Etiket arşivi: dil devrimi

Aydın nefreti

Anasayfa - Prof. Dr. Can CEYLAN
Prof. Dr. Can CEYLAN
03 Ağustos 2023, Cumhuriyet

 

  • “Bir memleketteki azınlık, eğer menfaatini çoğunluğun cehaletinde ararsa umumi felaket muhakkaktır.” Atatürk, 1923

Kurtuluş ve Kuruluş yıllarında, okulu olan köylerin parmakla gösterildiği, nüfusun %90’dan çoğunun okuma-yazma bilmediği bir coğrafyadan bugünlere geldik.

Gönül, okul sayısının artması, eğitimin yaygınlaşması ve aydınlarımızın çoğalması ile hedeflenen noktaların daha da ötesinde olduğumuzu söyleyebilmeyi çok isterdi.

Ancak, nicelik nitelikle birleşmediğinde, kötücül odakların sinsi planları devrede olduğunda; bunun olası olmadığını deneyimlemek suretiyle (yoluyla) bugünleri görme gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Başa dönecek olursak; söz konusu yıllarda ülkenin kalkınabilmesi için, öncelikle cehalet ve eğitimsizliğe karşı savaşım verilmesi yadsınamaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştı.

CEHALETLE SAVAŞ

Mustafa Kemal’in, Cumhuriyet henüz ilan edilmemişken 1921’de Ankara’da “Maarif Kongresi” düzenlemesi de bu eksikliğin bir an önce giderilmesi kaygısından kaynaklanıyordu. Osmanlı döneminde yüz yıllarca, padişaha kulluk ederek yaşamaya alışan ya da alıştırılan kuşakların, eğitimli bireyler durumuna getirilmesi, günümüz koşullarına göre kuşkusuz çok daha zordu. Kaldı ki; kısıtlı eğitimin toplumun dinsel ögelere dayalı, evrensel değerlerden uzak medrese eğitimi ile veriliyor olması, halkın prangalarından kurtulması için gerekli çağdaş eğitim atılımını daha da çetrefilli bir çembere sokuyordu.

Koşullar ne denli zor olursa olsun, bu açmaz; en yakın dava-silah arkadaşlarının bile, Kurtuluş için manda altına girmekten başka seçenek olmadığını düşündüğü zor yıllarda, bunu Sivas Kongresi’nde kesin bir dille reddeden Mustafa Kemal gibi bir deha için olanaksız değildi. Bu çerçevede “Tevhidi Tedrisat Kanunu”, Dil Devrimi, medreselerin, tekke-türbe ve zaviyelerin kapatılması; Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Âli Yücel gibi öncü eğitim neferleri; yurt dışından getirilen Prof. Kühne, Prof. Malche gibi eğitim danışmanları, millet mektepleri, halk odaları, Halkevleri ve sonrasında açılan Köy Enstitüleri; hep halkı, kitlendiği çağdışı çıkmazlardan kurtararak çağdaş düzeylere getirme çabalarının sonucu olarak yaşama geçirilmişti.

Öyleyse, bu denli önemli eğitim devrimleri ile üst düzeylere getirilen ülke ve toplum, nasıl oldu da günümüzde, en az baştaki karanlık yıllar ölçüsünde olumsuz noktalara sürüklendi. Gerçekte geçmişte de çağdaş eğitim modelleri; “fuhuş yuvası olma”, “kökü dışarıda olma” gibi us dışı suçlamalarla, dinsel ögelere dayalı, evrensel ilkelerden uzak medrese modellerine geri dönülmesi, kız çocuklarının eğitim kulvarında (yolağında) yer almaması biçiminde gerici yaklaşımlarla sekteye uğratılmaya çalışılmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunmuştu.

Aydınlarımız, gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz, öğretmenlerimiz bu süreçte kimi zaman sürgün yiyerek, meslekten çıkarılarak, darbeci-terörist yaftası yiyerek, mahkeme kapılarında aklanmaya çalışarak, cezaevlerinde gün sayarak ve kimi zaman da yurtsever duruşlarının bedelini canları ile ödeyerek bu suçlama ve saldırılardan paylarını almışlardır.

Geldiğimiz son noktada, siyasal parti önderlerinin anti-demokratik (demokrasi karşıtı) yaklaşımları, Kuruluş ilkelerinden uzaklaşılması, siyasal kadrolara gerçek yurtsever aydınlar yerine, önemli ölçüde aydın kisvesine bürünmüş, koltuk ve çıkar peşinde koşan parti yöneticileri ve milletvekillerinin dadanması; toplumsal yozlaşmanın doğruya evrilmesinin ve düze çıkılmasının önünde, örseleyici engeller olarak tüm çıplaklığıyla durmaktadır.

Kuduz vakaları ve halk sağlığı

Olaylar ve Görüşler

Dr. Gülay ERTÜRK
VETERİNER HEKİMLER DERNEĞİ GENEL BAŞKANI

21 Temmuz 2023 Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)


Kuduz
yine gündemimizde. Her yıl 60 bine yakın insanın kuduzdan öldüğü dünyada, bu sadece geri kalmış ülkelerin sorunu. İnkübasyon (AS: kuluçka) süresi değişmekle birlikte 2 hafta ile 2 ay arasıdır. Tedavisi (Sağaltımı) imkânsızdır (olanaksızdır). Sadece (yalnızca) aşı ile korunmak mümkündür (olanaklıdır).

Ülkemizde kuduza yakalanma ihtimali (olasılığı) olan hayvan türleri; köpek, kedi, sığır, koyun, keçi, at, eşek gibi evcil hayvanlarla kurt, tilki, çakal, domuz, ayı, sansar, kokarca, gelincik gibi yabanıl hayvanlardır. Ülkemizde kuduz olan hayvanların %93’ünün evcil hayvanlar olduğu ve ilk sırayı %59 ile köpeklerin aldığı görülmektedir.

HASTALIK AŞAMALARI

Kuduz bir hayvanın enfeksiyöz salyası ile ısırılma ve hatta sağlam mukoza yolu ile temas, hastalığı insana bulaştırır.

Hayvanlarda klasik kuduz seyrinde enfeksiyon üç dönemde kendini gösterir. Sükûnet dönemi, saldırgan dönem ve felç dönemi. Saldırganlık dönemi görülmeden de kuduz seyredebilir. Saldırganlık döneminin görülmediği kuduz seyir şekline sakin kuduz denir. Kedi ve köpeklerde kuduz hastalığında, virüs, santral sinir sisteminden tükürük bezlerine ulaştıktan sonra on gün içinde hastalık belirtileri ortaya çıkar ve hayvan ölür. Bir başka deyişle ısıran hayvan salyasında virüs taşıyorsa, on gün içinde ölmesi beklenir. Bu nedenle kedi ve köpeğin on gün gözlemi önerilir.

TEDAVİ (Sağaltım) SÜRECİ

İnsanlarda, kuduz riskli temas proflaksisinde (AS: Korumasında) en önemli adım yara bakımıdır. İyi bir yara bakımı kuduz virüsü geçişini azaltmadaki en etkili yöntemdir. Virüs uzun süre ısırık bölgesinde kalabileceği için aradan geçen süreye bakılmaksızın yıkama işlemi mutlaka uygulanmalıdır. Mekanik olarak virüsün mümkün olduğu kadar (olanak ölçüsünde) uzaklaştırılması amaçlandığından su ve sabun ile yıkama çok önemlidir. (AS: Akar su altında 15 dakika) 

AŞININ ÖNEMİ

Bugün kuduz için yapılan aşıların tümü ithal (dışalım) aşılardır. Oysa aşı üretimi konusunda ülkemizde veteriner hekimler çok tecrübelidirler (deneyimlidirler). 1882’de Pasteur kuduz aşısını bulduğunda, Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit’in, aşı ile ilgili eğitimi almaları için Paris’e gönderdiği üç kişilik kuruldaki kişilerden biri Baytar Hüsnü Bey idi. 1900’lü yılların başından başlayarak 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dahil, 2000’li yıllara gelinceye dek aralıksız olarak veteriner aşı ve (AS: bağışık) serumları üretilmiştir. Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitülerinde çok sayıda viral, bakteriyel ve paraziter aşı geliştirilmiştir. Ülkemizde aşı üretim alanında, günümüzdeki dışa bağımlılığının önlenmesi için kamu ve özel sektörde yerli aşı üretiminin desteklenmesi ve GMP (AS: İyi Üretim Uygulamaları) sistemi yatırımlarının acilen (ivedilikle) yapılması gereklidir.

Türkiye’de Sağlık Bakanlığı verilerine göre her yıl ortalama 200 binin üzerinde insan kuduz riskli temas nedeniyle sağlık birimlerine başvurmaktadır. Kuduz bu denli önemli iken, Sağlık Bakanlığı bünyesinde “Veteriner Halk Sağlığı” birimi yoktur. Oysa hayvanlardan geçecek hastalıklar (zoonozlar) için ilk ve en iyi savunma hattını veteriner hekimler oluşturur.

Gerek yerel yönetimlerde, gerekse ilgili bakanlıklar bünyesinde veteriner otoritesi yeniden yapılandırılmadığı sürece, kuduzdan uyuza birçok hastalık hayvanlardan insanlara bulaşmaya devam edecektir.
=====================================
Dostlar,

Kuduz kuşkulu ısırık ve yaralanmaların yönetiminde Dünya Sağlık Örgütü rehberi son derece önemli ve değerlidir. Erişim için lütfen tıklayınız..

WHO Guide for Rabies Pre and Post Exposure

Bir de ulusal rehberimiz var, Sağlık Bakanlığınca hazırlanan; güncel ve başarılı :
https://hsgmdestek.saglik.gov.tr/depo/birimler/zoonotik-vektorel-hastaliklar-db/zoonotik-hastaliklar/2-Kuduz/6-Rehbler/Kuduz_Profilaksi_Rehberi.pdf

Türkiye Ulusal Refik Saydam Koruyucu Sağlık Kurumu’nu derhal yeniden açmalı ve teknolojisini, uzman insangücünü sağlayarak başta aşılar (bakteriyel, viral, paraziter) olmak üzere bağışık serumlar, anti-toksinler, immunglobulinler, koagülasyon faktörleri ve değişik biyolojik ürünlerin, NBC savaş karşı kimyasallarının, temel ilaçların.. ülkemizde üretimi sağlanmalıdır. Bu ürünler stratejik olup, tümü ile dışalıma (ithalata) bağlı olmak kabul edilemez.

Öte yandan, Tıp Fakültelerindeki “Halk Sağlığı Anabilim Dalı” gibi, Veteriner Tıbbı (Veterinary Medicine) fakültelerinde Veteriner Halk Sağlığı (Veterinary Public Health) Anabilim Dallarının kurulması zorunludur.

Dünya Sağlık Örgütü’nün “Tek Tıp – Tek Sağlık” yaklaşımı / politikası “İnsan – Hayvan – Çevre Sağlığı” önlemlerinin bütüncül ele alınmasını öngörmektedir.

Gerekli kurumlaşmalar sağlandığında sayın yazarın belirttiği GMP (İyi Üretim Uygulamaları) uygulamalarına ek GLP (İyi Laboratuvar Uygulamaları) ve GCP (İyi Klinik Uygulamaları) uygulamaları da yerine getirilecektir.

Sağlık Bakanlığı kuduz kuşkulu ısırık, yaralanma olgularına tıbbi destek verecek birimleri sayıca artırarak ülkeye yaymalı, aşı – bağışık serum (Kuduz İmmun Globulin) sıkıntısına yer vermemelidir.

  • 21. yy’da kuduzdan ölüm yüz kızartıcıdır ve yöneticilerin mutlak insancıl, hukuksal sorumluluğunu doğurur (Anayasa m. 2, 56, 125 vd.)
    ***

Not    : Sayın yazarın dili, şaşılacak ölçüde eski ve Türkçe dışı. Türkçemize yazık. Üzülerek ve rahatsız olarak sıkça, ayraç içinde Türkçe sözcükler koyduk..

DİL DEVRİMİ, Atatürk Devrimlerinin ayrılmaz parçasıdır ve öksüz bırakılamaz. Atatürk’ün Türk Dil Kurumu‘nu kurduğu 26 Temmuz 1932’de yaptığı uyarıyı usumuzdan hiç çıkarmamalıyız :

  • “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” / Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Paşa, İş Bankası gelirlerinden Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu için sürekli gelir / akar sağlayarak akçalı bağımsızlıklarını da güvencelemişti. 12 Eylül 1980 darbecileri sözde Atatürkçü görünürken, Atatürk’ün emaneti – mirası – vasiyeti bu 2 yaşamsal devrim kurumunu kapattılar ve devlet dairesine dönüştürdüler. Bunların ne ölçüde Kemalist Devrime hizmet ettikleri ortada! Önceki gün Türkçe sözlüğe “Türkiyeli” sözcüğünü koymaya yeltendiler. İngiltereli, Fransalı, İtalyalı, Rusyalı… sözcükleri var mı? Ülke ve ulus adları ayrı ayrı var.. İngiltere / İngiliz, Fransa / Fransız, Rusya / Rus… Herkes çok özenli olmalı ve Aydınlanma Devrimlerine dönük örtük-açık saldırılara dikkat ve bilinçle karşı koymalıyız. Türkçeyi savsaklama (ihmal etme) lüksümüz yok..

Bu arada Cumhuriyet Gazetesi  yönetiminin de epey zamandır bu sorunsal üzerinde durmadığı görülüyor. Önceki genel yayın yönetmeni Arif Kızılyalın, Dilbilimci idi… Cumhuriyet Vakfı yazmanı Işık Kansu, bizim gibi Dil Derneği üyesi. Bir kez daha anımsatıyor ve rica ediyoruz; Cumhuriyet Gazetesi Dil Devrimimize özenle sahip çıkmayı sürdürsün..

Sevgi ve saygı ile. 21 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

Öğrenilmiş çaresizlik ve sorumluluk almamak

Üstün DökmenÜstün Dökmen
(Psikoloji Profesörü)
Son Yazısı / Tüm Yazıları
26 Mart 2023, Cumhuriyet PAZAR eki

(AS: Bizim kısa notumuz yazının altındadır..)

Öğrenilmiş çaresizlik (learned helplessness) Saligman tarafından ortaya atılmıştır. Bu yazıda öğrenilmiş çaresizlikten ve bence onun türevi olan sorumluluktan kaçma davranışından söz edeceğim.

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK

Tüm canlılar, onlar içinde insan, evrim sürecinde yarına kalabilmek ve belli bir anda kaliteli (nitelikli) yaşayabilmek için çevrelerinde olup bitenleri tahmin etmek (kestirmek) ve kontrol etmek (denetlemek) zorundadır. Tahmin ve kontrol edemeyen canlıların hayatta (yaşamda) kalmaları güçleşir, ruh sağlıkları bozulur. Bir insan sürekli olarak kontrol edemediği olumsuz koşullar içinde kalırsa ve “dış mihraklar (odaklar)” veya “Öğretmen bana taktı” diyerek başına gelenlerin sorumluluğunu dış faktörlere (etmenlere) atarsa zedelenir fakat depresyona girmez, ancak başına gelenlerin kendi beceriksizliğinden kaynaklandığına inanırsa, yüksek ihtimalle (olasılıkla) depresyona da girer.

Laboratuvar koşullarında bir grup (küme) hayvana itici uyarıcı verilir, bu hayvanların bir pedala basarak bu uyarıcıdan kaçmalarına, kaçınmalarına fırsat tanınırsa, buna ‘’kaçma-kaçınma eğitimi’’ denilir. Çevrelerini kontrol etmeyi öğrenen bu hayvanlar, gelecekte farklı itici uyarıcılara maruz kaldıklarında kaçmaya çalışırlar. Bir de ‘’çaresizlik eğitimi’’ verilen denekler vardır; bu gruptaki hayvanlar ne yaparlarsa yapsınlar kendilerine yöneltilen itici uyarıcılardan kurtulamazlar. Çaresizlik eğitimi almış bu denekler, izleyen zaman içinde kapısı tamamen (tümüyle) açık bir kafeste itici uyarıcı ile karşılaştıklarında kaçmazlar, başlarına geleni adeta kabullenirler. Bence insanlar dünyasında bu durumun karşılığı kölenin efendisine teslimiyetidir. Tarih boyunca pek çok köle öylesine yıldırılmıştır ki, efendilerine karşı koyamayacaklarına, hatta kaçamayacaklarına inanmışlardır.

İnsanların bu konudaki zaaflarını sezinleyen diktatörler, tek adamlar tarih boyunca öğrenilmiş çaresizliği pekiştiren yöntemler geliştirmişlerdir. Cengiz Han ele geçirdiği birkaç kaledeki insanları ve tüm hayvanları kılıçtan geçirtip bırakıp gitmişti. Bu durumu gören çevre kalelerdeki insanlar, direnme güçleri olsa bile direnmemeyi, Cengiz Han’ın ordularını görür görmez kalelerinin kapılarını açmayı tercih etmişlerdi. (Tıpkı yukarıdaki hayvan deneyine benzer biçimde.) Geçen yüzyılın başlarında Avrupalı bazı (kimi) şirketler Afrika ülkelerindeki siyahi (kara derili) işçilerinin (köle değil, işçi) bir elini ve bir ayağını kesip fotoğrafladılar ve bu fotoğrafları meydanlara astılar. Tarihteki hemen tüm zorba yöneticiler idamları meydanlarda, topluma teşhir ederek gerçekleştirdiler. Televizyonlu çağda ise bazı işgalci ülkeler insanların evlerine girdiler, güvenlik bahanesiyle karısının, çocuklarının önünde aile reisi erkeği çırılçıplak soyup aradılar. Sadece (yalnızca) aradılar. Ancak bu aramayı kaydedip televizyonda herkese izlettiler. Böylece kitlelerin öğrenilmiş çaresizliğe düşmelerini amaçladılar.

DEPREMDE ÇARESİZLİK

99’daki Marmara depreminin ertesi gününde o günkü Cumhurbaşkanımız Demirel, “Kimse eleştirmesin, bu iş Allah’ın işidir” demişti. Aslında hiç kimse “Niçin deprem oldu?” demeyecekti, “Depremde niçin bu kadar (denli) çok insan öldü?” diyecekti. İnsanların çürük yapılara izin veren yöneticileri eleştirmemeleri için yapılan bu tür aceleci açıklamalar, toplumda öğrenilmiş çaresizliğin kapısını aralar. Bu türden bir açıklamayı son depremde de gördük; gerek çürük yapılaşmayı, gerekse kurtarma çalışmalarının belirgin bir şekilde (biçimde) gecikmesini örtbas etmek için basın ağızbirliğiyle, ”Bu asrın felaketidir (yüzyılın yıkımıdır), çok geniş alanda deprem oldu, elden bir şey gelmezdi” dedi. Bu açıklama yanlıştı, üstelik insanları, ‘’yapacak bir şey yok’’ duygusuyla öğrenilmiş çaresizliğe itecekti ve gelecek depremler için önlem almalarını zorlaştıracaktı. Basının bu olayda yaptığı gibi bazen birisi, kasıtlı olmadan da, kendimi kurtarayım derken, pek çok kişinin öğrenilmiş çaresizliğe düşmesine yol açabilir.

SORUMLULUKTAN KAÇMA

Sorumluluktan kaçmanın temelinde öğrenilmiş çaresizliğin bulunduğunu, en azından bulunabileceğini söyleyebiliriz. Sorumluluktan kaçmanın ise iki türü olduğu kanısındayım. Ahlâki gerekçelerle kişinin başkalarının sorumluluğunu alması beklenirken almaması, birisine yardım edebilecek bir kişinin, derinlerinde taşıdığı ‘’bir şey yapılamaz’’ düşüncesiyle pasif (edilgin) kalması birinci tür sorumluluktan kaçmaktır. İkinci tür sorumluluktan kaçmada ise kişi, yaşamında bir şeyleri değiştirebileceğine inanmadığı için, olayları akışına bırakır, teslimiyetçi bir tavırla (tutumla) kendi yaşam sorumluluğunu almaktan kaçınır.

Her iki tür sorumluluktan kaçmaya pek çok örnek verebiliriz. Bazıları ülke yönetiminden yakınırlar ancak, “Benim oyum neyi değiştirir?” diyerek oy kullanmaz. Bazıları arabeskte dendiği gibi “Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime, bilmem ki bu dünyaya ben niye geldim?” der. Eğer bu kişi, “Bugüne kadar (dek) yaşantım kötü gitti, acaba ne yaparsam bundan sonra iyiye gider?” diyebilirse öğrenilmiş çaresizliğin etkisinden kurtulmaya başlar. Çocukluğumuzda, “Bir Atatürk gelse de ülkemizi kurtarsa” denildiğini çok duyduk. Sorumluluk almaktan kaçan bu kişiye insanın, “Sen niçin kendi çapında, karınca kararınca bir Atatürk olmaya çalışmıyorsun?” diyesi geliyor. Geçen yıllarda pek çok babayiğit erkek, sokakta dayak yemekte olan bir kadını rahatça kurtarabilecekken, Kadir Şeker’in durumuna düşerim korkusuyla pasif (edilgin) kaldı.

Aziz Nesin’in bir hikâyesinde (öyküsünde) bir koyun diğerine (öbürüne) “Kurdun kokusu yakından geliyor” der, diğeri “Evet, bakalım ne olacak?” diye cevap (yanıt) verir. Birinci kurt az sonra, “Kurdun kokusu çok çok yakından geliyor” der, ikinci kurt yine, “Evet, bakalım ne olacak?” der, öykü biter. İnsanların olaylar karşısında “Bakalım ne olacak?” demeleri de, sorumluluk almaktan kaçınan bir öğrenilmiş çaresizlik davranışı, bir tür teslimiyetçi koyun tavrıdır. Kendilerini ve ülkelerini, “Ben ne yapabilirim?” diyenler kurtarır.
==========================
Dostlar,

Sn. Prof. Dökmen, uzmanlık alanında çok yetkin haftalık yazılar yazmakta Cumhuriyet PAZAR Ekinde. Ancak güncel Türkçe’ye o ölçüde özen gösterdiğini söylemek çok güç. Ayraç içinde olabildiğince örnekler verdik.

DİL DEVRİMİ öksüz bırakılmamalı. Dilimize dönük kültür emperyalizmine karşı çok özenli olunmalı.

Sevgi ve saygı ile. 26 Mart 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net             profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik    

 

‘Kamuoyu desteğini kaybeden siyasal iktidar’

Olayların Ardındaki Gerçek
25 Şubat 2023, Cumhuriyet

(AS: Bizim kısa uyarı notumuz yazının altındadır..)

Bu yazımızda “arızalı demokrasi”, “iktidar körlüğü” ve basına uygulanan hukuk dışı uygulamalar ve baskılar üzerinde durulacaktır. 

The Economist dergisinin kuruluşu “Economist Intelligence Unit” her yıl demokrasi tutarlılığına dair (ilişkin) bir rapor yayımlıyor. Bu tabloda, “zayıf demokrasiler”, “karışık (melez) rejimler” ve “otoriter rejimler” biçiminde kategoriler ortaya çıkıyor. 

2021 yılı verilerine göre dünyada sadece (yalnızca) 24 ülke tam demokrasi, 53 ülke zayıf demokrasi, 34 ülke karma (melez) rejimler ve 59 ülke otoriter rejimler bölümlerine giriyor. 

Bu sayılar, sadece (salt) seçimle demokrasi olamayacağını gösteriyor. 

Nitekim, dünyada seçim yapan 201 ülke olmasına karşın, bunların oldukça küçük bir bölümü “tam demokrasi” niteliklerini taşımaktadır. 

“Az gelişmiş” ya da “arızalı demokrasi” adı verilen modellerde, halk desteğini kaybeden (yitiren) siyasal iktidarların izledikleri politikalardan en önemlisi, yazılı ve görsel basına yasaklar uygulamalarıdır.

Bu yöntem, “arızalı” demokrasilerde kesin bir uygulama olarak ortaya çıkıyor. Evrensel demokrasi modelinden giderek uzaklaşan Türkiye’de uygulanan sistemin özeti ise şudur:

Demokrasinin en önemli unsuru (ögesi) olan “güçler ayrılığı ilkesi” yok edilip, yasama organının elinden denetleme yetkileri alınırken, tek adama dayalı siyasal modele işlerlik kazandırılmaktadır.

Kamuoyunun haber alma ve bilgi edinme hakkı engelleniyor, yazılı ve görsel basına baskı uygulanıyor.

Modelin sürmesi için yazılı basın ve TV’leri denetleyen Basın İlan Kurumu, RTÜK, Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu (BTK) ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı adını alan kuruluşlar, ceza vererek, ilan keserek, ekran karartarak, “arızalı demokrasi” modelinin destekleyici kurumları olarak görev yapmaktadırlar. 

Büyük deprem sonrasında, yıllardır süren ihmalleri, yaptığı hataları ve beceriksizlikleri gün yüzüne çıkan AKP’nin siyasal iktidarını koruma ve kollama fonksiyonu (işlevi) daha da belirgin bir duruma geldi.

Deprem sonrası basın kuruluşlarına uygulanan yasaklar, duraksanmadan birbiri ardına uygulamaya kondu.

Önce, depremde iletişimin sağlanmasına yardımcı olan Twitter’a yasak kondu. Ardından Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu (BTK) kararıyla Ekşi Sözlük erişime kapatıldı. 

İlahiyatçı İhsan Eliaçık’ın Kuran’ı yorumlayan “tefsir” kitabına Diyanet İşleri Başkanlığı’nın talebi (istemi) sonunda toplatma kararı verildi.

RTÜK, deprem felaketinin ardından ortaya çıkan ihmal ve hataları haberleştirip halkın sesini kamuoyuna duyuran basın kuruluşlarına ceza yağdırdı. 

TELE1, Halk TV, Fox TV kanalları bu cezalarla karşı karşıya geldi, yayınları durduruldu.

Merdan Yanardağ ve Emre Kongar’ın 18 Dakika programında depremle ilgili eleştiri nedeniyle TELE1’e %5 para, 5 kez de program durdurma cezası verildi.

Fox TV’de Orta Sayfa programı ve Halk TV’de Halk Meydanı programına “özgürce kanaat oluşumunu engellemekten” %3’er para cezası verildi. Tüm bu cezalar deprem sonrası yorum ve haberlere dayandırıldı. 

Artık haber yapmanın suç ama halka parmak sallamanın ve hakaret etmenin “özgürlük” sayıldığı bir dönemi yaşıyoruz.

Böylesi bir durumla karşı karşıya kalmamız şaşırtıcı değildir. Bu yazının başında belirtildiği gibi bunlar, “arızalı ve otoriter” demokrasi modelinin doğal uygulamalarıdır. 

Değişmeyen kural, seçimlere giderken sıkıntıda olan bu tip siyasal rejimlerin basın özgürlüğünü kısıtlayıcı uygulamalara girmeleridir. 

Bu tip siyasal iktidarlar, bütün dünyada meclis kürsülerinden muhalefet partilerine saldırırlar, eleştiri yapanları tehdit ederler, basın ve televizyon organlarına yasaklar getirirler.

Ülkemizde 1960 öncesinde de bu uygulama yaşandı. 1950’lerde bir elinde özgürlük diğer elinde “Yeter! Söz milletindir” bayrağı ile iktidara gelen DP, ekonomik sıkıntı baş gösterdikçe, enflasyon yükseldikçe, seçimleri kaybedeceğini (yitireceğini) gördükçe basına uyguladığı yasaklarla dikkatleri çekmiştir.

Bu uygulama, siyaset biliminde “kibir” ve “kendine aşırı güvenmenin” yarattığı “iktidar körlüğü” kavramı ile anlatılmaktadır. Bu yol demokrasiye, hukuk devletine, evrensel demokrasi ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere terstir, aykırıdır. 

Eleştirel basına, televizyonlara, halkın iletişim özgürlüğüne, halkın doğru haber alma haklarına karşı yapılan bu hukuk dışı uygulamalar çok yanlıştır. Hem demokrasiye hem de 21. asrın (yüzyılın) dünya uygulamalarına terstir.

Tüm dünyada kabul edilen evrensel demokrasiye, evrensel hukuka ve temel hukuk kurallarına aykırı olan bu model ve uygulamalar Türk halkı tarafından da reddedilecektir.
===============================================
Dostlar,

Başyazının içeriğine bütünüyle katılıyoruz.
Ancak kullanılan dil oldukça eski. Niçin??
Yazarı bilmiyoruz ama, diyelim yaşça olgun (kıdemli) bir yazar..
Bu özür olabilir mi bunca eski dil kullanmaya?

Adını Atatürk‘ün koyduğu Cumhuriyet gazetesi, bu bağlamda, tüm uyarılarımıza karşın,
DİL DEVRİMİ‘ne beklenen özeni göstermiyor.

Üzülüyoruz..

  • Dil Devrimi öksüz bırakılamaz..

Cumhuriyet, bu eksende de öncü olmayı sürdürmelidir..

Önceki genel yayın yönetmeni Sn. Arif Kızılyalın döneminde de kezlerce rica ettik. Kızılyalın Dilbilimci idi üstelik..

Yeni genel yayın yönetmeni Tuncay Mollaveyisoğlu‘nun soruna gereğince eğilmesini diliyor ve umuyoruz.

Doğallıkla, Sn. Dr. Alev Coşkun en başta görev üstlenecektir kanımızca.

Sevgi ve saygı ile. 25 Şubat 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
(Dil Derneği Üyesi ve 2021 Onur Ödülü sahibi)
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

YARININ ADAMI : ATATÜRK

  • “Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.”
    (Ahmet Taner Kışlalı)

Yarının adamı Atatürk bir tümceyle ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi.

Yıl 1905, Selanik.

Atatürk, Bulgar Türkolog Manolov’la gelecekte kullanılacak Türk abecesini konuşacak denli yarının adamıdır. Kimselerin akıl edemediğini akıl etmekle yetinmez, yaşama geçirmeyi tasarladığını çekinmeksizin dışavurur.

Yıl 1905, Şam.

Şam’da konuşlu Osmanlı ordusundaki görevi sırasında ordunun korumakla yükümlü olduğu halkın değerli eşyalarını elinden alarak tepeden tırnağa herkese pay düşecek şekilde paylaştığına tanık olur. Ordunun tüm unsurları bu konuda uzlaşmış gibidir. Halk dışında hemen herkes durumdan hoşnuttur. Mustafa Kemal, arkadaşı Müfit (Özdeş)’le bu ürpertici gerçeğin dışında kalır. Bununla da yetinmez. Yanlışın sürdürülmesinin önüne geçmeye çalışır. Kendi deyişiyle “yarının adamı” olarak yapması gerekeni yapmıştır.

Yıl 1919, Erzurum.

Erzurum Kongresi sırasında Mazhar Müfit (Kansu) Beye bir dizi not aldırır. Cumhuriyet, devrimler ve başkaca köklü değişiklikler o sırada bile şekillenmiş durumdadır O’nun kafasında. Yarının adamı, kendisini hayalcilikle suçlayan Mazhar Müfit beye devrimleri bir bir yaşama geçirirken o geceyi anımsatmayı unutmaz.

Geleceğin öncülüğünü yapmak geçmişteki olumlulukları günümüze taşımaya engel değildir.

Dil devrimi kapsamında yapılan onlardan biridir.

Halkla iletişim kurma gereksinimi duymayan saray çevresinin anlaşma aracı olmaktan öteye geçemeyen Farsça-Arapça kırması Osmanlıca yarının adamı Atatürk’ün önde gelen sorunudur. Karanlıkta kalan toplumun ışıkla buluşmasının önündeki biricik engel olan Osmanlıca’nın yerine konacak dil hazırdır. Seçkinlerin kullanmadığı, horladığı Türkçe, Anadolu halkının dilinde varlığını sürdürmüştür. Yarının adamının yaptığı onu derin dondurucudan çıkartıp kullanıma sunması olmuştur.

Geçmişten günümüze taşınan bir başka yenilik kadın devrimiydi.

Orhun yazıtlarından XIV ve XV. yüzyıla dek Türk kadını özgür bir varlıktı. Fas’tan Orta Asya’ya uzanan coğrafyada yolculuk yapan ünlü Arap gezgin İbn Battuta’nın Türk kadınının baskın konumuna tanıklığı önemlidir. Geçmişte kalmış bu olumluluk Osmanlı dönemi boyunca tersine dönmüştür. Tıpkı dilde yaptığı gibi, yarının adamı Atatürk, Cumhuriyet kurulduğunda okuryazar oranının % 1’i bile yakalayamadığı, toplumun yarısı kadını yeniden yükseklere, hak ettiği yere taşımıştır.

Öylesine hızla yapmıştır ki kadın devrimini Avrupa’da Fransa ve İsviçre başta olmak üzere kimi devletler bu konuda Türkiye Cumhuriyeti’nin gerisinde kalmışlardır.

Yarının adamı Atatürk’ten birkaç örnekle yetiniyoruz. Gerçek sayı kitapları dolduracak çokluktadır.

Tam da bu nedenle öldüğünde yeniden doğandır, hiç ölmeyendir yarının adamı Atatürk!

Büyüklüğüne ve üstünlüğüne yaklaşabilene, çapına erişebilene rastlamak neredeyse olanaksızdır.

Bizlerin O’na sevgisi ve saygısı olağan bir durumdur.

Çanakkale’de savaştığı İngiliz mareşal Birdwood, Ankara’daki törende engelli ayağına inat onu hazırolda uğurlamıştır.

Yunan önder Elefterios Venizelos’un yarının adamını Nobel barış ödülüne aday göstermesi de karşıtlarının saygısını kazanmış olmasına önemli örnektir.

Bu dünyaya gelmiş az sayıdaki yarının adamından birine sahip olmanın haklı gururu ve kıvancıyla…

Yüce anısı önünde saygıyla eğilerek…

Azim ve Karar, 09.11.2022

AH DİLİM

SUAY KARAMAN
ADD Eğitim Kurulu Üyesi

AKP Grup Başkanvekili ve Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, 21 Ekim 2022’de Kahramanmaraş Uluslararası 8. Kitap ve Kültür Fuarı’nda yaptığı konuşmada Cumhuriyetin kazanımlarını hedef aldı. Konuşmasında şunları söyledi :

  • “Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye’de yaşanmıştır. Mesela Fransız Devrimi her şeyi yıkmıştır ama lügate dokunmamıştır. Yine en sert devrimlerden bir tanesi Mao’nun Çin kültür devrimidir. Lügate dokunmamıştır. Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet; bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir.”

Bu sözleri söyleyen Mahir Ünal, 24 Kasım 2015 ile 24 Mayıs 2016 arasında Kültür Bakanlığı görevinde bulundu. Söylediklerinin gerçeklerle ilgisi yoktur, yalnızca belli bir amaca
hizmet etmeye çalışan kendi düşünceleridir. CIA eski Ankara İstasyon Şefi Graham Fuller,
2008’de Türkçeye çevrilen “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı
kitabında, Türkiye’nin Arap harflerini reddederek, tarihinden radikal olarak (köktenci) koptuğunu
yazmıştı. Cumhuriyeti başarısız bir deneyim olarak gören Graham Fuller, siyasal iktidara yol
gösterenlerin başında gelmektedir. Böylece Mahir Ünal ile Graham Fuller’in özlemlerinin aynı
olduğu görülmektedir.

Bu sözlerine gelen yoğun tepkiler üzerine Mahir Ünal, AKP Grup Başkanvekilliği görevinden
istifa etti. Ama fikirler hep aynı; istifa etmek salt yaklaşan seçimler için gösteri amacını
taşımaktadır. Zaten AKP içinde Dil Devrimi’ne dil uzatan çok sayıda kişi vardır. AKP genel
başkanı Tayyip Erdoğan 24 Aralık 2014’te 49. TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri
töreninde yaptığı konuşmasında şunları söylemişti:

  • “Bizim son derece zengin, bilim yapmaya, bilim üretmeye son derece müsait dilimiz varken,
    bir gece yattık. Sabah kalktık, baktık o dil yok. Son derece elverişli olan dil yapısı adeta törpülendi. İşte şu anda Türkçe’nin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız. Ya Osmanlıca kelime
    ve kavramlara başvuracaksınız ya da İngilizce, Almanca, Fransızca kelime ve kavramlara başvuracaksınız. Bu sorunların hepsini aşmak zorundayız.”

AKP içinde cumhuriyet için “100 yıllık reklam arası” diyen, HDP içinde “Cumhuriyet 100 yıllık
yıkım süreci” diyen, Dil Devrimimize dil uzatan aymazlar bulunmaktadır. Öbür partilerde de
benzer söylemlerde bulunanlar yer almaktadır. Cumhuriyet alfabemizi (abecemizi) yok etmedi, bize ait olmayan alfabe (abece) yerine, kendi abecemizi oluşturdu ve kendi dilimizi kendi alfabemizle okumaya başladık. Böylece ulus devlet yolunda ilerledik. Ancak Arap harfleriyle yazılan mezar taşlarını okuyamayan işbirlikçiler ve hainler bundan rahatsızlık duymaktadır.
Anadolu Türkçesi yerine halkın anlayamadığı, yazamadığı, okuyamadığı, konuşamadığı
Farsça ve Arapça ağırlıklı karışık bir dili, “dilimiz” diye sunmak, kendini inkâr etmektir (yadsımaktır).

Büyük bir kültürün mirasçısı (kalıtçısı) olan bizim tarihimiz, Arap harfleri kullanılarak Arapça ve Farsça ile başlayan bir tarih değildir. İşte bu anlayışla Arap harfleri, Arapça dili, lügati (sözlüğü) ve düşüncesi asla bizim değildir. Cumhuriyet kurulurken, her alanda çağdaşlaşma anlayışı hedef olarak konmuştur. Cumhuriyet kültürü, tam anlamıyla ve her şeyiyle bizim kültürümüzdür. İşte bu kültür, bizi ortaçağ karanlığından kurtarmış ve laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin
doğmasına yol açmıştır.

1 Kasım 1928’de Harf Devrimi ile Lâtin harfleri temelli “Türk Alfabesi”ne geçerek, yeni bir dönem açılmıştır. Bu yeni dönemi benimsemeyen saltanat yanlılarının, hilafet destekçilerinin ve Arap sevicilerin eşsiz liderimiz Atatürk ile cumhuriyetimize olan kinleri ve düşmanlıkları bitmedi; sürekli mücadele içindeler. Türk düşmanı ve Türkçe düşmanı olan, kendi öz kültürüne
yabancılaşmış bu yobazlar, bu siyasal İslamcılar, hayal kurdukları “düşünce setlerinde” yok
olup gideceklerdir. Nasıl mücadele yaparlarsa yapsınlar,

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşayacağını göreceklerdir.

37 dil bilen Belçikalı dilbilimci Johan Vandewalle (1960- ) Türkçe için şöyle demektedir:

  • “Bildiğim diller arasındaki Türkçe öyle farklı bir dildir ki, 100 yüksek matematik profesörü
    bir
    araya gelerek Türkçeyi yaratmışlar sanki. Az kelimeyle çok şey anlatan iktisatlı dildir.
    Bir
    kökten bir düzine sözcük üretiliyor. Ses uyumuna göre anlam değişiyor.
    Türkçe öyle bir dildir
    ki, başlı başına bir duygu, düşünce, mantık ve felsefe dilidir.”

Alman filoloji uzmanı Friedrich Max Müller (1823-1900) ‘Dil Bilimi’ adlı eserinde (yapıtında) Türkçe’nin kusursuz, harika bir dil olduğunu bildirerek, “gramer kuralları kusursuz olan bu dili, bilginlerden oluşmuş bir kurul veya bir akademi bilinçle yapmıştır” demektedir. Bu bilim insanlarının yanında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitiren Mahir Ünal için “ah dilim, ettin beni dilim dilim” demekten başka söylenecek söz yoktur.

Büyük Atatürk’ün sayesinde Türk ulusu, Harf Devrimi’yle okuryazarlıkta atılım yapmış, kısa
sürede cahilliği yenmeyi başarmıştır. Çünkü dil; edebiyat, eğitim, bilim, kültür, sanat, tarih, din
ve siyasetle yakın ilişki içindedir. Toplumun aydınlanmasını istemeyenler, bu nedenle dilimize
karşı çıkmaktadır, Türkçemizi aşağılamaya çalışmaktadır.

Yazımızı değerli Rıfat Ilgaz’ın “Türkçemiz” şiirinden bir bölümle bitirelim:

Bak, devrim ne güzel,
Barış ne güzel,
Dayanışma, özgürlük…
Hele bağımsızlık.
En güzeli, sevgi,
Sev Türkçeni, çocuğum,
Dilini sevenleri sev…

Azim ve Karar, 7 Kasım 2022

DİL DEVRİMİ KUTLU OLSUN…

Tarık Konal - 1000KitapTarık Konal
Yüksek Orman Ölçmeni (Mühendisi)

Saygın Düşündeşlerim,

“Orhan Bey sonrasında Osmanlı yönetimi, Türklük bilincinden uzaklaştıkça, Türkçemiz de giderek Arap-Fars dillerinin boyunduruğuna girer olmuştu. Osmanlı soyküme’si (sülalesi) Türkçeyi, Arap-Fars dillerinin ‘köle’si konumuna düşürmüştü.“

Bilge Devrimci Atatürk, yaklaşık 1000 yıl sürmüş olan bu “dil köleliği”ne son vermiş, Türk ulusunu duru, anlaşılır, iyemli dili Türkçesiyle yeniden buluşturmuştur. Bu nedenle ben, “Bilge Önder Atatürk’ün birbirinden anlamlı devrimlerinin en görkemlisi Dil Devrimidir.” diye düşünürüm.

Bilge Önder Atatürk, Dil Devrimini gerçekleştirmeseydi ulusal kimliğimizden duyutsuz biçimde, bir dil olmadığı gibi hiçbir ulusun anadili de olmayan, ulus bilinci yoksunu Osmanlı’nın uydurmacası, “16 yamalı bohça Osmanlıca”yla yazıyor, konuşuyor olacaktık.

Yasama dokunulmazlığı yerine masuniyet-i teşriiyye;

güne doğrulum yerine teveccüh-i ilezziyâ-iş şems;

dolaylı tümleç yerine mef’ul gayr-i sarih;

akbağır (akciğer) zarı yerine gışa-ı cenb;

ateşli silahlar yerine esliha-i nariyye;

uzağı göremez yerine kasr-ül basar;

eski çağlar yerine ezmine-i kadime;

usavurma, çıkarım yerine istidlâl;

üstçene kemiği yerine azm-i fekki süfla

alevlenemez yerine gayri kabil-i iştial

doğal nitelikler yerine evsaf-ı fıtrıye

yıkılayazmış yerine mail-i inhidam

bilinçaltı yerine taht-eşşuûr

diyor olacaktık…
***
Sözümü şuraya vardırmak istiyorum:

“Ulus bilinci yoksunları”nca Türkçemize çakılmış, üstelik orada çürüyüp kalmış paslı çiviler, Bilge Önder Atatürk’ün görkemli Dil Devrimiyle sökülüp atılmıştır.

Dil Devrimi, yalnızca Türkçemizi değil, kişiliğimizi de ulusal benliğimizi de bir bukağı’dan (eglâl / pranga) kurtarmıştır!

Saygın Ulusumuza Kutlu Olsun…
===================================

Akaryakıt zamları haksız kazanç kapısı

Akaryakıt zamları haksız kazanç kapısı

Prof. Dr. Duran BÜLBÜL

17 Mart 2022, Cumhuriyet
(AS: Yazının dili ile ilgili eleştirimiz alttadır..)

 

Siyasal iktidarın yanlış ve kabul görmeyen ekonomi politikaları bedelini yurttaş ödemeye devam etmektedir. Çok ilginç, siyasi iktidar, Rusya’nın egemenlik alanım diyerek Ukrayna’yı işgalini bile fırsata çevirip akaryakıta arka arkaya zam yapabilmektedir. Akaryakıt fiyatlarındaki artışı “dünyada da artıyor” gerekçesine bağlayan siyasi iktidarın bu söyleminin hiçbir geçerliliği olmadığı gibi bu iddia doğru da değildir.

Ülkeyi 20 yıldır her alanda dışa bağımlı bir ülke haline getiren siyasi iktidar özeleştiri verip, “biz dünyada saygın, yurtta barış dünyada barış” ilkesine uygun, yani sıfır sorunlu bir ülke devralıp şimdi iki emperyalist devlet arasında savrulan bir ülke haline getirdik demeyi bile becerememektedir. Hem ekonomi alanında hem de uluslararası alanda egemen ülkelerin sömürge politikaları arasında savruluyoruz. Bu savrulmanın bedelini halkımız bir yandan canıyla bir yandan malıyla bir yandan parasıyla ödüyor.

TL ETKİSİ

Akaryakıt fiyatlarının artmasının iki temel nedeni bulunmaktadır. Birincisi petrol fiyatlarındaki artış, ikincisi TL’deki değer yitirmesi. Geçen yıl 11 Mart’ta 1 litre motorin fiyatı 6,51 TL iken bugün 22.95 TL’dir. Aynı tarihlerde crude (AS: ham) petrolün (AS: varil) fiyatı 65 Dolardan 108 Dolara; 1 Doların fiyatı ise 7.47 TL’den yaklaşık 15 TL’ye çıkmıştır. Görüleceği üzere petrol fiyatı yaklaşık %50 artmıştır ve bu tüm dünyada az veya çok hissedilmiştir. Ülkemizdeki motorinin fiyatının bir yılda 3.5 kat artmasının önemli sebebi ise Dolar kurundaki artıştır. Kur geçen yılki düzeyine kıyasla tam iki kat artmıştır. Dolayısıyla akaryakıt fiyatlarındaki artışın bir kısmı uluslararası gelişmelerden kaynaklı olsa da önemli kısmı (kesimi) TL’nin değer yitiğinden kaynaklanmaktadır.

SAVAŞ BİTSE DE

Petrol fiyatlarındaki dolar bazlı (AS: Dolara dayalı) artışlardan tabi ki (AS: doğallıkla) her ülke etkilenmektedir ancak ülkemiz kadar etkilenen ülke yoktur. Örneğin Amerika’da, kurşunsuz benzin fiyatı 2.6 Dolardan 3.6 Dolara çıkmıştır. Bu da yaklaşık %38’lik bir artış anlamına gelmektedir. Aynı dönemde AB üyesi ülkelerin Avro bazlı (AS: olarak) ortalama benzin fiyatı %55 civarında (dolayında) artmıştır. Görüleceği üzere Dolar ve Avro bazındaki (temelli) fiyat artışları varil (başına) crude (ham) petrol fiyatlarındaki artıştan daha düşük olmuşken, ülkemizde aynı dönemde benzin fiyatı artışı yaklaşık üç kat olmuştur. Bunun nedenlerinden biri TL’nin değersizleştirilmesi iken bir başka neden de hükümetin akaryakıtı sübvanse etmemesidir. ÖTV ve KDV’nin tamamen (tümüyle) kaldırılması sayesinde akaryakıt fiyatlarında ciddi bir düşüş yaşanacaktır. Böyle bir indirim olmazsa, akaryakıt fiyatlarındaki artış kaçınılmaz olarak tüm mal ve hizmet fiyatlarına yansıyacak, fiyatlardaki bu artış ekonomik durgunluğa, durgunluk ise işsizliğe yol açarak kriz kısır döngüsüne sebep (neden) olacaktır.

Benzin fiyatları için bir üst sınır koymak şu an için mümkün (olanaklı) değil. Bir yılda 3 kat artan bir üründe yine benzer bir artış olmayacağına kimse güvence veremez. Burada petrolün varil fiyatı kadar TL’nin değeri de çok önemlidir. Rusya – Ukrayna savaşı sona erse dahi (bile) TL’deki değersizleştirme politikası devam ettiği müddetçe (sürdükçe) akaryakıt, gıda ve diğer (öbür) ürünlerdeki fiyat artışları da kaçınılmaz olarak devam edecektir.

18 MİLYAR KÂR

Geçtiğimiz bir yıl içinde motorin fiyatı 3.5 kat artmıştır. Son iki aydaki artış oranı ise %80 civarında (dolayında) gerçekleşmiştir. 1 Ocak 2022’de 12.74 TL olan 1 L motorin, bu yazının yazıldığı tarihte 22.95 TL’ye kadar (dek) yükselmiştir.

Bu fiyat artışı ile devletin sadece (yalnızca) KDV’den elde ettiği gelir ayda 3 milyar TL’den 9 milyara, iki ayda ise 6 milyardan 18 milyar TL’ye çıkmıştır.

Bugün bir arabanın 60 litrelik deposunu, litresi 22,95 TL olan motorin ile doldurmak 1.377 TL’ye mal olmaktadır. Bu paranın 576 TL’si vergilerden ibarettir. Bu depoyu vergisiz motorin ile doldurmak ise 801 TL tutmaktadır. Satın alınan her 1 L motorin için ödenen 9,6 TL’yi çıkarırsak, bugün motorini 13,3 TL’den almak mümkün (olanaklı) olabilecektir.

ZENGİNLEŞME KAYNAĞI

Asgari ücret üzerinden hesap yapıldığında ise durum daha da vahim hale (ürkünç duruma) gelmektedir. 2021 yılında asgari ücretle 433 litre motorin alınmaktaydı. 2022 yılında asgari ücrete %50 zam yapılmasına rağmen (karşın), alınan motorin miktarı 196 litreye düştü. Yani asgari ücret miktar olarak artmış olsa da satın alım gücü olarak yarıdan daha fazla (çok) azalmıştır. Örneğin, bayram tatili için memleketine gidecek bir ailenin yapacağı 600 km’lik bir yolculuğun gidiş dönüş maliyeti 2021 yılında 507 TL iken, zamlar sonrası bu maliyet 1.794 TL olmuştur.

Akaryakıt fiyatlarında yaşanan bu artışlar bir kez daha göstermiştir ki, Türkiye hızlı bir şekilde (biçimde) alternatif (seçenek) enerji kaynaklarına yönelmelidir. Çünkü enerji alanında %90 oranında dışa bağımlı bir ülke durumundayız. Enerji alanında dışa bağımlılık azalmadığı müddetçe (sürece) bugün yaşadığımız türden krizlerde ekonomimizin çok büyük hasar alması kaçınılmazdır.

Akaryakıt zamları siyasal iktidar için haksız kazanç kapısı haline (durumuna) geldi. İktidar, haksız akaryakıt zamları ile sebepsiz zenginleşme yaşamaktadır.
==================================
Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Duran Bülbül, kuşkusuz alanında yetkin bir ekonomisttir. Cumhuriyet‘te çıkan yazılarından yararlanıyor ve sıklıkla bu yazıları web sitemize de taşıyoruz. Ancak bu yazıda olağanüstü düzeyde Türkçe dışı Arapça – Farsça – İngilizce sözcük var! Oysa bunların çok büyük kesiminin Türkçe karşılıkları bulunuyor.

Sayın Prof. Bülbül dostumuzdur, tanırız kendilerini; Atatürk Devrimleriyle hiçbir sorunları yoktur. DİL DEVRİMİ de bu Devrimler ailesinin vazgeçilmezlerindendir. Prof. Bülbül, DİL DEVRİMİMİZİ nasıl olup da, asla kasıtlı olmasa da, bu denli görmezden gelebilmekte, ÖKSÜZ BIRAKABİLMEKTEDİR?!

Cumhuriyet Gazetemizin de bu bağlamda bir genel politika benimsemesi ve Dil Devrimimize sahip çıkması vazgeçilmez bir sorumluluktur. Ancak anımsatmalarımız etkili olmuyor!?

Gerçekten anlamakta zorlanıyoruz. Salt Prof. Bülbül özelinde değil elbette. Benzer örnekler ne yazık ki çok. Ama temel bir Aydın çelişkisi bu tutum ya da özen eksikliği. Oysa bilinçi bir çabayı gerektiriyor. Öyle değil mi sevgili Duran hocamız ve Cumhuriyet gazetemiz??

Sevgi ve saygı ile. 17 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Dil Derneği Üyesi (2021 Onur Ödülü)
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

 

Dil Derneği’nin Onur Ödülünü Aldık

Dostlar,

Bu yıl, 26 Eylül 1932 Dil Bayramımızın 89. yılı…

Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa, kuruluş için gerekli akçalı (mali, finansal) kaynağı kendisi sağlayarak 1932 yılı içinde 2 önemli Kurul oluşturdu :

Türk Dili Tetkik Cemiyeti (12 Temmuz 1932)
–  Türk Tarihi Tetkik Heyeti (28 Nisan 1932)

Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün katılımıyla 1932 yılında düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı‘nın açılış günü olan 26 Eylül‘ü, her yıl “Türk Dil Bayramı” olarak kutluyoruz.

Uzun yıllardır üyesi olduğumuz Dil Derneği, bu yıl, “Dil Derneği Onur Ödülü” ne bizi yaraşır buldu.

Ödül, 25 Eylül 2021günü akşamı, Çankaya  Belediyesi  Çağdaş  Sanatlar  Merkezi’nde,  Dil  Derneği  Başkanı Sayın Sevgi Özel‘in eliyle bize verildi. Yoğunluktan, ancak 1 hafta sonra yazabiliyoruz web sitemizde!O gün, Atatürkçü Düşünce Derneği 16. Genel Kurulunu (seçimli) yönetmek üzere Başkanlık Kurulu (Divan) Başkanı olarak seçilmiştik ve gün boyu Genel Kurulu yönetmeye çalıştık. Çok yoğun olan gündem nedeniyle, ancak 19:00 dolayında koşa koşa salona gelebildik. Büyük bir anlayış ve hoşgörüyle karşılandı özürümüz, sağolsunlar..

Salondaki tören bitmiş, fuayede kokteyle geçilmişti. Konuklara duyuru yapıldı ve hemen oracıkta, bizi çok mutlu eden Dil Derneği Onur Ödülünü ve bir demet çiçeği aldık.. Kısaca kokteyle katıldık ve ayaküstü söyleştik dostlarla..

Büyük ATATÜRK‘ün en önemli devrimlerinden olan DİL DEVRİMİNİ asla öksüz komayacağız.. Yıllardır bu doğrultuda biz de çaba göstermekteyiz. Web sitemizde Türkçe, Dil… konularında epey yazımızı yayınladık.

“YAŞAR KEMAL’in ANA DİLİ ??”

başlıklı yazımızın okunmasını özellikle dileriz. (Yaşar Kemal Usta’ya uğurlar ola… – Prof. Dr. Ahmet SALTIK)

Dil Derneğimizde konferansımız da oldu. “DEVLET ve DİL” başlıklı sunumumuz 25 Nisan 2013 tarihli idi (geleneksel aylık konferanslar..)
***
Çok değerli meslektaşım Prof. Dr. Taner Çamsarı’dan şöyle bir what’s up iletisi aldık:

  • Ahmet’çigim TND (Türk Nefroloji Derneğinin) terim kolu bültenine ocak ayına kadar bir süre içinde; 3-4 A4 sayfasını dolduracak kadar.. Bilim terimleri konusunda bir makale yazar mısın? Hala kongrelerde şurada burada maymun gibi çorba bir dil ile konuşuyor profesörlerimiz.. Süre Ocak ayına kadar.. Ne dersin?

Elbette “evet” dedik Dr. Çamsarı’ya..

Dilimize sahip çıkmalıyız.. Önceki hafta da, 18 Eylül 2021’de Dil Derneğimizin 17. seçimli genel kuruluna katılmıştık. Bu konuyu o gün akşam web sitemizde paylaşmıştık.

Emektar Dernek Başkanımız Sn. Sevgi Özel’e ve yönetime – Derneğe omuz ve emek verenlere şükran ile.

En büyük dileklerimizden biri de, 12 Eylül 1980 darbecilerinin son verdiği Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunu yeniden, Atatürk’ün kurduğu yapıda (statüde) görmek; göreceğiz!

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Dil Derneği’nin 17. Genel Kurulu

Dostlar,

Bu gün (18 Eylül 2021), bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği‘nin (kuruluşu 1987) 34. yılında 17. seçimli genel kuruluna katıldık.


Oturumu, 90. yaşına giren, Dil Derneği’nin öncülerinden, Anayasa Mahkemesi önceki başkanlarından Sn. Yekta Güngör Özden yönetti. Genel Kurul Başkanlık Kurulunda (Divanında) 2 kadın, 2 erkek dengelenmişti.

1932’de Mustafa Kemal Paşa‘nın başlattığı Dil Bayramımız bu yıl 89. yılında..

.

Emektar Genel Başkanımız Dilbilimci Sn ve emek veren Yönetim Kurulu üyelerine çok teşekkür borçluyuz.  Salon girişinde bir masada, Dil Derneğimizin güzelim yayınları satılmaktaydı. Sn. Özel’in ve merhum Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın imza koyduğu kitapların telif hakkı Derneğe bağışlanmıştı.

Övündük, kutladık ve eksik kalan, baskısı yenilenenleri edindik; Sn. Özel de lütfedip bize göz nuru alın teri betiklerini (kitap) imzaladı!

Dernek üyelerimiz bizi şımarttılar ve epey fotoğraf çekildi. Sn. Özel ve Sayman Sayın Güneş Çakmakoğlu konuşmalarında bize övgü (iltifat) belirttiler 2 nedenle:
1. Kovit-19 salgınında veregeldiğimiz savaşım, özellikle yürekli TV konuşmaları.
2. Konuşma ve yazılarımızda, web sitemizde Türkçe’ye özenimiz.. sağolsunlar.

Zaten başlıca bu 2 gerekçeyle de bu yıl Dil Derneği Onur Ödülü’ne bizi yaraşır (layık) bulmuşlardı; ödülümüzü 25 Eylül 2021 akşamı Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezinde düzenlenecek bir törenle bize sunacaklar.. Şükran doluyuz..

Emektar Genel Başkanımız Sn. Sevgi Özel’in konuşma metnini aşağıda sunacağız.

Unutulmasın; Dil, bir ulusun ses bayrağıdır. Özenle korunması ve geliştirilmesi zorunludur. Tarih de öyledir, bir ulus kendi tarihini özellikle özüne bağlı (aslına sadık) biçimde kaydetmeli, öğretmelidir.

Dil Derneği Genel Başkanı Sn. Sevgi Özel’in konuşma metni aşağıda..
***

Öncelikle Kurtuluş Savaşının öncüsü, cumhuriyetimizin kurucusu, devrimlerin yapıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ü, bütün üyelerimiz adına saygıyla anıyorum.

Bağımsızlığımızı yayılmacı dünyaya onaylatan Lozan Barış Antlaşmasının öncüsü İsmet İnönü’yü, bütün üyelerimiz adına saygıyla anıyorum.

Dedelerimiz ninelerimiz olan, hem yayılmacıyla hem işbirlikçiyle savaşan Kuvayımilliyecileri saygıyla anıyorum.

Ben, Duatepe’nin sırtında büyüklerimden Polatlı’ya dek gelen yayılmacılarla savaşan dedelerimizin, ninelerimizin öyküleriyle büyüdüm. Hepsini saygıyla anıyorum.

Derneğimiz 34. yaşında.

17. Olağan Genel Kurulumuzu yapıyoruz. 2018’deki 16. Olağan Genel Kurulumuzdan bu yana üç yıl geçti.

Dünyayı ve ülkemizi saran salgın nedeniyle İçişleri Bakanlığı genelgeleriyle genel kurulumuzu 2020 Ekiminden başlayarak 3-4 kez ertelemek zorunda kaldık. Salgın sürerken toplanmak, bir araya gelmek kolay değil. Çekinip gelemeyen üyelerimize sitem hakkımız yok. Dileriz ülkemiz bu beladan daha çok kayıp (yitik) vermeden kurtulur.

Sağlık emekçileri büyük bir savaşım içindeler. Burada bulunan, salgınla savaşımını
övünçle izlediğimiz değerli üyemiz Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın kişiliğinde
bütün sağlıkçıları saygıyla esenliyorum.

Sizlere sunduğumuz yazanakla yönetim kurulumuz son üç yıldaki çalışmalarını sizlere aktardık.

Parasal durumumuzu saymanımız Necdet Özer sizlere aktaracak. Kazancımızı gözeten ve giderimizi gün gün titizlikle yöneten Necdet Özer’e genel kurul önünde teşekkür ederim.

Gelirimizi nasıl harcadığımızı, giderlerimizi Denetleme Kurulu üyelerimiz Meryem Gümüş, Sibel Seval ve Mehmet İspir izleyip, yazanak oluşturdu. Hepsine titiz çalışmaları için genel kurul önünde teşekkür ederim.

Salgın günlerinde doğallıkla dernekle iletişimi, çalışmaları bilgisayar ortamında sürdürdük. 65 yaş üstü olanlarımız az değildi. Salgının ilk aylarında Çağdaş Türk Dili’ni (bu adlı dergimizi) Yayın Kolu Başkanımız Ertuğrul Özüaydın, yarın yayımlanacakmış gibi bilgisayarda tuttu. Yasaklar gevşeyince dergi basılıp dağıtıldı. Ertuğrul Özüaydın’a, derginin bilgisayar ortamında yer almasına ve dernek etkinliklerinin sürmesine çaba harcayan Genel Yazmanımız Figen Çakmakoğlu ile Bilişim işlerimizi hiç aksatmayan Güneş Çakmakoğlu’na genel kurul önünde teşekkür ederim.

Salgın günlerinde her türlü önlemi alarak derneği açık tutan çalışanımız Cemal Pancar’a genel kurul önünde teşekkür ederim.

Fırsat yaratarak çalışmalarımızı aksatmayan, önlemler alarak toplanan yönetim, onur kurullarının üyelerine ve elbette bütün üyelerimize genel kurul önünde teşekkür ederim.

2019’un Cumhuriyet Bayramında derneğimiz, Çankaya Belediyesinin, Cumhuriyete Değer Katanlar Ödülüne değer bulundu.

Derneğimiz tam 34 yıldır, Atatürk’ün Dil Devrimini başlattığı Çankaya’da, Çankaya Belediyesinden büyük destek almıştır. Bu kurultayın sağlıklı bir ortamda yaşanması için de ne denli özenildiğini gördünüz. 25 Eylülde de yine Çankaya Belediyemizin el vermesiyle 89. Dil Bayramını kutlayacağız. Başkan Alper Taşdelen’e, Başkan Yardımcısı Sayın Gülsün Bor Güner’e, belediyenin bütün emekçilerine teşekkür ederiz. Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Ethem Torunoğlu’na ve Yılmaz Güney Sahnesinin çalışanlarına teşekkür ederiz. Cenova adlı kurumun önderi Doğan Durmuş ve ekibine teşekkür ederiz.

Bu yılın başında Çukurova Sanat Girişimi’nce düzenlenen Çukurova Ödülü ilk kez bir tüzel kişiliğe, derneğe verildi. Çetin Yiğenoğlu, Orhan Apaydın, Yaşar Öztürk, Sevim Sezer ile Asuman Söylemez’den oluşan Seçici Kurul, “Dil Devrimi’nin ülküsel bilincini canlandırma, Türkçemizin gelişimini sürdürebilir kılma ereğiyle yaptığı çalışmalar dolayısıyla” 2021 Çukurova Ödülünü derneğimize verdi. Çukurova Sanat Girişimine teşekkür ederiz.

Kişi ve kurumlara teşekkür ederek başladım. Sözü çok uzatmayacağım. Ancak bir teşekkürüm de CHP Genel Merkezinedir. Her ay CHP’li belediyelere yüzlerce dergi postalıyoruz. Birkaç belediye Türkçe Sözlük’ü bitirdi. Bizler güç koşullarda Harf ve Dil Devrimleri için savaşım veren, değerbilir aydınlarız. Bu nedenle dergimize, sözlüğümüze ilgiyi yönlendiren Genel Başkan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na ve yerel yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Seyit Torun’a genel kurul önünde teşekkür ederim.

Bir teşekkür de dernekle iletişimini hiç koparmayan, etkinliklerimizi izleyen, öneri ve eleştirileriyle yakın duran, ödentisini hiç aksatmayan üyelerimizedir. Hepsine genel kurul önünde teşekkür ederim.

Değerli Üyelerimiz,

Öyle bir dönemden geçiyoruz ki… Ömer Asım Aksoy, Prof. Dr. Şerafettin Turan,  Prof. Dr. Cevat Geray, Uğur Mumcu, Aziz Nesin, cumhuriyet öğretmenleri Emin Özdemir,  Beşir Göğüş gibi uzakgörüşlü onlarca aydınımız, bu kurultayı yöneten Anayasa Mahkemesi Başkanımız Yekta Güngör Özden 12 Eylül belasının ülkeyi karanlığa sürüklediğini onlarca kez dile getirmişti. Yaşamını yitirenlerin, yaşayanların hiçbiri gelecek okuyucu değildi. Hepsi öngörüsü yüksek bir örgütçü ve devlet adamı olan Mustafa Kemal Atatürk gibi devrimciydi. Uğur Mumcu birkaç yazısında, belgeler ışığında neredeyse bugünkü yönetimi, yaşadıklarımızı tanımlamıştı.

Otuz yıl önce biri gün gelecek giysileri sırmalı, lüks içinde yaşayan ama din adamı olduğunu savlayan biri yiyeceğimiz midyeden kalamara, günaydın seslenişimize dek her şeye karışacak, dilci, mühendis, iletişimci, ekonomist, havabilimci gibi her ağaç gölgesinde “fetva” verecek deseler, “Hadi ordan!” der, gülerdik belki.

Oldu, bu da oldu. Eğitim dinselleşti, üniversite dilini yuttu, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü buharlaşmış görünüyor. Harf ve Dil Devrimleri üzerinden Atatürk’e saldırılar sürüyor. Asla karamsar değiliz bu iki devrim, bir bütün olan Türk Devriminin temelidir.

Harf Devrimi bir gecede cahilleştirmiş; Osmanlının yarısı okuryazarsa, 21. yüzyılda torunları niçin bu denli cahil? Dil Devriminin sözcükleri olmadan konuşabiliyorlar mı?

Boşuna debeleniyorlar.

Biz, yokluk yoksulluk içinde Kurtuluş Savaşını yapanların ardıllarıyız.

Boşuna debeleniyorlar. Cumhuriyetin bütün kurumlarını kemirerek cumhuriyetin olanaklarıyla ayakta duruyorlar. Ancak bastıkları yer batak!

Yara bere alan bu cumhuriyeti ayağa kaldırmak her birimizin yurttaşlık görevi. Bu görevden kaçmayacağız. Biz bu cumhuriyetin bütün kurumlarını yıkar paklarız!

Biz Atatürkçüyüz!
Biz cumhuriyetçiyiz!

Bu duygularla hepinizi selamlıyorum.
============================================

Sevgi ve saygı ile. 18 Eylül 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik