Etiket arşivi: eşitlik ve özgürlük

LAİKLİĞE AYKIRI ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ve DENETİMİ

Bülent SERİM
Anayasa Mahkemesi Eski Genel Sekreteri

Üç soruyla başlayalım:

1) Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğine aykırı anayasa değişikliği yapılabilir mi?
2) TBMM gündeminde olan anayasa değişikliği Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğine aykırı mı?
3) Böyle bir değişikliği Anayasa Mahkemesi denetleyebilir mi?

Birinci sorunun yanıtını vermeye çalışalım:
Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğine aykırı anayasa değişikliği yapılabilir mi?

Anayasa Mahkemesi Başkanı, Anayasa Mahkemesi’nin 60. Kuruluş Yıldönümü töreninde  yaptığı konuşmada, “katı laiklik” yerine “özgürlükçü laiklik” anlayışını benimsediklerini, böylece Mahkeme’nin 50 yıllık içtihadını değiştirdiklerini açıklamıştır. Sayın Başkan’ın konuşmalarından, değiştirdiklerini ilan ettiği “katı laiklik”ten “ideolojik laikliği” kastettiği anlaşılmaktadır.

Bir kez, laiklik “eşitlik ve özgürlük” temeline dayanır; yani laiklik zaten özgürlükçüdür, ayrıca “özgürlükçü laiklik” olmaz. Bu çeşitli çevrelerin son dönemlerde sıkça düştükleri bir yanılgıdır.

İkincisi, anayasayı ve anayasal düzeni korumakla görevli ve yükümlü olan Anayasa Mahkemesi, denetimlerinde, “katı laiklik” ya da “özgürlükçü laiklik” gibi kuramsal kavramları değil, anayasal kuralları, yani “anayasal laikliği” temel almak zorundadır. Çünkü

  • Anayasa, Yasama, Yürütme ve Yargı organlarını, idareyi, tüm gerçek ve tüzel kişileri,
    yani başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere herkesi bağlamaktadır (m.11).

Üçüncüsü, her anayasa bir ideolojiye dayanır.

  • Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temelinde de Atatürkçü düşünce sistemi,
    Atatürkçü ideoloji vardır.

Peki nedir “anayasal laiklik”?
Anayasal laiklik, anayasada yer verilen kurallarla tanımlanan, çerçevesi açık biçimde çizilen laikliktir.

Haklı olarak çok eleştirilen 1982 Anayasası’nın en önemli ve güzel yanı, laiklik ilkesini koymakla yetinmeyip, bu ilkeyi ayrıntılı biçimde tanımlamış olmasıdır.

Anayasal laikliğin daha iyi anlaşılması için, Anayasa’nın temelini oluşturan Atatürkçü düşünce sistemindeki laiklik anlayışına bakmak gerekir. Atatürkçü laiklik anlayışında yalnız din ve devlet işleri değil, din ve dünya işleri de birbirinden ayrılmış ve aynı zamanda din, dünya işlerine karışmasın diye devlete denetim görevi verilmiştir.

İşte 1982 Anayasası da, ana çizgileriyle belirtilen bu laiklik anlayışını temel almış ve kurallaştırmıştır. 2. maddede, laiklik ilkesine Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında yer verilmiş; bu ilke Başlangıç kısmı ile 24 ve 174. maddelerde açık biçimde tanımlanmış; 13, 14, 26, 27, 28. maddelerde, laiklik ilkesine hak ve özgürlükler karşısında üstünlük tanınmıştır.

İşte “anayasal laikliğin” bu bütünlük içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Biraz daha anlaşılır kılmak için açarsak;

Anayasa’nın 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti “laik” bir devlettir. Başlangıç kısmında,

Hiçbir faaliyetin, Atatürk ilke ve devrimleri ile medeniyetçiliği karşısında korunamayacağı,
– Laiklik ilkesi gereği olarak kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı, belirtilmiştir.

  • Başlangıç kısmı, metin dışı görülerek hafife alınamaz.
  • Çünkü Anayasanın Başlangıç kısmı, 2 ve 176. maddeler uyarınca Anayasa’nın dayandığı “temel görüş ve ilkeleri belirtir ve  Anayasa metnine dahildir”.
    Yani, hukuksal etki ve değer yönünden öbür maddelerden farksızdır.

24. maddede,

  • “Devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin,
    kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı
    ” açıkça ifade edilmiştir.

Bununla da yetinilmemiş, hiç kimsenin, “Siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne suretle olursa olsun, dini ya da din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemeyeceği ve kötüye kullanamayacağı” da kurala bağlanmıştır.

Son olarak, 174. madde, laiklik yönünden son derece önemlidir. Bu maddede,

– Devrim Yasaları anayasal korumaya alınırken,
– Bu yasaların “Türk toplumunu çağdaşlaşma düzeyinin üzerine çıkaran” ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacı güden” yasalar olduğu
açıkça vurgulanmıştır.

Demek ki Devrim Yasaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğinin içini doldurmakta,
yukarıdaki tanımlarla birlikte ele alınması zorunlu değerlerdir.

Peki, hak ve özgürlüklerle laiklik çatışırsa ne olacaktır?

Anayasa’nın 14. maddesine göre, hak ve özgürlüklerden hiçbiri, “laik Cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.” Görüldüğü gibi maddede,

  • Cumhuriyetin laik niteliği, hak ve özgürlükler karşısında da korunmuştur.

Başka bir anlatımla, laikliğe hak ve özgürlükler karşısında üstünlük tanınmıştır.

Hatta 13. maddede, hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamanın laik Cumhuriyetin gereklerine aykırı olamayacağı (AS: sayılamayacağı) belirtilerek, laik ve çağdaş yaşam korunmuştur.

İkinci sorunun yanıtı ve son söz olarak denilebilir ki;

  • “Din kurallarına dayanan” bir anayasa değişikliği laiklik ilkesine aykırı olur,
    Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini zedeler
  • Ve 2. maddenin değişikliği anlamına gelir ki; TBMM gündeminde olan anayasa değişikliği
    bu içeriktedir.
  • Çünkü bu değişiklikte “dini inancı nedeniyle başın örtülmesi” serbest bırakılmaktadır.
    Yani düzenleme doğrudan din kurallarına dayandırılmaktadır.

Anayasa’nın 4. maddesine göre, Cumhuriyet’in laik niteliği değiştirilemez,
hatta değiştirilmesi teklif bile edilemez.

Asli Kurucu iktidarın “değiştirilemez” dediği bir ilkeyi tali kurucu iktidar,
dolaylı yoldan da olsa değiştiremez.

Gelelim üçüncü soruya:  Böyle bir değişikliği Anayasa Mahkemesi denetleyebilir mi?

Anayasa’nın 148. maddesine göre, Anayasa değişiklikleri yalnızca “şekil” yönünden incelenip denetlenebilecektir. Şekil yönünden denetim de, oylama çoğunluğuna ve daha önce “teklif koşuluna” uyulup uyulmadığı konusunda yapılacaktır.

Kısaca anayasa değişiklikleri “teklif” koşuluna uyulup uyulmadığı yönünden denetlenebilecektir.

Anayasa’nın 4. maddesinde, Cumhuriyetin niteliklerinin, bu bağlamda laiklik niteliğinin “değiştirilemeyeceği” ve hatta “değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği” açıkça kurala bağlanmıştır. Demek ki, laiklik niteliğinde dolaylı yoldan da olsa değişiklik yapmak,
“teklif edilemez”lik yasağı
kapsamına girmektedir.

TBMM gündeminde olan Anayasa değişikliği laiklik niteliğini zedeleyecek içerikte olduğundan ve böyle bir değişiklik “teklif edilemeyeceğinden”, Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetki kapsamındadır. Anayasa Mahkemesi, konu önüne gelirse bu anayasaya aykırı öneriyi denetlemesi gerekecektir.

Nitekim, Anayasa Mahkemesi 2008 yılında tarihsel bir karar vererek, yükseköğretim kurumlarında türbanı serbest bırakmak amacıyla yapılan Anayasa değişikliğini (09.02.2008 günlü, 5735 sayılı yasa); yukarıda özetle yer verilen gerekçelerle, Anayasa’nın 2, 4 ve 148. maddelerini birlikte değerlendirerek iptal etmiştir. (05.06.2008 günlü, K.2008/116 sayılı karar)

Şunu da belirtmek gerekir ki; Anayasa ve Anayasa Mahkemesi kararı Yasama organını da bağladığından, TBMM’nin, bu ve dinsel amaçla getirilecek hiçbir teklifi kabul etmemesi ve görüşmemesi hukuksal yönden en uygun yol olacaktır.
===========================
Not : Bu yazının Cumhuriyet‘te yayınlanan kısa biçimi, web sitemizde 12 Ocak 2023’te paylaşılmıştı… (A. Saltık) Laikliğe aykırı anayasa değişikliği | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Laikliğe aykırı anayasa değişikliği

Bülent SERİM
Anayasa Mahkemesi Eski Yazanakçısı (Rapörtörü)

12 Ocak 2023, Cumhuriyet


Anayasanın 4. maddesine göre, Cumhuriyetin laik niteliği değiştirilemez, hatta değiştirilmesi teklif bile edilemez.
Asli kurucu iktidarın “değiştirilemez” dediği bir ilkeyi,
tali kurucu iktidar dolaylı yoldan da olsa değiştiremez.

Anayasa Mahkemesi (AYM) başkanı, AYM’nin 60. Kuruluş yıldönümü töreninde yaptığı konuşmada, “katı laiklik” yerine “özgürlükçü laiklik” anlayışını benimsediklerini,
böylece mahkemenin 50 yıllık içtihadını değiştirdiklerini açıklamıştır.

  • Birincisi, laiklik “eşitlik ve özgürlük” temeline dayanır;
    yani laiklik zaten özgürlükçüdür, ayrıca “özgürlükçü laiklik” olmaz.
  • İkincisi, anayasayı ve anayasal düzeni korumakla görevli ve yükümlü olan AYM, denetimlerinde, “katı laiklik” ya da “özgürlükçü laiklik” gibi kuramsal kavramları değil,
    anayasal kuralları, yani “
    anayasal laikliği” esas almak zorundadır. Çünkü Anayasa, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idareyi, tüm gerçek ve tüzel kişileri, başta AYM olmak üzere herkesi bağlamaktadır.
  • Üçüncüsü, her anayasa bir ideolojiye dayanır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temelinde de Atatürkçü düşünce sistemi, Atatürkçü ideoloji vardır.

ÇAĞDAŞ YAŞAMIN KORUNMASI

Anayasal laikliğin daha iyi anlaşılması için, anayasanın temelini oluşturan Atatürkçü düşünce sistemindeki laiklik anlayışına bakmak gerekir. Atatürkçü laiklik anlayışında yalnız din ve devlet işleri değil, din ve dünya işleri birbirinden ayrılmış ve aynı zamanda din, dünya işlerine karışmasın diye devlete denetim görevi verilmiştir.

İşte 1982 Anayasası da ana çizgileriyle belirtilen bu laiklik anlayışını temel almış ve kurallaştırmıştır. 2. maddede, laiklik ilkesine Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında yer verilmiş; bu ilke Başlangıç kısmı ile 24 ve 174. maddelerde açık biçimde tanımlanmış; 13, 14, 26, 27, 28. maddelerde, laiklik ilkesine hak ve özgürlükler karşısında üstünlük tanınmıştır.

Peki, hak ve özgürlüklerle laiklik çatışırsa ne olacaktır?

  • Anayasanın 14. maddesine göre hak ve özgürlüklerden hiçbiri,
    laik Cumhuriyeti” ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
  • Hatta 13. maddede, hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamanın laik Cumhuriyetin gereklerine aykırı olamayacağı (AS: sayılamayacağı) belirtilerek laik ve çağdaş yaşam korunmuştur.

“Din kurallarına dayanan” bir anayasa değişikliği laiklik ilkesine aykırı olur

Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini zedeler ve 2. maddenin değişikliği anlamına gelir ki, TBMM gündeminde olan anayasa değişikliği bu içeriktedir. Çünkü bu değişiklikte “dinsel inancı nedeniyle başın örtülmesi” serbest bırakılmaktadır. Yani düzenleme, doğrudan din kurallarına dayandırılmaktadır.

AYM’NİN DENETİM YETKİSİ

Anayasanın 148. maddesine göre, anayasa değişiklikleri yalnızca “şekil” yönünden incelenip denetlenebilecektir. Şekil yönünden denetim de oylama çoğunluğuna ve daha önce
“teklif koşulu” na uyulup uyulmadığı konusunda yapılacaktır. (AS: en az 1/3=200 üye ile öneri)

Kısaca anayasa değişiklikleri “teklif” koşuluna uyulup uyulmadığı yönünden denetlenebilecektir.

TBMM gündeminde olan anayasa değişikliği laiklik niteliğini zedeleyecek içerikte bulunduğundan ve böyle bir değişiklik “teklif edilemeyeceğinden”, AYM’nin görev ve yetkisi kapsamındadır.
AYM‘nin, konu önüne gelirse,
bu anayasaya aykırı öneriyi denetlemesi gerekecektir.

Şunu da belirtmek gerekir ki; anayasa ve AYM kararı yasama organını da bağladığından, TBMM’nin, bu ve dinsel amaçla getirilecek hiçbir teklifi kabul etmemesi ve görüşmemesi hukuksal yönden en uygun yol olacaktır.
=============================
Not : Yazının tümünü okumak için tıklayınız… (A. Saltık)
LAİKLİĞE AYKIRI ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ve DENETİMİ | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Demokrasi çağrısı

2021 sorunlarını 12 başlıkta toplayan geçen yazı, monokrasi (tek kişi yönetimi) ve destekçileri içindi: AKP-MHP-BBP. Bu yazı ise, demokrasi yanlıları için yeni yıl öneri ve uyarıları: CHP, HDP, İYİ Parti, TİP, Saadet ve Deva partileri gibi TBMM’de grubu ve temsilcisi bulunan partiler başta, Gelecek Partisi’nden Sol Parti’ye kadar geniş bir yelpaze ve demokrasiyi savunan toplum kesimleri. Muhatap, bu kez iktidar değil, iktidar adayları, yani demokrasi savunucuları.

DOĞRU VE GERÇEK BİLGİ: Dezenformasyon sürecinde kurulan parti başkanlığı yoluyla tek kişi yönetimi, doğru ve gerçek bilgi yaymaya çalışanları bile, terörist yaftasıyla adliyelere sevke başladı. Şu halde, yurttaşların bilgilenme hakkı, demokrasi için temel ve önkoşul. Gerçekleri, en yalın biçimde elden geldiğince en geniş kesimlerle paylaşmak, tarihsel sorumluluk.

DÜNYEVİ HUKUK: Türkiye Cumhuriyeti, dünyevi hukuk ile doğdu ve öyle yaşayacak. Anayasa, bütün inançları ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alır. Bu nedenle demokrasi yolcuları, dünyevi hukuk söylemini hep öne çıkarmalı. Anayasa, güvencelediği inançları devlet yönetimine karıştırmayı yasaklamıştır. Demokratik Anayasa yolcuları, bu konuda ikircikli bir tavra girmemeli; yasağa aykırı söylem, işlem ve eylemlere, kararlı ve sistematik biçimde karşı çıkmalı.

EĞİTİM VE KAMUSALLIK BİLİNCİ: Eğitim ve öğretim, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Okullarda zorunlu din eğitimi, din ve vicdan özgürlüğüne aykırı iken, 4-6 yaşa okul öncesi din eğitimi, Anayasa’ya ve akla da açıkça aykırı.

  • Çocukların eğitimi çevre ve toplum, eşitlik ve özgürlük, sorumluluk ve paylaşım, hak ve emek gibi insani değerler bağlamında olmalı.

HUKUK YOLUYLA SİYASET: ‘Hukuk başka siyaset başka’ değil, siyaset ve demokrasi, ancak hukukun genel ilkeleri çerçevesinde sürdürülebilir. Bu nedenle, TBMM’de muhalefetin nitelikli yasa çabası, çoğunluk dayatması karşısında müzakereci demokrasi koşullarını zorlamak olarak da anlaşılmalı.

YURTTAŞLIK: İndirgeyici dil yerine kapsayıcı ve kucaklayıcı hitap tarzı olarak da yurttaşlık öne çıkarılmalı. Aşkın statü ve kavram olarak yurttaşlık, özgürlük, eşitlik ve adaletin öncülüdür. Yurttaşlık yerine soy, din ve inanç, bölgesel aidiyet ve cinsiyetin öne çıkarılması, toplumu -tıpkı bugün olduğu gibi- hukuk ve liyakatten uzaklaştırır.

ÖZGÜRLÜK-EŞİTLİK-ADALET: Bu üçlü, demokrasinin alt yapısını oluşturur. Demokrasi, öncülü olan seçimin ötesinde kurumlar, kurallar, ilkeler ve değerler bütünüdür. Bu nedenle, demokrasiyi doğru anlamlandırmak gerekir.

HUKUK VE İKTİSAT: Genel ilkelere dayalı hukuk kurallarına saygı ve hukuk güvenliği, toplumsal barışın olduğu kadar iktisadi istikrarın da önkoşulu olduğuna göre, bu bağlantıyı bilimsel temellerde işlemek gerekiyor.

SAĞLIK VE SOSYAL DEVLET: Covid-19’un neden olduğu toplumsal yıkım karşısında tıp ve hukuk gereklerini somutlaştırmak ve ölümleri asla kanıksamamak için sosyal devlet gereklerini uygulamaya koymak, yoksulluktan çıkış ve yolsuzluktan uzaklaşmak için de yaşamsal.

ÜLKESEL DEĞERLER: Tarihsel, kültürel ve çevresel değerler bütününde Türkiye mirasını, gelecek kuşaklara eğitim, örgütlenme ve dayanışma yoluyla aktarma iradesi ortaya konulmalı.

BİLİM VE LİYAKAT: Kamu yönetimi bütünü için, liyakat, uzmanlık ve bilimsel ölçütler elden geldiğince somut olarak belirlenmeli.

MEŞRULUK: TBMM’de monokratik dayatma ile gelecek kuşakların iradesini bağlamaya yönelik (liman satışları örneğinde olduğu gibi) yasaların meşruluğu sorgulanarak, bu tür düzenlemelerin kazanılmış haklar yaratmayacağı şimdiden açıklanmalı.

ÖZELEŞTİRİ – ÖZVERİ VE DAYANIŞMA: Bireysel ve ortak özeleştiri ve özveri yoluyla, sıralanan ortak ve temel değerlerde buluşma ölçüsünde dayanışma halkaları örülebilir.

Sonuç olarak; “iktidar bekası”, monokratlar için yaşamsal bir sorun; demokratlar ise, iktidarın el değiştirmesini yaşamsal sorun olarak algılayarak, kendi yol haritalarını, gecikmeksizin söylem, işlem ve eylemleri ile somutlaştırmak gibi tarihsel sorumluluk ve yükümlülükle karşı karşıya: zaman, ağaçlarla uğraşma değil, ormanı ve onu saran yangını görme zamanı.

Direnme Hakkını Kullanabilen Uluslar Bu Hakkı Anayasalarına Yazdırabilir…

Lütfü Kırayoğlu

  • Direnme Hakkını Kullanabilen Uluslar
    Bu Hakkı
    Anayasalarına Yazdırabilir…

27 Mayıs Devrimi’nin 60. yıldönümünde yazdığımız ve yol ayrımına neden olup yayınlamaya cesaret edemeyenler ayrıştığımız yazının aslını bir yıl sonra paylaşıyorum.

İnsanlık tarihinde bütün önemli kazanımlar büyük mücadelelerle elde edildikten sonra yasalara, anayasalara yazdırılmıştır. Zaman zaman büyük devrimcilerin kendi ulusları için hak olarak hediye ettiği kazanımlar ise kolayca yitirilmiştir. Ülkemiz bu ikinci durumu acı biçimde yaşamaktadır.

Saymakla bitiremeyeceğimiz bu önemli kazanımlar her zaman en temel insan hakkı olan meşru direnme hakkı kullanılarak elde edilmiştir. Son 300 yılın en büyük devrimlerinden olan Büyük Fransız Devriminde, direnme hakkını kullanarak aristokrasiyi ve ruhban sınıfını alaşağı eden baldırı çıplaklar (AS: ve bağlaşıkları Burjuva), 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin 1. maddesinde yer alan eşitlik ve özgürlük hakkından hemen sonra 2. maddeye, baskıya karşı direnme hakkını kanlarıyla yazmışlardır.

Direnme hakkının bir insan hakkı olarak elde edilmesini ezenler hiçbir zaman kabullenememiş ve ilk fırsatta bu hakkı ezilenlerin elinden almaya çabalamışlardır. Nitekim 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi direnme hakkından söz etmemekle 1789 tarihli bildirgenin çok gerisine düşmüştür. 1948 tarihli metin, bu bildiriyi imzalayan devletlere metinde yer alan hükümleri uygulama yükümlülüğü getirirken, 1789 bildirisi doğrudan doğruya “baskıya karşı direnme hakkı”nı yurttaşlara tanımıştır.

Ne var ki, özgürlüğe aşık uluslar, anayasalarında, yasalarında, bildirgelerinde yazsa da yazmasa da baskıya boyun eğmeyi reddederek direnme haklarını kullanırlar. Tarih bunun büyük ve şanlı örnekleriyle doludur.

Türk ulusu da tarihten gelen özgür ve bağımsız yaşama geleneğini sürdürmüş, geçen yüzyılın başında bütün ezilen uluslara örnek olacak bir direniş sergiledikten sonra, günü geldiğinde içeride kendilerine baskı uygulayan yöneticilerine karşı da direnme hakkını kullanarak baş kaldırmıştır.

Yurdumuzda bundan tam 60 yıl önce yaşanan 27 Mayıs Devrimi de böyle bir başkaldırının özgün örneğidir. “Kahrolası diktatörler” marş ve sloganları ile ayağa kalkan Türk ulusu, 27 Mayıs sonrası oluşturulan Kurucu Meclisin yaptığı 1961 anayasasının başlangıç bölümündeki ilk cümleye;

  • Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan, Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk Milleti” ifadesini koymuştur.

Özgürlükçü 1961 anayasası yürürlükte kaldığı sürece halka baskı uygulayanları rahatsız etmiş, 12 Mart 1971 darbesi ile kuşa döndürülmüş, nihayet 12 Eylül 1980 darbesi ile de tümüyle kaldırılmıştır.

Yürürlükteki yasalar içinde direnme hakkı kavramı geçmese de, tarihi boyunca baskılara boyun eğmemiş Türk Ulusu, bu hakkı günü geldiğinde kullanmıştır. Tandoğan Meydanında, Çağlayan’da, Gündoğdu Meydanında ve yurdun pek çok yerinde gerçekleşen büyük eylemler demokrasi düşmanlarını ürkütmüş ve ardından gelen kumpas davaları ile Türkiye Cumhuriyeti Devletini ele geçirmek için huruç harekatına girişilmiştir. Türk ulusu bu huruç harekatına boyun eğmemiş, Türk Ordusunun ve yurtsever aydınların hapsedildiği Silivri zindanlarının önünde direnme hakkını kullanmıştır.

Taksim Gezi Parkı kışkırtması sonrasında yurdun hemen her yerinde milyonlarca insan yine direnme hakkını kullanarak sokaklara dökülmüştür.

Türk ulusu 15 Temmuz 2016’da girişilen hain FETÖ’cü Amerikancı darbe girişiminde de direnme hakkını kullanırken, bu hakkın anayasada ya da öbür yasalarda yazılı olup olmadığına bakmaksızın ayağa kalkmıştır.

Nitekim, darbe girişimi sonrası 16 Temmuz öğleden sonra olağanüstü toplanan TBMM Genel Kurulu, Meclis Başkanı ve Mecliste gurubu bulunan 4 siyasal partinin Genel başkanlarının da imzasının bulunduğu bir açıklamada direnme hakkından söz etmekte, ortak açıklamanın son bölümünde “ Darbeye direnirken vefat eden şehitlerimizi, saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz. “ denmektedir.

Yine aynı gün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada

  • “Ve demokrasi aynı zamanda hukuku ve demokrasiyi katledenlere karşı direnme hakkı demektir” söylemiyle Türk ulusuna seslenmektedir.

Direnme hakkı kavramı karşısında tüyleri diken diken olanlar unutmasınlar ki, Türk ulusu gelecekte de her türlü baskıya karşı direnme hakkını yine tereddütsüz kullanacaktır.

  • Ancak direnme hakkını kullanabilen uluslar bu hakkı anayasalarına yazdırabilirler.