Etiket arşivi: RT Erdoğan

Ekonominin kitabı ve sonuç

Alev CoşkunAlev Coşkun
21 Kasım 2021, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Son haftanın en önemli konusu kuşkusuz doların yükselişi ve Türkiye ekonomisidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz bu noktada ekonominin kitabını yazdık” diyor.

Ancak yurtdışı ve yurtiçindeki yansız ekonomistler, Türkiye’de yazılan ekonomi kitabının parlak olmadığı noktasında birleşmiş bulunuyorlar. 2020’nin son aylarından bugüne kadar yazdığımız Pazar Yazıları’nın önemli bir bölümü ekonomi ile ilgilidir… “Politika, Ekonomi ve Duvara Toslama” (26.11.2020), “128 Milyar Dolar Nerede?” (25.4.2021), “Erdoğan Artık Gündemi Belirleyemiyor” (25.7.2021), “Ekonomi Sarsıntıda” (26.9.2021), “Yönetemeyen Demokrasi” (17.10.2021)… Bu yazılarda ekonominin kötüye doğru yol aldığı belirtiliyordu.

Erdoğan, ekonomi ile ilgili görüşünü her platformda, her toplantıda açıklıyor. “Faizle ve faiz artırımı ile mücadeleye devam edeceğiz. Faiz sebep, enflasyon neticedir” diyor. Her ortamda yapılan bu konuşmalardan sonra Merkez Bankası’nın (MB) farklı bir karar vermesi beklenemezdi. Nitekim MB Para Politikası Kurulu geçen hafta faiz oranını %15’e indirdi… O noktadan sonra zaten hassas ve kırılgan olan ekonomi kendisini Doların yükselişiyle gösterdi.

1 Kasım 2021’de 9.5 TL olan Dolar 17 günde 11 TL’yi geçti. Bunun anlamı, Dolar iki haftada 1.5 TL arttı, buna karşı TL de iki haftada %15’ten fazla değer kaybetti. Böyle bir durum, 15 günde bu derece yüksek değer kaybı daha önce Türk ekonomi tarihinde görülmemiştir. Yukarıdaki çok basit ancak anlamlı tablo, son üç yılda Dolar ve altının seyrini göstermektedir. Çok çarpıcı olan bu tablo, 2018 yılında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ve Erdoğan’ ın Cumhurbaşkanı olduğundan bugüne Doların değeri yüzde yüz (%100) ve altının değeri yüzde iki yüz (%200) artmış bulunuyor… Sonuçta TL’nin değeri de o oranda azalmış bulunuyor…

Bu tablonun ekonomik ve politik değerlendirmesi ve karşı karşıya olduğumuz durum şöyledir:

1. Değeri düşmüş olan Türk lirası,
2. Değeri yükselmiş olan dolar ve altın,
3. Bunun sonucunda yüksek enflasyon düzeyi (%49),
4. Bağımsızlığını kaybeden Merkez Bankası,
5. Dünya ekonomi ve mali piyasalarında itibarı tartışılan Türkiye ekonomisi,
6. Giderek yoksullaşan halk ve giderek artan hayat pahalılığı…

En çarpıcı sonuç şudur: Halkın satın alma gücü düştü, gelir dağılımı adaleti bozuldu. 

Bu genel ekonomik tablonun bir de borç bölümü var. Dövizle borçlu olan özel sektör, borçları ödeyemeyecek duruma gelmiş bulunuyor. Öte yandan yap işlet devret modeline göre (köprüler, yollar, şehir hastaneleri gibi…) dolar üzerinden iş yapan müteahhitler, kur artıkça zenginleşiyorlar.

İktidarın gerekçeleri

AKP iktidarı, MB faiz indirimi nedeniyle döviz, enflasyon yükselmesini göremiyor mu? Neden bu derece inatla bu ekonomi politikalarını uyguluyor? Bu konuda AKP’nin ileriye sürdüğü politik gerekçeler şöyle özetlenmektedir:

1. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri en alt düzeye inmiş bulunuyor. Doların değerini artırarak ihracatı özendirip ve artırıp rezervlerde bir denge sağlanmak isteniyor. Bu nedenle doların yükselmesini doğru buluyorlar…

Buna karşı yanıt şöyle: Türk sanayi ihracatı ithalata dayalıdır. Bu nedenle rezerv dengesinde büyük bir değişim olmaz… (AS: 100 $ dışsatım için 70-80 $ dışalım girdi gerek!)

2. İktidar ayrıca ekonominin kötüye gittiği konusunu bir algı operasyonu olarak değerlendiriyor. Bu algı operasyonunun arkasında dış kaynaklar ve muhalefet vardır diyorlar ve ısrarla bu psikolojik eşik aşılacaktır savunmasını yapıyorlar.

Ancak Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, geçen hafta yaptığı konuşmada, ekonominin “enflasyon, döviz, faiz sorunları” içinde bulunduğunu kabul etti.

Yurtiçi ve yurtdışındaki uzman maliyeci ve ekonomistler, AKP’nin “düşük politika faizi” ve genel ekonomi politikalarının TL’yi dolara karşı savunmasız bıraktığını ileriye sürüyorlar.

Döviz yükselmesinin yanında bir de dış borç sorunu var… 2002 yılında 129.6 milyar $ olan Türkiye’nin brüt dış borcu bugün 448 milyar doları aşmış bulunuyor. Buna ek olarak özel sektöre ait ve Hazine garantisine sahip milyarlarca dolarlık dış borç da ekonomi için ciddi bir risk oluşturuyor. Türkiye’nin kısa vadede ödeyeceği dış borcun 176 milyar $ dolayında olduğu belirtiliyor. Kısa dönemde AKP iktidarının bu parayı bulması gerekiyor.

Ne olacak?

Bu ekonomik durum, yüksek enflasyon, pahalılık, özellikle orta gelirli vatandaş için zorluklar yaratmaktadır. Ayrıca yüksek işsizlik vardır. Yazımızın başında Erdoğan’ın “Biz bu noktada ekonominin kitabını yazdık” dediğini belirtmiştik. Yazılan bu kitabın sonuç kısmı öyle anlaşılıyor ki AKP için hiç de olumlu bitmeyecek. AKP için iktidardan gidiş yolu kaygan bir zemin olarak artık kesin olarak açılmıştır.
====================================
Dostlar,

Milli Piyango E. Demirören’e satıldığından beri Ziraat Bankasına 700 milyon $ borcunu Milli Piyango bileti vererek ödüyor, yani kağıt satarak! Ziraat Bankası krediyi tahsil edemediği için soyuluyor. Görev zararı vergilerle kapatılıyor. Cebimizden bu Holdinge kaynak akıyor. Bu ranta iktidar ortak, siyaset ahlaksızca finanse ediliyor.

“Ben ekonomistim” diyen ve tüm yetkileri kendinde toplayan Erdoğan’ın ülkemizi sürüklediği batak. Ya zerrece işten anlamayan zeka fukaraları ya da vatana ihanet.. 3. seçenek yok!
  • Uyan Türk Ulusu derin uykulardan uyan!
RT Erdoğan düşük faiz için,
  • Bu politika ile biz ne yaptığımızı, niçin yaptığımızı, nasıl yaptığımızı hangi risklerle karşı karşıya bulunduğumuzu, sonunda ne elde edeceğimizi gayet iyi biliyoruz.. süreç ‘ekonomik kurtuluş savaşı.’ ” dedi.

Doğru; Türkiye’yi kasten batırırken halka masal!

  • 1,5 Tr TL kestirilen 2022 bütçe gelirinin 240 milyarı, yani 6’da 1’i faiz!
  • Bu faiz oranı geçen yıl 1/7, önceki yıl 1/8 idi.
  • RTE = AKP nereye sürüklüyor Türkiye’yi?
  • İzlenen politika kurgudur ve hedefi Türkiye’yi İFLAS ETTİRMEKTİR!
  • Buna asla izin verilmemelidir.
  • Türkiye ayağa kalk!

Sevgi ve saygı ile. 24 Kasım 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Rifat Serdaroğlu : SUÇ İTİRAFI

SUÇ İTİRAFI..

Rifat Serdaroglu

portresi_gulen

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarını, sinirlenmeden, ifade bozukluklarına aldırmadan, küfür ve hakaretleri duymazdan gelerek izler ve dinlerseniz hemen hemen tamamında “suç itirafları” bulabilirsiniz. Açıklamaya çalışalım;

Erdoğan, Polis yetkilerine Saray’da yaptığı konuşmasında şu itiraflarda bulundu :

– “Emniyet teşkilatımızda bu dönemde fiziksel ve zihinsel bir yeniden yapılanma sürecine girdik. Bu süreçle birlikte şu yapının veya şu şahsın değil, ülkenin ve milletin emrinde olan, adeta yerli ve milli yeni bir polis teşkilatı inşa ediliyor…”

  • Erdoğan’ın dediğine göre, 2002- 17/25 Aralık 2013 arasında Polis Teşkilatımız, Cemaatin ve Fethullah Gülen’in emrinde idi.
  • 2002 – 17/25 Aralık 2013 arasında Polis Teşkilatı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk Milletinin emrinde değildi.
  • 2002- 17/25 Aralık 2013 arasında Polis Teşkilatımız “Yerli ve Milli” değildi.

AKP 2002 yılında “Tek Başına” iktidar oldu.
14 senedir, Yasama-Yürütme-Yargı ellerinde. Kendileri söylüyor ve ısrar ediyorlar! (AKP MV Galip Ensarioğlu-Prof. Burhan Kuzu)
AKP’de tek hâkim, tek güç Erdoğan’dır.
Erdoğan’ın istemediği bir kanun, bir atama yapılamaz. İstedikleri “Emirdir.”

Fetö’cü Polis Müdürleri, gerek Türk Ordusuna gerekse Erdoğan muhaliflerine yapacakları her kumpastan önce, Erdoğan’dan “OLUR” almışlardır.
Ayrıca operasyonun her anında kendisine bilgi vermişler ve tıkandıkları anda ondan destek almışlardır…

Bu yazılanların gerçek olmadığını iddia edecek bir kişi, tek kişi var mı?
Bu gerçekten yola çıkarak, şunu söylemek mümkündür;
Erdoğan, 2002 yılından sonra Cemaat ve Hocaefendisi ile yaptığı anlaşma ile Türk Polis Teşkilatının en önemli birimlerine Cemaatçilerin yerleşmelerine onay vererek suç işlemiştir. Erdoğan’ın sözleri “Suç İtirafıdır…”

Erdoğan’ın ve Aile bireylerinin sahip çıktıkları ve destekledikleri ENSAR VAKFI’nın yasadışı evleri ve kurslarında, 2002- 2016 yılları arasında yaşları 9-14 olan erkek çocuklara, bazı öğretmen geçinen kişiler tarafından tecavüz edildiği ortaya çıktı!
Toplum çok ciddi tepki verdi. Doğal olarak muhalefet liderleri de eleştirdiler.
Bu korkunç olayın sorumlusu olan Bakan Ramazanoğlu, kaçak kursları- kaçak evleri ve Ensar Vakfını suçlayıp, tecavüze uğrayan çocuklarımızı koruyacağına şunları söyledi;

“Münferit bir olayı genelleştirip, HAYIRLI HİZMETLER” yapan
Ensar Vakfını suçlamak insafsızlıktır.”

Karaman Valisi, İl Milli Eğitim Müdürü, Emniyet Müdürü, İl Jandarma Komutanı gibi yöneticiler, olaydan yeni haberleri olduğunu, Karaman’da mevcut Ensar Evlerini hiç duymadıklarını söylediler!
Karaman İlinin merkez nüfusu 240 bin dolayındadır. Bu küçük ildeki yüzlerce evden haberi olmayan bu yöneticiler, sırtlarını kime dayıyor kimden güç alıyorlar?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasını sabırla dinleyince, kimden destek aldıklarını anlamış olduk! Erdoğan da, aynen Bakanı gibi tecavüzcüyü ve çocuklarımızı koruyamayan Ensar Vakfını suçlayacağına, muhalefet liderlerinin bir sözü yerine olayı saptırmaktaki hünerini kullandı…

Değerli Okurlar;
Yıllardır yazıp söylüyoruz!

  • Ensar Vakfı’nın kaçak evleri ve kaçak kurslarında yaşanan korkunç olayların misliyle fazlası, sayıları binlerce olan köylerimizde, AKP nin göz yummasıyla faaliyet gösteren kaçak kurslarda yaşanmaktadır.

Üç-beş oy uğruna küçücük çocuklarımız ruhen-aklen-fiziken tecavüze uğramakta ve IŞİD gibi terör örgütlerine militan olarak yetiştirilmektedirler… Bu olayların siyasi sorumlusu, T.C Devletini ve AKP’yi tek başına yöneten Erdoğan ve yakın çevresidir. Tarihe ve Sayın Savcılarımıza not düşmek için bunları yazdım. Böyle biline…

Gerçi şehit cenazesi geçerken, lokantada oturmaktan utanmayan aşağılık insanların bulunduğu bir toplumun umurunda olur mu, işte orasını da ben bilemem…

Sağlık ve başarı dileklerimle.
11 Nisan 2016

Bekir COŞKUN : Bu savaşlar seni almadan gitmez…

İsmet İnönü’yü bitiren Türkiye’yi sokmadığı halde 2. Dünya Savaşı’ydı…
Savaşın getirdiği ekonomik kriz “ekmek karneyle verildi”, “camileri ahır yaptı” gibi suçlamalarla yakasına yapışmıştı…
Ülkeyi savaşa sokmadığı halde İsmet Paşa’yı alıp götürmüştü…
*
Menderes’in hazin sonunu hazırlayan Kore Savaşı’dır…
17 Eylül 1950’de İskenderun Limanı’ndan kalkan gemi (AS: gemiler) 5090 askeri Kore’ye götürürken, ABD’nin uydusu olmaya ilk adım atılıyordu aslında… 721 şehit, 2147 yaralı ve sakat, 234 esir, 180 kayıp ile dünyanın ta neresindeki savaşa gidip bugünlerdeki gibi yine
yoksul çocuklarını gurbete gömmek bir yana… Uydusunu keşfeden ABD, artık başının belasıydı memleketin…

Dinciliğin kışkırtılıp meydanlara indirilmesi, cumhuriyetçilerin tasfiyesi, 6-7 Eylül olayları
(AS: 1955), NATO’ya hayır mitingleri, sonunda (AS: CHP için TBMM’de) tahkikat komisyonları, emperyalizme tepki gösteren aydınların infazı…
Derken Menderes’i götürdü o karambol…
*
Ecevit; 1974’de Kıbrıs Harekatı ile artık bir kahramandı…
“Kıbrıs Fatihi” olmuştu… Ama bu savaş oyunlarının sinsi sonuçları; gizli ve açık ambargolar, bozulan ekonomi, onun başbakanlığında uzun margarin ve ampul kuyruklarına dönüşmüştü… Benzin yokluğunda bakanlar yolda kalıp araba ittirdiler…
Yüzde 41.4 gibi Türk solunun yakaladığı en yüksek oy ile bile orada duramadı…
Gitti Ecevit…
*
Özal; Körfez Savaşı’nda “Bir koyup üç alacağız” diyordu…
Türkiye’nin kaybı tam 40 milyar dolar oldu…
Sonunda Çankaya’da tek başına kalırken, partisi ANAP’ın yerinde yeller esiyordu…
*
Bu tür irili ufaklı savaşların kötü bir huyu vardır:
Kazan ya da kaybet, seni alıp götürür…
Darısı başına inşallah…

==========================================

Dostlar,

Erdoğan Nereye Koşuyor?
Quo Vadıs Mr. Erdogan?

F. Nietzsche der ki (Cahil toplumla seçim yapmak…)

  • ”Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Yalnızca seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak,
    okuma – yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır!
    Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın…
    egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir..
    .”

*****
Türkiye hızla aklını başına devşirmelidir.
Siyasal ve ekonomik bunalım, kaçınılmaz türevleriyle ülkemizi ve ulusumuzu kuşatmıştır.

Bu yakıcı sorunun başlıca sorumlusu ne yazık ki 12. CB makamını işgal eden RT Erdoğan’dır! Ve eş derecede, bu kişinin ülkemizi yıkıma sürükleyen icraatına destek veren AKP yöneticileri ve seçmenidir. Tayyip bey, AYM’nin Dündar – Gül bireysel başvurusunda hak çiğnemi (ihlali) kararı üzerine gene esip gürlemiş ve Anayasanın pek çok maddesini çiğneme (ihlal) suçu işlemiştir. Dahası, “.. Bu bir casusluk suçudur..” diyerek görülmekte olan dava hakkında da hukuk devletinin en temel ilkelerini çiğnemiştir. Bu söylem, davanın görüldüğü İstanbul
14. Ağır Ceza Mahkemesine telkin ve hatta baskıdır. Yargı bağımsızlığına ağır bir saldırıdır. TCK md. 277 ve 288 karşısında bu eylem de apaçık suçtur.

Anayasa madde 9 : Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.

  1. Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
    Madde 11 – Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

 

Anayasa md. 138/1 : Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.

Anayasa md. 138/2 : Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Anayasa md. 138/3 : Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.

Anayasa md. 138/4 : Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.

Anayasa madde 103 – Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde andiçer:

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya,
hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma
Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

  1. CB Erdoğan, AYM kararı hakkında ettiği sözlerle Anayasanın pek çok maddesini, ettiği yemin dahil çiğnemiş ve Anayasal meşruluğunu büyük ölçüde yitirmiştir. Kendi kişisel saygınlığı bir yana, makamı da yıpratmıştır.

Erdoğan, Cumhuriyete karşı açık ve fiil bir darbe eylemi içindedir ve bu eylem
VATANA İHANET suçu ile örtüşmektedir.

AYM Başkanı’nın 02 Mart 2016 günü yaptığı son derece yerinde açıklamaya ek olarak, gerçekte milletvekili dokunulmazlığı olmayan (Ceza Hukuku uzmanı Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Ulusal Kanal, 02.03.2016) Erdoğan hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı yasal işlem başlatmalıdır.

Böylesi bir Cumhurbaşkanını halkın meşru görMEmek hakkı vardır.

Bu hak, RTE’nin kendisine hakaret davaları için yurttaşa kalkan olabilecektir, olmalıdır.

Bir başka çarpıcı husus, Erdoğan’ın kimi kılavuzlarının kargalığıdır.. Bakan düzeyinde birisi kalkıp, “Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanamayacağını..” buyurmuştur! Oysa bu koşula bağlanan, söz konusu Mahkemenin “iptal” kararlarıdır.

Gündemde olan ise bireysel başvuru hakkı (AY md. 148) kapsamında “hak ihlali” saptaması istemidir. (Madde 153/1 – Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.)

Ayrıca Erdoğan, yerel mahkemenin (İstanbul 14. Ağır Ceza Mhk.) AYM kararına direnebileceğini de ileri sürerek gene ciddi bir hata yapmış, belki de yanıltılmış ya da bilmem kaçıncı kez kandırılmıştır!? Bu yol Anayasa yargısında yoktur (Yukarıda yazılan md. 153/1).

Bir Cumhurbaşkanının Anayasanın en temel maddelerini bilmemesi veya bilerek çiğnemesi, yeminini ayaklar altına alması… birbirinden ürkünç (vahim) durumlardır.
Bu durum kabul edilemez ve sürdürülemez.

Erdoğan’ın bu davranışları gündem yaratmak için veya Parlamenter sistemin kendince çıkmazlarını göstermek için sergilediği savlarına katılmak güçtür..
Görülen, tipik “Recep Tayyip Erdoğan” davranışıdır..

  • Erdoğan gözünü karartmış ve Cumhuriyete meydan okuyarak,
    fiili darbe yaparak,
    şah mat” deme aşamasına gelmiştir.

Ancak madalyonun öbür yüzünde de VATANA İHANET SUÇU ve Türk Ceza Yasası’nın 277. ve 288. maddelerini ihlal suçu oluşmuştur. Bu maddeleri çiğneme (ihlal) suçundan Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı makamını işgal ediyor olsa da yargılanmasına hukuksal engel yoktur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarihsel görevini gecikmeden yerine getirmelidir.
Tersi durumda bu makamda oturan kişi görevini yapmamış  olacak, dolayı olarak suça katılmış olacaktır.. Cumhuriyeti koruma – kollama – kanat germe temel sorumluluğunu da yerine getirmemiş sayılacaktır..

*****

Her nasılsa, her nedense…. ne yapıp edip bu lanetli kısır şeytan döngüsünün (circulus viciosus) bir an önce kırılması gerekmektedir. Muhalefet kendini toplamalı ve ortak hareket ederek TBMM’de denetimini artırmalı, mitinglerle Türkiye’yi ayağa kaldırmalıdır.

Çünkü Anayasa md. 6, Egemenliği kayıtsız koşulsuz millete vermektedir..

Türkiye Cumhuriyeti sokakta bulunmamıştır ve
hiç kimsenin babasının çiftliği değildir.

  • Artık “meşru savunma düzenine geçilmeli” ve ne yazık ki
    AKP – RTE’ye karşı 
    ve tüm olanaklarla Cumuriyete
    kol kanat geçilmelidir..

    KIRMIZI ALARM VAKTİDİR…

    Sevgi ve saygı ile.
    01 Mart 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

    Yazımızın pdf biçimi : ERDOGAN_NEREYE_KOSUYOR_QUO_VADIS_Mr._Erdogan

NİHAİ SONU DEĞİŞMEZ!


Nihai sonu değişmez

portresi_papyonlu

 

 

 

 

Türker ERTÜRK
AYDINLIK, 14.02.2015
http://www.aydinlikgazete.com/nihai-sonu-degismez-makale,58588.html

Birinci Paylaşım Savaşı (1914-1918) öncesinde dünyada bağımsız sayılabilecek 20 devlet vardı. Halen 21. yüzyılın ilk çeyreğini yaşarken yaklaşık 200 devlet var. Emperyalizmin yeni güç merkezi Finans-Kapital buUlus devletler sonuna doğru 2 bin devlete ulaşmayı planlıyor.
Halen Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgenin yaşadığı sıkıntıların bir bölümü bu planın yansımalarıdır.

Emperyalizm, hegemonyaya direnecek güç istemiyor. Ulus devletler, hele bizim gibi iriceleri en büyük düşman. Bu devletlerin etnik, dinsel ve mezhepsel fay hatları üzerinden kaşınması, bölünüp ve parçalanması planlanmış. Bugün için emperyalizmin başat enstrümanı konumunda bulunan Batı bile sonunda bu plandan nasibini alacak.

Emperyalizm bir yandan ulus devletleri bölüp parçalarken öbür yandan küresel tek düzeni sağlayabilmek, kolayca yönetebilmek ve sömürebilmek için bu küçük parçaları gevşek yapıda federasyonlar şeklinde birbirine bağlamak istiyor.

DÜZENBAZLIK

İslam dünyasında planlanan şu; Sünni-Şii ekseninde devamlı düşmanlık ve çatışma ortamı yaratmak ve Sünni dünyanın bir bölün Evren’in 25 yıl daha ötelediği gizli bir vasiyetinin olduğu, içinde hilafetle ilgili konularımünü her an dağıtılabilir gevşek yapıda bir hilafet altında toplamak. Bunun için düşünülen ülke tarihsel geçmişi nedeniyle Türkiye. Emperyalizmin hilafet makamına bugün için düşündüğü isim Fetullah Gülen. Yarın şartlar ne gösterir bilinmez.
Murat Bardakçı’nın “Hilafet esasında kaldırılmadı geçici olarak donduruldu” şeklinde yazıları ve konuşmaları, Aytunç Altındal’ın “Atatürk’ün ölümünden 50 yıl sonra açıklanmasını istediği ama Kenan bulunduğu” safsatası, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Atatürk’ün hilafeti övdüğü ve istediği algısını yaratabilmek için kitabında “Nutuk” üzerinden yaptığı düzenbazlık aynı planın parçalarıdır.

Sinan Meydan’ın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yaptığı bu düzenbazlığı Halk TV’de canlı yayında ortaya çıkarırken ekranın karartılması da aynı planın parçasıdır.

DELİĞE SÜPÜRÜN

Evet, Taksim Gezi olayları ile başlayan halk hareketlerini kullanarak, çığırından çıkararak ve manipüle ederek Gülen’in dönüşünü sağlayabilecek ortamı yaratmak istediler ama olmadı. İran İslam Devrimi öncesinde Şah’a karşı ayaklanan ve Tahran sokaklarına hakim olan halk hareketi de Humeyni dönsün ve başa geçsin isteğinde değildi. Ama şartlar ona yol açtı!

ABD’nin AKP zihniyeti ile sorunu yoktu. Ama Erdoğan ile devam etmek istemiyordu. Erdoğan’ı cerrahi bir operasyonla devirmek için ikinci girişim F Tipi Örgüt unsurlarınca 17 Aralık 2013’te başlatıldı. “Yolsuzluk ve Rüşvet” operasyonun adıydı. Ama hırsızlık ve yolsuzluk yeni şeyler değildi ki! Zaten beraberce yaptılar. O güne kadar neredeydiler? Esas neden patronları ABD’nin “Erdoğan’ı deliğe süpürün” emriydi!

Cumhurbaşkanı Erdoğan deliğe süpürülmek istendiğini biliyor. Haziran genel seçimleri onun için hayat memat meselesi. Bu nedenle anayasa, yasalar ve tarafsızlık umurunda bile değil. Yeni halk hareketini engellemek için her şeyi yapacak. “İç güvenlik paketi”ne çok ihtiyacı var.

BİR TAŞLA İKİ KUŞ

Erdoğan’ın ABD’ye direniyor olması onun antiemperyalist çizgiye geldiğini gösterir mi?
Tabii ki, hayır. Erdoğan’ın ABD’ye direniyor olması onun hâlâ ABD tarafından kullanılmasına engel mi? Kesinlikle hayır.

Saddam da emperyalizmin uşağıydı, çok kullanıldı, ABD onu deliğe süpürmek isteyince direndi, direnirken bile “çıkmamış canda umut vardır” yaklaşımı içinde ABD’ye taviz vermeye devam etti ama nihai sonunu engelleyemedi. Evet, Erdoğan da direniyor, kurtulmak için de ülkemizin çıkarlarından taviz vermeye devam ediyor.

ABD, Erdoğan’ı devirmekten vazgeçmedi! Öyle ya da böyle! Seçenekleri arasında seçim, halk hareketi, askeri darbe ve suikast bile var. Son seçenek olursa suçu ulusalcıların üzerine yıkar, bir taşla iki kuş vururlar!

Saygılar sunarım.

 

Alman dergisi Bild : The New Dictator..

Almanya’nın en büyük haftalık gazetesi BILD‘in kapağı..

Dictator_The_New_Bild

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

http://sozcu.com.tr/2013/dunya/bildden-yeni-diktator-kapakli-gonderme-2-313440/

Almanya’nın 3.5 milyon tirajlı haftalık gazetesi BILD’in internet sitesi güncel gelişmeleri veriyor. BILD, internet sitesinde Türkiye’de yaşananları çok geniş duyurmuştu (12.6.13). Önce “Taksim muharebesi” başlığını kullanan BILD, altbaşlıkta

  • “Gaz, şiddet, plastik mermi. Erdoğan olayları tırmandırıyor.
    Sözde, eylemcilerle görüşecek.”  diye yazmıştı.

Batı cephesinde değişen bir şey yok..

Başbakan Erdoğan, politik çizgisini sertleştirerek ve tırmandırarak sürdürüyor..

ODTÜ dayatması,
– Dersaneler şantajı,
– Bir yönetmelik değişikliği ile Yüksek yargı organlarının içtihatlarını, Anayasa Mahkemesinin herkesi (Yasama – Yürütme ve Yargı) bağlayan kesin kararını,
AİHM’nin kesinleşmiş (temyizden geçmiş) yargı kararlarını, Anayasanın laiklikle ilgili
açık kurallarını ve Devrim Yasalarını hiçe sayarak kamuya türban giydirme,
TBMM’ye türbanı sokma eylemi,
– Gençlerin aynı evi paylaşmalarına kafayı takma.. ve yaşam alanlarını kadın – erkek ayırma dayatması..
– Sanat – kültür yaşamına dönük yıkım planı TÜSAK yasa tasarısı..
– Ülkeyi ve halkı bölecek pervasız girişimler.. Barzani ile Diyarbakır’da görüşme,
Türkiye topraklarının, kutsal Misak-ı Milli (Ulusal And) sınırlarının bir bölümü için “Kürdistan” sözcüğünü kullanma..
– Mısır’da yenen tokat (Türk Büyükelçisinin kovulması!)..
– Suriye’de apaçık iç savaş kışkırtıcılığı..
– Başbakan RT Erdoğan’ın oğlu Bilal’in dudak uçuklatan hızla büyüyen gemi filosu
(6. gemi-cik alındı!
– Başbakan’ın oğlunun demokrasi karşıtı – hilafet isteyen pankartla yürüyüşe katılması..
– Başbakan’ın eşi Emine hanımın uluslararası toplantılarda diplomasi kurallarını
yok sayarak konuşmalar yapması..
– Kimi yargıçların MİT tarafından ajan gibi kullanılması ve HSYK’nın soruşturmaya
izin vermemesi..
Melih Gökçek‘in Ankara’ya 5. kez (1994- 2014 arası 20 yıl yetmedi!) dayatılması..
– Ekonominin yükselen cari açık – borç -bütçe açığı sorunu şeytan üçgeni
ve serbest piyasaya müdahale ile taksit sayısının sınırlandırılması..
Anayasayı yenileme zorlaması da fiyaskoyla sonuçlandı..
Genel af ile PKK teröristlerini ve terörist başını salıverme “yoklaması”
ve sonra kıvırtması.. gibi..

*********

Liste uzayıp gidiyor ve RT Erdoğan bir sarmala dolanmış, kendini kurtaramıyor.
Kurtarma olanağı – olasılığı da kalmadı..

O denli çok ve ağır suç işlediler ki, altından kalkılası değil..

30 Mart 2014 yerel seçimleri ölüm – kalım sorunu durumunda AKP ve RTE için..
Gözler kararmış, nefesler tutulmuş, gerilim zirvede..

“Kaset savaşları” da başlıyor bu arada..,

Vee, RT Erdoğan’ı da her diktatörde olduğu gibi kendi hazin sonuna sürüklüyor..
Geniş bir suç ortağı partili ve bürokrat takımıyla birlikte..
Örümcek ağları örüldü; geri dönüş yok..

Çok söyledik.. Suya yazıyoruz belki de ama gene de uyaralım :

RT Erdoğan, örneğin sağlığını (sağlıksızlığını!) ileri sürerek yumuşak bir geri çekilme planı uygulayabilirdi.. “3 dönem yönettik ülkeyi.. yeter” diyebilirdi..

Kör hırs ve işlenen ağır – ölçüsüz suçlar engel oldu..

Çare yok, bu bedel ödenecek..
Tarih ders almayanları kötekleyerek, -yöntemlerinde ufak tefek değişiklikler olsa da-
özünde “tekerrür edecek”..
(Bu son sözümüz, tarihin ondan ders çıkarmasını bilenler için
yinelemesinin olanaklı olmadığı anlamına da gelmektedir..)

Üzerinde çok düşünülmesi ve elden gelen her şeyin yapılması gereken kritik nokta ise, Türkiye’nin bu diktatörlük ikliminde yerel seçimlere gidiyor olması..

  • Canalıcı önem taşıyan SEÇİM GÜVENLİĞİ sorunsalı!

Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

KÜRTÇE Ezan AKP’lileri Neden Mest Etti?


KÜRTÇE Ezan AKP’lileri Neden Mest Etti?

KURTCE_EZAN

R.T. Erdoğan, geçtiğimiz ay Dr. Reşit Galip hakkında gerçek dışı söylemelerde bulunurken, Ezan’ı Türkçe’ye çeviren Devrim kahramanının bu eylemi için

“TÜRKÇE EZAN ZULMÜ” söylemi kullanmıştı!
(Dr. Reşit Galip Hakkında Başbakanın Gerçekdışı Yakıştırmaları)

Başbakan Erdoğan nereye gidiyor ve kime hizmet ediyor??
Daha da önemlisi ne yaptığının gerçekten ayırdında mı?
Doğu-Güneydoğu’da ağzından bal akıyor neredeyse.. (inanana!)..
Batı’da ise ölçüsüz bir kin ve nefret söylemi!?
Bu bir kişilik yarılması mı? (de doublement de la personalite?)
Eğer öyle ise vahim değil mi?
Dissosiyatif sendrom değilse ne??
Kim / kimler kritik bu soruyu yanıtlayacak tıbbi raporu düzenleyecek??

Türk Tabipleri Birliği mi?
Türk Psikiyatri Derneği mi?

Kim, kim , kim ve ne zaman??

Sevgi ve saygı ile.
18 Kasım 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

DEVLETİN DİLİ TÜRKÇE, SİYASAYA ARAÇ YAPILAMAZ! SİYASAL ÇIKAR İÇİN TÜRK ABECESİNE HARF EKLENEMEZ!


Dostlar
,

Bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği‘nin AKP tarafından “AÇILIM -SAÇILIM” saçmalığı bağlamında “Türk abecesine 3 yeni harf eklemesi” hakkındaki
basın açıklamasını paylaşıyoruz..

AKP “proje parti – taşeron” işlevini inanılmaz bir sadakatle, benzetmek yerinde ise (teşbihte hata olmazmış!) “burnunda metal halka varmışçasına” yerine getirmeye çırpınıyor..

“Deliğe süpürülmek” istenmiyor; Cüneyt Zapsu‘nun telkiniyle ABD’lilece kullanılıyor..
(ZAPSU’NUN TEYP DEŞİFRESİ: ‘KULLANIN’
AKP yetkililerinin yalanlama çabalarına karşılık, Washington’daki toplantının teyp kayıtları, Cüneyd Zapsu’nun Başbakan Erdoğan için Amerikalılara iki kez “use…” ‘kullanın’ dediğini ortaya koyuyor.  http://www.milliyet.com.tr/2006/04/12/siyaset/axsiy02.html)

AKP’nin RTE’si – RTE’nin AKP’si de bu yöntemi seçiyor.. Öylesine suça bulaştılar ki, elleri öylesine kanlandı ki, dokunulmazlık denen kepazelik kalktığında yaptıklarının altından kalkamayacaklarını çoook iyi biliyorlar…. Fakat gözler de öylesine kararmış ki, giderek daha ağır anayasa çiğnemleri (ihlalleri) yapıyorlar.. Bir yğın bürokratı da toplu özekıyıma (intihara) sürükleyerek..

Örneğin Cumhuriyet Başsavcılarını!..

Bir kez daha uyarmış olalım..
Tarih Diktatörlerin kendiliklerinden çekildiklerine ilişlin örnek içermiyor ne yazık ki!

RT Erdoğan bir istisna olabilir mi?

Hayalci olmayalım..

Hedef 2023; ANADOLU FEDERE İSLAM CUMHURİYETİ!

ANADOLU TAYYİBAN – TAYYİBİSTAN KRALLIĞI

Öylesine hedefe kilitliler ki, böylelikle kendilerinden sonsuza dek
hesap sorulamayacak!?

Türkiye, çağdışı vehhabi Suud ailesinin krallığındaki gibi rezil – sefil bir yönetim altına konacak..

Evdeki hesap bu..

Bakalım çarşıya uyacak mı??

  • AKP ve şürekası aklını başına alsın, burası tekin bir coğrafya değil..

Burası Gazi Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti!

Biz onu sonsuza dek yaşatmak üzere kutsal bir emanet olarak aldık.

Gereği yapılacaktır; tarihin bu kadim coğrafyada akışı çizilmiştir.

Cumhuriyet_sonsuza_dek_yasayacak

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 3.11.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Dil_dernegi

DEVLETİN DİLİ TÜRKÇE, SİYASAYA ARAÇ YAPILAMAZ!
SİYASAL ÇIKAR İÇİN TÜRK ABECESİNE HARF EKLENEMEZ!
     Mustafa Kemal Atatürk, 93 yıl önce TBMM’yi, 90 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş; 85 yıl önce Harf Devrimini, 81 yıl önce Dil Devrimini yaşama geçirmiş; birbirini izleyen devrimlerle yüzyıllarca “kul” olan halkayurttaşlık bilinci kazandırmıştır. Bu nedenle bize hak ve özgürlüklerimizin ne olduğunu öğreten Atatürk’le hesaplaşanları, inanç ve köken farkı gözetmeden hepimize çağdaş dünyada yer açan Türk Devrimini karalayarak yok etmeye çalışanları şiddetle kınıyoruz!
     Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini, inancı ve kökeni farklı yurttaşların
yurdun her bölgesindeki yaşama biçimlerini göz önüne almayan; ortak çıkarın güvencesi “yurttaşlık” bilincini korumayan, “yurtseverlik” duygusunu pekiştirmeyen “iki dilde eğitim” tartışmaları, kaygı verici ölçüde siyasallaştırılmıştır. 1 Kasım 1928’de yasayla kabul edilen, Anayasayla korunan
Harf Devriminin devlet eliyle çiğnenecek olması, dilin ve eğitimin özgün bilim alanları olduğunu önemsemeyen politikacıların halkın 90 yıllık kazanımlarını pazarlık konusu yapması, 21. yüzyıl Türkiyesi için utanç verici bir durumdur.
     Değişik kökenden insanların bir arada yaşadığı ülkelerdeki gibi ülkemizde de
kimi yurttaşlar “ikidilli”dir; bireysel ikidillilik, gelişmiş ülkelerde ayrışma aracı değil, varsıllık olarak değerlendirilir. Gelişmiş ülkelerde de anaokulundan başlayarak eğitim, resmi (ortak) dille yapılır; birey, devletle olan tüm ilişkilerinde ortak dili kullanır.
  •      Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak dili Türkçedir.
     Ortak dil, başta sağlıklı iletişim olmak üzere, ortak akıl ve bilgi üretilmesinin;
bilginin yayılmasının ve paylaşılmasının; her yurttaşın eğitim, sağlık, adalet kurumlarından ve ulusal gelirden hakça pay almasının aracıdır.
     İktidarın tutarlı eğitim-kültür siyasası olmaması, düşünce özgürlüğünün ve
yaratıcı aklın engeli olarak önümüzde durmakta, yurttaşların çoğu ortak dil Türkçeyi öğrenememekte, düşüncesini doğru aktaramamaktadır.
     Yabancı dille öğretim, anaokullarına dek inmiş; 4+4+4’lük sistemle
eğitim dinselleştirilmiş; köken ayrımı gözetmeksizin bütün yurttaşları
çağdaş olanaklarla donatması gereken ulusal eğitim anlayışı çökmüştür.
     Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bizde de ortak (resmi) dille eğitim zorunludur. Bütün aydınlar, politikacılar, bu konuya bilimsel akıl ve sağduyuyla yaklaşmalıdır;
çünkü ülkemizde Türkçe ve Kürtçeden başka diller de konuşulmaktadır;
ortak dille birbirini doğru anlayan her yurttaş, ikidilli olan herkese saygı duyma kültürü edinir.
  • Türk abecesine “x – q – w” eklenemez!
    Bu konuda AİHM kararı da bulunmaktadır.
     Aynı dil ailesinden olmayan Türkçe ile Kürtçenin ses, biçim ve anlam özellikleri birbirine benzememektedir; bu nedenle iki dili aynı abeceyle yazmaya çalışmak,
iki dili de bozacak bilgisizliktir.
     Bugün eğitim, sağlık ve adalet açısından yaşanan sıkıntılar, bütün yurttaşların sorunudur; asıl sorun da budur. Sınıf farkını derinleştiren, toplumsal barışı zedeleyen bu sorunun aşılması için inancı ve kökeni farklı

  • bütün yurttaşlar, ortak dille düşünerek ortak akılla birlikte savaşım vermelidir.
     Bu duygularla kamuoyuna saygılarımızı iletiyoruz. 1.11.13
                                       Dil Derneği Yönetim Kurulu adına
                                       Başkan Sevgi Özel

Demiryolları Üzerine Söyleşi

Dostlar,

Sayın Suay Karaman, TÜMÖD Genel Yazmanıdır, ADD Genel Sekreterliği yapmıştır. Gazi Üniversitesi Öğretim görevlisidir..

Eli kalem tutar, O’nun yazılarından sıklıkla yararlanırız. Bu sitede de pek çok yazısı var.

Şimdi sunduğumuz yazı, USİAD’ın (Ulusal Sanayici ve İŞ Adamları Derneği) aylık BİLDİREN dergisinde yer alan bir söyleşidir ve Türkiye’nin temel sorunlarında olan ulaştırmaya, kara ve özellikle demiryolu taşımacılığına odaklıdır.
TCDD’nin de sermayeye peş keş çekilmesi sorunun işlemektedir.

BİLDİREN‘e de Sevgili Karanman’a da teşekkür ederiz.

Hele hele RT ERdoğan‘ın Cumhuriyet’imizin ilk yıllarında kol gücü ve kazma kürekle, dış borç doğurmadan, ulusal kaynaklarla  yaptığı 4 bin + km demiryolu üretimini görmezden gelerek; günümüzün modern makinalarıyla, sıklıkla yabancı sermayeye BOT (Yap İşlet Devret, İng. kısaltması) yöntemiyle yaptırılan işletmelerle, örn. 18 km’lik Kadıköy – Kartal metro hattı açılışında geçmişin emeklerini küçümsemesi, yok saymaya kalkışması acıdır.. Karaman, bu düzeysiz saptırmalara da yanıt vernekte..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 12.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Demiryolları Üzerine Söyleşi

portresi21938’de 1 Dolar = 0.80TL(80 kuruş)

2003’te 1 Dolar = 1. 400.000TL

2013’te 1 Dolar = 2.000.000TL (2 milyonTL).
 
Atatürk sonrası iktidara gelenler ülkeyi nasıl kalkındırmış (!) görüyorsunuz. 
Üvey evlat demiryolları ne durumda ve nedenlerini Suay Karaman çok güzel anlatmış.

USİAD BİLDİREN Dergisi (Eylül 2013, sayı 65)

Demiryolları Üzerine Söyleşi

http://usiad.net/dergi/65.Sayi/Bildiren_Sayi_65.pdf

Söyleşiyi Yapan: Deniz Toprak

– Türkiye demiryolu ağı sizce ne durumda? Var olan demiryolu ağı yeterli mi?

Suay Karaman: Ulaşım, bir ülkenin gelişmişlik düzeyini saptayabilmek için önemli göstergelerden sayılmaktadır. Eğer yük ve yolcu taşımacılığı karayolu ile demiryolu arasında dengeli bir biçimde paylaşılmışsa, o ülke endüstri devrimini gerçekleştirmiş
ve gelişmiştir. Karayolu büyük çapta ağır basıyorsa, o ülke daha endüstri devrimini gerçekleştirememiştir; çok kullanılan deyimiyle “gelişmektedir.” Birinciye örnek Almanya, Fransa, İngiltere gibi Avrupa ülkeleri, ikinciye örnek ise Türkiye verilebilir.

Türkiye’de son 60 yıldır emperyalist uygulamalar sonucunda bilimdışı bir ulaşım politikası izlenmiştir. Bunun sonucunda demiryolu yerine karayolu dayatılarak,
ulaşım sistemleri birbirinin rakibi kılınmıştır. Oysa ulaşım sistemleri birbirinin rakibi değil, tamamlayıcısıdır. Bu uygulamalar sonucunda Türkiye’deki durum gelişmiş ülkelerdekinin tam tersine olmuştur; demiryolları ve denizyollarının ulaşımdaki payı %40’tan %5‘e indirilirken, karayollarının payı %95’lere çıkarılmıştır.

Cumhuriyetten önce 4.559 km’lik demiryolu ağı ile birlikte 2012 yılı sonuna dek 12.008 km demiryolu ağımız bulunmaktadır. Ancak bugün ülkemizdeki demiryolu ağının durumu ürkütücüdür. Ulaşımın %75’i tek hat üzerinden sağlanmaktadır. Mevcut hatların %79’u elektriksiz hattır ve %33’ü sinyalizasyona sahiptir. Mevcut hatlardaki büküm (kurb-viraj) yarıçapları dünya standartlarının (2500 m) altındadır. %34’ünün kurb yarıçapı 2000 metreden küçüktür. Dünya standartlarında normal eğim binde 10’un altında iken, mevcut hattın %25’i, binde 10 eğimin üzerindedir. Eğimin binde 10’dan fazla olduğu yerlerde, trenlerin hızı düşmektedir ve taşıyacağı yükün ağırlığı sınırlandırılmaktadır.

Mevcut yolun %63’lük bölümünün dingil basıncı, 20 ton/dingil basıncının altındadır. Dünya standartlarında bu oran, 20 ton/dingil’dir.  Rayların dayanabileceği yükü ifade eden dingil basıncı, lokomotiflerin çekim gücü ile orantılıdır. Eğer hattın dingil basıncı düşükse, ağır yük taşıması yapılamaz ve trenlerin hızları arttırılamaz. Mevcut demiryolundaki rayların, %26’sının yaşı, 20 yılın üzerindedir. Ekonomik ömürlerini dolduran bu raylarda aşırı derecede yıpranmalar oluşmaktadır. Bunun sonucunda da kırılmalar ve kazalar ortaya çıkmaktadır.

Mevcut hattın %67’si 49,05 kg/m, %11’sı 46,303 kg/m raydan yapılmıştır.
Bunlar çeşitli boyda uzun kaynaklı raylardır. Avrupa ülkelerindeki raylar 60,0 kg/m’dir
ve ülkemizde kirayların yalnızca 22’si bu sınıfa girmektedir. Bütün bu verilere bakıldığında, mevcut demiryolu ağının teknik olarak yeterli olmadığı görülmektedir. Ayrıca mevcut demiryolu ağının uzunluk olarak da yetersiz olduğu
çok açıktır.

10. Yıl Marşı’nda geçen “Demir ağlarla ördük” sözü için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: “Neyi ördün? Hiçbir şey ördüğün falan yok. Demir ağlarla Türkiye’yi biz örüyoruz.” dedi. Peki, Cumhuriyet döneminden sonra demiryolu ağı ile ilgili önemli bir çalışma oldu mu?

Suay Karaman   : Cumhuriyet’ten önce 4.559 km’lik demiryolu ağı bulunmaktaydı.
Bu demiryolu ağı, 2012 yılı sonunda 7.449 km artarak toplam 12.008 km olmuştur. Yaklaşık 90 yılda artan bu 7449 km demiryolunun 3.741 km’si 1923 ile 1950 yılları arasında, yani 27 yılda, 3.708 km’si ise 1950 ile 2012 yılları arasında, yani 62 yılda yapılmıştır. Yani  cumhuriyetten sonra 27 yılda yapılan demiryolu ile 62 yılda yapılan demiryolu birbirine eşittir. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz:

ABD’nin ülkemizi kuşatmasından sonrayaklaşık 60 yıldır, demiryolu terk edilmiş ve karayolu yapımına ağırlık verilmiştir. Bunun sonucunda, demiryolları yagısına
terk edilmiştir. Bugün teknik ömrünü doldurmuş trenler ve demiryolları yüzünden
yük taşımada ortalama 40 km, yolcu taşımada ise en fazla 60 km hız yapılabilmektedir. Günümüzde Yüksek Hızlı Tren (YHT) hattı olarak sadece 888 km.lik bir ağ mevcuttur. Bu mu Türkiye’yi demir ağlarla örmek? Üstelik yalnızca adı YHT’dir, yüksek hızlı değildir, yalnızca hızlıdır. Bu zihniyetin 22 Temmuz 2004’te Sakarya Pamukova’daki “hızlandırılmış tren” (böyle bir ifade literatürde bulunmamaktadır ve buna ‘hızlı tren’ demek olanaksızdır) kazasını yaşadık.

10. Yıl Marşı’nda vurgulanmak istenen sosyal ve toplumsal devrimlerin yanı sıra, kalkınma planları, sanayi planları, şeker fabrikaları, basma fabrikaları, demiryolları, Sümerbank ve Etibank’tır. 1929 – 39 arasında bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye Cumhuriyeti’nde %96 artmıştır. Dünyada ortalama kalkınma hızı
%5 düzeyindeyken, Türkiye’de %10 olmuştur.
 Mustafa Kemal Atatürk ile, ilke ve devrimleriyle kavgalı olanların, zaten 10. Yıl Marşı’ndan birşeyler anlaması olanaklı değildir. Bunlar 11 yıldır ülkemizi her konuda örümcek ağlarıyla örerek,
Ortaçağ karanlığına doğru sürüklemek çabası içindedirler.

Atatürk döneminin demir ağları tam bağımsızlığı ve emperyalizm karşıtlığını simgeliyordu. Bugünün örümcek ağları ise, emperyalizmin kuklasıdır ve karanlıkların maşasıdır. Bu gurur verici geçmişi yok sayarak, laik ve demokratik cumhuriyetle hesaplaşmak isteyen kendini bilmezler, karanlıkta boğulacaktır.

TCDD’nin özelleştirmesine ilişkin süreç şu an ne durumdadır ve demiryollarının serbestleşmesi hakkındaki yasa ne anlama geliyor?

Suay Karaman        : Ülkemizdeki demiryollarında yük ve yolcu taşıma hakkı TCDD’de bulunmaktadır. Demiryollarında 1995 yılında Booz Allen & Hamilton raporuyla başlayan özelleştirme çalışmaları Kanadalı bir firma olan Canac raporuyla devam etmiş,
bu süre içinde kurumun yaptığı pek çok hizmet özel sektör eliyle yapılmaya başlanmış, işyerleri kapatılmış, kâr getirmeyen hatlarda çalışan trenler seferden kaldırılmış ve
buna benzer pek çok uygulama yaşama geçirilmiştir.
 TCDD, 2005 yılında özel sektörün, demiryollarında faaliyet göstermesini öngören bir yönetmelik çıkarmıştı. Ancak, Danıştay bu yönetmeliği iptal etmiş ve bunun bir özelleştirme olduğunu belirtmişti. Özel sektörün yolcu ve yük taşıması yapabilmesi için yasa çıkarılması uyarısında bulunmuştu.

24 Nisan 2013’te TBMM’de kabul edilen ve 1 Mayıs 2013’te Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Türkiye Demiryolu Ulaştırmasının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanun” ile tüm bu süreçler tamamlanarak demiryolu ulaştırmasının özel sektöre devri gerçekleştirilecektir.

Kabul edilen bu yasayla, TCDD, demiryolu altyapı işletmecisi olarak yeniden yapılandırılacaktır. TCDD’nin tren işletmesi ile ilgili birimleri ise ayrılarak, TCDD Taşımacılık A.Ş. kurulacaktır. TCDD, ulusal demiryolu altyapı ağı içinde yer alan ve devletin tasarrufundaki demiryolu altyapısının kendisine devredilen bölümü üzerinde demiryolu “altyapı işletmecisi” olarak görev yapacaktır.

Bu yasayla özel şirketler demiryolu ulaşımına girebileceklerdir.
Kamu tüzel kişileri ve şirketler; kendilerine ait demiryolu altyapısı
inşa etmek, bu altyapı üzerinde demiryolu altyapı işletmecisi olmak, ulusal demiryolu altyapı ağı üzerinde demiryolu tren işletmecisi olmak üzere Bakanlıkça yetkilendirilebilecektir. Şirketlerin, demiryolu altyapısı inşa etmek istemeleri halinde; yapacakları demiryolu altyapısının gerektirdiği taşınmazlar, kamulaştırma bedeli ilgili şirketten tahsil edilerek Bakanlık tarafından kamulaştırılacak ve belirtilen amaçla ilgili şirket lehine 49 yılı geçmemek üzere bedelsiz olarak irtifak hakkı tesis edilecektir.

Hükümet ve TCDD bürokratları yeni yasa ile birlikte demiryollarının hantal yapıdan kurtularak gelişen ve rekabet edebilecek bir yapıya kavuşacağını savunmaktadırlar.
Ancak demiryollarının hantal yapısının yasalar ile ilgisi yoktur, devlet politikası gereği demiryolları özellikle geri bıraktırılmıştır. Kamu hizmeti olan demiryolu ulaşımında önceliğin güvenlik olması gerekmektedir. Ancak özelleştirme ile birlikte güvenliğin ikinci plana atılarak kâr etme fikri birinci plana geçecektir. Demiryollarının gereksinimi özelleştirme değildir, asıl yapılması gereken teknik ömrünü doldurmuş bulunan rayların ve araçların yenilenmesidir.

Yukarıda teknik yetersizliklerini saydığımız demiryolu hattının, kamu kaynakları olmadan, kâr amacı güden özel sektör yatırımlarıyla yenilenmesi veya yeni hatlar yapılması olanaklı değildir. Bu durumda bulunan bir demiryolu üzerinde kâr amacı güden şirketler eliyle nitelikli kamusal bir ulaştırma hizmeti verilmesi düşünülemez.

O zaman aklımıza şöyle bir olgunun gelmesi mümkündür:

Yapılmak istenen şey ya yetersiz durumdaki mevcut demiryolu ağının bir bölümünün tasfiye ederek, karayolu ulaştırmasına dayalı bir sisteme devam edilmesini sağlamak
ya da özel sektör işletmelerinin kamu kaynaklarıyla desteklenerek emperyalist ülke şirketlerine yeni sömürü alanları açmak olduğu ortaya çıkmaktadır.

Her iki durumun da ülkemiz kalkınmasına ve bağımsızlığına hizmet etmeyeceği ortadadır.

  • Karayoluna dayalı bir ulaşım sistemi demek, dışarıya bağımlı petrol alımına devam etmektir; bu şekilde ülkemizin kaynakları boşa harcanarak,
    sömürülmesi sürdürülecektir.

Toplum, özelleştirmenin sonuçlarını çok iyi öğrenmiştir.

Dünyada bunun birçok örnekleri bulunmaktadır. Demiryollarının özelleştirilmesiyle yolcular daha yüksek ücretlerle hizmet alacak, hizmetin niteliği düşecektir, kimi hatlar kapatılacaktır ve daha da kötüsü güvenliğin gözardı edilmesi sonucunda kazalar artacaktır. Demiryollarının özelleştirilmesi aynı zamanda çalışanların iş güvencesizliği anlamına da gelmektedir.

– Türkiye için özellikle ulaşım hâlâ büyük bir sorun. Bu sorunun çözümü için
neler yapılmalı ve demiryolu ağının buradaki rolü denir?

Suay Karaman        : Türkiye Cumhuriyeti, büyük önderimiz Atatürk’ün ölümünden sonra yanlış yönetilmiştir. Özellikle sağ ve sığ iktidarların elinde, emperyalizmin oyuncağı olmuş ve her konuda bilimdışı uygulamalar yapılmıştır. İşte ulaşım da bunlardan biridir ve halen en önemli sorunlarımızdandır. Türkiye’de, öncelikle karayolu ile demiryolu arasında denge sağlamalıdır. Bugün ulaşımdaki %95 karayolu, %3 demiryoluarasındaki farkın, demiryolu lehine iyileştirilmesi gerekir. Bunun için yatırımların iyi planlanması, eldeki altyapının yenilenmesi, petrole dayalı yakıt kullanımından kaçınılması gerekmektedir. Gerçek bilimsel bir yaklaşımla, gerek kent içi, gerek kent dışı ulaşımı çözmek olanaklıdır. Ulusal tasarımlarla (projelerle),
yurtsever insanların önderliğinde bunların hepsini başarmak olanaklıdır.

Anımsamakta yarar var;

  • genç Türkiye Cumhuriyeti 6 Ekim 1926’da Kayseri’de
    Uçak Fabrikası kurmuştu
    .

1940’ta Akköprü ve 1944 yılında Etimesgut Uçak Fabrikaları kurularak, pek çok değişik uçaklar üretildi. Bunların bir bölümü başka ülkelere satıldı. 1961’de Eskişehir Demiryolu Fabrikası’nda Türk işçi ve mühendislerinin şeref anıtı olarak, 1915 beygir gücünde,
97 ton ağırlığında, saatte 70 km hız yapabilen
ilk Türk buharlı lokomotif olan ‘Karakurt’ üretilmişti. 1961 yılı Ekim ayında ise, yine Eskişehir Demiryolu Fabrikasında Türk işçi ve mühendislerin özverili çalışmaları sonucunda ‘Devrim’ adı verilen araba, 
ilk yerli otomobil olarak üretilmişti.

Türkiye gibi kalkınma sürecinde olan ülkelerde, ulaşımda öncelik otoyol ya da günümüzde moda olan bölünmüş yol (duble yol) yerine, kesinlikle demiryoluna verilmelidir.

Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk‘ün 1937’de TBMM‘yi açış konuşmasında da vurguladığı gibi; 

“Demiryolları, bir ülkeyi çağdaşlaşma ve refah ışığıyla aydınlatan kutsal  bir meşaledir.”

– Son olarak neler söylemek istersiniz?

Suay Karaman     : Türkiye’de toplam enerjinin %22’si ulaştırma sektöründe tüketilmektedir. Bunun %82’si karayoluna, %2’si demiryoluna, %2’si denizyoluna ve %14’ü havayoluna  aittir. Toplam enerjinin %82’sini tüketen karayolu ulaşımının taşımadaki payı %95 iken, toplam enerjinin %2’sini tüketen demiryolu ulaşımının taşımadaki payı %4 olmuştur. Türkiye’nin akaryakıtta dışa bağımlılık oranının %90 olduğu düşünüldüğünde, ciddi bir ulaşım politikası değişikliğinin zorunlu olduğu ortaya çıkmaktadır. Bugün sadece yük taşımacılığında demiryolunun payı %30’a çıkarılabilse, yaklaşık 10 milyon m3  petrol tasarrufu sağlanabilecek ve Türkiye ortalama  50 milyar dolarlık bir kayıptan kurtulabilecektir.

Ülkemizin öncelikli ulusal projeleri arasında bulunan Temelli – Beypazarı – Mudurnu – Akyazı geçkisi kullanılarak, Ankara – İstanbul arasında çift hat, 400 km elektrikli demiryolu yapılarak, bu iki kenti 75 dakikada gidilecek gerçek ve bilimsel bir yüksek hızlı tren projesi yer almalıdır. Yoksa siyasi iktidarın yaptığı gibi hızlandırılmış tren ya da yüksek hızlı tren adını verdiği, bilimsellikten uzak, göz boyayan projelerle emperyalizme olan bağımız artarak sürer Bu ise sürekli yoksulluk ve ekonomik kriz demektir.

Emperyalizmin oyuncağı olarak yönetilen bir ülkeden, ulusal projeler beklemek hayal olur. Emperyalizm sömüreceği için, ulusal sanayi, yerli üretim gibi isteklere karşıdır. Eğer ülkenin yöneticilerinde yurtseverlik yoksa, emperyalizmin kucağına oturarak, sürekli sömürülen, sürekli yoksullaşan ve gittikçe ulusal değerli bitirilen bir toplum olursunuz. İşte bunun için ulusal projeler çok önemlidir. 

Teşekkür ederim.

KAYNAKLAR

Karaman, S. , 2001. Yoldan Çıkan Yollarımız. Türkiye Sorunları, sayı: 41, Ekim 2001, Ankara.
Karaman, S. , Yılmazer, İ. , Bulut, C. , 2001. Ankara – İstanbul Arası Ulaşım Sorunları ve Çözüm Önerileri.Türkiye 3. Enerji Sempozyumu. Aralık 2001, Ankara.
Karaman, S. , 2004. Ulaşım PolitikasızlığıCumhuriyet Gazetesi 24 Temmuz 2004, İstanbul.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD), 2013.
İstatistik Yıllığı,  2008 – 2012 . TCDD Matbaası, Ankara.
İnternet Erişimi:
http://www.tcdd.gov.tr/home/detail/?id=266
http://www.tcdd.gov.tr/Upload/Files/ContentFiles/2010/istatistik/20082012yillik.pdf
http://usiad.net/dergi/65.Sayi/Bildiren_Sayi_65.pdf

Ergenekon Kararlarının Düşündürdükleri

Dostlar,

Türkiye ERGENEKON davası kararlarını konuşuyor..
Konuşmalı da..
Tarihin en büyük tertiplerindendir bu olay.
Doğallıkla kimileri de hemen gündem değişikliğine abanmışlardır.
Vargüçleriyle, Mısır’ın devrik şeriatçı lideri Mursi‘yi savunarak O’nu mağdur göstermeye çabalayarak.. %52 ile geldiğini savayarak.. Oysa Mısır halkının
o seçime katılımı % 51-52 oranındaydı ve bu oyların %51’ini aldı Mursi. Yani
tüm seçmenlerin oylarının 1/4’ü ile seçildi. Rakibi ise kıl payı farkla %49 almıştı.

RT Erdoğan‘ın bir derdi gündem değiştirmek, bir derdi tabanındaki ve
Saadet Partisi tabanındaki fanatik seçmenlere göz kırpmak ve bir derdi de
“darbe” edebiyatıyla Ergenekon davasının kabul edilemez ağır ve haksız – hukuksuz cezalarını meşrulaştırmaya çabalamak..

Erdoğanın derdi çok.. Dışavurmamaya çalışsa da korkusu da..

Sayın Öymen, aşağıya aldığımız yazısında bu Ergenekon davası cezalarının
kabul edilemez ağırlığı karşısında bir başka boyutu gündeme taşımakta.
O da eldeki mevzuatın ağır ve yersiz biçimde geniş terör suçları tanımı.

Öymen, ivedilikle bir mevzuat düzenlemesi önermekte.
Ancak bu düzenleme dolaylı olarak Öcalan’a af doğurabilir mi??
Düzenlemenin “İvedilikle” yapılmasını istemek ve Anayasa değişikliklerinden
daha öncelikli olmasını savlamak, muhalefeti göreve çağırmak, doğrudan değilse bile dolaylı yoldan hızlı bir “af” önermek – istemek kodlarını mı taşıyor??

  • Türkiye, 40 katır mı / satır mı eğik düzlemine sürüklenmiştir..

Eski Yargıtay Başkanı Ceza Hukuku Uzmanı Prof. Sami Selçuk da “af” tan
söz etmekte ve bunu “tek yol” olarak belirtmektedir. Dahası, ilginç bir metaforla, insan aklının, milyon sayfayı bulan dava dosyasını çözecek kapasitede olmadığını
ya da bu karmaşa boyutuna taşındığını vurgulamaktadır.

Nereden nereye…

Öcalan 1999’da Ecevit hükümetine ABD tarafından derdest edilerek paketlenip verilirken, idam edilmemesi koşulu dayatılmıştı.
Türkiye ceza yasasından idamı kaldırdı.

Kenan Evren
hazretlerinin
yaşı büyütülerek asılan 17 yaşındaki Erdal Eren için
söylediği sözler çağrıştı beleğimizde :

* Asmayıp besleyelim mi??

Evet…

  • Öcalan asılmayıp beslendi ve Türkiye günümüz dilemmasına bulandı.

Bir de AKP iktidarının PKK – BDP ile açık gizli görüşmelerinde, Oslo Uzlaşmasında bu “Öcalan’a af” konusu temel maddelerden biri..

  • Erdoğan yaşamının kumarını oynamakta.. 

Kendisi için de AKP için de..
Geçelim bu anlaşılmaz yapışık hilkat garibesini, Türkiye’yi de ateşe sürüklüyor..

1 Mart 2003 Tezkeresi’nde olduğu gibi, AKP içinde yurtsever milletvekillerinin
ve tabanın geç kalmaması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile.
Tokat, 9.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

Ergenekon Kararlarının Düşündürdükleri

portresi2
Onur ÖYMEN

Ergenekon davasının sonucunda alınan kararlar
birçok bakımdan üzücü ve düşündürüdür.

 

Ergenekon davasında verilen cezalar Türk Hukuk sisteminin, özellikle
terörle mücadele alanındaki yasaların çağdaş demokratik ülkelerin yasalarını ve
Birleşmiş Milletler kararlarını dikkate alarak yeniden düzenlenmesini zorunlu kılıyor.

Örneğin İngiltere ve bütün Commonwealth ülkeleri için terörle mücadele konusunda hazırlanan örnek yasayla karşılaştırıldığı zaman bizim terörle mücadele yasamızın terörün tarifini çok geniş kapsamlı yaptığı, doğrudan terör faaliyeti içinde sayılamayacak hususları da bu yasanın kapsamı içine aldığı görülüyor.

2006 tarihli Terörle Mücadele Yasası‘nda Ceza Kanunu’nun 10 ayrı maddesinde yer alan suçların terör suçu sayılabileceği belirtildikten sonra 50 ayrı maddede
yer alan suçların da “bir terör örgütü tarafından işlenmesi” halinde bunların da
terör suçu sayılacağı kaydediliyor. Yani fiilen terör suçu kapsamına alınamayacak bir eylem bulmak zordur.

İşin tuhaf tarafı şu ki, terörle doğrudan bağlantılı olmayan bazı suçları bile terör kapsamına alan bu yasanın 6. maddesinin Hükümet tarafından Meclis’e sunulan
ilk şeklinde, bir terör örgütü kurucusunun bir keze özgü olmak üzere pişmanlık yasasından yararlanabileceği belirtiliyordu. Muhalefetin, iktidarın esas amacının Öcalan’ın affedilmesini sağlamak olduğunu söylemesi üzerine
Hükümet bu maddeyi geri çekmişti.

Yani iktidar bir yandan en ilgisiz suçları bile terör kapsamına alırken,
terör suçunu filen işlemiş bir örgütün kurucusunu affetmeye hazırlanıyordu.

Öbür ülkelerin bu davalarda ilgili tutumu da dikkat çekicidir. Özellikle Avrupa Parlamentosu, kimi usul yanlışlarını eleştirmekle birlikte Ergenekon davasında Hükümeti teşvik edici bir tavır sergilemiştir. Acaba neden? Bence bunun nedeni Kıbrıs, Kürt sorunu, Ermenistan’la anlaşma, Orta Doğu meseleleri ve Afganistan gibi konularda hükümete kabul ettirdikleri bazı çözümlerin Türkiye’deki bazı kuruluşlar, bu arada basın, üniversiteler, muhalefet ve silahlı kuvvetler tarafından itirazla karşılanmasından duyulan rahatsızlıktır. O bakımdan bu kurum ve kuruluşlar mümkün olduğu kadar etkisiz hale getirilmelidir ve Türkiye dikensiz bir gül bahçesine dönüştürülmelidir. İstedikleri buydu ve Türkiye’de son zamanlarda yaşananlar yabancıların bu beklentilerinin büyük ölçüde yaşama geçirilmekte olduğunu göstermektedir.

Şimdi muhalefete düşen görev, Türkiye’nin yabancı müdahalelerden uzak, gerçek bir demokrasi haline getirilmesi için kapsamlı bir reform sürecine sokulmasıdır. Bence bu, Anayasa değişikliğinden daha önemlidir çünkü gerek bu davalarda alınan kararların gerek basın ve muhalefet üzerinde uygulanan baskıların sorumlusu anayasa değildir.

Bu nedenle, salt mahkemelere yönelik eleştiriler bence yeterli değildir.
Çünkü sorunun özü iktidarın siyasal tercihleri doğrultusunda oluşturulan
yasal düzendir. Bu düzenin değiştirilmesi muhalefetin öncelikli hedefi olmalıdır.

Gözümüz Kulağımız Silivri’de..?


Dostlar
,

Silivri’ye bu kez gidemiyoruz ama aklımız fikrimiz orada..

Şu anda pek çok yurtsever yollarda..

Artık apaçık demokrasi ve hukuk dışında olan siyasal iktidar ise,
ne yapıp edip bu halk direnişini engellemek için suç uydurma çabasında.

Düzeltilecek neresi var ki??

Yine de birkaç soru soralım:

1. Bu önemli “yargılama” (!?) neden İstanbul Adliyesinde değil??
Neden İstanbul’a 100 km uzakta bir yerde ve üstelik hapishane binaları arasında??
Mahkeme neden taşınıp duruyor??

2. Duruşma salonu neden 350 kişilik? Yüzlerce “Sanık” (!?) ile avukatlarını bile alacak        durumda değil?? Bu önemli dava neden daha büyük bir salonda yapılmaz 5-6 yıldır?

3. Duruşmalar neden en azından kapalı devre TV yayını ile bina fauayesinde
izlenemez?

4.İddianamenin ve kanıtların, yargılama sürecinin yüzlerce kez sakatlanmasına karşılık     neden karar duruşmasına hiç izleyici alınmaz?
Halk adına adil karar verilecekse bu anormal korku nedendir?

5. Bu karar duruşmaya yakın günlerde güvenlik güçlerine bildirilir ve pekiştirilmiş
emniyet önlemleri istenir? Güvenliğin tahkimine yargı heyeti neden gerek duyar?
Verecekleri karar adil olacak ise nedir bu telaş?

6. Yurttaşların vicdanını kanatan bu sözde yargılamaya tepki vermek insanların
demokratik hakkı değil midir? Bu nasıl engellenebilr??

7. Mahkeme kararı “Türk Milleti Adına” diye başlamayacak mıdır??
Milleti duruşma salonundan dışlayarak çok ağır cezaları yağdırmak,
heyeti aklamaya ya da kararlarını meşrulaştırmaya yetecek midir??

********

Uzatmayalım;

  • Dijital ortamda hazırlanan sahte kanıtlar,
  • imzasız ihbar mektupları,
  • adi suçlulardan oluşan gizli tanıklar,
  • zorlama yorum ve varsayımlara dayalı suçlamalar;
  • kötü yazılmış, Türkçesi bozuk, imla hatalarıyla dolu bir siyasal polemik metninden ibaret olan iddianame ile

dava 5-6 yılda ancak karar aşamasına gelebildi.

  • Sanıkların gösterdiği tanıkların neredeyse hiçbiri dinlenmedi,
  • deliller değerlendirilmedi,
  • savunma hakkı kısıtlandı.

Evet, bu dava 5 Ağustos’ta (2013) sonuçlanacak.
Ama yalnızca kağıt üstünde..
Tarihin ve halkın vicdanında ise karar sahipleri mahkum olacak gerçekte.
Zaman içinde de, dileriz en kısa sürede bu yargı faciasının yaraları sarılacaktır.

Türk halkı bu acı ilacı sürgit yutmayacak, kendisine kurulan komploya
boyun eğmeyecektir.

Yarın, 5 Ağustos 2013 günü, güvenlik güçlerinin tek bir yurttaşın burnunu bile kanatmamasını diliyoruz.

  • Güvenlik güçleri yurttaşlarına hukuksuzluk, zorbalık yapmaz.

Silahsız, şiddetsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü Anayasa md. 34’te düzenlenen uluslararası antlaşmalarda da onanan bir haktır.

RT Erdoğan güvenlik güçlerine yurttaşlara zulüm değil, anayasal haklarını kullanırken güvenliklerinin sağlanması buyruğu vermelidir. Demokratik hukuk devletinin gereği budur.

Yoksa, kendisinin deyimi ile “24 saat küfredilen bir başbakan”ın var olduğu bir ülkenin despotik değil demokratik olduğu çıkarsaması, karinesi öylesine kerameti kendinden menkul duruma gelir ki, söyleyen de inanmaya başlar ve böylesi bir durumda yapılması gereken biricik eylemin derhal İSTİFA olduğu, bilincin kuytuluklarında hoyratça bastırılır.

Sevgi ve saygı ile.
Asos, Çanakkale, 4.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net