Etiket arşivi: Bay RTE

ERDOĞAN BİR DAHA CUMHURBAŞKANI ADAYI OLAMAZ

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..
Bkz. Anayasaya karşı hile! | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM)

Bölüm 1               :
Anayasamızın 101’nci maddesi; “Bir kimse en fazla İKİ DEFA Cumhurbaşkanı seçilebilir” der.

Erdoğan, 10 Ağustos 2014’te ilk defa Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
(Yüksek Seçim Kurulunun 12 nci Cumhurbaşkanı Mazbatası) https://i.hizliresim.com/hxapq5c.jpeg

Aynı Erdoğan, 24 Haziran 2018 yılında İKİNCİ DEFA Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
(Yüksek Seçim Kurulu’nun 13 üncü Cumhurbaşkanı Mazbatası) https://i.hizliresim.com/9jvu5tj.jpeg

  • Bu durumda, Erdoğan 3 üncü kez Cumhurbaşkanlığı seçiminde ADAY OLAMAZ!

Anayasamızın 116 ncı maddesi ise “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından SEÇİMLERİN YENİLENMESİNE karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı BİR DAHA ADAY OLABİLİR demektedir. Burada dikkat edilmesi gereken konu Meclisin “Seçimlerin Yenilenmesine” karar vermesi şartıdır.

Seçimlerin yenilenmesi için YSK’nın verdiği en son karar, 31 Mart 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin “YENİLENMESİ KARARIDIR” Bu kararda, seçimi kazanan İmamoğlu’na verilen MAZBATA, YSK tarafından iptal edilmiş ve SEÇİMLERİN YENİLENMESİNE karar verilmiştir.

Eğer TBMM Seçimlerin Yenilenmesine karar verirse, YSK’nın önce 13’üncü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mazbatasını iptal etmesi gerekir. Bu durumda 24 Haziran 2018’den bu yana yapılan tüm işlemler, atılan imzalar, örtülü ödenek harcamaları tartışmalı hale gelecektir. (AS : Hayır, TBMM buna yetkili değil. Bu yetki tekil -münhasır- olarak YSK’nin. TBMM’nin “seçimlerin yenilenmesi” kararı “erken seçim” ile eşdeğer.)

TBMM “Erken Seçim” kararı alırsa, Erdoğan aday olamayacaktır. Çünkü Anayasamızda, “Erken Seçim” değil, “Seçimlerin Yenilenmesi” yazmaktadır.
TBMM “Seçimlerin yenilenmesine” karar verse bile Erdoğan yine CB Adayı olamayacaktır.
(AS: TBMM’nin “Seçimlerin Yenilenmesi” kararı “Erken Seçim” ile eşanlamlıdır..)
Size sunulan iki adet Mazbata bunun kanıtıdır.
Eğer YSK, tüm bu şartlara rağmen (koşullara karşın) Erdoğan’ın adaylığına izin verirse, “Anayasayı İhlal Suçu” işlemiş olur ki, YSK’nın tüm üyeleri yargılanmaktan kurtulamaz…

  • Sonuç : Erdoğan CB Adayı Olamaz. Kararımız Yasal ve Net!

Bölüm 2              :
6’lı İttifakın iki önderi Kılıçdaroğlu ve Akşener, “Erdoğan’ın mağdur olmaması” gibi saçma bir gerekçe için, seçimlerin 14 Mayıs 2023’e alınabileceğini, böylelikle Erdoğan’ın aday olmasının önünü açacaklarını ısrarla söylemektedirler. (CHP Sözcüleri; en son CHP İstanbul Mv. Gökhan Zeybek, İYİ Parti Mv. ve Genel Başkan Başdanışmanı Aytun Çıray’ın Uğur Dündar’a verdiği röportaj)

Bu durum anlaşılabilir değildir. Anayasamız, Erdoğan dahil hepimizi bağlar. Anayasa emirlerine uymak ne zamandır mağduriyet sebebidir ki? Yoksa “Bu Anayasa Erdoğan’ı bağlamaz” diye bir hüküm mü var?
21 sene Türkiye’yi babasının takası gibi yöneten biri, niçin mağdur olsun ki?
Ayrıca Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti, neden ısrarla 14 Mayıs 2023 tarihini söylerler?

Bildiğiniz gibi AKP-MHP’nin birlikte hazırladıkları ve Cumhur İttifakına en az 50 MV daha kazandıracak “Yeni Seçim Kanununun” yürürlük tarihi 6 Nisan 2023’tür. Bu tarihten sonra yapılacak bir seçim AKP’ye 50 MV ikram etmektir.

  • 6’lı Masa, AKP’nin taşeronu mudur?

TBMM – YSK ve 6’lı İttifak veya 35-40 tane SATILIK Milletvekili, Anayasayı yok sayan bu kararı verir ve Erdoğan CB adayı olursa, neden CHP ve İYİP daha fazla MV çıkarabilecekleri mevcut yasa ile kendi yararlarına, Cumhur İttifakının zararına olacak “şu anki Seçim Kanunu” ile seçim istemezler?”

Erken Seçim denen yasa tanımazlığı yapacaksanız, niçin Şubat veya Mart ayında yapmazsınız? Deniz Baykal’ın, “Erdoğan’ın seçilme yasağını kaldırmasının yeni formatını mı Türk Milletine dayatacaksınız?

Önümüzdeki haftalarda, kimlerin “Emperyalist patronlarının emrine uyup, Light AKP rolüne soyunacaklarını” beraberce göreceğiz!

Sonuç              :

  • AKP ve Erdoğan devri bitmiştir.
  • Sıra, Atatürk Düşmanı Light AKP’ye gelecektir!
  • Kararımız Yasal ve nettir.

Rahat uyu Atam! Öz evlatların nöbettedir…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 11 Kasım 2022.
=========================================

Dostlar,

İlkesel olarak Sn. Serdaroğlu ile aynı düşüncedeyiz.
Aşağıdaki düşüncelerimizi 17 Ekim 2022’de web sitemizde paylaşmıştık, yineleyelim :
(Anayasaya karşı hile! | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM)

“Mağduru oynamasın” ve / veya bu iklimle RTE aday olursa oylarımız artabilir… varsayımı ile Hukuk kurban edilemez. Anayasanın ilgili 2 maddesini fıkralarıyla aşağıda veriyoruz :

Anayasa md. 101/2 : “Bir kimse en fazla İKİ DEFA Cumhurbaşkanı seçilebilir.”

Anayasa, bir kişinin üçüncü kez aday olabilmesi için tek bir ayrık (istisnai) durum tanımlıyor:

Anayasa md. 116/3) “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi.”

Sn. Serdaroğlu’nun yazısında ayraç içinde verdiğimiz üzere; ayrıldığımız yer şu :

TBMM’nin “Seçimlerin Yenilenmesi” kararı “Erken Seçim” ile eşanlamlıdır. YSK’nin usulsüzlük temelli “seçimlerin yenilenmesi” kararı ile aynı sonucu doğurmaz; salt erken seçime gidilir.

Sözcük oyunları ile Erdoğan’a 3. kez CB adayı olma yolu açılamaz. Bu durum çok net ve kesindir.
Durum çok nettir, kafa karıştırılmasına izin verilemez.
**
6 Nisan 2022’de Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve seçim sisteminde önemli değişiklikler getiren, ülke barajını %10’dan %7’ye düşüren ve büyük partilerin yararına (lehine) kurallar içeren 7393 sayılı yasal düzenleme, ancak 6 Nisan 2023 sonrası yapılacak bir genel seçimde uygulanabilecektir (Anayasa m. 67/son).

Cumhur ittifakı, kurguladığı bu avantajdan yoksun kalmak istemez elbette. Bu düzenleme, Anayasa Mahkemesince CHP’nin başvurusu üzerine, Anayasaya aykırı bulunmayarak hukuk düzenimizde yerini almıştır. AKP-MHP’nin seçimi öne alma girişiminde bulunmamaları biraz da bu yüzdendir. 18 Nisan 2023, erken seçim takviminin “biçimsel olarak” başlatılmasının son günüdür. Ancak böylesi bir yönelim asla gerçek anlamda erken seçim olmayacaktır.

Hukuk – Anayasa tanımazlığı 20+ yıldır belgeli bir parti ve yöneticisine hak etmedikleri kimi ödünleri vermeye hele hukuku çiğneyerek ve ülkenin geleceğini tehlikeye sokarak.. hiç kimsenin kesinlikle hakkı yoktur.

Üstelik 3. kez ve TEK ADAM ucube rejiminin olağanüstü  sultanlık yetkileriyle Cumhurbaşkanlığı ?!??!! Neden, niçin, bulunmaz Hint kumaşı mıdır Bay RTE?
Diploması bile ortalıkta yokken.. Türkiye bunları asla hak etmiyor.

ABD’de neden Başkanlık en çok 2 dönem, 4+4=8 yılla sınırlı örneğin??
***
2017 şaibeli / hileli Anayasa değişikliği bir geçiş hükmü koymamış ve Erdoğan’ın yararına (lehine) yorumlanabilecek ayrık bir düzenleme de getirmemiştir.

Buna ek olarak, değiştirilen, 1982 Anayasası’nın tümü değil, kimi hükümleridir.

Dolayısıyla yeni bir anayasa” söz konusu olmayıp, 1982 anayasası yürürlüktedir.

10 Ağustos 2014’te gerçekleşen ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi “bir başka Anayasa” kapsamında değildir. Erdoğan, 24 Haziran 2018’de 2. kez Cumhurbaşkanı seçilmiş ve bu seçim de halen yürürlükteki 1982 Anayasasının 6771 sayılı yasa ile yapılan değişklikleri bağlamında olmuştur.

  • Erdoğan’ın 3. kez aday olması anayasal olarak
    KESİNLİKLE O – LA – NAK – SIZ – DIR!

Ancak, TBMM Başkanı ve Adalet Bakanı siyaset psikolojisi bakımından ön almak için kurgulu iletilerle hiçbir sorun olmadığını, 3. kez adaylığın meşru (yasal ve hukuksal olmadan da öte!) olduğunu ileri sürmektedirler ve muhalefet Anayasaya açıkça aykırı bu çıkışlara ne yazık ki sessiz kalmaktadır!?

  • Sorun çıkarmayalım, aday olsun, nasılsa sandığa gömeriz yaklaşımı hukuk dışı ve ilkesizdir, çok büyük bir politik kumardır.
    Buna hiç kimsenin hakkı yoktur.
    Hukuk (yasalar) önünde herkes eşittir (Anayasa md. 10).

Bu bağlamda şimdiden hazırlık yapılmalı ve seçenek planlar geliştirilmelidir. Son sözü YSK (Yüksek Seçim Kurulu) söyleyecektir. Cumhurbaşkanı adayları koşulları yerine getirerek YSK’ye başvuracak ve bu Anayasal Kurul, seçime katılabilecekleri belirleyerek kamuoyuna duyuracaktır. YSK’nin bu bağlamdaki yargısal kararı kesindir ve başka hiçbir makama, Anayasa Mahkemesi dahil, başvurulamaz (Anayasa md. 79/2). (Geçmişte bir başvuruyu AYM, yetkisizlik gerekçesiyle reddetmiştir).

  • YSK’nin, Erdoğan’ın 3. kez aday olabileceğine karar vermesi
    bir hukuk kırımı (katliamı) hatta apaçık SİVİL DARBE olacaktır!

Ardından da seçimde engellenemeyecek hileler, Devlet gücü ve atı alanın Üsküdar’a / Üsküdar’ı bir kez daha geçmesi.. Türkiye bunu kaldıramaz.

Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti devletinin dinci – teokratik bir şeriat devletine dönüşmesinin ve islami federasyon altında parçalanmasının kapılarını ardına dek açacaktır.

Türkiye’nin geleceği ile kumar oynama hakkı hiç kimsenin olamaz!

  • Muhalefet, 6’lı Masa’dan daha geniş bir toplumsal tabanla,
    hazırlanan ve rap rap yaklaşan bu lanetli oyunu bozmak zorundadır.

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 15 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci
Anayasa Hukuku Doktora Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

Ne işimiz vardı?

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet
, 27.8.21
(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)
Afganistan meselesi ile ilgili çok şey yazılıp çizildi. Hem sığ hem de derin ve bilgi dolu pek çok analiz dinledim ve okudum. Konunun ve bölgenin uzmanı değilim, ama benim baktığım açıdan konu “Emperyalizmin ve yedeğindeki güçlerin, yine darmadağın ettiği bir bölgede, yine içinden çıkılamaz hale getirilmiş bir kaotik yeni durum” olarak görülüyor.

Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde NATO’nun orada “aldığından daha da fazla berbat ederek bıraktığı” bir kargaşa ortamı görüyorum. Dahası, “Çağdışı, insanlık dışı bir zihniyete sahip ve daha da kötüsü emperyalistlerin kendi üretimi bir terör teşkilatının” eline geçen bir ülke görüyorum.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak da tek bir soru soruyorum:

  • “Orada, bu kaosun ve kanlı kapışmanın orta yerinde bizim ne işimiz var?”

Suriye meselesi gibi “Sınırdaş, bölgesel çıkarlarımız olan ve ülke güvenliğimizi ilgilendiren” bir uluslararası sorun da olmadığına göre, Türkiye’nin hem kendi evlatlarını yani Mehmetçiğimizi hem de milyonlarca dolara baliğ imkânlarımızı seferber etmesi için nasıl bir sebep var?

Bunun cevabı kocaman bir “boşluk”tur.

O yüzden de hükümetin, mevcut durumun da gerçekçi bir analizini yaparak Kâbil’i ve ülkenin neredeyse tamamını ele geçirmiş olan Taliban çapulcularından gelen tehditleri de ciddiye alarak askerimizi geri çekmesini doğru bir karar olarak değerlendiriyorum. Her ne kadar çarşamba gecesi “geri çekme kararı”ndan hemen sonraki bir başka açıklamada “Havalimanının korunması ve denetimi ile ilgili niyetlerimiz sürüyor” denilse de bunu İngilizlerin “face saving” dedikleri türden, yani “zevahiri kurtarma” yani “efelenerek çıkmak” niyetli bir söz olduğuna ihtimal vermek istiyorum. Gerçek amacın ABD’ye yine (anlamsız ve ezik bir) “selam çakmak” olduğunu bilsem de…

Bırakın, emperyalist güçler ABD, İngiltere ve NATO, kendi yarattıkları kaosu ve pisliği kendileri temizlesinler. Bizden binlerce kilometre ötedeki bir meseleye bizim askerlerimizin hayatlarını kurban etmenin bir âlemi yoktur.

O asker gelip, delik deşik olmuş sınırlarımızı beklesin. Onca kaynak ve para, ülkenin başka ihtiyaçları için kullanılsın. Bu kadar nettir sorun. Kimse macera aramasın. Kimse “emperyalistlerin dümen suyunda ve stepnesi konumunda küresel bekçilik, jandarmalık” hayalleri peşinde de koşmasın.

28 ŞUBATÇI KOMUTANLAR

Zamanın komutanlarından birinin, bence düşüncesizlik ederek “Postmodern darbe” adını koyduğu ama aslında bir askeri darbe ile alakası olmayan 28 Şubat olayı, sivil muhataplarının bile “Bize darbe yapıldı” diyemediği bir hadisedir. Zamanın başbakanı Necmettin Erbakan ve yardımcısı Tansu Çiller’in, zamanın bakanlarından Meral Akşener’in bile “darbe mağduru sıfatı” ile müdahil olamadıkları bir davadır. Bir intikam ve kumpas davasıdır. Sahte delillerle ve bir yığın “açığı” ile, aslında açılmamış bile olması gereken bir utanç dosyasıdır, utanç davasıdır. Zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral İ. Hakkı Karadayı’nın Özel Kalem Müdürü Hulusi Akar’ın bile (o dönem emir-komuta zincirinde olmasına karşın) sesini çıkaramadığı bir olaydır.

Haksız verilmiş bir kararın, sırf bir inat ve intikam uğruna infazına kalkışılması ve yaşlı komutanların içeri tıkılması Türkiye hukuk ve adalet sistemi adına bir utançtır.

Bunları söylerken asla “affedilip salıverilmelidirler” anlamına gelen bir talebi dillendirdiğim sanılmasın. O onurlu ve başı dimdik komutanlar, bence af talebinde bulunmamalı, “Aslanlar gibi, gerekirse ömürlerinin sonuna kadar” orada yatıp bu utanca karşı başlarını asla eğmemelidirler.

Asker olmak, vatan hizmetine ömrünü adamak, zaten bu anlama gelir. Ölüm “cezaevi hücresinde de cephede de gelse” kabullenilmelidir.

  • Asla bir yanlış yapmamışlardır.
  • Vatanın savunmasına koca ömürlerini adamış şerefli askerlerdir.
  • Gurur duyarız.
  • Allah gecinden versin, cenazelerinde de gider al bayrağa sarılı tabutlarına omuz veririz.
    ===========================
    Dostlar,

Değerli gazeteci – yazar Sn. Zafer Arapkirli’nin yazdıklarında itiraz edilecek nokta yok! AKP’nin Afganistan politikası emperyalist uyduluktan başka bir şey değildir ve en çok isyan ettiren de Mehmetçiğin kanının dökülmesidir. Biz Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün “askerleri” olarak, O’nun tanımı ile “Ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe savaş bir cinayettir.” düşüncesindeyiz. Erdoğan 2 oğlunu da askere yollamadı, şehitlere “kelle” bile diyebildi, yer – gök çok utandı O’nun yerine!

  • Hele hele Bay RTE‘nin “Talibanla da zaten zihniyet farkımız yok…” anlamındaki sözlerini kesinkes reddediyoruz. Gerçekte Erdoğan bilinçaltını elevermiştir. Taliban kurucularından Gülbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibinde çekilmiş gençlik fotoğrafları arşivlerdedir.


Yılların Erdoğan’ı ıslah ettiğini düşünmek için elde hiçbir veri yok; İTİRAF ORTADA!

Bu arada “yetmez ama evet” çi liberal dönek ve de işbirlikçi solcuların başımıza bela ettiği AKP iktidarı bağlamında çookk derin, kapsamlı, içten… ama NAFİLE özeleştiri yapmaları gerek. Hiç olmazsa Tarih babanın gönlü olsun (!) Yanılgı olağan da, şu “5. kol misyonu” içimizi kemiriyor. Bize sorarsanız, bağışlayası değiliz, ağzımızı doldurup “Allah belanızı versin!” diyesiyiz.
***
Ergenekon, Balyoz, OdaTV, Askeri Casusluk, Poyrazköy… ve Gezi davası olarak bilinen sahte (kurgu, kumpas, tertip, hileli, tuzak, intikam) “yargı süreçlerine” (!) 24 yıl sonra 28 Şubat dosyası da eklendi; yazık!

Emekli generaller Çevik Bir, Çetin Doğan, Hakkı Kılınç, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, İlhan Kılıç, Aydan Erol, Kenan Deniz, Ahmet Çörekçi, Çetin Saner, İdris Koralp ve Vural Avar.. 14 yurtsever kahramanımız;

  • Hukuka apaçık aykırı olarak, sözde hukuk adına verilen kararlar sonucunda hapse atıldılar! Kin – intikam – gözdağı – gündem oyunu, SİYASAL İSLAM… her şey var ama ADALET yok! 

Emekli – yaşlı generallerimize yapılan insanlık dışı zulmü biz de şiddetle, esefle kınıyoruz.

Sorunu web sitemizde 21 Ağustos 2021 günü işlemiştik, okumak ve paylaşmak için lütfen tıklayınız..

Sevgi ve saygı ile. 29 Ağustos 2021

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Yekta Güngör ÖZDEN : Gerçek hukuk devleti miyiz?

Gerçek hukuk devleti miyiz?

yekta güngör özden sözcü ile ilgili görsel sonucu

Yekta Güngör ÖZDEN
SÖZCÜ
, 26.12.2016

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

-Dün (25 Aralık), aramızdan ayrılışının 43. yıldönümünde saygıyla ve özlemle andığımız
İsmet İNÖNÜ için-

Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası bağımsız bir devlet olarak tanınmayı sağlayan Lozan Barış Antlaşması‘nda asıl uğraşın bir “Hukuk devleti kurmak” olduğunu İsmet İNÖNÜ anlatmıştı (Ankara Barosu Dergisi, Atatürk ve Cumhuriyet Özel Sayısı, 1973, sayfa 22-24, “İstiklâl Savaşı ve Hukukî Hedefi” başlıklı yazı). Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerinde hukuk ve adalet konusundaki özdeyiş nitelikli, dolgun içerikli sözleri hepimizin bilincindeki özgün yerindedir. Özellikle “Adalet gücü bağımsız olmayan bir ulusun devlet biçiminde varlığı kabûl olunamaz”dan (1920) sonra “Egemenlik bağsız, koşulsuz ulusundur” (1923) sözleri yaklaşımındaki gerçekçiliğin ve çağdaşlığın güzel yansımalarıdır. Cumhuriyet devriminin hukukun yapılanmasında eğitim izlencelerinden, okullar ve yüksek öğrenim kurumlarından başlayan açılım ve atılımları, yönelişteki bilimselliği ve yurtseverliğiyle insancıllığı güçlü biçimde ortaya koymuştur. Anayasa, yasalar ve düzenlemelerin temelindeki anlayışla yaşama geçen hukuksallık, örnek gelişmelerle sürdürülmüştür.
Demokratikleştirilmesi özlenip öncelik taşırken Bay RTE‘ın istediği başkanlık sistemini gerçekleştirmek için küçük değişikliği gündeme getirilen yürürlükteki Anayasa’nın Başlangıç Kısmında sözü edilen “…cumhuriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni .. -…kuvvetler ayırımı.. -… medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme… -… hak ve hürriyetlere kesin saygı…” vurgulamaları yanında özellikle 2. maddesi “… demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti” niteliğini içermekte, 1. ve 4. temel maddelerinin yanında 5. madde “… sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri…” tanımına yer vermektedir. Anayasa’nın 6, 7, 8, 37’nci maddeleri ve yargıyla ilgili 138-159. maddeleri hukuk devletinin yaşama geçme ilkelerinin ve yönteminin kurallarıdır. Hukuka bağlılık, Anayasa’ya bağlılıkla ölçülür. “Bir kere delmekle bir şey olmaz. – Siz bildiğinizi yapın” denilirse hukuk yoktur.

GERÇEK BÖYLE Mİ?

Adaletin gecikmesine ilişkin yakınmalar bir yana, gerçekleşmesine ilişkin eleştiriler günümüzün sorunları içinde önsırada yer almaktadır. 1990’ın son yıllarında %97 olan yargıya güven oranının %2,5 gibi “yok” denilecek bir düzeye düşmesi büyük kaygı yaratmakta ve üzmektedir.
1961 Anayasası‘nın son biçiminde yer almayan Adalet Bakanı’nın Yüksek Hâkimler Kurulu’na başkanlığı, 1982 Anayasası’nın eleştiri alan bölümlerinden birindedir. Kurul seçimlerindeki siyasal nitelikli gruplaşmaların dışında, yüksek yargı üyeliklerinin siyasal kararlarla ve düzenlemelerle düşürülüp yerlerine yenilerinin atanması, Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun doyurucu olmayan kanıtlarla kanun hükmünde kararnameye sığınarak yaptığı meslekten çıkarmalar, yetersiz stajla yargıç ve savcı atamaları, yer ve görev değişiklikleri, sakıncalı işlemleri ortaya çıkan kimi yargı görevlilerini görevde tutması düşündürücüdür. Yüksek yargı organlarına seçimlerde ve atamalarda siyasal yandaşlık gözetilmesi, partizanlık çabalarıyla iktidarın dayatmaları, yetersiz kanıt ve incelemelerle, doyurucu olmayan gerekçelerle kararlar alınması, Yargıtay ve Danıştay’a kadrolaşmalarla gruplaşmalardan, Anayasa Mahkemesi üyeliklerine yandaşların atanmasından sözedilmesi üzüntü ve endişeleri artırmaktadır. Yargısına güvenilmeyen devletin saygınlığı, güvenirliği kalmadığı gibi hiçbir işlemi inandırıcı olamaz. Buna neden olan herkes sorumludur. O kadar çok aykırılık var ki saymakla, yazmakla bitmez. Hukuksuz yaşam, ölümle birdir.

EĞİLİM

Hukuk eğitim ve öğretimine gereken önemin verilmediği gerçeği acıdır. Biçimsel yaklaşımlardan öte hukukun anlamı, değeri, yaşamdaki yeri, hukuk kuruluşları (yargı yerleri, barolar ve derneklerle kurumlar) konusunda doyurucu bilgiler verilmemekte, hukukun siyasete araç olmasına karşı çıkılmamaktadır. Türkiye Barolar Birliği ile kimi baroların tepkileri dışında özellikle üniversitelerden ses çıkmamaktadır. Üstünkörü eğitim, diplomayla yetinmek dışında etkin bir çabaya tanık olmak özlemi duyulmaktadır.

  • Şimdilerde kanun hükmünde kararnamelerle hukuk dışılık geçerli gösterilmek istenmektedir.
  • Yasalarla yapılamayacak uygulamaların kanun hükmünde kararnamelerle gerçekleştirilip
    bu uygulamanın sürdürülmesi, hukuk devleti yönünden, sakıncalara neden olmaktadır.
  • Hukuksal niteliğini yitiren devlet, devlet değildir.
  • Gerçek hukuk devleti olsaydı gündemdeki gibi bir Anayasa değişikliği Meclis’e getirilir miydi?Gerçek hukuk devletinin onuru büyük, kıvanç duyurur.

ANMA

Yarın, İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif ERSOY‘u yitirişimizin 80. yılı. Saygıyla anıyoruz.
==================================
Teşekkürler değerli büyüğümüz Sayın Yekta Güngör Özden..

Sizin başkanlık ettiğiniz dönemim (1991-98) Anayasa Mahkemesi’ni öyle çok arıyoruz ki
ve Türkiye’nin gerçekten bağımsız – yansız ve Türk Milleti adına karar verecek bir
Anayasa Mahkemesi’ne ülkemizin bu sırada öyle çok gereksinimi var ki!

Dileriz, ülkemizi karanlıklara sürükleyecek Anayasa değişikliği teklifi TBMM’den geri çekilir.. AKP – MHP – RTE sağduyulu davranır, hatadan dönme erdemi gösterirler..
Değilse, tarihsel bir kritik görev Anayasa Mahkemesi’ni bekliyor..
Yapılacak Anayasa değişiklikleri doğrudan rejimi değiştirmektedir ve Anayasa’nın değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek ilk 3 maddesini arkadan dolanarak değiştirmekte, ortadan kaldırmaktadır. Bu kabul edilemez ve şimdiki TBMM’nin bile yetkisi dışındadır.

2 siyasal partinin 330’u aşarak ülkenin geleceğini tehlikeye atmaya hakkı olamaz.
Bu sayı bulunsa bile yapılmak istenen meşru değildir, bir ulusun egemenlik hakkının gaspıdır!

Bu bakımlardan, Anayasa Mahkemesi söz konusu değişiklikleri önüne getirildiğinde salt şekil koşulları (oylama gizliliği, 2 kez görüşme ve ivedi görüşme yapılamaması) denetlemekle kalmayıp (Anayasa md. 148/2; teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı özüne girecek ve temel görevi olan Anayasayı koruma yetki ve sorumluluğu ile iptal edecektir. Tıpkı Esas Sayısı : 2008/16 Karar Sayısı : 2008/116 kararı gibi.

Böylelikle Cumhuriyetin 93 yıllık birikimi, taa 1876’lara uzanan demokratikleşme uğraşının (1. Meşrutiyet) birikimi birlikte bu belayı da defedecektir. Bu tehlikeli serüvene, kişisel hırslarına yenilerek ülkemizi sürükleyenler utançlarıyla başbaşa kalacak ve tasfiye edilerek tarihin çöplüğüne atılacaklardır.. MHP yok olacaktır! Bu hazin sona uğramamak için hala geç değildir..

* ANAYASA DEĞİŞİKLİKLİĞİ TEKLİFİNİZİ LÜTFEN YARIN GERİ ÇEKİNİZ..

Bunu bir inat sorunu yapmayınız.. Sizi bağışlamaya hazırız..
Ülke yönetiminde inatlaşma olmaz.. Sağduyu hepimize çok ama çok iyi gelecektir..

Sevgi ve saygı ile.
28 Aralık 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

1128 ve 2071 Akademisyenin Basın Açıklamalarının Düşündürdükleri..


1128 ve 2071 Akademisyenin
Basın Açıklamalarının Düşündürdükleri.. 

Dostlar,

Her 2 basın açıklamasını bu yazımızda irdeliyoruz..
Bilgi ve ilginize sunarız..

Not : Bizim her 2 metinde de imzamız yok..İlkine zaten imza koy(a)mazdık;
yanıt olarak gelen 2071 imzalı metne de –içerik olarak ilkesel paylaşıma karşın
ağır ve kabul edilemez üslubu ve bu yüzden doğurabileceği ciddi sakıncaları nedeniyle katıl(a)madık sorumluluğumuz gereği.

Arada ve bağlarken de yazdıklaerımız var..
Dosyanın tümüyle okunması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile.
18 Ocak 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

*********

Türkiye İçin Akademisyenler
İnisiyatif Grubu’ndan Basın Açıklaması

Slide1



 

 

 

 

 

 

 

Türkiye İçin Akademisyenler İnisiyatif Grubu’ndan Basın Açıklaması

Son birkaç yıldır yurt içinden ve yurt dışından fiilî ve siyasî saldırılara uğrayan ülkemiz, maalesef kendi bağrında yetiştirdiği ve yetişmiş oldukları toprakların değerlerinden habersiz “bir grup akademisyen (!)” tarafından haksız ve alçakça iftiralara maruz kalmıştır. Söz konusu akademisyenlerin 11 Ocak 2016 tarihinde yayımlamış olduğu ihanet bildirisine karşı 12 Ocak 2016 saat 12.50 itibarıyla harekete geçen “Türkiye İçin Akademisyenler” inisiyatif grubu olarak, bütün ihanet teşebbüslerine karşı ülkemizin ve milletimizin yanında olduğumuzu ve şu anda yapılan terör operasyonlarını desteklediğimizi ifade eden bir bildiri yayınlamıştık.

Bildirimiz, çok kısa bir sürede yüzlerce akademisyenin katılımıyla büyük bir ilgi görmüş,
bu yüzden web sitemiz bölücü terör örgütü mensuplarının yoğun siber saldırılarına maruz kalmıştır. Buna rağmen yayımladığımız bildiriye, yurt içi ve yurt dışından 150’nin üzerinde üniversiteden 2071 akademisyen imza atmıştır.

Türkiye sevdalısı akademisyenlerce kaleme alınan bu bildiri, yalnızca teröre karşı verilen mücadeleye destekle sınırlı ve anlık bir tepki olarak değerlendirilmemelidir. “Türkiye İçin Akademisyenler” inisiyatif grubu, bundan sonra da “bütün millî meselelerde” devletimizin ve milletimizin yanında olacaktır. 1071’den beri vatanımız olan, mazlum coğrafyanın ümit bağladığı son kale, Anadolu toprakları üzerinde yaşayan bizler ve bildirimize imza atan ülkesine sevdalı 2071 akademisyen, her zaman barış, kardeşlik ve demokrasi için üzerine düşen görevi yapacağını da bu bildiriyle ilan ve taahhüt etmiştir.

Bu vesileyle ilk andan itibaren imzalarıyla bizleri destekleyen Türkiye sevdalısı akademisyenlere teşekkür ediyor, aziz milletimizi muhabbetle selamlıyoruz.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 16.01.2016

Türkiye İçin Akademisyenler İnisiyatif Grubu Adına
Prof. Dr. Âlim YILDIZ
Cumhuriyet Üniversitesi Öğretim Üyesi

*****Slide6 Slide5 Slide4 Slide3 Slide2 Slide7

 

 

 

 


Dostlar
,

Türkiye’nin ek gerilimlere ve hele hele kutuplaşmalara hiç gereksinimi yok..
Gücü de..

1128 akademik elemanın açıklamasına karşılık tümü Türkiye’den 2071 akademik çalışan yukarıdaki açıklamayı yaptı..

http://www.turkiyeicinakademisyenler.com/aciklama.htm web sitesinden yayın yapıyorlar.

1071 + 1000 imzayı 2-3 gün içinde sağlayınca 16.01.2016’da imza kampanyasını kapattıklarını belirtiyorlar.

Bu bildirinin içeriğini ilkesel olarak paylaşmakla birlikte, söylemi çok sert, ötekileştirici, dışlayıcı hatta aşağılayıcı buluyoruz. Dolayısıyla da yararsız, belki de sakıncalı.

Web sitesindeki içerikleri ve fotoğrafları kullanarak görselleri biz ürettik.

Bay RTE‘nin

Mandacı güruh!
– Sözde akademisyenler!
– Eyy aydın müsveddeleri!
– Eyy sözde aydınlar!
– Sizler cahilsiniz!
– Sözde aydınların ihaneti!
– Eyy akademisyen müsveddeleri!
– Sizler güruhsunuz!
– Sizler karanlıksınız!
– Terörist ağzıyla konuşan sözde akademisyenler!
– Ya terörden yana ya da devletten yana olacaksınız!
– Eyy akademisyen geçinenler!
– Haddinizi bileceksiniz, haddinizi!

söylemleri bizi çok incitiyor. İçeriğinde haklılık payları ya da doğrular varsa da..
Bilindiği gibi söylemlerin içeriği kadar biçimi de önemli. Yüzümüz kızarıyor..
Bir devlet başkanına asla yakışmayan hatta açıkça hakaret – suç olan bu sözlerin sahibi yerine biz utanıyoruz,kendi hesabımıza gocunacak hiçbir yanımız olmadığı halde..

Söz var yılanı deliğinden çıkarır, söz var başınıza kara kilim örer..
Haydi Bay RTE’nin öfke söylemini politik gerekçelerle, tabanı gaza getirmek için bilerel kullandığını biliyoruz.. Ülkenin akademik camiası – ulema takımı her bakımdan teeni içinde olmak, örnek tavırlar içinde olmak ve topluma yol göstermek durumunda. Tayyip beyin politik şiddet üslubunun akademisyenlere bulaşması – onları da şiddet sarmalına çekmesi
kabul edilemez. Tersine, üniversite hocaları bilimsel sükunetlerini asla elden bırakmadan
Bay RTE dahil herkese örnek olmalıdırlar.

Üstelik bunca hakaretin – aşağılamanın açık suç işlemenin ardından yargının da bu insanlara yüklenmesi tam bir linç girişimidir ve demokratik hukuk devletinde çoğucluluk değil
çoğunluk despotizmi (zulüm!) anlamına gelir. Bu Türkiye’ye yakışmaz, hiçbir sorunumuzu da çözmediği gibi gerilimi tırmandırır..

*****

Bu 1128 insanımız ne demişlerdi bir bakalım :

1128 akademisyenden kalıcı barış çağrısı: “Bu suça ortak olmayacağız”

Müzakere sürecinin ‘buzdolabına kaldırılmasıyla’, sürekli hale gelen sokağa çıkma yasakları ve bitmeyen ölümler akademisyenleri harekete geçirdi. 89 üniversiteden 1128 akademisyen, “Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesi” çağrısı yaparken, “Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını” da istedi.

Barış İçin Akademisyenler eş zamanlı olarak, İstanbul’da Taksim Gönen Otelde Ankara’da Mülkiyeliler Birliğinde çağrılarıyla ilgili basın açıklaması yaptılar.

AĞIR BİR İHLAL

Barış için Akademisyenlerin, Taksim Gönen Otel’deki açıklaması Kürtçe ve Türkçe okundu. Kürtçe metni akademisyen Dr. Yıldız Önen okurken, Türkçe metni Dr. Alper Açık okudu. Açıklamada, “Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkum etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir” denildi.

Uluslararası hukukun gereklerine dikkat çekilen açıklamada şöyle devam edildi: “Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye’nin kendi hukukunun ve  Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.”

‘SÜRGÜN POLİTİKASI SON BULSUN’

Barış İçin Akademisyenler, açıklamalarında uygulanan sürgün politikasına da dikkat çekerek şöyle dediler: “Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.”

MÜZAKERE VE KALICI BARIŞ ÇAĞRISI

“Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz” denilen açıklamada,  bu sürece ilişkin gözlemcilerin önemine de vurgu yapıldı: “Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.”

‘DEVLET ŞİDDETE SON VERSİN’

Açıklamada, devlete şiddete son vermesi çağrısı yapıldı: “Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, Meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz.”

‘TÜM ÖLÜMLERDEN DEVLET SORUMLU’

İmza metninin okunmasının ardından İstanbul Üniversitesinden Doç. Dr. Zeynep Kıvılcım, imza sürecine ilişkin bilgilendirme yaptı. Metne Şili’den Amerika’ya, Avusturya’dan Meksika’ya, Mısır’dan İtalya’ya 89 üniversiteden 1128 akademisyenin destek verdiğini belirten Kıvılcım, kısa sürede bu kadar yoğun ilgi beklemediklerini söyledi. Devletin özellikle Türkiye’nin batısının sessiz kalması için baskı kurduğunu belirten Kıvılcım, “Tüm ölümlerden devleti sorumlu tutuyoruz. Devlet asker ve polis ölümlerinden de sorumludur” dedi.

‘KAMUOYU OLUŞTURACAĞIZ’

Üniversitelerdeki baskıları Kürt illerindeki baskılardan ayrı görmediklerini söyleyen Kıvılcım şunları söyledi:

”Barış isteyenlerin hain ilan edilmesi de aynı bütünün parçalarıdır. Bütün bunlara karşı örgütleneceğiz. Barış ve direnme hakkını savunacağız. Muhalif kimlikleri nedeni ile tutuklanan arkadaşlarımız ve öğrencilerimizle dayanışmaya devam edeceğiz.”

Önümüzdeki günlerde Kürt illerine giderek araştırmalar yapacaklarını ve oluşturulan raporları ulusal ve uluslararası kamuoyuna sunacaklarını söyleyen Kıvılcım, “Bugüne kadar
Kürt sorunu olarak tanımlanan sorunun siyasi zeminde çözülmesi için kamuoyu oluşturmaya devam edeceğiz” dedi.

‘SAVAŞA ORTAK OLMAYACAĞIZ’

Barış için Akademisyenler, Ankara’da Mülkiyeliler Birliğinde basın açıklaması yaptı.
Aynı açıklamayı Ankara’da da Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinden Prof. Dr. Işıl Ünal okudu. (İstanbul-Ankara/EVRENSEL)

AÇIKLAMADA İMZASI BULUNAN AKADEMİSYENLERDEN BAZILARI

Prof. Dr. Ayşen Uysal, Prof. Dr. Ali Akay,  Prof. Dr. Ali Gökmen, Prof. Dr. Ahmet Haşim Köse, Prof. Dr. Ahmet İnsel, Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Prof. Dr. İzzettin Önder, Prof. Dr. Melek Göregenli, Prof. Dr. Mesut Yeğen, Prof. Dr. Mine Gencel Bek, Prof. Dr. Nilay Etiler, Prof. Dr. Nilgün Toker, Prof. Dr. Nilüfer Göle, Prof. Dr. Nur Betül Çelik, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Prof. Dr. Özdemir Aktan, Prof. Dr. Işıl Ünal, Prof. Dr. İnci Gökmen, Prof. Dr. İrfan Açıkgöz, Prof. Dr. Nejla Kurul,  Prof. Dr. Tahsin Yeşildere, Doç. Dr. Ayşen Candaş, Doç. Dr. Ceren Sözeri, Doç. Doç. Dr. Esra Arsan, Dr. Murat Birdal, Yrd. Doç. Dr. Nazan Üstündağ, Yrd. Doç. Dr. Sinan Birdal, Yrd. Doç. Dr. Suncem Koçer.
Açıklamada Prof. Noam Chomsky, David Harwey, Etienne Balibar, Judith Butler, Immanuel Wallertein gibi yabancı akademisyenlerin de imzası bulunuyor.

******

Bu 1128 akademik çalışandan çok az sayıda birkaçı imzalarını geri çekmekşe birlikte,
dün yapılan açıklamada “İMZAMIZIN ARKASINDAYIZ” kararlılığı sergilendi. Cumhuriyet‘in ön ve 5. sayfasında yer alan fotoğraflı haberde özetle şu söyleniyor ;

  • Bizler evletimizden barış içinde yaşama hakkı talep ettik”

Bu gerilimi tırmandırmamak gerek..
Ülkeyi iç savaş iklim ve ortamına sürüklemek gerek..
Batı emperyalizmi adına 32 yıldır Türkiye ile vekaleten taşeron savaşı yapan bölücü örgüt PKK’nın ancak askeri güçle çökertileceği anlaşılmıştır. (Elbette öbür tüm bütünleyici girişimler eşlike decektir..) Kürt kardeşlerimizin haklarını vs. bahane edip ayrımcılığı kışkırtarak Türkiye’nin bu meşru savunma hakkı eleştirilemez, engellenemez.

Not : Bizim her 2 metinde de imzamız yok!..İlkine zaten imza koy(a)mazdık;
yanıt olarak gelen 2071 imzalı metne de -içerik olarak ilkesel paylaşıma karşın-
ağır ve kabul edilemez üslubu ve bu yüzden doğurabileceği ciddi sakıncaları nedeniyle katıl(a)madık sorumluluğumuz gereği.

Sevgi ve saygı ile.
18 Ocak 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bunlar benim başörtüsüz bacıma vals yaptırdılar…

Bunlar benim başörtüsüz bacıma
vals yaptırdılar…

portresi_Yimaz_Ozdil_yazdi

 

 

Yılmaz ÖZDİL,
SÖZCÜ, 30 Ekim 2015

 

 

Şeriatçıyım.
Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.
Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız.
Dindar nesil yetiştireceğiz, dininin, kininin davacısı bir gençlikten bahsediyorum,
dindar olmasınlar da tinerci mi olsunlar?
İki ayyaş…
Kadın erkek eşitliği fıtrata ters.
10’uncu yıl marşında geçer, demir ağlarla ördük falan, neyi ördün?
Hiçbir şey örmüş değilsin, biz örüyoruz.

Hem laik, hem müslüman olunmaz, ya müslüman olacaksın, ya laik.
Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye, yahu millet istedikten sonra laiklik
tabii elden gidecek.

Ben laik değilim.
Türkiye Cumhuriyeti 1923’ten beri gerileyiş içindedir, 70 yıllık tarihi boşa harcanmış zamandır.
İstanbul’un imamıyım.
Hedefimiz İslam devletidir.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı koskoca bir yalan, egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.
Mahkemenin söz söyleme hakkı yoktur, söz söyleme hakkı din ulemasınındır.
Danıştay kim oluyor, Mecelle karar verir. Hukuka aykırı bir şey yapmıyoruz,
Mecelle’de böyle bir kaide var.
Bakın size tarihten bir vesika göstereceğim, Türk Antropoloji Enstitüsü tarihçesi,
kafatası fotoğrafları var, raflarda yüzlerce kafatası var, Reisicumhur Mustafa Kemal, İsmet Paşa’nın da başbakan olarak imzası var, insani midir, vicdani midir,
bunun bizim dinimizde yeri olabilir mi?

Zorunlu fizik dersi, zorunlu kimya dersi, zorunlu matematik dersi tartışılmıyor,
din dersi neden tartışılıyor?
Hitler sevdalısı arıyorsan, dönüp cehape’nin tarihine bak.
İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek, öğretilecek, bu dinin bir sahibi var.
Türkçe’yle felsefe yapamazsınız.
Türk Arapsız yaşayamaz, kim ki yaşar der, delidir, Türk Arap’ın hem sağ gözüdür,
hem sağ elidir.
Teksas Tommiks okumak serbestken, Kuran-ı Kerim’e neden mani olunuyor?
Namaz kılacak yer kalmamıştı, tek parti döneminde camileri ahır yaptılar.
Cumhurbaşkanlığı külliyesinde Osmanlı’yı görürsünüz, cumhuriyetin sembolü cumhurbaşkanlığı külliyesidir.
*
En son ne dedi?
*
Bunlar cumhuriyet bayramında vals yaptılar, insanımızı istiskal ettiler,
cumhuriyet adına milleti taciz ettiler.
*
E, iki cümle de ben kurayım bari.
1 Kasım’da Saltanat lağvedildi.
Tekerrürün böylesi, tarihin fıtratında var demek ki.

==================================

Dostlar,

Ne diyelim??
Seçime saatler kaldı.. Gündelik politikaya girmeyelim..
Cumhuriyet’in erdemi, tüm yurttaşlarımızı aydınlatsın diliyoruz..
En başta Bay RTE‘ye, hakkında demediği söz bırakmadığı Cumhuriyet sayesinde
o makama geldiğini bir an olsun aklından çıkarmaması gerektiğini anımsatıyoruz…
Sözlerinde öylesine çok yanlış, tutarsızlık, çelişki… var ki, hangisini açıklayalım?
Örn. Danıştay‘a çatıyor.. Danıştay Osmanlı’da Şurayı Devlet olarak 1860’larda kurulmuştu. Ayrıca Osmanlı’nın Mecelle‘si Medeni Yasa yerinde idi.. Cumhuriyet onun yerine
4 Ekim 1926’da yürürlük alan Medeni Yasa’yı getirdi. Ceza Yasası, Ticaret Yasası… da yoktu Osmanlı’nın, onları da Batı‘dan aldı..
*****
Kafatasları
Fiziksel Antropometri denen bir bilm dalından Bay RTE gerçekten habersiz.. (mi?)
Bu ırkçılık – kafatasçılık değil.. İnsanların soyağaçlarını, göçlerini, kökenlerini.. anlamak için yürütülen bir bilimsel çalışma.. Dünyanın her yerinde yapıldı, yapılıyor..
Yeni biçimiyle ise, radyoaktif C14 (Karbon 14) testi ile arkeolojik buluntuların yaş belirlemesi yapılıyor.. O zaman dünyada bu teknoloji yoktu. Yüce Atatürk‘ün devrimci Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip, kafataslarında bilimsel ölçümler yapıyor ve yaptırıyordu. Anadolu uygarlıklarının aydınlatılması başlıca amaç idi.. Bay RTE bunları gerçekten bilmez mi??

%52 oyla seçildiği masalına kendisi de inanıyor.. Seçime katılanların % 52’si bu..
Toplam seçmenin ise % 38’i… Ayrıca son 7 Haziran seçiminde sahaya indi, partisi AKP’ye
var gücüyle çalıştı ve %41 aldı.. Bu da Bay RTE‘nin son oy durumu.. İstifa etmesi gerekmez mi demokrasi terbiyesi gereği?? Dahası, tarafsızlık yemini eden Cumhurbaşkanı bunu yapar mı??

*****

Türk Ulusu, olup bitenleri gereğince değerlendirecek demokratik olgunluğa erişmiştir.
1 Kasım 2015 günü, Bay RTE’nin yeniden Saltanata dönüş ham hayallerinin,
sonsuza dek tarihin çöplüğüne atıldığı bir tarihsel tekerrür olacaktır ders alamayanlar için!.

Herkese serinkanlılık ve sağduyu içinde bir seçim iklimi diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
31 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Sermayenin yeni köleleri: Sığınmacı çocuk işçiler!

Sermayenin yeni köleleri:
Sığınmacı çocuk işçiler!

Türkiye’de yasak olmasına karşın çalıştırılarak sermayeye ucuz işgücü oluşturan çocuk işçilere Suriye’den kaçarak Türkiye’ye sığınan binlerce yeni çocuk işçi eklendi. BMMYK’nin (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) 2014-2015 yılı istatistiklerine göre, Suriye’den 3 milyon 956 bin 198 kişi kaçtı ve bunlardan 2 milyona yakını Türkiye’ye sığındı. İstatistikler bu rakamın yarısının çocuk olduğunu ortaya koyuyor. % 14,2’si 12-17 yaş arasında olan bu çocukların büyük bölümü çalışarak ailelerine destek olmaya çalışıyor. Çoğu yasadışı yollardan Türkiye’ye giren bu çocukların kayıt dışı olmaları nedeniyle rahatlıkla sömürü aracı olduğu bildiriliyor.
 

İnsan haklarına aykırı!

Bu durum işsiz sayısının 5 milyonun üzerinde olduğu Türkiye’de daha kötü koşullarda ve daha düşük ücrete çalışmaya hazır bir işsiz kitlesi oluşturuyor. Suriye’den Türkiye’ye gelen çocukların büyük bölümü tekstil işçiliği, hizmet sektörü, mevsimlik tarım işçiliği, çobanlık, inşaat işçiliği gibi çeşitli işlerde çalışıyor. Bunun yanı sıra zorla evlendirilenler, evlilik için satılanlar, fuhşa zorlananlar ve dilencilik yapanların sayısının oldukça fazla olduğu belirtiliyor. Çocukların çoğu günde 11 saatten fazla ve haftada 6 gün sigortasız ve
iş güvencesiz çalıştırılıyor. Türkiye’de kaçak olarak bulunan çocukların ‘’Polise ihbar’’ korkusu sömürüyü daha da ağırlaştırıyor.
 

Ücretleri de düşürüyor

Türkiye’ye güney sınırından girerek gelen bu ucuz işgücünün Türkiye’deki işçiler
üzerinde baskı yaratarak iş gücü pazarındaki ücretlerin azalmasına da neden oluyor. 
Piyasada Suriyelilerden oluşan iş gücünün farkındaki işverenler sosyal haklar,
sigorta, tazminat, gibi yükümlüklerini yerine getirmemeye başladı

Çağlar Ballıktaş/BirGün, (http://www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_ content&view=article&id= 15622:sermayenin-yeni-koleleri-siginmaci-cocuk-isciler&catid=154:gocmen-isciler&Itemid=244)

================================

Dostlar,

Ne demeli??

Ülkemizde zaten İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı delik deşik, uygulanması çok zor bir durumdaydı. Sermaye hep boşlukları arıyor ve buluyor, Çalışma Bakanlığı da görmezden geliyordu. En son acı örneği 13 Mayıs 2014 Soma işçi kırımı idi; 301 “kurban” aldı! Yargılama hala sürüüüp / sürünüp gidiyor…

13 yıllık AKP döneminde 16 bin dolayında emekçiyi işçi cinayetlerine “kurban ” verdik.

Şimdi yeni “meşruiyetler” (!?) doğdu..

“Suriyeli garibanlara durumları elverdikçe iş vermeyelim de ne yapalım, hırsız mı olsunlar??” sorusu işe yaramaktadır. Sakıncaları yukarıda özetlenmiştir. Verili (de facto) durumu kurallı hale getirecek geçici mevzuat düzenlemelerinin ivedilikle yapılması zorunludur.

Suriye trajedisinin 1. derecede sorumlusu Batı emperyalizmi (ABD-AB-Siyonizm), yarattığı kanlı tablonun çok ağır maddi – manevi yükünü de Türkiye’nin üstüne yıkmıştır. Türkiye’de iktidarı maşa olarak kullanmış, “Şam’da Emevi camisinde namaz kılma hayalleri ile akılları devşirilenler, 2 milyonu aşkın Suriyelinin Türkiye’ye yığılması ile yüz yüze kalmışlardır. Ancak “Onlara ensar olduk..” diye yüz kızartıcı yalanlar ve ikiyüzlülük sergilemişlerdir.

Yapılması gereken, geç de olsa, ABD ne derse onu yapan Bay RTE‘nin sonunda saadede geldiği gibi “Geçiş döneminde de olsa Esed’le gidilebilir..”  buyurduğu üzere, Suriye’den çekilmek ve hızla barışın kurulmasıdır. Suriye Suriyelilere bırakılmalıdır çünkü onlarındır.
4 milyona yakın Suriyeli hızlı bir planla ülkelerine döndürülmeli ve insanlık utancı durumuna gelen “mülteci dramı” sonlandırılmalıdır.
BM’nn en acil görevi budur.

Suriye’yi bölmek için çıkarılan iç savaşta ölen masum 300 bin Suriyelinin ve büyük acılar çeken – çekmekte olan milyonlarca Suriyelinin günahı “uygar” (!?) Batı emperyalizminin kanlı hesabına yazılmıştır. Bu alçakça senaryoda taşeronluk yapan Türkiye, Katar, S. Arabistan .. gibi ülkelerin söz konusu politikaları utanç verici, yüz kızartıcıdır.

Yüce Tanrı, bu gibilerin “kestiği kurbanlara” (!) -haşa- aldanarak onları asla bağışlayacak her halde değildir.

Sevgi ve saygı ile.
25.09.2015, Manavgat
 

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gazetelerin basıldığı ülke

Gazetelerin basıldığı ülke

Can Dündar
Cumhuriyet, 14 Eylül 2015
Türkiye’de basına baskıların tarihinde ilk doruk noktası 1945 tarihli Tan matbaası baskınıdır.

Tan baskınının belgeselini hazırlarken baskına gidenler arasında Süleyman Demirel’in de bulunduğunu öğrenmiştim. Kendisine sormak lazımdı. Fikret Bila’ya rica ettim; o sordu.

“Evet”
dedi Demirel; “Tan baskını sırasında oradaydım. O zaman anti-komünizm çok revaçtaydı ve o havadan etkilenmemek mümkün değildi. Olaya katıldım. Ama elebaşı değildim.”


Biliyor musunuz; o belgesel sırasında bir başka gerçek daha ortaya çıktı:

Matba basılırken Turgut Özal da oradaydı. Türkiye’nin demokrasiye geçmesinin hemen arifesinde gerçekleşen bir matba baskınının 2 Cumhurbaşkanı çıkarmış olması garip değil mi?

Tan’dan Hürriyet’e

Son Cumhurbaşkanı o ilk baskında yaşamda değildi, ama son baskını tetiklemek O’na kısmet oldu. Matba baskınlarından Cumhurbaşkanı yetiştiren Türkiye, 70 yılda, Cumhurbaşkanı’nın hedef göstermesiyle gazetelerin basıldığı bir ülke durumuna geldi.

Baskın kadar vahim olan şey, medya kurumlarının suskunluğu, hatta teşvikçiliğiydi. Merkez medya baskını görmezden gelmeyi tercih ederken, yandaş medya neredeyse alkış tuttu. Yarın kendi başına gelebileceğini unuttu.

Cumhuriyet, önceki hafta İpek Koza Grubu baskınında olduğu gibi Hürriyet baskınında da basın özgürlüğünün safında yani Hürriyet’in yanında durdu. Hem sayfalarımızda baskın haberlerine geniş yer vererek, hem Hürriyet’i ziyaret ederek, bu barbarlığa karşı tavır aldık. Ve her zamanki gibi özgür medya için dayanışmanın önemini vurguladık.

Sarsıcı bir hafta

Geçen haftaya Dağlıca’nın kanlı bilançosunu bekleyerek başladık. Bir yandan da gözümüz kulağımız Cizre’deydi. Adeta iki bıçak birbirine sürtünerek daha keskin hale getiriliyordu. Hafta boyunca hem Dağlıca ve Iğdır saldırılarının yıkıcı sonuçlarını ve şehit cenazelerini, hem de Cizre kuşatmasını ve HDP’lilerin yürüyüşünü izledik. PKK saldırılarından ve HDP baskınından sonra bir iç savaş provasını andıran ırkçı tırmanışı yansıttık.
Saldırganlara kapı açan polisleri, jandarma barikatını aşamayan bakanları, cenazelerden yükselen tepkiyi verdik.

Türkiye’de ilk kez karşılaştığımız bu manzaraları görmezden gelen gazetelere hayret ettik. Ama onlara aldırmadan bildiğimiz yolda yürümeye, gizlenmek isteneni yazıp çizmeye devam ettik.

Mahmut Oral
Cizre’den, HDP’lilerin yürüyüşünden, sıcak bölgeden yolladığı haberlerle haftaya damgasını vuran muhabirimiz oldu.

Ve başta Emine Kaplan olmak üzere Ankara büromuz, gerek kongreye giden iktidar partisi içindeki kaynamayı ilk elden ve en ayrıntılı şekilde vererek, gerekse kongreyi herkesten erken, ustaca değerlendirerek övgüyü hak etti.

Hepimize iyi haftalar.

================================

Dostlar,

Can Dündar, “Mustafa” adlı filmiyle Mustafa Kemal Atatürk’ü indirgeyici, haddi değil ama küçümseyici pek çok kesimin, bu arada bizim tepkimizi çekti.

Şu sıralar Cumhuriyet‘in genel yayın yönetmeni.
Bu gazete bize Mustafa Kemal’den, Yunus Nadi’den emanettir.
Mustafa Kemal’in isteğiyle İstanbul’daki matba, Yunus Nadi tarafından büyük zorluklarla Ankara’ya taşınmış ve Kurtuluş Savaşı’nın sesi olmuştur. 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinden bir gün sonra bu gazete İngilizler tarafından kapatıldı. 10 Ağustos 1920 sonrası gazetesini “Anadolu’da Yeni Gün” adıyla çıkardı ve Anadolu’daki Milli Mücadele’yi destekledi.

Epey çalkantı geçirdi Cumhuriyet.. İlhan Selçuk yıllarca “Gazete“‘ye kol kanat gerdi.
Can Dündar ile birlikte “Gazete” deyim yerinde ise Yeni-Cumhuriyet ya da Light-Cumhuriyet’e dönüştü. Bu doğrultu sapmasından hiç mutlu değiliz ve onaylamıyor, yanlış buluyoruz. Zaman içinde bu yalpalamanın da aşılacağını umuyor, aşılmasını diliyoruz.

Ancak bu arada “Gazete” AKP ve Bay RTE’nin hışmına uğruyor..
Hürriyet de öyle..
Dün NOKTA Dergisine de benzer baskı uygulandı ve Dergi toplatıldı, sorumlu müdür gözaltına alınarak mahkemeye verildi, denetimli serbestlik kapsamında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Biz Üniversiteye (Hacettepe Tıp) başladığımız yıllardan (1971) bu yana bu gazeteyi okuruz. 20’yi aşkın yazımız, söyleşimiz (Leyla Tavşanoğlu..) yayımlanmıştır (özellikle Sami Karaören döneminde, 2. sayfada). Bizim için 2. bir okul – öğretmen olmuştur.

Atatürk’ün adını koyduğu ve bizlere emanet bıraktığı bu Gazetenin yeniden tam anlamıyla, içten bir Kemalist – Atatürkçü – Devrimci çizgiye gelmesini  diliyoruz. Uğur Mumcu’nun, İlhan Selçuk’un, Nadir Nadi’nin, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun… kemikleri sızlatılmamalıdır.

Özgür basına yapılan hukuk dışı, demokrasi dışı, faşist iktidar baskısını şiddetle kınıyoruz!

Bunlara son verilmesini, özgür basının eleştirilerinden yararlanılmasını istiyoruz. Bay Erdoğan, Guiness Rekorlar Kitabına eminiz, açtığı dava sayısı nedeniyle, kimseciklerin geçemeyeceği biçimde girmiştir. Bu “tuhaf” ve kabul edilemez baskıya son verilmelidir.

Bay Erdoğan, AİHM’nin AİHS bağlamında verdiği içtihat kararlarına saygılı olmalı ve sert de olsa eleştiriler karşısında hoşgörülü davranmalı, tahammül etmelidir. Erdoğan, “..bunlaaaaar..” diye başlayarak ötekileştirici – ayrıştırıcı -aşağılayıcı – suçlayıcı ve hatta hedef gösterici ağır bir dili ısrar ve inatla kullanmakta ve toplum katmanlarına, kişilere, kurumlara hakaret ederek yargıya, polise… hedef göstermektedir. Bu davranışlar suçtur, suça tahriktir, hatta suça azmettirmedir. Ancak, CB’lığı dokunulmazlık zırhının ardında bunları yapmaktadır. 15-16 yaşında çocuktan tutun, 90 yaşını geçmiş insanlar, “Cumhurbaşkanına hakaret” takıntısı ile yargılanıp hapsedilmektedir.

Bu baskıcı – bilinçli yıldırma tutumu sürdürülemez ve kabul edilemez.

Bay RTE, dava açma hastalığını bırakıp, aynaya bakmalı ve toplumdaki kendisine dönük bu yaygın nefretin nedenlerini araştırarak topluma ve değerlerine saygılı bir tutum izlemelidir.

*****

Basına yapılan hukuk, Anayasa, yasa dışı tüm baskıları kınıyor ve son vermeye çağırıyoruz. Bu bağlamda Cumhuriyet‘e de desteklerimizi açıklıyoruz. Son birkaç gündür Cumhuriyet‘in web sitesine erişimin engellenmiş olmasını kabul edilemez buluyor ve asla yinelenmemesini istiyoruz. Bizzat Erdoğan çıkıp demeç vermeli, hatta uygarca özür dilemeli ülkedeki gerilimi yumuşatmalıdır. 13 yıldır ülkeyi tek başına yönetmektedir, Demokratik – Laik Cumhuriyetin nimetleri ile bu göreve  gelmiştir, aynı yolla da gitmeyi içine sindirmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
15.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com 

MHP’den ‘açılımcılar’a suç duyurusu ve düşündürdükleri


MHP’den ‘açılımcılar’a suç duyurusu
ve düşündürdükleri


MHP, “açılım süreci”ni başlatanlar hakkında suç duyurusunda bulundu.

MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, dün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na
dilekçe verdikten sonra gazetecilere açıklama yaptı.

MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, dün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na
dilekçe verdikten sonra gazetecilere açıklama yaptı. Büyükataman, başvurunun içeriği hakkında şu bilgileri aktardı:

“Suç duyurusu müracaatımıza esas teşkil eden ve kamuoyu önünde açıkça cereyan eden süreçte anayasal suç işleyen, konusu suç olan emri uygulayan, suçluyu kayıran,
görevini kötüye kullanan, kamu görevini terk eden veya yapmayan, suçu bildirmeyen,
suç delillerini yok eden, gizleyen veya değiştiren, suç delillerini bildirmeyen,
terör örgütüne yardım ve yataklık eden kamu görevlileri ve diğer şüpheliler hakkında kamu davası açılmasını, ‘çözüm süreci‘ ni övünerek başlatan eski Başbakan,
yeni Cumhurbaşkanın yargılanması için gerekli işlemlerin başlatılmasını,
hâlâ yasama dokunulmazlığı bulunan şüpheliler hakkında fezleke düzenlenerek TBMM’ye gönderilmesini saygıyla arz ve talep ederiz.”

Partisinin 14 Mayıs 2013’te de “Açılım süreci” konusunda ve 63 akil insan hakkında Savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu ancak bunun takipsizlikle sonuçlandığını anımsatan Büyükataman, her iki başvuruya da konu olan suç unsurlarının bugün fazlasıyla oluştuğunu kaydetti.

Büyükataman, bugün, Açılım masasının bir tarafı olan PKK’nın AKP’yi, AKP’nin de PKK’yı suçlar hale geldiğini ifade ederek “İki taraf da birbirini verdikleri sözleri tutmamakla suçlamaktadır. Bu sözlerin neler olduğunu tahmin etmek güç değildir.

Taraflar buluşma yerinde anlaşamadığı için mi bu şehitleri vermekteyiz?

Açılım süreci denilen bu ihanet sürecinde PKK’ya bilerek taviz verildiği AKP’li Bakan, Milletvekili ve Danışmanlar tarafından açıkça itiraf edilmektedir.” diye konuştu.

=================================

Dostlar,

Her zamankinden daha çok özenli – serinkanlı – sağduyulu olmaya çaba göstererek yazmaya çalışıyoruz.. İçinde bulunduğumuz ağır koşulların ağır sorumluluğu bunu gerektiriyor..

İlk olarak epey geç kalmış bir başvuru gibi gözüküyor bize..
Zamanlaması da, seçime yakın olduğundan, ayrıca soru işaretlerini hak ediyor.
Veee MHP’nin önceki uygulamaları “güven bunalımı” yaratacak düzeyde..

Abdullah Gül’ün 11. CB seçilmesinde, son olarak İsmet Yılmaz’ın AKP adayı olarak
TBMM Başkanı seçilmesinde ve tırman(dırıl)an bölücü terör hakkında TBMM’de
genel görüşme sonrası Meclis Araştırması yapılması önerisinin reddinde MHP en azından düşkırıklığı yaratmıştır. Bu 3 olayda yapılan Parti açıklamaları doyurucu değildir,
tutarsız ve çelişkilidir. MHP’nin bağımsız davranamadığı izlenimi nettir..

Dolayısıyla “ihtiyatı” elden bırakamıyoruz.
Ancak dava açılması için sunulan dilekçe içeriği baştan sona doğrudur.
Fazla değil eksiktir.
Biz de imzamızı koyuyoruz.

Bu dilekçeler hafta başında 3 kişi ile başlatıldı.

Hesap giderek kabarıyor..

Sonunda 8 Eylül 2015 günü basından öğreniyoruz ki, Bay RTE’nin VATANA İHANET suçundan yargılanması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına birkaç başvuru var.
CHP Ankara milletvekili Ali Haydar Hakverdi, bir Ankara Barosu avukatı (Veysel Kırıcı)
ve eski Yargıtay Cumhuriyet Savcılarından YARSAV Kurucu Başkanı Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu.

Bunlar ciddi adımlardır ve arkası gelecektir, gelmelidir..  (sitemizde daha önce yazdık,
bkz. http://ahmetsaltik.net/2015/09/11/08-eylul-2015-gecesi-turkiye/)
.
MHP dilekçesi 4. sü oldu..

Kuşkusuz bu yargılanma süreci Türkiye’de yaşanacaktır. Bay RTE ve işlenen suçlarda
payı – sorumluluğu olanlar önünde (eninde değil) sonunda yargıda hesap vereceklerdir.

Bay RTE geçtiğimiz günlerde “Hesap vermeye hazırım..” derken aslında bilinçaltını
ele vermektedir. Olabilecekleri sezinlemiştir. Korku dağları sarmıştır ve bu psikoloji de
“ne yapıp edip iktidarı bırakmama“, “ne pahasına olursa olsun seçimi kazanma psikozu” na yol açmıştır.

AKP – RTE adeta “öğrenilmiş çaresizlik” içinde kıvranmaktadırlar.

Bu ruh hali, kuşattığı öznelerin son derece riskli davranışlar sergilemesine yol verir.
Bu olgu da 2 yanı keskin kılıç gibidir; hem öznelerini zayıflatır – kurban eder;
hem de ülkenin işini kolaylaştırır – ülkeye çok zarar verebilir

Bu hesabın sorulabilmesi için öncelikle seçmenin 1 Kasım 2015’te gereğini yapması ve
AKP’yi 2. parti durumuna düşürmesi gerekmektedir. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Sonrasında batan gemiden kaçışlar öyle bir hızlanır ve “Yeni güce” tapınanlar öyle artar ki,
şaşar kalırsınız..

Bıkıp usanmadan yineleyelim                            :

– Bu seçimin (1 Kasım 2015) sonucunu belirleyecek olan, 7 Haziran 2015’te oy kullanmayan
9,1 milyon seçmen (%16) olacaktır. Yaklaşık 400 bin yeni seçmenle 9,5 milyonluk
seçmen kitlesi, toplam seçmenlerin (yaklaşık 57 milyon) 1/6’sıdır.

Kullanılmayan her oy, AKP’ye verilmişçesine sonuç doğurmaktadır...

Lütfen oyunuzu kullanın, kullandırın..

– Ülkemizde her gün şehit / gazi sayısı, intihar saldırısı… artarak sürüyor..
Dağlıca (16 asker) ve Iğdır (14 polis) şehitleri yüreğimizi dağladı.
Ne yazık ki, emperyalizmin taşeronu bölücü terör örgütü PKK, Batı desteği ile gerilimi tırmanıdıryor, koca bir devlete ve kadim bir halka meydan okuyor.. Donkişot’un devasa yeldeğirmenlerine cılız atının sırtında ve birkaç karışlık zavallı kılıcıyla saldırmaya kalkması gibi.. Ancak PKK’nın kılıcı epey uzun.. Yıllarca AB – ABD – İsrail tarafından beslendi, büyütüldü. AKP-RTE buna “Çözüm süreci” diye göz yumdu!

Bu apaçık suçtur, teröre yardım ve yataklık suçu en hafifidir ve son derece nettir.

Fakat kararlı bir Türk ulusu ve milli bir hükümet (AKP – RTE değil!) bu sorunun da üstesinden gelecektir. Fatura ne yazık ki kanlı fakat korkarız başkaca yolu da gözükmemekte..

-PKK’nın bunca güçlenmesinin, şımarmasının, silahlanmasının asıl sorumlusu
AKP iktidarıdır! 
Dolayısıyla can yitiklerimizin yasal faturası AKP – RTE’ye kesilmelidir.
Ulaşılacak başarı ise asla AKP – RTE’nin değil; şehitler – gaziler veren özverili Ulusumuzun
ve Ordumuzundur! Bu ayrımı yapmak zorundayız.. Çünkü AKP – RTE, kanlı süreçten
oy devşirerek zoraki yineletecekleri seçimde “mutlaka” iktidar olmak istiyor..

İçtenlikli olsalardı “AÇILIM SÜRECİ” diye yıllarca ülkeyi oyalayıp PKK ve uzantılarını şımartıp paralel devlete dek izin vermezlerdi. Çıkmaz sokağı gördüler, geri dönüşe zorunlu kaldılar ve iğrenç bir zamanlama ile zoraki yineletecekleri seçime bağladılar! Eğer AKP – RTE, zorla yineletilecek 1 Kasım seçiminde 276’yı bulursa, yeniden eski tas eski tarak örneği “ÇÖZÜM / ÇÖZÜLME SÜRECİ” denen, ülkeyi – halkı bölme sürecine dönecektir.

Ulusumuzun bu tuzağa asla düşmemesi gerekiyor..

Yinelenecek seçimde bunca canın faturası AKP’ye kesilmeli ve bu parti kendi tuzağına düşürülerek sandığa gömülmelidir.. Aksi takdirde Türkiye’ye rahat – huzur yoktur..
Sıra basına açık sansüre, el koymaya, gazete bastırmaya, FİŞLEMELERE dek gelmiştir!
1 Eylül 2015 günü SÖZCÜ Gazetesi yazarları köşelerini boş bırakmıştır;
7 Eylül 2015 gecesi AKP’li vekil HÜRRİYET‘i basmıştır; bunlar ALARMDIR!

Türkiye, 2. Abdülhamit’in koyu istibdat dönemine sürüklenmektedir, onu bile arayabilir!

Tek yol : AKP – RTE’den kurtulmak… Başka yolu yok, yok, yok!

– Seçime katılımın her 1 puan artması,
AKP oylarını oransal olarak 1 puan düşürüyor!
– Yurttaş, ne yap yap seçime katıl, GEÇERLİ OY ver..
Kime verirsen ver.
.

7 Haziran’da geçerli oyların % 60’ı AKP karşıtıydı. Seçime katılmayan %16 da (9,1 milyon) AKP oyu değil elbette! Toplam 56,6 milyon kayıtlı seçmen içinde AKP oyları 18,86 milyon ile gerçekte 1/3’tü ! Her 3 seçmenden 2’si gerçekte AKP karşıtıydı. Geçerli oyların %41’ini alan AKP’nin TBMM’de temsil oranı ise, ucube barajlı d’Hond’t sistemi sayesinde (çoğunluğu alana fazlasıyla vekil ikramı!) % 47 olarak yansıdı. AKP uzantısı bu Kabine mi seçim güvenliğini sağlayacak?

TBMM olağandışı toplanarak
4 partili SEÇİM KABİNESİ yeniden kurulmalıdır.

*****

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ya da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı devreye girer
ve fezlekeler TBMM’ye ulaşırsa işin çehresi değişir.. 184 vekilin önergesi ile CB’nın
vatana ihanet ile suçlanması görüşülmeye açılabilir ve 413 vekilin onayı ile de
Yüce Divan’a yollanabilir. RTE aleyhine AKP’den oy verecekler bile çıkabilir..

Eee siyaset bu.. düşenin dostu da olmazmış ayrıca..
Gün ola harman ola..

Tayyip bey perişan..  O denli ki, belki yüzlerce kez cenaze namazına katılan RTE,
Ankara’da şehit cenazesinde namaz sonrası 2 yanını selamlamayı unutacak ölçüde
ve hep başı öne eğik!?

“Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste..” büyük atasözüdür.

Bu arada kritik görev CHP’ye düşüyor :
Tüm ulusalcı – yurtsever kesimleri bir araya toplayarak seçime gitmek..

Ve de Saygın Ulusumuz, bağrına taş basarak şiddet kullanMAMAK durumundadır.
PKK – HDP’ni ve de AKP’nin ekmeğine yağ sürülmemelidir.

Her türlü demokratik protestoya evet.. Yaygın, sürekli, coşkulu, halkı birleştirici..
Ama şiddete ke- sin – lik – le hayır!..
Lütfen, lütfen, lütfen..

Sevgi ve saygı ile.
11.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi: MHP’den_‘acilımcılar’a_suc_duyurusu_ve_dusundurdükleri

İçme suyu tartışmasında Anayasa Mahkemesinden hak ihlali kararı

İçme suyu tartışmasında
Anayasa Mahkemesinden hak ihlali kararı :
Melih Gökçek’e yüksek mahkeme freni..

 

AA ve SÖZCÜ Gazetesi’nin Anayasa Mahkemesi kararıyla ilgili açıklama ve haberi:
http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/gokceke-aym-darbesi-907626/

– Anayasa Mahkemesi, Tıp Kurumu Derneği Genel Sekreteri Üçer‘in, 2008’deki Ankara’nın
içme suyu tartışmaları sırasında yaptığı açıklamalar nedeniyle Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek‘e tazminat ödemesini hak ihlali saydı.
– Yüksek Mahkeme, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verdi
– Gerekçeden:
– “Kamuoyunu yakından ilgilendiren sorunları tartışma özgürlüğünün
tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi olduğu göz önüne alınmalıdır”

ANKARA (AA) – Anayasa Mahkemesi, Tıp Kurumu Derneği Genel Sekreteri Dr. Ali Rıza Üçer’in, Ankara’nın içme suyu tartışmaları sırasında yaptığı açıklamalar nedeniyle
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek‘e tazminat ödemesini hak ihlali saydı. Yüksek Mahkeme, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verdi.

Tıp Kurumu Derneği Genel Sekreteri Üçer, 2008 yılı Haziran ayında Ankara’nın içme suyunda arsenik bulunduğu iddialarıyla ilgili yaşanan tartışmalar üzerine, başka uzmanlarla konuyla ilgili basın açıklaması düzenleyerek,

“Kızılırmak suyunda arsenik olduğu, arseniğin mesane, akciğer, deri, böbrek ve karaciğer kanserine yol açtığı”nı iddia etti.

Gökçek, basın açıklamasındaki kimi anlatımların kendisine hakaret niteliğinde olduğu savıyla Tıp Kurumu Derneği Genel Sekreteri Üçer’e tazminat davası açtı.

Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi de Üçer ve öbür uzmanların Gökçek’e 750’şer lira
manevi tazminat ödemesine hükmetti.

Ali Rıza Üçer, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle, Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulundu.

Yüksek Mahkeme, Üçer’in Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine oybirliğiyle karar vererek, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararı Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesine gönderdi.

Gerekçeden :

Anayasa Mahkemesi’nin Resmi Gazete’de yayımlanan gerekçesinde, başvuruya konu basın açıklamasının yapıldığı tarihlerde Ankara’da suyun kalitesine ilişkin tartışmaların yaşandığı, konuyla ilgili pek çok haber ve yorumların yapıldığı belirtildi.

Gerekçede, Üçer’in basın açıklamasında, sudaki arsenik miktarı ile kanser olguları arasındaki ilişkileri kimi uluslararası kuruluşlarca yayımlanmış verilere dayanarak gösterdiği ve Ankaralılarda görülecek kanser olgusu sayılarına ilişkin kimi değerlendirmelerde bulunduğu ifade edildi.

Gökçek’in açtığı davada, Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesinin Üçer’in herhangi bir
bilimsel veri olmadan kamuoyunu yanlış yönlendirdiği gerekçesiyle tazminata mahkum ettiği hatırlatılan gerekçede, şunlar kaydedildi:

“İfade özgürlüğü, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması, yayılması sırasında kullanılan ifadelerin
sert olması doğal karşılanmalıdır. Somut olaydaki gibi kamuoyunu yakından ilgilendiren sorunları tartışma özgürlüğünü, tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi olduğu göz önüne alınmalıdır. Anayasa’nın 26. maddesinin 2. fıkrası, kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik
pek az sınırlamaya yer vermektedir.

Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organlarınca denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya
siyasal partiler gibi öbür aktörlerce de denetlenmesini gerektirir
.”

“Siyasetçilere yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, öbür kişilere yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir.” ifadesine yer verilen gerekçede şu değerlendirmelerde bulunuldu:

Siyasetçiler bu nedenle daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır.
Kamusal tartışmalara katılan bireylerin hafif bile olsa yaptırıma maruz kalma endişesi taşımaları, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurur. Kişilerin böyle bir etki altında ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan kaçınma riski bulunmaktadır.”

Yüksek Mahkemenin gerekçesinde, toplumu yakından ilgilendiren meselelere ilişkin bilgilerin kamuoyuyla paylaşılmasında kamu yararı bulunduğunu vurgulanarak, siyasetçilere eleştirinin sınırının özel kişilere göre daha fazla olduğu savunuldu.

Gerekçede, “Bu nedenlerle başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin, başkalarının şöhret ve haklarının korunması için demokratik bir toplumda gerekli olmadığı kanaatine varılmıştır” ifadesine yer verildi.

===================================

Dostlar,

Yerinde ve doğru bir karardır, sevindiricidir.
Örnek (emsal) niteliğinde olacaktır ve ilk derece mahkemelerinde hep dikkate alınacaktır dileriz.
Bizler gibi yazıp çizen, konuşup söyleyen ve hep kamuoyu önünde bulanan insanlar için güvencedir. Savaşımcı meslektaşımız Uzman Dr. (Radyasyon Onkokojisi)
Sayın Ali Rıza ÜÇER‘i kutlamak isteriz.

Aydın ve uzman olma sorumluluğu, Yurttaş sorumluluğunun 2 kanadı gibidir.

Bu özgürlüğün, özüne dokunulmadan kullanılabilmesi gerekir. Sınırlama zorunlu ve istisna; ifade (düşünceyi açıklama) özgürlüğü ise kural olarak sınırsız ve dokunulmaz olmalıdır.

Bay Gökçek’in kendisine hep hakaret edildiği sanrıları (hezeyanları), uygar insan hakları hukukunda her halde, mutlak olan anlatım – düşünceyi açıklama özgürlüğünün korunması karşısında eşdeğer olarak gözetilmesi gereken bir değer olmayacaktı, öyle de olmuştur.

Düşüncelerini şu ya da bu yolla açıklayan insanların enselerimde Demokles’in kılıcı gibi dava açılması tehdidi ve sonucu olarak maddi – manevi ödence (tazminat) + hapis cezası yaptırımının sallandırılması kabul edilemez.

Bay RTE‘nin de bu bağlamda, Anayasa Mahkemesinin örnek kararında uyarıldığı üzere,
daha hoşgörülü – dayançlı (tahammüllü) olması ve ikide bir (zırt pırt) dava açtırmaması gerekir. Bu davranış hem demokrasiyi tahrip etmekte hem de yargıyı gereksiz meşgul etmektedir.

Biz de, Halk Sağlığı Uzmanı olarak söz konusu önemli Halk Sağlığı sorunu yaşanırken ve sonrasında sürerken tartışmaların içinde idik. Kimya Mühendisleri Odası’nın, Ankara Tabip Odası’nın çalışma ve basın açıklamalarında bulunduk (http://ahmetsaltik.net/2012/08/03/ankara-tabip-odasindan-su-hakkinda-basin-aciklamasi/). TV’de uzman olarak bilimsel görüş sunduk.
Biliyoruz ki, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Ankara suyu ile ilgili sağlık – güvenlik koşullarını yerine getirmede görevini yapmadığı için Ankara Valiliğine Bay Melih Gökçek hakkında suç duyurusunda bulunarak gerekli yasal işlemin yapılmasını istemiştir. 19.09.2014 tarihli ve 19020089….. sayılı bu yazının fotokopisine de daha önce web sitemizde yer vermiştik.
(http://ahmetsaltik.net/arsiv/2015/05/Ankarada_su_sorunu_Ulusal_Egitim_Dernegi_Konf..pdf, yansı no 18)

Ankara’nın 5. dönem Belediye Başkanı olarak 25 yılı bu görevde doldurmaya koşan Gökçek, kolay kolay kırılamayacak bir rekora gitmektedir. Ancak bunca uzun sürede Başkentin temel sorunlarını kalıcı çözümlere ulaştıramamak da Gökçek’e özgü bir başka “rekor” (!) olsa gerektir!
Eleştirileri ve eleştirenleri dava baskısı – tazminat – hapis cezası gibi yaptırımlarla boğmaya çalışmak bir Gökçek klasiğidir ve sanırız Anayasa Mahkemesi’nin bu son kararı ile
Bay Gökçek’in elinden bu oyuncağı alınmış gözükmektedir.

Beş milyonu aşan nüfusuyla Başkent Ankara insanlarının yasal standartlarda içme kullanma suyuna şebekeden her an erişme temel hakkı vardır. Bu temel hak, zorunlu simetriği olarak Belediyeye de temel bir sorumluluk yükler. Söz konusu sorumluluk, hukukumuz ve Türk Ceza Yasası katında (nezdinde) KUSURSUZ SORUMLULUK olarak tanımlanmaktadır.
Bu hukuksal kurumun ve yasal düzenlemenin ne anlama geldiğini Bay Gökçek hukukçulardan dikkatle öğrenmeli ve sonuçlarını kavramaya, buna uygun davranmaya çalışmalıdır
hiç olmazsa bu görevde 20+ yıllık kıdemiyle..

Sevgi ve saygı ile.
12 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Küresel Emperyalizmin = AB-ABD Cephesinin Türkiye ile Savaşının 2006 Başında Geldiği Kritik Aşama


Küresel Emperyalizmin = AB-ABD Cephesinin
Türkiye ile Savaşının 2006 Başında Geldiği
Kritik Aşama


Dostlar
,

Bu gün 10 Ağustos 2015…
10 Ağustos 1920’ye tarihlenen SEVR ANDLAŞMASI‘nın 95. yılı..

Sevr özlemi
Ama Emperyalizmin kursağında kaldı..
Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Anadolu halkı = Türk milleti görkemli bir kurutuluş / bağımsızlık savaşı vererek Sevr’i tarihin çöplüğüne attı ve yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuk katında (nezdinde) TAPUSU ve tarihsel – stratejik bakımdan da TABUSU olan belgeyi koydu.

SEVR’i_Yirtan_Kahramanlar_Ataturk_ve_yoldaslari
Emperyalizm (ABD – AB) hala, Lozan’ı tanımam, onu saymam, ille de “SEVR – SEVR”
diye sayıklamakta. AB Parlamantosu bu doğrultuda kezlerce karar  aldı. ABD ise post-modern Sevr adına BOP Haritası bastırıp dağıttı.. Bu kez karşımızda bir de siyonist İsrail var..

Aklımızı başımıza almamız gerek..

10 Ağustos’ta geçen yıl bir de ucube gerçekleştirerek, Anayasal olarak “Parlamenter Demokrasi” tabanlı rejimde Cumhurbaşkanı seçtik! Dönemin Başbakanı Bay RTE, 12. CB seçildi geçerli oyların %52’si ile.. (Toplam oyların% 40’ına yakın). Şimdilerde Bay RTE, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde partisi AKP 258’de kalınca, “oynamam”.. diye tutturdu ve Koalisyon kurdurmayarak ülkeyi zoraki “seçim yinelemesine” (erken seçim değil!) sürüklüyor..

BOP’un = Yeni Sevr’in eşbaşkanı olarak!

BOP map

 

 

 

 

 

Aklımızı başımıza bir kez daha almamız gerek..

*****

2006 başında kaleme (klavyeye!) aldığımız kapsamlı bir raporumuzu sizinle paylaşmak istiyoruz.. (14 sayfa)

AKP iktidarının 3. yılı sonunda vardığı ve Türkiye’yi sürüklediği yeri de belgeleriyle işlemiştik.

Böyle giderse nereye  ulaşacağımızı da öngörmüştük.
O sıralarda Güneydoğu gene karışıktı, “karıştırılıyordu”

Silopi, Cizre ve Şırnak’ta konferanslarımız olmuştu ADD adına 2002’de..
Bu sırada tanıştığımız Silopi’li bir esnaf ile MSN üzerinden yazışmamız tarihsel bir belge niteliği kazandı. Bu iletişimi bu pencereye alacak, 14 sayfalık kapsamlı raporu ie hem uzunluğu hem de sayfa düzenini korumak bakımından pdf olarak vereceğiz.

Keeeeşke öngörülerimizde yanılsaydık.. 9-10 yıl sonra bu batağa sürükleneceğimizi yazmamış olsaydık..

*****

1 Nisan 2006 günü Silopi’den bir esnafla
MSN üzerinden yaptığımız söyleşi

Ahmet Saltk : ……. nasılsın?

Silopi’dek esnaf : Pardon hocam dışardaydım.

Ahmet Saltık : ………. iyi misin?

Silopi’deki esnaf : Çok şükür hamd olsun.

Ahmet Saltık : Bu son olayları nesıl değerlendiriyorsun?

Silopi’deki esnaf : Çok afedersiniz ama bom bok.

Silopi’deki esnaf : Köpekler kaşınıyor resmen, polis de çok yumuşak olunca hadlerini aşıyorlar.

Ahmet Saltık : Herhalde Türkiye’den ayrılarak bir yerlere varamayacaklarını biliyorlardır?

Silopi’deki esnaf : İsrail’in Filistin’e yaptığı gibi burda biraz eziyet gorseler, o zaman akılları başına gelir.

Ahmet Saltık : AB’nin Kopenhag ölçütleri uygulanıyor.. daha ne istiyorlar?

Silopi’deki esnaf : Hocam, kabahat Devlette.

Silopi’deki esnaf : Dedim ya, tarayacaksın çoluk çocuk demeden.. Bak bir daha kafalarını kaldırıyorlar mı?

Ahmet Saltık : AB korkusuyla acz içinde davranıyorlar sanırım?

Silopi’deki esnaf : Bu gün de Silopi’de başlatmışlar.. Dükkânları taşlıyorlar, ben şu an dükkândayım.

Silopi’deki esnaf :Bazıları gelmiş, “kapat” diyorlar, ama ben kapatmam!

Ahmet Saltık :Dikkatli ve serinkanlı ol.. Bence de kapatma, bravo!

Silopi’deki esnaf : Vallahi geleni de, taş atanı da vururum!

Ahmet Saltık : Yok yok, sâkin ol.. Silah en son aşamada.. çaresiz kalınca..

Silopi’deki esnaf : Pompalıyı kurmuşum, masanın altında bekliyor.
Ama gerçekten çok ciddiyim.

Ahmet Saltık : Ondan önce başka yöntemleri denemelisin..

Silopi’deki esnaf : Aslında benim kinim polise! Nasıl bu kadar sabırlı olabiliyorlar?

Silopi’deki esnaf : Yahu herifler ortalığı dağıtıyor, onlar seyrediyor..

Ahmet Saltık : Kan dökülmemesi en güzeli değil mi?

Silopi’deki esnaf : Bu güne kadar ben de öyle diyordum ama, bunlar gerçekten azdı.

Silopi’deki esnaf : Elbette kan doğru değil. Zaten dinimiz de kesinlikle kan dökmeyi yasaklıyor ama bunlar resmen haklarımıza tecavüz ediyor.

Ahmet Saltık : Aman kardeş kanı dökülmesin..

Silopi’deki esnaf : Bir sürü esnaf arkadaşın dükkânı yağmalandı, dövülenler oldu..

Ahmet Saltık : Polisi engelleyen vali ve hükümet galiba??..

Silopi’deki esnaf : Sabah iki kişiyi MHP’li diye aralarında öldüresiye dövmüşler..

Ahmet Saltık : Deşarj olsunlar diye bırakıyorlar mı? Umarız Devlet zararları karşılar.

Silopi’deki esnaf : Ben de MHP’liyi sevmem ama bu onu dövmem gerekir anlamına gelmez. Bu insanlık dışı bir şey.

Ahmet Saltık : Şiddetin her türlüsünü reddedelim.. AB ve ABD kışkırtıyor.. bunu hiç akıldan çıkarmayalım.

Silopi’deki esnaf : Burda Emniyet Müdürü ikaz etti, “Ben Vali falan dinlemem, ileri giderseniz tararım!” diye.. Gerçekten korktular ve geri çekildiler ama akşam için tekrar toplanacaklarını falan duyuyoruz.

Ahmet Saltık : Biz birbirimizi yedikçe emperyalistler kına yakıyorlar.

Silopi’deki esnaf : Neyse, Allah’tan hayırlsı. Bakalım ne olacak? Ama gerçekten, yapılan insanlık dışı bir şey..

Ahmet Saltık : Son öldürülen 14 teröristin 6’sı yabancı biliyorsun..

Silopi’deki esnaf : Evet.

Ahmet Saltık : Devletimiz güçlüdür, sabır edelim ve elden geldiğince diyalogu koruyalım.

Silopi’deki esnaf : İnşallah öyle olacak..

Ahmet Saltık : Bu topraklarda biz yüz yüze bakacağız. Emperyalizmi defedince birbirimze bakacak yüzümüz kalsın. 1925’te başlayan ilk isyandan (Şeyh Sait) bu yana diyelim ki bu 26. sı..
Türkiye dünden daha zavallı mı ki, pabuç bıraksın?

Ahmet Saltık : …………. iyi misin? Bundan önceki 2 iletim yanıtsız kaldı?

Silopi’deki esnaf : Ama ortalıkta, kendinden olmayan esnafın mallarına ve canlarına zarar vermeleri kabul edilemez bir durum.

Ahmet Saltık : Sana katılıyorum.. güvenlik güçleri başlangıç için sakin davrandılar diyelim.. Bundan sonra böyle sürmez.

Silopi’deki esnaf : İnşallah böyle sürmez, zira böyle oldukça onlar cesaret alıyor.

Ahmet Saltık : Başbakan da tolerans gösterilmeyeceğini sonunda ve zorla da olsa söyledi..

Silopi’deki esnaf : Ben de ona sevindim. Zaten Türkiye’ye yakışanı söyledi.

Ahmet Saltık : Dükkânında şu anda durum nasıl? Gittiler mi?

Silopi’deki esnaf :Öğleden önce tetikte bekliyorduk.

Ahmet Saltık : Şimdi ne durumdasınız?

Silopi’deki esnaf : Emniyet Müdürü’nün sert ikazı ile dağıldılar. Ama akam üstü yine toparlanacaklarmış. Şimdi iyiyiz çok şükür ama bu cadede benim iki dükkânım ve amcamın bir dükkânı dışında hepsi kapalı.

Ahmet Saltık : Sanmam, sen yine de önlemli ol ama Devlet KARARLILIK GÖSTERDİKÇE GERİLEYECEKLER MUTLAKA!

Silopi’deki esnaf : Hayırlısı inşallah.

Ahmet Saltık : SİZİN CESARETİNİZ ÖRNEK.. Güvenlik güçleri gerekeni yapacaktır eminim. Yapabileceğim bir şey olursa bana bildir lütfen.. Bunlar da geçecek..
Türkiye çok büyük bir devlet..

Silopi’deki esnaf : Allah razı olsun.

Ahmet Saltık : Sabır diliyor, geçmiş olsun diyorum.. Hoşça kal..
ADD Silopi Şubesi başkanımıza selamlar.. (AS not : Bu Şube kapandı!)

Silopi’deki esnaf : Aleykümselam. Sizin de buradan bir isteğiniz olursa beklerim.

Ahmet Saltık : Sizin esenliğiniz ve ülkeye sahip çıkmanız bana yeter ödüldür.
Gözlerinden öperim.

********** 

Raporun tümü okununca bugünlere nasıl geldiğimiz – getirildiğimiz ve ne yapmamız gerektiği çok daha net anlaşılacak..

Sabrınız için şimdiden teşekkürler..

Kuresel_Emperyalizmin_AB-ABD_Cephesinin_Turkiye_ile_Savasta_2006_Basinda_Geldigi_Kritik_Asama