Etiket arşivi: EŞİT YURTTAŞLIK

Barış için…

Barış için…

SERPİL GÜVENÇ

 

                                       “Mektuplar alırım

                                        Allı-karalı
                                        Üstünde Görülmüştür
                                        Yiyecek alınmaz damgaları
                                        …
                                        Okurum, içim daralır
                                        Bakamam göğe, utanırım
                                        Alır mektuplarımı
                                        Havalandırmaya çıkarım

                                        Dışarda deli bir lodos
                                        Esrik bir sonbahar
                                        Aylardan Aralık
                                        Adrasan üstünde eflatun bulutlar
                                        Tahtalı’da kar vardır
                                         Yasemin kokar ortalık

                                        Dostlar ki gurbette
                                        Dostlar ki hapistedir
                                        Mektuplarıyla yetinirim artık”1

ÇHD yöneticileri, Gezi davası sanıkları, Merdan Yanardağ, ülkenin dört bir yanından muhalif gazeteci, Demirtaş ve çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu siyasetçiler gibi Barış da artık içerde. Bir kez daha, beşinci kez parmaklıklar arkasına geçti.

AKP iktidarında cezaevleri dolup boşalıyor. Kadın katilleri, çocuk tecavüzcüleri, mafya şefleri ve artıkları, Cumhuriyet düşmanları gönderildikleri bu mahallerden bir yasayla ya da bir torba yasanın ek maddesiyle salıveriliyorlar; onların yerini yurtsever gazeteciler, aydınlar, muhalif siyasiler alıyor.

Haberi okuduğumda, Aziz Nesin’in Romanya’da yayımlanan ‘Presa Noastra‘ dergisinin uluslararası soruşturmasındaki bazı aktarımları geldi aklıma.
Gazetecilik mesleğinin erdemleri nelerdir?” sorusunu şöyle yanıtlar Nesin.

Bir gazetecide bulunması gereken üç erdem yani gerçeğe saygılı olmak, doğruluk duygusu ve halktan yana olmak – zaman ve yere göre – değişkenlik gösterirler. Bunun nedeni, insanların “gerçek, “doğru”, “halk” kavramlarına farklı anlamlar yüklemeleridir. Çağımızda insanların kavramlar üzerinde anlaşabilmeleri, ancak aynı sınıfın insanları olmalarıyla gerçekleşebilir. Örneğin bir Amerikan emperyalistiyle onun Türkiye’deki aracısı olan Türk kompradoru “Gerçeğe saygı” deyince aynı şeyi anlarlar. Onlar için doğruluk, sınıflarının egemenliğinin sürmesi için kendi koydukları hukuk kurallarına ve sosyal kurallara bağlı kalmaktır. Derginin sorusunu “1970 yılında Türkiye’de gazetecilik mesleğinin erdemleri nelerdir?” olarak değiştiren Nesin, Türkiye’de bütün basının büyük sermayenin malı olduğunu ve iki kaynaktan – devletten ve özel sermayenin reklamcılık işletmelerinden gelen – ilan geliriyle beslendiklerini söyler. Bu durumda bir gazetecinin “gerçeğe saygılı olması”, “doğruluktan yana olması”, “halktan yana olması” olanağı yoktur.  “Gerçek” egemen olan sermayenin gerçeğidir, doğruluk onun doğruluğudur, halk da salt onun tüketicisi olan ve hep tüketicisi kalması istenilen halktır.

Bu çarkın dışına çıkabilen yok mudur?

Aziz Nesin, bu koşullara rağmen, sayıları az da olsa, halktan yana, doğruluk duygusu taşıyan ve gerçeğe saygılı gazetecilerin varlığına işaret eder. Bu insanlar “az yerde görülen yüreklilikle büyük tehlikeleri göze alarak halkımız açısından erdemli olabilmişler ve olabilmektedirler”. Emekçi sınıfın aydınları olan Türk gazetecileri, büyük sermayenin baskısından kurtulmak için, (o tarihte) kendilerinin birçok zorluklarla çıkardıkları çok az tirajlı dergilerde, gerçeğe saygılı olmakta, doğruluk duygusu taşımakta ve halktan yana yayın yapmaktadırlar”.2

Bu ülkenin emekçi sınıfına gönül vermiş, onlardan yana tavır koymuş aydınları, gazetecileri için 1970’lerde ifade edilen bu gerçeklerin 50 yıl sonra halen geçerli olması, demokratik hak ve özgürlükler konusunda bir arpa boyu ilerlemek şöyle dursun ne denli geriye gittiğimizi göstermektedir. Barış, denetimli serbestlik talebinin (isteminin) reddedilmesi üzerine teslim olmak üzere gittiği Silivri cezaevi kapısında, sorunun kendisinin içeri alınmasından ibaret olmadığını, halkın haber alma özgürlüğünün, bilgi alma özgürlüğünün gasp edilmek istendiğini belirtirken hem bu vargıyı doğruluyor hem de muhalif aydın kesim üzerindeki baskıların devam edeceğine işaret ediyor.

Gerçekten de siyasal iktidar elindeki tüm olanaklarla hedeflediği düzeni yerleştirinceye dek zor seçeneğini sürdürmeye ve tepki gösterenleri de saf dışı etmeye kararlı görünüyor. Sürekli olarak kullanageldiği, toplumun tüm hücrelerine zerk etmeye çalıştığı kader, fıtrat ve benzeri dinsel kavramların ve bunların yanı sıra şoven milliyetçiliğin en büyük yardımcısı olduğunu eklemeye bilmem gerek var mı?

Umutsuzluk çağrıştıran bu koşullar, kendi içlerinde gelecek güzel günlere ulaşmanın çözümünü taşıyorlar. Halkın yarısının kendisine dayatılan bu ortaçağ dünyasını reddetmesi ve bu karşı koyuş içinde sosyalist partilere verilen bir milyonu aşkın oy güçlü bir direnişin göstergesidir.

Bir örnek, okulları tümden cami/medreseye dönüştürecek olan, Anayasa ve yasalara aykırı CEDES projesine karşı çıkan 100 kurumun “laik yaşam, laik eğitim, eşit yurttaşlık” sloganıyla 16 Eylül’de İzmir’de yapacakları mitingdir. Yapılan açıklamada CEDES iptal edilinceye dek illerde laiklik buluşmalarının düzenleneceği de belirtilmiştir. Bir başka örnek, Ankara Beşevler’de Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı ve Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesinin yıkılmasıyla açılan alana ABB meclisi kararıyla bir “ibadet alanı” yapımına karşı, başta Ankara Mimarlar Odası olmak üzere mahalleliler ve derneklerce başlatılan imza kampanyasıdır.

İşçiler hakları için direnmekte, ülkenin birçok yerinde maden tekellerine ve onların yerli ortaklarına karşı, canını dişine takan halk, ağaçlarını, derelerini, topraklarını savunmaktadır.  

Bu birkaç örnek bile

  • Örgütlenmenin, direniş ve mücadelenin ilk koşulu olduğuna işaret ediyor.

İnsanın örgütlenmesinin bir fantezi değil büyük bir gereksinmenin sonucu olduğunu, insanın tek başına kendini koruyamayacağını ve savunamayacağını söylüyor büyük gülmece ustamız. Çağdaş insanın örgütlü insan olduğunu, bir örgütün üyesi olmayan insana çağdaş insan denemeyeceğini, örgütlenme gereğinin çok derinden duyulduğu dönemlerde insanların birden çok örgüte üye olduklarını da ifade ediyor.

  • Toplum üzerindeki ölü toprağını hızla silkip atmaya başlamış,
  • yolun sonunda ışık görünmüştür.

Barış’ın da, Merdan’ın da, öbür tutukluların da aramıza dönmelerini hızlandırmanın yolu, örgütlenerek direnmek ve

  • Her alandaki gerici, faşist, anti demokratik, yasa dışı uygulamalara karşı yasal hakkımız olan demokratik tepkiyi göstermektir.
  • Örgütlü bir halkı hiçbir güç yenemez.
  • 1.Metin Demirtaş, 1988, Bir Mendil Gökyüzü içinde ‘Mektuplar Alırım’, 33-35, Cem Yayınevi, İstanbul
  • 2.Aziz Nesin, 2013, Aziz Nesin Soruşturmada, Sorulara yanıtlar belgeler, s. 88-93, Nesin Yayınevi, İstanbul

Yabancılaştırma nasıl aşılır?

GÜNCEL17.11.2022, BİRGÜN

2023 seçimleri yaklaştıkça, siyasal ayrışma da derinleşiyor. Sorun, bir ‘yabancılaştırma seferberliği’ ile özdeşleşen ‘tek kişi yönetimi’ ayracının kapatılmasında düğümleniyor. Bu nedenle, monokrasi ve demokrasi arasındaki yarışma, elden geldiğince yalın ve doğru okunmalı.

Tek adam, keyfi yönetim, ucube sistem, otoriter rejim, sultanlık, padişahlık, faşizm, diktatörlük, delegasyoncu demokrasi, popülist (yarışmacı) otoriter rejim, yozlaştırılmış-çarpıtılmış başkanlık sistemi, otoriter başkanlık, hiper başkanlık, neo-patrimonial bir çıkar ağı inşası, kendine özgü yönetim, Türk tipi başkanlık vb. sözcük ve deyimler, 2017 Anayasa kurgusu ve uygulaması için kullanılıyor.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ (7142 sy. yasa gerekçesi) ise, anayasal kurgu ve uygulamasına yabancı: Hükümet yok; Anayasa andı ile örtüşen Cumhurbaşkanlığı bulunmuyor; fiili (de facto) yönetimin baskın olması ise, ‘sistem yokluğu’ demek. Bu nedenle, ilk yıllarda kullandığım ‘monokrasi’, yetersiz kaldı; özellikle parti başkanlığı eksikti. Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY), daha betimleyici olmakla birlikte bunun da kucaklayıcı olduğu söylenemez.

Deyim üzerinde kafa yormak, karşılaştırmalı anayasa hukuku çalışmaları için de gerekli. Yeğlenecek siyaset bilimi kavramları, devlet başkanlığı yanında yürütme ile özdeş konumu yanı sıra parti başkanlığını da yansıtmalı.

Kavramsal çalışma, yabancılaştırma süreci göz önüne alınarak yapılmalı; zira aşılması gereken yalnızca yönetim tarzına indirgenen bir ikilem olmayıp, tarih/ülke ve toplum üçlüsünde gelecek tasarımıdır.

EŞİT YURTTAŞLIK

Eşitlik ve yurttaşlık açısından; Cumhur İttifakı’nın büyük ortağı için ‘mezhep’ ölçütü önde, küçük ortak açısından ise, ‘ırkçı milliyetçilik’. Haliyle, inanç ve soy temelinde Anadolu yabancılaşması, bir siyasal proje aynı zamanda. ‘Kardeşimiz’ dedikleri Alevileri; dünyevi dernek statüsüne ‘hapsetmek’ için yasa dayatması yapan büyük ortak AKP, sınır ötesi “Müslüman Kardeşleri”, ‘hakiki kardeş’ olarak görüyor. MHP ise, ‘kardeşim’ dediği Kürtleri temsil eden HDP’nin gecikmeden kapatılmasını istiyor; hakiki kardeşleri Orta Asya’da arıyor.

Ortaklar, eşitlik ve yurttaşlık, daha doğrusu ‘eşit yurttaşlık’ gereklerini yadsımak için tam bir dayanışma içinde. Alevileri ve Kürtleri, oy devşirme için araçsallaştırıp siyasal çoğunluk ereğinde ayrıştırma çabası açık ve ahlak dışı.

SİYASAL YABANCILAŞTIRMA

Anayasal ve siyasal açıdan 2017 kopuşu, tarihe yabancılaşmadır. Bunun anlamı şu:

  • Demokratik hukuk devleti yolundaki iki yüz yıllık birikimi silmek.

Bu yadsıma ve yok sayma, kurumlar, kurallar ve ilkeler açısından olduğu gibi değerler için de geçerli. Bu, anayasal ve siyasal ortak kimliğe yabancılaştırma sürecidir.

ANADOLU YABANCILAŞTIRMASI

Tarihsel, kültürel ve doğal değerler yağması, hiçbir dönemde olmadığından
daha büyük bir hızla ve çok yönlü olarak sürüyor.

Bu üçlü, yurttaşlık ve siyasal açıdan değinilen yabancılaştırmanın ilk iki boyutunun sacayağı.

Cumhuriyet yurttaşlığı temelinde “Türkiye ahalisi” (1924 Any,), anayasal eşitlikte ortak kimlik ve barış içinde yaşayabilir. Bunun için tarihsel, kültürel ve doğal varlıkların korunması esastır. Bu değerlerin sürekli yok edilmesi, anayasal ve siyasal kazanımların yadsınması ile Anadolu kimliğini silme çalışması arasında doğrudan bağlantı vardır.

DEMOKRASİ GEREKÇESİ

Demokratik olmadığı ve siyasal sorumluluğu bulunmadığı için PBDBY, Anayasa’nın emredici hükümlerini uygulamıyor, tam tersine, yasakladığı eylem ve işlemleri yapıyor. Devlet ve ülke, ağırlıklı olarak kuralsızlık ve keyfilikle yönetiliyor. Bu nedenle, 2017 yıkımı ve sonuçları, kavramsal ve olgusal olarak düzgün okunabildiği ölçüde yabancılaştırma süreci teşhir edilebilir ve aşılabilir.

Özetle, demokratik rejimi inşanın gerekçesi, keyfi yönetimin ta kendisidir; yeter ki, meşrulaştırıcı söz, eylem ve işlemlerden kaçınılsın. Muhataplar ise, başta TBMM’de grubu bulunan CHP, HDP ve İYİ Parti gelmek üzere bütün demokratlar, anayasacılar ve siyaset bilimcilerdir.

Alevi önderlere dost uyarısı!

Alevi önderlere dost uyarısı!Arslan BULUT
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
17 Kasım 2022, YENİÇAĞ, YAZARIN SAYFASI 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır, okunması dileğiyle..)

Alevi ve Bektaşilerin örgütlü sekiz çatı kurumu adına düzenlenen basın toplantısına davetli olarak katıldım.

Benim bu toplantıya davet edilmemin sebebi, 32 yıl önce Tercüman gazetesinde yayınlanan “Gelin Canlar Bir Olalım” başlıklı araştırmam ile sorunları ortaya koymuş olmamdır… Demek ki unutulmamış…

Toplantıda sekiz çatı kurum adına konuşan Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan, 35 yıldır “laiklik ve demokrasi temelinde, eşit yurttaşlık, Diyanet’in lağvedilmesi ve devletin inançlara karışmaması” gibi taleplerini gündeme getirdiklerini ama bir sonuç alınamadığını söyledi..
***
Aslan, “2009’da başlatılan Alevi açılımı sırasında ortak taleplerimiz iktidara iletildi. Hiçbir talebimiz gereği yerine getirilmedi. Daha sonraki süreçte Anayasa Mahkemesi’nin, zorunlu din dersine karşı alınan kararı, cem evlerinin ibadethane olarak kabul edilmesiyle ilgili mahkeme kararları, 2016’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ayırımcılığa vurgu yapan ve cem evlerinin ibadethane olarak tanınması gerektiğine dair kararı var ama uygulanmıyor. Bunun yerine, bu yıl Cumhurbaşkanı’nın Hüseyingazi Cemevi’ne ziyaretiyle yeni bir süreç başlatıldı. Bu arada sanki Aleviler bir güvenlik sorunuymuş gibi İçişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan ekipler cem evlerini gezdi ve raporlar hazırladı. Sonuçta Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulması ve cem evlerinin sorunlarıyla bu kurumun ilgilenmesi karara bağlandı. Oysa biz 35 yıldır, devletin inançlara karışmaması gerektiğini söylüyoruz. Biz bütün siyasal parti temsilcileriyle Alevi ve Bektaşi kuruluşlarının toplantı yaparak sorunlara çözüm getirmesi gerektiğini savunuyoruz. Cem evlerini Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlayan kararname, yasal çerçeve adı altında bir inancı yok saymaktadır. Bu kararname ve Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı bize göre yok hükmündedir. Biz eşit yurttaşlık talebimizi gündeme getirmeye devam edeceğiz” dedi.

Mustafa Aslan, yakın tarihte Fetullah Gülen‘in Alevi adıyla dernek kurdurduğunu hatırlatarak “İktidarın da şimdi kendi Aleviliğini oluşturma girişimleri olduğunu biliyoruz” uyarısında da bulundu.
***
İktidarın, Alevi kuruluşlarına bakışı, barolara bakışı gibidir. Nasıl, baroları parçalayarak yandaş barolar oluşturmaya çalışıyor iseler, kendi Alevi kuruluşlarını da aynı yöntemlerle kurdurmak istiyorlar. Devleti yöneten siyasal kadroların bu tür oyunlara başvurması hiç hoş değil…

Diğer taraftan (Öte yandan), Alevileri temsil eden kuruluşların başkanları da bence daha dikkatli ve özenli bir dil kullanmalıdır. Dost acı söyler. Eşit yurttaşlık kavramı, Anayasa’daki “kanun önünde eşitlik”ten farklı olarak etnik veya dini anlamlarda kullanılmaktadır “Eşit yurttaşlık” denince akla ilk olarak Abdullah Öcalan‘ın “etnik kimliklerin Anayasa’da belirtilmesi” talebi gelir…

“Eşit yurttaşlık”, emperyalizmin anahtar kavramıdır

Bir ara AKP de kullanıyordu. Şimdilerde kavramı CHP devraldı!

  • “Eşit yurttaşlık” ile ulaşılmak istenen hedef,
    Türk kimliğini yok ederek yerine yeni bir kimlik getirip, konfederasyon kurmaktır!

***
Alevilerin kanaat önderi durumundaki bütün yetkin kişilerle 32 yıl önce görüşmüş ve mevcut bütün kaynakları incelemiş bir kişi olarak söyleyebilirim ki; Alevilerin asıl talebi Anayasa’daki laiklik ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin uygulanmasıdır. Zira,

  • Laiklik ilkesi gerçekten uygulandığında,
    devlet kimseye bir inanç dayatmayacağı gibi kimsenin inancına da karışmayacaktır…

Gerçi, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan da konuşmasında “laiklik ve demokrasi temelinde” söylemini kullandı ama her kezinde sözü sanki büyülü bir kavrammış gibi “eşit yurttaşlık” ile tamamladı.

Aleviler, zaten Türk Milleti’nin ta kendisidir. Öyleyse kiminle eşit yurttaşlık?
==================================
Dostlar,

Konuya biz de web sitemizde değişik kezler (“müteadit defalar” demedik!) yazdık.

“Eşit yurttaşlık” kavramı kodlu bir kavramdır.
Önce ilgili ülkede değişik etnisiteleri ayrıştırmayı, öne çıkarıp belirginleştirmeyi ve adlandırmayı içerir.
Anımsayalım, Türkiye’de de sayılıp durulur bir küme etnisite.
İzleyen adım, birbirinden ayrıştırılan bu etnik kümelere sözde “eşitlik” sağlamaktır.
O yüzden “Eşit yurttaşlık”  anahtar kavramı türetilmiş olarak öne sürülür.
Bir başka anlatımla, değişik etnisitelerin bir potada eritilerek uluslaşması dışlanır.
Oysa bu politika asla asimilasyon olmayıp, emperyalizmin böl – paçala – yut iğrençliği karşısında Ulus Devlet savunma kalkanıdır.
Dolayısıyla önce farklılıklarımızla birlikte olacağız, baskın halk yığını kimliğini ortaklaşa edineceğiz. Türkiye’de bu kimlik TÜRK KİMLİĞİ’dir ve -bir kez daha asla- ırkçılık temelli değildir.
Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş’u izleyen Kuruluş yıllarında, Anadolu halklarını bütünleştirmek için son derece ussal (akılcı) ve gerekirci (deterministik) biçimde şu önermede bulunmuştur :

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran Anadolu halkına / ahalisine Türk Milleti denir.”

Bu bir tarihsel çağrıdır ve kaçınılmaz – seçeneksiz sosyolojik senteze – uzlaşıya davettir.

Tersi durumda Anadolu coğrafyası Sevr Andlaşması / 14 Wilson İlkesi bağlamında çok sayıda “lokmaya” (federasyona!) parçalanacaktır. Üstelik emperyal Batı ikramı (!) İslami sos ile..

Benzer tablo dünyada pek çok ülkede geçerlidir.. Başta ABD olmak üzere.. İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, bu oyunla parçalanan Yugoslavya, Çin, Rusya, Finlandiya, Belçika..

Dolayısıyla, etnik kökene bakmadan, öncelikle ülkedeki tüm vatandaşlar YURTTAŞ kılınacaktır.
Ardından, yasalar önünde tüm yurttaşların eşitliği sağlanacaktır.
Halen, yürürlükteki 1982 Anayasası’nda verili durum budur. Öncekilerde de öyleydi.

Anayasanın 10. maddesi bu amaçladır.
2. maddede sayılan değiştirilemez temel Cumhuriyet nitelikleri pekiştiricidir.
Laikliğe özgülenmiş 24. madde vd. tamamlayıcıdır.
Hedef, “Eşit yurttaşlık” kodlu – tuzaklı özel dile (jargona) karşılık,

YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ‘dir..

10. Yıl Söylevi‘nde de (1933) Atatürk,

  • “Ayrıcalıksız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olacağız”..

derken ve sözlerini “Ne mutlu Türk’üm diyene” çağrısı ile bağlarken, sağlam bir tarihsel, politik, sosyolojik bilinç zeminindedir.

Bu sözde gücenecek bir algı yoktur. Herkesin alt kimliği kendinedir ve saygındır. Ama bir devletin uyruğu olarak da bir üst kimlik kaçınılmazdır. 50 Eyalet ve 72,5 milletten (!) oluşan ABD, tipik örnektir.

Bu ülkede herkes, göğsünü gerek gere ilk olarak “I’m an American!” demektedir.
İzleyen tümce alt kimlik, kökendir. Örn. BioNTech aşısını geliştiren Prof. Uğur Şahin bir Alman vatandaşıdır. “Ben Alman’ım” demektedir ve demek zorundadır. İzleyen tümce, “Türk kökenli Alman’ım” olmaktadır. ABD’de senatörlüğe aday olan Prof. Mehmet Öz de aynı durumdadır. Her 2 ülke, etnik kökenlerine bakmaksızın adı geçen 2 Türk’ü önce vatandaş kabul etmiş, ardından da EŞİT YURTTAŞ kılmıştır.

Ancak Şahin de, Öz de etnik milliyetçilik temelinde ırkçılık yapar ve ayrımcılık güderlerse, Devlet ile yurttaşı arasındaki sözleşme bozulacak ve “deportasyon” süreci başlayabilecektir.
***
Sonuç olarak;
– Türkiye’de yaşayan tüm vatandaşlar, hiçbir ayrım yapılmadan T.C. Devleti yurttaşıdır.
– Ayrıcalıksız – kaynaşmış bir halk – ulus olmamız; parçalanmadan, ülke- ulus birliğini koruyarak yaşamamızın (bekamızın) sigortasıdır.
– Federal – konfederal bir Türkiye Yugoslavya gibi parçalanmaya mahkumdur.
– Gereksinimimiz, “Eşit yurttaşlık” kodlu – tuzaklı özel dile (jargona) karşılık,
TÜM YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ‘dir.. Bu kurumu Anayasal güvenceye almak ve uygulamaktır. Türkiye Anayasası bu amaca uygun bir yapıdadır (md. 2, 10, 24. vd.).
– Tarihsel gerçeklikleri kavrayamayan ve gerekli savunma düzeneklerini kuramayan halklar parça parça edilerek sonsuza dek emperyalizme sömürge, yem, lokma olmuşlardır.
– Bu nedenle Türkiye’de etnisite, milliyetler, hiçbir mikromilliyetçilik sorunu yaratılmamalıdır.

Bu bağlamda, örneğin Türkiye’de KÜRT SORUNU YOKTUR… diyoruz. Hepimiz yasalar önünde eşit hak ve özgürlüklere, onura sahip olduğumuzda, –bir kez daha tipik ABD örneği– geriye bir sorun kalmayacak, hep birlikte ULUS olarak kardeşçe, bir arada ve emperyalizmin oyununa gelmeksizin ulus devletimizde özgür – bağımsız yaşayabileceğiz. Başka reçete yok!!

Anadolu halkının / ahalisinin uluslaşarak, bu tarihsel ve vazgeçilmez, kaçınılmaz sağduyu ve bilinci göstereceğine inanıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 17 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

CEM EVLERİ ALEVİLERİN İBADETHANELERİDİR

Ali KayaAli Kaya
Eğitimci – Yazar

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 07.10. 2022 tarihinde İstanbul Şahkulu Dergâhı’nda, Alevi-Bektaşi toplumunun beklentilerini saptamaya ve çözüm yolları bulmaya yönelik kapsamlı hazırlık yaptıklarını ve Kültür ve Turizm Bakanlığımız bünyesinde Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, Cemevlerinin tümünün yönetimini yürüteceğini, tüm çalışmaların bu kurumsal yapı altında, kamu güvencesi desteği ve denetimiyle yürütüleceğini söyledi.

Kuşkusuz bu açıklama devlet katında önemli bir açıklamadır. Geçmişte de Alevi inanç hakları ile ilgili çeşitli söylemler oldu ve bu konuda yedi çalıştay yapıldı. Fakat sonuç alınmadı. Ne yazık ki ve ne acıdır ki bu çalıştaylar, Alevi inancını özünden koparmaktan, Alevilerin haklarını vermemekten, asimilasyon niyetlerinden ve seçim yatırımlarından öteye gitmedi.

Bizler Alevi inançlı bir toplum olarak laik – demokratik devlet anlayışında, hukukun üstünlüğüne  ve evrensel hukuk kurallarına göre bir inanç yapılandırmasından yanayız. Eşit yurttaşlık temelinde tüm inançlara eşit davranılmasını ve saygı gösterilmesini talep ediyoruz. Dolaysıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı‘nın yeniden yapılandırılmasını ve başta Aleviler olmak üzere tüm inanç kurumlarının ihtiyaçlarını karşılayabilen bir özerk kurum haline getirilmesini ve zorunlu din dersinin kaldırılmasını talep ediyoruz.

Biz Alevi inanç toplumu olarak diyoruz ki                                        :

  • Alevilik, Hakk-Muhammed-Ali ve Ehlibeyt yoluna bağlı İslam’ın özüdür.

Aklidir. Yüksek ahlaktır, insanidir.
İyi düşünce, iyi söz, iyi davranışta kendini bulur, şeriat kapısını aşıp tarikat, marifet yolu ile hakikate ulaşır.

Kur’an’ın şekline değil, özüne bakar
.

  • Akıl, gönül ve ruhsal olgunlaşma yolu ile Allah’a ulaşma yoludur.

Alevi-İslam inancı, Ehl-i Beyt’in yüksek ahlakıdır. Ehl-i Beyt yolu, hakikat yoludur. Doğru yoldur. Rızalık yoludur. Adalet yoludur. Allah’ın rızasını kazanma yoludur. Aleviler Ehl-i Beyt’in yolunu izleyen, ona gönülden bağlı taraftarlarıdır.

  • Alevi-İslam yolunun en büyük ibadeti Kur’an-ı Kerim’i ve Ehl-i Beyt’i anlamaktır.

Bu yol, akıl ve gönül yoludur. Bu yoldan giden en büyük ibadet ise yoksula, yetime, yolda kalmışlara hizmettir.

  • İnsana hizmet ederek Allah’a ulaşmak mümkündür

Öte yandan, Cem Vakfı, Cemevlerinin resmen ibadethane olarak tanınması için hukuksal yollara başvurdu ve sonuç alamayınca, iç hukuk yollarının tükenmesinin ardından 118. davacı olduğum Cem Vakfı, davayı Alevi toplumu adına (Başvuru No:6264/10) AİHM‘ne taşıdı. 26 Nisan 2016 tarihinde AİHM, Cemevlerinin hukuki statüsü ve Alevilere ayrımcılık yapıldığı başvurusuyla ilgili davayı oy çokluğuyla karara bağladı.

AİHM Büyük Dairesi, Alevilerin din ve inanç özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi ve bu karar 47 ülke tarafından onandı.

AİHM Büyük Daire kararının üstünden altı yıl geçtikten sonra, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, Şahkulu Dergahı’ndaki bu açıklamasıyla yine Cemevlerimizi ibadet yeri olarak kabul etmemiştir.

  • Cemevleri “kültür derneği” statüsüne konulmuştur.

AHİM’in yargı yetkisini Türkiye tanımıştır.

AİHM kararları uygulanmalı ve Alevi-Bektaşi toplumunun din ve vicdan hürriyeti hakkı teslim edilmelidir.

Cemevlerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı adı altında işlevini sürdürmesi kabul edilemez.

  • Bu kararla Alevi inanç hakları hiçe sayılmıştır.

AİHM kararlarının iç hukuka yansıması Anayasamızda şu şekilde düzenlenmiştir :

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 90’a göre, usulüne uygun yürürlüğe konmuş Uluslararası anlaşmalar Yasa hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle:7-5-2004-51707 md.) Usulüne göre yürürlüğe konmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası adlaşmalarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası adlaşma hükümleri esas alınır.

AKP – MHP eliyle TBMM’de kabul edilen ve yürürlüğe giren Alevi – Bektaşi inanç hakları ile ilgili bu yasa, Alevilik inancını bir kültürel fenomen sayan yaklaşımıyla AHİM’in hak ihlali kararına açıkça aykırı bir tasarruftur.

Bu uluslararası mahkeme (AİHM) hükmünün bir yasayla da olsa etkisiz kılınması hukukun ağır biçimde ihlalidir. Bu nedenle, Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren yasal düzenlemenin kaldırılmasıyla, Alevilerin kendi inanç ve ibadet pratiklerinin dinsel inanç olarak tanımasını tekrar talep ediyoruz. Bu yasal düzenlemenin, Ana Muhalefet ve / veya 120 milletvekilince süresi içinde  (RG’de yayımlanmasını izleyen 60 gün içinde) Anayasa Mahkemesine götürülmesi gerekmektedir.

Alevi-Bektaşi toplumu köklerinden bağlı olduğu topraklarda ibadetini özgürce yapmak istiyor. Bu, en doğal insan hakkıdır. Devletimizden talebimiz; Cemevleri Alevilerin ibadet yeri olarak kabul edilmeli ve Alevilerin din hizmeti, kamu hizmeti olarak verilmelidir.

Ali Kaya – CEM EVLERİ ALEVİLERİN İBADETHANELERİDİR (dersimekspres.com)

CEMEVİ SALDIRISI NOTLARI

Av. Hüseyin ÖZBEK
TBB Önceki Başkan Yrd.

Ankara’da aynı gün kısa aralıklarla 3 ayrı cemevine saldırının yarattığı mağduriyet ve haklı tepkiyi, siyasal Kürtçülük adına kullanmak isteyenlere dikkat edilmelidir.

Alevi Bektaşı Federasyonu’nun basın açıklamasındaki; “Eşit yurttaşlık” sözünün, Siyasal Kürtçülüğün masumiyet ambalajlı temel talebi (istemi) olduğu bilinmelidir. Yine açıklamadaki, “Koçgiri ve Dersim” söylemi üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ni hedefleyen saldırı dikkatten kaçmamalıdır.

Adı açıkça söylenmese de Koçgiri ve Dersim üzerinden asıl hedefin Atatürk olduğunun altı çizilmelidir. (Koçgiri ayaklanması Mart 1921 – Dersim kalkışması 1937-38)

Koçgiri isyanı, Yunan Ordusu Eskişehir üzerinden Ankara’ya yönelmişken Mart 1921’de çıkar(ılır). Yunan ve İngiliz istihbaratı ve İngilizlerce kurdurulan Kürdistan Teali (yükselme) Cemiyeti işbirliği ile çıkarılan bir isyandır. Amaç işgalci Yunan Ordusunun elini rahatlatmak ve Ankara’nın inisiyatifini zaafa uğratmaktır.

Yine amaç, Milli Mücadeleyi arkadan vurmak ve emperyalizme karşı cepheyi çökertmektir. İlerleyen Yunan Ordusu karşısında bir askere bile ihtiyaç varken, isyanı bastırmak için cepheden on bin askerin geri çekilmek zorunda kalındığı hatırlanırsa, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.

Koçgiri isyanının liderlerinin Kürdistan Teali Cemiyeti ile irtibatı kalkışmanın amacının ne olduğunu açıkça göstermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, Hatay’ın ana vatana katılmasına odaklanmışken, Fransa başta olmak üzere, emperyal güçlerin arkalamasıyla çıkan feodal isyanın çarptırılmasına şimdilik bir cümle ile değinelim.

Dersim olayını, Cumhuriyet’in, yöre halkını ortaçağ karanlığında baskılayarak sömüren feodal derebeylerinin tasfiyesine yönelik müdahalesine bambaşka anlamlar yükleyip çarpıtarak yansıtmak, tarihsel gerçeklikle hiçbir şekilde örtüşmemektedir.

Irak, Lübnan ve Suriye’de yaşananlar, mezhep kimliğinin ulusal kimliğin önüne geçirilmesi halinde neler yaşanacağının somut ve güncel kanıtlarıdır.

Irak’ın, aynı dili konuşan Arapları, Şiilik – Sünnilik,
Suriye Arapları Sünnilik – Nusayrilik,
Lübnan Arapları, Hıristiyanlık – Müslümanlık
üzerinden hiç bitmeyecek bir kavga ve kaosun (karmaşanın) içinde çırpınmalarından ders alınmalıdır.

  • Türkiye’nin, ulusal kimliğin reddi temelinde alt kimlikler ve mezhepler üzerinden ayrıştırılmasına hayır!

Emperyal odakların, post-modern Madımak kumpaslarına hayır.!

Yurttaşlarımızın mezhep aidiyetleri üzerinden içe kapanmaya, gettolaşmaya zorlanmasına hayır!

Mezhep aidiyeti üzerinden ulusal kimliğe açık ve örtülü saldırılara hayır!

Cumhuriyeti, Milli birlik ve bütünlüğümüzü hedefleyen bu alçakça saldırıyı tersyüz ederek Atatürk döneminin karalanmasına hayır!

Emperyalizme, Ortaçağ karanlığına, Cumhuriyet, uygarlık ve çağdaşlık karşıtı teokrasiye hayır!

Anadolu Türk ve Türkmen Aleviliğinin bin yılda oluşan geleneksel hiyerarşisini, hassas (duyarlı)  dengelerini, kutsal ocaklarını, halkın itibar ettiği inanç önderlerini devre dışı bırakan yapay, politik, gelenekten ve Serçeşme’den beslenmeyen, başka manevi (!) merkezlerden yönlendirilen, kimi yol düşkünlerinin provokatif (kışkırtıcı) çıkışlarının, yeni acılar ve ayrışmaların yaşanmasına yol açacağı göz önüne alınmalıdır.

Manevi Merkezi Hacıbektaş, manevi önderi, Serçeşmesi Hacı Bektaşi Veli olan, bin yıllık damıtılmış inanç ve kültür sentezimiz Türk ve Türkmen Aleviliğine, Anadolu’muzun bu kutsal inanç ocaklarını bugüne dek söndürmeyen yol evlatlarına, inanç önderlerine, taliplere, müsahiplere, birliğimizin ve dirliğimizin güvencesi cümle canlarımızı geçmiş olsun dileklerimizle kucaklıyor, Muharrem Orucumuzun barış ve kardeşlik içinde geçmesi duasıyla, “gelin canlar bir olalım” diyoruz.

Haydin, hep birlikte, el ele omuz omuza, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi ve Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda yürümeye…

Bu davet (çağrı) bizim !

Türkiye sorunu ve Kürt sorunu

Türkiye sorunu: demokratik hukuk devleti (DHD) sorunudur.

Kürt sorunu da, özünde bir DHD sorunu.

İlki, ikincisini zehirliyor; ikincisi ise, ilki üzerinde uzlaşma zeminini gölgeliyor. Nasıl?

Anayasa’ya göre Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına saygılı, demokratik ve laik, bir sosyal hukuk devletidir.

Kürt sorunu ise, toplumsal yapıyla ilişkili; Devletin insan topluluğuna içkin.

Yurttaş, halk ve millet/ulus, insan topluluğunun hukukileşmiş soyut kavramları olup, 1924 Anayasası’nda ‘Türkiye ahalisi’ şeklinde tanımlanıyor.

GENEL SORUN: DHD

Önce şu sorulmalı: Türkiye’de ‘demokratik hukuk devleti’, -Kürt sorunundan bağımsız olarak- ne ölçüde saygı görmekte? Hukuk devletinin üç ölçütü -insan hakları, demokrasi ve devlet- açısından birer cümle ile yanıt:

İnsan hakları: Düşünce özgürlüğü, toplu özgürlükler ve siyasal haklar, sistematik ve sürekli olarak çiğneniyor.

Demokrasi: Siyasal iktidarın eldeğiştirme yollarını, “sürekli anayasal darbe” yoluyla tıkamaya harcanan emek, Devlet yönetimi için harcanandan daha yoğun.

Devlet: Yasama-yürütme-yargı erklerinin birbirinden ayrılığı ve yargı bağımsızlığı, Anayasa metni üzerinde kaldı.

Eşitlik-laiklik-yurttaşlık: Cumhuriyet’in bu üçlüsünü resmen aşındırma etkinlikleri sürekli ivme kazanıyor.

Ülkesel ve çevresel haklar: Bütün Türkiye tehlikede; tarihsel-kültürel-doğal varlıklarıyla, kentsel-kırsal ve kültürel çevresiyle yağmalanıyor.

KÜRTLER İÇİN DAHA ÇOK

Eşit yurttaşlık eksiği nedeniyle, DHD açığının bedeli, Kürt yurttaşlara ve siyasal hareketine Türkiye geneline göre çok daha ağır bir biçimde yansıyor.

Demokratik açıdan, yerel demokraside Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı bir yana, anayasal güvenceler hemen tümüyle askıda. CHP’li belediye yönetimlerine uygulanan Anayasa dışı baskıdan farklı ve çapraz baskılar yelpazesi:

Kayyum: Sayısı 60’ı aşan HDP’li belediye başkanı yerine kayyum atandı.

Tutuklama: Başta S. Demirtaş olmak üzere 6000 kadar seçilmiş mahpus.

Kapatma: MHP dayatması sonucu açılan HDP’yi kapatma davası.

TBMM ve HDP

TBMM, Anayasa değiştirme yetkisi olan tek kurum: Türev kurucu iktidar. Parlamenter rejim için eksen alınan kurum; haliyle Anayasa değişikliği çalışmalarının merkezi.

CHP Genel Başkanı, haklı olarak ‘Kürt sorunu için çözüm yeri TBMM, muhatap ise HDP’ dedi.

Ulusal ölçekte toplu temsil özelliği bulunan tek kurum olarak TBMM, işleyişi en saydam olan anayasal merci. Yetki olarak da, asli ve genel yetkiye sahip tek kurum. Hükümet yokluğu da TBMM’nin müzakere organı olma özelliğini daha da öne çıkarıyor.

“TUTUM BELGESİ”

Güçlü demokrasi; bağımsız ve tarafsız yargı; kayyım rejimi değil, halk iradesi; Kürt sorununda demokratik çözüm; barışçı dış politika; kadına özgürlük ve eşitlik; ekonomide adalet; kamu yönetiminde liyakat; doğaya saygı; gençler için özgür yaşam; demokratik anayasa. Bunlar, HDP’nin ‘Tutum Belgesi’başlıkları.
Bu başlıklar altında yapılan önerilerin tümüne yakını Millet İttifakı tarafından savunulan demokratik hukuk devleti amacı ile örtüşüyor:

“Çözümsüzlüğün başlıca kaynağı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni değiştirmek istiyoruz. Hedefimiz otoriter ve tekçi sistemin yerine çoğulcu demokratik sistemin tesis edilmesini sağlamaktır… Sorunlarımızı şiddet aracılığıyla değil; konuşarak, müzakere ederek, diyalog yoluyla çözmek temel düsturumuzdur” .

TÜRKİYE ÇAĞRISI

Kürt sorunu bir Türkiye sorunudur; ama Türkiye sorunu çözüme kavuşmadan Kürt sorununu çözme olanağı bulunmadığı gibi demokratik hukuk devletinin temel gerekleri uygulamaya geçirilmeden Kürt sorununu tartışma olanağı bile doğmaz.

Tutum Belgesi, bu bağlamda -ayrıca ele alacağım- üç ana sorunu gündeme çıkarıyor:

-Anadili hakkı ve evrensel kimlik haklarının tanınması,

-Yurttaşlık,

-Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi.

Kürt sorununun çözümünde TBMM’yi merkeze alma, TBMM eksenli parlamenter rejim öngören anayasa çalışmaları ile de örtüşmekte. Tutum Belgesine göre; eşit yurttaşlığı esas alan Anayasanın hazırlanma süreci, her kesimi kapsayan, demokratik katılım ve toplumsal müzakereye dayalı bir yöntemle yürütülmeli.

İTTİFAK VE İKTİDAR

Cumhur İttifakı, gelecek seçimlerde de çoğunluğu kaybetmemek için, HDP’yi Millet İttifakı dışında tutmak için her yolu meşru sayacak.

Bu nedenle, Türkiye tarihsel bir dönemeçte:

Eğer demokratik hukuk devleti ekseninde bir ittifak sağlanabilirse, Kürt sorunu için çözüm yolu da açılır; tersine, bu sağlanamaz da yeniden Cumhur İttifakı çoğunluğu elde ederse, “mezhep-etnisite” bireşimli tek kişi yönetimi pekişmiş olacak. Bu durumda, Kürt sorununun çözümü bir yana, Türkiye sorunu, daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti sorunu daha da derinleşecek.

Bu nedenle, TBMM’nin merkezi konumu, ülkemizin geleceği için yaşamsaldır.

TOPLUMSAL GELİŞME ve BİREYİN DÖNÜŞÜMÜ ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Çağdaş Toplumlar

Çağdaş toplumlar eski Grek ve Roma uygarlığının yeniden yorumlanması, aydınlanma felsefesi, rönesans ve reform haraketleri, özgür aklın ve bilimin yol göstermesi vb. nedenlerle insanların başta din, doğa, çevre, siyaset, iktidar, ekonomi, hukuk, ahlak, adalet, devlet, toplum, aile, birey, egemenlik…vb. kavramlar dizelgesinin yeniden yorumlanması ve uygulamaya aktarılmasına dayanır. Başka bir söyleyişle de bu çağdaş düzen, yeni bakış, düşünüş ve davranışların yarattığı yeni bir toplum, yeni bir devlet yeni bir aile ve yeni bir birey olma düzenidir. Batı kaynaklıdır. Günümüzde de gelişmiş Batı toplumlarında somutlaşmıştır.

Çağdaş toplumlarda ruhban (din adamları) sınıfının devlet, toplum ve bireyler üzerindeki vesayeti ortadan kalkmıştır. Devlet ve toplum laikleşmiş, bireyler din ve vicdan özgürlüğüne kavuşmuştur. Feodal beylerin (toprak ağalarının) toplum üzerindeki vesayeti de sonlanmış, derebeylikler yok olmuş, merkezi devletler doğmuştur. Dinsel ve geleneksel cemaatler yerlerini modern mesleksel, teknik, ekinsel (kültürel), sosyal, siyasal… ekonomik örgütlere bırakmıştır.

Ataerkil, erkek egemenliğine dayalı geniş aile yapısı çözülmüş, onun yerini anne – baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile ve kadın – erkek ilişkileri, hak ve sorumluluk eşitliğine dayalı demokrat aile almıştır. Cinsiyet ve ırk ayrımcılığı büyük oranda gerilemiştir.

Çağdaş toplumun bireyleri, genel olarak, özgür aklın ve bilimin rotasından çıkmayan, başka grup liderleri ve bireysel kişilerin akıl dışı telkinlerini dikkate almayan, başkalarının hak ve hukukuna saygılı, fakat kendi hukukunu sonuna dek savunan ve kendi özgür istenci (iradesi) ile davranan bireylerdir. Bencilleşmeden bireyselleşmişlerdir. Demokrasi kurallarına, hukuk devletine ve çalışma düzenine uyum yetenekleri çoktur. Çoğunlukla eğitim ve kültür düzeyleri yüksektir. Kendi bireysel kazançları ile geçinirler.

  • Çağdaş toplumlarda siyaset kurumu meşruiyetini dinden değil halkın özgür istenci ile oluşan seçimlerle belirlenen halk egemenliğinden alır.

Halk, kendisini yönetenlere belirli sürelerle sınırlı iktidar olma yetkisi verir. Beğenmediklerini yine seçim yolu ile iktidardan uzaklaştırır. Gelişmiş toplumlar mili iradeye dayalı parlamenter demokrasilerlerle yönetilirler. Dinsel hukuk yerini modern  – laik hukuka bırakmıştır. Devleti yönetenlerin gücü anayasalarla sınırlandırılmıştır. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, eşit yurttaşlık, insan hakları, azınlıkların korunması, basın özgürlüğü vb. değerler vazgeçilmez bir konumdadır. Çağdaş toplumlarda, cinsiyet farkı olmadan, yetişkin her kadın ve erkek kendi aklını ve özgür istencini kullanır. Her konuda son karar daima bireyin kendine aittir.

Geçiş Dönemi Toplumları

Geçiş dönemi toplumu hem geleneksel, feodal ve teokratik toplum düzeninden tam olarak kurtulamamış hem de çağdaş toplumun değer ve yaşam standartlarını tam olarak yakalayamamış bir yapıyı anlatmak için kullanılır. Geçiş dönemi toplumlarında çağdaş olanla geleneksel olan yan yana ve iç içe yaşar. Bu durum, ailede, sokakta, işte, resmî ve kamusal alanda, tatilde, kahvehanede hatta ibadet yerlerinde bile kendini belli eder. Dinde siyasette, meslekte, eğlencede, yeme – içmede, giyim – kuşamda… her yerde ve her konuda insanlarca gündeme getirilir.

Geçiş dönemi toplumlarındaki demokrasi hukuk, adalet, insan hakları, din ve vicdan özgürlükleri gibi temel değerler hem siyasal iktidarlar hem toplum ve hem de bireylerce yeterince derinleşmemiş ve içselleştirilmemiştir. Çoğu zaman da biçimseldir. Bu tür toplumlarda ırkçılık – demokratlık, tutuculuk – çağdaşlık, ilericilik – gericilik, dindarlık – dinsizlik, müminlik – sapkınlık, yurtseverlik – hainlik, maçoluk – feministlik, modern  mahrem… tartışmaları hiç bitmez. Ayrıca varolan tartışmalar ideolojik kamplaşma ve kutuplaşma ve hatta uzun süreli çatışma ve savaşlara neden olabilir.

Geçiş dönemi toplumları kuşak çatışmalarına, aile içinde, karı-koca arasındaki iktidar mücadelelerine, siyasal, etnik ve dinsel yarılmalara her zaman gebedir. Kimlik ve üstünlük çekişmeleri söz konusudur.

Türkiye’de kadına şiddet ve kadın cinayetleri konusunda şöyle bir yorum yapılabilir :

Kültür ve eğitim düzeyleri düşük kimi erkekler; erkek egemen ataerkil feodal kültür değerlerini korumak istiyorlar. Halbuki ilişki ve iletişim kurdukları kadınlar çağdaş değerleri içselleştirmişlerse çatışma kaçınılmaz oluyor.

Bu tür toplumlarda, farklı toplumsal kümeler arasında sürekli ötekileştirme, had bildirme, sindirme vb. güç gösterileri olabilir.

Geçiş dönemi toplumlarında en elverişsiz konumda olanlar etnik azınlıklar ve özellikle yeni yetme gençlerdir. Etnik azınlıklar iki arada bir derede gibidir. Gençler açısından da toplumun rotası, yani normal – anormal, doğru – yanlış, iyi – kötü, faydalı – zararlı, güzel – çirkin anlayışları net değildir. Evde annesinin öğütleri ile babasının öğrettikleri çelişebilir. Evin, sokağın, eğiticinin, yöneticinin, arkadaşların ve komşuların doğru ve yanlışları çoğu zaman çelişir. Eğitim sistemleri bile bu çağcıl (modern) ve mahrem çekişmelerinin çelişkilerini içlerinde barındırır.

Geçiş dönemi toplumları ekinsel (kültürel), sosyal, ekonomik, siyasal ve yönetsel… kararsızlıkları (istikrarsızlıkları) bünyesinde taşımaya elverişlidir. Türkiye ne yazık ki geçiş dönemi sürecini henüz geride bırakmamıştır

SONUÇ                       :

Toplumsal gelişme evrimi yavaştır. Bu nedenle hiçbir toplumun birden bire, akşamdan sabaha, çağdaşlaşma olanağı yoktur. Ayrıca değişim yasaları gereği, çağdaş toplumlar da değişme ve gelişme içindedir. Geleneksel toplumdan çağdaş topluma geçişte, her toplum geçiş dönemi evresini yaşamak ve geçiş dönemi sorunları ile karşılaşmak ve yüzleşmek zorundadır.

Ancak, hiçbir toplum geçmişe dönemez ve geçmişin “altın çağ masalları” ile yaşayamaz. Geçmiş kendi koşullarında yaşanmış ve bitmiştir. Önemli olan geçmişten doğru ders çıkarabilmektir. Çünkü toplumsal yaşam çarkı, geçmişe doğru değil, geleceğe doğru döner ve yaşam zinciri geleceğe doğru uzanır.

Öyleyse yapılacak şey bellidir ve nettir: Akıldan, bilimden, laiklikten, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, adaletten, insan haklarından, eşit yurttaşlıktan, din ve vicdan özgürlüğünden… her türlü çağdaş girdiler ve çağdaş değerlerden yana; kimseleri incitmeden ve ikna yolunu seçerek akılcı tavırlar bulup üretmek gerekir. Gençlerimize de her alanda doğru rotalar göstermek gereklidir.

Bu görev de başta eğitim sistemi ve siyasiler olmak üzere, kamu yöneticilerine, aydınlara ve medyaya düşer. Bir ipin iki ucundan tutup ip çekişerek siyasete ve toplumsal gelişmelere yön ve güç verilemez. İdeolojik ip çekişmeler, ayrışmalara, geriye düşmelere ve toplumsal enerjiyi ziyan etmeye neden olur.

2021 YILI NASIL OLSUN?

2021 YILI NASIL OLSUN?

Türkiye’de 2021 Yılı;

(AS: “Eşit yurttaşlık” konusunda çekincemiz var; yazının altındadır..
Sn. Çivi’nin açıklaması da…)

Irkçılığın, dinciliğin, ayrımcılığın, güvensizliğin, bölücülüğün, bölgeciliğin, işsizliğın, açlığın, yoksulluğun, yolsuzluğun, yasakların, kayırmacılığın, hırsızlığın, mafyatik ilişkilerin, hukuksuzluğun, adaletsizliğın, ahlaksızlığın, düşmanlığın, sevgisizliğin, cehaletin, kör inancın, kadın cinayetlerinin, Covid 19 virüsünden ve her türlü dermansız dertlerden gelen tüm ölümlerin… ülkemizi acilen terk ettiği;

Toplumun en büyük anayasal güvencesi olan “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” ilkelerinin, ulusal istencin, adaletin, hukukun üstünlüğünün, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin, eşit yurttaşlığın (AS: yurttaşların eşitliğinin!), yargı bağımsızlığının, bağımsız ve vicdanlı bir medyanın, özgür ve bilimsel akılcılığın, fırsat eşitliğine dayalı çağdaş bir eğitimin, sevginin, kardeşliğin, huzurun…istisnasız olarak egemen olduğu,

Hiçbir insanın aç, işsiz, aşsız ve çaresiz olmadığı,

Devlette ve toplumda hiçbir ayrımcılığın kalmadığı…

Sınırsız sevgi, kardeşlik ve dostluk bağları ile birbirine kenetlenmiş, siyasilerin halkı ayrıştırmadığı ve bölmediği,

Ekonomisi, teknolojisi, sosyal dokusu ve ordusu güçlü bir Türkiye özlemiyle;

HERKESE MUTLU YILLAR DİLERİM..

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Önceki Dekanlarından
===============================

Dostlar,

“Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır. Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuksal-siyasal olarak tanınması; farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir. Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadı hatta dayatmasıdır.
Oysa Devlet; yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör / sağır / dilsiz kalarak, bunlardan bağımsız ve bu kategorileri aşkın olarak
  • her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir.

Bizim için “eşit yurttaşlık” değil, “yurttaşların eşitliği” ilkesi temeldir.

Sevgi ve saygı ile. 31 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik
===============================================
Sevgili dostum,

Benim amaçladığım ile sizin vurguladığınız arasında sözcükler farklı hedef aynı… Görüş ayrılığımız yok. Bundan sonraki yazılarımda sizin düzeltmenize uygun olarak “yurttaşların eşitliği” diye belirtirim. Düzeltmeniz için çok teşekkür ederim.

Saygı ve sevgilerimle.

Halil Çivi

 

CHP 36. Olağan Kurultay Sonuç Bildirgesi

CHP 36. Olağan Kurultay Sonuç Bildirgesi

(AS: Bizim katkımızı yazının altındadır..)

CHP’nin 36. Olağan Kurultayında sonuç bildirgesi açıklandı. Bildirgede “Önümüzdeki dönemin Parti Örgütünün hedef ve öncelikleri şu ilkeler olacaktır :

– Tek adam rejimine son verilecek ve kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sisteme geçilecektir.
– Cumhuriyet ve demokrasinin temeli olan laiklik ilkesinden taviz verilmeyecek ne dinin siyasallaştırılmasına ne de siyasetin dinselleştirilmesine izin verilmeyecektir. Din, vicdan ve inanç özgürlüğüne müdahalelere izin verilmeyecek,
– Yaşamın her alanında adalet ve huzur sağlanacaktır.
– OHAL derhal kaldırılacak, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) yasama ve yargı denetimine alınacak ve
– 15 Temmuz hain darbe girişiminde bulunan FETÖ’nün siyasi ayağı kesinlikle ortaya çıkarılacaktır.” denildi.

CHP 36. Olağan Kurultay Sonuç Bildirgesi

CHP’nin 36. Olağan Kurultayı Sonuç Bildirgesinde,

  • “CHP, kökleri Kuvayı Milliye’ye dayanan ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde
  • tam bağımsız, laik, demokrat ve çağdaş Türkiye’nin kurucu Partisidir.

    80 yıllık (1923 – 2002) Cumhuriyet tarihi boyunca bütün Cumhuriyet hükümetlerinin katkısıyla uçurumun kenarında yıkık bir ülkeden, içeride ve dışarıda saygın ve güçlü bir ülke konumuna gelmişti. Ancak; bugün Cumhuriyetimizin temeli olan kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılmış, tek adama dayalı parti devleti kurulmuştur.

  • Darbe girişimi bahane edilerek karşı darbe gerçekleştirilmiş ve ilan edilen OHAL aracılığıyla temel hak ve hürriyetlerimiz yok edilmiştir.
  • Milli servetimiz ve birikimlerimiz yağmalanmış, geniş halk kitleleri işsizlik ve yoksulluğa mahkum edilmiştir.
  • Daha acı olanı ise, birlikte yaşama irademiz; ayrıştıran, kutuplaştıran ve ötekileştiren kimlik siyaseti ile aşındırılmıştır.
  • Hiç kimse unutmasın bu ahval ve şerait içinde ülkemizin umudu kuruluşun ve kurtuluşun Partisi olan CHP Cumhuriyetin temel değerleri ve sosyal demokrasinin evrensel ilkelerinden ödün vermeksizin yoluna devam edecek, ülkemizi çağdaş uygarlığa taşıyacaktır. Hiçbir güç bizi bu kutsal davamızdan alıkoyamayacaktır.” denildi.

“TEK ADAM REJİMİNE SON VERİLECEK”

Bildirgede şu maddelere yer verildi:

Önümüzdeki dönemin Parti Örgütünün hedef ve öncelikleri şu ilkeler olacaktır :

Tek adam rejimine son verilecek ve kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sisteme geçilecektir. Cumhuriyet ve demokrasinin temeli olan laiklik ilkesinden taviz verilmeyecek ne dinin siyasallaştırılmasına ne de siyasetin dinselleştirilmesine izin verilmeyecektir. Din, vicdan ve inanç özgürlüğüne müdahalelere izin verilmeyecek, yaşamın her alanında adalet ve huzur sağlanacaktır. OHAL derhal kaldırılacak, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) yasama ve yargı denetimine alınacak ve 15 Temmuz hain darbe girişiminde bulunan FETÖ’nün siyasi ayağı kesinlikle ortaya çıkarılacaktır.

Yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü sağlanarak, tüm vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği güvence altına alınacak, seçimler adil ve güvenli olacaktır.

  • Kürt sorunueşit yurttaşlık temelinde, ulusal bütünlük ve toplumsal uzlaşı ile çözülecektir.

Çağdaş demokrasilerde 4. güç olarak benimsenen medya özgürlüğü sağlanacaktır.

Yüksek katma değerli kapsayıcı büyüme hedeflenecek,

  • eğitim ve sağlık parasız, kaliteli ve ulaşılabilir olacaktır.

Herkes milli gelirden hakkını alacak, açlık ve yoksulluk sıfırlanacak, gelir dağılımı adaletini ve bölgesel kalkınmayı sağlamak devletin temel görevi olacaktır.

Tarımsal üretim planlanacak, ekilmeyen tarım arazisi kalmayacak, çiftçi desteklenerek ithalata karşı korunacak ve Türkiye tarımda tekrar kendi kendine yeten ülke konumuna getirilecektir.

Devlet şeffaf, tarafsız ve hesap verebilir olacak, kamuda tüm atamalar liyakata uygun yapılacak, yolsuzluk suçlarında zamanaşımı kaldırılacak, cezaları ağırlaştırılacak ve yolsuzluk yapanlardan hesap sorulacaktır.

Asgari ücret vergi dışı bırakılacak, taşeronların tümü kadroya alınacak, tüm kamu ve özel sektör çalışanlarına sendikalaşma özgürlüğü tanınacak, sendikalaşma özendirilecek, eşit işe eşit ücret uygulanacaktır. Şehit aileleri ve gazilerimiz arasında uygulanan ayrımlar kaldırılacak, şehit aileleri ve gazilerimiz Milletvekillerine tanınan hak ve imkanlardan yararlanacak. Kadınlara ve gençlere hayatın her alanında eşitlik sağlanacak, kadınlar ve çocuklar şiddete karşı korunacak, şiddet uygulayanlara verilen cezalar artırılacaktır. Engellilerin sosyal ve ekonomik hayata eşit katılımı sağlanacaktır.

“Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesiyle bütün komşularımızla ulusal çıkarlarımız gözetilerek iyi ilişkiler kurulacak,

AB müktesebatına uyum sağlanacak, AB’ye tam üyelik hedeflenecektir.

Havamız, toprağımız ve suyumuz korunacak, denizlerimizin, ormanlarımızın ve tarım arazilerimizin yağmalanmasına izin verilmeyecektir.

  • Cumhuriyet ve demokrasi, laik ve çağdaş yaşam;
    eşitlik, özgürlük ve dayanışma, adalet ve cesaretle kurtarılacak, korunacak ve yüceltilecektir.”
    ==========================================
    Dostlar,

    Cumhuriyetimizin kurucusu – ATATÜRK’ün partisi CHP‘nin 36. kurultayının ardından açıklanan sonuç bildirgesi genel anlamda doyurucudur. Hatta yer yer coşkulandırıcıdır, ümit vericidir.

Şu aşamada ayrıntılı irdelemeye girmeden 3 önemli noktaya dikkat çekmek istiyoruz :

  1. “…eğitim ve sağlık parasız, kaliteli ve ulaşılabilir olacaktır.” son derece yerindedir, nasıl yaşama geçirilebileceği de bu ilkenin benimsenmesi ölçüsünde önemlidir.
  2. “AB müktesebatına uyum sağlanacak, AB’ye tam üyelik hedeflenecektir.” noktasında farklı düşünüyoruz. AB’nin emperyal – sömürgen bir yapı olduğunu, gelecek vaadetmediğini ve en önemlisi TAM BAĞIMSIZLIĞIMIZIN bitmesi olarak görüyor – biliyor ve onaylayamıyoruz.
  3. Kürt sorunueşit yurttaşlık temelinde, ulusal bütünlük ve toplumsal uzlaşı ile çözülecektir.” önermesinde çok düşülen bir yanılgının yinelendiğini düşünüyoruz. Daha önceleri de web sitemizde bu konuyu birkaç kez işledik ama bir kez daha açıklayalım :
“Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır. Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuksal-siyasal olarak tanınması; farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir. Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadıdır.
Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir. Bizim için “eşit yurttaş” değil, “yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır. 
“Kürt sorunu” na böyle yaklaşıyorsa, anayasanın “ilk dört maddesinin güçlendirilmesi” hedefine ulaşamayacağı çok açıktır. Üstelik tam tersine, böylesi bir yaklaşım Anayasanın ilk 4 maddesini içeriksiz, güçsüz ve temelsiz bırakacaktır. Bu yaklaşım, CHP için çok açık olan “ilk dört madde kırmızı çizgimizdir” ilkesini reddetmek anlamına gelmektedir.
Konunun izleyen günlerde netleştirilmeei ve yersiz kavram karmaşasına yer verilmemesi gerekir. Kavramların yerli yerinde, doğru, bilinçli kullanılması zorunludur. Hele hele nazik ulusal konu ve sorunlarda..
Sayın Kılıçdaroğlu ve özenle oluşturacağı MYK’ya, Kurultaydan çıkacak Parti Meclisine, TBMM grubuna, tüm örgüte ve ülkemizin bu ağır bunalımdan çıkarılması için çaba göstermek zorunda olan tüm yurttaşlara… hepimize kolay gelsin… Önümüzdeki 2 yıl, 2018 ve 2019 Cumhuriyetimizin geleceği açısından kırılma yılları olmasın; kuşatmayı mutlaka yaralım!

Sevgi ve saygı ile. 04 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

TBB : Yeni TBMM’den CUMHURİYETİN TEMEL İLKELERİ ÇERÇEVESİNDE ÖNCELİKLİ BEKLENTİLERİMİZ

tbb_logosu

YENİ PARLAMENTODAN ve KURULACAK OLAN HÜKÜMETTEN ANAYASA’NIN İLK 3 MADDESİNDE İFADESİNİ BULAN CUMHURİYETİN TEMEL İLKELERİ ÇERÇEVESİNDE ÖNCELİKLİ BEKLENTİLERİMİZ

  1. Güçler ayrılığı ilkesi gözetilerek, demokrasimizin yeniden yönetebilir hale gelmesi,
    yargının yeniden adalet dağıtabilmesi amacıyla devletin, çağdaş ölçütlere uygun biçimde yeniden yapılandırılması; adil yargılama yapabilen, tarafsız, bağımsız ve hesap verir bir yargının kurulması. Bu çerçevede, acilen kapsamlı bir yargı reformunun gerçekleştirilmesi.
  2. Yargıya güvenin sağlanması. Bunun için, Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunun yeniden düzenlenmesi; HSYK’nın, Hakimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu olarak,
    liyakati ve katılımcılığı esas alır şekilde, siyasi iktidardan tamamen bağımsız olarak
    yeniden yapılandırılması.
  3. Avukatın yargının kurucu unsuru olduğunu herkesin içine sindirmesi için Türkiye Barolar Birliği’nin önerilerinin yaşama geçirilmesi. Bu çerçevede; TBB tarafından yapılacak
    avukatlık sınavının yasalaştırılması, TBB’nin bir temsilcisinin Hakimler Yüksek Kurulu’na,
    bir temsilcisinin de Savcılar Yüksek Kurulu’na alınması.
  4. Avukatın, kanunlarda yazılı temel hakları bireylerin kullanımına sunmak suretiyle
    “kişiyi, vatandaş yapan” meslek insanı olması sebebiyle, çağlar boyunca demokrasinin lokomotifi olduğu gerçeği de dikkate alınarak, avukatlık meslek alanını daraltan
    bütün düzenlemelerin kaldırılması.
  5. Baroların ve avukatların idareden tam anlamıyla bağımsız olmasını sağlayacak, avukatlık meslek onurunu koruyacak şekilde hazırladığımız Avukatlık Yasası taslağımızın yasalaşması.
  6. Cumhurbaşkanının öncelikle Anayasal sınırlarına çekilmesinin sağlanması,
    ardından parlamenter hükümet sistemine uygun şekilde görev,
    yetki ve sorumluluklarının yeniden düzenlenmesi.
  7. Mevzuat taraması yapılarak Anayasa ve insan hakları çerçevesinde mevzuat denkliğinin sağlanması ve yasa tekniğine tümüyle aykırı olan “torba yasa” uygulamasından vazgeçilmesi.
  8. Her türlü ırkçı, mezhepçi, cinsiyetçi, düşmanlaştırıcı, kutuplaştırıcı söylemden uzak durulması. Ayrımcı tüm yasa ve düzenlemelerin ayıklanması, idari uygulamalara son verilmesi.
  9. Her bireyin inanç ve ibadet özgürlüğünü tanıyan ve koruyan laiklik ilkesinin,
    devletin temel ilkesi olarak tesisi.
  10. Siyasi Partiler Kanunu ve seçim kanunlarının; özellikle siyasi partilerde parti içi demokrasinin sağlanmasını, seçim barajının düşürülmesini, siyasetin yalnızca maddi gücü olanlar tarafından yapılabilen bir uğraş olmaktan çıkarılıp, mali kaynaklarının saydamlaştırılmasını gerçekleştirecek biçimde yeniden düzenlenmesi.
  11. Kapatılan Meclis soruşturmalarının yeniden açılarak, adil yargılanma esasları çerçevesinde, vicdanları tatmin edecek şekilde yürütülmesi. Yolsuzluk soruşturmasını yürütenlere yönelik
    adli ve idari baskıların sona erdirilmesi.
  12. Terör örgütü PKK’ya taviz verilmeden;
    Ülkemizin bölünmez bütünlüğünden vazgeçilmeden,
    Kürt sorununun insan hakları ve demokrasi temelinde, çoğulcu, katılımcı yöntemler benimsenerek, eşit yurttaşlık temelinde çözülmesi. Ülkenin; doğusunun, batısının, kuzeyinin, güneyinin ve merkezinin sanayi ve ticaret ağıyla birbirine ayrılmaz şekilde bağlanması. Komşularımızla ilişkinin, ticaret yoluyla taçlandırılması.
  13. MİT TIR’ları konusunun Meclis tarafından araştırılması. Ülkemizi savaş alanına
    her an çevirebilecek olan IŞİD’e desteğin derhal kesilmesi. Komşularımızın toprak bütünlüğüne yönelik her türlü hareket ve söylemden vazgeçilmesi. “Yurtta Barış, dünyada barış” ilkesinin yeniden tesisi. Mezhepçi, hayalperest dış politikadan vazgeçilmesi.
  14. Gezi olaylarında yaşamını yitirenlerle ilgili soruşturmaların titizlikle yürütülmesinin sağlanması.
  15. Uludere‘de yapılan hava operasyonunda yanlış olduğu söylenen istihbaratın kaynağının açıklanması, soruşturmanın yeniden açılması.
  16. Toplumun şiddetten arındırılması. Şiddet ve şiddetin temel sebebi ayrımcılığa karşı,
    insan sevgisini merkeze koyan bir eğitimin anaokulundan başlayarak verilmesinin
    hükümetler üstü bir ulusal politika olarak benimsenmesi.
  17. Düşünce özgürlüğü ve basın özgürlüğünün önündeki yasal, idari ve adli engellerin kaldırılması.
  18. Üniversitelerin bilimsel ve idari bağımsızlığa, mali özerkliğe kavuşturulması.
    Milli eğitimin, akılcı-bilimci bir anlayışla ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine sahip çıkacak kuşaklar yetiştirmek üzere yeniden yapılandırılması.
  19. Sendikal özgürlüklerin ve sivil toplumu oluşturan öbür örgütlenme özgürlüklerinin önündeki engellerin kaldırılması.
  20. Alın terinin karşılığının verilmesinin sağlanması; toplumsal barışın önündeki en büyük engel olan gelir dağılımımdaki uçurumun giderilmesi.
  21. İş sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinden ödün verilmesinin, insan yaşamı üzerinden
    kar elde edilmesinin mutlak biçimde engellenmesi. Soma ve Ermenek faciaları unutulmadan, maden ocaklarının teknik ve hukuksal durumlarının tümüyle gözden geçirilmesi,
    iyileştirme yapılamayanların derhal kapatılması.
  22. Demokrasi içinde kalkınma hamlesine başlanması. Sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmanın, ileri teknoloji kullanılarak, Türkiye’de çıkan hammaddeye dayalı sanayileşme modeli ile sağlanması. AVM’lere dayalı tüketim ekonomisinden, tasarrufu teşvik eden üretim ekonomisine geçilmesi.
  23. Rant uğruna doludizgin yürütülen ve geleceğimizi tehdit eden çevre katliamına son verilmesi. Tarım ve toprak reformuna başlanması.
  24. Türkiye’de 8.5 milyon engelli vatandaş için Anayasa’da pozitif ayrımcılık hükmünün
    toplumsal yaşamın her alanında eksiksiz olarak uygulanması.
  25. Gençliğimize karşı biyolojik saldırı haline gelmiş olan madde bağımlılığına karşı sürdürülebilir ciddi bir devlet politikasının derhal hayata geçirilmesi.

Türkiye Barolar Birliği
http://www.barobirlik.org.tr/Detay63190.tbb

===========================================

Dostlar,

Ülkemizin ne çok ve yakıcı sorunu var..
TBB (Türkiye Barolar Birliği) 25 maddelik bir ivedi çağrı yapmıştı..
Türkiye’nin bir an önce normalleştirilmesini ve bu yaşamsal sorunlara hızla çözüm üretilmesini istiyoruz.

Bildik birilerinin derin siyasal kaygı ve bitmeyen beklentileri, akıllarını çoook aşan politik hırsları… yüzünden kurgulanan yapay gündem girdaplarından bir an önce kurtulmak istiyoruz.

Siyasal ikballeri ve dokunulmazlık kalkanlarının ne pahasına olursa olsun sürmesi için
ülkemizi ateşe atan ve bölünmenin – içsavaşın kritik sınırına sürükleyen siyasal aktör ve kurumların derhal dışlanmasını istiyoruz..

Listeye eklenebilecek birkaç madde daha var..
Ama SAĞLIK HAKKI ile SOSYAL GÜVENLİK HAKKINI özellikle öne çekmeliyiz.
Çağrı Metninin hazırlanmasına emek veren TBB‘ne (Türkiye Barolar Birliği) teşekkür ederiz.

Çağrı metnini önemi nedeniyle öne çıkarmak istiyoruz.
Altına imza koyuyoruz.
Türkiye’nin gündemi bu sorunlarla baş etme maratonuna çevrilmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
28 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com