Etiket arşivi: Dr. Reşit GALİP

Darülfünun’dan Üniversiteye

Dr. Cihangir Dumanlı
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

Yarı sömürge bir duruma getirilmiş ve geri bıraktırılmış Osmanlı toplumundan, ulusal, demokratik, laik ve çağdaş bir topluma geçişi hedefleyen Atatürk devriminin temeli eğitim ve kültür devrimidir.

Bu kapsamda Dilimizin sadeleştirilmesi, Türk alfabesinin (abecesinin) kabulü, Millet Mektepleri, Halkevleri ve Halk Odaları, Köy Enstitüleri, Kız Enstitüleri, öğretimin birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat), medreselerin kapatılması, karma eğitim, herkese parasız eğitim, dünya klasiklerinin çevirisi (tercümesi), yurt dışına öğrenci gönderilmesi.. gibi adımların yanında önemli bir atılım da, Darülfünun’un kapatılarak çağdaş bir üniversitenin (İstanbul Üniversitesi) açılmasıdır.

Darülfünun Neden Kapatıldı?

Kelime (sözcük) anlamı “Bilimler Kapısı” demek olan Darülfünun, 1839 Tanzimat Reformları kapsamında 1863 yılında açılmış, bir yıl sonra kapatılmıştır. 1900 yılında “Darülfünun-u Osmaniye” adıyla yeniden açılmıştır

İmparatorluğun ilk ve tek yükseköğretim kurumu olan Darülfünun’da dini ilimler, edebiyat ve doğa bilimleri bölümleri vardı. 1908 Devrimi ile tıp ve hukuk bölümleri de açıldı. Dini bilimler bölümünde medreselerden farksız,  Ortaçağın skolastik yaklaşımıyla din alimlerinin görüş ve öğretileri ezberletilmekte idi. Öğretim elemanları bilimsel yeterliliğe göre değil, kişisel ilişkilere göre atanıyorlardı. Öğrenciler yalnızca hocaların verdiği veya derslerde tutturdukları notlara bağımlı idi. Onlar da genellikle Batıda basılmış kitapların çevirilerine dayanıyordu. Araştırma yapabilecek yeterli kaynak yoktu. Günah sayıldığı için, Üniversite yerleşkesinde fotoğraf çektiren öğrencilere ve hocalara ceza veriliyordu. Üniversite kavramına uygun özgür düşünme ve tartışma ortamı yoktu. Darülfünun bu durumuyla, Batıdaki çağdaş üniversitelerin çok gerisinde kalmış, düşünce üretme ve bilimsel araştırma merkezi olmaktan çıkmıştı. Devrimlere ilgisiz kalmış, yazı ve dil devrimlerine açıkça karşı çıkmıştı.

  • Kısaca Darülfünun, karşı devrimci bir tutum takınmıştı.

Bu durum çağdaş uygarlığa erişmeyi hedefleyen ve bunun için bilimi “En gerçek yol gösterici” olarak gören genç Cumhuriyetin amaçlarına uymuyordu.

Hazırlık

Yukarıda açıklanan nedenlerle bir üniversite reformunun yapılması gereksinimi ortaya çıkmıştı. 1931’de Cumhuriyet Halk Fırkası tüzüğünde Bu gereksinim belirtildi. Aynı yıl, Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip İsviçreli pedagoji profesörü Albert Malche’ı davet ederek kendisinden bu konuda bir rapor istedi.

Malche, gözlemlerinin sonunda hazırladığı raporda, Batı Avrupa’da geçerli olan üniversite kavramından hareketle; sorunun özünün üniversite deyince işi salt bilgi dağıtmak olan kurumların anlaşılmasında yattığını; bunun yanlış olduğunu, üniversitenin bilimsel düşüncenin yöntemlerini öğreten, yalnızca bilgi veren değil, bilgi üreten bir kurum olması gerektiğini bildirdi. Üniversite bilimsel bir yaklaşım ortaya koymalıydı. Bunun için de özgür fikir (düşün) üretme ve tartışma ortamı sağlanmalıydı. Eğer bir kurum bilime gerek duymaz, hatta bilime aykırı gelişme gösterirse, o kurum kapatılmalıydı.

Reform: 

Profesör Malche’ın raporuna uygun olarak 31 Temmuz 1933’te çıkartılan 2252 sayılı yasa ile Darülfünun kapatıldı.1 Ağustos 1933 tarihli yasa ile İstanbul Üniversitesi kuruldu.

1 Ağustos 1933 tarihli Cumhuriyet gazetesi bu haberi manşetten şöyle veriyordu:

  • İrfan hayatımızda bir inkılap: Üniversite açıldı.”

Yeni üniversitenin öğretim kadrosu üç kümeden oluşuyordu:

  1. Darülfünun’un 151 öğretim elemanından eski kafalı, devrimlere karşı çıkan 100 hoca tasfiye edildi, bu nitelikte olmayan 51 kişiye İstanbul üniversitesinde görev verildi.
  2. Cumhuriyetin kurulmasından başlayarak yurt dışındaki seçkin üniversitelere gönderilmiş gençlere yeni üniversitede görev verildi.
  3. Hitler rejiminden kaçarak o zaman Avrupa’nın tek demokratik ülkesi olan Türkiye’ye gelen Alman hocalardan yararlanıldı.

Bu yolla genç cumhuriyetin gereksinimi olan çağdaş bir üniversite sisteminin temeli atılmış oldu. Üniversitelerimiz zamanla gelişti.

Değerlendirme ve Sonuç:

Üniversite reformu ile Atatürk devriminin temeli olan eğitim ve kültür devriminde önemli bir atılım yapılmıştır.

İstanbul üniversitesinden sonra  açılan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Ankara Hukuk Fakültesi, Ankara Fen Fakültesi gibi fakülteler, Devrimlerin yapılmasına ve geliştirilmesine önemli katkı sağlamışlardır.

Çağdaş üniversite sisteminin kurulmasında Almanya’dan kaçan bilim insanlarının önemli katkıları olmuştur.

Çağdaş üniversite sisteminin kurulmasında büyük emeği geçen Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in adı, bir üniversiteye verilmelidir.

Üniversitelerimizin kuruluşundan gelen temel niteliği devrimciliktir.

Zamanla, karşı devrim sürecinde üniversite sayısı artmış, “her ile bir üniversite” takıntısı uygulanmış ama üniversitelerin niteliğinde genel bir düşüş meydana gelmiştir. Öğrenci sayısı ve üniversite sayısı hızla artarken, öğretim elemanı sayısında buna koşut artış olmamıştır.

Üniversitelerimizin çoğu meslek edindirme işlevine odaklanmış olup; düşünce üretme, bilimsel araştırma, özgür tartışma ve kültürel yaşam ortamı açısından Darülfünun düzeyinde hatta gerisindedir.

Bilim üretmek için ön koşul olan bilimsel özgürlük ve yönetsel-akçalı (idari-mali) özerklik, özgür düşünme ve tartışma ortamı ülkedeki genel özgürlük düzeyi ile sınırlıdır.

Çağdaş uygarlığa ulaşmanın ve geçmenin ön koşulu 1930’lardaki devrimci anlayışla günün koşullarına ve gereksinimlerine uygun, özgürlüğün egemen olduğu çağdaş üniversiteleri yeniden kurmaktır.

Aydın nefreti

Anasayfa - Prof. Dr. Can CEYLAN
Prof. Dr. Can CEYLAN
03 Ağustos 2023, Cumhuriyet

 

  • “Bir memleketteki azınlık, eğer menfaatini çoğunluğun cehaletinde ararsa umumi felaket muhakkaktır.” Atatürk, 1923

Kurtuluş ve Kuruluş yıllarında, okulu olan köylerin parmakla gösterildiği, nüfusun %90’dan çoğunun okuma-yazma bilmediği bir coğrafyadan bugünlere geldik.

Gönül, okul sayısının artması, eğitimin yaygınlaşması ve aydınlarımızın çoğalması ile hedeflenen noktaların daha da ötesinde olduğumuzu söyleyebilmeyi çok isterdi.

Ancak, nicelik nitelikle birleşmediğinde, kötücül odakların sinsi planları devrede olduğunda; bunun olası olmadığını deneyimlemek suretiyle (yoluyla) bugünleri görme gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Başa dönecek olursak; söz konusu yıllarda ülkenin kalkınabilmesi için, öncelikle cehalet ve eğitimsizliğe karşı savaşım verilmesi yadsınamaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştı.

CEHALETLE SAVAŞ

Mustafa Kemal’in, Cumhuriyet henüz ilan edilmemişken 1921’de Ankara’da “Maarif Kongresi” düzenlemesi de bu eksikliğin bir an önce giderilmesi kaygısından kaynaklanıyordu. Osmanlı döneminde yüz yıllarca, padişaha kulluk ederek yaşamaya alışan ya da alıştırılan kuşakların, eğitimli bireyler durumuna getirilmesi, günümüz koşullarına göre kuşkusuz çok daha zordu. Kaldı ki; kısıtlı eğitimin toplumun dinsel ögelere dayalı, evrensel değerlerden uzak medrese eğitimi ile veriliyor olması, halkın prangalarından kurtulması için gerekli çağdaş eğitim atılımını daha da çetrefilli bir çembere sokuyordu.

Koşullar ne denli zor olursa olsun, bu açmaz; en yakın dava-silah arkadaşlarının bile, Kurtuluş için manda altına girmekten başka seçenek olmadığını düşündüğü zor yıllarda, bunu Sivas Kongresi’nde kesin bir dille reddeden Mustafa Kemal gibi bir deha için olanaksız değildi. Bu çerçevede “Tevhidi Tedrisat Kanunu”, Dil Devrimi, medreselerin, tekke-türbe ve zaviyelerin kapatılması; Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Âli Yücel gibi öncü eğitim neferleri; yurt dışından getirilen Prof. Kühne, Prof. Malche gibi eğitim danışmanları, millet mektepleri, halk odaları, Halkevleri ve sonrasında açılan Köy Enstitüleri; hep halkı, kitlendiği çağdışı çıkmazlardan kurtararak çağdaş düzeylere getirme çabalarının sonucu olarak yaşama geçirilmişti.

Öyleyse, bu denli önemli eğitim devrimleri ile üst düzeylere getirilen ülke ve toplum, nasıl oldu da günümüzde, en az baştaki karanlık yıllar ölçüsünde olumsuz noktalara sürüklendi. Gerçekte geçmişte de çağdaş eğitim modelleri; “fuhuş yuvası olma”, “kökü dışarıda olma” gibi us dışı suçlamalarla, dinsel ögelere dayalı, evrensel ilkelerden uzak medrese modellerine geri dönülmesi, kız çocuklarının eğitim kulvarında (yolağında) yer almaması biçiminde gerici yaklaşımlarla sekteye uğratılmaya çalışılmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunmuştu.

Aydınlarımız, gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz, öğretmenlerimiz bu süreçte kimi zaman sürgün yiyerek, meslekten çıkarılarak, darbeci-terörist yaftası yiyerek, mahkeme kapılarında aklanmaya çalışarak, cezaevlerinde gün sayarak ve kimi zaman da yurtsever duruşlarının bedelini canları ile ödeyerek bu suçlama ve saldırılardan paylarını almışlardır.

Geldiğimiz son noktada, siyasal parti önderlerinin anti-demokratik (demokrasi karşıtı) yaklaşımları, Kuruluş ilkelerinden uzaklaşılması, siyasal kadrolara gerçek yurtsever aydınlar yerine, önemli ölçüde aydın kisvesine bürünmüş, koltuk ve çıkar peşinde koşan parti yöneticileri ve milletvekillerinin dadanması; toplumsal yozlaşmanın doğruya evrilmesinin ve düze çıkılmasının önünde, örseleyici engeller olarak tüm çıplaklığıyla durmaktadır.

83. yılında bir daha: Köy Enstitüleri

Nazım Mutlu | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMNAZIM MUTLU
Emekli Öğretmen

17 Nisan 2023, Cumhuriyet

 

Gerek kuruluş yıldönümleri nedeniyle gerekse başka gerekçelerle dönüp dolaşıp Köy Enstitülerine değinmenin, onları anımsamanın gerçek nedeni, eğitim sistemimizdeki çürümenin her geçen yıl daha da artmasıdır. Son 70 yıldır eğitimimizde her açıdan nicel artışa karşın nitel çöküş yaşanmaktadır. Milyonlarca genç beyni kuru ezberlerle “doldur-boşalt” düzeneğine bağlayıp robotlaştıran sözde “eğitim sistemi” var olduğu sürece Köy Enstitüleri elbette usumuzdan çıkmaz.

Bu okulların ilk tohumları, II. Meşrutiyet aydınlarından Kastamonu milletvekili İsmail Mahir Efendi’nin dünyasında görünür, 1914-15’lerde. Bu “iş içinde iş” öğreten yoksul yuvalarının er geç yaşam bulacağının güçlü belirtileri, Kurtuluş’la Kuruluş’un önderi Mustafa Kemal’in 1921’de, büyük savaşın (Sakarya!) orta yerindeyken topladığı Maarif Kongresi’nde, Vasıf Çınar’ın ışıklı ellerinde biçimlenip 3 Mart 1924’te çıkan Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Yasası’nda verildi.

Bu bozkır güllerinin çok sürmeden tomurcuklanacağını genç Kuvayı Milliyeci bakan Mustafa Necati’nin Millet Mektepleri uygulamasında, ödünsüz Cumhuriyet devrimcisi Dr. Reşit Galip’in Halkevleri ve halk okuma odalarındaki Aydınlanma denemelerinde görebiliriz.

O yıllarda (1940’lar) %80’in üstündeki ülke nüfusunun yaşadığı kuş uçmaz kervan geçmez yerler için “köye yarayışlı insan yetiştirme” işini üstlenen bu ocakların bacalarından çok geçmeden dumanların yükseleceği, askerliğini çavuş olarak yapan okuryazarlardan eğitmen yetiştirmeyi akıl eden Atatürk’ün yönlendirmesiyle yaşama geçiren Saffet Arıkan’ın köy öğretmen okullarını da işe katmasından belliydi. Sonra, 17 Nisan 1940’ta 3803 sayılı yasayla kuruldu Köy Enstitüleri.

10 YILIN VERİMLERİ

Gerçekte 6 yıl, budanmış durumlarıyla 10 yıl, uzatmalarla 14 yıl yaşayabilen bu 21 “okul”dan hem eğitim – öğretim alanı için hem de örgütlü toplumsal yaşam için becerikli, yetkin öğretmenler yetişti. Önce sözlü saldırılarla kara çalınıp sövülen, sonra da ağır hakaretlerle tekme tokat kapı dışına atılan bu 21 okulda Fakir Baykurt’tan Osman Şahin’e, Mahmut Makal’dan Pakize Türkoğlu’na, Talip Apaydın’dan Mehmet Başaran’a, Adnan Binyazar’dan Ayşe Baysal’a, Ali Yüce’den Ahmet Kocaman’a, Ümit Kaftancıoğlu’ndan Osman Bolulu’ya, Dursun Akçam’dan Ali Dündar’a, Abdullah Özkucur’dan Hacı Angı’ya dek bir dolu yazar, şair; İsmail Gümüş, Yalçın Gökçebağ, Zafer Gençaydın, Hasan Pekmezci gibi ressamlarla Gürer Aykal, Ali Uçan gibi müzik emekçileri çıktı.

Burada sayılan adların içinde kadınların bir elin parmakları kadar bile olmaması bizi şaşırtmamalı. Çünkü dönem, genç Cumhuriyetin yüzyıllar ötesinden birikip gelen kör inanışları, henüz yumuşatamadığı, taşlaşmış hurafeleri kıramadığı dönemdir. Yüzyıllarca eğitimsiz bırakılan halkın gözünde laiklik temelli okullar “gâvur mektepleri”dir. En çok da kızlar için!

Köy Enstitüleri’nin çanına ot tıkanalı 69 yıl oldu. Şu soruyla kapatalım konuyu:

Her şey bir yana, Köy Enstitüleri dışında hangi okullardan 10-14 yıl içinde bu sayılanların onda biri kadar yazar, şair, ressam, müzisyen çıkmıştır?

Cumhuriyet’in Burcundaki Baykuş

Cumhuriyet’in Burcundaki Baykuş

KAYSERİ 38 ALMANAK : A.GANİ AŞIK (ABDULGANİ AŞIK)Gani AŞIK
E. CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ / MÜFTÜ
Cumhuriyet, 30 Mart 2021

Başlıktaki baykuş, Yunan mitolojisinde Minerva diye anılan, baştanrı Zeus ve hikmet tanrıçası Metisin oğlu Athenan sembolü, Sinan süslemesi, imgesel anlamlar içeren baykuş değil, halk kültüründeki uğursuzluğun simgesi baykuştur.

Anadoluda mazlum, zalime Ocağında baykuş ötsün” der. Halkın hayra yormadığı baykuş, yazıda dinin siyasileşmesi / siyasetin dinileşmesi, yolsuzluklar, yargıdaki güven sorunu, eğitimin medreseleşmesi, Gazi Meclisin yetki ve itibar kaybı yanında iktidarın, tarikatlar ve milli bekamızla ilgili planlarının sembolü olarak anlaşılmalıdır.

TOPLUMSAL ZEMİNDEKİ SARSINTI

Dinle siyasetin iç içeliği, kudsiyetinde ve ilahi itibarında yıkıcı tahribatlara yol açar. Türkiye bunu yaşıyor; İslamın hikmet ve sevgi kaynakları kurutuldu, birleştiriciliği zaafa uğratıldı. Yeni nesil, Müslümanlık bu mu?” ikilemi yaşıyor. Türkün büyük talihi Atatürk, Diyaneti, İslamın taassuptan arındırılması ve din yolu ile toplumsal birliğin sağlanması beklentisi ile kurdu.

Kurumun görev tanımını yapan hukuki düzenlemeler de bu doğrultuda. Uygulamada ise Diyanet, devletin ve kendisinin kurucusuna, siyasi İslam modasına uygun olarak Sibirya iklimi gibi soğuk, Emevi / İhvan çizgisindeki iktidarın hizmetinde. Bu, kanayan yaramız.

Eğitimin milliliği” laik temelde anlam kazanır.

Batı, ulaştığı uygarlık düzeyini, cennet borsası kuran papa ve papazlara 300 yıl önce bayrak açmasına borçlu. Bizde, Cumhuriyetin ilanı ile yeraltına inen tarikatlar, 100 yıl sonra, eğitimi de devleti de kontrolüne alabildi. Amiralin, tarikat dergâhındaki hazin görüntüleri, güneşin batıdan doğması gibi dehşetengiz. Aman Allahım!..

Mülkün Temeli Adalet”in, yargı üzerinden baskılanması, Osmanlıcı iktidarın Cumhuriyetle hesaplaşmasını kolaylaştırıyor. Yargıtay’ın AYMye üye seçiminde Sarayla uyumluluğu ve Danıştay’ın, ırkçılık barındırmayan ANDIMIZa ilişkin kararı, Yüksek Yargı ile ilgili kaygıları derinleştirdi. HSKnin, iktidarın ilgilendiği” davalarda, yasa ve vicdani kanaatleri doğrultusunda hüküm veren hâkim ve savcılar üzerindeki vesayeti ciddi bir sorun.

HIRSIZ MÜMİNLER (!)

  • Tuncelinin haram yemez” komünist belediye başkanından da utanmıyorlar.

Başkan “İhale ile belediyemize 1.5 milyon TLye mal olacağı hesaplanan işi, kendi imkânlarımızla 600.000 TL maliyetle yaptık” dedi.

  • 180 kez değiştirilen ihale yasası ve ekleri ile soygun, tufana dönüştü.

Bu yağma yanında, Nuh Tufanı (Hûd Suresi, 40-44) yaz yağmuru. Cumhuriyeti kuran kadroların cenazelerini belediyeler kaldırmıştı. Vefatlarında ceplerinden 5-10 lira çıkıyordu. (AS: Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip!) Bu altın neslin bir kısmı da Hazinenin başındaydı. “İslamcı” iktidar dönemi zenginlerine kıyasla Karuna fitre / zekât verilebilir.

Gazi Meclis” unvanına sahip milli iradenin kâbesi, bütçe yapamayan, güvenoyu veremeyen, hükümeti sorgulayıp gerekirse düşüremeyen, bakanlara (sekreteryaya) yönelttiği sorulara yanıt alamayan, devlet harcamalarına mercek tutamayan dekora dönüştürüldü. Darbeci Evrenin kapattığı 16. dönem parlamentosunda bakanlar, milletvekillerine ceket iliklerdi. O talihsiz Meclisin sadece 39 aylık üyesi olarak, 40 yıldan beri bahtiyarlık ve hüzün, çileli bağrımın barınağında.

DEVLET NEREYE?

  • AKP, Milli Mücadeleye karşı, Atatürk ve silah arkadaşlarına ölüm fetvası verenleri kutsadı.
  • TSKnin subay ve astsubay okullarını i r t i c a y a  a ç t ı .
  • Bu adım, yanlış yorumların tersine “üç beş oy için” değil, Türk ordusunun milli damarını kurutmak içindir, yirmi yıldır yaptıkları ve bilinen hedefleriyle de uyumludur.
  • Atanın ismi kurumlardan, birtakım Arap şeyhleri istediği için silueti madalyalardan silindi. Haçlı madalyadan değil de Atatürkten rahatsızlıkları, laik Cumhuriyetimiz yüzünden.

Soydukları tebaaları da böyle bir rejim isterse halleri nice ola…

Hz. Muhammetin komuta ettiği savaşlarda görünmeyen melekleri, Atatürk’ün dehasını gölgelemek için Çanakkale Savaşı’nda çarpıştırdılar, Milli Mücadeleyi önemsizleştirdiler.

Kendisine, muhterem annesi ve ailesine soysuzların saldırılarını saklı bir mutlulukla izlediler.

İstanbul Sözleşmesinin hukuksuz iptali, Montrö, AİHM ve Lozan’ı akıllarına getirdi.

Halkın uyku mahmurluğu ve sabahın alacakaranlığında minarelerden yükselecek coşkulu salalar eşliğinde Laiklik kaldırıldı, Türkiye İslamla yeniden buluştu” naraları, nefes egzersizlerine başladı, dava”ları budur.

Türk ulusunu, ortaçağ karanlığına sürükleyerek tarih sahnesinden silecek
bu pervasızlığı demokratik yollarla püskürtmek için
İsrafilin suru üflemesi daha ne kadar beklenecek?

AKPnin laik devleti bitirme yeteneğine benzer hünerleri olan Kara İmam” lakaplı Lütfüllah Hoca için çocukluğumda söylenen

Kardeşlerli kara imam
Her marifet onda tamam
Çavdar eker buğday biçer
Essalat
ü vesselam

şiirini anımsayarak Cumhuriyet elden gitti, gidiyor vesselam” demekten üzgünüm.

ANDIMIZ

ANDIMIZ

Suay Karaman 

Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip (1893-1934), 23 Nisan 1933 sabahı kendi çocuklarına yazdığı andı okutmuş ve o gün Çocuk Haftası’nı açış konuşmasında da bu metni kullanmıştı. Bu konuşmanın ardından Öğrenci Andı, 18 Mayıs 1933 tarihinde Bakanlıkça yayınlanan bir genelge ile uygulamaya konularak, okullarda hep bir ağızdan okutulmuştur.

Andımız, etnik kökeni ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşamakta olan insanları, millet bütünlüğü içinde ortak bir ülküye yönlendirmeyi amaçlıyordu. Andımız, öğrencilerin sevgi, saygı, vatan, cumhuriyet, Atatürk ve Türk Milleti kavramlarını benimsemelerinin simgesiydi. Andımız, milli ruhun genç beyinlere aşılanması ve ulusal değerlerin aktarılması işlevini görmekteydi. Öğrencilere Atatürk ilkelerine bağlılık ruhunu aşılamak için çalışan Reşit Galip, kısa süren bakanlığı döneminde çok önemli yeniliklere imza atmıştır. 

Öğrenci Andı’nın metni 1972 ve 1997 yıllarında bazı değişikliklere uğramıştır. AKP hükümetinin uygulamaya koyduğu sözde ‘demokratikleşme paketi’ kapsamında yapılan yasal değişikliklerle, 8 Ekim 2013 tarihinde Öğrenci Andı’nın okullarda okunmasına son verilmiştir. Öğrenci Andı, Türk düşmanlığı konusunda PKK terör örgütü ile dayanışma içinde olanlar tarafından, sözde Çözüm Süreci denilen, rezil bir süreçte kaldırılmıştır. Bu istemin PKK terör örgütünün bebek katili Abdullah Öcalan’dan geldiği de bilinmektedir.

Bu karar üzerine Türk Eğitim-Sen ile Eğitim İş Sendikaları, Danıştay’a dava açmışlar ve Danıştay 8. Dairesi, 18 Ekim 2018 tarihinde Öğrenci Andı’nı yürürlükten kaldıran yönetmelik değişikliğini iptal etmişti. Ancak bu karar, AKP hükümeti tarafından uygulanmadı. Milli Eğitim Bakanlığı, bu kararı temyiz etti ve dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na geldi. Kurul, üç yıl sonra 12 Mart 2021 tarihinde itirazı oy çokluğuyla kabul ederek, Danıştay 8. Dairesi’nin yönetmelik değişikliğini iptal eden kararını bozdu. Bu kararın ardından artık okullarda Öğrenci Andı okunmayacaktır.

12 Mart 2021 tarihinde Danıştay 10. Dairesi tarafından alınan kararla Devlet Nişanı, Cumhuriyet Nişanı, Liyakat Nişanı’nda bulunan Atatürk kabartması da çıkarıldı. Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmek amacıyla Atatürk’ü ve Türk kimliğini yok etmek için dış ve iç güçler elbirliğiyle çalışmaktadırlar. 2002 yılından bu yana Türk adını her yerden silmeye başlayanların, Andımız’ı kaldırmaları da şaşırtıcı olmamıştır.

Dünyanın bazı ülkelerinde Andımız’a benzer şekilde, ülkeye ve bayrağa ‘bağlılık yemini’ bulunmaktadır. ABD’de devlet okullarında öğrenciler sabahları ABD’nin bayrağına ve o bayrağın simgelediği cumhuriyete bağlı kalacaklarına, bölünmez, tek ulus için ant içerler. Bu uygulama ilk ve ortaokullarda her gün, lisede ise haftada bir gün yapılmaktadır.

Apo’nun heykelini dikeceğiz” söylemiyle ünlenen Selahattin Demirtaş, 29 Mart 2011 tarihinde şöyle diyordu: “Her sabah, her sabah yeniden, 8 yıl boyunca ilköğretim çocuklarına Andımız’ın zorla okutulması… Militarizmin çocukların ruhuna işlenmesi faaliyeti değil midir?” AKP’nin zaten Türk Milletine, Atatürk’e ve laik cumhuriyetimize bakış açısı biliniyor. CHP’nin genel başkanının ‘dost’ olarak nitelendirdiği Gelecek Partisi, DEVA Partisi ve Saadet Partisi genel başkan ve yöneticileri de, Andımız’ın kaldırılmasına destek açıklaması yaptılar.

Andımız’ın kaldırılması sürecinde tepkiler Danıştay’a gösterilmektedir. Oysa kararı veren Danıştay değil, öncelikle AKP iktidarıdır. Andımız’ın kaldırılması kararı, Açılım Süreci sırasında AKP-HDP ortaklığında alınmıştır, Danıştay o kararın gereğini yerine getirmiştir. Yargı bağımsızlığı bitirilince, Danıştay’ın böyle karar vermesi de normaldir. Çünkü Danıştay, 2018 yılında Andımız’ın kaldırılmasını iptal ederken metinde yer alan “Türk” sözcüğünün, ırk anlamında olmadığını ve uygulamanın çağdaş eğitime aykırılık taşımadığını bildirmişti.

Atatürk’ün millet tanımı çok açıktır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Türk milleti, Türkiye halkının devlet kurarak aldığı ulusal bir kimliktir ve ırkçılıkla hiç ilgisi yoktur. Ancak ulusun bir parçası olmayı içlerine sindiremeyenler, emperyalizmin emrinde olanlar bu konuyu anlamamakta ısrarcıdırlar.

Andımız’a karşı çıkan ulus devleti reddeden siyasal İslamcı ümmetçilerin amacı demokratik ve laik cumhuriyeti din devletine dönüştürmek, evrensel hukuk yerine şeriat hukuku getirmektir. Rehber İmamlık rejiminin ideolojisi budur. Andımız’a karşı çıkan “Türk ulusunun” eşit parçası olmayı kabul etmeyen ırkçı Kürt milliyetçilerin amacı ülkemizin bölünmesidir. Andımız’a karşı çıkan liberal görünümlü cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının amacı, ülkemizi Sevr haritasına göre şekillendirmektir.

Andımız’ın kaldırılması, yapılması düşünülen yeni anayasada Türklük ifadesinin ve Atatürk Milliyetçiliğinin olmayacağı yönündeki işaretlerdendir. Bu konuda muhalefet partilerine büyük sorumluluklar düşmektedir; dileriz proje olmaktan sıyrılarak, ülkemizin gerçeklerini görüp, gereğini yapma konusunda gerçek bir güçbirliği yaparlar. (Azim ve Karar, 22 Mart 2021)

Ulusal Ant

Ulusal Ant

Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU
HUKUKÇU

Cumhuriyet
, 17 Mart 2021

Ulusal Ant, ümmet kimliği veya bir alt kimlik yerine, millet kimliğinin ifadesidir.
Ulusal Ant “ırksal bir anlam taşımaksızın, Cumhuriyetle beraber ümmet olmaktan, kula kulluktan çıkarak, millet olmanın, yurttaş olmanın, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti demenin” ifadesidir.

Danıştay, 2018 ve öncesinde verdiği kararlarda, Ulusal Ant’ın Cumhuriyetimizin nitelikleri arasında yer alan Anayasa’nın başlangıç bölümündeki temel ilkeler ile Atatürk milliyetçiliğine de dayandığını belirtmiştir ki, bu hükümler Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerindendir.

ANT İLE İLGİLİ GENELGE VE YÖNETMELİKLER

Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in 1933 yılında yazdığı ulusal ant, aynı yıl uygulamaya konulup, bir genelgeye bağlandı.1 Bu genelgede 1972, 1997 ve 2012 yılında bazı değişiklikler de yapıldı.

1992 yılında çıkartılan yönetmeliğin 10. maddesinde andın, ilköğretim okullarının ilk beş sınıfında öğrencilerce, ders öncesi bahçede veya derslikte okunacağı ifade edildi.2

2003 yılındaki yönetmeliğin 12. maddesinde de andın, yabancı uyruklu öğrenciler için zorunlu olmadığı, ilköğretim okullarında ders öncesinde öğretmenler gözetiminde öğrencilerce okunacağı belirtildi.3

2013 yılında yönetmelikte tek maddelik bir değişiklik yapılarak ant ile ilgili 12. madde yürürlükten kaldırıldı.4

2014 yılında çıkartılan ve halen yürürlükte olan yönetmelikte ise ant ile ilgili herhangi bir hükme yer verilmedi ve ant uygulamasına dönülmedi.5

ANT İLE İLGİLİ İKİ DANIŞTAY KARARI

2008 yılında bir veli, o tarihte yürürlükteki yönetmeliğin andın okunmasına ilişkin 12. maddesinin ırkçılık içerdiği ve zorla okutulduğu gerekçesiyle kaldırılması isteğiyle MEB’e başvurdu. Bu başvurusunun reddi üzerine, düzenlemenin iptali için aynı yıl açtığı davayı Danıştay 2010 yılında reddetti. Yine bir başka velinin 2009 yılında aynı şekilde açtığı davayı da Danıştay 2011 yılında reddetti. Bu davaların temyiz başvuruları da 2014 yılında reddedildi. Bu kararlar, karar düzeltme yoluna başvurulmayarak kesinleşti.6

Bu davalarda MEB, andın ırkçılık taşımadığını, pedagojik formasyona aykırı olmadığını ifade etti. Danıştay da kararlarında, antta yer alan Türk ifadesinin, ırk anlamında olmadığını, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve Türkiye sınırları içinde yaşayan halka, Türk Milleti denildiğini, ant uygulamasının çağdaş eğitime aykırılık taşımadığını belirtti.

Danıştay, red kararlarında andın, Anayasa’nın başlangıç bölümündeki temel ilkelere, Atatürk milliyetçiliği ilkesine, eşitlik ve vatandaşlık hükümlerine, Milli Eğitim Temel Yasası’na, İlköğretim ve Eğitim Yasası’na aykırı olmadığını, bu mevzuat uyarınca eğitimin Atatürk milliyetçiliği anlayışına göre yapılmasının da esas olduğunu, Andın ayrımcılık yaratmadığını, ırkçılık içermediğini, ilgili uluslararası sözleşmelere de aykırı olmadığını açıklamıştır.

2013’te ant ile ilgili 12. maddenin kaldırılması üzerine, Eğitim-İş ve Türk Eğitim-Sen tarafından, bu işlemin iptali istemiyle Danıştay’da iki ayrı dava açıldı. Danıştay 8. Dairesi her iki davada da andımızı kaldıran işlemi 2018 yılında iptal etti.7

2013 yılında (öğrenci velisi olmayan) iki vatandaşımızca, andımızı kaldıran işlemin iptali istemiyle Danıştay’da ayrı ayrı açtıkları davalar, sıfat yokluğu nedeniyle reddedilmiş ve bu red kararları onanmış ise de Danıştay İDDK bu onama kararlarını 2018 yılında karar düzeltme aşamasında kaldırarak “ülkenin geleceği olan çocukların eğitimlerinin milli olmaktan uzaklaşmaması yönü dikkate alınarak öğrenci andının kaldırılmasına karşı her Türk Vatandaşının dava açabileceğini” kabul etti.8

2013 VE 2014 YÖNETMELİK DEĞİŞİKLİKLERİ

2013 öncesinde andın, ırksal içerik taşımadığını ifade eden AKP/MEB, Çözüm Sürecine girildiği dönemde ise demokratikleşme adı altında, önce 2013 ve sonra da 2014’teki yönetmelik hükümleriyle andı mevzuattan çıkarıp uygulamadan kaldırdı. 2018 ve öncesindeki kararlar 2018 ve öncesindeki Danıştay kararlarında andın İlköğretim ve Eğitim Yasası, Milli Eğitim Temel Yasası ve Anayasa’ya uygunluğu ortaya konuldu. Bu kararlara konu edilen Anayasa ve yasalardaki hükümlerde bugüne kadar bir değişiklik de yapılmadı.

2018 TARİHLİ DANIŞTAY 8. DAİRE KARARLARININ TEMYİZİ VE 2021’DE VERİLEN KARARLARI

Danıştay, iktidarın değişen işlemlerine rağmen kararlarını değiştirmedi. AKP/MEB ise, 2013 sonrasında, önceki görüşlerinden vazgeçip 2018’de iki sendika lehine verilen kararları temyiz etti. Erdoğan, bu temyiz incelemesi devam ederken aynı yıl Danıştay’ı çok ağır biçimde eleştirdi. Temyiz incelemesi uzadıkça uzadı ve karar verecek kurullar birkaç kez değişti.

Danıştay İDDK şimdi, Anayasa’nın ve yasaların ilgili hükümlerinde hiçbir değişiklik olmamasına ve kendi kararlarına rağmen, adeta AKP/MEB’in “dün dündür” dediği gibi ve Erdoğan’ın eleştirilerini de gözetmiş olsa gerek  “dün dündür”  diyerek, Ayasofya kararında yaptığı gibi hukukun dışına çıkıp tümüyle farklı yönde kararlara imza attı.

Görünen o ki Çözüm Süreci, bu kez adı konulmadan, Anayasa’nın ve yasaların dışına çıkılarak, AKP/MEB ve Danıştay üzerinden Ulus kimliği hedef alınarak sürüyor.

DİPÇE

[1] 10.5.1933 tarih ve 101 sayılı Milli Talim ve Terbiye Heyeti kararı; 18.5.1933 tarih ve 1749/42 sayılı Genelge
[2] MEB İlköğretim Kurumları Yönetmeliği; 7.8.1992-21303 RG
[3] MEB İlköğretim Kurumları Yönetmeliği; 27.8.2003-25212 RG
[4] MEB İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Yönetmelik; 8.10.2013-28789 RG
[5] MEB Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliği; 26.7.2014-29072 RG
[6] Danıştay 8. Daire, 2008/8395 E, 8.10.2010 T, 2010/5285 K; İDDK, 2011/160 E, 4.11.2014, 2014/3436 K Danıştay 8. Daire, 2009/6614 E, 18.2.2011 T, 2011/982 K; İDDK, 2011/1432 E, 4.11.2014 T, 2014/3435 K (İDDK, temyiz incelemesi sırasında, yönetmelik hükmü kaldırılmış olduğundan, on üye bu nedenle temyiz başvurusunun reddine, diğer beş üye ise davanın açıldığı tarih gözetilerek kararın onanması yolunda oy kullandı)
[7] Danıştay 8. Daire, 2013/10506 E, 24.4.2018 T, 2018/2318 K;
Danıştay 8. Daire, 2013/10501 E, 24.4.2018 T, 2018/2319 K
[8] Danıştay 8. Daire, 2013/11406 E, 24.12.2013 T, 2013/10731 K; İDDK, 2014/1154 E, 21.12.2015 T, 2015/5494 onama kararı, İDDK 2016/2731 E, 21.5.2018 T,  2018/2462 sayılı KD yolu ile onama kararının kaldırılması, Danıştay 8. Dairesi’nde 2018/5755 E sayılı olarak devam eden dava.
Danıştay 8. Daire, 2013/11501 E, 24.12.2013 T, 2013/10758 K; İDDK, 2014/3908 E, 21.12.2015 T, 2015/5495 onama kararı, İDDK 2016/3395 E, 21.5.2018, 2018/2460 sayılı KD yolu ile onama kararının kaldırılması

Üniversitelerin perişanlığı

Üniversitelerin perişanlığı

Bir yığın özerkliğe aykırı yök uygulamaları vardır. Öğretim üye ve yardımcılarına, üniversite severlere son sözüm şudur: Gelin, 1981’den sonraki yıllarda verdiğimiz ve bir ölçüde geriletmeyi başardığımız ‘tümüyle ve resmen bağımsız özerk üniversite’ için yeniden o şanlı savaşımı başlatalım.

Prof. Dr. Tahir HATİPOĞLU
Cumhuriyet
, 23.02.2019

Üniversite çağdaş dünyada, “Üniversiteler devletten tümüyle ve resmen ayrı kurum” olarak tanımlanır. Türkiye Cumhuriyeti üniversiteleri bu ana tanımın neresindedir? Gelinen vahim sonuç şudur :

1800’lü yıllarda birkaç kez denemeden sonra, günümüzdeki üniversite, kesintisiz şekliyle “Darül-fünun” adıyla 1900 yılında açılmıştır. Buna göre üniversite tarihimiz yeni sayılır. Haliyle, devletten tümüyle ayrı, özerk kurum olarak kurulmamıştır. 1919’da; ‘nizamname- tüzük’ ile devletten koparılmaya çalışılmış; yöneticilerin seçimle geleceği yarı özerk yapıya kavuşturulmuştur. Bu tüzükle Rektör (o günkü adıyla Emin) seçilen iki adaydan biri padişah, 1923’ten sonra da cumhurbaşkanı tarafından atanmıştır. Devlete bağlılık çok aza inmiştir.
Üniversite 1933’te, ‘üniversite’ adıyla yeniden kurulmuştur. Buna ‘Atatürk’ün Üniversite Reformu(AS: Hazırlayan, M. Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’tir.) diyoruz. Üniversite 1900’deki konumuna inmiş, tümüyle ve resmen devlete bağlanmıştır. Amaç, üniversiteyi özekliğe hazırlamaktır. Nitekim, hemen özerklik getiren yasa hazırlıkları başlamış, Maarif Şûraları’nda tartışıldıktan sonra, 1946’da bugün efsane yasa dediğimiz 4936 sayılı “Üniversiteler Kanunu” çıkarılmıştır. Yasayı çıkaran Bakan H. Ali Yücel, TBMM’de yasayı sunarken, “Ana prensip üniversitelerin özerk olmasıdır, üniversitelerin otonomisidir” diyor. Bu ilk yasayla üniversite yukarıdaki çağdaş tanıma uygun olarak ‘tümüyle ve resmen’ devletten ayrı kurum olmuştur.
1946 üniversitesi, özerk yapısıyla siyasete ve devlet karışmalarına karşı direnmiştir. En büyük direnişini 1948 yılında Pertev Naili Boratav ve arkadaşlarının üniversiteden (DTCF Olayı) atılmaları istemine karşı göstermiştir. O günkü siyasal iktidar üniversiteye istediğini yaptırtamayınca, kadrolarını kaldırıp açığa alarak, yasa yoluyla üniversiteden uzaklaştırabilmiştir. Buna benzer direnişler sonra da olmuştur. Özerk yapı 1960 ve 1973 yasalarında güçlendirilmiştir.

Yökversite dönemi
Üniversitenin ‘tümüyle ve resmen’ devlete bağlı kurum olması 1981 tarihli 2547 sayılı YÖK yasasıyla gerçekleşmiş; bununla üniversite tümüyle ve resmen devlet (!) üniversitesi olmuştur. Bu da 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ürünüdür. Yasa, faşist Pinoşe tarafından çıkarılan Şili YÖK yasasından on ay sonra çıkmış ve benzeridir. Şilili teorik fizikçi Texas Üniversitesi’nden Claudio Teitleboium yasa için şöyle diyor:

“Şurası açıktır ki yasa, devlet için risk saydığı bir kuruma son vermeye çalışmaktadır… Üniversite yasası Şili yaşamını kalbinden vurmuştur”*

Türkiye YÖK’ü de aynıdır. O gün bugün üniversite devlet için risk sayılmakta, devleti ele geçirenlerce terbiye edilmektedir. Ve halkın yaşamı kalbinden vurulmuştur. Başlangıçta Şili’de olduğu gibi binlerce öğretim elemanı farklı yöntemlerle doğranmıştır. Doğrananlara ‘1402’likler’ denmiştir.

Halk arasında söylenen “beterin beteri var” sözü vardır. 2007’den bu yana üniversiteler “beterin beterini” yaşıyorlar. YÖK çıktığında yök muhalifleri olarak dile getirdiğimiz tüm kötülükler son yıllarda çok ağır şekilde yaşanıyor. Özellikle YÖK başkanının cumhurbaşkanı tarafından atanmasının sakıncalı olduğuna ilişkin görüşlerimizin doğruluğunu görüyoruz. Neredeyse Doğramacı devri aranıyor. 1981’de başlayan ‘yökversite’ dönemi, 2007’den sonra ‘akversite’ olmuştur.

  • Artık Türkiye’de 1900-1981 üniversitesinden iz yoktur.

Akversite dönemi
Cumhurbaşkanı Sezer’in görevden ayrılması ile başlayan hızlı çöküş, tehlikeli biçimde devam ediyor.

  • Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni rejimin başına geçmesi, Yekta Saraç’ın yök başkanı olmasıyla çöküş dur durak bilmiyor.
  • Üniversite, “tümüyle ve resmen” devletin tek yetkilisi Erdoğan’a bağlanmıştır.

    Bu duruma gelmede üniversitelerde görevli hocaların günahı çoktur. Yazılı ve görsel basında hemen her gün profesör sanlı öğretim üyelerinin utanılacak saçmalıklarını yaşıyoruz. Üniversitenin hocaları ise susup seyrediyor. Emekli bir öğretim üyesi olarak utanıyorum.
    YÖK Reisi Saraç, kendini Saray’ın bitişiğindeki insan gibi görüyor; saraylılarla açılışlara, kapanışlara, temel törenlerine gidiyor. Ayıptır söylemesi ama bu duruş ‘mütemmim cüz’ gibi oluyor. Bu da ağırıma gidiyor. Üniversite gibi özgün ve saygın bir kurumun başı, böyle yer ve kişilerden uzak durmalıdır. Üniversitelerin en üst kurulu Saray’ın şubesi görüntüsünü vermemelidir. Gelişmiş ve demokratik ülkelerin hangisinde böyle bir durum vardır?
    İş o hale gelmiştir ki, adam sırf rektör olmak için AKP’den aday ya da bir tarikat üyesi olmak gibi son derece yanlışa sapıyor. Sayın Erdoğan da bunları atamada sakınca görmüyor. Bu yolla rektör olanlar da kendilerini, Cumhurbaşkanının üniversitedeki uzantısı gibi görüyorlar. Kanımca, Cumhurbaşkanı, üniversitenin tümüyle ve resmen devletten ayrı kurum olması gerektiğini bilmiyor. O, öbür kurumlarla karıştırıyor olabilir. Kendisine doğrusu anlatılmalıdır.

Sonuç
Bir yığın özerkliğe aykırı YÖK uygulamaları vardır. Örneğin son olarak MEB, ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ projesini sonlandırıyor, aynı gün YÖK reisi “Türkiye’ye mütenasip değil” deyip projeyi kaldırıyor. Ağır söz yazmak istemiyorum ama, böyle bir davranış (mütenasip demek de ne oluyor?) üniversite olmanın neresinde vardır?

Öğretim üye ve yardımcılarına, üniversite severlere son sözüm şudur     :

  • Gelin, 1981’den sonraki yıllarda verdiğimiz ve bir ölçüde geriletmeyi başardığımız ‘tümüyle ve resmen bağımsız özerk üniversite’ için yeniden o şanlı savaşımı başlatalım.
  • Bağlı ve perişan üniversite istemiyoruz. 
    * Tahir Hatipoğlu – Doğranan Üniversite, Selvi Yayınları, 1994

Tıbbiyelilerden Çok Çekmişti!

Tıbbiyelilerden Çok Çekmişti!

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

  • TÜRKİYE’de hürriyetçi fikir hareketleri ilk kez tıbbiyeliler içinde çıktı.

Harbiye’de de gelişti. Halkla da buluşunca 1908 Devrimi oldu. 33 yıl iktidarda kalan Sultan II. Abdülhamid’i de bu hareket 27 Nisan 1909 günü yıktı.

HÜRRİYET YUVASI

Tıbbiyeliler içindeki hürriyet fikri /hareketi ilk olarak İstanbul Demirkapı’da bulunan Mekteb-i Tıbbiye binasında 1887 yılında 5 devrimci tıbbiyeli öncünün bir araya gelerek bu uğurda mücadele edeceklerine söz vermesiyle başladı.

Tıbbiye içindeki hareket gelişme aşamasındayken hafiyeler haber alır ve bunu ezmek için harekete geçerler. Ancak bu baskı gençleri yıldırmaz ve hareketin büyümesine neden olur. İlk soruşturmada 10 öğrenci suçlu bulunur. Divan-ı Harbe verilir. Kelebentlik (AS : Kale dışına çıkmamaya hüküm giyen suçlu, doğrusu Kalebent) cezası alırlar. Askerlikten atılırlar. Abdülhamid bunların cezasını dört buçuk ay hapse çevirir. İşin büyümesini istemez.

TIBBİYE SÜRGÜN EDİLDİ

Bu arada Mektebi Tıbbiye Abdühhamid’in tepkisini çekince, deniz aşırı bir yere nakli istenir. Bugünkü GATA’nın yakınında bulunan Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin bulunduğu yere 1903’yılında özel olarak yapılan binaya taşınır. Ancak bu taşınma gençleri yıldırmaz. ‘Jön Türkler’ olarak adkandırılan bu hareket giderek yayılır. Harbiye ve Mühendishaneye de sıçrar. 1895 yılında İttihat ve Terakki’nin ilk temeli atılır.

İşte geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanlığı tarafından el konulan GATA’ya da bu sultanın ismi verildi. Tezat (AS: çelişki) olduğu kadar da intikam alma amaçlı olduğu her haliyle belli. Oysa bu kuruma ad verilecekse o kadar önemli tıbbiyeliler var ki. Onların içinde Abdülhamid adı akla bile gelmez. Bakanlık sanki ‘Taksim Kışlası’nı yapamadık, bari GATA’ya Abdüülhamit adı vererek intikamımızı alırız diyor.

TIBBİYEDE ATILAN TOHUMLAR

İttihat ve Terakki kurucularından Dr. İbrahim Temo Bey (AS : ve tıbbiyeli arkadaşları Diyarbakırlı İshak Sukûti, Arnavut Rıza, Selanikli Ahmet Bahtiyar) 1939’da kaleme aldığı anılarında tıbbiyedeki hürriyet mücadelesini şöyle anlatır:

“1889’da hürriyet aşkının huzmeleri mihrak noktasını buldu. Ateş almaya başladı. İki Diyarbekirli, İshak Sükûti ve tıbbiyeli ufacık Mehmet Reşid’i ders arasında mektep meydanında ağaçlar arasında yakaladım. Artık bir gizli cemiyet teşkil etmek için her şeyin hazır olduğuna dair fikrimi açtım. İshak Sükûti merhum, Dicle nehri gibi tuğyan eden gözyaşlarını tutamadı, ‘Ver elini arkadaş öpeyim ve sana sarılayım’ dedi. Ant içti. Üç sağ el birleşti, sıkıştı. Ahmet Cevdet geldi. Şaşıladı. Fakat itiraz etmedi. Bir iki gün sonra tıbbiye hamamının büyük odun yığının üzerinde daha birçok talebe müzakereye iştirak etmişti. Az sonra Şerafettin Mağmumi, Trabzonlu Kerim Sebati, İzmirli Hikmet, Selanikli Ahmed Bahtiyar, Asaf Derviş, Giritli Necmeddin, Hasan Arif, Giritli Şefik ve diğerleri cemiyete girdiler.” (Hayat, Aralık 1965, s.23-25.)

İŞTE ÜNLÜ TIBBİYELİLER

Dr. İbrahim Temo, Diyarbekirli Dr. İshak Sukûti, Dr. Akil Muhtar, Dr. Nazım, Dr. Bahattin Şakir, Dr. Yenişehirli Ethem, Dr. Übeydullah Efendi, Dr. Tunali Hilmi, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. Rüsuhi Dikmen, Dr. Adnan Adıvar, Dr. Şerafettin Mağmumi Bey, Dr. Refik Saydam, Dr. Reşit Galip, Dr. Tevfik Rüştü Aras, Dr. Şefik Hüsnü… Bu isimler 1908 yılında Meşrutiyet’i, 1920 yılından sonra da Cumhuriyet’i getirdi (28.8.16).

============================================

Dostlar,

AKP – RTE’nin askeri kurumları darmadağın etme fırsatçılıüı sürüyor..
Ülke OHAL altında demir yumrukla yönetilirken, “Yüce Meclis” (?) zoraki tatilde..
21 Bakan + 5 Başbakan yrd. + 1 Başbakan (?) + CB .. 28 kişi = Tek adam RTE!

Her şey RTE’nin 2 dudağı arasında.. En küçük bir “fırsat kaçırılmadan – eba edilmeden”,  uzuuun onyılarradan beri düşlenen planlar yaşama geçiriliyor.. Hiçbir engel yok.. Ve bunun adı demokrasi öyle  mi??

Öyle bir şaşkınlık ki, FETÖ AKP’nin İçişleri Bakanını bile ele geçirmiş.. (CHP’li vekil Dr. Aytun Çıray, Twitter’dan “İçişleri Bakanı’nın istifasını bekliyordum. Çünkü tutuklanan Sinop Valisi, abilerinin Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri Bakanı olduğunu söylemiş.”,  ODATV, 01.09.2016, http://odatv.com/chpden-surpriz-efkan-ala-iddiasi-3108161200.html) Son 3 yılın İçişleri Bakanı (hatta milletvekili olmadan da..).. Önceki 6 yıllık müsteşar.. ondan önce Diyarbakır valisi bir gözde, RTE’nin prenslerinden biri.. Gene mi kandırıldılar, yoksa Cemaat ile cicim döneminde “kota pazarlığı” sonucu mu??

AKP içindeki FETÖ’cüler kimlerdir? En yksek oranda işhal bu partide olmak gerekir organik ilişki gereği.. Bunlar neden tasfiye edilmiyor göstermelik birkaç ad dışında?? Ne zaman ?? Ya da AKP için için kaynayacak ve bölünecek mi? Nasıl engellenececk bu karabasan AKP açısından?

Hal böyle iken, 32 yıl istibdat altında ülkeyi inletimiş bir kızıl sultanın adı, GATA Haydarpaşa Hastanesine veriliyor hiç sıkılmadan! O Abdülhamit ki, 1876’da ilan edilen 1. Meşrutiyetin temel kurumu olan Meclis-i Mebudan’ı Osmanlı – Rus savaşını gerekçe yapıp 2. yılında (1878) kapatmıştı.. O Mustafa Kemal ki, ölüm – kalım savaşını hep TBMM ile yürüttü! Taa ki 32 yıl sonra İttihat Terakki Osmanlı ülkesine “Hürriyeti” geri getirdi, despot ve korku hastası padişah 2. Abdülhamit tahttan iindirildi ve Meclis-i Mebusan yeniden açılabildi..

GATA Haydarpaşa Hastanesi son derece donanımlı, üstün nitelikli hekimleriyle Ülkemizin ve TSK’nın övünç duyması gereken bir kurumdur. Özerk olmayan, Sağlık Bakanlığı güdümünde bir Üniversiteye (Sağlık Bilimleri Üniversiitesi) teslim edilmiştir. 2. Abdülhamit’e gelene dek bu Ülkeye sağlık alanında nice dev hizmetle vermiş hekimler vardır.. Çoğu da ülkemizde tıbbiyenin temelini atan askeri tıbbiyeden..

Dr. Refik Saydam (Atatürk’ün Bandırma vapurundan dava arkadaşı, Sağlık Bakanı ve Başbakan), Dr. T. Rüştü Aras (Atatürk’ün 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanı), Dr. Reşit Galip (Atatürk’ün Milli Eğitim Bakanı), Dr. Adnan Adıvar (Sağlık Bakanı, Meclis 2. Başkanı), Dr. Tevfik Sağlam…. Sonraki kuşaklardan Dr. H. Nusret Fişek, NOBEL Ödüllü Dr. Aziz SANCAR

Yazıklar olsun… Bunca vefasızlık – değerbilmezlik, tarihinr saygısızlık… AKP’ye yakışıyor mu?? Hekim olan Sağlık Bakanı Akdağ‘ın kendisini yetiştirenleri yetiştiren tıp hocalarına minnet borcu ya hiç yok ya da Sultan 2. Abdülhamit’e olan sadakatinin (?!) yanında çok değersiz kalıyor!?

Birlik – beraberlik teraneleri arasında ötekileştirme  “brutal” biçimde bilerek sürdürülüyor..

Sevgi ve saygı ile.
01 Eylül 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bunlar benim başörtüsüz bacıma vals yaptırdılar…

Bunlar benim başörtüsüz bacıma
vals yaptırdılar…

portresi_Yimaz_Ozdil_yazdi

 

 

Yılmaz ÖZDİL,
SÖZCÜ, 30 Ekim 2015

 

 

Şeriatçıyım.
Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.
Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız.
Dindar nesil yetiştireceğiz, dininin, kininin davacısı bir gençlikten bahsediyorum,
dindar olmasınlar da tinerci mi olsunlar?
İki ayyaş…
Kadın erkek eşitliği fıtrata ters.
10’uncu yıl marşında geçer, demir ağlarla ördük falan, neyi ördün?
Hiçbir şey örmüş değilsin, biz örüyoruz.

Hem laik, hem müslüman olunmaz, ya müslüman olacaksın, ya laik.
Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye, yahu millet istedikten sonra laiklik
tabii elden gidecek.

Ben laik değilim.
Türkiye Cumhuriyeti 1923’ten beri gerileyiş içindedir, 70 yıllık tarihi boşa harcanmış zamandır.
İstanbul’un imamıyım.
Hedefimiz İslam devletidir.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı koskoca bir yalan, egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.
Mahkemenin söz söyleme hakkı yoktur, söz söyleme hakkı din ulemasınındır.
Danıştay kim oluyor, Mecelle karar verir. Hukuka aykırı bir şey yapmıyoruz,
Mecelle’de böyle bir kaide var.
Bakın size tarihten bir vesika göstereceğim, Türk Antropoloji Enstitüsü tarihçesi,
kafatası fotoğrafları var, raflarda yüzlerce kafatası var, Reisicumhur Mustafa Kemal, İsmet Paşa’nın da başbakan olarak imzası var, insani midir, vicdani midir,
bunun bizim dinimizde yeri olabilir mi?

Zorunlu fizik dersi, zorunlu kimya dersi, zorunlu matematik dersi tartışılmıyor,
din dersi neden tartışılıyor?
Hitler sevdalısı arıyorsan, dönüp cehape’nin tarihine bak.
İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek, öğretilecek, bu dinin bir sahibi var.
Türkçe’yle felsefe yapamazsınız.
Türk Arapsız yaşayamaz, kim ki yaşar der, delidir, Türk Arap’ın hem sağ gözüdür,
hem sağ elidir.
Teksas Tommiks okumak serbestken, Kuran-ı Kerim’e neden mani olunuyor?
Namaz kılacak yer kalmamıştı, tek parti döneminde camileri ahır yaptılar.
Cumhurbaşkanlığı külliyesinde Osmanlı’yı görürsünüz, cumhuriyetin sembolü cumhurbaşkanlığı külliyesidir.
*
En son ne dedi?
*
Bunlar cumhuriyet bayramında vals yaptılar, insanımızı istiskal ettiler,
cumhuriyet adına milleti taciz ettiler.
*
E, iki cümle de ben kurayım bari.
1 Kasım’da Saltanat lağvedildi.
Tekerrürün böylesi, tarihin fıtratında var demek ki.

==================================

Dostlar,

Ne diyelim??
Seçime saatler kaldı.. Gündelik politikaya girmeyelim..
Cumhuriyet’in erdemi, tüm yurttaşlarımızı aydınlatsın diliyoruz..
En başta Bay RTE‘ye, hakkında demediği söz bırakmadığı Cumhuriyet sayesinde
o makama geldiğini bir an olsun aklından çıkarmaması gerektiğini anımsatıyoruz…
Sözlerinde öylesine çok yanlış, tutarsızlık, çelişki… var ki, hangisini açıklayalım?
Örn. Danıştay‘a çatıyor.. Danıştay Osmanlı’da Şurayı Devlet olarak 1860’larda kurulmuştu. Ayrıca Osmanlı’nın Mecelle‘si Medeni Yasa yerinde idi.. Cumhuriyet onun yerine
4 Ekim 1926’da yürürlük alan Medeni Yasa’yı getirdi. Ceza Yasası, Ticaret Yasası… da yoktu Osmanlı’nın, onları da Batı‘dan aldı..
*****
Kafatasları
Fiziksel Antropometri denen bir bilm dalından Bay RTE gerçekten habersiz.. (mi?)
Bu ırkçılık – kafatasçılık değil.. İnsanların soyağaçlarını, göçlerini, kökenlerini.. anlamak için yürütülen bir bilimsel çalışma.. Dünyanın her yerinde yapıldı, yapılıyor..
Yeni biçimiyle ise, radyoaktif C14 (Karbon 14) testi ile arkeolojik buluntuların yaş belirlemesi yapılıyor.. O zaman dünyada bu teknoloji yoktu. Yüce Atatürk‘ün devrimci Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip, kafataslarında bilimsel ölçümler yapıyor ve yaptırıyordu. Anadolu uygarlıklarının aydınlatılması başlıca amaç idi.. Bay RTE bunları gerçekten bilmez mi??

%52 oyla seçildiği masalına kendisi de inanıyor.. Seçime katılanların % 52’si bu..
Toplam seçmenin ise % 38’i… Ayrıca son 7 Haziran seçiminde sahaya indi, partisi AKP’ye
var gücüyle çalıştı ve %41 aldı.. Bu da Bay RTE‘nin son oy durumu.. İstifa etmesi gerekmez mi demokrasi terbiyesi gereği?? Dahası, tarafsızlık yemini eden Cumhurbaşkanı bunu yapar mı??

*****

Türk Ulusu, olup bitenleri gereğince değerlendirecek demokratik olgunluğa erişmiştir.
1 Kasım 2015 günü, Bay RTE’nin yeniden Saltanata dönüş ham hayallerinin,
sonsuza dek tarihin çöplüğüne atıldığı bir tarihsel tekerrür olacaktır ders alamayanlar için!.

Herkese serinkanlılık ve sağduyu içinde bir seçim iklimi diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
31 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

KÜRTÇE Ezan AKP’lileri Neden Mest Etti?


KÜRTÇE Ezan AKP’lileri Neden Mest Etti?

KURTCE_EZAN

R.T. Erdoğan, geçtiğimiz ay Dr. Reşit Galip hakkında gerçek dışı söylemelerde bulunurken, Ezan’ı Türkçe’ye çeviren Devrim kahramanının bu eylemi için

“TÜRKÇE EZAN ZULMÜ” söylemi kullanmıştı!
(Dr. Reşit Galip Hakkında Başbakanın Gerçekdışı Yakıştırmaları)

Başbakan Erdoğan nereye gidiyor ve kime hizmet ediyor??
Daha da önemlisi ne yaptığının gerçekten ayırdında mı?
Doğu-Güneydoğu’da ağzından bal akıyor neredeyse.. (inanana!)..
Batı’da ise ölçüsüz bir kin ve nefret söylemi!?
Bu bir kişilik yarılması mı? (de doublement de la personalite?)
Eğer öyle ise vahim değil mi?
Dissosiyatif sendrom değilse ne??
Kim / kimler kritik bu soruyu yanıtlayacak tıbbi raporu düzenleyecek??

Türk Tabipleri Birliği mi?
Türk Psikiyatri Derneği mi?

Kim, kim , kim ve ne zaman??

Sevgi ve saygı ile.
18 Kasım 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net