Etiket arşivi: “Sened-i İttifak”

Türk Ulusu Yüz Üç Yıl Sonra “Egemenlik” Sınavında!

Doç. Dr. İhsan Tayhani
Emekli Öğretim Üyesi

Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmaya gücü yetecek kadar kuvvetli zorbalar, artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Millî egemenlik öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir; taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş kurumlar, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.” 
                                                Gazi Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1924 / Dumlupınar

Demokrasi tarihimizde “egemenliğin paylaşımı”na ilişkin ilk adımın, 18’nci yüzyılın sonlarında Sultan IV. Mustafa ve Yeniçeri Ocağı arasında yapılan ve Sultanın gücünü şeriattan da aldığı “Şer-i Hüccet (Şer-i Sözleşme)” ile atıldığı söylenebilir.

İzleyen yüz yıllık süreçte ise Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı, Islahat Hareketleri, parlamenter yaşamı getiren 1. Meşrutiyet ve Kanun-u Esasi ve sonunda tepede yine bir monarkın yerini koruduğu 2. Meşrutiyet gibi ulusal egemenlik yolunda tortu niteliğindeki kimi girişim ve uygulamalar vardır. Türk ulusu egemenliğini, –“Şer-i Hüccet” başlangıç noktası olarak alınacak olursa– ancak yüz on üç yıllık bir çabadan sonra, 23 Nisan 1920‘de tam olarak eline alabilmiştir. Büyük Atatürk’ün nitelemesiyle 23 Nisan günü, Türkiye ulusal tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır.

Ankara’nın bozkırında 23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi‘nin insan yapısının türdeş olmamasına karşın, Mustafa Kemal Paşa onları bir hedefe kilitleyebilmişti. Söz konusu Meclis, tam anlamıyla bir “namuslular cephesi” idi. Bu nedenledir ki onlar, hem egemenliğin kaynağını gök yüzünden indirerek milletin kendi eline almasını sağlamış hem de bedeller ödeyerek ülkeyi emperyalistlerin acımasız işgalinden kurtarmışlardı.

Kuruluş aşamasındaki olağanüstü tarihsel koşulları göz ardı etmeksizin, çok partili yaşama geçişle (1946) birlikte yer yer kimi değişiklikler yapılmış olsa da, uygulamada kalan “siyasal parti yasaları” ve “seçim yasaları” yüzünden Ulusun dört dörtlük bir egemenlik kullanımı olduğu elbette söylenemez. Demokrasiyi bir trene benzetip, istedikleri durakta inebileceklerini söylemiş olan ve yirmi yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarı ise 2017’de gerçekleştirdiği ve siyasal yazında (literatürde) tanımı olmayan bir yönetsel sistem değişikliği ile bugün –ne yazık ki– ulusal istencin (iradenin) kusursuz olarak Meclise yansıması özlemini bile ortadan kaldırmış bulunuyor.

  • Ayrıca “Güçler  Ayrılığı İlkesi” de işlevsiz kılındığı için, Türk ulusunun egemenliği tek bir adamın ellerinde tutsak edilmiş, bu durum da şimdiye değin sayısız kahredici toplumsal ve siyasal yıkımlara yol açmış bulunuyor ve açmayı da sürdürüyor!
  • Türk ulusu, 14 Mayıs 2023‘te yaşamsal önemde bir egemenlik sınavı verecektir!

103 yıl önce helal süt emmiş bir Kemal, BMM’yi açarak egemenliği, sultan olarak anılan bir monarktan alıp halkın eline veren büyük devrimi gerçekleştirmişti.

103 yıl sonra bugün, yine helal süt emmiş başka bir Kemal de ilmik ilmik örerek yeni bir siyasal “namuslular cephesi” oluşturmayı başarmış ve acınası (dramatik) biçimde tek bir adamın eline geçmiş olan Türk ulusunun egemenliğini, yeniden halkın eline vermenin demokratik uğraşı ve eylemi içine girmek zorunda kalmıştır.

Bu nedenle 14 Mayıs 2023 seçimleri bir halk oylaması (referandum) niteliğindedir. Türk halkı, ya 103 yıl önce Mustafa Kemal Atatürk sayesinde elde ettiği büyük kazanımına yeniden kavuşacak ve laik – demokratik cumhuriyeti daha da geliştirip yüceltecek ya da giderek koyulaşan baskıcı  ve dinci (despotik ve teokratik) bir yapının, güdülen zavallı kul sürüsü durumuna düşecektir.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 103. yıldönümünde, yaşamsal önemdeki bu muhasebe mutlaka yapılmalıdır.

İçi boşaltılan, özünden koparılan bugünkü 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı da bayramdan yirmi bir gün sonra 15 Mayıs’ta (2023), yeniden daha büyük bir coşku ile kutlanmalıdır. Atatürk Cumhuriyeti’ne ve Türk halkına yakışan bu olacaktır!

Türkçe’nin yılmaz savaşçısı

Av. Celal ÜLGEN

12 Mayıs 2022, Cumhuriyet

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

 

Cumhuriyet gazetesinin ve Türk Dil Kurumu‘nun asırlık çınarı Sami Karaören denince ilk akla gelen Türk yazınıdır. Öykü, şiir ve yazının her dalında yetkin kişiliği ile seçici kurul üyeliği yapmış, Cumhuriyet gazetesinin yıllarca Olaylar ve Görüşler köşesini yönetmiş bir bilge gelir aklımıza.

Hocam, ustam ve üstadım, Türk yazınının soy ağacı Sami Karaören, Başta Cahit Külebi ve Fazıl Hüsnü Dağlarca olmak üzere şiirlerin öyküsünü bilen şairinden daha iyi şiir okuyan bir ustaydı. Ne uzun dostluğumuz olmuştu.

O zaman öğrendim ki Sami Karaören binlerce şiirden oluşan bir bilgi dağarcığına sahip. Hangi şairden söz ediyorsak o şairden onlarca şiiri ezbere biliyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Behçet Kemal Çağlar, Ahmet Muhip Dıranas, Nâzım Hikmet, Verlaine Arthur Rimbaud ve Baudelaire

Sami Ağabey Antalya Lisesi’nden Cahit Külebi’nin öğrencisiydi. Cahit Külebi Antalya Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptığı sırada Cahit Nazmi takma adıyla şiirlerini yayımlıyordu. Bunu ilk keşfedenlerden biri Sami Ağabey olmuş ve bu nedenle de öğretmen öğrenci ilişkisinden çok iki arkadaş gibi bir iletişime geçmişlerdi.

Zamanla bu ilişkinin değişim gösterdiğini ve Cahit Külebi’nin öğrenci, Sami Karaören’in ise öğretmen gibi bir ilişki içine girildiğine tanık olanlardan biriyim. Külebi’nin son on yılında sık sık buluşmalar gerçekleştirmiş ve Karaören ile ilişkilerini daha yakından gözlemleme fırsatı bulmuştum.

TÜRK ŞİİRİ ÖKSÜZ KALDI

Yaptığı birçok şeyin doğru olduğuna emin değilse, bunu Sami Karaören bilsin istemezdi. “Aman Sami duymasın” diye anlatırdı. Birçok şeyi Sami Ağabey’e sorduktan sonra yerine getirirdi. Sağlığında Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın da hukuk fakültesinden Hocam Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun da ona karşı duydukları büyük saygı ve sevgiyi yakından bilirdim.

Her haftanın son günü Vedat Günyol’un evinde Başaran (AS: Mehmet) ve Sami Ağabeyle buluşur ve dörtlü bir sohbete girişirdik. Zaman zaman konuklarımız da olurdu. Herkes o hafta yazdığı yazılarını, şiirlerini okur ve üzerinde değerlendirme yapardık. Tam bir okul gibiydi.

Atatürk’ün Türkçe’yi sadeleştirme politikasına uygun yazılar yazardı.

  • Türkçe’nin yılmaz savaşçılarından biriydi.

Bu nedenle Cumhuriyet gazetesi 2. sayfada yayınlanan yazıların öz Türkçe olmasına özen gösterirdi. Cumhuriyet’in Dil Devrimi’ne yaptığı katkıların büyüklüğünden ve öneminden söz ederdi.

Atatürk devrim ve ilkelerine bağlı, aydın bir kişilik olması dolayısıyla kimi çevrelerce komünistlikle suçlandığı da olmuştu.

Biz O’nu ve sohbetini yitirdik ama Türk şiiri öksüz kaldı…
==============================================

Dostlar,

Üstteki dizeleri yazan yetkin ve saygın hukukçu Av. Celal Ülgen, kadim dostumuzdur.
ADD Edirne Şubesi Başkanı ve ardından ADD Genel Merkez Yöneticisi olduğumuz yıllarda (1996…..) tanışmıştık Tuzla ADD Şubemizin Aydınlanma etkinliklerinde. Şube yönetiminde merhum Şemsettin Orhan, Başkan Naci Aydın.. Sn. Ülgen ile bizi aynı etkinliklerde konuşmacı olarak buluştururdu. Hatta bir kezinde Ümraniye Cezaevinde tutuklu ve hükümlülere temel sağlık bilgileri ve sağlık hakları odaklı ortak eğitim vermiştik.
***
Merhum Karaören ile dostluğumuz daha da eski.. 1990 başlarında Edirne – Kırklareli Tabip Odası yöneticisi iken, bir 14 Mart etkinliğinde konuğumuz olmuştu Sami bey, Cahit Külebi ve Öner Yağcı. Yalnız sonki yaşamda bereket. Gündüz açıkoturum, akşam yemek ve sabah evimizde kahvaltıda idiler.

Sami bey, öğretmeni ve sonra dostu Külebi’nin “Kamyonlar kavun getirirdi..” şiirini çok içten ve ustalıkla okurdu, Külebi bile hayranlıkla izlerdi. Son derece alçakgönüllü idiler.

Ardından Necati Cumalı’yı da konuk etmiştik. Türk edebiyatına ve emekçilerine saygı duyuyorduk Edirne – Kırklareli Tabip Odası olarak. Merhum Cumalı, o toplantıda, kendisinin şiirlerinden okumalar yaptıktan sonra, amatör bir şair arkadaşımızın kendi şiirini seslendirme dileğini öfkelenerek geri çevirmişti. N. Cumalı’dan sonra söz söylenemezdi O’na göre..
***
Karaören ile çok dost olduk. Cumhuriyet‘in 2. sayfasında yazmamız için bizi yüreklendirdi ve yazdık. Yazılarımızı o zamanlar faks ile yolluyorduk. Hızla 2. sayfada yer veriyordu, onca bekleyen yazıya karşın. İstanbul’a gittiğimizde Cağaloğlu’ndaki o ilk ve eski binada üstte, çatı katındaki minik odasında ziyaret ederdik kendisini. O güleç yüzü ve ışıl ışıl parlayan kocaman gözleri ile bizi sevgi ile ve sıcacık karşılardı. Oğlu Mehmet bey ile aynı yaşta idik. Edirne’nin çifte kavrulmuş fıstıklı lokumu ve ezmesini ne çok severdi..

****
Gırtlak kanserine yakalandı.. operasyon sonrası ses kalitesi epey bozuldu.
Eşi Mehçure hanımı yitirdi.
Oğlu, Mimarlık Doçenti Mehmet bey, benzersiz bir özveri ile babasına yıllarca baktı. Bir mide sondası ile sıvı besinlerle O’nu özen ve sabırla besledi.
Birkaç ay önce Mehmet bey ile telefonla görüştük.. Babası Sami beye cep telefonu aracılığıyla selam – saygı yolladım. Gülümseyerek el salladı adeta..
Mehmet bey, “.. bizden çok gökyüzüne yakın duruyor…” dedi; duygulandık, hüzünlendik.
***
Fethiyeli idi… 1924 doğumlu bir Cumhuriyet çınarı idi.
İstanbul Üniv. Edebiyat Fak. mezunu idi..
2006’da ADD Genel Başkanlığına aday olduğumuzda, tıpkı Av. Celal Ülgen gibi, ADD kurucularından ve Genel Başkanlarından Av. Arif Çavdar büyüğümüz… gibi elinden geleni yapmıştı..
***
Cumhuriyet‘in 2. sayfası neredeyse 32 yıl O’ndan soruldu. Çünkü “Devlet” o sayfayı mutlaka okurdu. Bir insanın orada yazısının yayınlanması, Üstad Sami Karaören’den onay alması övünç konusu idi. Günümüzde de bu sayfa çok değerli ve önemli.

Kurucu Yunus Nadi’nin ardından Nadir Nadi’den sonra 2. kuşak Cumhuriyet’çi idiler İlhan Selçuk ile.

  • Katıksız ve ödünsüz bir Cumhuriyet ve Atatürk sevdalısı, Aydınlanmacı idi!

***
Cumhuriyet’in en azından yüz yıllık, daha geriye gitmek gerekirse 1808’lerde başlayan özgürlük – demokrasi aranışlarının (Sened-i İttifak) bu topraklarda 200 yılı aşan bir tarihsel ardalanı var. Ne var ki tarih ütülü, düz, ipek kumaş değil! Engebeli bir arazi gibi. Şimdilerde 20 yıldır uğursuz bir AKP karşıdevrim süreci ile boğuşmaktayız. Hiç kuşku yok bu ayraç / fetret dönemi de kapanacak ve Türkiye, Anadolu Aydınlanmasını sürdürecek, evrensel demokratik değerlerle yönetilen bir ulus ve ülke kimliğini er ya da geç ve de mut – la – ka yakalayacaktır.

  • Gericiler salt parazit oluyor ve insanın insanlaşmasını = AYDINLANMAYI geciktiriyorlar aziiiz Sami Karaören…

Bu Devrim tamamlanacak; katkılarınız, öğrettikleriniz, savaşımınız çok değerliydi, tuğla üstüne tuğlaydı, değerini bilecek ve “kavga“yı daha da yükselteceğiz..

Sizi evrene iade ettik, hepsi bu; nöbet ve “kavga” sürüyor, sürecek….

Sevgi ve saygı ile. 15 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    
 

 

Işık Kansu : Salak mıyız biz?

Salak mıyız biz?

Işık Kansu
Cumhuriyet, 15.04.2017

Öyle mi? Olabilir bir şey mi bu?
Akla mantığa, tarihin akışına, insanlığın ve yurttaşlığımızın ulaştığı evreye uyar mı?
Kul muyuz, köle miyiz biz?  Daha da ötesi sıfır numara salak mıyız?
Değiliz, olmayacağız. Olmadığımızı, olmayacağımızı yarın sandık başında göstereceğiz.
*****
İzin yok
Bu halk: Namık Kemal’in, Tevfik Fikret’in şiirleri ile beslenen; mersiyeler yazan, Verlaine’den şiir çevirileri yapan…
Jean-Jacques Rousseau’dan Max Beer’e; Balzac’tan Maupassant’a, Ahmet Vefik Paşa’dan Evliya Çelebi’ye birçok yazarın yapıtını okuyan… Gazeteler, kitaplar çıkaran…
Büyük Taarruz’dan yalnızca birkaç gün önce Akşehir’de Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanını bitiren… Ömrü boyunca elinden geçen kitapların sayısı 3
997’ye varan…
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in;
Topu topu iki şairin şiirlerini döne döne konuşmalarının arasına sıkıştıran,
üniversite diplomasının varlığı bile tartışmalı bir kişinin bencilliği yüzünden yıkılmasına
izin vermeyecektir.
*****
Afganistan’a doğru
Eğitim-İş’in, basında her nedense pek ilgi görmeyen Milli Eğitim Bakanlığı istatistiklerine dayanarak yaptığı araştırma, laik-bilimsel eğitimden epey uzaklaştığımızı ortaya koyuyor :
=======================================================
– 2012-2013 eğitim – öğretim yılında 1.099 olan imam hatip ortaokulu sayısı geçen yıl 1961’e, bu yıl 2777’ye;
– 708 olan imam hatip lisesi sayısı ise geçen yıl 1149’a bu yıl ise 1408’e çıkmış.
– İmam hatip lisesi öğrenci sayısı 634 bin 406,
– imam hatip ortaokulu öğrenci sayısı ise 657 bin 20 olmuş.
– AKP iktidara geldiğinde 71 bin 100 olan imam hatip öğrencisi 1 milyon 291 bin 426’ya yükselmiş.
=======================================================
TÜRGEV’ci Bilal Erdoğan’ın “5 yılda 1 milyon imam hatipli” hedefi vardı ya…
İşte ona bir yılda ulaşma başarısını göstermişiz!
Bir önemli saptama daha: 2013-14 eğitim-öğretim yılında okullaşma oranı ilkokullarda %99.57 iken, bu yıl bu oran %98.13’e düşmüş.
Daha da önemlisi; 2013-14 eğitim-öğretim yılında %99.61 olarak gerçekleşen kız çocuklarının okullaşma oranı ise geçen yıl %98.90’a, bu yıl ise %98.19’a gerilemiş.

  • “Evet”lendiler mi de, Taliban Afganistan’ına döneri artık.
    *****
    TEMA gönüllüler arıyor

TEMA Vakfı, başta topraklarımız olmak üzere doğal varlıklarımızı koruma savaşımında
gönüllü olacak Ankaralı ilçe ve mahalle sorumluları arıyor. İstekliler, vakfın İç Anadolu
Bölge Koordinatörü Elif Özcan Güneri’nin elif.ozcan@tema.org.tr elektronik posta adresine
21 Nisan’a değin başvurabilirler.
=====================================

Evvvet… değerli Işık Kansu… Cumhuriyetimizin erken dönem efsane çocuk hekimi
Dr. Ceyhun Atıf Kansu‘nun hatırlı emaneti.. Ne hoş yazılar yazıyorsunuz siz Cumhuriyet’te!

Elbette salak değiliz ve bu gün, 16 Nisan 2017 günü Ulusumuzun sağduyulu çoooook
büyük bir bölümü, kendisine kurulan ANAYASA TUZAĞI‘na net olarak “HAYIR” diyecek.. Bu sonuç, hepimiz için “hayırlı” olacak.. Erdoğan ve AKP başta olmak üzere..
Çünkü gerçekten çooook yanlış ve ülkemiz için çoook zararlı, bize yakışmayan bir despotizme sürükleyebilir bu anayasa değişlikliği.. Bunca yetkiyle yoldan çıkmayacak insan olamaz!

Ne yazık ki kökü dışarıda, ülkemizde yazanı belirsiz bu 18 maddenin!.. Yurt dışında yazıldı!
Ve ne yazık ki Erdoğan’ın 17-25 Aralık yolsuzluğu başta olma üzere oğlunun, kendisinin,
kimi AKP’lilerin bulaştığı yasa dışı işler nedeniyle kendisini tüketmek (tasfiye etmek) üzere baskı – şantaj – tehdit ile önüne kondu.. Erdoğan tutsak alındı bir bakıma.. (Bu konuyu sitemizde daha önce yazmıştık, tıklayarak okuyabilirsiniz :
SARAYDA TUTSAK ERDOĞAN’a YARDIM ETMELİ..)

Dolayısıyla Erdoğan direnemedi ve yaşamının en ağır çaresizliği – ikilemi içinde bu diktatörlük anayasasını halka sundu.

  • Anaysa değişikliği onay alırsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan çok daha tehlikeli biçimlerde kullanılacak; ATEŞE ATILACAK kendisi de ülkemiz de!
  • İnanınız Erdoğan’ın bile gizli oylamada “HAYIR” vermesi çoooook olası.
  • Başbakan Binali beyin de, pek çok Bakan ve AKP milletvekilinin de “HAYIR” demesi
    çok makul..
    Nitekim 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “hayır” oyunu açıkça belli etti, Erdoğan’ın Kayseri mitingine çağrısına uymadı.. Önceki Başbakan A. Davutoğlu da Konya mitinginde “evet” oyu istemedi. Halkın seçimi ne olursa saygı duyacağını söyledi..

Uluslararası politik deyimle -ne yazık ki- artık Erdoğan “Lame duck” (topal ördek) tır..

  • Halkımız, aklıbaşında AKP’liler de dahil, bu çıkmazdan ülkemizi “HAYIR” oylarıyla çıkaracak!

    Raydan çıkarılmış Türkiye yönetimi böylelikle yoluna konabilecek, normalleşebilecek..
    Buna çoook gereksinimimiz var.. Sorunlarımız öylesine çok ve öylesine ağır ki..
    Asla TEK ADAM ile değil, ancak güçlü bir TBMM ile başedebiliriz bu ağır kuşatmayla..

Sevgi ve saygı ile. 16 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Cumhurbaşkanı Erdoğan Ateşle oynuyor

Ateşle oynuyor

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa Birliği ile gerilimi her geçen gün artırıyor. Neden böyle davranıyor? İki sebebi var. Birincisi, 16 Nisan’da yapılacak referandumda ‘evet’ oylarının %52’nin üzerinde çıkmasını istiyor. Amacı Cumhurbaşkanı seçilirken aldığı oy oranını geçmek. Böylece hem meşruiyet zeminini ikame etmiş olacak hem de uygulayacağı antidemokratik politikalara itiraz edenlere “Millet arkamda” mesajı verecek.

İkincisi, 16 Nisan’dan istediği sonucu alsa da almasa da normal hukuk düzenine dönmenin kendisi ve AKP için ağır bir bedeli olacağının farkında. Bu yüzden kendisine kimsenin kolay kolay muhalefet edemeyeceği bir dikta rejimi kurmak istiyor. Nasıl olacak bu peki?

Tabii ki demokrasiyi katlederek… Hukuk düzenini yıkarak…
İfade hürriyetini ortadan kaldırarak… Mülkiyet hakkını ilga ederek…
Serbest piyasa ekonomisini mezara gömerek… Özetle…
Avrupa Birliği normlarından kurtulmayı planlıyor.

HİLAL-HAÇ KAVGASI UZUN VADELİ STRATEJİ

Almanya ve Hollanda üzerinden başlattığı Hilal-Haç kavgası görüntüsü kısa vadeli bir strateji değil yani. 16 Nisan’dan sonra da bu gerilimi sürdürme niyetinde. Çünkü başka bir çıkış yolu kalmadığını Erdoğan da çok iyi biliyor. Kafasındaki yol haritası aşağı yukarı belli. 15 yıldır Türkiye’de uygulayıp karşılığını fazlasıyla aldığı ‘kutuplaştırma’ siyasetini uluslararası arenaya taşımak istiyor. Hesabı şu:

1) Avrupa’ya karşı 1. Dünya Savaşından bu yana başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinde birikmiş bir öfke var. Bu intikam duygusunu harekete geçirmeyi planlıyor. Pazar günü İstanbul’da yaptığı konuşmada bu stratejinin izleri açıkça görülüyordu. Dedi ki Erdoğan…

-Camilerimizin duvarına gamalı haç işaretlerini koyan siz değil misiniz?
-Camilerimizi yakıp yıkmadınız mı?
Faşistsiniz faşist

Şüphesiz bu cümlelerin toplumsal hafızada bir karşılığı olduğunu biliyor ve ona göre konuşuyor.

İPİ ÖNCE KİM KOPARACAK?

2) ABD ve Avrupa ülkeleri ile Türkiye’nin ‘demokrasi’ ortak paydasında buluşmasını imkânsız hale getirmek istiyor. Rusya ile yakınlaşma da Avrupa değerlerinden uzaklaşma da bu stratejinin bir parçası. Ne yapıyor?

  1. A) Almanya Başbakanı uyardığı halde inatla Nazi suçlaması yöneltiyor.
    “Siz bana diktatör dediğiniz sürece ben de size Faşist, Nazi demeye devam edeceğim.” diyor.
    Buradaki amaç ipleri önce Batı’nın koparmasını sağlamak.
  1. B) Avrupa bu oyuna gelmediği takdirde ilişkileri bizzat kendi bitirmek istiyor.
    Bu konuda yola döşediği en büyük taş idam cezası ile ilgili. Avrupa Birliği “İdam kırmızı çizgimiz” dediği için bu kozu çok iyi kullanıyor. Hemen her konuşmasında buna değiniyor.
    İdam cezası ile ilgili yasa teklifi önüne geldiğinde onaylayacağını söylüyor.
  1. C) Bir de sık sık Avrupa’nın 54 yıldır Türkiye’yi üye yapmayıp kapıda beklettiği vurgusunu yapıyor. İngiltere’nin halk oylamasıyla AB’den ayrılmasını gündeme getirip Türkiye’nin de benzer bir yola girebileceğini dile getiriyor. Geçen hafta, AB ile sürdürülen müzakerelerin devam edip etmeyeceğini referanduma götürebiliriz demesi de bu hesabın bir parçası yani…

AYASOFYA’DA CUMA NAMAZI

3) Müslümanlara, Batı’ya karşı emperyalizme karşı tek başına cihat ettiği mesajı veriyor.
Avrupa ile kavga eden lider profilinin, Müslümanların şuuraltı müktesebatını harekete geçireceğinin farkında. Hilafet ve halife kavramlarının tartışılmaya açılması…
Bir futbol takımına Osmanlıspor adı verilmesi… Osmanlı Ocakları’nın kurulması…
Padişah torunu olduğunu iddia eden bir hanımefendinin sürekli ekranlarda boy göstermesi…
Diriliş adıyla bir dizi filmin devlet televizyonunda yayınlanması…
Bütün bunlar yedi düvele karşı mücadele edildiği algısına hizmet ediyor.

Son günlerde “Cumhurbaşkanı Erdoğan, referandumdan iki gün önce (14 Nisan) Ayasofya Camii’nde cuma namazı kılacak” şeklinde dedikoduların yayılmasının bir sebebi de bu zaten. Ümmeti emperyalizmin zulmünden kurtaran lider rolünü oynamak. Peki, bu hesap tutar mı?
Biraz zor. Çünkü Erdoğan’ın karşısında strateji üretemeyen Kılıçdaroğlu ve Bahçeli yok.
ABD ve AB kurmaylarının tepkileri de Erdoğan’ın oyun planını fark ettiklerini gösteriyor.
Ayrıca Avrupa kamuoyu da 15 yıldır Erdoğan ve AKP’ye destek veren kitle gibi algı operasyonlarıyla kolayca yönlendirilecek bir kitle değil.
Bu yüzden Erdoğan’ın bu son oyunu ters tepebilir.

200 YILLIK BİRİKİM

Neden? Çünkü Türkiye sıradan bir ülke değil… Osmanlı’nın son döneminde Sened-i İttifak
(AS: 1807) ile başlayıp Cumhuriyet’le devam eden Batılılaşma ve demokrasi mücadelesine
ev sahipliği yapmış bir ülke. Dolayısıyla ‘demokrasi’ konusunda beğenin ya da beğenmeyin
200 yıllık bir kazanım söz konusu. Şimdi Erdoğan bu birikimi şahsi ikbali için bozuk para gibi harcama niyetinde. İşte asıl tehlike de bu zaten. Bu tarihi tecrübenin ortadan kaldırılması. Türkiye’de insanların korkudan dile getiremediği bu hakikati geçenlerde Almanya’nın yeni Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier, seçilmesinin ardından yaptığı ilk konuşmada söyleyiverdi. Ne dedi Steinmeier?

-Cumhurbaşkanı Erdoğan, sen ve diğerlerinin inşa ettiği her şeyi tehlikeye atıyorsun…
On yıllardır elde edilen her şeyin yıkıldığını endişe ile izliyoruz…

ABD, Almanya ve İngiltere’de yapılan “15 Temmuz’un arkasında Gülen Cemaati olduğuna dair somut kanıt yok” şeklindeki tarihi açıklamalar da gösteriyor ki Erdoğan, ateşle oynuyor. Ya farkında ya da değil.

  • Erdoğan, kendini şu anki konumuna gelmesine vesile olan demokrasiyi ve
    demokratik değerleri katlederek hem kendini hem de ülkeyi ateşe atıyor. 

    Yazık…
    ====================================
    Evet dostlar,

16 Nisan 2017 halkoylaması (!?) ile ülkeye deli gömleği giydirilerek en az 100 (yüz!) yıl geriye savrulması dayatması – senaryosunda artık geriye sayılıyor. Dolayısıyla eski – yeni arşivler  karıştırılıyor.. O gerçekleri unutmayan arşivler, o gerçekleri mutlaka bir gün açıklamada inatçı arşivler..

Bu sitede belki yüzlerce yazı yazıldı AKP – RTE’yi ve yandaşlarını uyaran.. Ancak kör kör parmağım gözüne örneği, uyarılar Sarayın surlarında yankılanarak dönüyor.. Ama tarih bize
bu tür örneklerin “klasik” olduğunu ve hep ama hep hüsranla sonlandığını öğretiyor..
Öylesine çok suç işlendi, ulusal ve uluslararası suça bulaşıldı ki, artık geri dönülmez ufkun akşam karanlığı çökmektedir.

Erdoğan, otoriter – despotik hatta diktatoryal bir rejim kurmaya mahkum duruma kendisini kendisi sürüklemiştir.. Kozasını örerek kendi sonunu getiren ipek böceği gibi..

15 Temmuz 2016 için de hep yazdık.. Önceden haber alınmaması olanaksız dedik.. Her şey bir senaryo, kurgu gibi duruyor apaçık.. Haber alındı ama önlemi de alındı ve birkaç saat sahnelenmesine izin verildi.. Sonra “action” dendi ve bastırıldı. Ertesi gün RTE “Bu bize Allahın lütfu” diyerek ikrarda bulundu adeta.. Dolayısıyla Batı

MİT TIR’ları olayı, 17-25 Aralık başta olmak üzere gerçekleri yazan – çizen her-kes tasfiye edildi. Onlar gazeteci değil terörist idi, terör örgütü üyesi idi. Ancak 5 aydır hapse tıkılan Cumhuriyet Gazetesi yazarları başta olmak üzere hala İddianame ortada yok.. Koysana kardeşim suç belgelerini ortaya.. Tutuklama o ciddi belgelere dayanmalı değil mi? Devletin tüm birimleri hücrelerine dek elinizde.. Nerde bu gazetecilerin iddianamesi? HSYK bu savcılar için neden işlem yapmıyor? FETÖ’den soruşturması süren bir savcı, bu davada görevini sürdürüyor!?
AKP içindeki FETÖ siyasal şahdamarı (çok sayıda milletvekili!) ısrarla – inatla yadsınıyor..

  • ABD, Almanya ve İngiltere’de yapılan “15 Temmuz’un arkasında Gülen Cemaati olduğuna dair somut kanıt yok” şeklindeki tarihi açıklamalar AKP – RTE’yi bunaltıyor..

Çoook önemli yazıyı okumak için lütfen tıklar mısınız??

Erdoğan’a uluslararası suç üstü!

Erdogan’a_uluslararası_suc_ustu   (pdf biçimi)

Halkımız 16 Nisan 2017 günü, akıl dışı halkoylaması saçmalığına kesin olarak
HAYIR, HAYIR, HAYIR demeli ve geleceğini kurtarmalıdır.. Başka hiç-bir seçenek yok-tur.. 

Sevgi ve saygı ile. 31 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Anlayana Sivrisinek Saz…


Anlayana Sivrisinek Saz…

Gurkut_Acar_portresi

Av. GÜRKUT ACAR
CHP Antalya Mikletvekili
Padişahlara özenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
her sıkıştığında CHP’nin geçmişine saldırır.

Başbakan’ın “iki ayyaş” dediği o insanlar “akıl ve bilime dayalı laik, demokratik Cumhuriyet’i kurarak, kendisinin Başbakan seçileceği bir sistemi yaratmışlardır.

  • Oysa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin çekirdek kadrosu,
    demokratik rejimden bir diktatörlük yönetimi yaratmışlardır.

Çünkü, Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin tek elde toplanmasının adı diktatörlüktür!

Yüz elli yıldan fazla tarihi bulunan Danıştay’da başkanlık seçimi için aday çıkmaması
bu baskının ne kadar büyük olduğunun bir kanıtıdır.

Siyasette bu yetkileri elinde tutanlar Osmanlı Padişahlarıydı.

Onlar bile 1808 yılından yani “Sened-i İttifak” tan itibaren bu yetkileri paylaşmayı
kabul etmişlerdir.

1876’da ilan edilen “Meşrutiyet” ile başlayan süreçte ise,
artık bir meclisle, iktidarın ortağı “halk” olmuştur.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Taksim’e dikmek için güzelim ağaçları söktürdüğü “Topçu Kışlası”nda çıkan 31 Mart 1909 gerici ayaklanmasından sonra
ne olmuştur?Harekat Ordusu İstanbul’a girmiştir.Çarpışmalarda 400 kişi ölmüş, 800 kişi yaralanmıştır.
Ya sonra?
“26 Nisan 1909 günü 240 Milletvekili ve 34 Ayan Meclisi üyesi İstanbul’da toplanmıştır.Padişah 2. Abdülhamit’in durumu hakkında gizli bir değerlendirme toplantısı yapmıştır.

Sonuçta Abdülhamit’in tahttan indirilmesine oybirliğiyle karar verilmiştir (٭).

“Topçu Kışlası”nı çok iyi bilen, orada başlayan gerici ayaklanmanın anıtını dikmeye çalışan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bundan sonra olanları bilmiyor mu?

Elbette biliyor.

Abdülhamit gibi “tahttan indirileceği !” korkusu ile telaş içinde “karşı mitingler” düzenliyor.

Halkın ayak sesleri ödünü patlattı. Kabadayılığı ondan…

Abdülhamit kuşkusuz demokrasi yoluyla, seçim yoluyla gelmiş bir devlet başkanı değildi. Ama o padişahlığı üstlenebilmek için özgürlükçü bir anayasayı yürürlüğe koymayı taahhüt etmişti. Bakanlar Kurulu bu anlayışla O’nun padişahlığını desteklemişti. Ama O kısa zamanda meclisi kapatmış, anayasayı işlemez hale getirmiş ve koyu bir istibdat yönetimi kurmuştu. O da dünya tarihindeki benzerleri gibi iktidarını sürdürmeyi, ülkeyi özgürleştirme hedefine tercih etmişti. Yeniden anayasayı yürürlüğe sokması ve Meclisi toplaması İttihat ve Terakki’nin askeri güç kullanarak yaptığı baskıların sonucu olmuştu.

Osmanlı İmparatorluğu, İspanya’nın aynı tarihlerdeki 1. Cumhuriyet denemesinde olduğu gibi eline geçen özgürleşme ve çağdaşlaşma şansını kullanamamıştı.(٭٭)Recep Tayyip Erdoğan da aynı vaatlerle geldi.Ama Anayasayı kezlerce ihlal etti, kurduğu parti Anayasa Mahkemesi tarafından
“Laiklik karşıtı odak” olarak mahkûm edildi.
  • Yargıyı, başka maddelerin arasına gizlenmiş maddelerle,
    hile ve halkı kandırmak suretiyle bağımsız olmaktan çıkardı.
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi ne yazık ki yalnızca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın emirlerine göre karar veren bir Meclis durumundadır.
Padişahlara diz çöktüren Türk Milleti, bunca demokrasi deneyiminden ve
90 yıllık Cumhuriyet döneminden sonra Recep Tayyip Erdoğan’a
kulluk etmeyecektir. 
1909 yılının Ağustos ayında Padişaha Meclis önünde Anayasaya uyacağına dair
yemin ettiren bir Millet; şimdi Anayasayı çiğneyen bu irticacı çekirdek kadroya mı
teslim olacaktır?
Aynı gün Başbakanı ve şeyhülislamı tayin yetkisinin kendisinde olduğunu kabul eden Padişah; bakanların atamasını başbakana bırakmak, Meclisin kendi başkanını ve başkan yardımcısını seçmesini ve antlaşmaları onaylama yetkisinin Mecliste olduğunu kabul ederek, kendisince zararlı gördüğü kişileri sürgüne gönderme hakkından vazgeçmek zorunda kalmıştır.(٭٭٭)Şimdi hem Cumhurbaşkanı olmayı hem de başbakan yetkilerini kendisinde toplamayı isteyen ve kendi kafasındaki teokratik devleti kurmayı hayal eden Recep Tayyip Erdoğan bilmelidir ki; Türk halkı 1909’dan geri gitmeyi yani yeni bir diktatörle yönetilmeyi asla kabul etmeyecektir…

Gezi Parkı direnişiyle de bu iradesini açık ve kesin olarak ortaya koymuştur.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az…

(٭) Onur Öymen; Demokrasiden Diktatörlüğe
İktidar Uğruna Demokrasiyi Feda Edenler,
Remzi Kitabevi, 2. bs. syf. 315
(٭٭)age syf. 316
(٭٭٭)age syf.316-317