, devletin inançlara karışmaması gerektiğini söylüyoruz. Biz bütün siyasal parti temsilcileriyle Alevi ve Bektaşi kuruluşlarının toplantı yaparak sorunlara çözüm getirmesi gerektiğini savunuyoruz. Cem evlerini Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlayan kararname, yasal çerçeve adı altında bir inancı yok saymaktadır. Bu kararname ve Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı bize göre yok hükmündedir. Biz eşit yurttaşlık talebimizi gündeme getirmeye devam edeceğiz” dedi.

Mustafa Aslan, yakın tarihte Fetullah Gülen‘in Alevi adıyla dernek kurdurduğunu hatırlatarak “İktidarın da şimdi kendi Aleviliğini oluşturma girişimleri olduğunu biliyoruz” uyarısında da bulundu.
***
İktidarın, Alevi kuruluşlarına bakışı, barolara bakışı gibidir. Nasıl, baroları parçalayarak yandaş barolar oluşturmaya çalışıyor iseler, kendi Alevi kuruluşlarını da aynı yöntemlerle kurdurmak istiyorlar. Devleti yöneten siyasal kadroların bu tür oyunlara başvurması hiç hoş değil…

Diğer taraftan (Öte yandan), Alevileri temsil eden kuruluşların başkanları da bence daha dikkatli ve özenli bir dil kullanmalıdır. Dost acı söyler. Eşit yurttaşlık kavramı, Anayasa’daki “kanun önünde eşitlik”ten farklı olarak etnik veya dini anlamlarda kullanılmaktadır “Eşit yurttaşlık” denince akla ilk olarak Abdullah Öcalan‘ın “etnik kimliklerin Anayasa’da belirtilmesi” talebi gelir…

“Eşit yurttaşlık”, emperyalizmin anahtar kavramıdır

Bir ara AKP de kullanıyordu. Şimdilerde kavramı CHP devraldı!

  • “Eşit yurttaşlık” ile ulaşılmak istenen hedef,
    Türk kimliğini yok ederek yerine yeni bir kimlik getirip, konfederasyon kurmaktır!

***
Alevilerin kanaat önderi durumundaki bütün yetkin kişilerle 32 yıl önce görüşmüş ve mevcut bütün kaynakları incelemiş bir kişi olarak söyleyebilirim ki; Alevilerin asıl talebi Anayasa’daki laiklik ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin uygulanmasıdır. Zira,

  • Laiklik ilkesi gerçekten uygulandığında,
    devlet kimseye bir inanç dayatmayacağı gibi kimsenin inancına da karışmayacaktır…

Gerçi, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan da konuşmasında “laiklik ve demokrasi temelinde” söylemini kullandı ama her kezinde sözü sanki büyülü bir kavrammış gibi “eşit yurttaşlık” ile tamamladı.

Aleviler, zaten Türk Milleti’nin ta kendisidir. Öyleyse kiminle eşit yurttaşlık?
==================================
Dostlar,

Konuya biz de web sitemizde değişik kezler (“müteadit defalar” demedik!) yazdık.

“Eşit yurttaşlık” kavramı kodlu bir kavramdır.
Önce ilgili ülkede değişik etnisiteleri ayrıştırmayı, öne çıkarıp belirginleştirmeyi ve adlandırmayı içerir.
Anımsayalım, Türkiye’de de sayılıp durulur bir küme etnisite.
İzleyen adım, birbirinden ayrıştırılan bu etnik kümelere sözde “eşitlik” sağlamaktır.
O yüzden “Eşit yurttaşlık”  anahtar kavramı türetilmiş olarak öne sürülür.
Bir başka anlatımla, değişik etnisitelerin bir potada eritilerek uluslaşması dışlanır.
Oysa bu politika asla asimilasyon olmayıp, emperyalizmin böl – paçala – yut iğrençliği karşısında Ulus Devlet savunma kalkanıdır.
Dolayısıyla önce farklılıklarımızla birlikte olacağız, baskın halk yığını kimliğini ortaklaşa edineceğiz. Türkiye’de bu kimlik TÜRK KİMLİĞİ’dir ve -bir kez daha asla- ırkçılık temelli değildir.
Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş’u izleyen Kuruluş yıllarında, Anadolu halklarını bütünleştirmek için son derece ussal (akılcı) ve gerekirci (deterministik) biçimde şu önermede bulunmuştur :

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran Anadolu halkına / ahalisine Türk Milleti denir.”

Bu bir tarihsel çağrıdır ve kaçınılmaz – seçeneksiz sosyolojik senteze – uzlaşıya davettir.

Tersi durumda Anadolu coğrafyası Sevr Andlaşması / 14 Wilson İlkesi bağlamında çok sayıda “lokmaya” (federasyona!) parçalanacaktır. Üstelik emperyal Batı ikramı (!) İslami sos ile..

Benzer tablo dünyada pek çok ülkede geçerlidir.. Başta ABD olmak üzere.. İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, bu oyunla parçalanan Yugoslavya, Çin, Rusya, Finlandiya, Belçika..

Dolayısıyla, etnik kökene bakmadan, öncelikle ülkedeki tüm vatandaşlar YURTTAŞ kılınacaktır.
Ardından, yasalar önünde tüm yurttaşların eşitliği sağlanacaktır.
Halen, yürürlükteki 1982 Anayasası’nda verili durum budur. Öncekilerde de öyleydi.

Anayasanın 10. maddesi bu amaçladır.
2. maddede sayılan değiştirilemez temel Cumhuriyet nitelikleri pekiştiricidir.
Laikliğe özgülenmiş 24. madde vd. tamamlayıcıdır.
Hedef, “Eşit yurttaşlık” kodlu – tuzaklı özel dile (jargona) karşılık,

YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ‘dir..

10. Yıl Söylevi‘nde de (1933) Atatürk,

  • “Ayrıcalıksız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olacağız”..

derken ve sözlerini “Ne mutlu Türk’üm diyene” çağrısı ile bağlarken, sağlam bir tarihsel, politik, sosyolojik bilinç zeminindedir.

Bu sözde gücenecek bir algı yoktur. Herkesin alt kimliği kendinedir ve saygındır. Ama bir devletin uyruğu olarak da bir üst kimlik kaçınılmazdır. 50 Eyalet ve 72,5 milletten (!) oluşan ABD, tipik örnektir.

Bu ülkede herkes, göğsünü gerek gere ilk olarak “I’m an American!” demektedir.
İzleyen tümce alt kimlik, kökendir. Örn. BioNTech aşısını geliştiren Prof. Uğur Şahin bir Alman vatandaşıdır. “Ben Alman’ım” demektedir ve demek zorundadır. İzleyen tümce, “Türk kökenli Alman’ım” olmaktadır. ABD’de senatörlüğe aday olan Prof. Mehmet Öz de aynı durumdadır. Her 2 ülke, etnik kökenlerine bakmaksızın adı geçen 2 Türk’ü önce vatandaş kabul etmiş, ardından da EŞİT YURTTAŞ kılmıştır.

Ancak Şahin de, Öz de etnik milliyetçilik temelinde ırkçılık yapar ve ayrımcılık güderlerse, Devlet ile yurttaşı arasındaki sözleşme bozulacak ve “deportasyon” süreci başlayabilecektir.
***
Sonuç olarak;
– Türkiye’de yaşayan tüm vatandaşlar, hiçbir ayrım yapılmadan T.C. Devleti yurttaşıdır.
– Ayrıcalıksız – kaynaşmış bir halk – ulus olmamız; parçalanmadan, ülke- ulus birliğini koruyarak yaşamamızın (bekamızın) sigortasıdır.
– Federal – konfederal bir Türkiye Yugoslavya gibi parçalanmaya mahkumdur.
– Gereksinimimiz, “Eşit yurttaşlık” kodlu – tuzaklı özel dile (jargona) karşılık,
TÜM YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ‘dir.. Bu kurumu Anayasal güvenceye almak ve uygulamaktır. Türkiye Anayasası bu amaca uygun bir yapıdadır (md. 2, 10, 24. vd.).
– Tarihsel gerçeklikleri kavrayamayan ve gerekli savunma düzeneklerini kuramayan halklar parça parça edilerek sonsuza dek emperyalizme sömürge, yem, lokma olmuşlardır.
– Bu nedenle Türkiye’de etnisite, milliyetler, hiçbir mikromilliyetçilik sorunu yaratılmamalıdır.

Bu bağlamda, örneğin Türkiye’de KÜRT SORUNU YOKTUR… diyoruz. Hepimiz yasalar önünde eşit hak ve özgürlüklere, onura sahip olduğumuzda, –bir kez daha tipik ABD örneği– geriye bir sorun kalmayacak, hep birlikte ULUS olarak kardeşçe, bir arada ve emperyalizmin oyununa gelmeksizin ulus devletimizde özgür – bağımsız yaşayabileceğiz. Başka reçete yok!!

Anadolu halkının / ahalisinin uluslaşarak, bu tarihsel ve vazgeçilmez, kaçınılmaz sağduyu ve bilinci göstereceğine inanıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 17 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

CEMEVİ SALDIRISI NOTLARI

Av. Hüseyin ÖZBEK
TBB Önceki Başkan Yrd.

Ankara’da aynı gün kısa aralıklarla 3 ayrı cemevine saldırının yarattığı mağduriyet ve haklı tepkiyi, siyasal Kürtçülük adına kullanmak isteyenlere dikkat edilmelidir.

Alevi Bektaşı Federasyonu’nun basın açıklamasındaki; “Eşit yurttaşlık” sözünün, Siyasal Kürtçülüğün masumiyet ambalajlı temel talebi (istemi) olduğu bilinmelidir. Yine açıklamadaki, “Koçgiri ve Dersim” söylemi üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ni hedefleyen saldırı dikkatten kaçmamalıdır.

Adı açıkça söylenmese de Koçgiri ve Dersim üzerinden asıl hedefin Atatürk olduğunun altı çizilmelidir. (Koçgiri ayaklanması Mart 1921 – Dersim kalkışması 1937-38)

Koçgiri isyanı, Yunan Ordusu Eskişehir üzerinden Ankara’ya yönelmişken Mart 1921’de çıkar(ılır). Yunan ve İngiliz istihbaratı ve İngilizlerce kurdurulan Kürdistan Teali (yükselme) Cemiyeti işbirliği ile çıkarılan bir isyandır. Amaç işgalci Yunan Ordusunun elini rahatlatmak ve Ankara’nın inisiyatifini zaafa uğratmaktır.

Yine amaç, Milli Mücadeleyi arkadan vurmak ve emperyalizme karşı cepheyi çökertmektir. İlerleyen Yunan Ordusu karşısında bir askere bile ihtiyaç varken, isyanı bastırmak için cepheden on bin askerin geri çekilmek zorunda kalındığı hatırlanırsa, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.

Koçgiri isyanının liderlerinin Kürdistan Teali Cemiyeti ile irtibatı kalkışmanın amacının ne olduğunu açıkça göstermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, Hatay’ın ana vatana katılmasına odaklanmışken, Fransa başta olmak üzere, emperyal güçlerin arkalamasıyla çıkan feodal isyanın çarptırılmasına şimdilik bir cümle ile değinelim.

Dersim olayını, Cumhuriyet’in, yöre halkını ortaçağ karanlığında baskılayarak sömüren feodal derebeylerinin tasfiyesine yönelik müdahalesine bambaşka anlamlar yükleyip çarpıtarak yansıtmak, tarihsel gerçeklikle hiçbir şekilde örtüşmemektedir.

Irak, Lübnan ve Suriye’de yaşananlar, mezhep kimliğinin ulusal kimliğin önüne geçirilmesi halinde neler yaşanacağının somut ve güncel kanıtlarıdır.

Irak’ın, aynı dili konuşan Arapları, Şiilik – Sünnilik,
Suriye Arapları Sünnilik – Nusayrilik,
Lübnan Arapları, Hıristiyanlık – Müslümanlık
üzerinden hiç bitmeyecek bir kavga ve kaosun (karmaşanın) içinde çırpınmalarından ders alınmalıdır.

  • Türkiye’nin, ulusal kimliğin reddi temelinde alt kimlikler ve mezhepler üzerinden ayrıştırılmasına hayır!

Emperyal odakların, post-modern Madımak kumpaslarına hayır.!

Yurttaşlarımızın mezhep aidiyetleri üzerinden içe kapanmaya, gettolaşmaya zorlanmasına hayır!

Mezhep aidiyeti üzerinden ulusal kimliğe açık ve örtülü saldırılara hayır!

Cumhuriyeti, Milli birlik ve bütünlüğümüzü hedefleyen bu alçakça saldırıyı tersyüz ederek Atatürk döneminin karalanmasına hayır!

Emperyalizme, Ortaçağ karanlığına, Cumhuriyet, uygarlık ve çağdaşlık karşıtı teokrasiye hayır!

Anadolu Türk ve Türkmen Aleviliğinin bin yılda oluşan geleneksel hiyerarşisini, hassas (duyarlı)  dengelerini, kutsal ocaklarını, halkın itibar ettiği inanç önderlerini devre dışı bırakan yapay, politik, gelenekten ve Serçeşme’den beslenmeyen, başka manevi (!) merkezlerden yönlendirilen, kimi yol düşkünlerinin provokatif (kışkırtıcı) çıkışlarının, yeni acılar ve ayrışmaların yaşanmasına yol açacağı göz önüne alınmalıdır.

Manevi Merkezi Hacıbektaş, manevi önderi, Serçeşmesi Hacı Bektaşi Veli olan, bin yıllık damıtılmış inanç ve kültür sentezimiz Türk ve Türkmen Aleviliğine, Anadolu’muzun bu kutsal inanç ocaklarını bugüne dek söndürmeyen yol evlatlarına, inanç önderlerine, taliplere, müsahiplere, birliğimizin ve dirliğimizin güvencesi cümle canlarımızı geçmiş olsun dileklerimizle kucaklıyor, Muharrem Orucumuzun barış ve kardeşlik içinde geçmesi duasıyla, “gelin canlar bir olalım” diyoruz.

Haydin, hep birlikte, el ele omuz omuza, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi ve Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda yürümeye…

Bu davet (çağrı) bizim !

“Bilimsel, Laik, Anadilde Eğitim Mitingi”


Dostlar
,

Alevi örgütlerinin ve Eğitim Sen’in çağrısıyla, 8 Şubat 2015’te Kadıköy’de yapılan mitingde aşağıdaki başlığı içeren pankart taşındı ve söylemler dillendirildi.

Bu ülkenin yurttaşlarının ANA – ESAS – TEMEL – BİRİNCİL – RESMİ dili
(Main, Basic, Essential, Primary, Principal, Official) TÜRKÇE‘dir.

Anne (mother) – doğal (native) dili başka başka diller olabilir..

Türkçe’nin bu bağlamda talihsizliği, yukarıda eşanlamlılarıyla verdiğimiz
ANA sözcüğünün 2. sırada verdiğimiz ANNE sözcüğü ile de eşanlamlı olmasıdır.

Bu ayrımı yapalım ve diyelim ki; ülkede eğitim ANADİLDE – RESMİ DİLDE.. olur.
Bu dil Türkçe’dir. Türkiye’nin Anayasada tanımlanan resmi dili Türkçe’dir (Anayasa md. 3). Dolayısıyla kamusal alanda bu dil, ANA DİL kullanılacaktır. Hepimizin birliğinin sigortasıdır. Üstelik Anayasa’nın ilk 3 maddesinin değiştirilmesinim önerilmesi de Anayasanın 4. maddesi ile engellenmiştir.

Bunun dışında tüm diller – kültürler – inançlar saygıdeğerdir ve varsıllığımızdır.
Yaşanmalı ve yaşatılmalıdır.

Ayrıca insanlar pek ala “2 ana dilli” de olabilirler.
Ülkenin resmi dili tüm yurttaşların ana dilidir,
öte yandan kişinin annesinin dili ana dili olmayabilir.

Örn. Yaşar Kemal’in ana dili Türkçe; annesinin dili Kürtçe’dir.
Bu bağlamda sitemizde yazdığımız aşağıdaki yazıyı okuyabilirler..

YAŞAR KEMAL’in ANA DİLİ ??
(http://ahmetsaltik.net/2015/01/19/29738/)

Pek çok çift anadilli yurttaşımız vardır.
Tek resmi ANADİL birlikte yaşam – iletişim için güvencedir.

Emperyalizmin oyunlarına gelmeyelim,
ULUS DEVLET BİRLİĞİMİZİ KORUYALIM.
7/8 Şubat 2015 gecesi Ulusal Kanal Ceviz Kabuğu programında telefonla bağlanarak
bu bağlamda düşüncelerimizi yaklaşık 11 dakika sunduk..

Sevgi ve saygı ile.
09 Şubat 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Laik, Bilimsel, Demokratik,
Anadilde Eğitim İçin Alanlardaydık

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/egitim-5135.html, 09 Şubat 2015

Alevi örgütlerinin ve Eğitim Sen’in çağrısıyla, 8 Şubat 2015 Pazar günü Kadıköy’de gerçekleştirilen “Bilimsel, Laik, Anadilde Eğitim Mitingi”nde onbinler buluştu.

Kadıköy Boğa ve Numune Hastanesi önü olmak üzere iki buluşma noktasında toplanarak Kadıköy Meydanı’na yürüyen on binler AKP’nin gerici politikalarına karşı “eşit yurttaşlık hakkı”, “bilimsel ve laik eğitim” istemlerini yansıtan pankart
ve dövizler taşıdı.

Mitinge Türk Tabipleri Birliği adına 2. Başkan Prof. Dr. M. Raşit Tükel’in de katıldığı hekimler TTB-İstanbul Tabip Odası’nın “Laik, Bilimsel, Demokratik, Anadilde Eğitim” pankartı arkasında katıldılar.

Mitingde AKP Hükümeti’nin eğitimi ve yaşamın tüm alanlarını gericileştirmeye dönük politikalarına karşı laik, bilimsel eğitim için mücadele edileceği vurgulandı
ve 13 Şubat 2015 günü gerçekleştirilecek eğitim boykotuna çağrı yapıldı.

Mitingde ortak basın açıklamasını, organizasyon komitesi adına
Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Baki Düzgün okudu.

  • “Eğitimi tekçi bir şekilde düzenlenmek isteniyor. Devletin Türk-İslam sentezi politikaları ile insanlar ayrıştırılıyor” diyen Düzgün, meslek liselerinin ucuz işgücü olarak görüldüğünü belirtti.
  • “Hırsızlık, talan diz boyu” diyen Düzgün, kendilerinin eşit yurttaşlık talep ettiğini ancak Cumhurbaşkanı’nın “İsteseniz de istemeseniz de Osmanlıca öğreneceksiniz” dediğini anımsatarak, devletin en tepesinin en gerici söylemleri kullanmasının
    kabul edilemeyeceğini belirtti.
  • “Oysaki laiklik her inanç her bireye eşit yaklaşmayı gerektiriyor” diyen Düzgün, emek ve demokrasi güçleri olarak tehlikenin farkında olduklarını,
    bütün güçlerin gericiliğe karşı seferber edileceğini belirtti.

AKP Alevi Haklarınıı ve AİHM Kararlarını Neden Görmezden Geliyor?


Dostlar
,

“AKP Hükümeti Alevilerin Haklarını ve AİHM Kararlarını
Neden Görmezden Geliyor??”

Bu akşam, 21 Aralık 2014 Pazar günü gece saat 20:00 – 22:00 arasında
2 saat boyunca yukarıdaki sorunsalı (problematik) ULUSAL KANAL‘da işleyeceğiz.

Bizim yönetimimizdeki programda 2 konuşmacımız olacak. Genelde insan hakları,
özelde Alevi – Bektaşi yurttaşların temel haklarının yaşama geçirilmesi temamız olacak.

Alevi_Haklari_Ulusal_Kanal_21.12.14
Her 2 konuşmacıdan engin deneyim ve birikimlerini olgun bir zeminde paylaşmaları
rica edilecek.. Yönetici olarak biz de bildiğimiz kadar katkıda bulunmaya çabalayacağız.
Bilgisayarımıza gelen e-iletileri elden geldiğince işleyerek konuşmacıların yanıtlamasını sağlamaya çalışacağız.. Konuşmacıların elden geldiğince kaynak – belge – evrak vb. kanıtları stüdyoya getirmelerini (kitaplarını da!) ve bunlara dayanarak düşüncelerini aktarmalarını bekliyoruz.

portresi2

 

Sayın Gazeteci-Yazar Necdet Saraç İstanbul stüdyosundan katılacak.

 

Kazim_Genc
Sn. Av. Kazım Genç Ulusal Kanal Ankara stüdyosunda olacaklar bizimle birlikte..  Sn. Genç, “Zorunlu Din Derslerinin kaldırılması davalarını AİHM’de açan ve olumlu sonuçlandıran hukukçu” ..
Alevi Bektaşi Federasyonu eski Genel Sekreteri ..
Bize bu fırsatı veren Ulusal Kanal’a (Genel Yayın Yönetmeni Sn. Yener Güneş’e),
İP Gn. Bşk. Yrd. dostumuz Sn. Naci Beştepe Paşamıza ve sevgili kardeşimiz
Ulusal Kanal önceki Yayın Yönetmeni Adnan Türkkan’a teşekkür ediyoruz.

Programı izlemenizi, izletttirmenizi dileriz.

Sevgi ve saygıyla.
21.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

SİVAS KIYIMI : 21 YILDIR HALA YANIYORUZ

SİVAS KIYIMI : 21 YILDIR HALA YANIYORUZ!

Aydın ve sanatçıların yakılarak katledildiği “Sivas Katliamı”nın 21. yıldönümünde Madımak Oteli önünde anma etkinliği düzenleniyor.

2 Temmuz 1993’te yapılan Sivas Katliamı’nın yıldönümünde;
Alevi Bektaşi Federasyonu başta olmak üzere, pek çok Alevi derneğinin,
siyasal partilerin, kuruluşların katıldığı anma etkinliğinde onbinlerce kişi
Madımak Oteli’nin önüne geldi. Polisler Madımak Oteli önüne barikat kurdu.

28 Aralık 2013’te Uludere’de yaşamını yitiren vatandaşların aileleri de
Sivas Katliamı’nda yaşamını yitirenleri anmak için Sivas’a geldi.

Kentteki polislere destek olarak İstanbul, Kırklareli, Kocaeli, Tekirdağ, Aksaray, Amasya, Elazığ, Erzincan, Giresun, Kahramanmaraş, Kayseri, Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Ordu, Tokat ve Yozgat’tan takımlar getirildi. Toplam 2500 polis görevlendirildi.

İl Jandarma Komutanlığı ve 5’inci Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda
destek güçler hazır bulunduruluyor.

Anma programı kapsamında güzergah üzerindeki Seyrantepe kavşağından başlayarak Mehmet Akif Ersoy Caddesi, Mevlana Kavşağı, Mevlana Caddesi, Meçhul Asker Sokak, İstasyon Caddesi, 50’inci Yıl Kavşağı Cumhuriyet Meydanı arası,
Atatürk Caddesi’nin Dört İşletme kavşağından Cumhuriyet Meydanı arası, Hikmet Işık Caddesi, Nalbantlarbaşı kavşağı trafiğe kapatıldı. Madımak Oteli yakınındaki birçok esnafın işyerlerini açmadığı görüldü. Eski otel binasının bulunduğu Eski Belediye Sokak girişi bu yıl da barikatlar ile kapatıldı.

SİVAS- MADIMAK’TAN FOTOĞRAFLAR ve GELİŞMELER:

Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş konuşma yaptı.
Demirtaş; konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Sizin burada yürek yüreğe duruşunuzdan daha önemli bir mesaj yoktur.
Bugün Soma da burada Roboskî de burada. Gezi de burada Berkin’in arkadaşları da burada.
Eğer ezilen kimliğimizle, Alevisi, Êzidîsi, Türkü, Sünnisi, Kürdü beraber olabilirsek çözemeyeceğimiz zorluk yoktur. İşte siz bu mesajı verdiniz buradan.
Bir kez daha 21 yıldır inatla, inançla bu mücadeleyi sırtlayanların önünde eğiliyorum.Yeter ki birlik olun, sizin mücadeleniz sizlerin ellerindedir.
Biz bu mücadelenin yanında olmaktan ancak onur duyarız. Alevilerin güzel dernekleri, yan yana durmaktan korkmayın. Bizleri parti parti, dernek dernek bölenler yan yana durmamızı istemiyor. Çocuklarımızın, torunlarımızın Sivas’ta, Çorum’da yaşadıklarını yaşamak istemiyorsak el ele vereceğiz. Bizler, yani kadınlar, yani emekçiler, yani halk beraber durdukça kazanabiliriz. Sivas’ın hesabını ancak yan yana gelerek sorabiliriz. Sivas’ın hesabını bu iktidar soramaz.”

CHP’li milletvekilleri Aykut Erdoğdu, Mahmut Tanal, Sakine Öz, Aylin Nazlıaka,
Veli Ağbaba, İlhan Cihaner, Binnaz Toprak, Aykan Erdemir ve Nurettin Demir de Sivas’ta…

Madımak Oteli önündeki anmadan fotoğraflar:

çArşı grubu Sivas’ta…

Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş ve HDP’li milletvekilleri Sivas’a geldi

Madımak Oteli önüne ulaşıldı. “Sivas’ın hesabı sorulacak” sloganı atıldı.

Madımak Oteli alanına girişlerde, vatandaşlar polisler tarafından aranıyor.

(

(Aleviyim- Facebook)

(Yarın Haber- Twitter)

(Muhalefet Portal- Twitter)

(Halkevleri- Twitter)

Odatv.com, 2.7.14

RT ERdoğan’ın “Dört dörtlük Aleviyim” saçmalaması..


Dört dörtlük Muaviyesin
+++++++++++++++++++++

Ali Serdar Bolat
21 Temmuz 2013
Tayyip Bey: “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük Aleviyim” dedi.
Hiç danışmanı yok mudur? Aleviliğin Ali’yi sevmek demek olmadığını
O’na anlatmıyorlar mı?
Ali İsmail Korkmaz’ı öldürdün,
Mustafa Ali Tombul’u komaya soktun, öbür Ali’yi sevsen ne olur,
sevmesen ne olur.
Zamanımızın Ali’si olan Atatürk’e kin kustun,
1300 yıl önceki Ali’yi sevsen ne olur, sevmesen ne olur.
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Kurucu Genel Başkanı Murtaza Demir:

  • “Aleviler Ali’yi de sever, Atatürk’ü de, insanı da. Kibri ve kinine yenik bir Başbakan’ın Alevi olmasının hiç bir ihtimali yoktur.”
“Demokratik tepkimizi “öldürün” diyerek, yurttaşlarını taammüden öldüren polisleri
taltif ederek engelleyemezsin. En demokratik hakkını kullanırken öldürülen
bu insanların ailelerinden ve toplumdan özür dilemelisin.
Öldürenlerin cezalandırılmalarını istemelisin…”
Murtaza Demir, Tayyip Bey’in “Aleviyim diye ortaya çıkıp Hz. Ali’nin yaşam tarzından uzak olanlara söyleyebilecek hiçbir şeyim yok.” suçlamasına şu cevabı verdi:

  • “Aleviler Ali’yi namaz kıldığı, abdest aldığı, Ramazan Orucu tuttuğu için değil, mazlum olduğu, Ehli Beyt Ailesinin ulusu (yücesi) olduğu, lanet olası Muaviye, Mervan ve Yezid’in gadrine muhatap olduğu, hakkının-hukukunun çiğnendiği, zulmedildiği için aynı zulmü paylaştıkları için seviyorlar.
  • Türkiye’yi yöneten Mervanlar da Alevileri ezmiyor mu; hak ve hukuklarını gasp etmiyor mu?”
***********
Bu inanç, Türklerin binlerce yıllık Gök Tanrı inancıdır. Kökü kam inancına (Şamanizm‘e) dayanır. Yazılı olmayan, sınıflaşma öncesi bu inanç, etkileşime geçtiği kültürlerin inançlarından da ögeler alan, kendini zenginleştirebilen bir inanç biçimidir. Budizmden, Zerdüşt dininden de etkilenmiş, o inançlardan da bazı ögeler almıştır.
Türkmenler İslamiyetle temas ettiğinde, Kerbela olayından etkilenmişler ve Ali ailesini inançlarına dahil etmişlerdir. Buraya dikkat etmek gerekir: Ali ailesini inaçlarına dahil etmişlerdir, Ali ailesinin ibadet biçimlerini, yani İslami ibadet biçimlerini değil. Tabii, Ali ailesi aynı zamanda Muhammed ailesi olduğundan, kendilerini Müslüman olarak tarif etmişlerdir. Bu, aynı zamanda, “Dört semavi dinden birine dahil değilsiniz, demek ki kafirsiniz” bahanesi ile Müslümanlar tarafından öldürülmemek için de uygun bir korunma biçimi idi. Buna Kızılbaşlık da denir. Türklerin dinsel inançlarının İslamiyet adı altında devam etmesidir.
Murtaza Demir’in ifade ettiği gibi:

Ali – Hasan – Hüseyin yani Ehl-i Beyt, Müslüman oldukları, namaz kılıp oruç tuttukları için değil, Muaviye zulmüne maruz kaldıklarından ve zulme boyun eğmediklerinden dolayı Türkmenleri etkilemiş ve Ehl-i Beyt sevgisi bu yüzden Türkmen oymaklar arasında yayılmıştır. 
 
Bu sevgi dolayısıyla kendilerini Müslüman olarak tarif etmişlerdir. Ancak bu tarif, onların semah vesaire gibi Türk ibadet usullerini terk edip namaz, oruç, hac vesaire gibi
İslami ibadet usullerini kabul etmelerini, camiye gitmelerini gerektirmez. Çünkü onların ibadetlerini yaptıkları binlerce yıllık cemevleri vardır. Kendilerini Müslüman olarak tarif etmeleri, binlerce yıllık Türk inançlarını ve ibadet biçimlerini terk ettikleri, onların yerine Arap inanç ve ibadet biçimlerini koydukları anlamına gelmiyor. 
 Günümüzde Alevilik olarak adlandırılan bu Türk inanç sistemi, İslamiyetten binlerce yıl daha eskidir. Tayyip Bey’in ve O’nun gibilerin anlamadığı, daha doğrusu anlamak istemediği gerçek budur.
Onlar, kendilerine Alevi dememişlerdir. Bin küsur yıl boyunca Kızılbaş Türkmenler olarak tanınmışlardır. Onlara Alevi sıfatının takılmasının tarihi yüz-yüzelli yıl kadar önceye dayanır. Türkmenler, kendilerine takılan bu sıfatı benimsemişler ve kendilerini böyle adlandırmışlardır. Dolayısıyla, Alevilere “Ali, Hasan, Hüseyin camiye gidip namaz kılardı, oruç tutup hacca giderdi, siz de onlar gibi yapın..” derseniz, kopkoyu cahil olduğunuzu ortaya koymaktan başka bir şey yapmıyorsunuz demektir.
Hem sana ne? İnsanlar nasıl ibadet etmek isterse etsin, bu seni niçin ilgilendiriyor?
Sen devlet yöneticisi misin, tarikat şeyhi mi.
Van minıt… Hani demokrattı? İnsanlar isterse camiye gider, isterse cemevine,
isterse kiliseye, isterse hiçbirine. Binlerce yıldır camiye gitmeyen insanları ne hakla camiye gitmeye, namaz kılmaya zorluyor? İnsanların istediklerini yapmaya hakları
yok mu? İnsanların inançlarına karışma hakkını nasıl oluyor da kendinde görüyor? İnsanların kutsal bildikleri bir mekana ne hakla “cümbüş evi” diyerek hakaret edebiliyor? İnsanlar orada cümbüş yapmıyorlar, eğlenmiyorlar, inançları gereği
ibadet ediyorlar. Bunu bilmemesi imkansız. Demek ki, kendisininkinden başka inançları yok etmeye çalışıyor. Buna demokrasi değil, diktatörlük denir.
***********
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Kemal Bülbül:

“Sen dört dörtlük Muzviye taklidisin.
Mısır’da kötü bir Firavun taklidisin.
Libya’da, Ömer Muhtar’ı idam edenlerle bir olup Kaddafi’yi linç eden zihniyetin ortağısın.
Suriye’de Muaviye’nin ta kendisisin.
ABD ve AB nezdinde “Çağdaş bir Osmanlı Paşası” olarak kabul gördün,
ama paşalığın ömrü tükendi.
Sen, demokrasiyi sandıktan ibaret sanan bir demokrasi fukarası,
ama hak edilmemiş bir servetin zenginisin.”
***********
Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Selahattin Özel:

“Hiç bir Alevi “Dört dörtlük Aleviyim ben” demez. Kim diyorsa, Alevi değildir.”
***********
Tayyip Bey, 2011 seçimlerinde Kılıçdaroğlu üzerinden Alevi düşmanlığı yaparak
oy avcılığı yapmıştı. İşte söyledikleri:
– 30 Nisan 2011 Muş Mitingi: “Biliyoruz ki Sayın Kılıçdaroğlu Alevilik kültürüyle yetişmiş bir insandır, Alevidir.”
Meydandakiler: “Yuuuuuuhhh!”
– 4 Mayıs 2011 Kastamonu Mitingi: “Hani Alevilik kültüründen gelen birisidir ya,
hani Alevilik vardır ya kendisinde.”
Meydandakiler: “Yuuuuuuhhh!”
– 5 Mayıs 2011 Amasya Mitingi: “Malum Alevilik kültüründendir ya, kendisi de Alevidir ya.”
Meydandakiler: “Yuuuuuuhhh!”
– 8 Mayıs 2011 Kahramanmaraş Mitingi: “Herhalde Alevi olduğuna göre bunu iyi bilir.”
Meydandakiler: “Yuuuuuuhhh!”
Alevileri, Aleviliği meydanlarda yuhalattı.
Şimdi dört dörtlük Alevi olduğunu hangi yüzle söyleyebiliyor?
***********
Türkmen semahı
Tayyip Bey’in Alevi düşmanı eylemleri ve sözlerinden bir demet:
İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde dozerlerle Karacaahmet Sultan Dergahı‘nı yıkmaya çalıştı.
Cemevlerine “Cümbüş evi” diyerek, “Ucube” diyerek  Alevilere hakaret etti.
“Cemevi kültürel mekandır, ibadet yeri camidir” diyerek Alevilerin binlerce yıllık inanç sistemini yok saydı.
  • Alevi katili Yavuz’un adını 3. köprüye verdi. 
İktidarda olduğı 11 yıl boyunca , cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması için verilen yasa tekliflerini reddetti.
Sivas katillerinin avukatları ile birlikte AKP’yi kurdu,
onları Bakan, Belediye Başkanı, Anayasa Mahkemesi Üyesi yaptı.
Sivas davası zamanaşımına uğrayınca “Hayırlı olsun” dedi.
Esad’ı “Alevi” diyerek eleştirdi. Suriye’de Alevi katliamı yapan yobazları besledi, silahlandırdı.
“Ben Alevilerin neden Başbakanı olayım ki, bunun için bir sebep mi var?” diyerek, sadece Sünnilerin Başbakanı olduğunu söyledi, Alevileri dışladı, bölücülük yaptı.
Alevilerin “Zorunlu din dersleri kaldırılsın” taleplerine kulaklarını tıkadı.
Tam tersine, imam hatip okullarını yaygınlaştırdı.
***********

2012 Aleviler ve Alevilik


Dostlar
,

Sayın Erdal Yıldırım kapsamlı bir muhasebe yapıyor.

Çok ama çoook can sıkıcı.

  • Bu tehlikeli tırmanışın mutlaka durudurulması gerek.

AKP’den mi bekleyeceğiz??

Tümüyle değil elbette ama tümüyle reddederek de değil..
İçlerinde “vicdanlı” olanların köküne kıran girmedi elbette bu 1.

İki : Safları sıkılaştırmak..

Daha iyi bir önerisi olan var mı??

AKP’ye bir çağrı daha                             :

  • Toplumu ayrıştırmaya son verin, ateşle oynuyorsunuz.. Siz de yanarsınız..

=============================================================

2012 Aleviler ve Alevilik

Erdal YILDIRIM

30.12.2012

2012 yılını Aleviler, Alevilik ve Alevi örgütlemesi açısından değerlendirirsek, 2012’nin de geçmiş yıllarla benzeşen, hatta kimi zaman daha olumsuz olduğunu; hem hükümet ve devlet kanadından, hem de toplumun çeşitli kesimleri tarafından Aleviler ve Aleviliğin sayısız saldırılar, baskılar, sindirme politikaları ve uygulamalarıyla karşı karşıya kaldıkları bir yıl olduğunu görmekteyiz.

Bu değerlendirmeyi de belli başlıklarda, yani Alevilerin ve Aleviliğin karşı karşıya kaldığı saldırı, haksızlık ve uygulamalar; Alevi toplumu ve örgütlenmesinin artıları, yaptıkları; son olarak da eksileri, yapamadıkları ve yapması gerekenler şeklinde ele almanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

AKP hükümeti 2012 yılında ülkedeki çeşitli etnik ve inançsal kimlikler ve farklı topluluklara karşı genel gerici, faşist, inkârcı, baskıcı politikalarını, özellikle Aleviler ve Kürtler üzerinde sistematik ve programatik olarak uygulamaya çalıştığı bir yıl oldu.

AKP iktidarı ve onun Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bu uygulamalarını Alevileri ve Aleviliği, siyasal, sosyal ve kültürel açıdan, her türlü devlet aygıtını da kullanarak, kimi Hızır Paşaları da yanına yedekleyip kendi Alevi’sini (AK Aleviler) yaratmak, Aleviliği İslam’a yamamak; ya da İslam’ın içine alıp tamamen yok etmek için ve de yaşamın her alanında baskı altına almak, sindirmek suretiyle  hayata geçirmek istedi.

Başbakan Erdoğan ülkede yaşanan kimi toplumsal olaylarda da, “kindar ve dindar” gençliğe verdiği cesaretlendirici mesajlarla Alevilere karşı yurt genelinde saldırıların sistematikleştirilmesinin önünü açtı. Alevilerle ilgili birçok canalıcı konuda yürütüme, yasama ve yargının yapması gerekenleri DİB ve ulemaya havale etti.

Bu bağlamda 2012 yılında yaşanan fiziki, psikolojik, sosyolojik saldırılardan
bazı örnekleri sıralayalım. 2102 Ocak ayında Alevi bir mahkûmun Dede ile görüşme isteği, Diyanet’ten Alevilikle ilgili görüş alınarak reddedildi.

Yıl boyunca yurdun değişik bölgelerinde birçok kez Alevilerin evlerine belirsiz – anlaşılmaz, ancak daha önce Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da da şahit olduğumuz katliamları çağrıştıran işaretlenme olayları yaşandı.

  • 28 Şubat Adıyaman’da Yenimahalle ve Karapınar mah. 45 Alevinin evlerine işaretler kondu. Vali – içişleri bakanı “çocuklar yapmıştır.” dedi..

Ardından 19 Martta Gaziantep’te Alevi evlerine işaretler kondu;
“Gaziantep su kanalizasyon ekiplerinin işi” dendi, ama kısa zamanda yalan
meydana çıktı.

Sonra 28 Martta Erzincan Üzümlü ilçesinde Alevi evleri işaretlendi.
Bunlarla da bitmedi. Süreç Malatya ve Mersin Mezitli kasabasında da Alevilere ait çeşitli evlerin işaretlenmesiyle devam etti.

  • Temmuz ayı sonlarında Ramazan orucu tutmadıkları gerekçesiyle Malatya sürgü kasabasında 500 kişilik gerici faşist güruh, bir Alevi ailenin evine taşlı, sopalı, silah ve kasaturalı saldırıda bulundu. Aile linç edilmek istendi. Olaydan sonra Belediye başkanı ve kaymakam aileden güvenliklerini sağlayamadığı için kasabayı terk etmesini istedi. Mahkeme ve savcı ise nefsi müdafaa yapmaya çalışan aile bireylerine hapis cezası istedi. 

Yine yası matem ayı olan Muharremde Erzincan il merkezinde dergi, flama, yayın satmak üzere kurulan PSAKD çadırına saldırı yapıldı ve çadır yakılmak istendi. 

Ağustos İstanbul Kartal’daki PSAKD Cemevi de ateşe verilip yakılmak üzere saldırıya uğradı.

Aralık ayından meclise verilen bir önergeye cevap olarak TBMM Başkanlığı,
cemevi ibadethane değildir” dedi ve bu savunmasında ısrar etti.

En son da 2 gün önce İstanbul Okmeydanı’nda hem de Maraş katliamı anması yıldönümünde Alevilere ait çeşitli binaların kapı ve duvarlarına işaretler konması
dikkat çekiciydi.

Psikolojik olarak son derece önemli bir baskı mekanizmasının çalıştırılmasına yönelik bu saldırıların hiç birisinde suçlular bulunmadı, gerekli soruşturma ve tahkikatlar yapılmadı.  Saldırılar geçiştirildi. 

13 Mart 2012 Ankara’da Sivas madımak Katliamının son davası ve Mahkeme Patagonya cumhuriyetinde bile görülmeyecek bir anti-demokratik imza attı ve davanın zaman aşımına uğraması kararını verdi. Dava için Ankara adliyesi önünde toplanan binlerce alevi Kızılbaş ve Alevi dostları kimyasal silah / gaz ve tazyikli suyun hedefi oldu. (Madımak katillerinin bir kısmının sözde aranırken evlendiklerini, askere gidip geldiklerini, işyeri açtıklarını, belediye ve devlet dairelerinde çalıştıklarını, emekli maaşı aldıklarını biliyoruz – sözde kırmızı bültenle aranan Cafer Erçakmak Sivas’ta karakolun komşusu olarak yıllarca yaşadığını da gördük.)

Başka önemlice ve ibret verici bir bilgide demokrasi havariliğine soyunan Avrupa ülkelerinden – Almanya’dan geldi. Madımak hükümlülerinden 9 kişi alman hükümeti nezdinde vatandaşlık talebinde bulundular. Ve Almanya bu katillere vatandaşlık hakkı vererek yargılanıp cezalandırılmalarını engelledi.

Adıyaman, Erzincan, Aydın, Malatya ve Okmeydanı’nda yaşanan bu saldırıların dışında bir de hükümet kanadından Alevilere yönelik uygulamalar neticesi gerçekleşen saldırıları da burada anımsatmakta fayda var.

  • AİHM tarafından “zorunlu din derslerinin bir insanlık suçu olduğu” kararı halen uygulanmamakta ve ZDD uygulaması devam etmektedir.

Cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması, Diyanet İşleri başkanlığının lağvedilmesi,  Alevi dergâhlarının gerçek sahiplerine verilmesi,  Madımak’ın Utanç Müzesi olması talepleri görülmezden gelinmeye devam etti.

Mecliste Alevi milletvekillerinin de olduğu savıyla TBMM cemevi açılması talebi dikkate alınmadı. Yürütme, yasama, yargı organları devleti yönetme ile ilgili konularda, özellikle de Alevilik konularında derhal DİB veya ulemaya danışır oldu ve asimilasyona devam etti.

***

Öte yandan yurtiçindeki ve yurtdışındaki demokratik Alevi hareketi ve örgütlülüğü, Alevilerin ve Alevi örgütleri yaşadığı sorunları, talepleri ülke ve dünya kamuoyu ile paylaşmak için bir dizi etkinlik ve eylemlilikte de bulundu.

Bu yıl da binlerce  kişinin katılımıyla  öncelikle, Sivas’ta ve de  yurtiçi – yurtdışında  birçok yerde 2 Temmuz Madımak Katliamı protesto anma eylemleri ve etkinlikleri gerçekleştirildi..

Sürgü kasabasındaki saldırılar sonrası yine birçok şehir ve belde de etkinlik ve protesto gösterileri, basın açıklamaları yapıldı.

Maraş katliamının 34. yıl anması için yurtiçinden ve yurtdışından Maraş’a giden topluluk, devletin – güvenlik güçlerinin tüm anti-demokratik faşizan saldırılarına rağmen protesto anması gerçekleştirdi. Bu arada topluluğa karşı kullanılan kimyasal gaz, tazyikli su ve fiziki saldırıları da şiddetle kınadığımı da belirtmek istiyorum.

2012 yılının Aleviler açısından olumlu yanlarından belki de en önemlisi, bugüne kadar olması gereken, ama bir türlü gerçekleşememiş olan Kürtlerle bir araya gelişin sergilenmiş olmasıdır. Bugüne kadar birçok bakımdan devletin ve sistemin faşizan, gerici saldırılarına karşı aynı acıları, aynı baskıları yaşayan Alevilerle Kürtlerin bir acıda da olsa yanyana gelmeleri son derece önemlidir. Alevi örgütleri belki de ilk kez olarak, 28 Aralık 2012’de Uludere–Roboski’de TSK’nın savaş uçakları tarafından bombalanan sivil, çoğu da çocuk yaşta Kürd’ün acısına ortak olmak için aileleri ve bölgeyi ziyaret etmişlerdir.

***

Çok doğal olarak Alevi örgütlerinin, dede ve kanaat önderlerinin olumlu faaliyet, uygulama ve söylemleri dışında bir de yapamadıkları ve eksileri de vardır.

Bu eksikliğin en önemli ayağı bana göre Aleviliğin tarifi ve bu tarife uygun şekilde her ortam ve platformda savunulması ile ilgili yaşanan kararsızlıktır. 

Oysa 2004 yılı Eylül ayında o günkü Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Doğan sözcülüğünde, yurtdışı Alevi Birlikleri Konfederasyonu ve Federasyonların başkanlarıyla yurtiçi Alevi örgüt yöneticileri yapılan açıklamayla, ‘Aleviliğin islamiyetle ilgisi olmayan, kendine özgü kural ve ritüelleri olan, sosyal sorunlarla ilgili konulara da cevap veren ayrı bir kültür, yaşam biçimi ve felsefe olduğunu tespit edip bunu kamuoyu ile paylaştılar.

Bu Alevilik, Aleviliğin tarifi ile ilgili olarak ‘Milat sayılabilecek tespitten’ ne yazık ki,
2008 yılından sonra hem Alevi kamuoyundan, hem de devlet ve sistem tarafından yönlendirilen saldırılardan sonra terk edilmeye başlandı. Bu saldırılara cesurca ve kararlılıkla karşı konulamamış olması tavrı, hem sistem ve devlet tarafından, hem de Aleviliği islama yamamaya çalışan çeşitli Alevi kökenliler tarafından istismar edildi ve beraberinde yeni saldırıları getirdi.

2012 yılında da kimi Alevi örgüt yöneticilileri ve bir kısım Alevi kökenli yazar, dernek ve kurum temsilcisi, iktidarın sistematik olarak uyguladığı asimilasyon politikalarına kimi zaman malzeme oldu, kimi zaman da tutarsız söylem ve tavır sergiledi.

26 Temmuz 2012’de Ramazan ayında AKP’nin kurduğu Anadolu Alevi Federasyonunca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül onuruna verilen iftar yemeğine katılmayan, “Alevilikte iftar değil, mütevazı oruç açma vardır. Lüks otellerde, şatafatlı yerlerde, iftar olmaz. Baskılara rağmen yok edilemeyen Alevilik, sinsi oyunlarla asimile edilmek, özünden koparılmak istenmekte, Aleviliğin içine iftar geleneği sokulmak istenmektedir“ diyen ABF Genel Başkanı Selahattin Özel bu sözlerinden 4 ay sonra, 26 Kasım 2012 tarihinde  Alevi – Kızılbaşların yas-ı matem ayında, önemli asimilasyon temsilcilerinden ve Fethullah Gülen’e yakınlığı da bilinen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tertiplediği Muharrem iftarı sofrasına itibar edip, daha  önce eleştirdiği şatafatlı masaya Çankaya’da katıldı…

Aynı iftar yemeğine Alevi toplumu adına yola çıktığını söyleyen, hatta bir dönem milletvekili yapılan, kullanılıp işi bitince de büzüştürülüp bir kenara atılan; kendilerine mikrofon uzatıldığında asimilasyoncu politikalara karşı olduklarını söyleyen, ama davet eden makam cumhurbaşkanlığı olunca söylediklerini unutan kimi vakıf, dernek ve kurum temsilcisinin ismini buraya yazmayı gerekli görmüyorum.

Bu süreçte önceleri türkücü, şimdilerde milletvekili Sebahat Akkiraz da, Yas-ı Muharrem vesilesi ile TBMM’de “iftar” verdi ve Aleviliğin asimilasyonu için özel çabalar içinde olanları dahi ‘Alevilik ritüelleri’ içinde olmayan bu uyduruktan iftara davet etti. Bir başka AKP destekçisi, sözde Alevi, ama gerçekte naylon olan bir kuruluş bakanlarla, diyanet yetkilileri ile “iftar” yapıyor ve tescilli Alevi düşmanlarını Meclis başkanı Cemil Çiçek’ten, Başbakan Erdoğan’a, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye kadar davet etti.

Adıyaman Kahta’da bir cem evinde “iftar” verilmesi ve arkasından ilahiler okunup, namaz kılınması da asimilasyona hizmet edenleri göstermesi açısından çarpıcı, bir o kadar da olumsuz bir örnektir.

Alevi Kızılbaşlığın en güçlü kalelerinden olan Tunceli’de önce İl Emniyet Müdürü, ardından da Dersim’de Fettullahçı olarak bilinen bir özel okul yönetiminin müftülük eşliğinde Tunceli Cemevinde ”Muharrem iftarı” vermesi sisteme yedeklenen kimi Alevilerin “Alevilikte iftar yoktur, oruç açma vardır. Alevilikte oruç açma gösterişle yapılmaz, Muharrem orucu yas orucudur” düstüruna da, Aleviliğe de açıkça ihanet ettiklerinin en önemli göstergesi ve ibret vericidir.

Gelinen noktada ve gelecekte Aleviliğin kendine özgü kural ve ritüelleri olan bağımsız bir kültür, felsefe ve yaşam biçimi olduğu ilkesi tartışmalara, polemiklere yer bırakılmayacak şekilde ödünsüzce savunulmalıdır.

Aleviler ve Kızılbaşlar Koçgiri, Zilan Dersim, Maraş, Çorum, Madımak, Gazi, Roboski gibi devlet katliamlarında hem kendileriyle, hem de sistemle, devletle yüzleşmek ve hesaplaşmak zorundadırlar. Bu yüzleşme ve hesaplaşma olmadıkça, özellikle Alevi Kızılbaşlar ve Kürtler katillerine aşık olmaya devam ettikçe bundan sonra da katliamlara uğramaları kaçınılmazdır.

Özellikle Aleviler ve Kürtler içlerindeki işbirlikçi düşkünlerden, ihanetçi Hızır Paşa ve Reyberlerden arınmak, bu asalaklardan kurtulmak ve günümüze gelinceye kadar yaşanan olumsuzluklardan gerekli dersleri çıkarmak,  diğer haksızlığa uğramış, ötelenmiş tüm kimlik ve topluluklarla birlikte demokrasi ve özgürlük mücadelesinde
yan yana omuz omuza olmak zorundadırlar ki, bu birliktelik gelen ve gelecek  yıllarda özgürlük ve güzellikler sunabilsin.

Erdal YILDIRIM
30.12.2012

 

111 kişinin öldürüldüğü Maraş kırımının 34. yılı…


Dostlar,

Kahramanmaraş kırımının üzerinden 34 yıl geçti..

Anımsayalım, neler kurgulanmıştı??

Kahramanmaraş’ta 19 Aralık 1978’de Çiçek Sineması’nda Ülkücü Gençlik Derneği tarafından getirilen ‘Güneş Ne zaman Doğacak?’ filmin sonuna doğru bir patlama oldu. Ardından CHP binalarına saldırılar gerçekleşti. 20 Aralık’ta Alevi ve solcuların çoğunlukla gittiği ‘Akın Kıraathanesi’ne patlayıcı madde atıldı, yaralananlar oldu.
Sonraki akşam bir sağ görüşlü vatandaşın evinde patlamada oldu. 21 Aralık’ta
Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu
okuldan evlerine giderken silahlı saldırıda öldü. Cenazeler 5 bin kişinin katıldığı kortej halinde Ulu Cami’ye doğru giderken, karşıt gruplar toplanıp ‘Komünistler Moskova’ya‘, ‘Katil İktidar’ sloganlarıyla saldırıya geçti. Cenaze korteji dağıldı, cenazeler ortada kaldı. Bu gruplar Aleviler’in yoğun bulunduğu mahallelere saldırırken, olaylar denetimden çıktı, binalar yakıldı, yağmalandı, sokak aralarındaki çatışmalarda 3 saldırgan öldü. Bunun duyulması üzerine, geç saatlere kadar süren olaylarda, ölü sayısı 111’e çıktı. Sıkıyönetim ilan edildi.

***********************

Yine işleyenleri belirsiz (faili meçhul!?) kaldı bu kırımın da..
Türkiye nasıl bir ülke? Ne mene bir devleti, hukuk düzeni,
güvenlik yapılanması var ya da yok?

Adalet duygusununn doyurulmadığı bir ülke ve toplum birlikte ve ayakta kalabilir mi?

  • 111 masum Alevi insanımız, dünyada örneği görülmemiş bir vahşetle yakılmış, doğranmış, kurşunlanmıştır. Yurttaşına can güvenliği sağla(ya)mayan bir devlet meşruiyetini sürdürebilir mi?  

Bu zavallı / vahşi düzenin gücü salt anmaları yasaklamaya mı yetmektedir?

Anma girişimlerinin güvenliğini sağlamaktan aciz midir bu devlet?

O zaman vah bize.. Bu devleti kaldırıp yenisini kurmak gerekir öyle ise..

Maraş Valiliği’nin bu akıl almaz yasaklayıcı davranışını gözden geçirmesi zorunludur.

Efendiler! Devlet olduğunuzu anımsayın ve gerekli güvenlik önlemlerini alarak,
insanların hiç olmazsa acılarını 34. yılda bir kez daha dile getirmesine olanak verin…

Ya da hiç durmayın, istifa edin Vali bey…

Sevgi ve saygı ile.
19.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================== 

Kahramanmaraş’ta 111 kişinin öldürüldüğü katliam anmasına izin yok !?

Kahramanmaraş’ta 111 kişinin öldürüldüğü katliamı anma törenine valilik “güvenlik” gerekçesiyle izin vermedi. Alevi dernekleri ise törende kararlı. Alevi Bektaşi Federasyonu’nun açıklamasında, “Katliamlarla yüzleşelim, tarihle yüzleşelim diyenler, asıl suçluların yargılanmadığı Maraş katliamıyla yüzleşmekten kaçıyor” denildi.

VALİLİK REDDETTİ ALEVİ DERNEKLERİ KARARLI

Maraş anmasına yine izin çıkmadı

AMASYA – Alevi Bektaşi Federasyonu’nun 1978 yılında Maraş katliamında öldürülen 111 kişi için düzenlemek istediği anma törenine Kahramanmaraş Valiliği tarafından izin verilmedi. Alevi dernekleri ise anma töreninde kararlı.

Alevi Bektaşi Federasyonu ve bağlı dernek ve vakıflar bu yıl 23 Aralık Pazar günü
Gar Meydanı’nda bir tören düzenlemek için Kahramanmaraş Valiliği’ne başvurdu.
Ancak valilik derneklere “güvenlik”gerekçesiyle izin vermedi. Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Yönetim Kurulu’ndan yapılan açıklamada,

  • “Katliamlarla yüzleşelim, tarihle yüzleşelim’..

diyenler, halen asıl suçluların yargılanmadığı Maraş katliamıyla yüzleşmekten kaçıyorlar.

Yasaklara rağmen katliamı protesto etmek için Maraş’ta olacağız”dedi. Alevi Kültür Derneği Şube Başkanı Ünal Ateş de, “Valinin de emniyet müdürünün de çekineceği hiçbir şey yok. Eğer valilik buna izin vermez ise bundan sonra atılacak olumlu adımların önüne geçmiş olur.” diye konuştu.

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez ise;

“ Hükümet katliamlarla yüzleşmek istemiyor” dedi.

Alevi Kültür Derneği Genel Başkanı Engin Gündük,

“Anma törenlerini yasaklıyorsa, demek ki devlet bu katliamların arkasında..”
yorumunu yaptı. (Cumhuriyet 19.12.2012)