Etiket arşivi: Bülent Serim

LAİKLİĞE AYKIRI ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ve DENETİMİ

Bülent SERİM
Anayasa Mahkemesi Eski Genel Sekreteri

Üç soruyla başlayalım:

1) Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğine aykırı anayasa değişikliği yapılabilir mi?
2) TBMM gündeminde olan anayasa değişikliği Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğine aykırı mı?
3) Böyle bir değişikliği Anayasa Mahkemesi denetleyebilir mi?

Birinci sorunun yanıtını vermeye çalışalım:
Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğine aykırı anayasa değişikliği yapılabilir mi?

Anayasa Mahkemesi Başkanı, Anayasa Mahkemesi’nin 60. Kuruluş Yıldönümü töreninde  yaptığı konuşmada, “katı laiklik” yerine “özgürlükçü laiklik” anlayışını benimsediklerini, böylece Mahkeme’nin 50 yıllık içtihadını değiştirdiklerini açıklamıştır. Sayın Başkan’ın konuşmalarından, değiştirdiklerini ilan ettiği “katı laiklik”ten “ideolojik laikliği” kastettiği anlaşılmaktadır.

Bir kez, laiklik “eşitlik ve özgürlük” temeline dayanır; yani laiklik zaten özgürlükçüdür, ayrıca “özgürlükçü laiklik” olmaz. Bu çeşitli çevrelerin son dönemlerde sıkça düştükleri bir yanılgıdır.

İkincisi, anayasayı ve anayasal düzeni korumakla görevli ve yükümlü olan Anayasa Mahkemesi, denetimlerinde, “katı laiklik” ya da “özgürlükçü laiklik” gibi kuramsal kavramları değil, anayasal kuralları, yani “anayasal laikliği” temel almak zorundadır. Çünkü

  • Anayasa, Yasama, Yürütme ve Yargı organlarını, idareyi, tüm gerçek ve tüzel kişileri,
    yani başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere herkesi bağlamaktadır (m.11).

Üçüncüsü, her anayasa bir ideolojiye dayanır.

  • Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temelinde de Atatürkçü düşünce sistemi,
    Atatürkçü ideoloji vardır.

Peki nedir “anayasal laiklik”?
Anayasal laiklik, anayasada yer verilen kurallarla tanımlanan, çerçevesi açık biçimde çizilen laikliktir.

Haklı olarak çok eleştirilen 1982 Anayasası’nın en önemli ve güzel yanı, laiklik ilkesini koymakla yetinmeyip, bu ilkeyi ayrıntılı biçimde tanımlamış olmasıdır.

Anayasal laikliğin daha iyi anlaşılması için, Anayasa’nın temelini oluşturan Atatürkçü düşünce sistemindeki laiklik anlayışına bakmak gerekir. Atatürkçü laiklik anlayışında yalnız din ve devlet işleri değil, din ve dünya işleri de birbirinden ayrılmış ve aynı zamanda din, dünya işlerine karışmasın diye devlete denetim görevi verilmiştir.

İşte 1982 Anayasası da, ana çizgileriyle belirtilen bu laiklik anlayışını temel almış ve kurallaştırmıştır. 2. maddede, laiklik ilkesine Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında yer verilmiş; bu ilke Başlangıç kısmı ile 24 ve 174. maddelerde açık biçimde tanımlanmış; 13, 14, 26, 27, 28. maddelerde, laiklik ilkesine hak ve özgürlükler karşısında üstünlük tanınmıştır.

İşte “anayasal laikliğin” bu bütünlük içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Biraz daha anlaşılır kılmak için açarsak;

Anayasa’nın 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti “laik” bir devlettir. Başlangıç kısmında,

Hiçbir faaliyetin, Atatürk ilke ve devrimleri ile medeniyetçiliği karşısında korunamayacağı,
– Laiklik ilkesi gereği olarak kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı, belirtilmiştir.

  • Başlangıç kısmı, metin dışı görülerek hafife alınamaz.
  • Çünkü Anayasanın Başlangıç kısmı, 2 ve 176. maddeler uyarınca Anayasa’nın dayandığı “temel görüş ve ilkeleri belirtir ve  Anayasa metnine dahildir”.
    Yani, hukuksal etki ve değer yönünden öbür maddelerden farksızdır.

24. maddede,

  • “Devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin,
    kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı
    ” açıkça ifade edilmiştir.

Bununla da yetinilmemiş, hiç kimsenin, “Siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne suretle olursa olsun, dini ya da din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemeyeceği ve kötüye kullanamayacağı” da kurala bağlanmıştır.

Son olarak, 174. madde, laiklik yönünden son derece önemlidir. Bu maddede,

– Devrim Yasaları anayasal korumaya alınırken,
– Bu yasaların “Türk toplumunu çağdaşlaşma düzeyinin üzerine çıkaran” ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacı güden” yasalar olduğu
açıkça vurgulanmıştır.

Demek ki Devrim Yasaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğinin içini doldurmakta,
yukarıdaki tanımlarla birlikte ele alınması zorunlu değerlerdir.

Peki, hak ve özgürlüklerle laiklik çatışırsa ne olacaktır?

Anayasa’nın 14. maddesine göre, hak ve özgürlüklerden hiçbiri, “laik Cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.” Görüldüğü gibi maddede,

  • Cumhuriyetin laik niteliği, hak ve özgürlükler karşısında da korunmuştur.

Başka bir anlatımla, laikliğe hak ve özgürlükler karşısında üstünlük tanınmıştır.

Hatta 13. maddede, hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamanın laik Cumhuriyetin gereklerine aykırı olamayacağı (AS: sayılamayacağı) belirtilerek, laik ve çağdaş yaşam korunmuştur.

İkinci sorunun yanıtı ve son söz olarak denilebilir ki;

  • “Din kurallarına dayanan” bir anayasa değişikliği laiklik ilkesine aykırı olur,
    Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini zedeler
  • Ve 2. maddenin değişikliği anlamına gelir ki; TBMM gündeminde olan anayasa değişikliği
    bu içeriktedir.
  • Çünkü bu değişiklikte “dini inancı nedeniyle başın örtülmesi” serbest bırakılmaktadır.
    Yani düzenleme doğrudan din kurallarına dayandırılmaktadır.

Anayasa’nın 4. maddesine göre, Cumhuriyet’in laik niteliği değiştirilemez,
hatta değiştirilmesi teklif bile edilemez.

Asli Kurucu iktidarın “değiştirilemez” dediği bir ilkeyi tali kurucu iktidar,
dolaylı yoldan da olsa değiştiremez.

Gelelim üçüncü soruya:  Böyle bir değişikliği Anayasa Mahkemesi denetleyebilir mi?

Anayasa’nın 148. maddesine göre, Anayasa değişiklikleri yalnızca “şekil” yönünden incelenip denetlenebilecektir. Şekil yönünden denetim de, oylama çoğunluğuna ve daha önce “teklif koşuluna” uyulup uyulmadığı konusunda yapılacaktır.

Kısaca anayasa değişiklikleri “teklif” koşuluna uyulup uyulmadığı yönünden denetlenebilecektir.

Anayasa’nın 4. maddesinde, Cumhuriyetin niteliklerinin, bu bağlamda laiklik niteliğinin “değiştirilemeyeceği” ve hatta “değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği” açıkça kurala bağlanmıştır. Demek ki, laiklik niteliğinde dolaylı yoldan da olsa değişiklik yapmak,
“teklif edilemez”lik yasağı
kapsamına girmektedir.

TBMM gündeminde olan Anayasa değişikliği laiklik niteliğini zedeleyecek içerikte olduğundan ve böyle bir değişiklik “teklif edilemeyeceğinden”, Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetki kapsamındadır. Anayasa Mahkemesi, konu önüne gelirse bu anayasaya aykırı öneriyi denetlemesi gerekecektir.

Nitekim, Anayasa Mahkemesi 2008 yılında tarihsel bir karar vererek, yükseköğretim kurumlarında türbanı serbest bırakmak amacıyla yapılan Anayasa değişikliğini (09.02.2008 günlü, 5735 sayılı yasa); yukarıda özetle yer verilen gerekçelerle, Anayasa’nın 2, 4 ve 148. maddelerini birlikte değerlendirerek iptal etmiştir. (05.06.2008 günlü, K.2008/116 sayılı karar)

Şunu da belirtmek gerekir ki; Anayasa ve Anayasa Mahkemesi kararı Yasama organını da bağladığından, TBMM’nin, bu ve dinsel amaçla getirilecek hiçbir teklifi kabul etmemesi ve görüşmemesi hukuksal yönden en uygun yol olacaktır.
===========================
Not : Bu yazının Cumhuriyet‘te yayınlanan kısa biçimi, web sitemizde 12 Ocak 2023’te paylaşılmıştı… (A. Saltık) Laikliğe aykırı anayasa değişikliği | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Laikliğe aykırı anayasa değişikliği

Bülent SERİM
Anayasa Mahkemesi Eski Yazanakçısı (Rapörtörü)

12 Ocak 2023, Cumhuriyet


Anayasanın 4. maddesine göre, Cumhuriyetin laik niteliği değiştirilemez, hatta değiştirilmesi teklif bile edilemez.
Asli kurucu iktidarın “değiştirilemez” dediği bir ilkeyi,
tali kurucu iktidar dolaylı yoldan da olsa değiştiremez.

Anayasa Mahkemesi (AYM) başkanı, AYM’nin 60. Kuruluş yıldönümü töreninde yaptığı konuşmada, “katı laiklik” yerine “özgürlükçü laiklik” anlayışını benimsediklerini,
böylece mahkemenin 50 yıllık içtihadını değiştirdiklerini açıklamıştır.

  • Birincisi, laiklik “eşitlik ve özgürlük” temeline dayanır;
    yani laiklik zaten özgürlükçüdür, ayrıca “özgürlükçü laiklik” olmaz.
  • İkincisi, anayasayı ve anayasal düzeni korumakla görevli ve yükümlü olan AYM, denetimlerinde, “katı laiklik” ya da “özgürlükçü laiklik” gibi kuramsal kavramları değil,
    anayasal kuralları, yani “
    anayasal laikliği” esas almak zorundadır. Çünkü Anayasa, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idareyi, tüm gerçek ve tüzel kişileri, başta AYM olmak üzere herkesi bağlamaktadır.
  • Üçüncüsü, her anayasa bir ideolojiye dayanır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temelinde de Atatürkçü düşünce sistemi, Atatürkçü ideoloji vardır.

ÇAĞDAŞ YAŞAMIN KORUNMASI

Anayasal laikliğin daha iyi anlaşılması için, anayasanın temelini oluşturan Atatürkçü düşünce sistemindeki laiklik anlayışına bakmak gerekir. Atatürkçü laiklik anlayışında yalnız din ve devlet işleri değil, din ve dünya işleri birbirinden ayrılmış ve aynı zamanda din, dünya işlerine karışmasın diye devlete denetim görevi verilmiştir.

İşte 1982 Anayasası da ana çizgileriyle belirtilen bu laiklik anlayışını temel almış ve kurallaştırmıştır. 2. maddede, laiklik ilkesine Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında yer verilmiş; bu ilke Başlangıç kısmı ile 24 ve 174. maddelerde açık biçimde tanımlanmış; 13, 14, 26, 27, 28. maddelerde, laiklik ilkesine hak ve özgürlükler karşısında üstünlük tanınmıştır.

Peki, hak ve özgürlüklerle laiklik çatışırsa ne olacaktır?

  • Anayasanın 14. maddesine göre hak ve özgürlüklerden hiçbiri,
    laik Cumhuriyeti” ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
  • Hatta 13. maddede, hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamanın laik Cumhuriyetin gereklerine aykırı olamayacağı (AS: sayılamayacağı) belirtilerek laik ve çağdaş yaşam korunmuştur.

“Din kurallarına dayanan” bir anayasa değişikliği laiklik ilkesine aykırı olur

Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini zedeler ve 2. maddenin değişikliği anlamına gelir ki, TBMM gündeminde olan anayasa değişikliği bu içeriktedir. Çünkü bu değişiklikte “dinsel inancı nedeniyle başın örtülmesi” serbest bırakılmaktadır. Yani düzenleme, doğrudan din kurallarına dayandırılmaktadır.

AYM’NİN DENETİM YETKİSİ

Anayasanın 148. maddesine göre, anayasa değişiklikleri yalnızca “şekil” yönünden incelenip denetlenebilecektir. Şekil yönünden denetim de oylama çoğunluğuna ve daha önce
“teklif koşulu” na uyulup uyulmadığı konusunda yapılacaktır. (AS: en az 1/3=200 üye ile öneri)

Kısaca anayasa değişiklikleri “teklif” koşuluna uyulup uyulmadığı yönünden denetlenebilecektir.

TBMM gündeminde olan anayasa değişikliği laiklik niteliğini zedeleyecek içerikte bulunduğundan ve böyle bir değişiklik “teklif edilemeyeceğinden”, AYM’nin görev ve yetkisi kapsamındadır.
AYM‘nin, konu önüne gelirse,
bu anayasaya aykırı öneriyi denetlemesi gerekecektir.

Şunu da belirtmek gerekir ki; anayasa ve AYM kararı yasama organını da bağladığından, TBMM’nin, bu ve dinsel amaçla getirilecek hiçbir teklifi kabul etmemesi ve görüşmemesi hukuksal yönden en uygun yol olacaktır.
=============================
Not : Yazının tümünü okumak için tıklayınız… (A. Saltık)
LAİKLİĞE AYKIRI ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ve DENETİMİ | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

AKP – MHP Anayasa değişiklik teklifi tam bir “diktatörlük” öngörmekte

Sahi Erdoğan anayasa değişikliğiyle ilgili neden hiç konuşmuyor??

AKP/MHP ortaklığıyla 10 Aralık 2016 günü
Meclis Başkanlığı’na verilen Anayasa değişiklik teklifi, “kitabi” anlamda tam bir “diktatörlük” öngörmektedir…

Bülent SERİM
Emekli Anayasa Mahkemesi Raportörü
ODATV, 13.01.2017

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

AKP/MHP ortaklığıyla 10 Aralık 2016 günü Meclis Başkanlığı’na verilen Anayasa değişiklik teklifi, “kitabi” anlamda tam bir “diktatörlük” öngörmektedir. Adına “Başkanlık Sistemi”, “Başkancı Sistem”, “Seçilmiş Krallar”, “Sultanlık ya da Padişahlık”, “Reis sistemi” hatta “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” diyebilirsiniz; ama sonuç değişmez. Sonuçta sistem,
diktatör yetkileriyle donatılmış bir cumhurbaşkanı yaratmaktadır.

Montesquieu diyor ki;
– “Diktatörlerin ülkesinde yalnız bir kişi özgürdür; diğerlerinin tümü köledir.”

Bu söz bize nedense, önce Peygamber tarafından söylendiği ifade edilen,
sonra Vahdettin tarafından yinelenen ve günümüzde Cumhurbaşkanı’nca dile getirilen
“çoban, sürü” yaklaşımını anımsatmaktadır.

KAMU YARARI AMACI YOKTUR!

Bu anayasa değişikliğinde kamu yararı amacı yoktur.
Tüm yasama işlemlerinde kamu yararı amacının bulunması zorunludur.
Kamu yararından söz edebilmemiz için halkın bu konuda bir beklentisinin olması gerekir.
Türkiye içte ve dışta yangın yerine dönmüştür.

-Ekonominin kötü durumu artık iktidar mensupları tarafından bile dile getirilmektedir.
-Sanayi gerilemiş üretim azalmış, ihracat düşmüştür.
-Dolar ve Euro almış başını gitmektedir.
-İç ve dış borçlar Cumhuriyet tarihindeki en yüksek değerlerine ulaşmıştır.
-Halk kredi kartı ve tüketici kredileriyle yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.
-İşsizlik had safhadadır. Genç işsizlik oranı % 20’lere dayanmıştır.
-3 milyondan fazla aile, adına yardım dedikleri sadaka ile yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır.
-Enflasyon oranları tahminleri aşmakta, çift haneli sayılara ulaşmaktadır.
-Her yıl binlerce şirket kapanmakta, esnaf perişanları oynamaktadır.
-Henüz FETÖ belasıyla uğraşı bitmemiştir.
-IŞİD ve PKK terörü şehirleri kana bulamakta, yüzlerce yurttaşımız can vermekte,
halkımız yaşadığı şehirlerden göç etmek zorunda kalmaktadır.
OHAL düzeni insanlar üzerinde tam bir baskı rejimi kurmuştur.
İnsanlar soluk almaktan korkar duruma getirilmiştir. Hak aramaya bile izin verilmemektedir.
-Dış politikada saplanılan bataklık giderek yoğunlaşmakta,
Suriye’den her gün şehit haberi gelmekte, ocaklar sönmektedir.
-Ülke 3,5 milyon Suriyeli sığınmacının sorunlarıyla boğuşmaktadır.
-Toplum çeşitli nedenlerle bölünmüştür ve birbirine düşman gibi bakmaktadır.
Milis güçleri tehlikesi başlamıştır.

Halkın, bu kadar sorun içinde yaşam mücadelesi verirken başkanlık sistemi getirilmesi yönünde bir istemi yoktur ve olamaz. Ama kimileri yangından mal kaçırmaya; korkarız ki ülkenin bu karmakarışık ortamından yararlanmaya çalışmaktadırlar. Halk, yine “bu kaostan kurtulmanın yolu başkanlık sisteminden geçmektedir” yalanıyla kandırılacaktır. Anımsar mısınız, 12 Eylül askeri darbesinin, 1970’li yılların sonlarındaki iç çatışmalar ve karmaşa nedeniyle bozulan
kamu düzenini yeniden kurmak için yapıldığı söylenmişti. Sonradan ortaya çıktı ki,
o kaos, karmaşa ortamı, askeri darbeyi yapmak için bizzat kendileri tarafından yaratılmıştır.
Türkiye’de içte ve dışta bu kadar sorun varken, toplumsal kutuplaşmalar had safhaya çıkmışken başkanlık ısrarı, doğrusu bize bunu anımsatmaktadır.

Kısaca halkın bu kadar derdi arasında başkanlık gelsin diye bir talebi yoktur. Başkanlık sistemi yalnızca bir kişi ve onun büyük projesini gerçekleştirmek için getirilmek istenmektedir.
Dikkat edilirse her gün her konuda sürekli konuşan o bir kişi, anayasa değişikliği konusunda “kendi istiyor” denilmesin diye hiç konuşmamaktadır. Yalnızca arada bir Devlet Bahçeli’ye teşekkür etmek için bu konudaki sessizliğini bozmaktadır.

Yani bu anayasa değişikliği kamu yararı amacı taşımamaktadır.
===============================
Dostlar,

Sayın Bülent Serim dostumuz Anayasa Mahkemesi’nin eski ve yetkin yazanakçılarından (raportörlerinden) biridir. Dolayısıyla uzmanı olduğu Anayasa ve Anayasa hukuku konusunda yazdıklarına ciddi gereksinim vardır. Bize yol göstermekte ve çıplak gerçekleri yazmaktadır.
Bu yazının özü son tümcede vurgulanmıştır :

  • Yani bu anayasa değişikliği kamu yararı amacı taşımamaktadır.

Bir de ciddi tehlike uyarısı yer almakta :

  • Milis güçleri tehlikesi başlamıştır!

Konuşmuyor derken Tayyip bey bu gün, –yine nedense Cuma namazı çıkışında– kendisini izleyen basın ordusuna ayaküstü demeç vermiş ve bu değişikliğin kendisi için olmadığını (!?)  söyleyebilmiştir! Bu durumda bize de artık “pes” demek kalıyor bu durumda.
Kimin için bu değişiklik peki? Yanıtı duyar gibiyiz..

  • 3 Kasım 2019 seçimiyle yürürlüğe girecek.. Seçim tarihini bile anayasaya koyuyoruz bu amaçla.Dolayısıyla Erdoğan’ın 10 Ağustos 2014’te seçiminin üzerinden 5 yıldan çok zaman geçmiş olacak.. Bu durumda, gerçekten RTE için değilse bu AKP – MHP kutsal ittifakının anayasa dayatması = rejim değişikliği, 10 Ağustos 2019’da, yani 5 yıllık süresi bittiğinde 2. kez Cumhurbaşkanlığına aday olmayacağını açıklayabilir mi Erdoğan??……???

Eeee?? 10 Ağustos 2019’dan geçerli olmak üzere önceki tarihte yeniden seçilirse görevi bir 5 yıl daha sürdürecek ve 3 Kasım 2019’da  yeniden seçime gidilecektir değiştirilmiş Anayasa ile. Erdoğan 600 vekil adayını AKP genel başkanı sıfatıyla da hazırlayacak, kendisi ile birlikte aynı gün TBMM seçimi yenilenecek, 5 yıllığına bir kez daha seçilerek “Yeni cumhurbaşkanlığı = sultan = padişah” yetkileriyle, 2023’e kalmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin defterini dürecek ve 100. yıla kalmadan “Hedef 2023” dönüşümü gerçekleştirilerek onyılların özlemi olan
dinci – şeriatçı diktatörlüğü yaşama geçirmeye koyulacaktır..

AKP – RTE’nin yol haritası budur..
Gerisi laf-ı güzaftır ve safdilliğin sırası ve yeri olmadığı gibi; bu senaryoyu = planı
görmezden gelmenin – reddetmenin iyiniyetle karşılanması olanağı da yok-tur!..

AKP – MHP’nin 340 vekile yakın kutsal ittifak blokunun nasıl “afsunlandığını”, “belagatlarının bağlandığını”, “kollektif güdülenme” altına alındığını ya da “tutsak edildiğini” biliyoruz..
Ancak, OHAL altında anayasa değişikliğine sürüklendiğimiz garabet bir rejimde
yaz yazabilirsen!?

Efendiler de iyice belleye ki; bu çooook ham bir hayaldir ve Türkiye Cumhuriyeti öyle kimsenin yıkabileceği zayıf bir yapı değildir. Büyük Türk Ulusuna emanettir ve her durumda korunacak, kollanacak ve sonsuza dek başı dik – onurlu – gönençli… ya-şa-tı-la-cak-tır!

Böyle biline ve gereği yapıla…

Sevgi ve saygı ile. 13 Ocak 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

CHP’li başkana ‘Erdoğan’ hapsi!

CHP’li başkana ‘Erdoğan’ hapsi!

CHP Kayseri İl Başkanı Mustafa Ayan Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla açılan davada,
1 yıl 5 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Foto: DHA

Kayseri 10′uncu Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın duruşmasında CHP İl Başkanı Mustafa Ayan ve avukat oğlu Emre Ayan hazır bulundu. Yerel bir gazete muhabiri ile sohbeti esnasında, bilgisi dışında kayıt alındığını öne süren Mustafa Ayan savunmasında şöyle dedi:

“Beni, mahkemeden çağırdıklarında bu olayı öğrendim. Cumhurbaşkanı makamına gelen birisinin bizim sözlerimize tahammülü olması gerekir. Belki Cumhurbaşkanımızın haberi yoktur bile. Hakaret kastım yok. Eleştirilerimi yarın da yapmaya devam edeceğim. Şeytan kelimesini akıllı insan anlamında, Deccal kelimesini ise aklını kötü yönde kullanan anlamında söyledim.”

Mustafa Ayan, Türk Ceza Kanunu’nun 299/1′nci maddesi uyarınca Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan 1 yıl 6 ay, 299/2′nci maddesi uyarınca hakareti alenen işlediği için
cezada artırıma giderek 1 yıl 9 ay
, mahkemedeki saygın tutumu nedeniyle de cezasında indirime giderek 1 yıl 5 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezası ertelenen Ayan, 3 yıl içinde bir suç işlemediği takdirde hüküm giymeyecek.

CEZA UMURUMDA DEĞİL’

Cezayı yorumlayan Mustafa Ayan, Cumhurbaşkanı ile ilgili yasaların yeniden düzenlenmesi gerektiğini savunarak, “Bu konu hakkında başvurumuzu yapacağız. Bugün almış olduğum ceza hiç de önemli değil, umurumda da değil. Bu yola başımızı koyduk, cebimizin mücadelesini yapmıyoruz. Mücadelemiz halkımız için.”

‘SİYASET YAPAN BİR CUMHURBAŞKANI, BAŞKAN VAR’

CHP İl Başkanı’nın avukat oğlu Emre Ayan ise kararı temyiz edeceğini,
ayrıca Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacağını belirterek, şunları söyledi:

“Anayasa Mahkemesi’ne hiç açılmayan bir davayı açacağım. Cumhurbaşkanına hakaret suçu ile alakalı maddenin iptalini isteyeceğim. Çünkü Cumhurbaşkanlığı tanımı Türkiye’de değişmiştir. Halkoyu ile seçilmiş ancak siyasal kimliğini terk etmemiş, siyasetçiden önce siyaset yapan bir Cumhurbaşkanı, başkan var. Sayın başkan, artık Cumhurbaşkanının tanımındaki Cumhurbaşkanı değil.” (DHA ve AA; 17.11.15)

=======================================

Dostlar,

Bu konu artık ciddi bir sorun durumuna gelmiştir.
Ülke yöneticilerinin ve politikacıların çok ağır eleştirilere bile hoşgörü göstermesi gerektiği
pek çok yargı kararına bağlanmıştır. Örneğin :

  • 2008’de dönemin eski Fransa cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’ye karşı “Defol git, aptal” pankartı açan Herve Eon’a kesilen 30 Euro’luk simgesel cezayı görüşen AİHM, 14 Mart 2013’te Fransa’nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 10. maddesinin (ifade özgürlüğü)
    ihlal edildiğine karar verdi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 14.3.2013’te günü
    Eon – Fransa davasında (başvuru no. 26118/10) Mahkeme, siyasilerin kaçınılmaz ve şuurlu bir şekilde kendi söz ve eylemlerini yakın kamu denetimine açık tutmak ve bu yüzden kendilerine yöneltilmiş eleştirilere karşı büyük bir hoşgörü göstermek zorunda olduklarını tekrar eder…
    (www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=965054466839245&id=554457027898993)

    CHP Kayseri İl Başkanı Mustafa Ayan’ın avukat oğlunun pek haklı olarak vurguladığı üzere;

    “..Çünkü Cumhurbaşkanlığı tanımı Türkiye’de değişmiştir. Halkoyu ile seçilmiş ancak siyasal kimliğini terk etmemiş, siyasetçiden önce siyaset yapan bir Cumhurbaşkanı,
    başkan var
    . Sayın başkan, artık Cumhurbaşkanının tanımındaki Cumhurbaşkanı değil.” dir.

Anayasa Mahkemesi eski raportörlerinden kıdemli ve yetkin hukukçu Sayın Bülent Serim
şöyle değerlendiriyor sorunu :

“…Toplumun yarısını sürekli ötekileştiren, ülkenin bölünmesiyle sonuçlanacak Kürt Açılımı’nda ısrarlı olan, siyasal kimliğinden asla vazgeçmeyen bir Cumhurbaşkanı hakkında,
karşıtların nasıl bir düşünceye sahip olduğunu açıklamaya gerek yoktur.

  • Hem siyaset yapacaksınız, hem Anayasa’ya dayanarak siyaseten sorumlu olmayacaksınız, hem de eleştirilince TCY’nın özel düzenlemesinden yararlanacaksınız;
    bunu, bırakınız hukuk mantığını, düz mantık bile kabul edemez.

Kuşkusuz, bu yazı konusunu değerlendirecek yürekli savcı ya da yargıçlara Türkiye’nin
ivedi biçimde gereksinimi vardır. Ne yazık ki laik, demokratik Cumhuriyet’in kurtuluşu
artık “kahramanlara” kalmıştır. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi….”

Daha açık bir anlatımla, TCY’nın 299. maddesindeki özel düzenleme, yansız ve siyaset üstü, Anayasadaki yetki sınırlarını çiğnemeyen, insanları aşağılamayan ve ötekileştirmeyen…..
bir Cumhurbaşkanı için geçerlidir. Başka bir deyişle Cumhurbaşkanı’nın bu maddeden (TCY md. 299) yararlanması, Anayasal konumuna tümüyle bağlı kalmasına; yetki, söylem, eylem ve konuşmalarında bu sınırları gözetmesine bağlıdır. Bunlar ise ne yazık ki RTE’nin tam tersini bilerek ve isteyerek sürdüregeldiği davranışlardır. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişinin bu tür söz ve eylemleri apaçık, pek çok insanı kaçınılmaz biçimde,
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ kapsamında yanıt – tepki vermeye itmekte, bunlar haliyle tahrik edene tepki olarak, Erdoğa’ınki kadar olmasa da ağır ve sert olabilmektedir (espriyle usulde paralellik!). Erdoğan’ın süregelen tutum ve davranışları; bu davalarda mağdur ettikleri için, kendisinin açıkça suça itici davranışları nedeniyle, çok net olarak, en azından hafifletici neden olarak dikkate alınmalıdır.

İstanbul Barosu eski başkanlarından çok kıdemli ve birikimli hukukçu Av. Turgut Kazan
bir başka açılım getirmekte :

Avukat Turgut Kazan’a göre de, yasalara ve AİHM kararlarına göre bir hakaret suçundan tutuklama gerçekleşmemesi gerekmektedir.   

“AİHM Türkiye’yi ısrarla hakaret suçuna hapis cezası yaptırımını kaldırmaya çağırmaktadır. Bu durumda hapis cezasını kaldırmayıp bir de tutuklama,
kabul edilemeyecek, demokrasi ile bağdaştırılamayacak büyük bir ayıptır.
Bu çağdışı ve ilkel yaklaşım terk edilmeli, Türkiye bu ayıptan kurtulmalıdır.”

demiştir. (BİR GÜN, 18.02.2015)

Son olarak belirtelim ki; TCY md. 299 kapsamında dava açılabilmesi, bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, yine bu maddeye göre Adalet Bakanının iznine bağlıdır. Adli süreç için Adalet Bakanından yazılı izin alınması gerekmektedir. Oysa, duyduğumuza göre Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ilgili Cumhuriyet Savcılığına başvurarak yakınmacı olmakta ve doğrudan koğuşturma başlatılmasını istemektedir. İlgili savcılık makamının
bu başvuruyu işleme koymadan önce önincelemde usulden reddetmesi ya da en iyimser yaklaşımla yazılı izin için Adalet Bakanına göndermesi gerekirken hemen kabul etmesi ve
adli soruşturma (mahkemede yargılama) aşamasını başlatmak üzere iddianame hazırlayıp aslşye ceza mahkemesine sunması sorun kaynağıdır ve hukuk dışıdır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK) kararını anımsatmak gerekir. YCGK, 27.10.2009 günlü, E.2009/9-190, K.2009/253 sayılı kararında;

“Genel hakaret ve sövme suçlarında olduğu gibi, c suçunun oluşması için de; onun sosyal değeri konusunda kendisinin veya toplumun sahip olduğu düşünce ve duyguları sarsıcı fiil veya sıfatlar isnat veya izafe edilmelidir. Ne tür hareketlerin şeref ve itibarı ihlal edici olduğu, toplumda hâkim olan ortalama düşünüş ve anlayışa göre belirlenmelidir, bunu tayinde ölçü bireyin özel duyarlılığı değildir, bu itibarla basit bir saygısızlık hakaret ve sövme olarak nitelendirilemez.”
(Erman S., Hakaret ve Sövme Suçları, s. 80 vd.) denilmektedir.

Sonuç olarak; Yargıtay’ın (üstelik Ceza Genel Kurulu) yukarıda aktardığımız konuya ilişkin bağlayıcı örnek (emsal) kararı da bu kabul edilemez baskıcı, amacı muhalefeti korkutarak susturma amaçlı anti-demokratik gidişi durduramadığına göre, bireysel başvuru (AY md. 148) ile Anayasa Mahkemesi’nin kararını görmek gerekecektir.

Mahkum olan CHP Kayseri İl Başkanı Mustafa Ayan ile savunmanı oğlu Av. Emre Ayan’a ve ve benzer durumdaki çok sayıda 12. CB RTE mağdurlarına dayanışma duygularımızı belirtmek istiyoruz. Erdoğan’a da biraz “teenni” öneriyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
17 Kasım 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

 

Rennan Pekünlü’nün hapse girmesinden Ege Üniversitesi rektörü de sorumlu!


Rennan Pekünlü’nün hapse girmesinden Ege Üniversitesi rektörü de sorumlu!

1. PROF. PEKÜNLÜ’NÜN MAHKUM EDİLMESİNİ SAHTE HUKUKSAL ORTAM YARATARAK SAĞLADIĞI ORTAYA ÇAIKAN EGE ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜNDEN  AÇIKLAMA BEKLEYEN HABERLER

Ekteki dosyada yer alan heberlerden anlaşıldığına göre;AYM ve AİHM kararlarına dayanan ve en uç noktada  öğretim üyelerinin denetimi ile uygulanmakta olan  türban yasağına karşı YÖK tarafından dayatılan fiili serbestlik serbestlik Ege Üniversitesi’nde ve özellikle de Prof. Dr. Rennan Pekünlü’nün çalıştığı  Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri bölümünde sökmemesi üzerine Zaman Gazetesi   bu bölüm ve özellikle de Rennan Pekünlü üzerindenEge Üniversitesi Rektörlüğünü yasaklıçılıkla suçlamıştır (1,2). Daha 15 gün önce (23 Mart 2011)  Fakültelere “Yasalarda bir değişiklik olmadığından türban yasağı aynen edecektir” şeklinde bir genelge gönderen EÜ rektörü, Zaman Gazetesi’nin uygulanan türban yasağının kanunsuz olduğunu ima eden bu suçlamaları üzerine derhal U dönüşü yaparak yayınladığı % Nisan 2011 tarihli yeni bir genelgede

“2008 yılında çıkarılan 5735 sayılı yasa ile Anayasanın 42. maddesine türbanı serbest hale getiren  bir fıkra eklendiğini bildirmiş ve öğretim üyelerine bu yeni duruma göre haretket etmelerini, yani türban yasağını uygulamamalarını” emretmiştir (3, 4). Halbuki söz konusu 5735 sayılı yasa AYM tarfından aynı yıl içinde iptal edilmiştir, Ancak Rektör söz konusu iptal kararını saklayarak iptal edilen yasayı yürülükte göstermiştir.

Açıkçası EÜ rektörünün U dönüşü yaparak yayınladığı 5 Nisan tarihli genelge sahte bir genelge ve bu genelge de verilen emir de kanunsuz bir emirdir.. Ancak bu emrin kanunsuz ve bir emir olduğunu farkeden Prof. Pekünlü Anayasa gereğince AYM kararlarına uyma sorumluluğunu gereğini yerine getirip türban yasağının takipçisi olmaya ve öğrencileri uayarıp haklarında tutanaklar düzenlemeyi sürdürünce Rektörün türban yasağına uymayın, yasak kaldırıldı” şeklindeki emrine uymayan kafasına göre yasak uygulayan kanunsuz ve zorba biri düşürülmüştür. Zaten dava açılmasını sağlayan türbanlı öğrenciler buna adayanarak “pekünlü’nün ysak kalktığı halde kendileri hakkında tuatanak tuttuğunu iddia etmişlerdir.

Dolayısıyla EÜ rektörü’nün söz konusu genelgesi Pekünlü’nün kanunsuz bir adam olarak gösterilmesi işlevini görmüştür.Pekünlü hapse giriyor ama Rektörün bu genelgeyle işlediği  ve gaztelerde belgeleriyle birlikte çarşaf çarşaf yayınlanan ağır cezalık suçları Anayasayı ihlal (AYM kararlarını kasten uygulamama); Öğrencileri aslen var olan yasağa uymamaya, öğrrreim üyelerini  yasağı görmezden gelmeye özendirerek suç işlemeye teşvik etme ve de resmi evrakta sahte bilgi vermek suçlarını, başta öğretim üyeleri ve onları temsil eden dernekler ve sendikalar olmak üzere ne basın ne meslek örgütleri, ne hukuçular, ne siyasi partiler ve ne de Basın sorgulamıyor, savcıları göreve, rektörü istifaya davet etmiyor ?

Neden… Adalet kim suçluysa onun cezalandırılması değil midir?
Peki Adalet sağlanıyor mu?

y
2. ADALETİN BU MU TÜRKİYE !
(…) Prof. Dr. Renan Pekünlü, göz göre göre, “siyasal öç alma” aracı durumuna getirilen YÖK, üniversite, mahkeme, yüksek mahkemeler tarafından elbirliğiyle hapse konuluyor. Hukukun, yargının, adaletin bittiği yerdeyiz. Ve adaleti nerede bulabileceğimizi de bilemiyoruz. Neden mi?..Bülent Serim: RENNAN PEKÜNLÜ DAVASINDA MAHKEME ANAYASAYI YOK SAYDI !!

(…) Ne yazıktır ki, Prof. Pekünlü olayında Anayasa Mahkemesi kararı, dolayısıyla Anayasa yok sayılarak suç işlenmiş; YÖK ve üniversite yöneticisinden savcısına, yargıcından yüksek yargıcına tüm aşamalardakiler bu suça ortak olmuşlardır

(…) Bu kararların tümü, anayasal düzeni korusun diye Anayasa Mahkemesi’ne verilen yetki sonucunda alınıyor. Ve Anayasa’nın 153. maddesi uyarınca bu kararlar, “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri” bağlıyor.

Anlamayanlar ya da anlamak istemeyenler için yazmaktan bıkmayalım; kimleri bağlıyor Anayasa Mahkemesi kararları? TBMM’ni, Cumhurbaşkanı’nı, Bakanlar Kurulu’nu, tüm mahkemeleri ve yüksek mahkemeleri, Anayasa Mahkemesi’ni, Yargıtay’ı, Danıştay’ı, HSYK’yı, Yüksek Seçim Kurulu’nu; kamu kurum ve kuruluşları ile bunların yönetici ve çalışanlarını, bu bağlamda YÖK’ü, üniversiteleri ve onların yöneticileri olan rektörleri, dekanları, bölüm başkanlarını. Bitmedi, gerçek kişileri, yani başta kamu görevlileri ve öğretim elemanları olmak üzere tüm yurttaşları; tüzel kişileri, yani hukuksal olarak kişilik kazanmış tüm kuruluşları. Kısaca HERKESİ bağlıyor.

ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARINA UYMAK ZORUNDASINIZ

Peki, bağlayıcılık ne demek? Karara uygun davranma, uygulama yapma, karar alma demek. Yasa çıkarırken, yönetmelik yaparken, yönetirken, mahkemelerde karar verilirken ona uymak demek. Kısaca, yasama, yürütme, yargı organları, kamu kurum ve kuruluşları ile diğer anayasal kuruluşların, demokratik kitle organlarının yetkilerinin, Anayasa Mahkemesi kararı yönünde “bağlanması” demek. Bu kararları eleştirebilirsiniz, ama uymak zorundasınız demek. Bu kararlar yanlış da olsa ona uyacaksınız demek. Hukuk devleti ilkesi ve hukukun üstünlüğü bunu gerektiriyor, demek.

(…) Üstelik Anayasa Mahkemesi kararına aykırı davranmak, onun gereğini yapmamak Türk Ceza Yasası uyarınca suç oluşturmaktadır. Amacı “kamu düzeni ve güvenliği ile hukuk devletini korumak” olan Türk Ceza Yasası’nda, “görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine” neden olanların, görevi kötüye kullandıkları için cezalandırılması öngörülmektedir. Kamu yönetimi, yargı kararını uygulamadığı için cezalandırılanların örnekleriyle doludur.

Yazının tamamı için:  http://www.odatv.com/n.php?n=rennan-pekunlu-davasinda-mahkeme-anayasayi-yok-saydi-2211141200...

3. Prof. Dr. Tolga YARMAN  Ulusal Kanal’da Açıkladı:

ÜNİVERSİTESİNİN YÖNETİMİ  İKBAL UĞRUNA PROF.DR. RENNAN PEKÜNLÜ’YÜ SATMIŞTIR !(…) Çünkü, sanki o gün itibarıyla ortada bir yasa yokmuş, yürürlükte olan bir yaptırım söz konusu değişmiş gibi, tam tersine AYM’ne giden ve fakat oradan dönen bir yasa sanki yürürlükteymiş gibi bir genelge yayınlıyor…

(…) Dosyalara bakınca şu resimle karşılaşıyoruz…Üniversite yönetimi malesef bir kez daha yönetime gelebilmek uğruna yürürlükte bulunmayan bir serbestiyi (türban serbestisi) varmış gibi göstererek bir tamim yayınlıyor…Ve sanki Prof Pekünlü sanki bu tamime uymamış gibi bir cezalandırılıyor……böyle bir üniversite yönetim anlayışının  ikbal için sürdüğü resmi ile karşı karşıya kalıyoruz, ki bu durumda , üniversite yönetimi derhal istifa etmelidir !

Kimsenin Türkiye Cumhuriyeti Üniversitesi’ni bu kadar hırpalama hakkı yoktur!

“Böyle bir yönetim, yer yüzünde olmamıştır!”.

Açıklamanın tamamı için videoyu izleyin:

http://cagdasulusalcizgi.web.tv/video/profyarman-pekunlu-davasina-sessiz-kalinamaz__y3qspcyz38y

yada

http://www.dailymotion.com/video/x2aotac_prof-dr-yarman-teknik-cehalet-yoluyla-adli-cinayet-islenmistir_news

Prof. Dr. Kayhan KANTARLI 
2 Attachments
Preview attachment 2014 EÜ REKTÖRÜNDEN AÇIKLAMA BEKLEYEN HABERLER.pdf

2014 EÜ REKTÖRÜNDEN AÇIKLAMA BEKLEYEN HABERLER.pdf

Preview attachment ZAMAN GAZETESİ 1, 6 ve 14 Nisan 2011 HABERLERİ EÜ DE TÜRBAN ÖZGÜRLÜĞÜ (2).pdf

ZAMAN GAZETESİ 1, 6 ve 14 Nisan 2011 HABERLERİ EÜ DE TÜRBAN ÖZGÜRLÜĞÜ (2).pdf

İşte Danıştay’ın türban kararları


İşte Danıştay’ın türban kararları!

portresi

 

Bülent Serim
Anayasa Mahkemesi E. Raportörü
3.11.13

 

 

Danıştay, türban konusunda bugüne kadar verdiği kararlarla çelişen yeni bir karara imza atmıştır. Son karar, Danıştay’ın nasıl “dönüştüğünü”; 12 Eylül 2010 referandumuyla kabul edilen Anayasa değişikliklerinin amaca ulaştığını göstermektedir.

Son kararla türban konusunda yaşanan içtihat değişikliğini anlayabilmek için olayın kısaca açıklanması gerekir.

Bir öğrenci Açıköğretim Fakültesi sınavına türbanla girmiş, gözlemci öğretmen de, uyarılarına karşın direnen öğrenciye “sınava gelmedi”işlemi yapmıştır. Açılan dava üzerine, Eskişehir 2. İdare Mahkemesi yapılan işlemde “hukuka aykırılık bulmamış”tır. Ne var ki, konu itiraz üzerine Danıştay 8. Dairesi’nde görüşülmüş ve Anayasa’nın“Eğitim ve öğrenim hakkı” başlıklı 42. maddesinde “kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağına” ilişkin düzenlemeye vurgu yapılarak, İdare Mahkemesi kararı bozulmuştur. (Aydınlık, 06.01.2013)

Bu kararı veren Danıştay 8. Dairesi 1970’li yıllardan beri, yükseköğretimde ve kamu kurum ve kuruluşlarında türbanın anayasal ilke ve kurallarla bağdaşmadığını savunup, türban yasağına ilişkin işlemleri hukuka uygun bulan bir yüksek yargı yeridir.

NE DEĞİŞTİ ?

Önce karardaki yanlışları sergileyelim; sonra da eski kararlara bir göz atıp yeni kararın ne anlama geldiğini yorumlayalım.

1) Anayasal kurallarda bir değişiklik olmadığına göre, bu karar, yargının siyasal iktidarın görüşüne uygun karar verecek bir yapıya kavuştuğunu, anayasal değişikliğin amacına ulaştığını göstermektedir.

2) Danıştay 8. Dairesi’nin son kararında belirtildiğinin tersine, Anayasa’nın 42. maddesi yalnızca “Eğitim ve öğrenim hakkını” değil, aynı zamanda “ödevini” de düzenlemektedir.

Maddede, kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı belirtildikten sonra, eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yapılacağı vurgulanmış ve “eğitim ve öğrenim özgürlüğünün anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı” açıkça belirtilmiştir.

Atatürk ilke ve devrimlerinin temeli laiklik olduğuna, Anayasa Mahkemesi türbanı laiklik ilkesine aykırı bulduğuna göre, Anayasa’ya sadakat, bunun tersine uygulama ve yorum yapılmasını ve karar verilmesini engeller.

Çünkü “sadakat”, söz konusu eğitim hakkı olsa bile, özgürlüğü anayasal ilke ve kurallarla sınırlandırmaktadır. Ki bu sınırlandırma bizzat 42. maddede bulunmaktadır.

SİYASAL İSLAMIN SİMGESİ

3) Türban, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından, “siyasal İslam’ın simgesi” olarak kabul edilmiştir. Diğer yüksek mahkemelerin kararları bilinmektedir. Yargıtay’ca da türban, “laikliğe başkaldırı ve siyasal simge” olarak nitelendirilmiştir. (Y.8.CD; 29.11.2002 günlü karar; Sabah, 2.12.2002)

4) Yine son kararda, “yükseköğretim hakkının özüne dokunulduğu” vurgulanmıştır. Yani Danıştay “eğitim ve öğrenim hakkının özüne dokunulduğu” kanısındadır. Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlükler sınırlandırılırken “özüne dokunulamayacağı” kuralı bulunmaktadır.

Oysa, türbanlı öğrencinin sınava ya da derse alınmaması, eğitim hakkının özüne dokunmamaktadır. Öğrencinin anayasaya sadakat borcu gereği başını açıp sınava ve derse girmesine engel bulunmamaktadır. Yani öğrencinin eğitim hakkı kamu gücünce sınırlandırılmamakta; siyasal İslamın simgesi olan türbanı seçmekle kendisi bu haktan vazgeçmektedir.

  • Nitekim AİHM Büyük Dairesi, Leyla Şahin / Türkiye davasında
    türban yasağının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
    eğitim hakkına ilişkin kuralını zedelemediğine karar vermiştir.

Bu nedenlerle, kararın, türban yasağının eğitim hakkının özüne dokunduğuna ilişkin gerekçesi de hukuka uygun değildir.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, tüm yüksek mahkeme kararlarında “siyasal İslam’ın simgesi” kabul edilen türbana yasak getirilmesi, bir özgürlük sorunu değil, siyasal ve hukuksal sorun olarak ele alınmalıdır.

SORUN OKUMA SORUNU DEĞİL

Av. Dr. Tennur Koyuncuoğlu’nun çok isabetli deyişiyle, türban sorununun altında, “kızların okuma özgürlükleri değil, toplumun ahlaksal açıdan hizaya getirilme, küçük yaşta aileleri tarafından örtüyle tanıştırılan kızların dinsel kuşatılmışlık terbiyesini sürdürme çabası vardır. Muhafazakârların amacı, din, aile, ahlâk sınırlamalarıyla kadını erkeğe itaat eden yardımcı, ikincil konumda tutabilmek, erkek egemen düzeni koruyabilmektir. Ülkemizde bu eğilim türbanla özdeşleşmektedir.”
(Cumhuriyet, 5.3.2008)

Unutulmamalıdır ki, 4+4+4 “İslami eğitim sisteminde”, kız çocuklarının ergenlik çağının başlangıcı olan 13 yaşında, açık lise uygulamasıyla eve kapatılmasının iki ana nedeninden biri türban, diğeri sosyalleşmelerinin önlenmesidir.

GEÇMİŞTEKİ TÜRBAN KARARLARI

5) Şimdi Danıştay’ın geçmişte verdiği türbanla ilgili kararlarına bakalım.

AİHM Büyük Dairesi’nin yukarıda anılan kararında belirtildiği gibi, Türkiye’deki “en yüksek iki mahkeme olan Danıştay ve Anayasa Mahkemesi, türban konusunda yerleşik içtihat oluşturmayı başarmışlardır.” İşte AİHM’nin “yerleşik içtihat” dediği Danıştay kararlarından birkaç örnek vermek istiyoruz.

– Duruşmalara, laiklik ilkesi ve meslek gereklerine aykırı olarak türbanla giren avukatın Ankara Barosu’ndan kaydının silinmesinde hukuka aykırılık yoktur. (D.8.D.; 25.2.1974, E.1973/2964, K.1974/960)

– 1980’li yılların başında, sıkmabaşın modernize edilmiş biçimi olan türbanın yükseköğretim kurumlarında serbest bırakılması için YÖK tarafından bir yönetmelik düzenlemesi yapılmıştır.

Bu yönetmelik düzenlemesinin yargıya taşınması üzerine Danıştay, 1984 yılında, “aydın, uygar, Cumhuriyetçi gençler yetiştirmekle görevli olan eğitim kurumlarında” başörtüsü yasağının hukuka uygun olduğunu kabul ederek; başörtüsünü serbest bırakan kuralları Anayasa’nın laiklik ve eşitlik ilkelerine ve Devrim Yasaları’nın korunması amacına aykırı görüp iptal etmiştir.

– Danıştay 1984’den sonra verdiği kararların tümünde, kuşkusuz yukarıdaki içtihat değişikliğine gelinceye kadar, yükseköğretim kurumlarında türban yasağını kaldıran yönetsel düzenlemeleri ve işlemleri, aynı gerekçelere dayanarak iptal etmiştir.

– Uyarılara karşın avukatlık stajını türbanla sürdüren stajyerin, laik hukuk devleti ilkesi ve avukatlık mesleği ile bağdaşmayan bu davranışı nedeniyle staj listesinden adının silinmesinde hukuka aykırılık yoktur. (D.8.D; 5.7.1993, E.1992/3342, K.1993/2611; 2.3.1994, E.1993/843, K.1994/686)

– Türbanla derslere ve sınavlara girmekte ısrarcı olan ODTÜ öğrencisine verilen disiplin cezası, öğrencinin davranışı “Atatürk ilke ve devrimler doğrultusunda öğrenci yetiştirmek” amacıyla bağdaşmadığı için hukuka uygundur. (D.8.D; 6.12.1995 günlü, K.1995/4162, K.1995/4170 sayılı kararlar)

– Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, üniversitelerde türbanla derslere ya da sınavlara girmekte ısrar eden öğrencilere üniversite yönetimlerince verilen disiplin cezalarının hukuka uygun olduğuna ilişkin yargı kararlarını onarken şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“Yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin kılık ve kıyafetlerinin; Anayasa’nın 174. maddesiyle anayasal güvenceye alınan Devrim Yasaları’na, Anayasa’nın başlangıç bölümü ile 2, 24 ve 42. maddelerindeki ilke ve kurallara, Cumhuriyet’in özgün niteliklerine ve 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’nın 4 ve 5. maddelerindeki amaç ve ilkelere uygun olması gerekir.”

Anayasa Mahkemesi 1989 (K.1989/12) ve 1991 (K:1991/8) yıllarında verdiği kararlarda, yükseköğretim kurumlarında türbanı serbest bırakan yasal düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmetmiştir.

Anayasal ve yasal kurallara göre;

— Yükseköğretim öğrencisi, Atatürk ilke ve devrimlerini özümsemiş ve ilke ve devrimler doğrultusunda davranan kişiler olmalıdır.

— Çağdaş kıyafet ve görünüme ters düşen, dinsel nitelikte kılık kıyafet giyen, başörtüsü veya türban takan öğrencinin Atatürk ilke ve devrimlerine aykırı davranış içinde olduğu açıktır.

Bu nedenle, türbanla derslere girmekte ısrar eden öğrenciye verilen disiplin cezasında hukuka aykırılık yoktur.” (17.6.1994 günlü, K.1994/327 sayılı karar)

– Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 1996 yılında, önüne gelen bir dava nedeniyle hukuksal durumu yorumlamış; Anayasa’nın başlangıcı, 2, 42, 174. maddelerine ve Anayasa Mahkemesi’nin türban yasağını hukuka ve Anayasa’ya uygun bulan 1989 ve 1991 yılında verdiği kararlarına dayanarak, “Anayasa’ya aykırılığı saptanmış olan, boyun ve saçların başörtüsü ve türbanla kapatılmasının, kılık kıyafet serbestisi dışında olduğuna” karar vermiştir. Böylece Anayasa Mahkemesi’nden sonra bir başka yüksek mahkeme olan Danıştay da türban yasağının kalkmadığını kabul etmiştir.

– Türbanla görev yapan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi memurunun, “ideolojik veya siyasi amaçla kurumun huzur, sükun ve çalışma düzenini” bozduğundan, “kamu görevinden çıkarma cezasıyla” cezalandırılması hukuka uygundur. (DİDDK; 7.5.1999, YD itiraz no. 1999/229)

– Danıştay 8. Dairesi, 2010 Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitim Giriş Sınavı (ALES) sonbahar dönemi kılavuzundaki türbanla sınava girilmesine olanak sağlayan düzenlemenin yürütmesini durdurmuştur. Daire kararında, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM’in türbanla ilgili kararlarına yer verilerek, bu anayasal ve yasal kurallar karşısında dava konusu düzenlemenin hukuken kabul edilebilir bir dayanağının bulunmadığı vurgulanmıştır. (Gazeteler, 19.01.2011 ve Cumhuriyet, 14.07.2011)

YENİ DANIŞTAY YENİ KARAR

Tüm bu örnek kararlar, Danıştay’ın 2010 Anayasa değişikliği ve arkasından Danıştay Yasası’nda yapılan değişiklikle üye yapısı yeniden oluşturuluncaya dek türban konusundaki istikrar kazanmış içtihadını kanıtlamaya yeterlidir. Ancak yeni Danıştay’ın oluşmasından sonra artık tüm yargı gibi Danıştay da siyasal iktidara ayak bağı olmaktan çıkmıştır. Oysa önceki oluşumuyla Danıştay, “ayak bağı” değil, Atatürkçü devlet ideolojisini savunup anayasal görevini yerine getiren bir Yüksek Mahkeme idi.

Üstelik değişiklikten sonra Danıştay, anayasal ve yasal görevini yapıp yükseköğretimde türbana geçit vermeyen kamu görevlilerini de korumaktan vazgeçmiştir.
Kamu görevlilerinin yargılanıp yargılanmamasına karar veren son merci olan
Danıştay 1. Dairesi (önce 2. Daire idi), türbana izin vermeyen kamu görevlileri,
bu bağlamda öğretim elemanlarının “yargılansın (lüzum-u muhakeme)”
kararlarını hep “yargılanmasına gerek yok (men’i muhakeme)”a çevirmiştir.

Günümüze gelindiğinde ise Danıştay’ın, siyasal iktidarın talimatıyla YÖK ve üniversitelerin hukuku dolanarak fiilen serbest bıraktıkları türban uygulamasına yardımcı olduğu, hukuk içinde görevini yapan öğretim elemanlarını adli yargıya teslim ettiğini görmekteyiz. Ne yazık ki adli yargı da, yukarıda açıkladığımız bunca anayasal gerekçelere karşın, “eğitim özgürlüğü” kılıfı altında öğretim elemanlarını cezalandırmaktadır.

2010 yılında Anayasa’da yapılan değişikliklerin tek amacının ve hedefinin yargıyı siyasallaştırmak ve siyasal iktidarın güdümüne sokarak hukuka AKP penceresinden bakmasını sağlamak olduğunu yazdığımızda bizi “niyet okumakla” suçlayanların, Danıştay içtihadındaki bu değişiklik karşısında (kuşkusuz adli yargıdaki değişimle birlikte) söyleyecek sözleri olmalıdır.

Prof. Dr.Rennan Pekünlü ile TÜRBAN Hakkında Söyleşi


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. Rennaan Pekünlü hk. bu sitede birkaç dosya var..

http://ahmetsaltik.net/hepimiz-rennan-pekunluyuz/

http://ahmetsaltik.net/prof-pekunlu-turbanli-ogrenciyi-derse-almadi-hapse-mahkum-oldu/

……

Şimdi ise tarihsel değeri olan bir söyleşiyi paylaşmak istiyoruz.

Metin aşağıda..

Ayrıca pdf olarak da erişim veriyoruz.

Rennan_Pekunlu_ile_Turban_Soylesis

Türkiye AYDINLANMASI‘nın daha alacağı çok yol var..

Teşekkürler Sayın Prof. Dr. Rennan Pekünlü hocaya..

Sevgi ve saygı ile.
8.5.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================

Aylık Bilim, Kültür, Politika Dergisi
BİLİM VE GELECEK DERGİSİ’ MAYIS 2013 SAYISINDA YAYINLANAN

Prof. Dr.Rennan Pekünlü ile TÜRBAN Hakkında Söyleşi

Prof. Dr. Rennan Pekünlü: “Benim üzerimden korkutma ve sindirme politikası uygulanıyor.”
Türban, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen çok sayıda muhtelif kararlarla siyasal İslâm’ın simgesi olarak tarif edilmiş, üniversitelerde ve kamu kurumlarında kullanımı yasaklanmıştır. Bu kararlar ve dayandıkları yasalar hâlâ yürürlüktedir ve türbanın üniversitelerde kullanımı hukuki olarak hâlâ yasaktır. Kısacası kamu görevlisinin müdahale etmesi değil etmemesi suçtur.
Söyleşi: Osman Altun
Ege Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Rennan Pekünlü hakkında “öğrenimi engelleme” gerekçesiyle açılan dava ve Pekünlü’nün 2 yıl 1 ay ceza alması kamuoyunda biliniyor. Yandaş medyanın yoğun karalama kampanyası ile Pekünlü hedef gösterildi. Biz de dergimizin sürekli yazarı olan Sayın Pekünlü’ye işin içyüzünü sorduk.
İşte hukuksal, siyasal ve toplumsal gerçekler. Söyleşiyi İzmir Temsilcimiz
Osman Altun gerçekleştirdi. 
********************
Hocam öncelikle Bilim ve Gelecek çalışanları ve okurları adına size geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz. Bizler konudan öncelikle inanılırlığı herkes için son derece tartışmalı, “yandaş basın” olarak tabir edilen gazetelerden bilgi sahibi olduk. Hakkınızda bir karalama kampanyası başlatıldı ve arkasından takip edebildiğimiz kadarıyla YÖK ve adli soruşturma süreçleri gelişti. Olayın içyüzünü sizden dinlemek istiyoruz. Öncelikle basına yansıyan fotoğrafların arka planını anlatmanızı
rica ediyoruz.
R. Pekünlü : 16 Mayıs (2011) günü Ege Üniversitesi Rektörlüğünün, Hukuk Müşavirliğinin ve Güvenlik Birimlerinin izniyle olduğunu düşündüğüm bir provokasyon olayı yaşandı. O gün öğrenciler öğleden sonraki derslere girmiş, öğretim üyelerinin gelmesini beklerken ve ben de alt kattaki odada oturan doktora öğrencimle yaptığımız çalışmanın ayrıntılarını tartışmak üzere buluşmuşken, C Blok dışında ellerinde kamera ve mikrofon bulunan 2 erkek ve türbanlı öğrencileri etrafına almış onlara bir şeyler anlatırken bir kadını gördüm. Bunun üzerine C Blok kapısına gidip olanları anlamaya çalıştım. Çevrede güvenlik görevlileri yoktu. Oradaki bir öğrenciden Astronomi Bölüm sekreterini arayıp C Blok önüne gelmelerini istediğimi söylemesini rica ettim. Bu arada, Cihan Haber Ajansı muhabirleri olduklarını sonradan öğrendiğim 2 erkek kameralarını çalıştırarak binaya doğru yürümeye başladılar ve ardından da 6-7 türbanlı öğrenci ve onlara danışmanlık yapan kadın da binaya doğru gelmeye başladılar. Bu arada dersler başlamış, eğitimin huzur ve güveninin sağlanması sorumluluğu da bana düşmüştü. Kapıya yüklenen muhabirler ellerindeki mikrofonu da kapı aralığından uzatarak,
“Türban yasak mı?” gibi sorular sormaya ve kapıyı iterek açmaya çalıştılar.Bu olaylara Astronomi Bölümünün birisi profesör ikisi doçent olan üç öğretim üyesi de tanık olmuşlar ve Cihan Haber Ajansı muhabirlerinin öğrencilere verdiği direktifleri duymuşlardır. Bu olaylar yaşanırken güvenlik görevlileri gelmiş, muhabirleri C Blok kapısından 15-20 m öteye uzaklaştırmışlardır. O sırada ben de kapının önüne çıkarak muhabirleri, türbanlı öğrencileri değil, görüntüledim. Basına yansıyan, beni fotoğraf çekerken gösteren fotoğraflar böyle bir provokasyonun ürünüdür.

Soru : Fakültenin kapısında beklediğiniz, öğrenciler hakkında tutanak tuttuğunuz, fotoğraflarını çektiğiniz iddia ediliyor. Bu iddialar hakkında ne söylemek istersiniz?

R. Pekünlü : Matematik ve Astronomi Bölümleri C Blok zemin kattaki 4 dersliği ortak kullanıyor. Benim hem güz hem de bahar yarıyıllarında bu dersliklerde derslerim oluyor. Ayrıca, yine zemin katta ve dersliklerin ortasındaki odalardan ikisinde Yüksek Lisans ve doktora öğrencilerim bulunuyor. Ben hem lisans dersleri için hem de Yüksek Lisans ve doktora öğrencilerimle yaptığımız çalışmalar nedeniyle müştekilerle (yakınmacılarla)
sık sık karşılaşıyorum. Ancak onlar bu karşılaşmaları kendilerini beklediğim biçiminde yorumluyorlar! Ben Matematik bölümü öğrencilerine derse girmiyorum, onları sınıfa almamam söz konusu olamaz! Ayrıca sınıf içnde türbanlı olarak bulunduklarını itiraf ediyorlar.

  • Danıştay, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve AİHM’nin yerleşik içtihatlarıyla türban üniversite yerleşkelerinde, binalarında ve dersliklerinde yasaklanmıştır.

Yalnızca FNG ve BU’nun izinlerini alarak fotoğraflarını çektim. İzin aldığıma ilişkin 3 tanığım var. 4. Asliye Ceza Mahkemesinde bu tanıklarım fotoğrafları izinli çektiğim konusunda tanıklık ettiler. Bu fotoğrafları kötü niyetle kullanmadım, Rektörlük ve Dekanlık makamına ileterek yönetimi görevlerini yapmaları için uyarmak amacıyla çektim. Çektiğim fotoğrafları görsel ve/veya yazılı basına sızdırmadım, yalnızca İlk Soruşturma Komisyonuna kanıt olarak sundum. Soruşturma Komisyonundan bu tanıklarımın dinlenmesini istemiş olmama karşın bu isteğim yerine getirilmeyerek yanlı, hukuka aykırı bir soruşturma geçirdim. Niçin fotoğraf çektiğimi geçmişte yaşadığım bir olayla açıklamak istiyorum.

7 Aralık 2001 tarihinde YÖK Başkanlığına bir dilekçe sundum. Bu dilekçede,
türban yasağına karşın üniversitenin her bir biriminde türbanlı öğrencilerin varlığından, Fen Fakültesi Dekanlığının aymazlığından söz ederek gerekli önlemin alınmasını talep ettim. YÖK’ten aldığım yanıt yazısında Dekanlık tarafından “türban ve diğer irticai faaliyetler konusunda büyük bir duyarlılık gösterildiği, öğrencilerin dersliklere, laboratuvarlara ve binalardaki öbür kapalı alanlara kesinlikle türbanla giremedikleri, türban yasağı konusundaki kararların bölüm başkanlıklarına, öğretim üyelerine ve öğrencilere duyurulduktan sonra bu yöndeki tutumlarının dikkatle izlendiği” söyleniyordu.

Bir bilirkişiyle veya bilirkişi heyetiyle olayı yerinde incelemeyen YÖK’ün bu yanıtı üzerine, kampüs içinde, medikososyal binası içinde, merkez kütüphane içinde,
Fen fakültesinin binaları içinde yüzleri belli olmayacak şekilde çektiğim türbanlı öğrenci fotoğraflarını bu kez Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e gönderdim. O dönem Genel Sekreter Yardımcısı sayın Bülent Serim’den gelen yanıtta, dilekçemin E.Ü. Rektörlüğüne, gereği yapılmak üzere gönderiliğini öğrendim. Yine değişen bir şey olmadı!

Yönetmelik ve Danıştay kararlarını kendilerine hatırlatmış olmam tümüyle iyi niyetimden kaynaklanıyor. Geçmişte, Leyla Şahin, Z.T., H.B., N.K. üniversiteden uzaklaştırıldılar; avukat E.A. Barodan atıldı…Kendilerine bunları hatırlatmam benzer bir durumla karşılaşmamaları içindi. Anımsatmayı onlar tehdit ve zorlama olarak algılayıp yorumluyorlar.

Soru : Üniversitelerde türbanın yasaklanması sürecini kısaca özetleyebilir misiniz? Mücadelenizde hangi yasalara, hangi mahkeme kararlarına dayanıyordunuz?

R. Pekünlü :

  • Türban, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen çok sayıda çeşitli kararlarla siyasal İslâm’ın simgesi olarak tarif edilmiş, üniversitelerde ve kamu kurumlarında kullanımı yasaklanmıştır.

Çok sayıda karar örnek verilebilir ama örneğin Anayasa Mahkemesi’nin 7.3.1989 tarihli kararında;

  • “Devlet kuruluşlarında dini inanç ve düşünce sebebiyle belli kişilere örtü veya türban örtme hakkının tanınması, Anayasanın 24. maddesinde belirlenen din ve vicdan hürriyeti sınırlarını aşan ve laiklik ilkesiyle tamamen çatışan bir durum
    arz etmektedir.” denilmektedir.

AİHM de yapılan itiraz üzerine 3.5.1993’te

  • “Yüksek öğrenimi laik bir üniversitede yapmayı seçen bir öğrencinin
    bu üniversitenin düzenlemelerini kabul etmiş sayılacağını, laik üniversitelerin, öğrencilerin kılık kıyafetlerine ilişkin kurallar koyabileceğini, bunun din ve vicdan özgürlüğüne müdahale sayılamayacağını..”
    söylüyor.

Bu kararlar ve dayandıkları yasalar hâlâ yürürlüktedir ve türbanın üniversitelerde kullanımı hukuki olarak hâlâ yasaktır.
Soru : Bu kararların uygulanması veya uygulanmaması noktasında kamu görevlilerine herhangi bir görev düşmekte midir? Kamu görevlilerinin buna müdahale etmesi gerekmekte midir?

R. Pekünlü : TCK madde 279 açıktır:

“Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya
bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Bülent Serim de bu konuya dikkat çekerek Odatv’deki yazısında,

“Anayasal kurallar ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı, özellikle
kamu görevlileri yönünden ‘gereğini yapmak’ zorunluluğunu getirir. Tersini öngören yazı, genelge, yönergeler (idari işlemler), ‘kanunsuz emir’ kategorisine girer ve bu emirlere uyulması kamu görevlisini sorumluluktan kurtarmaz. Çünkü

  • Anayasa’nın 137. maddesinde, Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz. diyor.” diye yazdı. Kısacası kamu görevlisinin müdahale etmesi değil etmemesi suçtur.

Aslında bu da daha önce Türkiye mahkemelerine taşınmış, karara bağlanmış bir konu. Öğrencilerin hakkında yakınmacı olduğu Abant İzzet Baysal Üniversitesi araştırma görevlisi Aygül Oktay, “bazı öğrencilerin yakınmada bulunmaları nedeniyle dersi
terk ettiği ve yetkisi olmadığı halde başka bir derslikte bir grup öğrenciyle ders yaptığı” gerekçesiyle idari yargı tarafından uyarı cezası onanmış. Danıştay 4. Hukuk Dairesi 27.06.2007 tarihinde verdiği kararda “görevini Anayasal ilkelere uygun olarak yerine getirmek isteyen davacı hakkında uyarma cezası verilmesinde hukuka ve mevzuata uyarlık görülmediği gerekçesiyle davacı hakkındaki uyarma cezasının iptaline karar verildiği anlaşılmıştır. (…) Dava konusu olaylar nedeniyle yapılan öbür idari işlemler de idari yargı kararları ile iptal olunmuştur. (…) Şu durumda davacı yararına uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.” denilmektedir. Kısacası araştırma görevlisinin Anayasal ilkelere uygun davrandığı tescil edilmiştir.

Soru : Mahkemenin hakkınızda 2 yıl 1 ay, para cezasına çevrilemeyecek veya hükmün okunmasının geri bıraktırılamayacağı bir ceza vermiş olmasının sizce
nasıl bir anlamı olabilir? Mahkeme neden böyle bir ceza vermeyi tercih etmiş olabilir?

R: Pekünlü : Belirttiğim gibi türban yasağıyla ilgili bütün iç ve dış hukuk yolları kapanmış, Türban yasağı kesinleşmiştir. 1990 yılında çıkarılan 2547 sayılı kanuna eklenen 17. madde ile “Yasalara aykırı olmamak kaydıyla yükseköğretimde kılık kıyafet serbesttir.” düzenlemesi yapılıyor. Anayasa Mahkemesi 1991 yılında açılan dava üzerine, 1989 yılında aynı mahkemenin verdiği kararda türbanın anayasal kurallar tarafından yasaklandığı, “kanunlara aykırı olmama” koşulundaki “kanunlar” sözcüğünün Anayasa’yı da kapsadığını belirtiyor. Dolayısıyla, Anayasa değişmediğine göre
türban yasağı sürmektedir.

Burada yapılmak istenen, değişen siyasal iklim nedeniyle, TCK’nın 112. maddesindeki “Cebir ya da tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla eğitim hakkının engellenemeyeceği” yönündeki maddeyi işleterek
benim üzerimden korkutma ve sindirme politikası uygulamaktır. Kanunlara göre
var olan türban yasağını, kamu otoritelerine gözdağı vererek fiili olarak kaldırmaktır. Bunun için benim cezaevinde yatmam gerekiyor, bunun için ceza 2 yıl 1 ay olarak verilmiştir.

Soru : Bu süreçte çalıştığınız kurum olan Ege Üniversitesi Rektörlüğü nasıl bir tutum aldı?

R. Pekünlü : Ege Üniversitesi Rektörlüğü’ne savcılıktan yazı gönderilerek bana bu konuyla ilgili herhangi bir görev verilip verilmediği, türbanın Ege Üniversitesi’nde yasak olup olmadığı soruldu. Öncelikle rektör Candeğer Yılmaz’ın imzasının bulunduğu yazıda hakkımda “Astroloji ve Uzay Bilimleri Öğretim Üyesi” denilmektedir. Rektörlük yazısında “Astronomi” yazılacağına “Astroloji” yazılması, rektörlüğün ne kadar okültizmin etkisi altında olduğunun göstergesidir.

Türbanın üniversitelerde yasak olduğuna dair, YÖK, rektörlük ve dekanlık makamları tarafından yayınlanmış birçok belge bulunmaktadır. Bir örnek olması adına, eski rektör Prof. Dr. Ülkü Bayındır’a verdiğim dilekçe üzerine gelen yanıt yazısında;

  • “Başörtülü bir öğrencinin Fakülteye alınmaması işleminin hukuka ve ilgili mevzuat hükümlerine aykırı olmadığına karar verildiğinden, başörtü takarak Üniversitemize gelen öğrenciler hakkında gerekli ve yasal işlemlerin yapılması gerektiği hususunda ısrarlı ve kararlı olduğumuz konusunda bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.” denilmektedir.

Rektör bana yazdığı yazıda gereğini rica ederim derken neyi kastediyor acaba?

Oysa E.Ü. Rektörü Cumhuriyet Savcısı’na verdiği yanıtta;

“Üniversitede türban yasağının titizlikle uygulanması talimatının verildiği arşivler dolusu belgelerin varlığını gizleyerek” türban yasağı diye bir yasak olmadığını söylemiştir.
Bu da E.Ü. Rektörü’nün gerçek dışı beyanla beni yasal bir yasak yokken kafasına göre yasak koyup “eğitim hakkını engelleyerek üniversitede anarşi yaratan kanunsuz biri” gösterdiği anlamına gelmektedir. Savcı da bu bildirime dayanarak davayı üniversiteden izin almadan açmıştır.

Nitekim İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi, adıma açılan ikinci davanın, “dava şartı yerine getirilmeden açılmış olması” gerekçesiyle, yani E.Ü. tarafından lüzumu muhakeme ve CMK 223/8 maddesi gereğince durdurulmasına karar verdi.

Ege Üniversitesi Rektörlüğü tarafından lüzumu muhakeme kararı verilerek açılan birinci dava ise Yargıtay’da halen görüşülmektedir.