Etiket arşivi: Örsan ÖYMEN

Umutlar ikinci tura mı kaldı?

Örsan K. Öymen

Örsan ÖYMEN
ODTÜ Felsefe Profesörü

Son Yazısı / Tüm Yazıları
06 Mart 2023, Cumhuriyet

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “6’lı masa” olarak da anılan muhalefet ittifakından, ittifakın ikinci büyük partisinin lideri olarak çekilmesi, son yılların en büyük siyasi krizine neden oldu.

Akşener’in, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusundaki anlaşmazlığı, masada çözmeye çalışmak yerine, diğer partiler hakkında ağır sözler sarf ederek kamuoyuna açıklaması ve adaylık anlaşmazlığı yüzünden masayı devirmesi, büyük bir hata olmuştur.

Akşener’in ikinci büyük hatası, CHP’nin üyeleri olan İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ve Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a adaylık çağrısı yapmasıdır. Bu çağrı, CHP’nin içişlerine müdahale etmek ve CHP’yi bölmek anlamına geldiği gibi, adaylık sürecinin sonuna gelinen günlerde, zamanlama açısından, arkası boş bir çağrıdır.

Birincisi, İmamoğlu hakkında siyaset yasağı içeren kumpas  davasının” üst “mahkemede” kesinleşmesi durumunda, İmamoğlu’nun adaylığı düşürülecektir ve ana muhalefet adaysız kalacaktır.

İkincisi, Akşener, bu iki olası adayla bir anlaşma sağlamadan bu çağrıyı yapmıştır. Nitekim İmamoğlu ve Yavaş, Kılıçdaroğlu’nun arkasında olduklarını açıklamışlardır.

Bu durumda Akşener, bu kişilere neden adaylık çağrısı yaparak masayı devirmiştir?

Bu, bir plansızlığın, acemiliğin, telaşın ve heyecanın sonucu mudur, yoksa kasıtlı olarak ana muhalefeti sabote etmek ve AKP’ye hizmet etmek amacı taşıyan bir eylem midir?
***
Akşener’in üçüncü büyük hatası, “Kılıçdaroğlu seçilemez” iddiasını hiçbir kapsamlı, bağımsız ve bilimsel araştırmaya dayandırmamış olmasıdır. Akşener bu iddiasını, sınırlı sayıda ilde sınırlı sayıda vatandaşla yapılan bazı araştırmalarla ve örgütten gelen izlenimlerle gerekçelendirmeye çalışmıştır.

Öte yanda CHP de, Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanabileceğini kanıtlayan kapsamlı, bağımsız ve bilimsel bir araştırmayı, örneğin en az 50 ilde en az 15 bin kişiyle yapılan bir araştırmayı gerçekleştirmeyerek, adaylık konusundaki tartışmaya son noktayı koyamamıştır.

CHP’nin, “sofrayı genişletmekten” ve yola başka partilerle devam etmekten söz etmesi de, geçerli siyasi aritmetikte gerçekçi değildir.

CHP dışında masada kalan 4 küçük partiyle, HDP’nin dışarıdan vereceği olası bir destekle ve oyları yetersiz olan sosyalist partilerle, Kılıçdaroğlu’nun ilk turda seçimi kazanması çok zordur. CHP dahil, söz konusu partilerin toplam oyu, tüm araştırmaların ortalaması alındığında, %44’ü geçmemektedir.

HDP’nin birinci turda kendi adayını çıkaracağını açıklamasından sonra, “6’lı masanın” seçimi 1. turda kazanması zaten risk altına girmiş olsa da, İYİ Parti’nin ittifaktan çekilmesiyle, seçimlerin 2. tura kalma olasılığı yükselmiştir.

İYİ Parti tabanının ve seçmeninin çoğunluğu, yönetimin kararına uymayarak, ilk turda Kılıçdaroğlu’na destek verirse, Kılıçdaroğlu seçimleri yine de 1. turda kazanabilir.

İYİ Parti, kötü bir partiye dönüşerek tarih sahnesinden silinmek istemiyorsa;
bu büyük hatasından en kısa sürede ve 1. tur seçimlerinden önce dönmelidir veya Kılıçdaroğlu’nun, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte 2. tura kalması durumunda, en azından 2. turda, Kılıçdaroğlu’na açık ve etkin destek vermelidir.

İran ve başörtüsü

Örsan K. Öymen
Örsan ÖYMEN
26 Eylül 2022, Cumhuriyet

 

“İran İslam Cumhuriyeti” ifadesi kendi içinde çelişki içerir. Teokratik bir devlet aynı zamanda bir cumhuriyet olamaz. Çünkü cumhuriyet halk yönetimi anlamına gelmektedir. Bu terimin Batı’daki karşılığı demokrasidir. “Cumhur” Arapça halk, “Demos” antik Yunanca halk anlamına gelmektedir. Cumhuriyet ve demokrasi farklı dillerde eşanlamlı sözcüklerdir.

Teokrasi din devleti anlamına gelir. Din devletinde halk değil, ruhban sınıfı, din adına ülkeyi yöneten oligarşik odaklar egemen olur. Teokrasi gücünü halktan değil, dinden, Tevrat’tan, İncil’den, Kuran’dan, peygamberden, Tanrı’dan, Allah’tan alır. “Teos” antik Yunanca Tanrı anlamına gelir.

  • Devletin dininin İslam olduğu bir ülkede, yani laikliğin olmadığı ve
    teokrasinin geçerli olduğu bir ülkede, cumhuriyet ve demokrasi olmaz.

İran’da yıllardır gerçekleşen sözde seçimler göstermelik seçimlerdir. Çünkü İran’daki teokratik, dinci, İslamcı ve laiklik karşıtı anayasaya uymayan kişiler seçimlerde aday olamaz. İran’ın anayasası ve yasaları cumhuriyete ve demokrasiye aykırı olduğu için, bu ülkede gerçekleşen devlet başkanlığı, belediye başkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinin hiçbir anlamı ve önemi yoktur.
***

İran’da 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin başını örtmediği için sözde “ahlak polisi” tarafından
dövülerek öldürülmesi de, İran’ın teokratik yapısının bir sonucu olarak,
onlarca yıldır yaşanan binlerce vahşetten yalnızca birisidir.

İran’da laiklik olsaydı ve laikliğin bir sonucu olarak isteyen başörtülü isteyen başörtüsüz olabilseydi bu olay yaşanmayacaktı.

Öte yanda, İran’da yaşanan bu vahşet, laiklik ilkesine aykırı olduğu gibi, İslamın temeli olan Kuran ile de bağdaşmamaktadır. Çünkü

  • Kuran’da başını, saçını örtmeyenlerin öldürülmesine veya cezalandırılmasına ve başörtüsünün zorunlu kılınmasına dair hiçbir ayet yoktur.

Altı bini aşkın ayeti içeren Kuran’da, kadının örtünmesiyle ilgili sadece iki ayet vardır.

Nur Suresi’nin 31. ayeti şöyledir: “Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını / ırzlarını korusunlar. Süslerini / ziynetlerini, görünen kısımlar müstesna, açmasınlar. Örtülerini / başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar.”

Birinci olarak, burada bir yasadan veya kuraldan söz edilmemektedir, sadece bir öğüt verilmektedir.

İkinci olarak, bu ayet, Kuran’ın yazıldığı 7. yüzyıl ve o yüzyıldaki Arabistan koşulları ve o yüzyılda kadınların giyinme tarzı dikkate alınarak değerlendirilmelidir.

Üçüncü olarak, burada başörtüsünden mi yoksa genel olarak bir örtüden mi söz edilmektedir, bu belirsizdir.

Dördüncü olarak, burada söz konusu örtünün veya başörtüsünün tam olarak nasıl kullanılacağı somut olarak belirtilmemiştir; saçların görünüp görünmemesiyle ilgili olarak herhangi bir ifade yer almamaktadır.

Ahzap Suresi’nin 59. ayeti de şöyledir: “Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine alsınlar. Bu onların tanınmaları ve incitilmemeleri için çok daha uygun bir yoldur.”

Bu ayet için de aynı dört durum söz konusudur. Hatta burada, evin dışında giyilen genel bir giysiden söz edildiği için, kadının başı ve saçı hakkında hiçbir ifade yer almamaktadır.
***
Sonuç olarak,

  • İslamda kadınların başörtüsü takması veya kara çarşaf giymesi gibi bir zorunluluk yoktur.

Başörtüsü de kara çarşaf da Arabistan Yarımadası’nda bir gelenek ve töredir.

Arap kültürüyle uzaktan yakından bir ilgisi olmayan Türkleri, Azerileri, Kürtleri ve Persleri başörtüsüne ve kara çarşafa sokmak,
Arap kültür emperyalizmine teslim olmaktan başka bir şey değildir!

Laikliğin olduğu bir ülkede Müslümanlar, Kuran’daki ayetleri farklı biçimlerde yorumlayabilirler. Bu konuda herkes özgürdür. Ayrıca laikliğin olduğu bir ülkede herkes Müslüman olmak zorunda da değildir. İnsanlar başka bir dine inanabilecekleri gibi dinsiz, ateist, agnostik, deist, panteist olmakta da özgürdürler.

İranlıların, kültürlerini ve özgürlüklerini yok eden ahlaksızlara karşı direnmeleri, onurlarını, namuslarını ve şereflerini korumanın bir gereğidir!

İDLİP FACİASI

İDLİP FACİASI

Örsan ÖYMEN
Cumhuriyet, 02 Mart 2020
Türkiye, AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Gezi” protesto eylemleriyle ilgili yargı sürecine müdahale etmesini, bu davada beraat kararı veren hâkimler hakkında soruşturma açılmasını, beraat eden Osman Kavala’nın yeniden tutuklanmasını, yargı bağımsızlığının bir darbe daha yemesini tartışırken, kendisini bir anda İdlib krizinin içinde buldu.
Suriye sınırları içinde yer alan İdlib bölgesindeki Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı askerler, Rusya’nın desteğindeki Suriye ordusunun saldırısına uğradı, 36 asker yaşamını yitirdi. Bunun üzerine TSK, Suriye ordusuna yönelik saldırıya geçti, onlarca tankı, helikopteri, topçu bataryasını, silah deposunu imha etti, bini aşkın Suriye askeri yaşamını yitirdi.
* Böylece AKP hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve muhalefeti devre dışı bırakarak Suriye ile savaşa girmiş oldu!
TSK “Zeytin Dalı”, “Fırat Kalkanı” ve “Barış Pınarı” harekâtlarında, terör örgütü PKK’ye ve onun uzantısı PYD/YPG’ye karşı, Suriye topraklarında sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirmişti. Bu nedenle de söz konusu operasyonlar, Türkiye’de halk tabanında yaygın bir destek görmüştü.

Ancak TSK’nin İdlib’deki varlık nedeni farklı. TSK burada, terör örgütü PKK’ye karşı bir operasyon için bulunmuyor.

  • TSK burada, Birleşmiş Milletler tarafından resmen tanınan Suriye yönetimini devirmek için mücadele eden silahlı grupları korumak amacıyla görev almaktadır!

Bu gruplar, Suriye devleti tarafından terörist olarak tanımlanmaktadır. Bir yönetimin, kendisini devirmek için mücadele eden silahlı grupları terörist olarak nitelendirmesi doğaldır. Türkiye PKK’yi nasıl terörist olarak nitelendiriyorsa, Suriye de aynı biçimde bu grupları terörist olarak nitelendirmektedir.

El Kaide ve El Nusra gibi laiklik karşıtı İslamcı köktendinci terör örgütlerinin ve laiklik karşıtı İslamcı köktendinci “İhvan/Müslüman Kardeşler” örgütünün uzantısı olan bu gruplar, Suriye’de laiklik karşıtı İslamcı köktendinci bir rejim kurmayı amaçlamaktadırlar.

  • AKP hükümeti, Suriye’de bu grupları desteklemektedir ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bu gerici projeye alet etmektedir!

AKP hükümetinin, laiklik karşıtı İslamcı köktendinci takıntıları ve dinci, mezhepçi
dış politikası nedeniyle, TSK’yi başka bir ülkenin topraklarında konuşlandırması ve
Türk askerlerinin can güvenliğini tehlikeye atması kabul edilebilir bir şey değildir.

TSK, Türkiye’ye yönelik işgal girişimlerine yanıt vermekle, Türkiye’ye karşı gerçekleşen terör eylemlerini bertaraf etmekle, Türkiye’nin savunmasını sağlamakla yükümlüdür.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görevi ve sorumluluğu, başka bir ülkenin yönetimini devirmek ve başka bir ülkede İslamcı köktendinci bir rejim kurmak değildir!

Erdoğan’ın, dünyanın iki askeri süper gücünden birisi olan Rusya’yı karşısına alması, Rusya Devlet Başkanı
Vladimir Putin’e, Rusya’nın bölgeden çekilmesi çağrısı yapması, Türkiye’yi başka bir ülkeyle savaşa sokması,
ulusal çıkarlarla açıklanabilecek bir şey değildir.

  • AKP’nin ve onun destekçisi MHP’nin, ABD emperyalizmine ve İsrail’in bölgedeki çıkarlarına hizmet ettikleri açıktır!

AKP hükümetinin, Avrupa Birliği’ni susturmak ve İdlib için AB’nin desteğini almak amacıyla göçmen ve mülteci kozunu kullanması, sınır kapılarını açarak AB’yi tehdit etmesi, olayları göçmen ve mülteci sorunuyla ilişkilendirerek çarpıtması da, Türkiye’ye itibar kazandıracak bir davranış değildir.

İdlib’de yaşananlar, “Arap Baharı” olarak adlandırılıp Arap kâbusuna dönüşen sürecin bir devamıdır.

  • Amaç, İsrail’in tehdit olarak gördüğü İran, Libya, Irak ve Suriye’deki yönetimleri din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden oluşturulan örgütlenmeler kullanılarak devirmekti.

Irak’ta Saddam Hüseyin yönetimi, Libya’da Muammer Kaddafi yönetimi bu şekilde devrilmiştir, iki ülke de bölünmüş ve iç savaşa sürüklenmiştir. Suriye’deki Beşşar Esad yönetiminin devrilmesi, Rusya’nın devreye girmesiyle engellenmiştir.
***

TSK’nin İdlib’deki varlığını ve burada yürüttüğü operasyonları
ulusal çıkarlarla açıklayanlar, Türk halkına yalan söyleyerek,
askerlerin kanı üzerinden siyaset yapmaktadırlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurtta Barış, Dünyada Barış ilkesinin yerini, “Yurtta Savaş, Dünyada Savaş” almıştır!