Etiket arşivi: monokrasi

Kuzey (Ankara) güney ekseni: Meclis mi, kişi mi?

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 20.07.2023, BİRGÜN

10 Temmuz sabahı İstanbul’da  ‘İsveç’in NATO üyeliğine hayır’ sözü, akşam Vilnius NATO zirvesinde, ‘evet’e döndü; ama “nihai karar TBMM’de” kaydı da eklenerek. Oysa “Parlamenter sistem tartışmaları bir daha açılmamak üzere kapanmıştır” sözü belleklerde.

AKP Genel Başkanı ve CB Erdoğan’ın gün içindeki ‘hayır’-‘evet’ çelişkisi ve AB kartını kullanması karşısında Avrupalılar, “görüş değiştirme yeteneği yüksek kişi”, “pazarlıkçı” ve “ucuz şantaj denemesi”  vb. nitelemeler yaptı.

Türkiye’de insan hakları ihlallerine ilişkin soruları ise, ‘bu konularda sorun yok’ şeklinde yanıtlandı.

MANEVİ RÜZGÂR!

Doğru, Anayasa düzleminde  basın ve ifade özgürlüğü güvenceleri de var. Ama sorunun kaynağı, “2017 kurgusunun anayasasızlaştırma sürecine ivme kazandırması eşliğinde  yargının siyasallaşması.

Aslında yasama-yürütme karşılıklı denge ve denetim düzeneği kaldırılmasa, yargı bağımsız karar verebilse, anayasal hak ve özgürlükler saygı görecek; ülke, “siyasal ve düşünsel suçlular” hapishanesine dönüşmeyecekti.

2017 kurgusu sonucu parti genel başkanı da olan CB, kendi iradesi dışında TBMM’nin karar alamayacağını da biliyor.

Oysa özerk TBMM, uluslararası ilişkilerde ulusal çıkarları savunmada hükümetin ve yöneticilerin elini güçlendirir.

Bu nedenle, “Meclis karar verir” sözü, “parlamenter sistem” tartışmasını kapatmak bir yana, açmakla gerçekçi olur; üstelik, Anayasa değişikliği gündeminin sıcak tutulduğu bir ortamda.

Parlamenter rejimde, başbakan, Hükümeti temsilen açıklama yapacaktı ve akşama kadar değişmeyecekti, Meclis’e yaptığı yollama da inandırıcı gelecekti.

Talimat ile yasa yapan Cumhur İttifakı, hayır oyu bir yana, CB tezkeresini müzakere bile edemez

Şu halde kurumlara ve kurallara dönüş, Türkiye’nin uluslararası toplum önündeki saygınlığı bakımından da yaşamsal. Uluslararası ilişkilerde sürekli savrulmalar, parlamenter rejim gereksinimini her gün daha çok hissettiriyor.

Kuşkusuz bu okuma, parlamenter rejim yanlısı ‘demokratik muhalefet’çe yapılmalı.

Ne ki, 2023 hezimeti, monokrasi ayracını kapatmak için demokratik itici güç değil, teslimiyet yaratmış görünüyor.

Bu nedenle demokratik anayasa, yurttaşlar ve sivil toplum örgütleri başta gelmek üzere toplum tarafından istenmeli.

“Parlamenter sistem, Meclis demek. Tartışmaya bile karşı çıkan kişinin “Meclis karar verir” sözü, bir çelişki değil mi? Hem TBMM önemsenecek, hem de Temmuz sonu bile beklenmeden Meclis kapatılacak. Neden?

İsveç’in NATO’ya giriş onayını geciktirmek mi yoksa, nasılsa 1 Ekime  kadar Meclis kapalı olacağı için siyasal İslam çalışmalarına ivme kazandırmak için mi?

ÜLKESEL YAĞMA!

Meclis’i işaret ederek göz kırptığı Kuzey’in manevi rüzgarı, 17 Temmuz’da Ankara’yı güneye yönlendirdi, “maddiyat” için: Para karşılığında ulusal varlıklar.

Riad, BAE ve Katar yolunda ise, bu kez “Biz neyi satacağımızı çok iyi biliriz” sözleriyle “ülke pazarlaması itiraf ediliyor.

Güney hattında, içerisi ve dışarısı birbirini tamamlıyor gibi:

İÇERİDE: Menzil TarikatI’na tıpkı Hizmet Cemaati’ne olduğu gibi, “ne istedilerse verilmiş” görünen ve anlaşılan.

DIŞARIYA: İslam dünyasına da çok değerli ulusal varlıklar satılacak!

Hangi ortamda? Kuzey’de işaret edilen Meclis, hemen kapatılarak; Güney’e ise, ülkeyi pazarlamak için “aile boyu saltanat gezisi” düzenlenerek.

  • Baltık Denizinden Basra Körfezi’ne savrulmalar, 14 ve 28 Mayıs seçimlerinin sonucu.

Muhalefetin yapabildiği ise, TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmak.

Oysa TBMM gündemi, içeride yoksullaştırılan halkı ölesiye soyan vergilerle sınırlı kalmamalı, ulusal değerlerin satışına yönelik eylem ve işlemleri de olmalı.

CHP, Yeşil Sol P, İYİ P. SP ve diğerleri, CB’nin, NATO ile ilgisi bulunmadığı halde AB kartını kullanma girişimi karşısında TBMM’de “demokrasi ve hukuk”, en değerli varlıkları pazarlama karşısında ise, ‘ülkesel değerler’ savunmasını yapabilmeli.

Demokratik parlamenter rejim isteyen partiler, azınlık bilinci ile davranamadıkları sürece, ne ulusal değerleri savunabilir, ne de  uluslararası ilişkilerdeki savrulmaların önüne geçebilir; olsa olsa “tek kişi dümeni”ne girer.

Cumhurbaşkanı adaylığı: Kural ve kişi aynı

Kural aynı: “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir

Kişi aynı: Sayın R. T. Erdoğan (RTE)

Şöyle:

Bir kimse en fazla iki defa seçilebilir” kuralı, 2007’de kabul edildi.

Bu kural, 2014’te uygulandı ve buna göre yine ilk kez RTE, CB seçildi.

Bu kurala 2017’de dokunulmadı ve aynı kurala göre RTE, 2. kez CB seçildi.

2017 değişikliğinde, TBMM kararı ile 3. kez adaylık yolunu açan bir hüküm kondu (md.116/3); ama, “iki defa” ve “kişi” kaydı aynı kaldı.

YÜRÜRLÜK

2007 Anayasa değişikliği sırasında yazılan kuralın sürekliliği, 2017’de açıkça doğrulandı. Şöyle ki; 2017 Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girişi ile ilgili hüküm (yürürlük maddesi), madde 101 için, ‘bu madde’ değil, ‘bu maddede yapılan değişiklikler’ diyor.

“75, 77, 78 ile 101inci maddelerinde yapılan değişikler, birlikte yapılacak ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin takvimin başladığı tarihte, “ (2017: md.21/b).

Şu halde, Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” kuralı, zaten yürürlükte olduğu için, bu “değişiklikler” dışında kaldı.

Özetle, madde 101/2’nin 2007’de yazılan biçimi aynen sürekli yürürlükte oldu.

NORM AYNI, KİŞİ AYNI

Bu norma göre seçilen kişi, en çok iki kez seçilebilir. Kural aynı ve hiç kesintiye uğramadı: “Bir kimse en fazla iki defa seçilebilir.”

Kişi de aynı:

RTE, 2014’te CB seçildi
RTE, 2018’de CB seçildi

Bu nedenle, bağlayıcı Anayasa kuralı açısından RTE, 3. Kez Cumhurbaşkanı seçilemez.

TBMM Başkanı Sayın Şentop, bu sürekliliği görmezden gelmemeli.

SİSTEM FARKLI, HÜKÜM DE…

Öte yanda, madde 116’da öngörülen ayrık durum, madde 101/2 için esneklik yaratıyor:

“Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir” (f.3).

2017’de parlamenter rejimin kaldırılması ile değişen siyasal sistem sorunu bağlamında getirilen bu düzenleme, 2007 değişikliği sırasında öngörülmeyen rejim değişikliğine kişi temelinde bir uyarlama görünümünde.

SAYDAM İMZA

RTE ve/veya AKP, madde 116/3’ü işletmek bir yana, bu yönde bir girişim yapmadı ve irade ortaya koymadı.

Bunun yerine RTE, TBMM’ye ve seçmenlere adeta meydan okur gibi Anayasa madde 116/2’nin kendisine tanıdığı yetkiyi, bir tür temel atma töreni gibi, sahada ve saydam biçimde imza yoluyla kullandı.

Gerekçesinden bağımsız olarak, kullanılan anayasal yetki ile RTE, kendi adaylık yolunu kapattı.

SINAVDAKİ YSK

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararı, Türkiye’nin geleceği açısından yaşamsal.

2007-2023: Kesintisiz yürürlükte olan norm (md.102/2)

2017-2023: Sistem değişikliği sonucu öngörülen kural (md.116/3).

Durum açık: Eğer Anayasa koyucu, md.101 fıkra 2’yi yeni anayasal kurguya uyarlamak istese idi, bunu ya madde 116 gibi yeniden yazar ya da geçici bir madde ile görevdeki CB’ye ilişkin –tıpkı 2007 değişiklik sürecinde Abdullah Gül için yapıldığı gibi- bir ayrık durum kaydı öngörürdü.

KİMİN MAĞDURİYETİ?

Adaylık konusunda anayasal engeli öne sürmek, mağduriyet yaratır mı?

Açık olan şu: Adaylıkta RTE’nin tercihi, anayasa dışı yol oldu. 2019’da İBB seçimlerinin haksız iptaline yoğun tepki gösteren halk, tercihini haksızlığa uğrayan Sn. İmamoğlu lehine kullandı.

Şimdi ise ülke seçmenleri tercihini hukuka yabancı monokrasi için değil demokrasi için yapacak. Yeter ki, sınır tanımayan Anayasa ihlalleri topluma iyi anlatılsın.

Bu nedenle CHP, HDP, İYİ P., Deva P., Gelecek P., Saadet P., Demokrat P. ve TİP ile demokratik hukuk devleti savunucusu bütün siyasal partilerin bu yolda kamuoyu oluşturma görevi tarihsel; çünkü,

  • Anayasa çiğneyen kişi mağduriyet üretemez, tam tersine ülke için mağduriyet yaratır.

Öncelik özgürlük değil, iktidar

Kuşkusuz, anayasaların önceliği özgürlük: İktidarı, bunu güvenceleyecek biçimde düzenlemek kaydı ile; yasama, yürütme ve yargı olarak erkler ayrılığı kuramına uygun olarak.

Bu genel yaklaşım, bizde de geçerli. 2017 Anayasa kurgusu ve uygulaması ise, erkleri fiilen bir kişide topladığı için, özgürlükleri de askıya aldı.

Bu nedenle, eğer Anayasa’nın emredici hükümleri uygulansa idi, S. Demirtaş’tan O. Kavala’ya, C. Atalay’dan M. Yapıcı’ya, binlerce kişi özgürlüklerinden alıkonulmayacaktı. Görünüşte yargı eliyle olmakla birlikte, sav+savunma+hüküm üçlüsünde belirleyici olan tek kişi yönetimi: Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY). (Barış akademisyenleri (BAK) dosyaları da Saray güdümünde).

Kısacası, hak ve özgürlük ihlallerinin kaynağı, özgürlüklere değil, iktidara ilişkin hükümlerdir.

Bu nedenle, Anayasa önceliği, özgürlük değil iktidar olmalı.

Yasama+yürütme+yargı, parlamenter rejim ekseninde Anayasa yoluyla yapılandırılacak. 2023 seçimlerinde TBMM’de ortaya çıkacak çoğunluk ve seçilecek CB’ye göre, demokratik rejime geçilecek veya geçilmeyecek.

Eğer şu anda görevde olan CB (Yürütme)[1] ve onu destekleyen AKP-MHP (yasama), yeniden çoğunluk sağlar ise, PBDBY sürecek ve tek kişi yönetimi temellenecek; ümmetçi-biatçı insan yaratmaya elverişli toplum inşasına ivme kazandırılacak.

Buna karşılık, demokratik parlamenter rejimi (DPR) savunan Millet İttifakı (CHP/İYİ P./DP/SP/ Deva P./Gelecek P.) ve Emek-Özgürlük İttifakı (HDP/TİP vd) çoğunluğu sağlarsa, Anayasa değişikliği yolu da açılacak.

Parlamenter rejime geçiş için iki koşul: Sayı ve irade.

Konu, kurumsal anayasa hukuku: yasama+yürütme+yargı.

Seçim sonuçlarına göre, DPR yanlıları için beş olasılık var: üç uzlaşma ve iki çatışma.

UZLAŞMA…

400 vekil+CB: TBMM, birkaç ayda doğrudan Anayasa değişikliği yapabilir.

360 ve üstü+CB: Anayasa değişikliği ve halkoylaması, bir yıl gibi makul sürede yapılabilir. Fakat parlamenter rejim yanlılarının 360 gibi nitelikli çoğunluğa ulaşması, aynı eğilimde olan AKP-MHP vekillerinin de Anayasa’ya desteği ile sayı 400’e ulaşabilir.

301 ve üstü + CB: Yasama faaliyeti için yeterli olan salt çoğunluk, Anayasa değişikliği yolunu kapatmaz. Müzakere ve uzlaşma süreci, Anayasa değişikliği için 360’ı elde etme olasılığını gündeme getirebilir.

ÇATIŞMA KAÇINILMAZ

Son iki olasılık, cohabitation: TBMM çoğunluğu ve CB ayrışması.

Yarı-başkanlıkta Fransa’da cohabitation (birlikte oturma), yasama ve yürütme arasında frenleyici ve çatışmacı yönleriyle iki kez zar zor uygulandı.

İlk olasılık, TBMM’de DPR çoğunluğuna karşın, CB’yi Cumhur İttifakı’nın kazanması.

İkinci olasılık, CB’yi DPR yanlıları kazandığı halde, TBMM’de Cumhur İttifakı’nın çoğunlukta olması.

Her iki sonuç, yasama ve yürütme arasında fren ve dengeden çok çatışma olasılığını öne çıkarır.

Bu, Türkiye’yi Fransa’dan ayıran iki nedenle açıklanabilir:

Fransa’da yasama ve yürütme (hükümet) arasında sınırlı da olsa denge ve denetim düzenekleri işletiliyor. Hükümeti lağveden AKP ise, parti başkanlığı yoluyla yasamayı yürütme güdümüne soktu.

Fransa’da her iki taraf, yarı-başkanlık rejiminden yana. Türkiye’de ise, monokrasi ve demokrasi ayrışması, haliyle çatışmaları da körükleyecek.

HALKOYLAMASI GEREKLİ Mİ?

Hedef belli                   :

  • Yasama/yürütme/yargı üçlüsünü erkler ayrılığı ilkesi gereklerince yeniden yapılandırmak.

Parlamenter rejime dönüş için yapılacak bir Anayasa değişikliği TBMM’de 400 oy ile kabul edilirse, halkoylaması gerekli değil. Bu nedenle, neyin hedeflendiği çok iyi anlatılmalı. Özgürlüklerin güvencesi olması gerekirken, tehdit aracına dönüşen iktidar ile işe başlamak, sayı ve irade örtüşmesinin de bir gereği.

[1] 360 vekilin erken seçim kararı alması kaydı ile 3’üncü kez aday olabilir:
Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” (2007’den bu yana hiç kesintiye uğramadan yürürlükte olan bu hükme 2017’de dokunulmadığı için bağlayıcılık etkisi sürekli oldu).

“Yıkın, hukuk sonradan gelsin”, “hanım kız”!

“Yıkın, hukuk arkadan gelsin”! emri, kolluk güçlerinin ve mülki idare amirlerinin amiri konumumdaki İçişleri Bakanınca verildi.

Üç Anayasa maddesinin doğrudan ihlali:

  1. Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı (md.11),
  2. Kanunsuz emir (md.137),
  3. Mahkeme kararlarının bağlayıcılığı (md.138).

Konusu suç teşkil eden emir’, Türkiye İçişleri’nin ne durumda olduğunun ya da kimlerin yönetimi altında bulunduğunun ibret verici bir göstergesi.

YA DIŞİŞLERİ?

2017 Anayasa kurgusu, yüzyıllar boyu gelişen Anayasal ve siyasal mirası bir çırpıda sildi. Ulusal alandaki kuralsızlaştırma, kurumsalsızlaştırma, kazanımları değersizleştirme ve sistemsizleştirme , uluslararası savrulmalara da yansıdı. Cumhuriyet dönemi yansız dış politikası ve Anayasa’nın amir hükümleri (AS: buyurucu kuralları) bir yana bırakılarak, kişisel ilişki ve tercihler, kısa dönemli çıkarlar öne çıkarıldı.

ABD Başkanı Biden ile resmi görüşmesinde Dışişleri Bakanlığı çevirmeni yerine Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın özel bir kişiyi tercihi, belirgin bir gösterge.

Siyasal partiler, haklı eleştirilerini yaptı: CB, Türkiye Cumhuriyeti adına ABD Başkanı ile resmen görüştüğüne göre, çevirmenin resmi sıfat taşıması, bu işin doğası gereği.

Bunu, ana muhalefet partisi lideri Sn. Kılıçdaroğlu’nun dillendirmesi, demokratik hukuk devleti ereğinde anayasa değişikliğini gerçekleştirmek amacıyla farklı siyasal akımları bir araya getirmeyi başarmış olan bir siyasal şahsiyet (AS: kişilik) olarak görevi de.

Sn Kılıçdaroğlu’nun, gayri resmi özel çevirmen için “hanım kız” demesi ise, eleştiriler karşısında aylardır suskun kalan Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) çevrelerini harekete geçirdi. Fransızların ‘matmazel’ hitabını çağrıştıran ‘hanım kız’, dilimizde bir nezaket söylemi olduğu halde, neredeyse işin özünü unutturdu ve konu hemen mahkemeye taşındı.

PBDBY YORDU…

İşte PBDBY’nin Türkiye’yi, içi ve dışı bakımından getirdiği durum: Bakan, yasa uygulayıcılarına, ‘hukuku tanımayın, yıkın’, Devleti temsil eden kişi ise, uluslararası en önemli görüşmelerinde bile, ‘ben Devlet görevlileri ile değil, özel ilişkilerimle belirlediğim kişiler ile çalışırım’ diyebiliyor.

Özetle; Türkiye, Cumhuriyeti ve yurttaşları ile ‘monokrasi yorgunu bir ülke’ durumuna düşürüldü.

SOSYAL DEVLET ÖNCELİKLERİ

Sayın Kılıçdaroğlu’nun, PBDBY’ye uyarı, öneri ve eylemleri, dayanağını Anayasa’da bulmakta:

Kanunsuz emir yasağına uymayanları uyarmak, md. 137.
•Kamu görevine girişte liyakat ilkesini savunmak, md.70.
•Tüketicilerin haklarını savunmak, md.172.
•KYK borçları faizlerinin ödenmemesini önermek, md.5 ve 65.

Bu örnekler çoğaltılabilir.

Demokratik muhalefet olarak CHP, Anayasal çerçevede tutarlı bir siyasal tutum ile sosyal devlet öncelikleri doğrultusunda güçsüz toplumsal katmanların korunması ve yoksullaşmanın yıkıcı sonuçlarının önüne geçilmesi amacıyla çok yönlü çabalarını sürdürüyor:

Bir yandan, yasama çalışmalarında engelleyici değil, yapıcı ve ön açıcı öneriler geliştiriyor, anayasallık güvencesini işletmek için çok yoğun bir çaba harcıyor; öte yanda, sosyal devlet önceliklerini ve liyakat ilkesine dayalı kamu yönetimi kurallarını gündeme getirerek güçsüz toplumsal katmanların korunmasına katkıda bulunurken, kamu yönetiminin bir an önce hukuk devleti gereklerince yapılanması için sürekli çaba gösteriyor.

Özetle;
– TBMM’de Anayasaya saygı çerçevesinde nitelikli yasa,
– Parlamento dışında Anayasa’nın uygulanması için çok yönlü faaliyetler,
– Seçimler sonrası için de somut anayasa ve yasa çalışmaları

üçlüsü karşısında panikleyen PBDBY, güdümü altındaki yargının kapısını sık sık çalıyor…

Bu itibarla (AS: bakımdan), ‘yıkın, hukuk arkadan gelsin’ diyen kişi karşısında sus pus olanların, ‘hanım kız’ hitabını mahkemeye taşıyanlar, aslında CHP’ye, mahkeme önünde, PBDBY’nin Türkiye’nin içini ve dışını ne hale getirdiğini teşhir olanağını da sunmuş oldu.

  • Türkiye Cumhuriyeti, PBYDBY yükünü taşıyamaz hale geldi...

Bu nedenle, demokratik hukuk devleti yolunda ‘hak, hukuk, adalet için daha büyük dayanışma gereksinimi her geçen gün artmakta.

Avrupasızlaşlaştırma

author

İBRAHİM Ö. KABOĞLU
ibrahimkaboglu@yahoo.fr
BİRGÜN, 2022.02.10 ve 2022.02.17 (ardışık 2 hafta)

Avrupasızlaştırma-1

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AKBK), İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından “derhal serbest bırakılması’’ için alınan karara rağmen Osman Kavala’nın tutulması üzerine Türkiye aleyhinde “ihlal prosedürü”nü başlatmak için “dosyanın İHAM’a gönderilmesi” kararı verdi (2 Şubat). İHAM’ın, kararın uygulanmadığını resmen bildirmesinin ardından AKBK, “Türkiye hakkında ne tür bir uygulamaya gidileceği” üzerine karar alacak.

AKBK kararına tepki gösteren CB Erdoğan, “Bizim mahkemelerimizi tanımayanları biz tanımayız. Bu konuda AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bu bizi ilgilendirmiyor” dedi. Müttefiki D. Bahçeli, CB’yi destekledi; Dış İşleri Bakanlığı da karara tepki gösterdi.

Demirtaş-Kavala dosyaları ekseninde zirve yapan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) ihlalleri nasıl okunmalı?

AKP iktidarının ilk on yılına damgasını vuran “hukuksuzlaştırma süreci”, 17-25 Aralık 2013 “müttefikler çatışması” ve genel oyla CB seçimi ardından, “anayasasızlaştırma” eşiğine taşındı. İHAM kararlarını tanımama iradesi ise, “Avrupasızlaştırma süreci” olarak okunabilir.

Bu yazıda çok katmanlı hukuksuzluk, teknik ve değerler olarak Avrupasızlaştırma (dé-européanisation) ise, sonraki yazılarda işlenecek.

HUKUKSUZLAŞTIRMA

AKP-Cemaat örtülü ittifakı uygulamalarına yönelik eleştiriler, darbe ortamına elverişli zemin oluşturmak; toplu özgürlüklerin cadde ve meydanlarda kullanılması ise, darbe girişimi olarak nitelendiriliyordu, Cumhuriyet mitinglerinden Gezi sahiplenmesine kadar.

Hukuksuzlaştırmada, yasa ve/ya Anayasa araç olarak kullanılıyordu: Örneğin, 2004’te, TÜBİTAK yönetim kurulunu yenileme yetkisi, yasa ile bir kez de olsa Başbakan’a verildi. Yargı bütününü ele geçirmek için 2010 Anayasa değişikliği yapıldı. 2011 KHK’leri, rejimin rengini değiştirmeyi amaçlayan “yasasızlaştırma” adımları idi.

Kandırıldık’ ve ‘ne istediler de vermedik?’ sözleri, “hukuk dışılık” tescili.

ANAYASASIZLAŞTIRMA

İşte kilometre taşları:

Parlamenter rejimi bekleme odasına aldık” (CB, Şubat 2015),

“Ben Anayasa Mahkemesi’nin… verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum.” (CB, Şubat 2016)

Parlamenter rejimin temel taşı ve kalbi TBMM bombalandı (FETÖ, 15 Temmuz 2016 ).

“Ülke yönetimi yasa ve Anayasa’ya uygun değildir. Ve de suç işlenmektedir” (D. Bahçeli, Ekim)

Parlamenter rejimi kaldırma girişimi resmen yapıldı (B. Yıldırım, Aralık).

  • Mühürsüz oylar da sayılarak Cumhuriyet tarihine sünger çekilmek istendi (Nisan 2017).

Anayasasızlaştırma (9 Temmuz 2018), kendilerince yazılan Anayasa kuralları döneminde ivme kazandı. Siyasilerce kapatılmakla tehdit edilen Anayasa Mahkemesi kararlarına mahkemeler bile uymaz oldu.

AVRUPASIZLAŞTIRMA

Türkiye’nin kurucusu ve tarafı olduğu Avrupa kurumlarına ve bunların kararlarına meydan okuma da bu dönemin ürünü. İHAM’in 10 Aralık 2019 tarihli kararı, Gezi davasıyla ilgili. Kavala bu davadan aklandı. Aynı olguların hukuki niteliği değiştirilerek başka bir dava açıldı. Beraat kararı tahliyeye dönüşmeden, dosyasında yeni bir delil bulunmadığı halde yeniden tutuklandı…

Uygulanmayan 10 Aralık 2019 kararı, yargılama süreciyle değil tutuklamayla ilgili. O nedenle kararın uygulanmasını öngören Bakanlar Komitesi kararı, davaya müdahale niteliği taşımıyor. Davaya müdahale, Gezi’den aklandığı halde, aynı dosyayı casusluk suçlamasına dönüştüren süreç olup, bunu da Ankara yaptı.

ÇÖKÜŞTEN ÇIKIŞ İÇİN

İHAS, İnsan Hakları Avrupa Anayasası olduğuna göre, Avrupasızlaştırma = anayasasızlaştırma. Bunun anlamı ne?

Yaklaşık 20 yıllık evrimin ürünü olan güncel durum, 200 yıllık tarihimize sırt çevirmek, değerler olarak da, yaklaşık 300 yıllık Aydınlanma çağını yadsımak demek. Demokrasiyi yadsımak kadar, dünyevi hukuk düzeninden de bilinçli ve sistematik uzaklaşma iradesini uygulamaya geçirmenin sonucu, yolsuzluk ve yoksulluk sarmalında çok katmanlı çöküş.

  • Avrupasızlaştırma ise, hukuka, demokrasiye ve insan haklarına karşı kararlı ve süreklilik taşıyan söylem, eylem ve işlemleri Kıta ölçeğine taşımaktan başkası değil.

Bu nedenle, 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’na karşı geçen hafta TBMM’de oluşan “anayasal demokrasi bloku” (CHP+HDP+İYİ Parti) genişletilerek, Millet İttifakı ve bileşenlerince İnsan Hakları Avrupa Anayasası’nı da sahiplenme eksenine taşınmalıdır.
*****

AVRUPASIZLAŞTIRMA – 2

Yasasızlaştırma ve anayasasızlaştırma yoluyla Avrupa’dan uzaklaştırma sürecindeki Türkiye, siyasal bakış açıları ve aidiyetler bakımından adeta ikiye bölünmüş durumda. Oysa, Avrupa yanlıları (CHP-HDP-İYİ Parti ve diğer) ve karşıtları (AKP-MHP) olarak ayrışan partiler, evrenselleşme ve uluslararasılaşma yolunda emek ortak paydasında buluşuyor. Ortak payda, partiler ve hükümetleri aşan bir devlet politikasına dönüştü ve farklı toplum katmanlarını kucakladı.

Kısaca, Avrupa Konseyi çerçevesinde biçimlenen kurumlar, kurallar ve değerler üzerinde siyasal düzlemde ve toplumsal zeminde oydaşma (konsensüs) sağlandı. İki yüzyıla yayılan Batılılaşma ve Cumhuriyet tarihi ile örtüşen evrensel değerlerdeki uzlaşma, 100’üncü yıla bir kala, yerini ayrışmaya bıraktı.

OYDAŞMA -1: PARTİLER

Oydaşmada ilk genel ve temel halka, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB/10 Aralık 1948) oldu.

CHP: İHEB, 27 Mayıs 1949’da RG’de yayımlandı. 1949’da kurulan Avrupa Konseyi (AK) anayasası olan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS), İHEB esinli. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ise, “gerçekten demokratik rejim” güvencesi olarak İHAS’a saygıyı sağlayan yargı organı. Türkiye, Konsey’in kuruluş ve İHAS hazırlık sürecinde yer aldı.

DP: İHAS, 1954’te onaylandı.

ANAP: 1987’de Komisyon’a bireysel başvuru hakkı; 1990’da Mahkeme’nin yetkisi tanındı.

DSP-MHP-ANAP: 2001 Anayasa değişikliklerinde İHAM karaları, AK gerekleri ve Kopenhag Kriterleri belirleyici oldu. İdam cezası kaldırıldı.

AKP: 2003’te, İHEB’i somutlaştıran BM ikiz sözleşmeleri onaylandı. 2004 Anayasa değişiklikleri ile, savaş döneminde ölüm cezası kaldırıldı ve İH alanında uluslararasılaşma yolunda somut bir adım atıldı.

OYDAŞMA-2: YURTTAŞLAR

Siyasal iktidarların el değiştirmesi, seçmenlerin özgür iradesi ile sağlandığına göre toplum, Avrupalılaşma yönünde atılan adımlarda belirleyici oldu. İHAM’a başvuruda yelpazesi genişliği, bunun göstergesi.

OYDAŞMA-3: DEVLET

İH birimleri, daire başkanlığı düzeyinde kamu kurumlarının çoğunda kuruldu. DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti döneminde başlatılan geniş kapsamlı İH formasyon programları, AKP iktidarının ilk yıllarında sürdü. İl ve İlçe İH kurulları, kamu kurumlarını ve sivil toplum örgütlerini, İH ilke ve değerlerinde buluşturdu.

100’üncü yıla bir kala, ayrışmalar da üç başlıkta özetlenebilir:

AYRIŞMA-1: SİYASAL

AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bu bizi ilgilendirmiyor” (AKP, Erdoğan, 3 Şubat 2022)

Önemli olan, tüm farklılıklarımızla beraber “biz” düşüncesini, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, herkesin kendini eşit ve özgür vatandaş olarak gördüğü, düşüncelerini özgürce ifade edebildiği, inandığı gibi yaşayabildiği demokratik bir Türkiye’yi inşa etmektir.”(CHP-İYİ P., SP, DP, Deva P., GP/Ahlatlıbel Bildirisi, 13 Şubat 2022).

Avrupa normlarına bağlı kalacaklarmış. Bu nasıl gayri milliliktir. Bu kadar mı yozlaştınız bu kadar mı başkalaştınız. ” (MHP, Bahçeli, 15 Şubat).

AYRIŞMA-2: MEDYA

Basın ve yayın kuruluşları, demokrasi ve monokrasi ekseninde ayrıştırıldı. Basın İlan Kurumu (BİK), gazeteler; RTÜK ise, radyo ve TV’ler üzerinde baskı ve kollama aygıtlarına dönüştürüldü. İlan kesmeden ekran karartmaya ve yargısız infaza varan uygulamalar demokratik toplumu baskıladığından, Türkiye’nin kazanımları, güncel sorunları ve çözüm yolları üzerinde bilgilenme hakkı ve özgür tartışma ortamı gölgelendi.

AYRIŞMA-3: DEVLET

Kişi+Parti+Devlet birleşmesi, şovenist ve dinsel inançlar vurgulu söylem, işlem ve eylemleri öne çıkardı; Devlet’in insan haklarına ilişkin karar düzeneklerini sönümlendirdi. OHAL düzenlemeleri, bu amaçla kalıcı hale getirildi. Avrupa üzerinden değerler ayrışması, araç-amaç ilişkisi bakımından nasıl açıklanabilir?

AMAÇ: 20 yıllık iktidarın sağladığı nimetleri elden bırakmamak için 2023 seçimlerini ne pahasına olursa olsun kazanmak.

ARAÇ: Demokratik siyaset ve dünyevi hukuk yerine, seçimleri ve hukuku, iktidarın el değiştirmesini önleme ereğinde araçsallaştırmak.

DEĞERLER: “İnsan haklarına dayanan demokratik hukuk devleti”ne içkin kurallar ve değerler yerine, ümmetçi ve şefe itaat eden davranış kalıplarını kabul ettirmek.

Ecevit hükümeti mi, Erdoğan “yönetimi” mi istikrarlı?

Ecevit hükümeti mi, Erdoğan “yönetimi” mi istikrarlı?

“Kabine değişikliği gayet tabiidir” diyen CB Erdoğan, bunu değişen koşullara bağlıyor. Buna karşılık, hükümet istikrarsızlığı gerekçesiyle kaldırdığı parlamenter rejimi, kaos dönemi olarak karalamayı sürdürüyor. Bilgi kirliliği yaratılarak geçmişi karalama, monokrasi için meşrululuk aracı.

Hükümet istikrarı ve siyasal istikrar kavramları farklılaşsa da, monokratların hükümet istikrarına verdikleri anlam bakımından bir karşılaştırma, demokratik rejime dönüş için ufuk açıcı.

Son koalisyon olarak 57. Hükümet ve tek kişi yönetiminde kaç bakan değişti?

SAYILAR

Parlamenter rejimin DSP-MHP-ANAP’tan oluşan Ecevit Başbakanlığındaki son koalisyon (güçbirliği) hükümeti (1999-2002), 19 devlet ve 17 hizmet olmak üzere toplam 36 bakan/lık ile yola çıktı. 8’i hizmet, 13’ü devlet olmak üzere 21 bakan değişti. (Bu sayıya, partiden de çekilen 10 DSP’li bakanın istifası dahil; ama, son üç ay seçim dönemi değişiklikleri değil).

Devlet bakanlıklarını kaldıran Erdoğan, 16 hizmet bakanlığı ile yola çıktı ve 8 bakan değişikliği yaptı; bakanlık sayısını 17’ye çıkardı (2018-2022)
Görüldüğü gibi yaklaşık 3 yıl 6 aylık zaman diliminde, sayı olarak karşılaştırılabilir değişiklik var.

Üstelik artık ne hükümet var –haliyle koalisyon da yok– ne de güvenoyu.

Hükümet istikrarı için eğer ölçüt, hükümet ve bakanların değişmesi ise, her konuda tek başına karar verilen Erdoğan döneminin Ecevit dönemine göre daha istikrarsız olduğu açık.

NEDENİ

Hangi bakanın neden gittiğini, yenilerinin hangi özellikleri nedeniyle tercih edildiğini bir kişi dışında kaç kişi biliyor?

Değiştirme nedenlerini ve değişecekleri;
TBMM üyeleri bilmiyor,
AKP-MHP vekilleri bilmiyor,
Acaba diğer bakanlar ne kadar biliyor?
Özetle, kim biliyor bir bilen dışında?
Örneğin, “değişen” hangi koşullar, Adalet Bakanı’nın değişmesini gerekli kıldı?

SORUMLU/SORUMSUZ

Ecevit Hükümeti, üç parti arasında hassas dengeler üzerinde duruyordu; üstelik Meclis’e karşı sorumluluk vardı.

Erdoğan, Ecevit+36 bakanın birlikte kullandığı yetkiler ötesinde devleti temsil yetkisine de sahip, TBMM önünde sorumluluğu yok; bakanlar, yemin ve bütçe dışında Meclis’e uğramıyor bile. Saray’dan kopuk olan bakanlar, birbirinden de kopuk…

SİYASAL İSTİKRAR

57. Hükümet döneminde Bakanlar Kurulu 116 kez toplandı. İlk toplantı, hükümetin güvenoyu aldığının ertesi günü olan 29 Mayıs`ta, son toplantı ise 6 Kasım 2002’de veda amacıyla yapıldı. TBMM de pek yoğun çalıştı ve önemli düzenlemeler gerçekleştirdi.

Tek kişi yönetimi, “fiili kabine” toplantıları dışında hangi karar düzeneklerini kullandı?

Hükümet istikrarına göre daha geniş bir kavram olan siyasal istikrar bakımından,

  • Tek kişi yönetiminin Türkiye’yi içine sürüklediği bunalım,
    2001 krizinden çok daha derin ve kalıcı.

HUKUK/PARALEL

Yapısal sorun ötesinde, Anayasa ve hukuka yürürlükteki haliyle bile saygı göstermemek de, başlıca neden: ‘Kabine’ diyor Erdoğan, ne ki bu kavramın hukuki dayanağı yok. Bakanlar arasında dayanışma bir yana birbirinden ne denli kopuk oldukları, hatta birbirine ne kadar karşıt söylem ve duruşlarda oldukları, bütçe görüşmelerinde açıkça gözlenebiliyor.

Görevden “Af” da hukuki dayanaktan yoksun? Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı, “bakanları atar ve görevlerine son verir”.

Oluşumuna katkıda bulundukları paralel yapının varlığını resmen teşhir edenler, bu kez, yine hukuk dışında kendi paralel yapılarını kurdular: Bakanlar için, hukuk ve liyakat bir yana, nedeni ve gerekçeyi bile ortaya koyma gereği duymayan “her yerde hazır ve her şeye nazır kişi” nin, bürokratları atarken ve görevden alırken ne denli öznel, keyfi ve yanlı tercihlerde bulunduğu kolaylıkla anlaşılabilir.

YENİDEN KURULUŞ İÇİN…

“İstikrar”, yıkım gerekçesi olarak kullanıldı…

Şimdi sıra, demokratik parlamenter rejime dönme gerekçesi olarak, monokrasinin neden olduğu “kaos”u kullanma zamanı.

Yüz yıl önce Kurtuluş-Kuruluş, yaklaşık 5 yıl sürdü; Türkiye’nin 5 yılını heba eden Saray’dan seçim yoluyla kurtuluş ve kuruluşun ilk ve ön koşulu; bunun öncülüğünü yapan (başta CHP/HDP/İYİ P. ve diğer) partilerin, yakın geçmiş üzerine yaratılan “bilgi kirliliğini temizlemek” le yola koyulmaları…

Demokrasi çağrısı

2021 sorunlarını 12 başlıkta toplayan geçen yazı, monokrasi (tek kişi yönetimi) ve destekçileri içindi: AKP-MHP-BBP. Bu yazı ise, demokrasi yanlıları için yeni yıl öneri ve uyarıları: CHP, HDP, İYİ Parti, TİP, Saadet ve Deva partileri gibi TBMM’de grubu ve temsilcisi bulunan partiler başta, Gelecek Partisi’nden Sol Parti’ye kadar geniş bir yelpaze ve demokrasiyi savunan toplum kesimleri. Muhatap, bu kez iktidar değil, iktidar adayları, yani demokrasi savunucuları.

DOĞRU VE GERÇEK BİLGİ: Dezenformasyon sürecinde kurulan parti başkanlığı yoluyla tek kişi yönetimi, doğru ve gerçek bilgi yaymaya çalışanları bile, terörist yaftasıyla adliyelere sevke başladı. Şu halde, yurttaşların bilgilenme hakkı, demokrasi için temel ve önkoşul. Gerçekleri, en yalın biçimde elden geldiğince en geniş kesimlerle paylaşmak, tarihsel sorumluluk.

DÜNYEVİ HUKUK: Türkiye Cumhuriyeti, dünyevi hukuk ile doğdu ve öyle yaşayacak. Anayasa, bütün inançları ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alır. Bu nedenle demokrasi yolcuları, dünyevi hukuk söylemini hep öne çıkarmalı. Anayasa, güvencelediği inançları devlet yönetimine karıştırmayı yasaklamıştır. Demokratik Anayasa yolcuları, bu konuda ikircikli bir tavra girmemeli; yasağa aykırı söylem, işlem ve eylemlere, kararlı ve sistematik biçimde karşı çıkmalı.

EĞİTİM VE KAMUSALLIK BİLİNCİ: Eğitim ve öğretim, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Okullarda zorunlu din eğitimi, din ve vicdan özgürlüğüne aykırı iken, 4-6 yaşa okul öncesi din eğitimi, Anayasa’ya ve akla da açıkça aykırı.

  • Çocukların eğitimi çevre ve toplum, eşitlik ve özgürlük, sorumluluk ve paylaşım, hak ve emek gibi insani değerler bağlamında olmalı.

HUKUK YOLUYLA SİYASET: ‘Hukuk başka siyaset başka’ değil, siyaset ve demokrasi, ancak hukukun genel ilkeleri çerçevesinde sürdürülebilir. Bu nedenle, TBMM’de muhalefetin nitelikli yasa çabası, çoğunluk dayatması karşısında müzakereci demokrasi koşullarını zorlamak olarak da anlaşılmalı.

YURTTAŞLIK: İndirgeyici dil yerine kapsayıcı ve kucaklayıcı hitap tarzı olarak da yurttaşlık öne çıkarılmalı. Aşkın statü ve kavram olarak yurttaşlık, özgürlük, eşitlik ve adaletin öncülüdür. Yurttaşlık yerine soy, din ve inanç, bölgesel aidiyet ve cinsiyetin öne çıkarılması, toplumu -tıpkı bugün olduğu gibi- hukuk ve liyakatten uzaklaştırır.

ÖZGÜRLÜK-EŞİTLİK-ADALET: Bu üçlü, demokrasinin alt yapısını oluşturur. Demokrasi, öncülü olan seçimin ötesinde kurumlar, kurallar, ilkeler ve değerler bütünüdür. Bu nedenle, demokrasiyi doğru anlamlandırmak gerekir.

HUKUK VE İKTİSAT: Genel ilkelere dayalı hukuk kurallarına saygı ve hukuk güvenliği, toplumsal barışın olduğu kadar iktisadi istikrarın da önkoşulu olduğuna göre, bu bağlantıyı bilimsel temellerde işlemek gerekiyor.

SAĞLIK VE SOSYAL DEVLET: Covid-19’un neden olduğu toplumsal yıkım karşısında tıp ve hukuk gereklerini somutlaştırmak ve ölümleri asla kanıksamamak için sosyal devlet gereklerini uygulamaya koymak, yoksulluktan çıkış ve yolsuzluktan uzaklaşmak için de yaşamsal.

ÜLKESEL DEĞERLER: Tarihsel, kültürel ve çevresel değerler bütününde Türkiye mirasını, gelecek kuşaklara eğitim, örgütlenme ve dayanışma yoluyla aktarma iradesi ortaya konulmalı.

BİLİM VE LİYAKAT: Kamu yönetimi bütünü için, liyakat, uzmanlık ve bilimsel ölçütler elden geldiğince somut olarak belirlenmeli.

MEŞRULUK: TBMM’de monokratik dayatma ile gelecek kuşakların iradesini bağlamaya yönelik (liman satışları örneğinde olduğu gibi) yasaların meşruluğu sorgulanarak, bu tür düzenlemelerin kazanılmış haklar yaratmayacağı şimdiden açıklanmalı.

ÖZELEŞTİRİ – ÖZVERİ VE DAYANIŞMA: Bireysel ve ortak özeleştiri ve özveri yoluyla, sıralanan ortak ve temel değerlerde buluşma ölçüsünde dayanışma halkaları örülebilir.

Sonuç olarak; “iktidar bekası”, monokratlar için yaşamsal bir sorun; demokratlar ise, iktidarın el değiştirmesini yaşamsal sorun olarak algılayarak, kendi yol haritalarını, gecikmeksizin söylem, işlem ve eylemleri ile somutlaştırmak gibi tarihsel sorumluluk ve yükümlülükle karşı karşıya: zaman, ağaçlarla uğraşma değil, ormanı ve onu saran yangını görme zamanı.

Din dersi seçme zorunluluğu laikliğe aykırıdır!

Din dersi seçme zorunluluğu laikliğe aykırıdır!

Zülal KalkandelenZülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr  
Cumhuriyet, 12 Ocak 2021

 

Yasalar, kanun hükmünde kararnameler ve uygulamalar anayasaya aykırı olursa…
Ülke tek kişinin iki dudağının arasından çıkan sözlere göre yönetilirse…
Hukuk devleti Şahsım Devleti’ne dönüşürse…
En hafif tabiriyle orada monokrasi vardır.
Bu durumda anayasada ülkenin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazsa da birileri fütursuzca yasaları ve anayasayı çiğneyebilir.
Çünkü söz, eylem ve uygulamaları sadece en tepedeki tek kişinin hedeflerine uygunsa, anayasayı çiğnediği için ceza almayacak, hatta belki de ödüllendirilecektir.
***
Hayrullah Kefoğlu Anadolu Lisesi’nde böyle bir olay meydana gelmiş. Kadıköy’deki bu lisede okuyan 9. ve 10. sınıf öğrencilerine din dersi seçme zorunluluğu getirilmiş.
Eğitim Sen İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Çayan Çalık’ın verdiği bilgilere göre, adı geçen okulda seçmeli dersler öyle bir belirlenmiş ki seçenekler arasında hangisini tercih ederseniz edin, din dersi almanız gerekiyor. 9. sınıfta 5, 10. sınıfta 4 saatlik seçmeli ders süresini doldurmak için mutlaka din derslerinden 1 saat seçmek zorunda kalıyorsunuz…
9. sınıfa sunulan seçeneklere baktım. 2 saat yabancı dil, 2 saat sosyal etkinlik, 1 saat temel dini bilgiler, 2 saat peygamberin hayatı…
10. sınıf için seçenekler ise 1 saat demokrasi ve insan hakları, 2 saat sosyal etkinlik, 1 saat temel dini bilgiler, 2 saat peygamberin hayatı…
Oysa mesela 9. sınıfa 1 saat de demokrasi ve insan hakları dersi, 10. sınıfa da 2 saat yabancı dil dersi konulsa, din dersini seçmek zorunlu olmayacak. Ama bu basit çözümü bilerek uygulamıyorlar ki öğrenciler zorla din dersi okusun
Medyada yer alan haberlere göre okul müdürü bu uygulamadan geri adım atmıyormuş. Yani çocuğunuz o okulda okuyorsa buna mecbursunuz!
***

  • Bu uygulama, açıkça demokratik, laik devlet ilkelerine ve insan haklarına aykırıdır.
  • Bir insan istemiyorsa, inançlı değilse ya da farklı bir inanca mensupsa din dersi alması için zorlayamazsınız.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM), 2014’ün son aylarında açıkladığı kararı bir daha hatırlatmak gerekir. (Mansur Yalçın ve diğerleri)

  • Bu kararda, Türkiye’deki din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 1 No’lu Ek Protokolu¨’nün 2. maddesinde düzenlenen eğitim özgürlüğüne aykırı olduğu sonucuna varılmıştı.

Geçen yıl da Konya Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesi, bu konudaki bir dosyayı yeniden ele aldı ve zorunlu din dersinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu belirtti.

Açıklanan kararda, laik devletin, doğası gereği resmi bir dininin bulunmamasını, belli bir dine üstünlük tanımamasını ve onun gereklerini yasalar ve diğer idari işlemlerle geçerli kılmaya çalışmamasını gerektirdiği vurgulandı. Bu bağlamda, laik bir devlette belli bir dinin, eğitim ve öğretiminin zorunlu hale getirilemeyeceği açıklandı.

Durum bu kadar netken, birtakım oyunlarla din dersini zorunlu olarak seçtirmeye çalışmak yasalara ve anayasaya aykırıdır. Velinin talebi olmadığı sürece çocuklara dini eğitim verilemez; din dersi seçme zorunluluğu getirilemez.

Artık pek kimse söylemese de, muhalefet partilerinin sözcüleri ağızlarına almasa da, TV kanallarında bu olaylar haber yapılmasa da, anayasada hâlâ Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olduğu yazıyor.

  • Bu ülkede özgür olabilme umudu tamamen (AS: tümüyle) laiklik ilkesine bağlıdır.

Dinci sağdan oy alma umuduyla laikliğin çiğnenmesine hiç sesini çıkarmayan, susmanın ötesinde sürekli ödün veren ve kimi zaman da bu ilkeyi kendisi ayaklar altına alan sahte laiklere yazıklar olsun…

Eğitim Sen iyi ki var ve bu konuda susmuyor.

Üçlü sanal zincir : Bakanlar kurulu/ölümler /suçlular

Üçlü sanal zincir :
Bakanlar kurulu/ölümler /suçlular

author

İBRAHİM Ö. KABOĞLU
ikaboglu@marmara.edu.tr
2020.04.02, https://www.birgun.net/haber/uclu-sanal-zincir-bakanlar-kurulu-olumler-suclular-294307

COVID (HAKİKİ) VE KHK (SANAL) ÖLÜMLERİ
  • Bakanlar Kurulu + Hükümet + Cumhurbaşkanı + Devlet Başkanı vd.= TEK KİŞİ!
Yürütme ve devlet yetkilerini (parti genel başkanlığı şemsiyesi altında) birleştiren monokrasi ile Türkiye’nin yönetilemeyeceği, Covid-19 ile apaçık ortaya çıktı.

Her yerde hazır ve nazır muktedir, artık “mahpus”; Bakanlar ile sanal ortamda iletişim tarzı ise, medyaya “kabine toplantısı” olarak pompalanıyor.

Ne var ki, KHK’zede sivil ölüler ile hakiki ölümden korkanlar yine de eşit değil…

“BİZ BİZE YETERİZ TÜRKİYEM”

30 Mart akşamı, sanal toplantı ardından (mülga Hükümet sözcüsü bakan gibi) açıklama yapan Cumhurbaşkanı’nın şehir hastaneleri övgüsü ile başlayan ve halktan yardım istemi ile sona eren konuşmasını camiden (her akşam yükselen) selâ! sesleri eşliğinde dinledim. “Biz bize yeteriz Türkiyem” sloganlı dayanışma kampanyasında çok şey vardı; ama Devlet yoktu: ne hukuk, ne sosyal, ne de çevre anlamında.

“DEVLET ŞİMDİ: HUKUK DEVLETİ, SOSYAL VE ÇEVRESEL DEVLET”

Bu başlıkla iki hafta önceki yazıda (19.3) dikkat çektiğim Devletin üçlü işlevinde somut adım atmak bir yana gerileme var: Hukuk yerine fiili durum önde.

Hukuk devleti: 65 yaş ve üstü, bazı riskli gruplar için öngörülen sokağa çıkma yasağı; İçişleri Bakanı’nın yasaya açıkça aykırı bir biçimde, Belediyelere bağışı engellemesi; niyet sorgulaması ile gözaltılar vb.

Sosyal devlet: “Biz bize yeteriz Türkiyem”de, başta iş güvenliği ve esnaf-sanatkârları korumaya yönelik Devletin anayasal yükümlülükleri yok.

Çevre devleti: Ne kadar süreceği bilinmeyen bu denli vahim toplumsal felakete rağmen Kanal İstanbul ihalesi, sağlıkla ilgili ve çevresel yeni felaketlere çağrı değil mi?

ULUSAL SEFERBERLİK, AMA NASIL?

Oysa kendi kendimize yetebilmemiz için,
– Devletin üçlü işlevi bütününde ve
– ulusal planlama eşliğinde
sürdürülebilir bir ulusal üretim ve tasarruf seferberliği başlatmak yaşamsal.

Önce Türkiye ülkesi ve toprakları:

  • Kanal İstanbul vb. ‘çılgın’ girişimler derhal durdurulmalı;

ekosistemi bozucu girişim ve yatırımlardan vaz geçilmeli.

Sonra, sosyal devlet gerekleri, sosyal güvenlik ve adalet için seferber edilmeli: Emekçilerin iş güvencesini sağlamanın ötesinde, hukuk dışı yol ve yöntemlerle görevine son verilen, “sivil ölüler” (başta sağlık emekçileri) göreve döndürülmeli.

Nihayet, Devlet yönetiminde, yeniden kurallara ve kurumlara dönülmeli.

Akıldışı ve fanatik toplu eğilimler yerine dünyevilik ve kamusallık bilinci ancak böyle ilerletilebilir. Dünyevi adalet olmadan uhrevi adalet, sanal bir aldatmaca olacağı gibi hesap verebilir saydam bir yönetim olmadan hukuk toplumu da sanal bir beklentinin ötesine geçemez.

“MAHPUSLARIN YAŞAM HAKKI, DEVLET GÜVENCE VE SORUMLULUĞ ALTINDA”

Bu başlıkla geçen haftaki yazım (26.3), şu dört ölçüte vurgu yapıyordu:

Yaşam hakkı, ağır cezalı suçüstü hali dışında tutuklular, fikir suçluları, şiddete başvurmamış suçlular.

“Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” (31 Mart) sahiplerini, Covid-19 “hakiki ölüm” tehdidi bile, mahpusları eşit olmayan ayrımcı işlem tabi tutmaktan alıkoyamıyor; üstelik indirim adı altında af yolunda.

İşte iyileştirmeden yararlanan hakiki suçlular: Yağma, dolandırıcılık, kasten yaralama, tehdit, hırsızlık; suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek vb..

Buna karşılık “sanal” suçlular yok: Tutuksuz yargılanması gerekirken mahpuslar, sözleri ve yazıları nedeniyle (hatta niyet okuması yapılarak) hapsedilen muhalifler, silah veya şiddete bulaşmadığı halde terörist işlemi görenler, kısacası siyasi suçlular.