Etiket arşivi: özgür düşünce

“İMDAT!” BORUSU

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

“İMDAT!” BORUSU

Akıl yollarını duman bürümüş,
Sarp dağlara dönmüş düzümüz bizim.
Bilim bahçesinde güller kurumuş,
Kış ayına dönmüş yazımız bizim.
Xxx
Mesleği yok, bin bir hayaller kurmuş,
Her bekâra, para, makam, mal sormuş,
Yatlı, katlı zengin eş arıyormuş,
Evde kalmış yaşlı kızımız bizim.
Xxx
Millet haksızlıktan, yalandan bıkmış,
Hak, hukuk, adalet rayından çıkmış,
Yoksulun kazancı zengine akmış,
Utanmaz, arlanmaz yüzümüz bizim.
Xxx
Taban fiyatları tutarsız olmuş,
Çiftçinin kazancı yetersiz olmuş,
Dokunan kumaşlar depoda kalmış,
Para etmez olmuş bezimiz bizim.
Xxx
Üretim çarkının mili kırılmış,
İşsizin, yoksulun beli kırılmış,
Hak arayan mahkemede yorulmuş,
Adalet arıyor gözümüz bizim.
Xxx
Özgür düşüncenin özü kısılmış,
Doğru konuşanın sözü kısılmış,
Şairin, ozanın sesi kısılmış,
Düzen tutmaz olmuş sazımız bizim.
Xxx
Eğri, doğru birbirine karışmış,
Alim, cahil aynı pistte yarışmış,
Kirli, temiz aynı izde buluşmuş,
Arapsaçı gibi izimiz bizim.
Xxx
Eğitim vapuru rotadan sapmış,
Çağdışı zihniyet makamlar kapmış,
Devlet, işi piyasaya bırakmış,
Ak mı, kara mıdır yazımız bizim.
Xxx
Devlet parti olmuş, parti de devlet,
Yandaş olanlara bol kepçe nimet,
Ulusun sırtına yüklenmiş külfet,
Yine sarpa sarmış yolumuz bizim.
Xxx
Yurtsever aydınlar gaflete dalmış,
Laik Cumhuriyet çok yara almış,
Halil Çivi ” imdat borusu ” çalmış,
Uzağı görmeli gözümüz bizim.
Xxx

İÇTİHAD KAPISI…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor ” Hocam içtihad nedir?

İslam ülkelerinde İÇTİHAD KAPISI açık mı yoksa kapalı mı?”

Sosyolojik açıdan İctihad, en kısa tanımla insan, toplum ve devlet yaşamının, dinsel, ekonomik, siyasal, hukuksal, sosyal (toplumsal), kültürel (ekinsel)… açılardan bireyler ve toplumca nasıl algılandığı ve pratiğe (uygulamaya) nasıl aktarıldığını belirleyen ZİHNİYET (anlayış) YAPISIDIR.

Evreni, Dünyayı, doğayı ve gündelik yaşamı algılama, yorumlama ve pratiğe (uygulamaya) aktarma biçimidir.

Bu zihniyet (anlayış) durağan (statik), değişime ve yeniliğe kapalı ise ülke ve toplum yerinde sayar.

Tersine bu zihniyet (anlayış) dinamik (devingen) ve çağın değişimine göre kendini yeni koşullara göre sürekli yenileyebiliyorsa, toplum da olumlu yönde değişir ve gelişir .

Eğer İslam ülkelerinde özgür akıl, özgür bilim, özgür düşünce, laiklik, çağdaş hukuk ve gerçek demokrasi kapıları sonuna dek açılmaz, genel toplumsal zihniyet (anlayış) yenilenmezse, içtihad kapıları açılmaz. İslam toplumları da çağdaş dünyadan geri kalmayı sürdürürler.

(AS: İmam Gazali’nin İslam’da içtihatlar üzerinden kendini yenileme kapılarını 13. yy’da kapadığını ve İslamı dondurduğunu kaydedelim. Batı “dinde reform” ile Rönensans yaşadı ve Laik demokrasiyi keşfetti, dünyaya egemen oldu. İslamcı mollalar, bu çok çarpıcı gelişmenin de ortada olmasına karşın, İslam’da reforma kapalılar ve bu dine en büyük kötülüğü yaparak yok olmaya sürüklüyor.) 

Genelde İslam ülkelerindeki çoğu despotik (baskıcı) siyasal iktidarlar, eski müçtehidlerin (içtihat koyucuların) bu statik (donuk) ve dogmatik (saplantılı) dinsel yorumlarını aklın (usun) ve bilimin ışığında, çağın ve toplumun gereklerine göre yeniden yorumlamak yerine, siyasal iktidarları korumak için mevcut statükoyu (varolan düzeni) sürdürmeye büyük çaba gösteriyorlar.

Türkiye’de durum biraz farklı bir tarihsel süreç izlemiştir.

En büyük ulusal kahramanımız M. K. Atatatürk‘ün kurmuş olduğu demokratik – laik cumhuriyet ve yapmış olduğu ekonomi, eğitim, bilim, yönetim, hukuk, kültür (ekin)… vb. devrimler, çağdaş bir zihniyet (anlayış) oluşturmaya önemli katkılar sağlamıştır.

1950 yılından beri, bazen (kimi kez) dalgalanarak süregelen karşı devrimci hareketler, O’nun açtığı aydınlık zihniyeti (anlayışı) geriletme, hatta yok etme üzerine kurgulanmaktadır.

Ancak bu yanlış çabalar boşunadır.

Çünkü dünya tersine dönmez ve güneş balçıkla sıvanmaz.

Toplum ve gençlik büyük bir uyanış içindedir.

Kötümserliğe gerek yoktur.

OTORİTER ve TOTALİTER REJİMLERDE OLASI TOPLUMSAL ÇÜRÜME BELİRTİLERİ

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

OTORİTER ve TOTALİTER REJİMLERDE OLASI TOPLUMSAL ÇÜRÜME BELİRTİLERİ

EĞER:
– Özgür düşünce yasaklanırsa AKIL ÇÜRÜR.
– Korku kültürü yaygınlaşırsa SÖZ- SOHBET-İÇTENLİK ve İNSANA GÜVEN ÇÜRÜR.
– Özgürce yazmak yasaklanırsa MEDYA ÇÜRÜR.
– Kutsal din duyguları bireysel, ticari, ailevi, siyasi ve kurumsal çıkarlara alet edilirse İNANÇ ÇÜRÜR.
– Tencerede aş, sofrada ekmek… bulundurma sıkıntısı doğarsa AİLE ÇÜRÜR.
– Sağlık, eğitim, istihdam, iş ve gelir güvencesi zayıflarsa TOPLUM ÇÜRÜR.
– Evrensel insan hakları, din ve vicdan özgürlükleri kısıtlamışsa HUKUK ÇÜRÜR.
– Eğitimciler, akıl, bilim, özgür araştırma hakları, fırsat eşitlikleri ve olanaklarından yoksun bırakılırsa EĞİTİM SİSTEMİ, YANİ ZİHNİYET ÇÜRÜR.
– Haksızlık, yolsuzluk, liyakatsızlık ve hırsızlıklara göz yamulursa AHLAK ÇÜRÜR.
– Yurttaşlar arasında ırk, din, mezhep, siyasal kanı, bölge ve cinsiyet ayrımları yapılırsa VİCDAN VE TOPLUMSAL BÜTÜNLÜK ÇÜRÜR.
– Devletin varlığı, halk sağlığı ve toplum güvenliğine zarar vermeyen her konuda özgürce örgütlenme, parti kurma ve görüş bildirme olanakları kısıtlanmışsa DEMOKRASİ ÇÜRÜR.
– Yargıçların özgürce karar verme olanakları kısıtlanmış ya da baskılanmışsa YARGI ÇÜRÜR.
– Bir ülkedeki siyasal iktidarlar anayasal yetkilerinin dışına taşarak keyfi siyasal, ekonomik ve hukuksal kararlar üretebiliyorlarsa REJİM ÇÜRÜR.
– Siyasal iktidarı elinde bulunduranlar hak-hukuk-adalet ve liyakat ilkelerinden ayrılmışlarsa DEVLET ÇÜRÜR.

Çünkü devletin temeli de, ideolojisi de, ahlakı da adalet ve hukuktur.

Bu hukuk teokratik rejimlerde dinsel hukuk; laik, sivil ve çağdaş rejimlerde doğrudan toplum tarafından seçilen millet vekillerinin özgürce birlikte oluşturdukları laik ve sivil hukuktur.

Yani ulusal istenç ya da milli iradedir.

Keyfi hukuk ise Hitler, Mussolini ve Stalin gibi diktatörlerin yalnızca ve yalnızca kendilerine özgü olarak ürettikleri bir basķı ve sindirme hukuku(!) olabilir.
***
Atatürk bu ülkenin hem aklı, hem kalbi, hem hukuku, hem ahlakı, hem ruhu ve hem de ebedî geleceğidir.

O’na kötülükle uzanan eller ve kolları yöneten beyinler küflenmiştir, koftur.

Bu çağın aklı ve bilimini göremeyen ve geleceği olmayan cahil ve adi zihniyeti lanetliyorum.

GÜZELLİK, DOĞRULUK, ZİHNİYET VE GELİŞME ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Çinli bilge Lao Tse / Tzu-Tao Te Ching (İ.Ö. 634 – 531) diyor ki;

Doğrular ve gerçekler her zaman güzel değildir. Güzel sözler de her zaman doğru değildir.“(1).

Zehiri insanlara it yalağında değil, altın tasla sunarlar. Zehir, ikram edilen balın içine gizlenmiş olabilir. Güzel ve tumturaklı sözler çoğu zaman gerçekleri gizlemek içindir. Çünkü, sanatsal estetik ürünleri dışında, gerçekler ya da doğruların süslü-püslü ambalajlara gereksinmesi yoktur.

Yemin ve kaseme dayalı ekonomik aldatmalar, akıl ve bilim dışı laf cambazlığına dayalı siyasal nutuklar, dinsel sömürü amaçlı dinbazların tumturaklı ve gizemli(!) inanç avcılıkları insanlarda duygusal çekicilik uyandıran güzel, fakat aldatıcı söz kalıplarıyla söylenir.

Güzel sözlerin; yersiz ve zamansız övünme ve övmelerin, duygusal, ırksal ve dinsel hamaset nutuklarının içine gizlenmiş şeytani çıkar ve toplumu aldatma hesapları olabilir. Çünkü duygular her zaman akıldan daha güçlüdür. Eskiler “Aşk kafaya girerse akıl seyahate çıkar” derlerdi. Aşkın temeli de kristalleşmiş ve akıldan kopmuş yoğun duygulardır.

Hiç düşündünüz mü? Azgelişmiş, feodal, yarı feodal, teokratik, dinsel ağırlıklı toplumların hemen her kararında neden hep duygular baskındır? Buna karşın gelişmiş toplumların kamusal kararlarında neden rasyonellik (akılcılık)  – aklın ve bilimin kılavuzluğu merkeze alınır?

Demokrasiler neden geri kalmış toplumlarda tüm kurum ve kuralları ile yeterince benimsenmez . Halbuki gelişmiş ülkelerdeki demokrasiler neden derinleşmiş ve geri dönülemez biçimde kökleşmiştir?

Geri kalmış ülkelerde bireyler ve bireylerin karizmaları hep ön plandayken acaba gelişmiş toplumlarda neden kurumlar, ilkeler ve kurallar (hukuk, adalet) ön plana çıkar?

Acaba geri kalmış ülkelerde siyaset genellikle neden daha çok duygusal, hamasi, gurur – gönül okşayıcı ve dinsel değerlere dayalı söylemler üzerine bina edilir? Toplumsal çoğunluğa neden kanaat, sabır, koşulsuz itaat ve öbür dünya mutluluğu önerilir?

  • Devletin bireyleri cennete götürme görevi var mıdır?

Yoksa insanlar cenneti kendi düzgün ahlakları ile mi hak edebilirler?

Halbuki gelişmiş toplumlardaki siyasetin ana konusu neden hep bireysel, toplumsal, dünyevi ulusal ve uluslararası gereksinimlerdir? Bireyin, ailenin, toplumun ve devletin bu dünyadaki gereksinmeleri neden hep öncelenir? Gelişmiş toplumların tümü neden laik ya da sekülerdir?

  • Din ve devlet işleri neden tamamen (tümüyle) birbirinden ayrılmıştır?

Acaba neden az gelişmiş ülkelerin eğitim sistemleri ağırlıklı olarak daha çok din ve hamaset barındırdığı halde, gelişmiş ülkelerin eğitim sistemlerinin temeline akıl, bilim, teknoloji ve özgür düşünce yerleştirilmiştir?

Peki, geri kalmış toplumlarda yaşayan insanların değerler skalası (paradigmaları) ve davranış örüntüleri neden hep duygu ağırlıklı bir rota izler. Buna karşın gelişmiş toplum insanlarının tutum ve davranış rotaları neden her zaman rasyonel (ussal) yönde olur?

Bu vb. sorular çoğaltılabilir. Söz konusu edilen bu temel ve önemli farkların nedeni aydınlanmamış ya da yeterince aydınlatılmamış bir toplumla, tümüyle aydınlanmış ve rasyonelleşmiş bir toplumsal ZİHNİYET YAPISI ARASINDAKİ FARKTIR. Çağına göre yani her çağda ilerleme ve gelişmişlik hep göreceli olarak daha rasyonelleşmis ve özgürleşmiş bir zihniyetin ürünü olagelmiştir.

Sözün özü                      :

Toplumsal zihniyet yeterince aydınlanmadan toplum aydınlanmaz. Aydınlanmayan bireyler ve yöneticiler de rasyonel davranamazlar. Bir toplumda, her koşulda, toplumların zihniyetini değiştirip dönüştürecek en önemli kaldıraç da ülkelerin rasyonelleştirilmiş (usa dayalı) eğitim sistemleridir. Mustafa Kemal Atatürk‘ü doğru anlayanlar bu rasyonel yapılanma ve rasyonel rotayı kolaylıkla görebilirler.

İbretlik söz..

Az gelişmiş, feodal, yarı feodal, teokratik ya da yarı teokratik ülkelerdeki siyasal iktidarların temel siyasal güç girdisi ise yine siyasal ikbal ya da iktidar amacı için örgütlenmiş toplumsal cehalettir.
Türkiye’de giderek bozulmaya başlayan bu ikircikli ve yetersiz zihniyet yapısının mutlaka değişmesi ve yeniden rasyonel (akılcı) rotaya girilmesi gerekir.
————–
(1) Topalak İsmail. Ahilik, Bektaşilik, Alevilik ve Mevleviliğin Kökenleri. Doğu Kitabevi s.492. 1. bs., İstanbul ,2017

Hangi ‘yapısal reformlar’?

Hangi ‘yapısal reformlar’?

Erinç Yeldan
Cumhuriyet
, 3.4.19

 

Yerel seçimler geride kaldı. Piyasaların beklentisi bundan böyle en az 4 yıl boyunca “seçim yarışının söz konusu olmadığı bir Türkiye’de yapısal reformların artık uygulanmaya konulacağı” umuduyla çalkalanıyor. “Yapısal reform gerekliliği” iktisat gündemimizde neredeyse ilahi bir kutsanma yükümlülüğüne dönüştürülmüş durumda. Bu hafta söz konusu kavramı içerdiği mistik algılardan arındırarak tartışmaya çalışacağım. Konu son derece geniş ve kapsamlı. Bu köşenin boyutlarının ise sınırlı olduğu gerçeğinden hareketle aşağıda vurgulayacağım öneriler demetinin kaçınılmaz olarak “genel ve soyut” düzeyde kalacağının farkındayım. Bunun için baştan özür diliyorum. Öte yandan da kapitalizmi idare etmek gibi bir niyetim, iddiam, ya da yükümlülüğümün olmadığını da okurlarımın takdirine bırakmak arzusundayım. Her şeyden önce, Türkiye’de hukukun üstünlüğünü sağlayacakemekçilerin yaşam koşullarını iyileştirecek ve çoğunlukla piyasa sistemine müdahale ve düzenleme gerektiren “yapısal dönüşümler” ile İstanbul finans burjuvazisinin taleplerini birbirine karıştırmamamız gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye için olmazsa olmaz ilk adımlar 
Söz konusu yapısal dönüşümün Türkiye için “olmazsa olmaz” ön koşulları;

hukukun üstünlüğü ve
liyakata dayalı bir yönetim sisteminin kurgulanması ve
insan haklarına, özgür düşünceye saygılı, çağdaş ve katılımcı demokrasi kurumlarının özgürce çalışmalarının sağlanmasıdır.

Eğitimde tek tip, ezbere dayalı, sorgulamadan salt itaat etmeyi hedefleyen İslamcılaştırmaya dayalı öğretimin önüne geçilmeli; eğitim sistemimiz özgür, bilimsel kuşkucu, sorgulayan ve analitik düşünce ile donatılmış, yaratıcı nesiller yetiştirmeye odaklanmalıdır.
Ekonomik düzlemde ise toplumsal adaleti geliştirecek bir vergi düzenlemesi ön koşul olmalıdır. Toplumsal çürümüşlüğün ve ahlaksız büyümenin ana bileşeni olarak çalışan “vergi ve/veya imar affı” gibi düzenlemeler yasa dışı ilan edilmelidir. Buradan hareketle, kamu maliyesini güçlendirmenin yanı sıra haksız nitelikli kazançların adaletli bir biçimde vergilendirilmesine dönük olarak imar rantları vergilendirilmelidir
Türkiye benzeri gelişmekte olan yükselen piyasa ekonomileri için uluslararası yeni-işbölümünde üstlenilen görev, her ne pahasına olursa ihracatın artırılması ve bu nedenle de uluslararası rekabet gücünün yükseltilmesi önceliğidir. Bu da ücretlerin baskı altında tutulmasını ve ihracatçı sektörlerde emek veriminin yükseltilmesini sağlayacak -çoğunlukla ithal teknolojiye ve pazarlama tekniklerine dayalı dışa bağımlı- bir üretim desenini gerekli kılmaktadır. Buna karşılık olarak, emekçileri ve uğradıkları ekonomik şiddet altında sosyal dışlanmaya uğrayan kır ve kent yoksullarını da kucaklayarak genişleyen bir iç pazarın avantajlarından yararlanmak öncelikli olarak gündeme getirilmelidir. Bunların ötesinde, her ne pahasına olursa olsun sanayileşmenin yarattığı çevre tahribatı ve ekolojik felakete götürecek olan hiper-tüketime dayalı üretim anlayışı terk edilmeli; gelecek kuşaklara sağlıklı, temiz ve yaşanabilir bir dünya bırakmak önceliğimiz olmalıdır. 
Bu tür alternatif bir modelde uluslararası rekabet gücünü artırmak için ücretleri ve maliyetleri aşağıya çekme saplantısının yerini, iç pazarda istihdamı ve iç talebi koruyan, üretkenlik kazanımlarını emeğin gelirlerine yansıtan bir sanayileşme ve üretim modeli benimsenmelidir. Bu modelin ana itici gücü kamu girişimciliğine ve kamu yatırımlarına dayanmak üzere yeniden kurgulanabilir.

İnsan onuruna yakışır iş 
İşgücü piyasalarında enformalleştirmeyi (AS: kayıtdışılaştırmayı) özendiren taşeronlaştırıcı (alt-işveren tipi) uygulamalar titizlikle izlenmeli, ILO belgelerinde tanımlanan “insan onuruna yakışır iş” kavramı ana ölçüt olmalıdır. Hipersömürüyü olanaklı kılan cinsiyet ve etnik ayrımcılığa ve her türlü sosyal dışlanmaya yol açan enformal (AS: ayıt dışı) istihdam biçimleri reddedilmelidir. İşsizlik ve cinsiyet, etnik köken ve bölgesel eşitsizlik biçimleriyle mücadele tüm makro birimlerin önceliği olarak kurgulanmalıdır. Sermaye çevrelerince sürdürülen ve emeğin kazanımlarını yok etmeyi amaçlayan, kıdem tazminatının kaldırılması, fona devredilmesi ve/veya en azından işlevsiz hale getirilmesine yönelik istemler ise reddedilmelidir.

Küresel düzeyde finansal istikrarın sağlanması 
İktisat ile ilgilenen hemen bütün sosyal bilimcilerin ortak görüşü, 2007/08 küresel kriziyle tetiklenen ve “büyük durgunluğa” dönüşen küresel kriz dalgalarının ana nedeninin dünya finans piyasalarında yaşanan sürdürülemez şişkinleşme (aşırı değerlenme) ve borçlanma temposu olduğu konusunda birleşmektedir. Önceleri dot. com, daha sonra tüketici ve konut kredileri aracılığıyla sürdürülen finansal şişkinlik, 2007’de artık sürdürülemeyerek patlamıştır. Sermaye’nin finansal rant oyunlarından kurguladığı hayali kârlar, reel ekonominin gerçekleriyle bağdaşmaz niteliktedir. Dolayısıyla “çözüm”, öncelikle çarpık küreselleşme dalgasının üzerine inşa edildiği kırılgan finansal yapının reel ekonomik sektörlerle olan ilişkilerinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ve “tıklama kapitalizminin” (capitalism on tick) hayali değerlere dayalı köpük ekonomisinin dizginlenmesinden geçmektedir. 
Bu anlamda, başta BDDK, SPK ve Merkez Bankası olmak üzere, finans sermayesinin ve rantiyer grupların taleplerine ve “finansal sistemin sağlığı herşeyden öncedir” şantajına karşı duracak, finansal istikrarı sağlamlaştırıcı bir kurumsal üstyapı oluşturulmalıdır. Ticari bankalar ile yatırım bankaları birbirinden ayrılmalı; kooperatif bankacılığı, kamu bankacılığı ve kâr amacı gütmeyen almaşık örgütlenme biçimleri özendirilmelidir. 
Merkez Bankası’nın kendisini salt fiyat istikrarı hedefiyle sınırlaması yerine, döviz kurundaki oynaklığı ve belirsizliği azaltacak ve reel düzeyini koruyacak bir “reel döviz kuru hedeflemesi” para politikası özendirilebilir. Daha genel anlamda, tüm finansal varlıkların fiyatlarını bir arada gözeten bir “finansal istikrar hedeflemesi” kavramı geliştirilebilir. Bu bağlamda, finansal sistemin hiper-akışkanlığını ve tahrip edici spekülatif öğelerini dizginleyecek bir finansal işlem vergisi düşünülebilir.

Yönetişim ve demokrasi 
Burada sıralanan “yapısal dönüşüm” önerilerinin nihayetinde “sistem-içi” olduğu ve sistemden kalıcı bir kopuş önerisiyle birleştirilmedikçe gerçekçi ve kalıcı olamayacağı ve bu haliyle de bu çabaların anlam ifade etmediği öne sürülebilir. Bu tespit kuşkusuz doğrudur. Nitekim, küresel ekonominin mevcut koşullarında kapitalizmin “sistem- içi” herhangi bir dönüşüm önerisine dahi tahammülü kalmamış durumdadır. Örneğin, hukukun üstünlüğü” veya katılımcı demokratik kurumlar gibi kavramlar artık gerek yerel, gerekse uluslararası sermaye çevrelerinin stratejik kararlarına ayak bağı olarak görülmekte ve köhnemiş bürokratik engeller biçiminde nitelendirilmektedir. 
Demokrasi kurumları artık yerlerini “akil insanlardan oluşturulan üst kurullar”, “uluslararası tahkim mevzuatı” ve adına “yönetişimci etkin devlet” denilen, demokratik denetimden uzak, güçler ayrılığı ilkesini reddeden teknokratik yönetim yapılarına terk etmektedir. Dolayısıyla, yukarıda ana başlıklarla özetlemeye çalışılan yapısal dönüşüm önerilerinin, aslında mevcut kapitalist sistemin çaresizliğini gözler önüne sermek ve iç çelişkilerini belgelemek gözüyle de okumanın doğru olacağını düşünmekteyim.

***
Son söz olarak, Korkut Boratav hoca yıllar önce, 4 Mayıs 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki bir yazısında, şu sözleri bizlerle paylaşmaktaydı: “Adım adım  aykırı’ düşünmeye yönelmemiz gerekiyor. Önce, bugünün egemen düşünce biçiminin sınırlarını; giderek kurulu düzenin parametrelerini de zorlayarak…” 
Aykırı düşünmeye hazır mıyız?