Etiket arşivi: Yeni CHP

Kılıçdaroğlu niçin kaybetti?

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr  
08 Haziran 2023, Cumhuriyet


CHP, Cumhuriyeti ve Demokratik Rejimi kurduğu için tarihsel bir öneme sahiptir.

CHP, Atatürk’ün kurduğu parti olduğu için duygusal bir öneme sahiptir.

  • CHP, Altı Ok’un temsilcisi olduğu için ideolojik bir öneme sahiptir.

CHP, Altı Ok’a ek olarak, tarihsel ve siyasal bağlamda “Ortanın Solu” çizgisini de temsil ettiği için, “Demokratik Sol” ya da “Sosyal Demokrasi” olarak siyasal bir öneme sahiptir.

CHP, Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir sözlerine dayalı aklı, bilimi temsil ettiği için, çağdaşlığa sahip bir partidir.

CHP, “Sosyalist Enternasyonal”e de üye olarak uluslararası bir öneme sahiptir.

Özetle CHP, Türkiye’de ve Dünyada, Cumhuriyeti, Demokrasiyi, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni bir “değerler bütünü” olarak temsil eder.

Şimdi bu değerlere bakalım.
***
Önce Altı Ok’u anımsayalım:

Cumhuriyetçilik                         :

Padişahlığın ve Halifeliğin yerine Halk / Millet Egemenliği.

Milliyetçilik                                 :

Ümmet yerine Millet; kozmopolit Osmanlı yerine Ulusal Türkiye Cumhuriyeti; bütün milletlerle eşitlik.

Halkçılık                                      :

Sömürü yerine dayanışma.

Devletçilik                                   :

Kamu girişimciliği, planlı kalkınma, kamusal hakların korunması.

Laiklik                                         :

Din, mezhep, ırk, dil, farkı olmaksızın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarına eşitlik; devletin herhangi bir inanca dayalı olmaması; azınlıkta kalan kimlik sahiplerinin çoğunluk inancına karşı korunması.

Devrimcilik                                 :

Akıl ve bilim bağlamında çağdaşlığı korumak için insanlığın gelişme ve evrim çizgisini sürekli olarak izlemek ve değişmek; Din-Tarım Toplumundan, Laik-Kentsel-Endüstri toplumuna geçişin kurumlarını oluşturmak ve korumak.
***
Sonra 1961 Anayasası’nın getirdiklerini anımsayalım:

  • Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti.

Kuvvetler (Güçler) ayrılığı.
Anayasa Mahkemesi
Bağımsız yargı.
Senato.
Planlama.
Özerk Üniversite.
Özerk TRT.
Sendika ve örgütlenme özgürlüğü.
Grev ve lokavt hakkı. (AS. Anayasa m.54 başlığı: Grev hakkı ve lokavt” denilmekte..)
Özerk devlet kurumları.
***
Daha sonra Bülent Ecevit’in 1977 seçimleri öncesinde Yeni CHP programına eklediği 6 yeni ilkeyi görelim:

Özgürlük : Devletin baskısı yerine bireyin özgürlüğü.

Eşitlik : Herkesin fırsat eşitliğine sahip olması ve herkesin milli gelirden katkısı oranında pay alması.

Dayanışma : Toplumsal üretimin ortaklaşa sağlanması, duygu ve ilke birliği.

Emeğin üstünlüğü ve bütünlüğü : Emeğin sömürülmesinin engellenmesi ve milli gelirden alacağın payın milli bir politika olarak korunması

Gelişmenin bütünlüğü ve etkinliği : Bütün toplumsal ve insanı değerlerin birlikte, uyumlu bir biçimde uygulanması.

Demokratikleşme : Demokratik Rejim’in önündeki engellerin kaldırılması ve Temel Hak ve Özgürlüklerin tümüyle korunması.
***
En sonra da Kemal Kılıçdaroğlu’nun katkısını anımsayalım:

Adalet: Hukuk Devleti ve yargı bağımsızlığı.

Güçlendirilmiş Parlamenter Demokratik Rejim: Şahsım Devleti Rejiminden kurtuluş.
***
Şimdi soru şu:

14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinde, Kılıçdaroğlu bu yazıda anımsattığım değerler birikimini topluma yansıtabilmiş midir?

Örneğin Cumhuriyeti, Atatürk’ü, Laikliği, Planlı ve Kamucu Ekonomiyi, Emeğin Üstünlüğünü, Çağdaş Eğitimi, Kadın Haklarını, yeterince savunabilmiş midir?

YOKSA BÜTÜN BU DEĞERLERİ YETERİNCE SAVUNAMAMIŞ ve SAVUNANLARI DA DÜŞ KIRIKLIĞINA UĞRATTIĞI İÇİN Mİ SEÇİMİ KAYBETMİŞTİR?

TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?

 Suay Karaman

16 Ocak 2023’te Cumhuriyet Gazetesi’nde Sayın Kemal Anadol’un “CHP’nin Sorumluluğu” adlı uyarıcı bir ders niteliğindeki yazısının sonu “Tehlikenin farkında mısınız?” diye bitiyordu. “Tehlikenin farkında mısınız?” sözü beni 2006 yılına götürdü.

8 Nisan 2006’da Cumhuriyet Gazetesi’nde “Tehlikenin Farkında Mısınız?” adıyla yazdığım yazının üzerinden 17 yıl geçti. Yazı şu sözlerle başlamıştı:

  • Ülkemiz belki de, tarihinin en ağır siyasal bunalımlarından birini yaşamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurtuluş ve kuruluş süreci, hep karalanmak istenmektedir. Ulusal değerler ayaklar altına alınmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’e, ilkelerine ve devrimlerine karşı savaş açılmıştır. Laiklik karşıtı dinci kadrolar, devletin her kesimini ele geçirmek üzeredir.

Yazı şöyle bitmişti:

  • Ne yazık ki, ülkemizde bir muhalefet boşluğu da yaşanmaktadır. Topluma umut olacak bir lider ve parti, ne solda, ne sağda vardır. Bu koşullar altında yapılacak seçim, umutsuzluğu daha da derinleştirmekten öte gitmeyecektir… Hala tehlikenin farkına varamadık mı? Tehlikenin farkına vardığımız zaman, her şey çok geç olabilir…

Bu yazıdan 17 yıl sonra aynı adla bir yazı yazmak, ne benim, ne de başkalarının aklına gelirdi kuşkusuz. Ülkemiz her geçen yıl aydınlığa doğru ilerleyeceğine, karanlığa doğru yol aldı. Bu durumdan özellikle toplumda kendini aydın görenlerin, kısaca hepimizin sorumlu olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

Kuşkusuz bugün de ülkemizde bir muhalefet boşluğu vardır. Bu boşluğu doldurması gereken Cumhuriyet Halk Partisi, başka sularda gezinmektedir. Halbuki CHP, Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan, onun Kuvayı Milliye’sinden, onun Müdafaa-i Hukuk’undan,  Halk Fırkası’ndan doğmuştur. CHP, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve ilkeleri (6 Ok!)

Cumhuriyetçilik,
Ulusçuluk,
Halkçılık,
Devletçilik,
Laiklik,
Devrimcilik

olan Türkiye’nin en köklü partilerindendir.

Yeni CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 10 Ocak Salı günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:

  • “Sevgili arkadaşlarım, sevgili halkım; açık söylüyorum, biz değiştik, biz halkın partisiyiz. Biz hangi yanlışları terk ettiysek, artık saray tam odur. Statükocu, anti-reformcu, anti-özgürlükçü Kenan Evren kafasına geldiler bunların tamamı, Kenan Evren’in hizasındalar.”

Biz değiştik” diyen Kılıçdaroğlu, statükocu, anti-reformcu (yenileşme karşıtı), anti-özgürlükçü (özgürlük karşıtı) olarak nitelediği kendisinden önceki CHP’yi eleştirmektedir. Hangi CHP’yi eleştirdiğini de açıkça söylemelidir. Atatürk’ün mü, İnönü’nün mü, Ecevit’in mi, Baykal’ın mı, hangisi? Ya da kendisinin genel başkanı olduğu 2010 Mayıs’ından önceki tüm CHP’yi mi eleştirmektedir?

Bu sözlerden CHP’nin daha önce, bugün AKP’nin yaptığı yanlışların sahibi olduğu anlamı çıktığı gibi, anti-reformcu, anti-özgürlükçü Kenan Evren kafasında olduğu belirtiliyor. Bu sözlere hiç tepki gelmemesi, son derece düşündürücüdür. Eminim ki, bu sözlerden rahatsızlık duyan birçok CHP’li vardır. Ama genel seçimde milletvekili adayı olmak için ya da yerel seçimde belediyelerde aday olmak için susmaktadırlar.

Laiklik tehlikede değildir” diyen Kılıçdaroğlu ile CHP’de gerçekleştirilen bu değişimi, liberaller, numaracı cumhuriyetçiler, aydın insan taklitleri ve muhafazakârlar (tutucular) olumlu bulmakta. Başta milletvekilleri ve parti yöneticileri olmak üzere, bu değişime teslim olanlar ise, gelecekte ihanetle anılacaklarının farkında mıdırlar?

İşte CHP’nin ve ülkemizin getirildiği acıklı durum budur.

  • Gerçekten tehlikenin farkında mıyız?

Azim ve Karar, 23 Ocak 2023.

TÜRBAN

Suay Karaman

Yeni CHP’nin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, türban konusunda harekete geçeceklerini bildirerek “Bizim de hatalarımız oldu, yarın bu yarayı sonsuza kadar kapatmak için bir kanun teklifi sunacağız.” demişti. Böylece 4 Ekim 2022 salı günü türban için hazırlanan yasa önerisi TBMM’ye sunuldu. Aynı gün AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan partisinin grup toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu’nun türban önerisine yanıt verdi ve anayasa değişikliği önerisinde bulundu.

Bunun üzerine 9 Aralık 2022’de AKP’nin hazırladığı türban düzenlenmesini içeren anayasa değişikliği önerisi, Cumhur İttifakı ortakları ile birlikte 336 milletvekilinin imzasıyla TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Verilen öneriye (teklife) göre, anayasanın din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24. maddesi ile aile ve çocuğun korunmasına ilişkin 41. maddesinde değişiklik öngörülmektedir. Buna göre kamu ve özel sektör dahil, yaşamın hiçbir alanında, dinsel inancı nedeniyle türbanı ya da giysisi nedeniyle hiçbir kadının ayrımcılığa tabi tutulamayacağı ile evlilik birliğinin yalnızca kadın ve erkeğin evlenmesiyle oluşturulabileceği öngörülüyor.

AKP’nin hazırladığı her öneride mutlaka bir yanlışlık ve hinlik olduğu bilinmektedir. Bu önerinin salt türban serbestliğini içermeyeceği, bununla birlikte burka, peçe, kara çarşaf, cübbe gibi siyasal İslam’ın simgesi olarak nitelenen giysilerin de önünü açması sağlanacaktır.

Kılıçdaroğlu’nun çağrısıyla, ülkenin gündeminden düşmüş bir konu için verdiği yasa önerisine karşı, konuyu gollük pas olarak algılayan AKP, karşı atak yaparak, anayasa değişikliği önerisini sundu. Sunulan bu öneri üzerine altılı ganyanı oluşturan sözde muhalefet partileri (AS: Bu nitelemeyi şık ve doğru bulmuyoruz..) bir araya gelerek, AKP’nin önerisine karşı türban konusu hakkında yeni bir anayasa değişikliği yapılması için çalışma kararı aldılar.

Kılıçdaroğlu’nun kapanmış bir konuyla ilgili yasa önerisi vermiş olmasının yanlışlığı zaten ortaya çıkmıştı. Şimdi altılı ganyanın AKP’nin anayasa değişiklik önerisine karşı seçenek bir öneri hazırlaması ise daha büyük bir yanlış olacaktır.

  • Cumhur İttifakı karşısındaki tüm muhalefet partilerinin anayasa değişiklik sürecinin
    hiçbir aşamasında kesinlikle yer almamaları gerekir.

Böylece siyasal iktidarın konuyu halkoylamasına (referanduma) götürmek için 360 oya ulaşması söz konusu olamayacaktır. İşin özüne bakılırsa zaten yönetmelikle düzenlenmesi gereken (AS: düzenlenmiş olan) bir konunun Anayasa ile çözülmesi, dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde yoktur.

Zaten altı benzemezden oluşan altılı ganyan, ülke sorunlarına çözüm üretmek yerine, türban gibi, anayasadan Türklük kavramının çıkarılmasıyla ilgili, Devrim Yasalarını değiştirmek gibi, Kürtçeyi de anadil yapmak gibi (AS: Kürtçe zaten Kürt yurttaşlarımızın anadili.. “Kürtçe 2. Resmi dil olamaz” denmeli..), tarikatları ve cemaatleri özgürlüğe kavuşturmak gibi gereksiz konularla ilgilenmekte ve söylemlerde bulunmaktadır. Siyasal İslamcılarla, Devrim karşıtlarıyla Atatürk ilke ve devrimlerini, laik ve demokratik cumhuriyetimizi korumak olanaksızdır. Demokrasiden payını alamamış kişilerin, parlamenter demokrasi getireceğini düşünmek ise saflığın da ötesindedir. İşte bu yüzden toplumun umudu her geçen gün azalmaktadır.

Bu hafta TBMM Anayasa Komisyonunda görüşülecek olan AKP’nin anayasa değişikliği önerisine destek vermek demek, siyasal iktidarın 20 yıldır anayasa ve hukuk dışı davranışlarını meşrulaştırmak, yapılan yağmaları, yolsuzlukları onaylamak anlamına gelecek; dolayısıyla siyasal iktidara yarayacaktır. Ülkemizin çok büyük sorunlarla boğuştuğu bir dönemde ve önemli bir seçime doğru gidilirken, yapılan bu gereksiz öneriler, AKP’nin hanesine başarı olarak yazılacaktır. Böylece ülke gündemi değiştirilmekte ve AKP bu durumdan sürekli kazançlı çıkmaktadır. Zaten böyle bir iktidarın 20 yıldır devletimizi yönetmesi, muhalefetin başarısızlığının da bir sonucudur.

  • Muhalefetin, AKP’nin (gündem) oyunlarına gelmemesi gerekmektedir.

Azim ve Karar, 16 Ocak 2023

TÜRK MİLLETİ AKP’Yİ AFFETMEYECEK

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı
16 Şubat 2022

TÜRK MİLLETİ AKP’Yİ AFFETMEYECEK

AKP, Siyasetteki ahlakı bitirdi!
AKP dönemini izleyen gençlerimiz, siyasetin çalmak, soymak, rüşvet almak, haksız yere zengin olmak diye zannediyorlar! AKP’den sadece bunu gördüler!

AKP, en büyük ihaneti İslam’a yaptı;
Barışa, sevgiye, kardeşliğe, güzel ahlaka, bilim ve akla çok önem veren İslam Dinine, AKP hırsızlık yaparak, devleti soyarak, hırsızları ve soyguncuları yargıdan kaçırarak, en büyük kötülüğü yaptı. Gençlerimiz artık Cuma günleri dahi camiye gitmez oldu!

AKP, Sığınmacılar belasını başımıza sardı;
AKP önderliği, BOP Eşbaşkanlığı görevini üstlenerek ve bununla gurur duyarak, çok iyi ilişkiler kurduğumuz Suriye ile aramızın açılmasına sebep oldu. Sınırlarımızı kasten açık tutarak, El-Kaide militanlarının Suriye’ye serbestçe girip çıkmasına ve sığınmacıların ordular halinde vatanımıza girmesine izin verdi. Çocuklarımıza sağlık-beslenme-eğitim olarak gitmesi gereken milyarlarca dolar, “Vatanını korumaktan kaçan” sığınmacılara verildi, verilmeye devam ediliyor!

AKP, Geleceğimizi de yedi, bitirdi;
Cumhuriyetin tüm eserlerini sattı. Ülke borcunu tam dörde katladı.
İngiliz tefecilerine ülkeyi soydurdu. Hazine garantili işlerle, ancak önümüzdeki 20-25 yılda ödeyebileceğimiz borca soktu!

Peki, Türk Milleti kendisine bu kötülükleri yapan AKP’yi affetmeyecek de, sığınmacılar belasını başımıza saran AKP artığı Davutoğlu ile başta TELEKOM olmak üzere Cumhuriyetin tüm fabrikalarını iki-üç yıllık gelirleri karşılığına satan Babacan’ı affedecek mi? Elbette ki affetmeyecek!

Aziz Türk Milleti;
DOĞRU Parti olarak bizim kişilerle işimiz olmaz. Hele Türk’e, Türklüğe düşman olanlarla hiç işimiz olmaz. Bizler bugünkü DOĞRU davranışımızla uyarı görevimizi yerine getiriyoruz. CHP’ye ve İYİ Partiye

  • “Yapmayın, böyle devam ederseniz, ülkeyi CIA uşağı FETÖ’nun kucağına tekrar atarsınız, oyuna geliyorsunuz” diyoruz!

İster anlarlar, anlamazlarsa da sonucuna katlanırlar!

Dostum, Yüksek İslam Enstitüsü Mezunu İlahiyatçı yazar ve DOĞRU Parti Genel Başkan Yardımcısı Sayın Sedat Şenermen’ın gönderdiği bir bilgiyi paylaşmak isterim;

Kur’an’da İslam’ın şartı sadece beş değildir. Kur’an’daki tüm hüküm içeren ayetlerin her biri İslam’ın şartıdır. Bunlar, Allah’ın emir ve yasaklarının tamamıdır, ki beş yüz’e yakındır. Düşmanı tanımak, ona boyun eğmemek, onunla işbirliği yapmamak farzdır, İslam’ın şartıdır. Allah, insan ve cin şeytanlarının, insanın ve insanlığın yeminli düşmanı olduğunu belirtiyor. Bireysel ya da bölgesel veya küresel şeytanlara boyun eğmemek hem İslam’ın hem imanın şartıdır.

Türk Milletine, Türk Devletine, onu Cumhuriyet değerleri üzerinden oluşturan Atatürk’e düşmanlık edenler, ülkemizin devletimizin milletimizin gizli-açık tüm düşmanlarına hizmet edenlerdir. Cumhuriyetin kurucu değerlerine bakmak gerekiyor. Bunlar Rahmani mi, şeytani mi?

Rahmani ise, ki hiç şüphesiz ki öyledir, bu değerleri yıkmaya çalışanlar kimlere hizmet etmiş oluyorlar?”

Görüldüğü üzere, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmak, hem insan olarak hem de inanan biri olarak bizlerin görevidir…

Milli Andımız da bizler için vazgeçmeyeceğimiz değerimizdir, Atatürk’ün Türk Milletine armağanıdır!

Davutoğlu ve Babacan ikilisinin bu konudaki görüşü şudur;

  • “Andımız uygulaması,1930’lu yılların otoriter zihniyetinin (Atatürk Dönemini kastediyor) bir ürünüdür. Vesayetçi sistem (Cumhuriyet Dönemine diyor) ve zihniyetle yürütülen mücadele çerçevesinde, 2013 yılında pedagoji ’ye aykırı bulunarak kaldırılmıştır!”

İşte AKP larvaları! Bu iki kafa “Milli Andımızın” okunmasını pedagoji ‘ye aykırı bulur ama 4-6 yaşındaki bebelere Arapça Kur’an ezberletmeyi, onları birer Taliban Militanı gibi yetiştirmeyi pedagoji’ ye uygun bulurlar…

İşte Yeni CHP’nin vazgeçemediği ortakları…

Sağlık ve başarı dileklerimle.

Size avuç avuç ilaç yutturmak için

Size avuç avuç ilaç yutturmak için

Soner YALÇIN
Odatv.com 30.10.19

Şili’den dünyaya, “sosyal devlet” yerine, güvencesiz dayanışmasız, özelleştirilmeci rekabetçi ve salt bedeni hedefleyen neoliberal sağlık hizmeti projesi yayıldı

Konuyu bambaşka yere bağlayacağım… Önce bazı bilgiler vermeliyim:
Rudolf Virchow (1821-1902)… “Patolojinin babası” Alman doktor.
O’na göre, hastalık biyolojik etmenlerden çok, ortaya çıktığı tarihsel ve maddi koşulların ürünüydü…
O’na göre, hastalık, yabancı bir organizmanın istilasından değil, hücrelerin içindeki düzenin bozulmasından kaynaklanıyordu…
O’na göre, hastalık üreten koşullarla mücadele etmek için, hastaları bedenleri, psikolojileri, toplumsal ve fiziksel çevreleriyle bir bütün olarak değerlendirmek gerekirdi…
Yani, sorun yalnızca beden değildi…
Bu bakımdan, hastalıkların nedenlerini toplumsal ve ekonomik koşullar dışında salt mikroskobik organizmalarda arayan Louis Pasteur gibi meslektaşlarıyla (AS: Pasteur kimyacı idi) ayrı düştü.

Aslında… İki tıp anlayışı arasındaki fark “emeğin ideolojisi” ile “sermayenin ideolojisi” arasındaki mücadelenin sağlık alanına yansımasıydı… (Bu nedenle sizler Pasteur adını bilirsiniz ama halkçı Virchow adını duymamışınızdır!)

Rudolf Virchow dedi ki: “Politika büyük ölçekte tıptan başka bir şey değildir… Hekimlerin fakirlerin doğal savunucuları olmalıdır.” Frederick Engels‘in “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adlı çalışmasından geniş ölçüde yararlandı ve yoksulluk ile hastalık arasındaki ilişkileri göstermek için kitaptaki verileri kullandı.

Dünyada toplumsal sağlığın fikir babası olarak bilindi Virchow…
Çok öğrenci yetiştirdi; Max Westenhoffer bunlardan biriydi.

ÖĞRENCİSİ DR. ALLENDE

Max Westenhoffer (1871-1957) …
1908-1911 arasında Şili‘de görev yaptı. Görevi tıp eğitiminde reform yapmaktı. Ayrıcalıklı sınıf haline gelen hekimlerden, yoksulların kötü koşullarına dek bir dizi rapor yazdı. Şili’li zengin muhafazakârların tepkisini çekti. Sınır dışı edildi..

Fakat 1929-1932 arasında yeniden Şili’de görev yaptı. Tıp fakültesindeki öğrencilerinden biri Salvador Allende idi… Ve Dr. Westenhoffer, 1948-1957 arasında 3. kez Şili’de görev yaptı. Ektiği tohumlar meyve vermeye başlamıştı; Şili’nin Sosyal Tıbbi Gerçekliği eserini yazan öğrencisi Dr. Salvador Allende Sağlık Bakanı idi artık… Öğrencisi, sağlık sorunlarının salt tıbbi bakımına değil, ancak daha ileri sağlık örgütlenmesine, barınmaya, beslenmeye ve çalışma koşullarına dayandığını savundu.

  • Dr. Allende Şili Başkanı olunca toplumsal sağlık hizmetlerini tek tek yaşama geçirmeye başladı.

Ama… CIA‘nın desteklediği Şili’deki faşist askeri cunta, Başkan Dr. Allende’yi katletti.

Darbenin nedenlerinden biri de, “Ölüm İmparatoru” Rockefeller tarafından dünyaya dayatılan “endüstriyel tıbba” Dr. Allende’nin karşı çıkmasıydı…

“YENİ CUMHURİYET”

Darbeyle Şili, neoliberalizmin laboratuvarı oldu.

– Şili’de kişi başına sağlık gideri Dr. Allende döneminde 43 $ iken darbeden sonra 23 dolara indi…

– Kamu sağlık harcamaları darbeden sonra %65 azaltıldı…
– Ulusal sağlık sisteminin toplam harcamalardaki payı darbenin yapıldığı 1973 yılından 1983 yılına kadarki süreçte üçte bir oranında indirildi…
– Yatırım harcamalarının toplam sağlık harcamaları içindeki oranı % 12’den, on yıl sonra %1’e düşürüldü…
– Darbe döneminde doktorların tabip odalarına üye zorunluğu kaldırılarak sağlık sistemi üzerindeki hekimlerin etkinlikleri azaltıldı…

  • Şili’den dünyaya, “sosyal devlet” yerine, güvencesiz, dayanışmasız, özelleştirilmeci rekabetçi ve salt bedeni hedefleyen neoliberal sağlık hizmeti projesi yayıldı…

Benzer yapısal-köklü iktisadi dönüşüm 1976’da askeri darbelerle Arjantin ve 1980’de Türkiye gibi ülkelerde yaşama geçirildi…

Prof. Milton Friedman 1982’de Şili’yi “ekonomik mucize” olarak selamladı. O dönem derin örgütlenme Mont Pelerin üyesi sekiz neo-liberal; Friedrich Hayek, Milton Friedman, George Stigler, Maurice Allais, James M. Buchanan, Ronald Coase, Gary Becker, Vernon Smith’e Nobel Ekonomi Ödülü verildi!
Öyle maskeleme yaptılar ki kim sağcı, kim solcu kafalar karıştı. Neo-liberalizm yalnızca Özal gibi muhafazakâr iktidarların değil, Blair gibi sosyal demokratların da politik yolu oldu.
Amerikalı “solcu neo-conlar” “Yeni Cumhuriyet” adlı dergi çıkardı! “Yeni CHP” buralardan doğdu!

Toparlarsam: Bugün… Şili, tarihinin en büyük protestolarına sahne oluyor; milyonu aşkın insan neo-liberalizmi protesto ediyor. Hedefleri yalnızca hükümet değil, (örneğin sizlere avuç avuç ilaç yutturan, sürekli MR çektiren) neo-liberal iktisadi sistemi değiştirmek.

40 yıllık yalan ezberi siz de yıkın… Ezberlemek bilmek değil çünkü.

ŞAŞIRDIK MI?

ŞAŞIRDIK MI?

 portresi_Anit_Kabir'de

Suay Karaman

Suay Karaman bir zamanlar

  • Demokrasi bir tramvaydır. Gideceğiniz yere kadar gider, orada inersiniz” demişti.Aralık 2012’de Konya’da bir ödül töreninde yaptığı konuşmada ise: “Yav işte 326 milletvekiliniz var hala mı bahane diyorlar. Ama işte bu kuvvetler ayrılığı denen var ya, o önünüze gelip engel olarak dikiliyor.” demişti.

AKP iktidarı ile 14 yıldır ülkemizde tüm kuvvetlerin tek elde toplandığı ve adına “ileri demokrasi” denilen bir düzen yaşanmaktadır. 12 Eylül 2010’da yapılan halk oylamasının (AS: Anayasa’nın 26 maddesinin blok oylaması) amacı da yargıyı tümüyle siyasal iktidarın denetimi altına almaktı. Tayyip Erdoğan’ın güçler ayrılığından engel olarak söz etmesi, ülkemiz adına talihsizliktir; faşizmin ayak sesleridir, diktatörlüğe gidişin karanlık yollarını açmaktır.

Tayyip Erdoğan, “Anayasa Mahkemesi‘nin Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verdiği hak ihlali kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum” demişti. Oysa Çankaya’daki görevine başlarken anayasaya bağlılık yemini eden birinin “ben farklı bir cumhurbaşkanı olacağım” diyerek, anayasaya aykırı hareket etmesi çok açık bir şekilde anayasaya karşı suçtur ve aslında sivil bir darbedir.

Geçtiğimiz günlerde kaçak sarayda kapalı kapıların ardında yapılan görüşmede, başbakan Ahmet Davutoğlu’nun görevinden kovulduğu, bizzat Tayyip Erdoğan tarafından yüzüne karşı söylenmiştir. Tayyip Erdoğan, seçimli olağanüstü kongreyi toplamasını ve aday olmayarak, AKP genel başkanlığı ve başbakanlıktan ayrılmasını da bildirmiştir. Bu olanların hiçbirine şaşırmadık, çünkü yıllardır adım adım bu gidişe, “yetmez ama evet” diyerek aydın insan taklitleri de destek vermişti.

Bu durum karşısında birçok kimse Davutoğlu’na üzülmüş, haksızlık yapıldığını bildirmiş ve bu olayı bir darbe olarak değerlendirmişlerdir. Ancak Davutoğlu’nun, başbakanlığa gelmesini sağlayan laik ve demokratik devleti yıkıp, yerine ortaçağ karanlığında bir devlet kurmak için, kendisine verilen görevi yerine getirmeye çalışan biri olduğu unutulmaktadır. Yeni CHP genel başkanı daha da ileri giderek; “helallik boynumuzun borcudur, tüm haklarımızı helal ediyoruz” demiştir. Geçtiğimiz Nisan ayında Davutoğlu, Kılıçdaroğlu’na; “Ben O’nu artık adam sınıfından saymıyorum, adam müsveddesi demeyi bile kendisine çok görüyorum..” demişti. “Davutoğlu’nu da savunmak bize düştü.” diyen Kemal Kılıçdaroğlu, eski başbakan Mesut Yılmaz’a milletvekilliği önerdiğine göre, bundan sonraki seçimlerde mutlaka Ahmet Davutoğlu için de bir şeyler düşünecektir. Buna da şaşırmayız…

Tayyip Erdoğan’ın, Ahmet Davutoğlu’na yaptığını darbe olarak değerlendirenler, Türk Ordusu’ na kurulan kumpas için sessizliklerini korumaktadır. Bir siyasal iktidarın, kendi ülkesinin ordusuna düşman olması, sivil darbe olarak nitelenir. Demokrasilerde elindeki siyasal gücü, rejimin kuralları dışına çıkartarak hukuksuz amaçlara yönelmek, hukuk dışı tutum ve davranışlarda bulunmak, sivil darbe olarak nitelenir.

Bir siyasal iktidarın, yasama, yürütme ve yargıyı kendine bağlayarak, her koşulda sürekli kendi istediğini yapmak için uğraşması, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşması ve kendilerine karşı olanları bir biçimde yargılatıp, susturması sivil darbe olarak nitelenir.

Bir siyasal iktidarın, ülkenin parlamentosu yerine yasa gücünde kararnamelerle yasama görevini gasp etmesi, kurumların hesaplarını Sayıştay denetiminden kaçırması, sivil darbe olarak nitelenir. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu kesinleşen bir iktidarın, bu karara karşın ülkeyi yönetmesi açıkça sivil darbedir.

Demokrasi dışı tutum ve davranışları alışkanlık haline getiren siyasal iktidar, sivil darbe yapmaktadır. Üstelik yaptıkları darbe, muhalefet tarafından da görülememektedir. Tek adamlığa gidilen bu süreçten tüm siyasal partiler sorumludur.

Toplumumuzun dinselleştirilmesi ile Kürtlere özerklik tanınmasını öngören Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olduğunu söyleyen birinin, tek adamlığa soyunması, ülkemiz için büyük bir felakettir. “İlla başkanlık değil, ‘partili cumhurbaşkanı’ sistemi de olabilir” sözleriyle Tayyip Erdoğan, AKP’de denetimi yitirmek istemediğini açıklamıştır. Terör her gün can almakta, Kilis ilimize her gün roketler atılmaktadır. AKP’ye %70 oy veren Kilisliler “öldürülüyoruz” diye gazetelere ilan verip, yöneticileri göreve çağırırken, büyük kentlerimizde bombalar patlatılırken, siyasal iktidarın gözü yeni anayasa yapmaktadır.

Bütün bu olanlara karşın muhalefet sessizdir ve kendi sorunlarını çözemeyen bir muhalefete de, zaten halk güvenmemektedir. Bu güven bunalımını aşmak için muhalefet yöneticilerinin hepsinin değişmesi gerekmektedir. Gerçekleşecek bir olumlu değişim ile ülkemizin yolunun da aydınlığa doğru değişeceği görülecektir.

===================================

Teşekkürler sevgili kardeşimiz Suay Karaman...

Sevgi ve saygı ile.
09 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yılmaz Özdil: Kut’ül ammare

Kut’ül ammare

portresi_kravatli

 

Yılmaz Özdil
SÖZCÜ,
3 Mayıs 2016

 

Dört yıl önce, 2012. Takunyacı ihlas holding’ten tgrt’yi satın alıp, adını Fox TV  olarak değiştiren dünya medya imparatoru Rupert Murdoch, ATV’yle Sabah’ı da almak için Ankara’ya geldi, asrın liderimizle buluştu, baş başa görüştü,
anı olarak da John Philby’nin kitabını hediye etti.
*
Murdoch, TGRT’yi Ahmet Ertegün aracılığıyla almıştı. Ertegün’ün dedesi
Üsküdar Özbekler Tekkesi’nin şeyhiydi. 
Babası, Washington büyükelçimizdi.
Beyaz Saray’ın pek kıymet verdiği bir aileydi, babası görev başında vefat etmiş, cenazesi Missouri zırhlısıyla gönderilmişti. Murdoch’ın babası ise, 1915’te Melbourne Age gazetesinin muhabiri olarak Çanakkale savaşını takip eden Avustralyalı gazeteciydi. Cephede gözlemler yapmış, sonra da sekiz bin kelimeden oluşan meşhur “Gelibolu mektubu”nu yazarak, gizlice Avustralya başbakanına göndermişti.

“İngiliz istihbaratı Londra’ya yalan raporlar gönderiyor,
Çanakkale geçilemez, boşuna ölüyoruz”
demişti.
*
Murdoch’ın asrın liderimize hediye ettiği “The Empty Quarter” adlı kitabın yazarı John Philby, İngiliz casusuydu. Anadili gibi Arapça biliyordu.
Güya müslüman oldu, Şeyh Abdullah adını aldı. Biz Çanakkale’de İngilizlerle boğuşurken, Osmanlı’ya isyan bayrağı açan Mekke Şerifi Hüseyin’e yardımcı olması için Arabistan’a gönderildi. Bir yandan sırtımızdan hançerleyen Arapları organize etti, bir yandan İngiliz petrol şirketlerine imtiyaz topladı,
bir yandan da tarihsel eserleri araklayıp İngiltere müzelerine sattı, servet yaptı.
*
İngiltere’ye dönünce, siyasete atıldı, seçilemedi, küstü. İkinci Dünya Savaşında saf değiştirdi, kendi ülkesini satmaya başladı, çaktırmadan Hitler’e çalıştı.
Yakalandı, bir süre tutuklandı, sonra ev hapsine alındı, savaş bitince İngiltere’yi terketti, Lübnan’a taşındı. Kalpten öldü.
Beyrut’ta müslüman mezarlığına gömüldü.
*
Bu casus arkadaşın bir oğlu vardı, Kim Philby… O da babası gibi Cambridge’ten mezundu, O da sular seller gibi Arapça biliyordu, O da casustu. 1947’de konsolosluk sekreteri ayağıyla İstanbul’a gönderildi. CIA ve MI6’in irtibat görevi için Washington’a tayin edildi. Soğuk Savaş tarihine “asrın casusu” olarak geçti. Çünkü, çift taraflı çalışıyordu. Köstebekti. Sovyet gizli servisi tarafından devşirilmişti, Moskova’ya bilgi satıyordu. Şüphelenildi, takip edildi, bir türlü suçüstü yapılamadı ama, kovuldu. O da gitti, babası gibi Beyrut’a yerleşti.
Güya gazeteciydi.
*
Gel zaman git zaman, 1961’de Anatoliy Golitsy isimli KGB subayı ABD’ye
iltica etti, bülbül gibi öttü. 
Kim Philby’nin ipliğini pazara çıkardı. Aranan kanıt nihayet bulunmuştu. İngiliz siciminin boynuna dolanmak üzere olduğunu anlayan
Kim Philby, Suriye üzerinden Ermenistan’a, oradan Rusya’ya kaçtı. 
Daha önce bir İngiliz, bir Amerikalı eşinden boşanmıştı, bu kez Polonya kökenli Rus yazar
Rufina Pukhova’yla evlendi. Yaşamı 
roman oldu, Hollywood’ta film oldu.
Alkolik oldu. İki kez intihara kalkıştı, beceremedi. 1988’de babası gibi kalpten gitti. Rusya, O’nun anısına posta pulu bastırdı.
*
Ölümünden sonra ortaya çıktı ki; İstanbul’da çalıştığı sırada, SSCB’nin İstanbul başkonsolosluğunda görevli olan ve İngiltere’ye iltica etmek isteyen Konstantin Volkov isimli KGB subayını, usta manevralarla bizzat kendi elleriyle KGB’ye
teslim etmişti. 
Çünkü, Volkov’un çantasında köstebeklerin listesi vardı ve listenin en başında Kim Philby yazıyordu! Bu casus arkadaşın, kendisi gibi casus olan babasına dönersek…

Suudileri örgütleyen John Philby, Irak’ın örgütlenmesi işini Gertrude Bell
adlı bir kadınla yürütüyordu. 
Gertrude casustu. Oxford mezunuydu.
Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe dahil, şakır şakır yedi lisan biliyordu. Çok güzeldi.
Kızıl saçlı, yeşil gözlü, narin yapılıydı. Gören çarpılıyordu. Etrafına ışık saçıyordu.
Arkeolog ayaklarıyla Mezopotamya’yı karış karış gezdi, aşiretleri örgütledi.
1919’da Paris Konferansı’na delege olarak katıldı. Haritaladı… Kürt, Arap, Türkmen bölgelerine ayırdı, bugünkü Irak’ın sınırlarını elleriyle çizdi.
1924’te Türkiye’yle İngiltere arasında imzalanan Irak sınırı, O’nun eseriydi.
Bir de kral buldu… John Philby’nin kankası Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı,
kukla olarak Irak tahtına oturttu.
*
Araplar ona “çöl kraliçesi” diyordu. Hiç evlenmedi. Aşıktı aslında…
Binbaşı Dick Doghty-Willie’ye aşıktı. Talihsizliğe bakın ki, binbaşı evliydi.
Gizli gizli mektuplaşıyorlar, buluşuyorlardı ama, binbaşı eşinden boşanmıyor, Gertrude bunalıma giriyordu. Sorunu biz çözdük… Binbaşıyı Çanakkale’de vurduk, herif öldü, aile faciası yaşanmasına gerek kalmadı! Gertrude’un Türk nefreti böyle başlamıştı. Sevgilisi ölünce kendini Kahire’ye attı, İngiliz gizli servisinin Arap bürosuna katıldı. Yukarda özetlediğim işleri halletmek için Irak’a geçti.
Önce bizim kuyumuzu kazdı, sonra kendi başını yedi. 1926’da, 58 yaşındayken aşırı dozda uyku hapı alarak, intihar etti. Bağdat’a İngiliz mezarlığına gömüldü.
*
Kendini öldürmeden önce, gene arkeolog ayaklarıyla kezlerce Anadolu’ya geldi.
Kadın konusundaki zafiyetimizi biliyordu, gayet iyi kullandı, kapıları ardına kadar açtırdı. Yetmedi, istediği gibi kurcalasın, memlekette cirit atsın diye,
yanına rehber bile verdik iyi mi… 
Hakkını verdi. Memlekette dört döndü.
Ne Diyarbakır bıraktı, ne Adana, ne Konya, ne Kayseri, ne Kapadokya…
Cudi’ye bile tırmandı. Kürt köylerini listeledi, hangi aşiret devletten yanadır, hangi aşiret ihanete müsaittir, şeceresini çıkardı.
Nereler kuytudur, nerelerden nerelere geçilir, haritaladı.

Mesela bir mektubunda “Zaho kampında konakladım” diyordu.
Bilmiyorum bi yerlerden anımsıyor musunuz, Zaho kampını!
*
Antakya’ya gitti. Karkamış’ta kazı yaptı. Bugün ne hale geldiğini gördüğümüz Suriye sınırında kiliseleri geziyorum dümeniyle, ahalinin etnik kökenini, mezheplerini raporladı. Öldüğünde, kendisinden geriye, elyazısıyla 16 günlük,
iki bine yakın mektup, yedi bin fotoğraf kaldı.
*
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı, Gertrude dört ay sonra Anadolu’ya sızdı, Malatya’ya geldi, Kürt aşiretlerini devşirmeye çalışan
İngiliz casusu binbaşı Noel’le buluştu, Elazığ’a geçmek isterken enselendi, kendisiyle anladığı lisandan konuşuldu. 
Kuvayi milliyecilerin padişahçılara
pek benzemediğini öğrenmiş oldu, Milli Mücadele bitene dek Anadolu’ya
adım atmadı. 
Dedim ya, hiç evlenmemişti. Ama, anne sayılırdı.
Çünkü “manevi oğlum” dediği biri vardı. Yarbay Thomas Edward Lawrence… Namı diğer, Arabistanlı LawrenceEvlat yetiştirir gibi yetiştirdi,
yol gösterdi, akıl hocalığını yaptı, nüfuzlu kişilerle tanıştırdı. 
Arabistanlı Lawrence, kendisinden 20 yaş büyük olan bu kadın için “annemden farksız, bildiğim
her şeyi ondan öğrendim”
diyordu.
*
Tayyip Erdoğan’la Abdullah Gül’ü kaldığı oteline, ayağına getirtip madalya takan Suudi kralı var ya… İşte bu Lawrence’in Cidde’de yaşadığı evi restore ettirdi, kapısına da kocaman harflerle “Bu ev, Türklere karşı savaş vermemize yardımcı olan Lawrence’in karargahıdır.” diye plaket astı!
*
Neyse… 1953’te henüz 46 yaşındayken motosiklet kazasında ölen Arabistanlı Lawrence’ın yaşamı film oldu. 1962’de gösterime girdi, en iyi yönetmen dahil, yedi dalda Oscar kazandı. ABD Kongre Kütüphanesi tarafından, tarihsel değeri nedeniyle, Ulusal Film Arşivi’nde koruma altına alındı.
Ancak… “The End” olmadı. Gertrude Bell’in yaşamı da film oldu.
“Çöl Kraliçesi” adlı filmde, efsane kadın casusu Oscar ödüllü Nicole Kidman canlandırdı. Çekimleri Fas’ta ve Ürdün’de yapıldı. Beş bin figüran kullanıldı.
Bu cuma günü vizyona (AS: gösterime) giriyor. Zamanlaması ne tesadüf di mi? 

Kimbilir, yazarak anlatamıyoruz, belki seyrederek anlarız… Mesela, Mısır doğumlu İslam Teşkilatı sekreteri Ekmeleddin efendinin, neden yeni CHP tarafından
tıpış tıpış cumhurbaşkanı adayı ilan edildiğini, bu arkadaşın neden MHP tarafından TBMM Başkanlığına aday gösterildiğini, İngiltere kraliçesi’nin dindar cumhurbaşkanımıza neden şövalye madalyası taktığını, genelkurmay başkanımızın neden sünnet çocuğu gibi Suudi Kralı’nın yanına oturtulduğunu, asrın liderimizin Suudi kralına madalya takmaya neden doyamadığını,
Suriye’ye neden bulaştığımızı, Rus uçağını neden düşürdüğümüzü,
Kürdistan kuran Barzani’nin AKP kongresinde neden onur konuğu yapıldığını, Katar’a neden nöbetçi askeri üs kurduğumuzu, laiksiz anayasayı, 14 yıldır
iktidarda olmalarına karşın hiç anımsamayıp, 14 yıl sonra aniden Kut’ül ammare’yi hatırlamalarını, 14 yıl sonra aniden başlayan Kut’ül ammare sevdasını filan… 
Belki daha iyi kavrarız.
Popcorn yemeyi ihmal etmeyin, iyi seyirler Türkiye.

================================

Dostlar,

Değerli araştırmacı – gazeteci Yılmaz Özdil tek sözcükle gene “döktürmüş!”
değil mi?? Kalemine ve yüreğine sağlık diyoruz..

Halkımızı artık düşünmeye ve “soru sormaya” çağırıyoruz..

Ne, Neden-niçin, nasıl, nerede-nereye, ne zaman… KİM??
Ünlü 5N – 1K formülü..

Bu sorulara doğru yanıtlar bulmak için çabalamalıdır Ulusumuz..

Beyin iğfalinden kaçınmak için elinden gelen her şey yapmalıdır..

  • Dileriz AKP – RTE, Enerji Bakanı Damat Berat Albayrak’ı “Damt Ferit” örneği sadrazam yapmaz! Türkiye bunu kaldıramaz.. Zinhar aklınızdan çıkarın!

Sevgi ve saygı ile.
05 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Birgül Ayman Güler : “Taht hülyaları ve gerçekler” yazısı ve çağrışımlarımız..

Taht hülyaları ve gerçekler

portresi_genc

Birgül Ayman Güler

Kanlı PKK’nın Kandil sesi Duran Kalkan,
“2011 yılında başlayan ve adına ‘Arap Baharı’ denen süreç bugün Irak, Suriye ve Türkiye üçgeninde odaklanmıştır ki, burada belirleyici alanın Türkiye olduğu ve sorunların kalıcı çözümünün Türkiye’den başlayarak gerçekleşeceği açıktır.” diyor.

Arap Baharı, ABD imalatı BOP harekatının uygulama planı. Genç insanları canlı bomba yapıp binlerce masum insanın üzerine atan bu kişi, Türkiye için Libya, Mısır, Irak ve Suriye’deki gibi bir kader diliyor. Bu kader bir an önce gerçek olsun diye elinden geleni ardına koymuyor.
AKP yöneticilerinin ‘kalıcı barış’ için çözüm masalarına oturdukları ortakları buydu.
Ortaklığın temelinde aynı fırsatçılık vardı. Arap Baharı onların da hoşlarına gitmişti.
O baharın yapımcısı olan Amerikan harekatına eşbaşkanlıklarını gururla ilan etmişlerdi.
BOP penceresinden ne manzaralar seyredildi!
PKK baronları kendilerini petrol yatakları üzerine kurulmuş yeni-Babil tahtında görürken,
AKP yöneticileri Dersaadet’e kurulacak hilafet tahtı hülyasına daldılar.
Ortada ve ufukta tahtların ikisi de yok. Barış, demokrasi, insan hakları adına, oldukları yerde
ya da göç yollarında canları alınan çoluk-çocuk milyonlarca insan ve tarihin en büyük vahşetlerinden sonuncusu var.
***
‘Kalıcı çözüm’ün ne anlama geldiği artık açık: Ulusal yapıların parçalanması.
Irak’ta 2003 yılından, Suriye’de 2011 yılından bu yana sürdürülen vahşetin kapıları,
Türkiye’de ‘çözüm masaları’ ve ‘akil adamlar’la açıldı. Yeni-CHP’nin tepesine yerleşmiş,
hangi tahtın hülyasını gördüğü hepimiz için hala muamma olan klik, “al sana açık çek,
masa için” deyip bu masalara ortak oldu.

Ne var ki, bahar ortaklarının arası bozuldu. AKP yöneticileri, hiçbir rüyanın Amerikan siyasetinden fırsat sağlamakla gerçekleşemeyeceği gerçeğiyle yüz yüze geldiler.
PKK, sahibinin sağlayacağı her fırsata razı; sahibinin kanatları altına iyice sindi.
Müzakerenin yerini mücadele aldı. CHP’ye düşen ise, elinden düşürmediği çek defterini AKP’ye bu kez “al sana açık çek, terörü bitirmen için!” diyerek uzatmak oldu.

Gerçek CHP için utanç verici hallere bir yenisi daha eklendi.
Çünkü genel başkanın yardımcısı daha bir hafta önce Cumhuriyet Savcılığı’na başvurmuş ve AKP cenahı hakkında Cumhurbaşkanından Başbakana, Beşir Atalay’dan MİT Müsteşarına, tüm ilgili kamu görevlileri için “2009-2015 arasında teröre yardım etmek” iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştu.
Teröre yardım suçlusu saydığınız kimselerden, şimdi terörü bitirmelerini istemek nasıl bir iş?
***
Taht hülyaları da, açık çekler de artık yönsüzdür.
İster müzakere masasında olsunlar, ister mücadele alanlarında, bunların hepsi, şimdi tek sabitle yönlendirilmeye çalışılıyorlar. “Yeni anayasa”!
İmralı Notları, yeni anayasa için rota bildiren emirnamelerle donanırken,

– HDP temsilcileri istediklerinin ulusal/milli devletin ortadan kaldırılması olduğunu

açıkça söylediler.

AKP temsilcileri, aynı şeyi yerine ümmet toplumunu getirebilmek için, bunun ise kendi seçmenlerince reddedildiğini gayet iyi bildiklerinden, istediklerini hala ilm-i siyaset teknikleriyle ve Başkanlık örtüsü altına gizlenerek söylemeyi sürdürüyorlar.

Yeni-CHP kliği etnikçi eşit vatandaşlık anlayışı örtüsüne saklanıp
buna da bir ‘açık çek’ kesmiş durumda.
MHP ise bildiğiniz gibi.
Hangi partiden olursa olsun halka gelince, hepimiz, canlı bombalı saldırılarla
felç edilmeye çalışılıyoruz.
Bu sahte Baharcılar bir işgal etmeyi, bir de anayasa yapmayı sevdiler.
Bizim ise, yitirdiğimiz her canımızla birlikte boyun borcumuz daha da arttı.

Yeni Anayasaya Geçit Yok!

(AYDINLIK, 1.3.1)

====================================

Dostlar,

Teşekkürler usta ve birikimli kalem,
yurtsever dostumuz Prof. Birgül Ayman Güler hocamıza…

“Yeni Anayasa” tuzağının gerçekte Küresel emperyalizmin dayatması olduğunu
ve içeridekilerin de adeta yemlenerek iğrenç, bölücü Batı projesine ortak – maşa ve
mahkum edildiklerini bir kez daha vurgulamakta çoook büyük yarar var…

  • “Biz Küreselleşmenin Anayasasını hazırlıyoruz. 
    Ne hükümetler neyin altına imza attıklarının, 
    ne de şirketler neler kazandıklarının farkında.“
    Renato Ruggerio; DTÖ Eski Genel Başkanı (1997)

* Sözde, DTÖ güdümünde “serbest ticaret” kutsanıyor; oysa ulusal teknolojimiz
rekabete elverişli değil. AB-ABD dışsatımımıza kota koyuyor ayrıca.
Sonuç;
dev dış ticaret açığı – cari açık ve borçlandırma!
Bu yolla ülkeleri küresel sermayeye yeniden post-modern sömürge kılma!

DTO_Kuresel_sistemin_ANAYASASINI_yaziyoruz

1982 Anayasası Türkiye’yi KüreselleşTİRmecilere = Yeni emperyalistlere yarı sömürge kıldı
35 yılda, kendine biçilen Küresel misyonunu iyi kötü yerine getirdi.
Şimdi sıra post-modern tam sömürge kılmada, bölünmede, İslami Federasyonda..

“Yeni Anayasa” tuzağının saklanan hayın hedefleri tam da bunlar…
2023’e kalmadan.. Aç tavuğun darı ambarı rüyasından farksız..

“Beraber yürüyerek bu yolda ..” (!)

Türk halkı bu kalleş oyuna asla gelmeyecek!

Sevgi ve saygı ile.
19 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bilderberg, CHP, AB, Devlet Bahçeli ve MHP

 

Bilderberg, CHP, AB,
Devlet Bahçeli ve MHP

portresi

 

Amiral Soner Polat

 

 

ulusalkanal.com.tr
spolat102@outlook.com
AYDINLIK, 14 Haziran 2015

 

Gizli dünya hükümeti olarak da adlandırılabilecek bu oluşum,
kimi zaman hükümetlerin içinde, kimi zaman yanında, kimi zaman ensesinde, kimi zaman da üzerindedir. Bu yapılanmanın ayrıntıları bu yazının konusu olmamakla birlikte, Bilderberg’in bu oluşumun en alt basamağı olduğunu söyleyebiliriz.

Adını 1954’te ilk kez düzenlenen toplantıya ev sahipliği yapan Hollanda’daki Bilderberg otelinden alır. Avrupa ile Kuzey Amerika arasındaki bağları güçlendirmek için yola çıktığını ilan etmiştir. Ancak Avrupa’daki ulusçuluk fikirlerini kademe kademe aşındırarak, kendi denetiminde birleşik bir Avrupa yaratmak için çaba götermiştir. İngiliz ulusçuluğunun kalesi kabul edilen Lordlar Kamarası 1988 yılında bunlar tarafından dağıtılmıştır.

Ulus devletlerin yıkılması, küresel düzeyde sermaye ve mal dolaşımı için
tüm engellerin ortadan kaldırılması temel hedefleri arasındadır.

Bilderberg grubu yılda bir kez toplanır. Finans kapital ve silah sanayisinin çıkarları doğrultusunda dünyanın nasıl yönlendirilebileceğine ilişkin politikalar saptanır. Toplantı görüşmeleri ve çıkarılan sonuçlar gizlidir ve asla kamuoyu ile paylaşılmaz. Hiçbir katılımcı görüşme içeriğini açıklayamaz; aksi halde özel cezalandırma mekanizmalarının muhatabı olur!

Türkiye gibi ülkelerden,işlerine yarayacak siyasal partilerin ve oligarşik yapıların temsilcileri davet edilir. Geçmişte AKP’li ya da AKP’ye yakın
Ali Babacan, Cengiz Çandar, Fehmi Koru gibi mümtaz şahsiyetler (!)
davet ediliyordu. Bu yıl ise CHP’den Genel Başkan Yardımcısı
Selin Sayek Böke ile milletvekili İlhan Kesici davet edildi.

Peki, bu ne anlama geliyor? Emperyalist merkezler ve küresel çeteler Türkiye ile ilgili sinsi emellerini gerçekleştirmek için artık yeni CHP’yi
bir vasıta olarak görüyor! Yıkıcı ve bölücü projeler bundan böyle
yeni CHP üzerinden yürütülecek! Bu nedenle, tüm yurtseverler,
oylarını CHP’ye verenler bile projektörlerini bir an olsun yeni CHP üzerinden ayırmamalı! Bu parti Türkiye’ye her an bir gol atabilir!

Bilindiği gibi Avrupa Parlamentosu son dönemlerin en sert belgesi olan
2014 Türkiye İlerleme Raporu’nu 94’e karşı 432 oyla kabul etti.
Ermeni soykırım yalanını savunan, Kıbrıs’ta Türk askerini geri çekilmeye davet eden rapor, AKP hükümeti tarafından bile “kabul edilemez” bulundu!

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi ve Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Federica Magherini, seçim sonrasında Türkiye’deki liderlerden
Ahmet Davutoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu ve Selahattin Demirtaş’ı arayarak tebrik etti. Bayan Magherini, MHP lideri Devlet Bahçeli’yi ise aramadı!

Devlet Bahçeli, seçim sonrasında en tutarlı ve en sorumlu demeçleri vererek kendisini TBMM’deki öbür liderlerden farklı bir konuma koydu. Kırmızı çizgilerini net bir biçimde belirledi:

– “Bir ihanet süreci olan açılıma son!”
– “Tayyip Erdoğan’ın Anayasal çizgiye çekilmesi!”
– “17-25 Aralık dosyasının yeniden açılması!”

AB emperyalizmi ise küstah, kibirli ve saygısız tavırlarına bir yenisini ekleyerek, milli birlik ve beraberlik yönündeki tavrı nedeniyle Bahçeli’yi hedefe koydu!Açılım ve bölünme projelerine destek veren liderleri bağrına basan bağnaz Avrupalı, ülke bütünlüğünü savunan liderlere aklınca gözdağı veriyor. Aslında Avrupa’nın bu hareketi Devlet Bahçeli’nin ülke içindeki saygınlığını artıran bir girişim olmuştur.

AB, ülkedeki bölücülük (HDP/PKK desteği) ve gericiliğin (cemaat ve
ılımlı İslam desteği) en büyük hamisi olduğunu her vesile ile gösteriyor.

Türkiye ve Türk düşmanlığını bir alışkanlık haline getiren, Ermeni yalanında kendi hukukunu bile çöpe atan çirkin Avrupalı, maalesef hâlâ bazı
çıkar odakları tarafından medeniyet projesi (!) olarak pazarlanıyor!

TBMM içindeki partilerden sadece MHP ve lideri Devlet Bahçeli açılım ve bölünme politikalarına karşı çıkıyor.

Bu konuda en radikal parti, sırtını emperyalist merkezler ve Bilderberg gibi küresel gizli örgütlere dayayan yeni CHP!

HDP’yi (PKK) arkasına alarak açılım bayrağını dalgalandırmak,
Güneydoğu’ya en geniş anlamda özerklik getirmek istiyor.
Bu konuda AKP’den bile bir adım önde!

Ülkemizin içinde bulunduğu olağanüstü ağır koşullarda en öncelikli sorun, sanıldığı gibi ayakları yere basmayan bir hükümet kurmak değil; emperyalizmin dayattığı bölünme sürecini en az kayıpla savuşturmaktır. Sistem aslında,“ülke hükümetsiz kalmamalı!” söyleminin arkasına gizlenerek, bir bölünme hükümeti dayatmak istiyor! Ülkemizde onlarca hükümet kuruldu; yine kurulur.
Ama ülke bölünürse, kurulacak hükümetlerin bir anlamı kalmaz!

Seçim sonucunda bir husus gözden kaçırıldı. PKK (HDP) her ne kadar hükümet kurmak için anahtar konumdaysa, MHP de bölücülük politikalarını engelleme konusunda kilit konumdadır.

AKP’yi ve özellikle CHP’yi frenleme görevi MHP’nin üzerindedir. Bölücü bir rota için geriye tek bir olasılık kalıyor:

“AKP-CHP Koalisyonu!”

Böyle bir girişim ülkenin tüm milli güçleri devreye sokularak
mutlaka engellenmelidir. Böylece emperyalist merkezler ve
küresel çetelerin hevesleri bir başka bahara kalır!

TBMM dışında Vatan Partisi vatan nöbetindedir.

TBMM içinde vatan nöbetini MHP, kararlı bir şekilde, ABD ve AB’ye
hiçbir ödün vermeden sürdürdüğü takdirde, AKP ve CHP’nin
yurtsever seçmenlerinin ve parlamento dışı güçlerin de koşulsuz desteğini alacaktır. Çünkü AKP ve CHP’li seçmenler ülkenin bölünmesi için
oy vermediler! Ve ilk seçimde bu büyük Millet MHP’ye, vatan nöbetinin karşılığını KDV’si ile birlikte fazlasıyla ödeyecektir.

MHP ve Devlet Bahçeli, tarihin kendilerine yüklediği bu ağır görevi,
yüksek bir sorumluluk bilinci ile başarı ile yerine getirmek zorundadır.
Aksi halde, bunun vebali ağır olur!

‘Ulus Devlet’e neden karşı?

‘Ulus Devlet’e neden karşı?

portresi_AYDINLIK

 

Rıza Zelyut
rizazelyut@gmail.com
AYDINLIK, 25 Mart 2015

 

“PKK elebaşısı Öcalan” bu Nevruz’da da “ulus devlet” diyerek Türkiye Cumhuriyeti’ne saldırmaya devam etti. Peki, derdi nedir?

Ulus devletler, dünyanın her yanında eski din devletlerinin yerine kurulmuştur.
En son devlet biçimi budur. İspanya, Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Rusya,
Çin, Japonya ulus devletlerdir. Kimse buralarda “Ulus devletin sonu geldi!” diyemez;
diyene de gülerler. Çünkü ulus devletler; farklı etnik yapıları (kabileleri, aşiretleri, kavimleri)
ve farklı din -mezhep mensuplarını bir kimlik içinde toplayarak onlardan daha yüksek bir
enerji elde etmiş yapılardır.

Üstüne üstlük; bugün ülkemizde geliştirmeye çalıştığımız Batılı demokrasi de ulus devlet modeliyle iç içe doğan-gelişen bir rejimdir. Modern demokrasi ancak ve ancak
ulus devlet modeli ile yaşayabilmektedir.

ABD NE DURUMDA?

En son ulus devlet olan Amerikan Devleti (USA), 250’den çok etnik yapının tek potada eritilmesiyle yaratılmıştır. Burada tek dil (İngilizce) temeldir, etnik yapılara “resmî dil” hakkı verilmemektedir. Örneğin İngilizce konuşanlar kadar fazla bir nüfusun kullandığı İspanyolca, ABD’de resmî dil konumuna asla getirilmemiştir; getirilmesi teklif bile edilmemiştir.

Amerikalı stratejist Zibigniew Brzezinski, bu ülkedeki toplumsal uzlaşmanın

“Ortak bir dil ve paylaşılmış anayasal değerler”e dayandığını, ortak dilin ve ortak anayasal değerlerin dışına çıkmanın Amerikan toplumunu parçalayacağını, buna izin verilmeyeceğini vurgular.

(Türk Kimliği isimli eserimizin Kimlik Tartışmaları bölümünde ayrıntılar vardır.)

Bu yüzden Almanya’da Almanca, Fransa’da Fransızca, Çin’de Çince tek resmî dildir.

YA TÜRKİYE?

Batı emperyalistleri; kendi ülkelerinde “tek dil-tek millet” derken

Türkiye’ye PKK’nın isteklerine uygun biçimde “çoklu dil-çoklu millet” dayatması içindeler
.

Halbuki Türkiye Cumhuriyeti de Batı tipi modern bir ulus devlet olarak şekillendirildi.
Kurucu iradeyi temsil eden Mustafa Kemal, yaptığı devrimlerle; gücünü dinden
veya hanedanlıktan alan ayrıcalıklı sınıfların bütün üstünlüklerini budadı.
Mezhebine, dinine, soyuna sopuna bakmadan eskinin horlanan halk çoğunluğunu özgürleştirdi ve “yurttaş” kimliğinde eşitledi.

1930’larda, Avrupa ve Asya faşizmin kanlı pençesinde inim inim inlerken;
Amerika’da zenciler diri diri yakılırken, Kızılderililerin çocukları alınıp 19 yaşına dek
beyaz okullarında assimile edilirken; AtatürkTürkiyesinde Kürt kökenlilere asla 2. sınıf insan işlemi yapılmadı.

Lakin, bugün “gericiler-bölücüler- 5. Kol aydını liberaller” el ele vererek,
1930’lar dünyasının övüncü olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kötülemekteler…

Gericiliğin ilericilik, bölücülüğün demokratlık gibi gösterildiği bu yalan ortamında
yeni CHP nerede duruyor peki?

O da yarın…

================================

Dostlar,

Dostumuz Sayın Rıza Zelyut‘un AYDINLIK Gazetesi‘nin “Aydınlık” yazarları ailesine katılması bizi çok sevindirdi. Bundan böyle O’nun yol gösterici yazılarını da özenle izleyecek,
sitemizde paylaşacağız.

2. yazısını yukarıda sunduk..

“Ulus Devlete” bizim gerici – bölücüler neden karşı??
Sayın Zelyut emek verip, bu yazısında da uzun uzun anlatmış..

Yanıt sorumuzda gili – açık değil mi??

– GERİCİ – BÖLÜCÜ olduklarından Ulus Devlete karşılar..

Türkiye’yi bölmek ve geri bırakmak içindir ULUS DEVLET sentezine karşıtlıkları..
Günümüzde daha iyi bir seçenek yokken üstelik..

Sevgi ve saygı ile, 28.03.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not     : İstanbul Kartal Cemevi’nde, 4.2.12 günü yapılan bir Panelde Sayın Zelyut ile
aynı masada idik. Biz “ATATÜRK ve İNANÇ DÜNYASI” odaklı bir sunu yapmıştık.