Etiket arşivi: Ethem Sarısülük

Burası Riyad mı?! Burası Tahran mı?!

Burası Riyad mı?! Burası Tahran mı?!

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet
, 17.12.18
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Denizli’de yaptığı konuşmada, “Gezi” olaylarını hedef alarak, “Bu yollara tenezzül ettiğiniz zaman bu ülkede bunun bedelini size çok ağır ödetiriz” diyerek halkı tehdit etmiştir!

Erdoğan, vatandaşların hakkını aramak için sokaklara çıkabileceklerini ifade eden bir gazeteciyi de hedef göstererek ve kendisine hakaret ederek,

  • “Edep fukarasının bir tanesi çıkmış, sokağa davet ediyor. Ahlaksıza bak. Zaten bunlara yargı gereken cevabı verecektir. Sen ne yapıyorsun, burası Paris mi? Gezi olaylarında zaten herkes dersini aldı” demiştir! 

Bunları söyleyen bir Cumhurbaşkanı! Daha doğrusu kendisini Padişah sanan bir Cumhurbaşkanı! Bir Cumhurbaşkanı vatandaşların anayasal haklarından habersiz birisi olabilir mi? Olamaz. 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı” başlığı altındaki 34. maddesi aynen şunu yazar:

Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” 

Erdoğan, “bu yollara tenezzül ettiğiniz zaman” derken hangi yolu kastetmektedir?! Anayasanın gösterdiği yolu mu?! Bugüne kadar anayasadaki laiklik, demokrasi, hukuk devleti, güçler ayrılığı, düşünce, ifade, basın-yayın özgürlüğü konusundaki ilkeleri yok sayarak sivil darbe yapan Erdoğan, şimdi de gösteri ve toplanma hakkıyla ilgili maddeyi yok sayıyor! 

Gezi” eylemleriErdoğan’ın kurduğu baskı ve dikta rejimine karşı halkın sokaklarda ve meydanlarda düzenlediği bir protesto gösterisiydi. Halk bu eylemle anayasanın 34. maddesi tarafından tanınmış olan hakkını kullanmıştır. Bu eylemlerde lastik ve araç yakma, taş atma ve cam kırma eylemlerini gerçekleştiren vatandaşların oranı binde 1 bile değildir. Bu oran, İçişleri Bakanlığı’nın eylemlere katılan vatandaşların sayısına dair resmi açıklaması ve Emniyet’in şiddet eylemlerine dair tutanaklarıyla ortadadır. “Gezi” eylemlerine katılan milyonlarca vatandaşın neredeyse tamamı, anayasada belirtildiği gibi, silahsız ve saldırısız toplanma ve gösteri yapma hakkını kullanmıştır.

Bu eylemlerde devletin güvenlik güçleri ise, 10’u aşkın vatandaşın ölümüne ve yüzlerce vatandaşın sakat (AS: Engelli denmeli) kalmasına neden olmuş, devlet terörü uygulamıştır. 

Erdoğan gibi, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de halkı tehdit etmiş, 12 Eylül öncesi şartları hatırlatarak,

  • Sarı yelek giyen çıplak yatmayı göze almalıdır demiştir!

12 Eylül öncesinde ABD emperyalizminin, CIA’nın ve Kontr-Gerilla’nın maşası olan MHP, aradan geçen yaklaşık 40 yıla rağmen akıllanmamıştır ve aynı işlevi sürdürmektedir!

  • MHP, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısını ortadan kaldırmaya, Türkiye’yi çağdaş uygarlık hedefinden kopartmaya çalışan AKP’nin koltuk değneği olarak, emperyalizme hizmet etmeye devam etmektedir! 

Gezi” eylemlerinde bu vatan için mücadele ederken yaşamını yitiren 

Mehmet Ayvalıtaş
Abdullah Cömert
Ethem Sarısülük
Ali İsmail Korkmaz
Ahmet Atakan.. 

gibi gençlerin adına, “Burası Paris’mi” diye soran Erdoğan’a ve O’nun yedek lastiği olan Bahçeli’ye şu soruyu sormak gerekir: 

  • Burası Riyad mı?! Burası Tahran mı?!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ (9 TEMMUZ 2014)

 

ÇARŞAMBA İĞNELERİ (9 TEMMUZ 2014)

portresi_kucuk


Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

 

 

KUT-U/LU

RTE kutlu yolculuğu kutulu yolculukla sürdürdü.
Arınç ağladı milleti güldürdü…

HALK

Halk TV, Ekmeleddin Bey’le ilgili olumsuz bilgiler veren Sinan Meydan’ın konuşmasını kesti.
Bu da Y-CHP’nin ileri demokrasisi…

İMAM

RTE, adaylığının ilk konuşmasında adeta cami cemaatine hitap etti.
İmam Hatipliden Harbiyeli veya Mülkiyeli hitabı beklenemezdi…

KUCAK

RTE, adaylığı ilan edilince herkesi kucaklayacağını söyledi.
Kimleri önden, kimleri arkadan ?…

FAKİR

RTE, Cumhurbaşkanlığı için mal beyanı verecek.
Sıfırlananlardan kalanları…

KARA

Kara para aklama ve terör finansmanında riskli on ülke arasına girdik.
Bu başarıyı cumhurbaşkanı adaylığı ile ödüllendirdik…

C(EMAAT)HP

CHP’li Beşiktaş Belediye Bşk. Hazinedar, eskiden olduğu gibi cemaati destekleyeceklerini söyledi.
Balık baştan kokar…

YİYİCİLER

AKP’ye yakınlığı bilinen Prof. Akgündüz, övgü olarak,“Tayyip beyin hükümetleri milletin malının %20’sini yediler.” dedi.
Kutu ve kasaları o kadar alabildi…

SOPA

Ekmeleddin Bey, eli sopalı davranışın PKK’yı isyan ettirdiğini söyledi.
Bahçeli-Kılıçdaroğlu adaylarıyla övünmeli…

KADIN

AKP döneminde kadına şiddet %1400 arttı.
Başlarını örtüp eve kapansınlar, 4’ten çok doğursunlar, erkeğe kul olsunlar
şiddet kalmaz…

KOLLAYICI

Başkale’de bir PKK’lı vuruldu. Gnkur. “Biz vurmadık.” açıklaması yaptı.
TSK‘nın görevi, korumak ve kol0lamaktır…

KATİL

Ethem SARISÜLÜK’ün katil sanığı sonunda tutuklandı.
Sıra emir verenlerde…

SAMSUN

RTE, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda izlediği yolu takip ediyor.
Yazık, yolun değil ilkelerin önemli olduğunu bilmiyor…

 

 

 

 

 

ADD’den Ahmet Atakan Basın Açıklaması

ADD’den Ahmet Atakan Basın Açıklaması
(10 Eylül 2013, Ankara)

ADD_logosu
Hatay’da Gezi Parkı direnişinde alçakça katledilen
Abdullah Cömert’ten sonra

ODTÜ direnişine destek yürüyüşünde yine polisin
orantısız güç kullanımı nedeniyle
bir genç insan daha
yaşamdan kopartıldı.

 

  • Ahmet Atakan; gözü dönmüş iktidarın kolluk kuvveti, polis tarafından öldürüldü.

‘’İleri Demokrasi’’ havarileri öbür öldürülenler gibi Ahmet Atakan’a da
farklı bir ölüm nedeni gösterseler de, gerçek er – geç su yüzüne çıkacaktır.
Bunun örnekleri çok yakın zamanda yaşanmıştır.

Valilerin, gerçek olmadığı kezlerce ortaya çıkmasına karşın ısrarla kendilerine
dikte ettirilen açıklamaları sürdürmeleri, Türk Halkının değil, iktidarın sesi olduklarının
en büyük göstergesidir. Daha 4 ay önce İstanbul Valisi; arkadaşlarıyla
1 Mayıs eylemine katılan Dilan için şu açıklamayı yapmıştı:

“Dilan arkadaşlarının attığı gaz kapsülü ile yaralandı.”

Gerçek daha sonra kamera kayıtlarıyla gözler önüne serildiğinde,
medyadan şu açıklamayı duyuyorduk: ‘

“Dilan, arkadaşların attığı gaz kapsülü ile değil, Polisin attığı gaz kapsülü ile yaralandı.”

Yine aynı şekilde Eskişehir Valisi, Gezi Parkı Direnişinde Ali İsmail Korkmaz için “Arkadaşları dövüp suçu polisin üzerine atmak istemiştir.” açıklamasında bulunmuştu. Daha sonra 5 polis tarafından dövülerek öldürüldüğünü yine medyadan öğrenmiştik. Yine Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek,
Ethem Sarısülük için arkadaşlarının attığı taş ile yaralandığını ve ölümüne neden olduğunu açıklamıştı. Ama daha sonra Ahmet Şahbaz isimli polis memuru tarafından öldürüldüğünü medyaya verilen görüntülerden net olarak görmüştük.

Dün (9.9.13) Antakya’da yaşanan bu olay, aynı senaryoları yeniden hatırlatmıştır.
Polisin attığı gaz kapsülü ile öldürülen Ahmet Atakan’ı belki aynı şekilde daha sonra medyadan görerek gerçekleri öğreneceğiz.

Devlet adına görev yapan Valilerin iktidarı koruyan bu tavırları bizleri ileri günler için
aşırı şekilde endişelendirmektedir. İktidara verilen en büyük cevap,
annesinin vermiş olduğu ‘’SUSUYORUM’’ cevabıdır.

  • Bizlerin ve Türk Milletinin şu anki sessizliği iktidar yandaşlarını korkutsun. 

Gençleri birer birer öldürseniz bile, Türk Halkının 10 yıldır elinden alınmış olan özgürlüklerini, yeniden elde etme mücadelesini engelleyemeyeceksiniz.

Ve son olarak, Bakan Egemen Bağış‘ın bu ölümler üzerine sosyal medyada yaptığı açıklamayı üzüntüyle karşılıyor ve Türk annelerine bu acıyı yaşatanları

LANETLİYORUZ !

İktidarınızın 10 yıldır istikrarda olduğu tek konu ise: ‘

’Almış olduğu canlar ve zaman aşımı bahanesiyle unutturmaya çalıştığı canlardır.’’ADD Genel Merkez Gençlik Kolları
(10 Eylül 2013, Ankara)

Cami-Cemevi’ne Tuzluçayır’da büyük müdahale

Dostlar,

Tam bir insanlık dramıdır olanlar…

Ankara Tuzluçayır – Mamak yöresinde yaşayan insanlara, AKP’nin ünlü akillerinden
Prof. Dr. İzzetin Doğan’ın (artık İZZETULLAH diyorlar..) akil aklıyla  CEMİ – CEMEVİ yaptırılması dayatılıyor..

Prof. Dr. İzzetin Doğan, uluslararası hukuk uzmanıdır. Bilmez mi ki, bu tür girişimler topluluklar arasında görüşme ve uzlaşma ile hatta plebisitle yapılır.

Binlerce Alevi 3 gündür sokaklardadır ve söz konusu projeye var güçleriyle karşı koymaktadırlar.

İzzetin hoca bu ne iştir??

Sen AB fonlarından yararlanmayı da meşru ve makul gördün..

AKP’nin akillerine katıldın..

Şimdi de Cumhuriyet dostu olmadığını herkesin bildiği bir cemaat ile finansman desteği sağlama adına cami – cemevi projesini dayatıyorsun.

Artık yetmez mi?

İnsanlar perişan.. Polis acımasız.. Hele karşıdaki kitle bildik Aleviler olunca..

Vicdanın sızlamıyor mu?

Bu büyük kapsamlı ama hiç de senin gibi söde “akil” olmayı gerektirmeyen assimilasyon projesinden derhal geri çekil.. İnsanların burnu kanamasın, bundan sen sorumlu olacaksın.. 3 gündür nerelerdesin ve neyi seyrediyorsun?

PSAKD (Pir Sultan Abdal Kültür Derneği) haklı, seni “yol düşkünü” kabul ve ilan etmek gerekecek.. Yazıklar olsun..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 10.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Tuzlucayir'da_polis_gazetecileri_darp_etti_8.9.13_Cumhuriyet

Tuzluçayır’da büyük müdahale

Mamak’ta Cem Vakfı ile Fethullah Gülen cemaatinin işbirliğiyle temeli atılan
cami-cemevi projesine yönelik direniş eylemi 3. gününde de sürüyor.
Tuzluçayır Meydanı’nda toplanan yaklaşık 2 bin kişilik gösterici grubu 20.00 itibariyle polisle çatışmaya başladı.

20.15 Yaklaşık 2 bin kadar gösterici Süleyman Ayten ile Okullar Caddesi’nin bulunduğu yere kadar çıktı. Polis, olduğu yerden gaz ve ses bombası atıyor.

20.00 Sülan Ayten caddesinde bulunan iki TOMA, üç Akrep aracı gelen emir üzerine Okullar Caddesi’ndeki cami-cemevi inşaatının önüne kadar çekildiler. Göstericiler ise yukarı doğru yavaş yavaş çıkmaya başladı. İki caddenin kesiştiği noktada meraklı bir grup mahalleli de olayları izliyor.

19.40 Göstericiler Süleyman Ayten caddesinin meydana çıkan tarafına barikat kurdu
ve ateş yaktı. Süleyman Ayten caddesinin başında bulunan üç Akrep Tuzluçayır Meydanı’na doğru inerek göstericilere gaz bombası yağdırdı. Gaz bombalarının
isabet ettiği iki kişi yaralandı. Yaralılar, ambulansla hastaneye kaldırıldı. Akrep’ten atılan gaz bombası bir evin penceresinden içeri girdi. Havanın karardığı mahallede çatışma tüm şiddetiyle sürüyor.

17.50 Tuzluçayır meydanına 5 bin genç hakim. Polis, cemevi-cami inşaatına kadar çekildi. Uzaktan gaz atmakla yetiniyor.

16.50 Polis, Tuzluçayır kavşağından çekildi. Meydanda tümüyle göstericiler var.

16.03 Çatışmadan dönen akrep, Tuzluçayır meydanına giderken bir işyerinin önünde bekleyen gençlerin üzerine durduk yerde gaz bombası attı.

15.45 Tuzluçayır’da Ethem Sarısülük‘ün kardeşi İkrar gaz bombasıyla,
ağabeyi Mustafa ise plastik mermi ile ayağından vuruldu. İkisinin durumu iyi.

15:14 Tuzluçayır kavşağındaki yurttaşların üzerine yakın mesafeden gaz atılıyor. İnsanlar perişan halde. Gaz bulutundan göz gözü görmüyor.

Saat 15.00 Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Kemal Bülbül,
Cemaatle ortak proje yapan Cem Vakfı Başkanı İzzetin Doğan‘ı “yol düşkünü” ilan etti.

FOTO GALERİ/ANKARA’DA CAMİ-CEMEVİ ÇATIŞMASI

Saat 14.05 İşkenceyle gözaltına alınan Bektaş Birdal akrepte fenalaşınca
CHP’li Nazlıaka’nın da devreye girmesiyle ambulans çağrıldı.
Birdal, ambulansla hastaneye yatırıldı. Meydanda gerginlik sürüyor.

İşkenceyle gözaltı

Saat 13.50 20 kadar polis, Tuzluçayır Meydanı’nda yakaladığı Bektaş Birdal adlı kişiyi feci şekilde darp ederek gözaltına almaya kalktı. Bunu gören 10 yurttaş, göstericiyi polisin elinden almaya kalktı. Ancak polis göstericiyi yaka paça şekilde akrep aracına götürdü. Akrep aracının çevresinde toplanan yurttaşlara ise biber gazıyla müdahale edildi. Muüdahalede 2 yurttaş yaralandı. CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka akrebin yanına gelerek polisle görüştü. Müdahaleden Nazlıaka da etkilendi.

Saat 13:30  Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) üyelerinin toplandığı Süyelman Ayten Caddesi’ne o sırada bir TOMA geldi. TOMA’nın durmasına tepki gösteren Aleviler aracın önüne geçerek etten duvar ördü. Bunun üzerine TOMA’dan, ‘Yolu işgal ederek emniyet aracını engelleyerek suç işliyorsunuz. Dağılmazsanız zor kullancağız’ anonsu yapıldı.

Yurttaşlar anonsa rağmen geri adım atmayınca TOMA geri çekilmek zorunda kaldı.
Bir polis şefi tartıştığı dernek üyesine ‘Bize taş atıyorlar, n’apalım gül mü atalım?’ karşılığını verdi.

Saat 13.10 Polis, Tuzluçayır Kavşağı’nda temel atmanın yapılacağı yere doğru çekildi. Kavşağa yaklaşık 3 bin gösterici doldu. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği üyesi 30 kişilik bir grup da oturma eylemi yaptı. Bu sırada kavşaktakilerin barikatlara doğru gelmesi üzerine polis, gaz bombası kullanarak grubu dağıttı.

Barikatların önüne oturan Pir Sultan Abdal Derneği üyelerine yakın mesafeden gaz sıkılması üzerine tartışma yaşandı. Pir Sultan Abdal Derneği Başkanı Kemal Bülbül, olay yerine gelerek13.30’da yapılacak basın açıklaması için izin verilmesini istedi.
Polis şefi ise izin verilmeyeceğini belirtti.

Öte yandan cami-cemevi projesinin temelinin atılacağı bölgenin etrafına polis tarafından bariket çekildi. Çevrede çok sayıda TOMA, akrep aracı ve çok sayıda
çevik kuvvet bekliyor.

Saat 12.30 Bugün saat 14.00’da temeli atılacak projeyi protesto etmek isteyen Mamaklılar Tuzluçayır kavşağında toplanarak eylem yaptı. Polis, toplanan kalabalığa TOMA, akrep, gaz bombası ve basınçlı su ile müdahae etti. Çatışma ara sokaklarda sürüyor; çevik kuvvet, ara sokaklarda eylemci kovalıyor.

Esnaf kepenk kapattı

Atılan yoğun gazdan o sırada olay yerinden geçmekte olan yurttaşlar da olumsuz etkilendi. Bölge esnafı da kepenk kapattı.

İstanbul Galatasaray Meydanı’nda ‘Gezi’ sloganlı destek

Tuzluçayır ve ODTÜ’ye destek icin Galatasaray Meydanı’nda toplanan grup,
sivil polisler tarafından uzaklaştırılıyor. Grup polise ‘Her yer Taksim her yer direniş’ sloganı ve alkışlarla tepki gösteriyor. Polis Galatasaray Meydanı’ndaki grubu ,
Tunel Meydanı’na yönlendirdi. Galatasaray Meydanı’nda tekrar toplanmalar oluyor. Ancak sivil polisler bekleyenleri uzaklaştırıyor. (8 Eylül 2013, Cumhuriyet)

Gazeteler… 28 Temmuz 2013


Gazeteler… 28 Temmuz 2013

Duvar çöktü: iki işçi öldü

* NEVŞEHİR (Cumhuriyet) – Nevşehir’in Ürgüp ilçesi Duayeri Mahallesi Fabrika Caddesi’nde işhanı inşaatında yapılan istinat duvarı çöktü. Bu sırada inşaat alanında çalışan işçilerden 3’ü, kum yığını ve enkaz altında kaldı. İşçilerden Mehmet Karasu (30) ve Kenan Toy (32) yaşamlarını yitirirken, yaralanan Halil Doğan (47) ise Ürgüp Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.

file:/Volumes/orjinaller/28URGUPHAB

 

Hem düğün hem eylem

İstanbul Haber Servisi – Haydarpaşa Garı dün bir nikâha tanık oldu. “Çapulcu Düğünü” adı altında yapılan nikâhta Doa Güney ve Celal Karabulut çifti, birlikte yaşamaya ilk adımı attı. “Geldik, Direndik, Evlendik” pankartının açıldığı düğünde, katılımcılar, “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı attı. Düğünde Haydarpaşa Garı’nın özelleştirilmesinin yanı sıra İstanbul’daki tüm tarihsel, kültürel, toplumsal alanların rant için yağmalanması da protesto edildi. Nikâhın ardından mutlu çift düğüne katılan dostlarıyla Boğaz’da bir tekne turuna çıktı. Protesto, tekne turuyla Boğaz’a taşındı. Damat Celal Karabulut, “Direne direne Haydarpaşa’yı da kurtaracağız” diyerek garın özelleştirilmesine tepki gösterdi. (Cumhuriyet, 28.7.13)

file:/Volumes/orjinaller/28HAYDARPASAGECE

 

Gültan KışanakDersim özür bekliyor

Yurt Haberleri Servisi – BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak, çözüm sürecinde karakol yapımlarına tepki gösterdi. Tunceli’de düzenlenen “38’den Sakine’lere Kadın Özgürleşmesi” panelinde konuşan Kışanak, Tunceli’de dört bir tarafın karakollarla dolu olduğunu söyleyerek çekilme sürecindeki karakol yapımlarını eleştirdi. Kışanak,“Akşam benim kaldığım evde gösteriyorlar. Şu tepe kalekol, bu tepe kalekol, şurası kalekol. Ya böyle bir şey olabilir mi? Evinin balkonunda oturuyorsun, üç taraftan üç tane kalekol görüyorsun. İçtiğin çay zıkkım olup boğazına düğümleniyor yani” dedi. Tunceli’de soykırım yaşandığını, Tunceli halkı ve Alevilerin devletten yıllardan bu yana özür beklediğini anlatan Kışanak “Devlet adına resmi olarak Dersim halkında özür dilenmesi gerekiyor” diye konuştu. (Cumhuriyet, 28.7.13)

file:/Volumes/orjinaller/28GEZI1GECE

Tutuklu isyanı       : Gezi Parkı Direnişi sırasında tutuklananların aileleri, 4. kez Galatasaray’da buluşarak oturma eylemi yaptı. Aileler, tutukluların derhal bırakılmasını isted. Tutuklu Çağrı Aydan’ın ağabeyi Cihan Aydan, toplam 138 Gezi direnişçisinin tutuklu olduğunu, gözaltı ve tutuklamaların sürdüğünü belirterek

  • “Çocuklarımız susturulmak isteniyor. Eline satır, bıçak, pala alıp insanlara saldıranlar, üzerine araba sürüp kaza süsü verenler, Ali İsmail Korkmaz’ı katledenler gibi ortamı terörize edenler hakkında herhangi bir adli, idari yaptırım uygulanmazken; özgürlük isteyen, adalet isteyen, bu zulüm dursun diyen çocuklarımız ve yakınlarımız gözaltına alınıp tutuklandı. Katillerin dışarıda, barışçıl gösterilere katıldığı için, haksızlığa karşı çıkan çocuklarımız içeride olduğu bir adalet, adalet değildir.” dedi.

İftar saatine doğru ise polisin kurşunu ile katledilen Ethem Sarısülük’ün
ölümünün 40. günü dolayısıyla lokma dağıtıldı. (Cumhuriyet, 28.7.13)

************************

portresi

 

Av. Celal Ülgen : 

En şiddetli mahkûmiyet kararları çıkacak!

 

 

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi adı üstünde Özel yetkili bir ağır ceza mahkemesi.” Olağan günlerin değil, olağandışı dönemlerin, baskıcı ve özgürlük kısıtlayıcı dönemlerin mahkemesi olarak geçecek tarihe. Bu mahkemelerin
ilk uygulaması savunmanın sesini kısmak ve alabildiğince avukatları konuşturmamak oldu. Çağa, baskıya, şiddete, susturmaya tanıklık etmeyi, karşı çıkmayı, dik durmayı, seçenler hakkında suç duyuruları yapıldı, duruşmalardan kovuldu.

  • Hatta avukatlar mahkeme salonunun tam ortasında mahkeme başkanının talimatıyla eli coplu robokopların saldırısına uğradı.

Tarih elbette bu mahkemeleri layık oldukları yerlerine oturtacaktır.
Bu mahkemelerin Türk ceza yargısına verdiği zarar 10 yılda giderilemez boyutlara ulaştı.

Bu mahkemeler kanuna göre değil kendi alışılmış uygulamalarına göre yargılama faaliyeti icra ettiler.

Büyük projeler, üretilmiş deliller, sahte ihbarcılar, polis ile savcının, polis ile yargıcın kol kola olduğu-birlikte iş kotardığı organizasyonlar birbiri ardına
bu mahkemelerin aklanmasından geçti.

Baskıcı uygulamalar 

Bu mahkemeler şimdiye dek yaptıkları baskıcı uygulamaları taçlandırmak isteyecekler.

Bu açıdan tarihin en şiddetli mahkûmiyet kararları bizi bekliyor.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis, 15 yıl, 20 yıl hapis cezaları
havada uçuşacak.

11 yıldır süren bu rejim aslında sivil bir darbenin, sivil bir diktanın rejimi olmuştur.

5 Ağustos (2013), totaliter unsurlar taşıyan bu faşist dönemin dibi olacaktır.
5 Ağustos, üretilmiş ve hukuka aykırı delilleri bir dönem hukukunun temel taşı yapan zihniyetinin yıkılışının başlangıcı olacaktır.

****************************************************

 

HALK AYAKLANMASININ SOSYAL PSİKOLOJİK İRDELEMESİ


SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMLERİ, KOLLUK VAHŞETİ ve R.T. ERDOĞAN ÜZERİNDEN;
HALK AYAKLANMASININ SOSYAL PSİKOLOJİK İRDELEMESİ


Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim – Danışma Kurulu
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net

“Sessiz Çığlık” eyleminde bu Cumartesi de katıldık.
Kitle sayısal olarak önceki haftadan daha küçüktü.
Ankara tatile çıkıyor galiba.. diye düşündük. Ama tekerlekli sandalyesinde bir kadın da oradaydı! Hasdal’da, Hadımköy’de, Maltepe’de, Silivri’de, Sincan’da… zindanlarda tutsak ya da rehin alınan asker – sivil yurttaşların yakınları idi gene bir avuç..

Ellerinde “sevdiceklerinin” fotoğrafları vardı.. Yer yer kollarının var gücüyle
yukarı kaldırıyor, yorulunca da sıkı sıkı göğüslerine bastırarak tutuyorlardı.

Kadınlar, ağızları bağlı örgü örüyorlardı. Hava çok sıcaktı..

Bir gezgin (mobil) sesbüyütürden (hoparlör) marşlar çalınıyordu..
Güzelim Harbiye Marşı da!
Basın olarak Ulusal Kanal ve Başkent TV dışında mikrofon görmedik
ama en az 5-6 kamera üçayaklarının (tripod) üzerinde çekim yapmaktaydı.

Geçen hafta, birşeyler söylemek istediğimizi düzenleyiciye belirtmiştik. O hafta tümüyle
“sessiz çığlık” idi yapılan.. Ağızlar bağlı, kadınlar eşlerine çorap – hırka vb. örüyor;
fotoğraf ve posterler de zaten dilsiz..

Siyasal iktidar belki bu “dil” den anlardı !? Ama olumlu gelişen bir şey olmuyordu..

Bu hafta ilk sözü, Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüz aldılar. Bırakalım hukukun özünü, yani her somut olayda gerektiğinde hukuk yaratarak adaleti gerçekleştirmeyi; apaçık, net, pozitif hukuk kurallarının (normlarının) bile nasıl ayaklar altına alındığından örnekler verdi. Uluslararası normların da.. Dehşet verici bir tablo idi. Çünkü Hukuk içinde kalarak hak arama ve adaletsizliği dışlama (bertaraf etme) olanağı kalmamıştı.. Peki ne yapılacaktı?

Karşımızda hukuku pervasızca çiğneyen, yargıyı büyük ölçüde siyasallaştırmış bir iktidar vardı. Nasıl savaşım verilecekti? Silahlar denk değildi.. Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüz’ü dinlerken kafamızda bu acı çağrışımlar dolaşmaktaydı.

**************
Mikrofon bize uzatıldığında aşağı – yukarı şunları söyledik (yazarken eklemeler yaptık) :

Ülkemizin değişik zindanlarında yıllardır tutsak / rehin alınan asker – sivil yurttaşlarımızı
saygı ve sevgi ile selamlıyoruz. Verdikleri ulusal dava savaşımının (mücadelesinin) ortaklarıyız. Bu günler de elbet bitecektir. Onurlu ve dik duruşları nedeniyle onlarla övünüyoruz..

Biz bu gün burada salt bilimsel bir değerlendirme yapacağız. 40 yılı aşan tıp birikimimizi
öne çıkaracağız. Politik söylemler iktidarı çok rahatsız ediyor. Belki bilimsel gerçekler işe yarar??

Pekii.. Bir canlı, bir toplum neden ÇIĞLIK atar?

Tehlikede olduğunu, yardıma gereksinimi olduğunu başkalarına duyurmak için..
Bu davranışın Tıpta, Psiko-biyolojide karşılığı, Hans Selye’nin STRES KURAMI’dır.
Canlılar strese sokulduklarında ÇIĞLIK atarlar. Bu çığlık doğası gereği seslidir ve hatta olabildiğince yüksek şiddette (dBA) ve tizdir ki, duyulma olasılığı artsın.

Ne var ki, 1 yıla varan süredir bu eylemler SESSİZ ÇIĞLIK olarak yürütülüyor.
Hem çığlık atılacak hem de bu eylem, doğasına aykırı olarak SESSİZ olacak!
Aşkolsun bu halka, helal olsun bu insanların sabır, olgunluk ve yaratıcılıklarına!
Ancak bu sessiz çığlıkları da duyan yok! Oysa seslisinden etkili olur diye umulmuştu!

Çare neydi? Çare, hükümeti rahatsız edecek eylemlerde.. Bu belirlemenin de payı
olsa gerek ki, 1 aydır bu kez “İNTİFADA” (sesli mi sesli çığlık!) sergilenmekte.
İşte bu tablo siyasal iktidarı epey ürküttü ve o ölçüde de orantısız şiddet hatta vahşet kullanmaya başladı.

Oysa sağduyu, bu insanların ne dertleri olduğunu anlamaya çalışmayı gerektiriyordu.
Ardından da demokratik uzlaşma kültürünün gereği olarak istemleri olabildiğince,
hukuk içinde karşılamak..

Ne ki, tam tersini gözlüyoruz.. Gittikçe artan kolluk şiddeti..
Bu bir kısır döngüdür ve Sistem Kuramı’na göre yıkım doğurur.
Yıkılacak olan Halk değilse kimdir? Elbette siyasal iktidardır!

  • 5 insanımız öldü! 13 insan gözünü yitirdi, çok sayıda insanın yüzünde sabit izler kalacak (Adli tıp deyimi ile Çehrede sabit eser).. 60 dolayında ağır yaralı var. Kafatası kırılanlar, kaburgaları kırılanlar, halen yoğun bakımda olanlar.. 8 bini aşkın resmi kayıtlı yaralı var..
  • Bir de milyonlarca gönlü kırıklar.. Yani psişik travma alanlar ki; olumsuz etkileri bırakın yaşam boyu sürmeyi, kuşaklar boyunca aktarılabilecek olanlar.. Özellikle can yitikleri!

Ne oluyoruz?? Ülkede iç savaş mı var??

Ve araçlarını bu denli ölçüsüz, orantısız, hukuk dışı ve yaralama – öldürme erekli kullanan polise parasal ödül (Osmanlı Ulufesi?) 2 anlama gelebilir :
Ya açık bir psikolojik savaş ya da tam bir düşünsel karmaşa – şaşkınlık (mental konfüzyon)! İki seçenek de birbirinden sakıncalı AKP yönetimi ve ülkemiz için.

Çok talihsiz bir saptama ki, ülkenin tepe yöneticisi “kör gözüm parmağına” tutumu içinde. Hem de inatla, gözü kara biçimde.. Kolluk tek tutamağı gibi, tek koruyucusu gibi, öylesine bir algı içinde. Halkının en az yarısını kendisine “düşman” görmekte. Oysa demokraside ötekileştirme yoktur, çoğunluk baskısı olamaz, çoğulculuk temeldir. En az sayıdaki insanların bile hakları korunur. İktidarınız değil %50 (ki gerçekte matematiksel olarak hiç %50 olmadığı gibi halen çok daha düşük, AKP azınlık iktidarı!), % 80 bile olsa, mutlak sınırlarınız vardır. Onlar TEMEL İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİ’dir! Bunun da çerçevesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi – AİHS ve İnsan hKları Evrensel Bildirgesi (İHEB)‘dir ve Türkiye her 2 Sözleşmeye de taraftır, hukuksal olarak bu üstün hukuk normlarıyla bağlıdır (Anayasa md. 90)! Mahkemelerimiz yer yer referans almaya başlamıştır.

  • Bu olaylar AİHM’ne taşınacak ve Türkiye çok sayıda davada ciddi mahkumiyetler alacaktır. AKP iktidarının 10,5 yıllık siyasal – tarihsel ömrü ve işlevi tamama ermiştir.

Toplumsal olaylarda kolluk, güvenlik önlemi alırken, sağlık hizmetleri için de koridorlar açmak zorundadır. YAŞAM HAKKI kutsaldır ve her şeyin üzerindedir. Devletin de 1. görevi yurttaşın can – mal güvenliğini sağlamaktır. Polis bunu becerememekte, Sağlık Bakanlığı da görevini gereği gibi yapmamaktadır. Oluşan kabul edilemez hizmet boşluğu, gönüllü hekimler tarafından Türk Tabipleri Birliği örgütlemesi ile kapatılmaya çalışılmış ve çok sayıda acil sağlık hizmeti gereksinimi yerinde karşılanmıştır. Bu yapılmasa idi tablo çok daha ağır olabilirdi.

Hükümet en azından bu katkıyı şükranla karşılamak yerine, bir başka irrasyonel davranışla sağlık personelini ellerini arkadan kelepçeleyerek gözaltına almıştır! Yetkili Cumhuriyet savcısı bu açık yasa dışı davranışa nasıl göz yumabilir? Bırakın arkadan kelepçelemeyi, normal kelepçenin de koşulları yoktur! Bu kişilerin kaçma olasılığı, kendisine ya da çevresine zarar verme olasılığı.. Hangisi vardı?
Üstelik elleri arkadan kelepçelenen insanın özel olarak korunması gerekir..

Gözaltına alınırken itilir kakılırsa ve düşerse kendisini ciddi – ağır yaralanmalardan nasıl korur? Yoksa amaç – murat tam da bu mudur? Tam da bu tür vahşet midir parasal ödül (başa bela Yeniçeri ulufesi!) getiren? Oysa sağlık çalışanlarının savaşta bile dokunulmazlığı vardır. Kendilerine ateş edilmez, tutsak alınmazlar.. Hipokrat yemini ve Tıbbi Deontoloji Tüzüğü (md. 3), hekimleri her durumda gereksinim sahiplerine
tıbbi yardımla yükümlü kılar.

Bir de Sağlık Bakanlığı’nın soruşturma işlemi.. Tam bir trajik-komedi! Türkiye Barolar Birliği Sağlık Bakanlığı hakkında, çok yerinde bir girişimle suç duyurusunda bulundu. Türk Tabipleri Birliği de bugünkü kongresinde Bakanlığı kınadı ve bu yardımın gerektiğinde sürdürüleceğini açıkladı (Başkan, Hacettepe tıbbiyesinden sınıf arkadaşımız sevgili Prof. Özdemir Aktan’ın ağzından).

  • Biz de diyoruz ki; BARİ SAVAŞ HUKUKU UYGULAYIN!

Polisin kullandığı basınçlı suya gelince : Bir kez basıncı çok yüksek, çarptığı insanları savurup yere seriyor.. Bu ciddi yaralanma, sakatlanma hatta ölüm riski demektir. Gözünüze gelirse kesin olarak parçalar ve kör edebilir. Bu bakımdan basıncının azaltılması ve 45 derece açı ile yere sıkılması gerekir. En fazla diz altı düzeyinde insana sıkılabilir çok zorunlu kalınırsa..

İçine “ilaç” koymaya gelirsek.. İstanbul Valisi beyefendi “Suya kimyasal değil ilaç konuyor” buyurmuş. Özürü kabahatini öyle aşkın ki.. Bir kez ilacı yalnız hekimler kullanır. Böylesi bir amaçla kullanımı hekimlerin de yetkisinde değildir. İlaç kullanımı hekimler için ciddi tıbbi – yasal yükümlülükler de doğurur. Vali bey güya “kimyasal kullanmıyoruz” demeye getiriyor ama bilgisi her ilacın bir “kimyasal” olduğunu ayırt edemeyecek düzeyde! AKP’nin valisinin bu hallerini art alana itersek, tablo vahimdir. Kolluk, basınçlı suyu hatalı ve vahşice kullanmakla yetinmemekte, boyalı kimyasal katarak insanları damgalamaktadır. Ayrıca bu boyalı kimyasallar deride yangı tepkimesi oluşturarak insanların canlarını ek olarak yakmaktadır. Beklenen, her aracı mübah sayarak protestocuları dağıtmaktır. RT Erdoğan’ın asabı fena bozulmakta, tahammül edememekte, kalabalıkları zaafiyeti olarak görmekte ve İçişleri Bakanına kesin talimat vermektedir : DAĞITIN!

  • Halkın vergisi Ulufe ile ödüllendirilen Polis de “DAĞILIN LAN DAĞILIN!” buyurmaktadır.

An gelir, Halepçe vb. örneklerdeki gibi halkına kimyasal silah kullanma eşiğine gelirsiniz, uyaralım.. Bu sulara hiçbir kimyasal madde katılMAmalı ve yukarıda belirttiğimiz kısıtlarla kullanılmalıdır.

BİBER GAZI sorunu.. Başbakan habire “olağandır, polis kullanır..” deme zorunluğunu neden duyuyor? Danışmanları O’na, AİHM’nin Nisan 2012’de Ali Güneş davasında Türkiye’yi mahkum ettiğini, 10 bin € tazminat ödendiğini neden söylemiyor?? Ya da R.T. Erdoğan bilmezden mi geliyor? Bu gazların içeriği nedir? Bir hekim olarak bunları bilmemiz gerekir ki, etkilenenlere uygun sağaltım verebilelim, varsa özgül antidotunu kullanalım. TTB İçişleri Bakanlığından içerik bilgilerini sordu ancak yanıt yok. Oysa Anayasa md. 74 dilekçeye “gecikmeden” yanıt edimi yüklüyor İdareye!

BİBER GAZI kapalı mekanlara asla sıkılmamalı, kitleler uyarılmadan kullanılmamalı!
Ya uygulama?! Düşük yoğunlukta ve havaya 45 derece açı ile atılmalıdır. Bu koşullarda bile insanlar zarar görürse, AİHM kararı uyarınca Devlet – Kolluk zincirleme sorumludur ve Devletin, zararı hatalı kamu görevlisine rücu (geri yükleme) zorunluğu vardır (Anayasa md. 40).

40 yılı aşan tıbbi birikimimizle rahatlıkla söyleyebiliriz ki;

  • Başbakan R.T. Erdoğan’ın ruhsal duygudurumu (mood)
    ülkemizi yönetebilecek durumda değildir.

Her gün yazılı basın ve TV’lerden bu durum açık ve net olarak izliyoruz.. Başbakan, yineleyelim, zorunlu bir “mola” almalıdır. Bir yurttaş olarak, tam donanımlı bir Üniversite hastanesinden “görevini sürdürebilir” raporu almasını istiyoruz. Başbakan buna zorlanmalıdır. Türk Tabipleri Birliği, Türk Psikiyatri Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği HASUDER, Türk Psikologlar Derneği..
bu bağlamda demokratik baskı kümesi olmalıdırlar.

TÜBA, TÜBİTAK, Üniversiteler etkisizleştirilmiştir
, sesleri çık(a)mamaktadır!
Başbakanın sağlık raporu almaya yanaşmayacağı kesin gibidir. O zaman “yokluğunda” (gıyabında) rapor düzenlenebilir.. Bu rapor istemi, bir demokratik meşru direniş yöntemidir. Çünkü bu kişinin davranışları kamuoyu önündedir. Panik bozukluğu içindedir. Bilerek ve isteyerek gerçek dışı açıklamalarda ve tahriklerde bulunmakta, halkını yanıltmaya ve ayrıştırmaya çalışmaktadır. Realiteden kopmuş gibi bir görünümü vardır, bu durum çok tehlikeli bir dissosyasyona neden olabilir. Dissosyatif sendromlar tıpta ağır tablolardır, kişilerin hak (ve fiil!) ehliyetlerini ciddi düzeyde sınırlamak gerekebilir. Ayrıca Erdoğan’ın mental kapasitesinde apaçık bir regresyon izlenmektedir; geçen hafta Kayseri mitinginde kalabalıklara 2 kez “kadanızı alırım sizin” gibi üzerinde tıp literatüründe çooook durulması gereken aşırı abartılı atipik bir duygusal tepki göstermiştir. Regresyon, puerilizm eşiğinde ciddi midir?

Bu kritik soruların yanıtını merak ediyoruz. Gerçek durum bu ise, R.T. Erdoğan‘ın
tıbbi raporla en azından bir süre görevinden ayrılması ve tedavi edilmesi gerekebilir. Durumun ortaya konması ise, 5 kişilik bir Psikiyatrist kurulunun raporunu gerektirir.
Bunu istemeliyiz. Bu arada Devletin başı olan kişi, Çankaya’da neden bu denli atıldır neden, neden, neden?

Sonuç olarak :İktidar ağır panik bozukluğu içindedir, halk, deyimi yerinde ise “teneke çalmaktadır”. Eylemler tüm dünyada haklı, meşru ve de çooook yaratıcı bulunmaktadır! Sağduyu, herkesten çok R.T. Erdoğan’a ve AKP yöneticilerine düşmektedir. Bürokrasi, yasadışı emirleri uygulamamalıdır. Allah’tan ümit kesilmez; Çankaya’da oturan AKP’li zat da, hidayete erişir mi acaba?? Göreceğiz.

Siyaset kurumu, bu inanılmaz güzellik ve incelik (zarafet) taşıyan halk direnişine benzer yaratıcılıkla önderlik etme yükümü altındadır. Bu, dayanılmaz, karşı konulmaz, ertelenemez asal bir tarihsel sorumluluktur. Aksi takdirde dere, akacağı yatağı kendi potansiyeli ile bulacak ve çok kapsamlı bir politik tasfiye kaçınılmaz olacaktır. Adnan Binyazar‘ın söylemiyle;

  • “Son sözü, tarihin en kritik yerinde hep direnenler söyleyecektir!”..

Direniş şehidi, polis kurşunu kurbanı Ethem Sarısülük de bu dövizi taşıyordu vurulduğunda.. Elinde başkaca hiçbir şey yoktu.. Ama mahkeme, katil sanığı
polis Ahmet Şahbaz‘ı “nefsi müdafa” bağlamında salıverdi!? Dayan yüreğim dayan.. Dayanacak ve örgütlü savaşımla (mücadele) ile bu deli gömleğini de mutlaka yırtacağız.

Herkese ama herkese sabır, kolaylık ve kesin bir sağduyu diliyoruz.

  • Umutsuzluk, ATATÜRK’ün devrimci halkına yakışmaz, bilimsel değildir, duygusaldır.

Felsefeci Prof. Ahmet İnamUmutsuzluk Ahlaksızlıktır diyor aynı adı taşıyan kitabında!

Önümüzde “3 D modeli” duruyor :

1. Diren Türkiye!

2. Dik dur Türkiye!

3. Dev-ri-le-cek-ler !!!

Sevgi ve saygı ile.
6.7.2013, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK

ADD Bilim – Danışma Kurulu
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net

===============================

Değerli meslektaşlarım,
(Türkiye Psikiyatri Derneği)

Ekte bir yazım var.

  • SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMLERİ, KOLLUK VAHŞETİ ve R.T. ERDOĞAN ÜZERİNDEN; HALK AYAKLANMASININ SOSYAL PSİKOLOJİK İRDELEMESİ

Web sitemdeki erişimi de aşağıda..

http://ahmetsaltik.net/sessiz-ciglik-eyleminde-neler-soyledik/

Zaman ayırabilir ve okursanız çok sevinirim..

TPD açısından da eylem planları üretilebilir.

TPD’ye çağrım ve önerilerim var.

Değerlendirilmesi ve yüz yüze tartışabilmek dileği ile.
4.7.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
AÜTF Halk Sağlığı AbD
profsaltik@gmail.com

SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMİNDE NELER SÖYLEDİK??


SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMLERİ, KOLLUK VAHŞETİ ve R.T. ERDOĞAN ÜZERİNDEN;
HALK AYAKLANMASININ SOSYAL PSİKOLOJİK İRDELEMESİ

Dostlar,

Sessiz Çığlık” eyleminde bu Cumartesi de katıldık.
Kitle sayısal olarak önceki haftadan daha küçüktü.
Ankara tatile çıkıyor galiba.. diye düşündük.
Ama tekerlekli sandalyesinde bir kadın da oradaydı!
Hasdal’da, Hadımköy’de, Maltepe’de, Silivri’de, Sincan’da… zindanlarda tutsak
ya da rehin alınan asker – sivil yurttaşların yakınları idi gene bir avuç..

Ellerinde “sevdiceklerinin” fotoğrafları vardı.. Yer yer kollarının var gücüyle yukarı kaldırıyor, yorulunca da sıkı sıkı göğüslerine bastırarak tutuyorlardı.

Kadınlar, ağızları bağlı örgü örüyorlardı. Hava çok sıcaktı..

Bir gezgin (mobil) sesbüyütürden (hoparlör) marşlar çalınıyordu…
Güzelim Harbiye Marşı da!
Basın olarak Ulusal Kanal ve Başkent TV dışında mikrofon görmedik ama
en az 5-6 kamera üçayaklarının (tripod) üzerinde çekim yapmaktaydı.

Geçen hafta, birşeyler söylemek istediğimizi düzenleyiciye belirtmiştik. O hafta tümüyle “sessiz çığlık” idi yapılan.. Ağızlar bağlı, kadınlar eşlerine çorap – hırka vb. örüyor; fotoğraf ve posterler de zaten dilsiz..

Siyasal iktidar belki bu “dil” den anlardı !?

Ama olumlu gelişen bir şey olmuyordu..

Bu hafta ilk sözü, Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüz aldılar. Bırakalım hukukun özünü, yani her somut olayda gerektiğinde hukuk yaratarak adaleti gerçekleştirmeyi; apaçık, net, pozitif hukuk kurallarının (normlarının) bile nasıl ayaklar altına alındığından örnekler verdi. Uluslararası normların da.. Dehşet verici bir tablo idi. Çünkü Hukuk içinde kalarak hak arama ve adaletsizliği dışlama (bertaraf etme) olanağı kalmamıştı.. Peki ne yapılacaktı?

Karşımızda hukuku pervasızca çiğneyen, yargıyı büyük ölçüde siyasallaştırmış bir iktidar vardı. Nasıl savaşım verilecekti? Silahlar denk değildi.. Hukukun Egemenliği Derneği Başkanı Sayın Av. Erdem Akyüzü dinlerken kafamızda bu acı çağrışımlar dolaşmaktaydı.

*******************

Pablo_Neruda_Halkin_gercek_gucu

Mikrofon bize uzatıldığında aşağı – yukarı ve şunları söyledik (yazarken eklemeler yaptık) :

Ülkemizin değişik zindanlarında yıllardır tutsak / rehin alınan asker – sivil yurttaşlarımızı saygı ve sevgi ile selamlıyoruz. Verdikleri ulusal dava savaşımının (mücadelesinin) ortaklarıyız.

Bu günler de elbet bitecektir. Onurlu ve dik duruşları nedeniyle onlarla övünüyoruz..

Biz bu gün burada salt bilimsel bir değerlendirme yapacağız. 40 yılı aşan tıp birikimimizi
öne çıkaracağız. Politik söylemler iktidarı çok rahatsız ediyor. Belki bilimsel gerçekler işe yarar??

Pekii.. Bir canlı, bir toplum neden ÇIĞLIK atar?

Tehlikede olduğunu, yardıma gereksinimi olduğunu başkalarına duyurmak için..
Bu davranışın Tıpta, Psiko-biyolojide karşılığı, Hans Selye’nin STRES KURAMI’dır. Canlılar strese sokulduklarında ÇIĞLIK atarlar.
Bu çığlık doğası gereği seslidir ve hatta olabildiğince yüksek şiddette
(dBA) ve tizdir ki duyulma olasılığı artsın.

Ne var ki, 1 yıla varan süredir bu eylemler SESSİZ ÇIĞLIK olarak yürütülüyor.
Hem çığlık atılacak hem de bu eylem, doğasına aykırı olarak SESSİZ olacak!
Aşkolsun bu halka, helal olsun bu insanların sabır, olgunluk ve yaratıcılıklarına!
Ancak bu sessiz çığlıkları da duyan yok! Oysa seslisinden etkili olur diye umulmuştu!

Çare neydi? Çare, hükümeti rahatsız edecek eylemlerde.. Bu belirlemenin de payı olsa gerek ki, 1 aydır bu kez “İNTİFADA” (sesli mi sesli çığlık!) sergilenmekte. İşte bu tablo siyasal iktidarı epey ürküttü ve o ölçüde de orantısız şiddet hatta vahşet kullanmaya başladı.

Oysa sağduyunun gereği, bu insanların ne dertleri olduğunu anlamaya çalışmayı gerektiriyordu. Ardından da demokratik uzlaşma kültürünün gereği olarak istemleri olabildiğince, hukuk içinde karşılamak..

Ne ki, tam tersini gözlüyoruz.. Gittikçe artan kolluk şiddeti..
Bu bir kısır döngüdür ve Sistem Kuramı’na göre yıkım doğurur.
Yıkılacak olan Halk değilse kimdir? Elbette siyasal iktidardır!

– 5 insanımız öldü,
– 13 insan gözünü yitirdi,
– çok sayıda insanın yüzünde sabit izler kalacak
(Adli tıp deyimi ile Çehrede sabit eser)..
– 60 dolayında ağır yaralı var. Kafatası kırılanlar, kaburgaları kırılanlar,
halen yoğun bakımda olanlar..
– 8 bini aşkın resmi kayıtlı yaralı var..

Bir de milyonlarca gönlü kırıklar..
Yani psişik travma alanlar ki olumsuz etkileri bırakın yaşam boyu sürmeyi, kuşaklar boyunca aktarılabilecek olanlar.. Özellikle can yitikleri!

Ne oluyoruz?? Ülkede iç savaş mı var??

Ve araçlarını bu denli ölçüsüz, orantısız, hukuk dışı ve yaralama – öldürme erekli kullanan polise parasal ödül (Osmanlı Ulufesi?) 2 anlama gelebilir :
Ya açık bir psikolojik savaş ya da tam bir düşünsel karmaşa (mental konfüzyon)!
İki seçenek de birbirinden sakıncalı AKP yönetimi ve ülkemiz için.

Çok talihsiz bir saptama ki, ülkenin tepe yöneticisi “kör gözüm parmağına” tutumu içinde. Hem de inatla, gözü kara biçimde.. Kolluk tek tutamağı gibi, tek koruyucusu gibi, öylesine bir algı içinde. Halkının en az yarısını kendisine “düşman” görmekte.
Oysa demokraside ötekileştirme yoktur, çoğunluk baskısı olamaz, çoğulculuk temeldir. En az sayıdaki insanların bile hakları korunur. İktidarınız değil %50 (ki gerçekte matematiksel olarak hiç %50 olmadığı gibi halen çok daha düşük, AKP azınlık iktidarı!), % 80 bile olsa, mutlak sınırlarınız vardır :

TEMEL İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİ!
Bunun da çerçevesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi – AİHS‘dir ve
Türkiye bu Sözleşme’ye taraftır, hukuksal olarak bu üstün hukuk normlarıyla bağlıdır (Anayasa md. 90)!

  • Bu olaylar AİHM’ne taşınacak ve Türkiye çok sayıda davada ciddi mahkumiyetler alacaktır. AKP iktidarının siyasal – tarihsel ömrü ve işlevi tamam olmuştur.

Toplumsal olaylarda kolluk, güvenlik önlemi alırken, sağlık hizmetleri için de koridorlar açmak zorundadır. YAŞAM HAKKI kutsaldır ve her şeyin üzerindedir. Devletin de
1. görevi yurttaşın can – mal güvenliğini sağlamaktır. Polis bunu becerememekte,
Sağlık Bakanlığı da görevini gereği gibi yapmamaktadır. Oluşan kabul edilemez hizmet boşluğu, gönüllü hekimler tarafından Türk Tabipleri Birliği örgütlemesi ile kapatılmaya çalışılmış ve çok sayıda acil sağlık hizmeti gereksinimi yerinde karşılanmıştır.
Bu yapılmasa idi tablo çok daha ağır olabilirdi. Hükümet en azından bu katkıyı şükranla karşılamak yerine, bir başka irrasyonel davranışla sağlık personelini ellerini
arkadan kelepçeleyerek
gözaltına almıştır! Yetkili Cumhuriyet savcısı bu açık yasa dışı davranışa nasıl göz yumabilir? Bırakın arkadan kelepçelemeyi, normal kelepçenin de koşulları yoktur! Bu kişilerin kaçma olasılığı, kendisine ya da çevresine zarar verme olasılığı.. Hangisi vardı? Üstelik elleri arkadan kelepçelenen insanın özel olarak korunması gerekir.. Gözaltına alınırken itilir kakılırsa ve düşerse kendisini ciddi – ağır yaralanmalardan nasıl korur? Yoksa amaç – murat tam da bu mudur? Tam da bu tür vahşet midir parasal ödül (başa bela Yeniçeri ulufesi!) getiren? Oysa sağlık çalışanlarının savaşta bile dokunulmazlığı vardır. Kendilerine ateş edilmez,
tutsak alınmazlar.. Hipokrat yemini ve Tıbbi Deontoloji Tüzüğü,
hekimleri her durumda gereksinim sahiplerine tıbbi yardımla yükümlü kılar.

Bir de Sağlık Bakanlığı’nın soruşturma işlemi.. Tam bir trajik-komedi!
Türkiye Barolar Birliği Sağlık Bakanlığı hakkında, çok yerinde bir girişimle
suç duyurusunda bulundu. Türk Tabipleri Birliği de bugünkü kongresinde Bakanlığı kınadı ve bu yardımın gerektiğinde sürdürüleceğini açıkladı
(Başkan, tıbbiyeden sınıf arkadışımız sevgili Prof. Özdemir Aktan’ın ağzından).

  • Biz de diyoruz ki; BARİ SAVAŞ HUKUKU UYGULAYIN!

 

Sessiz_ciglik_konusmamiz_30.6.13

 

 

 

 

 

 

 

Polisin kullandığı basınçlı suya gelince : Bir kez basıncı çok yüksek, çarptığı insanları savurup yere seriyor.. Bu ciddiyaralanma, sakatlanma hatta ölüm riski demektir. Gözünüze gelirse kesin olarak parçalar ve kör edebilir. Bu bakımdan basıncının azaltılması ve 45 derece açı ile yere sıkılması gerekir. En fazla diz altı düzeyinde insana sıkılabilir çok zorunlu kalınırsa..

İçine “ilaç” koymaya gelince.. İstanbul Valisi beyefendi “Suya kimyasal değil ilaç konuyor” buyurmuş. Özürü kabahatini öyle aşkın ki.. Bir kez ilacı yalnız hekimler kullanır. Böylesi bir amaçla kullanımı hekimlerin de yetkisinde değildir. İlaç kullanımı hekimler için ciddi tıbbi – yasal yükümlülükler de doğurur. Vali bey güya “kimyasal kullanmıyoruz” demeye getiriyor ama bilgisi her ilacın bir “kimyasal” olduğunu ayırtedemeyecek durumda! AKP’nin valisinin bu hallerini art alana itersek, tablo vahimdir. Kolluk, basınçlı suyu hatalı ve vahşice kullanmakla yetinmemekte, boyalı kimyasal katarak insanları damgalamaktadır. Ayrıca bu boyalı kimyasallar deride yangı tepkimesi oluşturarak insanların canlarını ek olarak yakmaktadır. Beklenen, her araç mübah olarak protestocuları dağıtmaktır. RT Erdoğan’ın asabı bozulmakta, tahammül edememekte, kalabalıkları zaafiyet olarak görmekte ve Bakanına kesin talimat vermektedir : DAĞITIN!

  • Polis de “DAĞILIN LAN DAĞILIN” buyurmaktadır.

An gelir, Halepçe vb. örneklerdeki gibi halkına kimyasal silah kullanma eşiğine gelirsiniz, uyaralım.. Bu sulara hiçbir kimyasal katılMAmalı ve yukarıda belirttiğimiz kısıtlarla kullanılmalıdır.

BİBER GAZI sorunu.. Başbakan “olağandır, polis kullanır..” deme zorunluğunu neden duyuyor? Danışmanları O’na, AİHM’nin Nisan 2012’de Ali Güneş davasında Türkiye’yi mahkum ettiğini, 10 bin € tazminat ödendiğini neden söylemiyor?? Ya da RTE bilmezden mi geliyor? Bu gazların içeriği nedir? Bir hekim olarak benim bunları bilmem gerekir ki, etkilenenlere uygun sağaltım verebileyim, varsa özgül antidotunu kullanayım. TTB İçişleri Bakanlığından sordu ancak yanıt yok.. Oysa Anayasa md. 74 “gecikmeden” yanıt yükümlüğü yüklüyor İdareye!

Kapalı mekanlara asla sıkılmamalıdır, kitleler uyarılmadan kullanılmamalıdır.
Düşük yoğunlukta ve havaya 45 derece açı ile atılmalıdır. Bu koşullarda bile insanlar zarar görürse, AİHM kararı uyarınca Devlet – Kolluk zincirleme sorumludur ve
Devletin zararı hatalı kamu görevlisine rücu (geri yükleme) zorunluğu vardır.

40 yılı aşan tıbbi birikimimizle rahatlıkla söyleyebiliriz ki;

  • Başbakan R.T. Erdoğan’ın ruhsal duygudurumu (İng. mood) ülkemizi yönetebilecek durumda değildir.

Her gün yazılı basın ve TV’lerden bu durum açık ve net olarak izliyoruz.

  • Başbakan zorunlu bir “mola” almalıdır.

Bir yurttaş olarak, tam donanımlı bir Üniversite hastanesinden “görevini sürdürebilir” raporu almasını istiyoruz. Başbakan buna zorlanmalıdır. Türk Tabipleri Birliği,
Türk Psikiyatri Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği HASUDER, Türk Psikologlar Derneği.. bu bağlamda baskı grubu olmalıdır.

TÜBA, TÜBİTAK, Üniversiteler etkisizleştirilmiştir
, sesleri çık(a)mamaktadır!
Başbakanın buna yanaşmayacağı kesin gibidir. O zaman “yokluğunda” (gıyabında) rapor düzenlenebilir.. Bu rapor istemi bir demokratik meşru direniş yöntemidir. Çünkü bu kişinin davranışları kamuoyu önündedir.  Panik bozukluğu içindedir. Bilerek ve isteyerek
gerçek dışı açıklamalarda ve tahriklerde bulunmakta, halkını yanıltmaya ve ayrıştırmaya çalışmaktadır. Realiteden kopmuş gibi bir görünümü vardır, bu durum çok tehlikeli
bir dissosyasyona neden olabiliir. Dissosyatif sendromlar tıpta ağır tablolardır,
kişilerin hak (ve fiil) ehliyetlerini ciddi düzeyde sınırlamak gerekebiir. Ayrıca ruhsal kapasitesinde apaçık bir regresyon izlenmektedir; geçen hafta Kayseri mitinginde kalabalıklara 2 kez “kadanızı alırım sizin” gibi üzerinde çooook durulması gereken
bir abartılı duygusal tepki göstermiştir. Regresyon, puerilizm eşiğinde ciddi midir?

Bu kritik soruların yanıtını merak ediyoruz.
Gerçek durum bu ise, RT Erdoğan’ın tıbbi raporla en azından bir süre görevinden ayrılması ve tedavi edilmesi gerekebilir.
Durumun ortaya konması 5 kişilik bir Psikiyatrist kurulunun raporunu gerektirir.
Bunu istemeliyiz.

Bu arada; Devletin başı olan kişi, neden bu denli atıldır neden, neden?

Sonuç olarak :  İktidar panik içindedir, halk, deyimi yerinde ise “teneke çalmaktadır”. Eylemler tüm dünyada haklı, meşru ve de çooook yaratıcı bulunmaktadır.
Sağduyu herkesten çok R.T. Erdoğan’a ve AKP yöneticilerine düşmektedir.
Bürokrasi de, yasaya aykırı emirleri uygulamamalıdır. Allah’tan ümit kesilmez; Çankaya’da oturan AKP’li zat da, hidayate erişir mi acaba?? Göreceğiz.

Siyaset kurumu, bu inanılmaz güzellik ve incelik (zarafet) taşıyan halk direnişine
benzer yaratıcılıkla önderlik etme yükümü altındadır.
Bu, dayanılmaz, karşı konulmaz, ertelenemez asal bir tarihsel sorumluluktur.
Aksi takdirde dere, akacağı yatağı kendi potansiyeli ile bulacak ve
kapsamlı bir politik tasfiye kaçınılmaz olacaktır.

Adnan Binyazar‘ın söylemiyle

  • “Son sözü, tarihin en kritik yerinde hep direnenler söyleyecektir!”..

Direniş şehidi, polis kurşunu kurbanı Ethem Sarısülük de bu dövizi taşıyordu vurulduğunda.. Elinde başkaca hiçbir şey yoktu..
Ama mahkeme, katil polis Ahmet Şahbaz’ı “nefsi müdafa” bağlamında salverdi!?
Dayan yüreğim dayan..

Dayanacak ve örgütlü savaşımla (mücadele) ile bu deli gömleğini de
mutlaka yırtacağız
.

Herkese ama herkese sabır, kolaylık ve kesin bir sağduyu diliyoruz.

Umutsuzluk ATATÜRK’ün devrimci halkına yakışmaz, bilimsel değildir, duygusaldır.

Felsefeci Prof. Ahmet İnam, “Umutsuzluk Ahlaksızlıktır” diyor bu adı taşıyan kitabında!

Adnan_Binyazar_son_sozu_hep_direnenler_soyler

Önümüzde 3 D modeli duruyor..

Diren Türkiye!

Dik dur Türkiye!

Dev-ri-le-cek-ler !!!

Yazımız pdf olarak da okunabilir :

 

HALK_AYAKLANMASININ_SOSYAL_PSIKOLOJIK_IRDELEMESI

Sevgi ve saygı ile.
30.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Polis 13 yaşındaki çocuğu 1.5 saat dövdü!

Dostlar,

Aşağıdaki haber çok ama çok rahatsız edici ve o ölçüde de olacaklara ilişkin
yol gösterici.

Başbakan, Polisin apaçık vahşetini aklamaya çalışır ve arkasında durursa,
daha da güçlendireceğiz” derse.. (Ne yazık ki RTE böyle davranmaya mahkum!..)

İstanbul’da Çevik Kuvvet Şube Müdürü dehşet veren bilançoya karşın,
“2. Çanakkale zaferi kazandınız..” derse.. (genellikle bu denli gerçek dışı absürd sözleri ağır ruh sağlığı bozukluğu olan hastalarımız söylerler..)..

Bir mahkeme, Ethem Sarısülük‘ü kamera kayıtlarına göre apaçık hedef gözeterek öldüren polis “Ahmet Şahbaz” ı, eldeki kanıtlara ters biçimde “meşru müdafa” bağlamında tutuksuz yargılama kararı verirse..

Biz de bir soru soralım :
Bunca olup bitenler halkın yaşam hakkını savunmaya dönük

TOPLUMSAL – KOLLEKTİF MEŞRU MÜDAFA değil mi?

Yönetim demokrasi dışına düşerse, halkın meşru direnme hakkı
bütün dünyada tanınmış bir hak değil mi?

Sorular da uzatılabilir..

Ethem Sarısülük‘ü vuran polisin olayında mahkeme;

kanıtların toplandığını
– sanığın kanıtları karartma olanağının kalmadığını
– sanığın kamu görevlisi olduğu için kaçma olasılığının da bulunmadığını
– sanığa denetimli serbestlik uygulanacağını… hüküm buyurmuş..
CMK’nın ilgili hükümlerini böyle yorumlamış ve uygulamış..
Bülent Arınç hazretleri de bu karardan mutlu olmuşlar,
üstelik Hükümet sözcüsü olarak

Ortada bir cinayet olduğu halde..

Pekii…

Benzer kararlar Ergenekon – Balyoz vb. tertip davaların sanıkları için niçin yıllardır uygulanmıyor? 5-6 yıldır hala kanıtlar toplanmadı mı? Yeter kanıt olmadan mı tutuklandılar? Nereye kaçacaklar, üst düzey kamu görevlisi değil mi çoğu?
Bunlara denetimli serbestlik yasak ya da haram mı?

Bir de “adli tıp” ın “temiz” raporu vermesi.. Yetmedi, Ankara Numune Hastanesi’nin
rapor düzenlemekten kaçınması.. Görevi ihmal ve kötüye kullanmaktan daha ağır bir suçtur, ayrımcılıktır, suça ortaklıktır! Hipokrat yemini etmişler adına utanç vericidir, kahredicidir. TTB (Türk Tabipleri Birliği) ivedilikle soruşturma açmalıdır.
Sağlık ve Adalet Bakanlıkları da.. Ama balık baştan kokmadıysa!

………………….

Listeyi uzatabiliriz..

Bütün bunlar o ülkede adaletin kalmadığını, zulmün egemen olduğunu,
yönetenlerin de diktatörleştiğini, tiranlaştığını.. ortaya koyar.

Senaryo, –en azından Mısır’dan beri- bildik ve klasiktir..

Sonu da öyle olacaklardır..

Suç hanelerini kabartmakta ve gidişlerini hızlandırmaktadırlar.

Ödeyecekleri fatura da şişmektedir.. (Adil bir yargılama ile..)

Tarihler, ne acı ki, böylesi dönemde, tiranlaşanların sağduyu çağrılarını duymadıklarını yazıyor. Ve tarih, ders almayan aptallar için yineliyor (tekerrür ediyor)..

Ankara Barosu’nun aileye destek vermesini dlleriz.
Muhalefetin vahim olayı “etkili” biçimde TBMM gündemine taşımasını..
Siyasetin de “gerekli soruşturmayı yapmasını…” desek, hayalci, ütopik mi oluruz?

Thomas Moore’un ÜTOPYA’sı 1500’lü yılların başlarında yazılmıştı (1516)..
Bunların çoğu günümüzün verili olağan gerçekleri oldular..

  • Savaş değil, barış 
  • Çatışma değil, diyalog 
  • Çifte standart değil, adalet 
  • Üstünlük değil, eşitlik 
  • Sömürü değil, işbirliği 
  • Baskı ve tahakküm değil, insan hakları özgürlükler ve demokrasi.. istiyoruz.

Son söz Antik Yunan düşünürü Demokritos’tan (MÖ 460-370) :

  • “Adaletsizlik eden, adaletsizliğe uğrayandan mutsuzdur.” 

Kurban henüz 13 yaşında.. Öğrenme güçlüğü var üstelik..
Polis “gözaltına aldık” bile demiyor.. Aileye gerçek dışı bilgi verebiliyor!..

Arka arkaya dehşet zinciri.

Ama halk bu zinciri de kıracak!

Çok ama çok can sıkıcı haber aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
25.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

***************************************************

Polis 13 yaşındaki çocuğu 1.5 saat dövdü!

Ankara’da gözaltına alınan ve öğrenme güçlüğüolan 13 yaşındaki Alperen Aydoğdu‘nun annesi Derya Aydoğdu, oğluyla birlikte tekme tokat Akrep’e bindirilen
bir kadına da hakaret edildiğini anlattı. Aydoğdu, polislerin kadın ve oğluna

  • “Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyorsunuz. Gelsin kurtarsın bakalım sizi..”

dediğini söyledi.

Cumhuriyet Ankara–  Dikmen’deki eylem sırasında gözaltına alınan 13 yaşındaki ortaokul öğrencisi Alperen Aydoğdu’nun annesi Derya Aydoğdu, o gece oğlundan
1.5 saat haber alamadığını, 4 kez aradığı Emniyet’in de“Oğlunuz gözaltında değil” yanıtını verdiğini söyledi. Aydoğdu, “öğrenme güçlüğü” raporu bulunan ve rehabilitasyon merkezine giden oğlunun, Akrep aracında tekmelendiğini, dövüldüğünü bildirdi. Derya Aydoğdu, o gece yaşadıklarını gazetemize şöyle anlattı:

Çocuklarımı kaybettim: Biz her zaman yürüyüşe katılıyorduk Dikmen’de.
Olaysız geçiyordu. İki oğlumla birlikte yürüyüşe katıldık biz. Çocuklar yanımdaydı.
Ani bir müdahale oldu. Çocuklarımı kaybettim. Sonrasında büyük oğlumu bulabildim. TOMA’dan su sıkılmıştı çocuğuma. Yüzünde ve vücudunda yanmalar olduğunu söyledi (A. Saltık’ın notu : Yasal haklarını kullanan insanlara basınçı su sıkmak suçtur + bu suya kimi kimyasallar katmak katmerli suçtur!). Biz onunla ilgilenirken Alperen’i malesef bulamadık.

Akrep içinde dayak: Oğlumu Akrep içine alıyorlar. Yaka paça döverek ve küfrederek. Onunla birlikte 45-50’li yaşlarda bir hanımefendiyi daha gözaltına alıyorlar ve
akrebin içinde darpa devam ediyorlar. Ağza alınmayacak hakaretler ediyorlar.
Bu arada söyledikleri şeyler de şunlarmış: 

  • “Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyorsunuz.
    Gelsin kurtarsın bakalım Mustafa Kemal sizi bizim elimizden.” 

Hanımefendiye yakasındaki polis amblemini öptürmeye çalışıyor polis.
Öpmeyince de darp etmeye devam ediyorlar.

4 kez aradım yok dediler: Emniyet merkezini aradığımda gözaltına alınanların 4 tane yetişkin olduğunu, içinde çocuk olmadığını söylediler. Ben 4 kez Emniyet’i aradım. Oradan bir vatandaş aradı “Elimde çocuğunuzun gözaltına alındığına dair görüntüler var” dedi. Gittim. Görüntüleri inceleyince yeniden Emniyet’i aradım. Çocuğum nerede, dedim.

Bana “Hanımefendi o saatte o çocuğun orada ne işi vardı?” dediler.

1.5 saat ulaşamadım: Oğlum gece 03.30’da gözaltına alındı. 1.5 saat çocuğumdan haber alamadım. Ben çocuğumu Muharrem İnce aracılığı ile bulabildim.
Sonra çocuğu Dikmen Karakolu’na getirdiler. İnce’nin karakola girmesine
izin vermediler. Kapının önünde de bekletmediler. Karakoldan çocuk şubeye götürüldü. Çocuk şubeden savcılığa çıkarıldı. 13 yaşındaki bir çocuğa resmen terörist muamelesi yapıldı. Çocuğun tişörtündeki yazıya kadar sorular sordular.
Yakınmacıyız, kesinlikle bunun arkasını bırakmayacağız.

Hacettepe’den rapor: Tabii darptan haberimiz yoktu. Oğlum bana söylemedi, üzülmemem için. Birlikte alındıkları hanımefendi söyledi. “Oğlunuzun kafasına bakın.” dedi. “Çocuğu dövdüler” dedi. Çocuğumun bacaklarında tekme izleri var, kafasında şişlik var, ensesinde de yine aynı şekilde. Tekmelemişler çocuğu.

  • Adli Tıp her zamanki gibi temiz raporu verdi.
  • Biz Hacettepe Hastanesi’nden darp raporu aldık.
  • İlk gittiğimiz Numune Hastanesi de bize rapor vermeyi uygun görmedi.

Unutamıyor: Alperen şu anda çok iyi değil. Yaşadıklarını unutamıyor.
Yanındaki hanımefendiye yapılan hareketler ve gözünün önünde dövülmesinden
çok etkilenmiş. Bacaklarına botlarla vurduklarını anlatıyor.

Döverken “Biz Osmanlı’nın torunlarıyız” demişler.

(25 Haziran 2013, Cumhuriyet haber portalı)

O polisin kimliği açıklandı


O polisin kimliği açıklandı!

Ankara’da polis kurşunuyla vurularak öldürülen Ethem Sarısülük‘ün ailesinin avukatı Kazım Bayraktar, ölümün silahla olduğunun kesinleşmesi ve raporların incelenmesinin ardından savcılığın emniyetten, polisin ismi ve silahını istediğini söyledi.

18 Haziran 2013 Salı 13:16
 O polisin kimliği açıklandı

ANKARA- Ethem Sarısülük’ün öldürülmesini soruşturan Cumhuriyet Savcısı
Veli Dalgalı, ön otopsi raporu ve Jandarma bilirkişinin raporu ile görgü tanıkları,
olay yeri MOBESE ve güvenlik kameralarının görüntülerini inceledi.Sarısülük ailesinin Avukatı Kazım Bayraktar, ölümün silahla olduğunun kesinleşmesi
ve raporların incelenmesinin ardından savcılığın emniyetten, polisin adı ve silahını istediğini anımsattı.Bayraktar, Emniyetin, A.Ş, isimli polisin bilgilerini ve silahını savcılığa ilettiğini açıkladı.
Bayraktar, “Savcı, polis memurunun ifadesini alacak. Silahı da kriminal inceleme için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Biz jandarma kriminale gönderilmesini bekliyorduk. Neden İstanbul’a gönderildiğini de savcılıktan öğreneceğiz.” dedi.

  • Bu haberle ilgili yorumumuz aşağıda.. Okunmasını dileriz..

==============================================

Dostlar,

27 Mayıs 1960 Devrimi, öncesinde tek1 üniversite öğrencisinin (Orman Fak. öğr. Turan Emeksiz) polis kurşunuyla öldürülmesine büyük ölçüde bağlıdır.

Taksim direnişi 3. haftasında ve resmen bilinen 5 kurbanımız var.
(1’i polis komiseri, belki de kaza ölümü..)

Aradan yarım yy. geçmiş ve hala vahşet, hala polis şiddetinin adam öldürmeye varması..

Bu durum kabul edilemez..

Ethem Sarısülük, apaçık, adı” A.Ş.” (Ahmet Şahbaz) olarak açıklanan o polis tarafından 4,8 m uzaklıktan kafasına hedef gösterilerek ateş edilmesiyle göz göre göre vurulmuştur (1 Haziran 2013; ölümü 15.6.13) ..

Tüm kamera kayıtları ile durum ortadadır ve 1 hafta – 10 gün içinde gelinen yer yalnızca polisin adının ve silahının savcıya verilmesidir.

Bu kişi hala serbesttir.
CMK uyarınca SANIK bir yana, ŞÜPHELİ işemi bile görmemektedir.
Acaba kaçma olasılığı, kanıtları karartma olanağı var mıdır?
Neden hemen göz altına alınmaz, önlem için tutuklanmaz?
Ortada 1 genç masum insanın ölümü var..

Ergenekon vd. tertip davalarda yurtsever asker – sivil aydınların nasıl hukuk
ayaklar altına alınarak yıllardır tutuklu olduğu gözönünde..

Bu çifte standart, kamuoyunu yalnızca sızlatmamakta, oluk oluk kanatmaktadır.

İşlenen suç cinayet.. Eldeki kanıtlar nerdeyse SUÇÜSTÜ niteliğinde :

Bu polisin görüntüleri, video kayıtları ortalıkta dolaşıyor..
Aşağıdaki erişkelerden (linklerden) izlenebilir..

http://webtv.hurriyet.com.tr/20/50860/0/1/ethem-sarisuluk-hayatini-kaybetti-ankara-daki-gazi-parki-olaylarinda-boyle-vurulmustu.aspx

http://webtv.hurriyet.com.tr/2/50629/0/1/ankara-daki-gezi-parki-protestolarinda-ethem-sarisuluk-boyle-vuruldu.aspx

Bu olayın üstü hiçbir biçimde kapatılamaz.

16.6.13 günü bu sitede yazdığımız kapsamlı yazıya bakılmalıdır :

OHAL’e 1 adım kaldı : Yoksa her şey bu hedefe mi yönelikti??

(http://ahmetsaltik.net/ohale-1-adim-kaldi-yoksa-her-sey-bu-hedefe-mi-yonelikti-3/)

Başbakan RTE bugünkü parti grup toplantısında bu konuya neden hiç değinmedi?

Rahmetli Ethem Sarısülük‘ün yakını bir kadın, olay yerinde 14 saattir hareketsiz yatarak olayı canhıraş protesto ediyor..

Konu dünya kamuoyunun gündemindedir.

Rahmetlinin ablası ve ağabeyi de eylemi desteklemekte.

Hükümetten ilgili bir bakanın derhal olay yerine giderek, gerekli güvenceyi kamuoyu önünde açık olarak ve ivedilikle vermesi gereklidir.

İçişleri Bakanı kamuoyu önünde emniyete açık talimat vererek adli kovuşturmanın önünün açılmasını istemeli ve sağlamalıdır.

Türk polisi yasa dışı bir cinayet örgütü değildir, olamaz!
Namuslu polis şefleri, bu cinayeti işleyeni elbette adalete teslim edeceklerdir.
Kendilerine yakışan ve kendilerinden beklenen budur.

Bu acı olayın faturası mutlaka ödenmelidir, ödenecektir.

Muhalefet de TBMM’de bu iğrenç cinayetin izlemcisi olmalıdır.

TBB (Türkiye Barolar Birliği),  TTB (Türk Tabipleri Birliği), insan hakları  örgütleri..
olayı özenle, adım adım izlemeli, demokratik baskı grubu işlevini sürdürmelidir.

Sarısülük ailesinin ve yakınlarınıni ulusumuzun acısını paylaşıyoruz.

16.6.13 Pazar günü rahmetlinin cenaze töreni için Kızılay’da toplanılmasını engelleyen yersiz ve hukuksuz polis şiddetini bir kez daha kınıyoruz. Aşırı şiddetle oradaki yaklaşık 50 bin insan dağıtıldı.. Gazlandık, ilaçlı su sıkıldı.. Tören dağıtıldı. Binlerce insan alana gelemedi ve Batıkent’te Cemevi törenine de katılamadı.. biz de Kızılay’dan döndük.

Rahmetli Ethem’in ağabeyinin TOMA’ya bedenini siper etmesi bile
gözükara polis vahşetini durduramadı..

Çok yazık..

Sonsözü, direniş şehidi Ethem Sarısülük‘e bırakalım :

Ethem Sarısülükün cenazesine müdahale

Sevgi, saygı ve derin acı ile.
18.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net