Etiket arşivi: Işık Kansu

Kuduz vakaları ve halk sağlığı

Olaylar ve Görüşler

Dr. Gülay ERTÜRK
VETERİNER HEKİMLER DERNEĞİ GENEL BAŞKANI

21 Temmuz 2023 Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)


Kuduz
yine gündemimizde. Her yıl 60 bine yakın insanın kuduzdan öldüğü dünyada, bu sadece geri kalmış ülkelerin sorunu. İnkübasyon (AS: kuluçka) süresi değişmekle birlikte 2 hafta ile 2 ay arasıdır. Tedavisi (Sağaltımı) imkânsızdır (olanaksızdır). Sadece (yalnızca) aşı ile korunmak mümkündür (olanaklıdır).

Ülkemizde kuduza yakalanma ihtimali (olasılığı) olan hayvan türleri; köpek, kedi, sığır, koyun, keçi, at, eşek gibi evcil hayvanlarla kurt, tilki, çakal, domuz, ayı, sansar, kokarca, gelincik gibi yabanıl hayvanlardır. Ülkemizde kuduz olan hayvanların %93’ünün evcil hayvanlar olduğu ve ilk sırayı %59 ile köpeklerin aldığı görülmektedir.

HASTALIK AŞAMALARI

Kuduz bir hayvanın enfeksiyöz salyası ile ısırılma ve hatta sağlam mukoza yolu ile temas, hastalığı insana bulaştırır.

Hayvanlarda klasik kuduz seyrinde enfeksiyon üç dönemde kendini gösterir. Sükûnet dönemi, saldırgan dönem ve felç dönemi. Saldırganlık dönemi görülmeden de kuduz seyredebilir. Saldırganlık döneminin görülmediği kuduz seyir şekline sakin kuduz denir. Kedi ve köpeklerde kuduz hastalığında, virüs, santral sinir sisteminden tükürük bezlerine ulaştıktan sonra on gün içinde hastalık belirtileri ortaya çıkar ve hayvan ölür. Bir başka deyişle ısıran hayvan salyasında virüs taşıyorsa, on gün içinde ölmesi beklenir. Bu nedenle kedi ve köpeğin on gün gözlemi önerilir.

TEDAVİ (Sağaltım) SÜRECİ

İnsanlarda, kuduz riskli temas proflaksisinde (AS: Korumasında) en önemli adım yara bakımıdır. İyi bir yara bakımı kuduz virüsü geçişini azaltmadaki en etkili yöntemdir. Virüs uzun süre ısırık bölgesinde kalabileceği için aradan geçen süreye bakılmaksızın yıkama işlemi mutlaka uygulanmalıdır. Mekanik olarak virüsün mümkün olduğu kadar (olanak ölçüsünde) uzaklaştırılması amaçlandığından su ve sabun ile yıkama çok önemlidir. (AS: Akar su altında 15 dakika) 

AŞININ ÖNEMİ

Bugün kuduz için yapılan aşıların tümü ithal (dışalım) aşılardır. Oysa aşı üretimi konusunda ülkemizde veteriner hekimler çok tecrübelidirler (deneyimlidirler). 1882’de Pasteur kuduz aşısını bulduğunda, Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit’in, aşı ile ilgili eğitimi almaları için Paris’e gönderdiği üç kişilik kuruldaki kişilerden biri Baytar Hüsnü Bey idi. 1900’lü yılların başından başlayarak 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dahil, 2000’li yıllara gelinceye dek aralıksız olarak veteriner aşı ve (AS: bağışık) serumları üretilmiştir. Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitülerinde çok sayıda viral, bakteriyel ve paraziter aşı geliştirilmiştir. Ülkemizde aşı üretim alanında, günümüzdeki dışa bağımlılığının önlenmesi için kamu ve özel sektörde yerli aşı üretiminin desteklenmesi ve GMP (AS: İyi Üretim Uygulamaları) sistemi yatırımlarının acilen (ivedilikle) yapılması gereklidir.

Türkiye’de Sağlık Bakanlığı verilerine göre her yıl ortalama 200 binin üzerinde insan kuduz riskli temas nedeniyle sağlık birimlerine başvurmaktadır. Kuduz bu denli önemli iken, Sağlık Bakanlığı bünyesinde “Veteriner Halk Sağlığı” birimi yoktur. Oysa hayvanlardan geçecek hastalıklar (zoonozlar) için ilk ve en iyi savunma hattını veteriner hekimler oluşturur.

Gerek yerel yönetimlerde, gerekse ilgili bakanlıklar bünyesinde veteriner otoritesi yeniden yapılandırılmadığı sürece, kuduzdan uyuza birçok hastalık hayvanlardan insanlara bulaşmaya devam edecektir.
=====================================
Dostlar,

Kuduz kuşkulu ısırık ve yaralanmaların yönetiminde Dünya Sağlık Örgütü rehberi son derece önemli ve değerlidir. Erişim için lütfen tıklayınız..

WHO Guide for Rabies Pre and Post Exposure

Bir de ulusal rehberimiz var, Sağlık Bakanlığınca hazırlanan; güncel ve başarılı :
https://hsgmdestek.saglik.gov.tr/depo/birimler/zoonotik-vektorel-hastaliklar-db/zoonotik-hastaliklar/2-Kuduz/6-Rehbler/Kuduz_Profilaksi_Rehberi.pdf

Türkiye Ulusal Refik Saydam Koruyucu Sağlık Kurumu’nu derhal yeniden açmalı ve teknolojisini, uzman insangücünü sağlayarak başta aşılar (bakteriyel, viral, paraziter) olmak üzere bağışık serumlar, anti-toksinler, immunglobulinler, koagülasyon faktörleri ve değişik biyolojik ürünlerin, NBC savaş karşı kimyasallarının, temel ilaçların.. ülkemizde üretimi sağlanmalıdır. Bu ürünler stratejik olup, tümü ile dışalıma (ithalata) bağlı olmak kabul edilemez.

Öte yandan, Tıp Fakültelerindeki “Halk Sağlığı Anabilim Dalı” gibi, Veteriner Tıbbı (Veterinary Medicine) fakültelerinde Veteriner Halk Sağlığı (Veterinary Public Health) Anabilim Dallarının kurulması zorunludur.

Dünya Sağlık Örgütü’nün “Tek Tıp – Tek Sağlık” yaklaşımı / politikası “İnsan – Hayvan – Çevre Sağlığı” önlemlerinin bütüncül ele alınmasını öngörmektedir.

Gerekli kurumlaşmalar sağlandığında sayın yazarın belirttiği GMP (İyi Üretim Uygulamaları) uygulamalarına ek GLP (İyi Laboratuvar Uygulamaları) ve GCP (İyi Klinik Uygulamaları) uygulamaları da yerine getirilecektir.

Sağlık Bakanlığı kuduz kuşkulu ısırık, yaralanma olgularına tıbbi destek verecek birimleri sayıca artırarak ülkeye yaymalı, aşı – bağışık serum (Kuduz İmmun Globulin) sıkıntısına yer vermemelidir.

  • 21. yy’da kuduzdan ölüm yüz kızartıcıdır ve yöneticilerin mutlak insancıl, hukuksal sorumluluğunu doğurur (Anayasa m. 2, 56, 125 vd.)
    ***

Not    : Sayın yazarın dili, şaşılacak ölçüde eski ve Türkçe dışı. Türkçemize yazık. Üzülerek ve rahatsız olarak sıkça, ayraç içinde Türkçe sözcükler koyduk..

DİL DEVRİMİ, Atatürk Devrimlerinin ayrılmaz parçasıdır ve öksüz bırakılamaz. Atatürk’ün Türk Dil Kurumu‘nu kurduğu 26 Temmuz 1932’de yaptığı uyarıyı usumuzdan hiç çıkarmamalıyız :

  • “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” / Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Paşa, İş Bankası gelirlerinden Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu için sürekli gelir / akar sağlayarak akçalı bağımsızlıklarını da güvencelemişti. 12 Eylül 1980 darbecileri sözde Atatürkçü görünürken, Atatürk’ün emaneti – mirası – vasiyeti bu 2 yaşamsal devrim kurumunu kapattılar ve devlet dairesine dönüştürdüler. Bunların ne ölçüde Kemalist Devrime hizmet ettikleri ortada! Önceki gün Türkçe sözlüğe “Türkiyeli” sözcüğünü koymaya yeltendiler. İngiltereli, Fransalı, İtalyalı, Rusyalı… sözcükleri var mı? Ülke ve ulus adları ayrı ayrı var.. İngiltere / İngiliz, Fransa / Fransız, Rusya / Rus… Herkes çok özenli olmalı ve Aydınlanma Devrimlerine dönük örtük-açık saldırılara dikkat ve bilinçle karşı koymalıyız. Türkçeyi savsaklama (ihmal etme) lüksümüz yok..

Bu arada Cumhuriyet Gazetesi  yönetiminin de epey zamandır bu sorunsal üzerinde durmadığı görülüyor. Önceki genel yayın yönetmeni Arif Kızılyalın, Dilbilimci idi… Cumhuriyet Vakfı yazmanı Işık Kansu, bizim gibi Dil Derneği üyesi. Bir kez daha anımsatıyor ve rica ediyoruz; Cumhuriyet Gazetesi Dil Devrimimize özenle sahip çıkmayı sürdürsün..

Sevgi ve saygı ile. 21 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

Mezarlar Üzerinde Yükselen Düzen

Işık Kansu
Işık Kansu
kansu@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları
22 Ekim 2022, Cumhuriyet

 

Hafta içinde Ufuk Üniversitesi’ndeydik. Atatürkçü gençler, Ahmet Taner Kışlalı’nın aramızdan zorbaca alınışının 23. yıldönümünde anlamlı bir etkinlik düzenlediler.

Orada da dile getirmeye çalıştık.

Cumhuriyet devrimi gerçekleştirildiğinden bu yana geçen 100 yıllık süreç içinde bağımsızlık ve Aydınlanma atılımını baltalama fırtınası, hiç ama hiç dinmedi.

Çürümüş Osmanlı’dan kalma bağnazlık ve bağımlılık, 1945’lerden başlayarak toplumun içine yeniden sinsice şırınga edildi.

1950’lerde, gericiliğin “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” söyleminin peşinde ilerlediği, ödüncülüğün ve ülke pazarlamanın ikili anlaşmalarla doruk yaptığı bir dönem yaşandı.

1960’larda, bugün hem iktidar hem de muhalefet partileri tarafından suçlanan, küçümsenen 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ve çağdaş haklarla donatılmış, sosyalistler dahil hemen her görüşün Meclis’te temsil edilebildiği sistem, Türkiye’yi sömürge kılmakta kararlı iç ve dış egemenlere “bol” geldi.

12 Mart 1971 balyozu, “bağımsız Türkiye” çığlıklarının üzerine darağacı ile indi. Yetmedi. 1970’li yıllar boyunca, CIA ve gladyo denetiminde ülke, sokak çatışması görüntüsü altında bir iç savaş alanına dönüştürüldü. Binlerce genç, aydın öldürüldü.

İstenen olmuştu. 12 Eylül’de işbirlikçi generaller, Amerikancı alaturka kapitalizmin takunyalı temsilcisi Turgut Özal’ı da yedeklerine alarak yurdu emperyalizmin yeni masalı küreselleşmenin halk öğütücü, ulus yıkıcı çarklarının altına ittiler.

Casusluk örgütü Fethullahçılar ve bağnazlık o dönemde palazlandı.

Sovyetler’in yıkılışı ile birlikte Soğuk Savaş’ın sona erdiği dönemde, 1923 devriminin ilkeleri ve çözüm yolları, siyasette ve yurt yönetiminde yaşanan çürümüşlüğü ve çaresizliği aşmak için yeniden bir tan yeri yaratmıştı ki… Küresel sömürgecilik, gericilik ve ayrılıkçılığı tüm kan dökücülüğü ile bir kez daha kışkırttı.

Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi laik, demokratik, devrimci ve halkçı çözümler üreten ve umut yaratan aydınlar, karşıdevrim için eğitilmiş katil örgütlerince aramızdan alındılar.

Tüm yaşananlar, hazırlıklı kurgulardı ve bugünü yaratmaya yönelikti.

Bugün, anayasa, Meclis varmış gibi gözükmesine karşın Osmanlı’nın Saray düzeni geri gelmiştir.

  • Yaşanmakta olan düzenin temeli,
    binlerce gencin ve aydının mezarları üzerine atılmıştır.

KIŞLALI NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?

Ahmet Taner Kışlalı’nın neden öldürüldüğünü soranlar için anahtar bilgi, kendisinin 1998’de kaleme aldığı “Demokratik Toplumcu Çağrı bildirgesinde yatmaktadır :

“Toplumumuz, Cumhuriyet tarihinin belki de en önemli bunalımıyla
karşı karşıya bulunmaktadır. Laik, demokratik Cumhuriyet tehdit altındadır.
Bu geçici değil, yapısal bir bunalımdır.

Bunalımla savaşmak durumunda olan devlet kurumlarının çoğu yozlaşmıştır. Devlet yapısındaki hastalıkları gidermek görevindeki siyasal partiler ise tabanlarından ve dolayısıyla toplumdan kopmuşlardır.
Partiler demokrasisi liderler demokrasisine,
daha doğrusu genel başkanlar diktatörlüğüne dönüşmüştür.

Kitlelerde giderek yaygınlaşan umutsuzluğun nedeni bu çıkmazdır. 

Türkiye’nin bugünkü çıkmazında, işçisiz bir sol ve solsuz bir demokrasi arayışlarının rolü yadsınamaz. Bu akıl dışı arayışlar, yolsuzluklar ve çözümsüzlüklerle tıkanan ve çürüyen bir siyasal ortam oluşturmuştur. Yadsınamayacak bir gerçek de,
solun Kemalizm’i yadsıyan kesimlerinin tükenmişliğidir.” 

Uluslararası Tahkim ve Bazı Gerçekler

Prof. Dr. Rona AYBAY
Cumhuriyet, 29 Haziran 2021

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.) 

1999 yılı ortalarıydı, bazı “ekonomik-siyasal” çevrelerin isteklerini dile getiren gazete yazarları bir “keşifte” (!) bulundular: Türkiye’ye yabancı sermayenin gelmesinin, çok gereksinim duyulan bazı (AS: kimi) büyük yatırımların yapılmasının önünde büyük bir engel vardı. Anayasa, bu tür sözleşmelerden doğan çekişmelerin uluslararası tahkim yoluna başvurulmasına elverişli değildi.

Çünkü anayasaya göre imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinin, Danıştay’ca incelenmesi gerekiyordu (m. 155). Anayasa Mahkemesi’nin ve Danıştay’ın içtihatları, Cumhuriyetimizin ilk Anayasası olan 1924 Anayasası’ndan gelen bu hüküm karşısında, uluslararası tahkim yolunu kabul etmesine yani Türkiye’nin çıkarlarıyla ilgili davaların Türk yargısı önünde değil de yurtdışı yerlerde, gözden uzak biçimde “çözümlere” bağlanmasına elverişli değildi.

Basında ise uluslararası tahkimin lehinde adeta bir kampanya başlatılmıştı. Bu kampanyaya katılmayan belki de tek gazete Cumhuriyet’ti. Özellikle “Ankara Bürosu” ve Işık Kansu, “tahkim”le ilgili sakıncalar konusunda kamuyu bilgilendirmek görevini yerine getirdi.

Cumhuriyet, Mümtaz Soysal ve Türkel Minibaş gibi ne yazık ki yitirdiğimiz değerlerin ve aralarında benim de olduğum Yıldırım Uler, Yekta G. Özden gibi hukukçuların görüşlerine geniş yer verdi. Ama bütün bunlar uluslararası tahkimi savunan çevreler ve onların sözcüleri ve uygulayıcıları üzerinde etkili olamamış ve sonunda hızlı bir biçimde yapılan anayasa değişikliğiyle anayasaya şu hüküm girmişti (m. 125/I) :

  • “Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli ya da milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir. Milletlerarası tahkime ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebilir.”

Aynı değişiklikle, Danıştay’ın bu tür sözleşmeleri incelemesi yerine “düşüncesini bildirmesi” ve bunu da en geç iki ay içinde bitirmesi koşulu da getirilmişti.

TAHKİM NEDİR?

Tahkim, bir hukuksal çekişmenin, mahkeme yerine “özel” bir yöntemle çalışan “tahkim kurulları” aracılığıyla çözüme bağlanması yöntemidir. Ancak tahkimin, her türlü hukuk sorunu için başvurulacak bir yol olmadığı da gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin ceza hukuku alanında tahkim söz konusu olamaz, boşanma davaları tahkimle çözüme bağlanamaz vb. Tahkimin geçerli olduğu başlıca alan, ticaret yaşamıdır. Bu alanda tahkimin yeğlenmesinin önde gelen nedenlerinden biri, çekişmenin tarafı olan şirketlerin ya da iş insanlarının “ticari sır”’ saydıkları hususları “aleni” (AS: açık) olarak mahkeme önünde tartışmaya istekli olmamalarıdır.

“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır.” (Anayasa m. 141/1; AİHS m. 6/1) Ancak genel ahlakın ya da kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde, duruşmalar kapalı yapılabilir. Oysa tahkim herhalde ve kesinlikle “kapalı kapılar arkasında” işleyen bir yöntemdir; tarafların birbirlerine karşı ileri sürdükleri savların, yaptıkları savunmaların, verdikleri ya da aldıkları ödünlerin ne olduğunu kamunun öğrenmesine olanak yoktur.

Özel kişiler ve ticaret şirketleri bakımından, mahkeme yerine tahkimin yeğlenmesi için haklı sayılabilecek bir neden olan bu “gizlilik”, kamu hizmetlerinin görülmesiyle ilgili çekişmeler bakımından kabul edilebilir mi? Kamu hizmetinin görülmesiyle ilgili olarak ortaya çıkan çekişmelerde yargılamanın, tahkime bırakılıp “kamudan gizli” tutulması, affedilmez (AS: bağışlanmaz) bir çelişkidir. Mahkemelerde duruşmaların kamuya açık (aleni) oluşu, hem davanın tarafları açısından bir güvencedir hem de halkın doğrudan doğruya ya da basın-yayın organları aracılığıyla bilgilendirilmesi bakımından çok önemlidir.

Anayasa, idarenin her türlü işlemine karşı yargı yolunun açık olduğunu belirtiyor (m. 125). Yine Anayasaya göre herkes yargı mercileri önünde iddia ve savunma hakkına sahiptir (m. 36). Bu hak, “üçüncü kişi (müdahil – katılan) olarak” (İYUK m. 31) bir davaya katılma hakkını da kapsar.

Kamu hizmetiyle ilgili bir çekişmenin, mahkemede değil de tahkim yoluyla çözüme bağlanması, bu hak açısından da kabul edilemez. Çünkü kamu hizmetinin görülmesiyle ilgili çekişmenin sonuçlarından öncelikle etkilenecek kişilerin (yurttaş, hemşeri) ve sivil toplum örgütlerinin, Avrupa’nın ya da Amerika’nın bilmem hangi kentinde kapalı kapılar arkasında yürütülen tahkimle ilgili bilgilere ulaşması olanaksızdır. Bilgileri olduğunu varsaysak bile tahkime “üçüncü kişi (müdahil – katılan) olarak” katılmaları hiçbir biçimde, söz konusu olamaz, tahkimin niteliği buna elvermez.

SONUÇ

  • Kamuyu ilgilendiren konularda, yargılamanın kamuya açık olarak yapılması gerekir.
  • Kamu hizmetinin görülmesiyle ilgili çekişmelerin “uluslararası tahkim” denilen yolla, kamuya kapalı bir yöntemle çözüme bağlanması, öteki sakıncalarının yanı sıra bu bakımdan da kesinlikle uygun değildir.

Öte yandan, uluslararası tahkimi öngören bir anlaşmanın, istenci (iradeyi) sakatlayan nedenlerle bozulmasına da olanak vardır. Uluslararası hukuk, bu konuda borçlar hukukunun geleneksel nedenleri olan aldatma (hile), yanılma (hata) gibi kavramlara ek olarak temsilcilerin “ayartılmasına”, yoldan çıkarılmasına da (corruption) yer vermiştir. Bu tür kusurları olan bir sözleşmeyi bağıtlamış olan kişilerin, duruma göre özel hukuk ve ceza hukuku açısından sorumlukları da söz konusu olabilir.
=============================
Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Rona Aybay ustamızı kutluyoruz bu “anlayana” damgalı yetkin – özlü yazısı nedeniyle.

Bu gece 02:56’da web sitemizde yayınladığımız, değerli dostumuz Suay Karaman’ın kaleme aldığı “SÖKE SÖKE” başlıklı yazının da okunmasını dileriz (SÖKE SÖKE – Prof. Dr. Ahmet SALTIK). Bu son yazıda bir yerde ayraç içinde, aşağıdaki tümceyi yazmadan duramamıştık.

  • AKP Gn. Bşk. RT Erdoğan kimin sözcüsü? Türkiye’nin mi uluslararası sermayenin mi??!

AKP Gn. Bşk. R.T. Erdoğan, Türk TELEKOM’un yutulduğu devasa peşkeşte 6,5 milyar Dolar soyulduğumuz özelleştirmede Başbakan idi; neden günümüze dek Uluslararası Tahkime giderek ülkemizin yaşamsal haklarını koruma çabası içinde olmamış ama bu soygunun temel aktörü – ortağı dönemin Lübnan başbakanı Hariri’yi resmi törenle kaçak sarayda ağırlamıştır, neden?!

Ayrıca, Kovit-19 salgını ortasında ülkemiz kavrulurken, Sağlık Bakanı Koca’nın deyişiyle Çin SINOVAC firması, kamuoyundan ısrarla kaçırılan – saklanan, tecimsel (ticari) sır gerekçesiyle perdelenen sözleşme gereklerini yerine getirmemiş ve yeterli aşıyı ülkemize yollamamıştır!? Çaresizlik içinde kıvranılacağına neden o dönemde Uluslararası Tahkime giderek insanımızın yaşam hakkını korumak akla gelmemiş, gelememiştir? İktidarın hangi saklı zaafları yüzünden?

  • AKP iktidarı gerçekten yerli ve milli midir yoksa tam tersi misyonla işbaşında mıdır?

Yapıp ettikleri ortadadır, tarih – güncel gelişmeler peçeyi her geçen gün kaldırmaktadır.

Son sözü Türk halkı söyleyecek ve ilgililer yargı önünde mutlaka tarihe hesap vereceklerdir.
***
Sayın Prof. Dr. Rona Aybay hocamızın sözünün üstüne söz söylemek haddimiz değil ama, bu makale için bizden erken davrandı, varolsun. Şunu vurgulayalım ki;

  • Uluslararası tahkimin arkasına saklanarak biçimsel hukuk bakımından ön almaya yeltenmek şaibelileri ve eylemlerini aklamaya yetmeyecektir, çünkü gayrı-meşru kaygan zemindedirler!

Sevgi ve saygı ile. 29 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Yağmalanan Ülke

Işık KansuIşık Kansu
kansu@cumhuriyet.com.tr
19 Haziran 2021, Cumhuriyet

 

CHP’li İbrahim Kaboğlu, TBMM’nin son üç yıllık çalışmalarını değerlendirirken çarpıcı veriler ortaya koydu:

Meclis’te 600 milletvekili 2275 maddeden oluşan 183 öneriyi görüşmüş. Bunların 108’i uluslararası sözleşme. Saray ise tek başına, kararname yoluyla 2370 maddeyi gerekçesiz yürürlüğe koymuş!

İbrahim Kaboğlu’na göre, bu durum,

  • aslında parti başkanlığı yoluyla devlet yönetimi, mutlakiyetten Tanzimat’a ve Meşrutiyet’ten Cumhuriyete uzun bir evrim sürecinde oluşan kurallar ve kurumlar ile geleneklere, OHAL ortam ve koşullarında birkaç ay içinde adeta tarihi geri çevirme iradesiyle son verilmesinin sonucu…

Aslında ortada bir cumhurbaşkanı yok, Parti başkanı var ve devleti yönetiyor. Kaboğlu,

– yağmalanan bir ülke,
– yoksullaştırılan bir toplum ile

karşı karşıya olduğumuz kanısında:

“Kişisel iktidar ereğinde, merkezleşme yoluyla anayasa ve Anayasa Mahkemesi kararları ihlal edilerek doğal, tarihsel ve kültürel miras yağması hız kazandı. Kamu İhale Kanunu delik deşik edildi ve bir iç deniz, ölü denize dönüştürüldü. Sosyal devlet gerekleri yerine devletin paraları inatlaşma projelerine yönlendirildi. Özetle, parti başkanlığı yoluyla devlet yönetimi sonucu devlet partileştirildi ve parti devletleştirildi; her ikisi kişiselleştirildi.”

CUMHURİYET’İN SESİ

Halk yönetimi olan Cumhuriyeti meşruti monarşi bulamacına dönüştüren Saray düzeninin kurulması ve sürdürülmesi sürecine ortak olanlara göre “Cumhuriyet gazetesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyenlerin sesi, nefesi ve yuvası”ymış…

Bu savı dile getirenlerin titreyip kendilerine dönmeleri için birkaç anımsatma:

Cumhuriyet gazetesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Atatürk’ün adını verdiği gazetedir.

Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi, Cumhuriyetin ilan edilmesini öneren TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı’dır.

  • Cumhuriyet gazetesi, laik, demokratik Cumhuriyetin ilkelerini yaşatmak için vardır ve bu çabasını basın şehitleri de verme uğruna 97 yıldır sürdürmektedir.

Bugünkü ortamda Atatürk’e “kâfir” diyenlerin, Cumhuriyet’i “reklam arası” diyerek yadsımaya kalkanların, devlet yapısını organize suç örgüterine, çetelere, çıkarcılara teslim etmiş ses, nefes, yuvalar ile onların ortakçılarının eylem ve uygulamalarını; tüm hak, hukuk dinlemeyen baskılara karşın yüreklilikle kamuoyunun gündemine taşıyan da Cumhuriyet gazetesidir.

  • Kara çalıcılar bilmelidir ki Cumhuriyet gazetesi, Cumhuriyeti savunanların bağımsızlık bayrağını dalgalandırdığı çetin bir kaledir.

TARİHSEL GÖRÜŞME

ErdoğanBiden’ın 1915 olaylarını “soykırım” olarak kabul etmesini gündeme getirmeden geçmenin doğru olmadığını söylemiş, ama ABD Başkanı ile görüşmesinde gündeme getirmeden geçivermiş. Biden ise Erdoğan ile pozitif ve üretken bir görüşme gerçekleştirdiklerini kaydetmiş.

Hamdolsun, atam, ninem soykırımcı olsun.

Erdoğan, Kâbil Havalimanı’nın güvenliğinin sağlanmasına hazır olduğunu söylemiş. Biden ise Türkiye’yi korumayı kutsal sorumluluktan saymış.

Hamdolsun, Mehmetçik yaban ellerde toprak olsun. Erdoğan, YPG/PKK’ye verilen desteğin sonlandırılması gerektiğini dile getirmiş.

Biden ise müttefik Türkiye’ye milyonlarca Suriyeliye ev sahipliği yaptığı için takdirlerini yinelemiş. Hamdolsun, aç koynunu kuşlar dolsun.

Aşı Diplomasisi, AKP ve Türkiye

Op. Dr. Fikret Şahin’den Şehir Hastaneleri İle İlgili Önemli Tespitler

Op. Dr. Fikret ŞAHİN
CHP BALIKESİR MİLLETVEKİLİ
ESKİ BALIKESİR TABİP ODASI BAŞKANI

Cumhuriyet, 06 Mayıs 2021

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Covid-19 pandemisiyle birlikte yaşamımıza yeni bir kavram girdi “aşı diplomasisi”. Covid aşısının üretim teknolojisine sahip olmak uluslararası alanda güç, itibar ve etkinlik aracına dönüştü. Buna bağlı olarak tıbbi alandaki bilimsel yetenek ve üretim gücü son yıllarda ülkelerin bölgesel ve küresel etkinliğinin en önemli kaldıraç mekanizması durumuna geldi.

Covid aşısını başka ülkelerden bağımsız olarak üretebilmek, aşıya sahip olmak ve aşıyı gereksinimi olan ülkelerle paylaşmak uluslararası gücün ve etkinliğin en önemli göstergesi oldu. Zorlu ve çözülmesi güç uluslararası sorunlarda, ilgili ülkeleri ikna etmek ya da istenilen noktaya getirebilmek için Covid aşısı diplomasi masasında yerini aldı. Bu diplomasi türüyle dünya ilk kez karşılaşıyor. Bu. küreselleşmenin ve neo-liberal politikaların vardığı noktayı bize göstermesi bakımından da manidar (AS: ) anlamlı.

BÜYÜK KOZA DÖNÜŞTÜ

DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) başta olmak üzere pek çok tıbbi otorite Covid aşısına ulaşım konusunda adaletli davranılmasını hatta aşı patentinin ve üretim teknolojisinin açık olması gerektiğini belirtmesine karşın, tıbbi üretim teknolojisini elinde bulunduran emperyal ülkeler ve onların küresel firmaları aşı üzerinden güç ve para kazanma peşindeler.

Covid pandemisi başladığından bu yana DSÖ’nün resmi kayıtlarına göre yaşamını yitiren insan sayısı 3.5 milyona yaklaşmakta, resmi olmayan rakamlar doğal olarak bunun çok daha üzerinde. Her ne olursa olsun acı gerçek apaçık önümüzde duruyor ve günde ortalama 10 bin kişi yaşamını Covid nedeniyle yitiriyor. Herkesin çevresindeki çember o denli daraldı ki her gün bir tanıdığımızın acı haberini alır hale (AS: duruma) geldik.

İnsanoğlu yaşam ve ölüm arasında zamanla yarışıyor. Bu tablo karşısında, aşı teknolojisini elinde bulunduran emperyal ülkeler, DSÖ’nün çağrısını duymak istemiyor, aşı patentini açmıyorlar. DSÖ’nün yaptığı oldukça insancıl ve bilimsel olarak yapılması gereken bir çağrı fakat bu çağrının muhatabı ülkeler aşıyı diplomatik bir koz olarak kullanmakta kararlılar.

BİYOLOJİK SAVAŞ

Dünya şu anda bir biyolojik savaş durumunda. Düşman koronavirüs, buna karşılık insanoğlunun elindeki en etkili silah Covid aşısı. Bu silaha sahip ülkeler bu güçlerini başka ülkelerle paylaşmak yerine bu silahı küresel güçlerini artırmak ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak niyetindeler. Her gün binlerce kişinin aşılanamadığı için yaşamını yitirmesi umurlarında değil. Onlar için önemli olan salgın sonrasında çok daha güçlü ve etkili olabilmek. Covid salgınını güçlerini artırmak ve pekiştirmek için fırsata çevirme peşindeler.

Küresel güçler açısından şu anda Covid aşısına sahip olmak nükleer güce sahip olmak gibi bir durum, belki de bundan daha da etkili. Ulaşmak istedikleri amaçları için Covid aşısını etkili bir argüman (AS: araç, silah) olarak kullanmaktan çekinmiyorlar. Bunun bir örneğini de ülke olarak biz yaşadık. Çin’den Sinovac aşısının tedariki (AS: sağlanması) sürecinde, Çin’in aşıyı yeterli dozda vermek için Türkiye’den suçluların iadesi anlaşmasını uygulamaya koymasını ve Türkiye’ de bulunan kimi Doğu Türkistanlıların iadesini istediği gündeme gelmişti. Bu konu her ne denli inkâr edilmiş (AS: yadsınmış) olsa da Çin’den aşı sağlanmasında duyurulan takvime uyulmaması, bu sorunun görüşmelere konu olduğunu düşündürmektedir.

Aşı üreten ülkeler, salgın sonrası siyasal ve ekonomik olarak daha avantajlı olabilmek için ilişkilerini geliştirmek istedikleri veya üzerinde etkili olmak istedikleri ülkelere aşı vererek ya da vermeyerek siyasal manevra yapıyorlar.

Aşı adeta Soğuk Savaş dönemindeki gibi bir mücadele zemini oluşturdu. ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Almanya bu mücadelede başroldeler. Herkes aşısını kendisi için önemli olan ülkelere gönderme çabasında, rakip ülkenin aşısının kendi bölgesine girmesini istememekte, bunun için amansız bir mücadele sürüyor.

Hangi aşının, hangi ülkelerde kullanıldığına bakarak kimin nerede etkili olmak istediğini anlamak olanaklı. ABD bu yarışta özellikle Avrupa kıtasında var olmak isterken, EMA (Avrupa Birliği İlaç Dairesi) Rusya’nın Sputnik ve Çin’in Sinovac aşılarına halen kullanım onayı vermeyerek bu ülkelerin Avrupa’ya girişini engellemeye çalışmakta. Buna karşın, onaysız olsa da kimi AB ülkeleri bu aşıları kullanmaya başladılar.

İnsanlık tarihine baktığımızda her salgın hastalık sonrası dünyada kayda değer değişimler meydana gelmiştir. 14. yüzyılda yaşanan kara veba salgını sonrasında feodal sistem yıkılmış, kapitalist düzen başlamış, Katolik inanca güven azalmış Protestanlık inancı doğmuş, kilise ve eğitimde egemen dil Latinceden İngilizceye dönüşmüş, Rönesans ve Reform hareketleri yaşanmıştır.

  • Bu salgın geçtikten sonra yeni bir dünya düzeniyle karşı karşıya kalacağımız kesindir.

Tarihsel olaylardan ders çıkaran ülkeler buna yönelik hazırlıkları ve zeminlerini özellikle aşı üzerinden yapmaktadırlar.

BİZ TÜRKİYE OLARAK NE YAPIYORUZ?

AKP iktidarıyla birlikte yerli aşı üretimini terk edip aşı ihraç eden (AS: dışsatımı yapan) ülke konumundan aşı ithal eden (AS: dışalımı yapan) ülke konumuna geriledik. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün 80 yıllık tarihsel birikim ve deneyimlerini bir anda sıfırladık. Vatandaşlarımız için başka ülkelerden gelecek aşıları bekleyerek zaman ve yaşam yitiriyoruz.

Oysa AKP iktidarından önce olduğu gibi kendi aşımızı üretebilseydik şimdi hem kendi vatandaşlarımızın aşılarını tamamlamış olacaktık hem de Türkiye olarak, aşı sayesinde bölgesel güç olmak fırsatını yakalayacaktı. Çevresindeki ülkelere ürettiği aşıları gönderecek güçte olan bir Türkiye’nin uluslararası itibarı (AS: saygınlığı) ve etkinliğinin ne ölçüde artacağı tartışılmaz bir gerçektir.

Bilimin gücüyle ülkemizin gücünü örtüştürme fırsatını maalesef AKP’nin öngörüsüz sağlık politikaları nedeniyle kaçırdık. Bilim insanları bundan sonraki süreçte de benzer pandemilerin gerçekleşebileceğini düşünmekteler. Bu nedenle yerli aşı üretimi yalnızca bugün için değil, gelecekte de ülkemizin stratejik hedefleri ve diplomasi gücü açısından hayati (AS: yaşamsal) öneme sahip olacaktır.
============================
Dostlar, 

AŞI SAVAŞLARI ve AKP İKTİDARININ SINAVI

Başlıklı makalemiz 12 Aralık 2020 günü Cumhuriyet gazetesinin 2. sayfasında yayınlanmıştı…

Not                                 :

Sayın Milletvekili Dr. Fikret Şahin’in izni alınarak metinde çok sayıdaki Arapça- Farsça sözcüklerin yerine yaşayan – varolan güzelim Türkçe karşılıkları konmuştur; anlama dokunmaksızın. Yer yer de ayraç içinde Türkçe karşılıklar önerilmiştir.
ATATÜRK DEVRİMLERİ bir bütündür ve bir halkı Ulus yapan ortak niteliklerin başında DİL gelir. Bu yüzden, DİL DEVRİMİNİ sahiplenmek, yaşatmak ÖKSÜZ BIRAKMAMAK zorundayız.. Dr. Şahin’e olgunluğu için teşekkür ederiz.

Bu gün ayrıca Cumhuriyet Gazetesi Vakfı Bşk. Sn. Dr. Alev Coşkun‘a da ilettik sorunu, Cumhuriyet gazetemiz yeterli özeni göstermiyor.. diye yakındık.. Sn. Işık Kansu‘ya da..

Sevgi ve saygı ile. 07 Mayıs 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter  @profsaltik     

Yargıda FETÖ Taktiklerini Kim Kullanıyor?

Işık Kansu
IŞIK KANSU
kansu@cumhuriyet.com.tr

Yargıda FETÖ Taktiklerini Kim Kullanıyor?

Cumhuriyet, 28 Kasım 2020
Gelişmeleri okurlarımız yakından izliyor.

Saray’ın İletişim Başkanı ile AKP’li bir milletvekili eşinin yaptığı başvurular üzerine tümüyle belgeli haberleri nedeniyle Cumhuriyet gazetesine ceza yağdırılmasına yapılan itirazlara, “emekli” olmasına karşın 2017’de Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yeniden göreve atanan İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi yargıcı Hüseyin Çetin ret kararı verdi. Bu karar üzerine, basın özgürlüğü hiçe sayılarak, şimdi gazetemize o cezalar uygulanıyor.

Yargıya olan güvenin sarsıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Yapılan çeşitli anketler de yargıya güvenin aşındığını kanıtlıyor. Özellikle de yetmez ama evetçilerin ve casusluk örgütü FETÖ’cülerin alkışları arasında geçen 2010 anayasa değişikliğinden sonra…

FETÖ’cüler, birçok alanda olduğu gibi yargıda da örgütlenmişler, Türkiye’nin kozmik odalarına değin sızmışlar, ardından da iktidar ortağı oldukları AKP ile anlaşmazlığa düşerek darbe girişiminde bulunmuşlardı.

FETÖ darbe girişiminden sonra yargıda değişen bir şey oldu mu?

Bu sorunun yanıtını, bir zamanlar Recep Tayyip Erdoğan’ın en yakın çevresinde yer alan, AKP Diyarbakır Milletvekilliği yapan, oğlu Ali İhsan Arslan ise halen AKP Ankara Milletvekilli olan İhsan Arslan, geçen günlerde BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlarken açıkça verdi:

“İlk aşamada askeri vesayet vardı, adım atamıyorduk. Ne zaman ki ciddi bir mücadeleyle askeri vesayeti ortadan kaldırdık, orada yılana (Yılandan kastı FETÖ-I.K.) sarıldık. İşbirliği yaptık.

Tahmin etmediğimizden fazla onlar işin içine girdi. Hatta onlar lokomotif oldu, biz arkada icraatta bulunduk. Sonra FETÖ’nün vesayeti gündeme gelmeye başladı. Biz bunu fark ettiğimizde irkildik. Ondan sonra da tabii kıyamet koptu. O güne kadar hukuk içinde kalmaya azami dikkat gösteriyorken 15 Temmuz’dan sonra doğrusu panikledik ve olayın vahameti karşısında ancak yargıyı kullanarak başarılı olabileceğimiz kanaatine vardık.

Onların yargıyı kullanırken kullandığı bütün taktikleri, araçları, biz kullanmaya başladık, can havliyle.

Neymiş?

Yargı bağımsız değilmiş!

Türkiye Düşmanı Kim Acaba?

Atatürk’ün adını verdiği gazetemiz Cumhuriyet’i “Türkiye düşmanlarının sığınağı” diye niteleyenler için bir öykü:

Gazeteciliğe 1970’li yıllarda polis-adliye muhabiri olarak başlamıştık. Türkiye düşmanları, gencecik insanları birbirine karşı kışkırtıyor, sağdan ve soldan her gün vatan evlatları sokak ortasında öldürülüyorlardı.

Onları öldüren silahlar da Uğur Mumcu’nun saptadığı gibi aynı merkezlerden sağlanıyordu.

23 Şubat 1978 günü, polis, bir ihbar üzerine Adana’dan Ankara’ya gelen Renault marka bir arabayı Kepekli Boğazı’nda durdurdu. İçinden MHP Gençlik Kolları’na kayıtlı kişiler çıkan arabanın bagajındaki portakal sandıklarının altında 2 makineli tüfek ile cephane bulundu. Arabada yakalananlar ifadelerinde, silahları dönemin ülkücü lideri Muhsin Yazıcıoğlu’na götürdüklerini söyleyip bir de ayrıntı verdiler:

Biz o gün yemdik. Polis bizle uğraşırken Ankara’ya iki kamyon dolusu silah girdi.

Bagajında silahlar ve cephane bulunan 01 FE 994 plakalı o beyaz renkli Renault marka otomobil kime aitti dersiniz?

  • Bugün MHP Genel Başkanı olan Devlet Bahçeli’ye…

Karşıdevrime Karşı Direnme Görevi

Karşıdevrime Karşı Direnme Görevi

Cumhuriyet, 18 Temmuz 2020
Kurultay öncesi, CHP il başkanları toplanıp bildiri yayımlıyorlar:

“Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekliyoruz.”

Çok güzel. Desteklesinler. Genel Başkanlarıdır. Ancak bugünkü koşullarda CHP’lilerin ve CHP örgütlerinin en önemli görevi, birbirini övmek değil, karşıdevrime karşı bilinçli ve sağlam bir direniş göstermektir.

CHP, tarihsel açıdan müdafaa-i hukuk örgütlerinin devamıdır. Böyle bakıldığında, CHP il başkanları, müdafaa-i hukuk örgütlerinin bugünkü il temsilcileri konumundadırlar.

AKP, Atatürk’ü ve Cumhuriyet devrimlerini, hatta Türkiye Cumhuriyeti’ni toptan reddetme aşamasına gelmiştir.

AKP, Ayasofya’yı bir dünya kültür kalıtı kılan Atatürk ve arkadaşlarının kararını, Saray tarafından atanmış hukukçu gibi gözüken siyasi aracılar eliyle yok etmekle yetinmemiş; Ayasofya’nın dünya kültür kalıtı olmaktan çıkarılması gününü, Lozan Antlaşması’nın yıldönümüne getirmiştir.

Saray tarafından şeyhülislam konumuna taşınmış olan Diyanet İşleri Başkanı da bu günün özellikle seçildiğinin de altını çizerek, asıl hedefin çağdaş uygarlık yolundaki Türkiye Cumhuriyeti olduğunu ortaya koymuştur.

Bu ortamda, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadroların partisi olan CHP’nin örgütü, tarihsel bir sorumluluk ile karşı karşıyadır:

AKP’nin her karşıdevrim atağında CHP’nin, “mütedeyyin seçmeni rahatsız etmeyelim, sonra oy alamayız” gerekçesine sığınmasından vazgeçmesini sağlamalıdır. Tavşanca bir ürkeklik ile karşıdevrim ataklarına katlanma alışkanlığına son verilmelidir. Katlanmanın da ötesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurum, değer, ilke, önder ve kahramanlarına kinle savaş açmışlara karşı gösterilen baş eğici kabullenmeden ivedilikle sıyrılmayı gerçekleştirmelidir.

Unutulmamalıdır ki CHP, dünya tarihine geçmiş onurlu bir büyük devrimi örgütlemiş, başarıya ulaştırmış ve yaşama geçirmiştir.

CHP, günlük çıkarsal hesaplar ya da ucuz siyasi taktikler, silik tutumlar uğruna devrimci karakterinden uzaklaşamaz.

Devrimci karakterin asıl ve asil sahibi de müdafaa-i hukuktan gelen örgütün ta kendisidir.

Uygarlık Ateşi Sönmez

Zafer çığlıkları atan birileri; herkesi suskun, boyun eğici, çekingen, edilgen, vazgeçmiş, uyurgezer, adam sendeci, unutkan, idare-i maslahatçı sanmasın!

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) başta olmak üzere karşıdevrimin kötücül ataklarını yüreklilikle göğüslemeyi ödev ve sorumluluk bilen

ADD, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, yurttaşlar 24 Temmuz Cuma günü saat 12.00’de Anıtkabir’de olacaklar..

ADD’nin son açıklamasında da vurgulandığı gibi, bugün, siyasal dinci bir sistem inşa edilmiştir. Asıl sorun, Ayasofya’nın ibadete açılması değildir. Asıl sorun; Atatürk’ün kurduğu ulus devlet modelinin tasfiye edilmesi, hukukun siyasete araç edilmesidir. Ekonomik bunalımdır, işsizliktir. Ayasofya üzerinden Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yapılmasıdır.

Toplumda, softalığı alt edecek gerekli güç yitirilmemiştir.

  • Tarihsel birikimle yakılmış uygarlık ateşinin sönmez parlaklığı, geleceğimizi aydınlatmaya devam edecektir.

Dr. Ceyhun Atuf KANSU 100 Yaşında!

Dr. Ceyhun Atuf KANSU 100 Yaşında!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Meslek büyüğümüz tıp doktoru Ceyhun Atuf KANSU‘yu doğumunun 100. yılında saygı ve özlemle anıyoruz..

Saygın ve çok değerli evlatları çocuk psikiyatrisi uzmanı Prof. Dr. Bahar Gökler ve Cumhuriyet Gazetesinin saygın yazarı Işık Kansu‘yu sevgi ve dostlukla selamlıyoruz..

28 Mart 2019 Cuma günü akşam Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezindeki anma şöleninde birlikte olalım…

Sevgi ve saygı ile. 26 Mart 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Samsun’dan yeniden Kuvayı Milliye

Cumhuriyet, 09 Şubat 2019

2019; Atatürk’ün Samsun’a çıktıktan hemen sonra yurda duyurduğu “Ya bağımsızlık, ya ölüm” çığlığının, halkın örgütlü gücü Kuvayı Milliye’nin 100. yılı.
Bu topraklarda halkın örgütlü gücünü, yani Kuvayı Milliye ruhunu hiçbir odak yok edemeyecek.
Edemediğinin kanıtı da ortada:
100. yılda Samsun’da, ADD Samsun Şubesi, Cumhuriyet Kadınları Derneği, ÇYDD, Samsun Eğitim Derneği ve Atakum Gönüllüleri Derneği’nin öncülüğünde 50’ye yakın yurttaş örgütü; kurtuluşu yeniden anımsamak, bilim, kültür, sanat, bağımsızlık ve devrimi yeniden yüceltmek üzere bir araya geldi. Kendilerini şöyle tanıtıyorlar: 

“Kentimizin ilmini, irfanını, alın terini, kültürünü, sesini ve rengini temsil ediyoruz.
Bu coğrafyanın vicdanını, hoşgörüsünü ve öfkesini temsil ediyor. Vatana, Cumhuriyete, Mustafa Kemal Atatürk’e, ilkelerine ve devrimlerine ölesiye bağlılığı temsil ediyoruz. 

Ne mutlu bizlere ki yüzyıl önce atamız, Atatürkümüz, bu kentin insanlarının gözlerine bakmış ve aynı şeyi görmüştü. O nedenle kentimizin yeni dünya talanından kurtulup da tarih kalabilen her köşesine onun şu sözlerini işledik: 

  • ‘…Samsunluların hal ve durumlarında gördüğüm gözlerinden okuduğum vatanseverlik ve fedakârlık, ümit ve tasavvurlarımı olumlu bir inanca götürmeye yetmişti.’ 

100 yıl sonra bizleri bir araya getiren şey, paydaşlarımızın temsil ettiği Cumhuriyet insanımızın, inançlı yürekleri ve kararlı bakışlarıdır.”

Bilinçle yürüyorlar. 2019’un bir “kutlama” değil, “Atatürk gibi düşünme, yoktan var etme, akıl ve bilgi ile kaybettiklerimizi kazanma yılı olduğunun altını çiziyorlar.
Cumhuriyet’i yeniden kurma istenci, baharda sürgün veren sarı çiğdemler gibi saf ve tazecik onlar için.
Yönetim olarak karar verdik; halkın ve bağımsızlığın gazetesi olarak Cumhuriyet, Samsun’daki yurtseverlerle birlik olacak.
Bu güzelim yurtta, el ele, kurtuluşu ve kuruluşu, Cumhuriyet’i yeniden Anadolu’nun seherinde ışıtacağız!
Bize verilen Atatürk görevini yerine getireceğiz

Mitralyöz
Bir soru:
Dünyada, kendini korumak üzere konutu çevresine uzaktan kumandalı makineli tüfek koyduran devlet başkanı var mıdır?
İnanın vardır…

Standart üzeri
Alaeddin Şahin, 12 Eylül darbesi sonrası Müslüman ülkelerin şeriatla yönetilmesi için kurulmuş Rabıta örgütünün parasıyla yurt dışına gönderilen imamlardandır. AKP döneminde, Nuruosmaniye Camii imamı iken, İstanbul Belediyesi İETT Müşteriler Daire Başkanlığı’na atanmıştır. Aynı zamanda çocuk istismarları ile gündeme gelmiş Ensar Vakfı’nın kurucusudur.
Onun kızı Leyla Şahin Usta, bugün hem milletvekili, hem de AKP Genel Başkan Yardımcısı’dır.

Leyla Şahin Usta; geçmişte Türkiye’yi türban nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyan ve o davayı yitiren kişidir. 

Leyla Şahin geçenlerde dedi ki:

“Türkiye insan hakları noktasında; Avrupa, ABD ve kendisini özgürlükle insan haklarında ileri olarak niteleyen pek çok ülkenin standartlarının üzerindedir.” 

Dünya Adalet Projesi’ne göre, hukukun üstünlüğü konusunda 113 ülke arasında 101. olan Türkiye’de bu sözlere inansak mı?

Faili meçhulun failleri

 Faili meçhulun failleri

Işık Kansu

Boş konuşmanın ve bilmeden konuşmanın… 
Bol ve boş konuşanların dik âlâlarını hepimiz tanıyoruz. 
Susmak bilmiyorlar. Yanımızda, yöremizde, tepemizde her an, her saniye vak vak vak… 
Bunlar aynen öttükleri gibi, Ördek Hüsnü de oluyorlar. 
Onlara bir şey demeye gelmiyor: 
“Vay bana ördek dedin!” 
Bilmeden konuşanlara gelince… 
Bu tipler en tehlikeli olanlardır: 
Hem uydurur, hem de yuttururlar. 
Adalet ve Demokrasi Haftası” içindeyiz. Yine usanç verici terane sürüyor: 
“Cinayetlerin failleri bulunmadı!” 
Kimsenin dosya mosya araştırdığı, sorup soruşturduğu yok. 
Kimse, Uğur Mumcu dosyasını yakından ve titizlikle izlemiş olan avukat Halil Sevinç’e danışma gereği duymuyor, dosyaların bir örneğini alıp okumuyor. 
Danışsalar ya da okusalar; görecekler ki: 

  • Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri,
  • İran’da yetiştirilmiş Selam-Tevhid-Kudüs Ordusu adlı örgüt tarafından işlenmişlerdir.

O cinayetlerde kullanılan tabancalar, şarjörler, mermiler, C-4 plastik ve TNT patlayıcılar, patlayıcıların kablo düzenekleri, çelik bilyeler, mekanik saatler vb. Ankara’nın Sincan ilçesine bağlı Yeni Cimşit ile Yeni Peçenek köylerindeki arazide, yakalanan katillerin yer göstermesi sonucu bulunmuştur. Katiller, yargılanmış; 

“din kurallarına dayalı devlet kurmayı amaçlayan silahlı çeteye üye olmak ve anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” suçundan 6 yıldan başlayarak, ağırlaştırılmış ömür boyu hapse değin çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. 

Bu cinayetlerin “faili meçhul” olan kısmı nedir derseniz? 

  • Devletin sorumlu yöneticilerinin katillere neden göz yumduğudur.
  • Cinayetleri hangi yabancı güçlerin ne amaçla işlettiğinin dava sonucunda kesinleştirilmemiş olmasıdır.

Aynı şey Hrant Dink davası için de geçerlidir. Özenle bulandırılmak istenen Dink davasını titizlikle izlemiş olan avukat Turan Karakaş’a gidip “Nedir bunun perde gerisi, dava dosyasında ne var” diye kimse sormaz. 
Halbuki sorulsa, yanıtı verilecektir. 

  • Dink cinayeti, devletin içine sızmış casusluk cemaatinin bilerek, isteyerek, azmettirerek gerçekleştirdiği bir öldürümdür.

Davada katilleri ve azmettiricileri izleyip yakalayan güvenlik görevlilerinin de özellikle suçlanarak sanık haline getirilmesi, dolayısıyla dosyanın yanlış yönlendirilmesi çabalarına karşın, faillerin büyük bölümü yakalanmış ve ceza almışlardır. 

  • Ortaya çıkarılmayan, meçhul kalan, Dink’in, Türkiye’de hangi amaca hizmet için, hangi yabancı çıkarı yerine getirmek üzere öldürüldüğünün somut verilerle belirlenmesidir. 

Bu tür siyasi cinayetlerin bilmeden, araştırma yapılmadan “faili meçhul” diye nitelendirilerek geçiştirilmesi tek bir sonuca ulaşıyor: 
Toplumda, terör ve cinayetlerin yarattığı korku duygusunun artmasına ve de memleket üzerinde sömürücü güçlerin oynadığı oyunların örtülmesine. 
“Aman, dediklerine, yaptıklarına, yazdıklarına dikkat et, sonra faili meçhule gidersin” sözünün yaygın olması işte bu yüzden. 
Uğur Mumcu’nun çok yaygın olan o sözü kulaklarımızdan hiç çıkmamalı. 
Unutulmamalıdır ki; 

  • “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan”lardan uzak durmak, bilinçli olmanın, kirli kurguların özünü kavramanın öncelikli ve vazgeçilmez koşuludur.