Etiket arşivi: Yeni CHP

Onur Öymen : El Cezire için CB seçimi değerlendirmesi


El Cezire için CB seçimi değerlendirmesi

Portresi_ATA_ile


Onur Öymen

Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili olarak
El Cezire Televizyonun istemi üzerine
yazdığım makale aşağıdadır.


10 Ağustos 2014’te yapılan Cumhurbaşkanı seçiminin sonuçları Türk siyaseti açısından derslerle doludur. Öncelikle seçimlere katılma oranının uzun yıllardan beri görülmemiş derecede düşük olmasının nedenleri üzerinde düşünmek gerekiyor. Seçmenlerin dörtte birinin sandığa gitmemesi,
bir milyona yakın seçmenin de geçersiz oy vermesi geniş halk kesimlerinin verdiği önemli bir ileti olarak değerlendirilmelidir. Bu iletinın, esas olarak,
halkın büyük bir bölümünün içtenlikle benimseyeceği bir çatı adayı göstermeyen muhalefet partilerine tepki olduğu anlaşılıyor.

İktidarın adayı Recep Tayyip Erdoğan kendi partisinin tabanını birlik içinde tutabilmiş, Partisinin önceki seçimlerde aldığı oyları koruyabilmiş hatta bir miktar artırabilmiştir (AS: 400 bin artış!). Buna karşılık muhalefet partileri CHP ve MHP’nin
çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu bu iki partinin son seçimlerde aldığı toplam oydan 5 milyon daha az oy almıştır. Bu da çatı adayının partilerin tabanı ve bu partiye
oy verenlerce olumlu karşılanmadığının göstergesidir.

Kimi kamuoyu araştırma şirketleri CHP seçmeninin %12’sinin, MHP seçmeninin de
% 16’sının başka adaylara oy verdiğini gösteriyor. Bu da aynı tepkinin başka bir göstergesidir.

Adı ilk kez kamuoyuna açıklandığı andan başlayarak düzenlenen kamuoyu yoklamalarında İhsanoğlu’nun başarılı olamayacağı anlaşılmıştı. Adaylıklar kesinleşmeden başka bir çatı adayının bulunması çeşitli çevrelerce önerilmişti.
CHP Meclis grubunun 20’den çok üyesi bu çatı adayına destek vermemişti.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre 20 milletvekilinin cumhurbaşkanı seçiminde aday göstermesi mümkündür. Kimi milletvekilleri bu yola başvurarak Parti tabanının daha sıcak bakacağı başka bir aday bulunması için çaba gösterdiler. Ancak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, İhsanoğlu’nun adaylığını ısrarla savundu ve başka bir aday çıkartmak isteyen milletvekillerini güçlü ifadelerle uyardı. Bu durum geniş kitlelerin içtenlikle oy verebilecekleri bir seçeneğin halka sunulmasını olanaksız kılmış oldu.

Çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçim kampanyası sırasında söylediği kimi sözler de muhalefet partilerinin tabanında tepki uyandırdı. Örneğin eski Başbakanlardan Adnan Menderes’in Türkiye’de diktatörlüğü sona erdirdiği yönündeki sözleri rahatsızlık yarattı. Bu sözler Menderes’in iktidarından önce Cumhurbaşkanı olan ve Türkiye’nin çok partili demokrasiye geçmesine öncülük eden İsmet İnönü’ye, hatta ilk Cumhurbaşklanı Atatürk’e karşı haksız bir suçlama olarak değerlendirildi.

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adı daha önce liderlerin çeşitli siyasalkişiliklerle,
Meclis Gruplarıyla ve sivil toplum örgütleriyle yaptıkları değerlendirme toplantılarında dile getirilmemişti. Bu adın Parti içinde bile tartışmaya açılmadan CHP Genel Başkanının kişisel önerisi gibi ortaya atılması şaşırtıcı oldu.

  • İhsanoğlu’nun adının kimlerce ve hangi düşüncelerle CHP Genel Başkanına önerildiği henüz açıklık kazanmadı.

Geçmişte siyasal İslam felsefesine yakınlığıyla tanınan bir kişinin ideolojik yaklaşımı
ve dünya görüşü arka planda bırakıldı. İhsanoğlu daha çok “bütün toplumu kucaklayıcı bir kişi” gibi tanıtılmaya çalışıldı.Bu yaklaşım toplumda gerekli karşılığı bulamadı.
Çatı adayının kendisini ortak aday olarak gösteren siyasal partilerden birinin görüşlerini tümüyle benimsemesi kuşkusuz beklenemezdi. Ancak iki partinin temel ilke ve görüşleriyle uyumlu olmayan bir dünya görüşünün sahibi olması da makul karşılanmadı

Son yıllarda siyasetin içinde aktif olarak yer alan bir iktidar adayına karşı muhalefetin siyasal deneyim sahibi olmayan bir adayı tercih etmesi başarılı sonuç vermedi.

Başbakan Erdoğan seçim kampanyasında, devletin ve medyaların bütün olanaklarından yararlandı. Buna karşılık muhalefet adayı güçlü ve etkileyici bir kampanya yapamadı. Erdoğan bunu kendisi açısından bir avantaj olarak kullandı
ve seçimi ilk turda bu en önemli rakibini 13 puan geride bırakarak kazandı.

Bütün bu olumsuz ögelerin etkisiyle seçimin çatı adayını öneren partiler açısından başarısızlıkla sonuçlanması CHP içinde ve basında eleştirilere ve tepkilere yol açtı. Ana muhlefet partisinin üst düzeyde sorumluluk taşıyan milletvekilleri arasında
seçim sonuçlarını hezimet olarak nitelendirip Parti yönetimini suçlayanlar var.

Çok sayıda parti üyesi ve aydın, bu yenilgi üzerine, Kılıçdaroğlu’nun, başka demokratik ülkelerde örnekleri görüldüğü gibi istifa etmesi ve Parti Kurultayı’nın toplanarak
yeni bir lider seçmesi için çağrıda bulundu.

Bu tepkileri yalnızca son seçim yenilgisine bağlamak eksik bir değerlendirme olur.
Bir süreden beri Partinin geçmişine sahip çıkmak yerine kuruluş felsefesinden uzaklaşmakta olması, hatta Partinin “Yeni CHP” olarak nitelendirilmesi rahatsızlık yaratmaktaydı.

Ayrıca, Parti yönetiminin muhafazakar kesimlerden oy almak için sağa kayma eğilimleri göstermesi çağdaş düşünceyi benimseyen kesimler tarafından kaygıyla karşılanmaktaydı. Partinin, temel ilklerinden biri olan laiklikle bağdaşmayan bazı söylemlerle Siyasi İslam çizgisindeki akımlara karşı oldukça yumuşak bir tavır içine girildiği izleniminin yaratılması yoğun biçimde eleştirilmekteydi.

Öte yandan, Partinin yıllardan beri sürdürdüğü terörle kararlı mücadele yaklaşımından uzaklaşması da Parti tabanında ve Cumhuriyetin değerlerini savunan geniş halk kesimlerinde hoşnutsuzluğa yol açmaktaydı. Son seçim yenilgisi bu hoşnutsuzluğu daha da arttırmıştır.

Gerek 2011 genel seçimlerinde, gerek 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde, gerekse son Cumhurbaşkanı seçiminde alınan başarısız sonuçlar, Partiyi sağa kaydırarak başarı sağlanamayacağını göstermiştir. Aynı biçimde, radikal etnik gruplara hoş görünecek kimi söylemler kullanmanın da siyasal bir avantaj sağlayamadığı Doğu ve Güneydoğu illerinde CHP’nin aldığı başarısız sonuçlarla bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Aynı politikalarla ve aynı söylemlerle yola devam edilmesinin 2015 genel seçimlerinde Partiyi başarıya götürebileceğini düşünmek zordur. Alınan başarısız seçim sonuçlarından sonra özeleştiri yapılarak bu yanlış politika ve söylemlerden uzaklaşılması Partinin gücünü artırabilir ve ilerisi için ümit verebilirdi. Ne yazık ki,
Partiyi yönetenler, alınan bu başarısız sonuçlara karşın, izledikleri politikalardan
ve söylemlerden vazgeçmeye niyetli görünmemektedirler.

Seçimlerdeki başarısızlığın nedenlerini oy vermeyen seçmenlere veya Parti yönetiminin tutumunu eleştirenlere yüklemeye çalışmak ileride daha başarılı sonuçlar alınmasına katkı sağlayamaz.

Gelecek seçimlere CHP’nin başka partilerle işbirliği içinde girmesini de beklememek gereklidir. Çünkü farklı siyasal partilerin seçimlerde tek bir aday üzerinde uzlaşmaları ancak istisnai (AS: ayrıksı) durumlarda başvurulabilecek bir yöntemdir. CHP ve MHP’nin son seçimde başvurdukları ve üstelik başarılı sonuç da vermeyen bu yöntemin ilerideki seçimlerde benimsenecek bir yaklaşım olması beklenmemektedir. Bu gibi birliktelikler partilerin temel ideolojilerinde aşınmalara yol açabilir. Özellikle CHP’nin sosyal demokrat kimliğinin böyle yöntemlere başvurulması durumunda büsbütün zarara uğrayacağı kuşkusuzdur.

  • Seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
    Türkiye Cumhuriyeti’nin temel yapısını ve çağdaş değerlerini değiştirerek Türkiye’yi din ağırlıklı muhafazakar bir topluma dönüştürme iddiasıyla
    göreve gelmiştir.

O’nun bu yaklaşımının sonuç vermesini önlemek, ancak Atatürk’ün kurduğu
laik Cumhuriyetin dünya görüşünü savunan bir ana muhalefet partisinin kararlı mücadelesiyle mümkün olabilir. Bunun için Cumhuriyet Halk Partisinin lideriyle, kadrolarıyla, politika ve söylemleriyle özüne dönerek yeni bir başlangıç yapması gerekmektedir.

Saygılar, sevgiler.
15.8 2014
=========================================

Dostlar,

Sn. Öymen’in makalesi ne denli dengeli, tutarlı, ağırbaşlı ve de yol gösterici değil mi??

İletinin asıl hedefine de ulaşmasını dileriz El Cezire TV izleyicilerinden önce..

Sevgi ve saygıyla.
16.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (1) yargılanmak da var!


Dostlar,

Av. Cemil Can‘dan oldukça sert bir ileti ulaştı..
Tonunu ve biçemini (üslubunu) epey ağır bulsak da, içerik büyük ölçüde doğru korkarız..
İlgililerinin bu eleştirilere de sabırla kulak kabartması bize göre yararlı olur..
(Anlama dokunmadan, bir ölçüde dilini arılaştırdık..)
Av. Can, ilgili anayasa ve yasa maddelerini de eklemiş..

Sevgi ve saygı ile.
17 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (1) yargılanmak da var! 

İngiliz The Independet gazetesinden Robert Fisk’ten sonra (2),  ABD’li gazeteci 
Seymour M. Hersh, Suriye’de muhaliflerin kullandığı ve yüzlerce kişinin ölümüne
neden olan “sarin” gazı ile ilgili olarak Türkiye’yi işaret etti (3). B
atı’nın ünlü yazarları, savlarını 2 temel kanıta dayandırıldılar:

Biri, sarin gazının Moskova’nın daha önce Libya’ya sattığı stoklardan geldiğidir,
öbürü 10 El-Nusra militanı hakkında Türkiye’de açılan davanın 130 sayfalık iddianamesinde yapılan açıklamalardır… Pulitzer ödüllü gazeteci Hersh,
ABD Savunma Bakanlığı İstihbarat Teşkilatı Başkan Yardımcısı David Shedd’e hitaben yazılan raporda:

  • “Saldırıyı MİT’in planladığı, sarin gazı yapımında kullanılan kimyasalların da bizzat Türk jandarması tarafından Halep’e taşındığı”nın

yazıldığını açıklamıştır…

El-Kaide’nin “sarin” gazını hayvanlar üzerinde denediği de yazılan raporda;
El-Nusra cephesi bağlantılı “Sarin Üretim Hücresi”nin 11 Eylül 2011 öncesindeki
El-Kaide bağlantılı hücreden bu yana en ileri sarin üretim merkezi olduğu belirtilmiş…

Görünüşe bakılırsa, ABD, Esat rejimini yıkma planının başarısızlıkla sonuçlanmasından Türkiye’yi sorumlu tutacak. O kadarla kalsalar iyi.  Suriye’nin
daha önce, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Türkiye hakkında yaptığı başvurusu da hesaba katılırsa; birbirini tamamlayan bu süreç sonunda,

  • Erdoğan’ı uluslararası “terörist” ilan etmelerine de şaşırmamak gerekir.

ABD’nin dostluk anlayışı böyledir işte. Arkasındaki halk desteğini çekemediği Erdoğan’ı, ancak bu şekilde saf dışı edebileceğini düşünmektedir!..

Anlayacağınız ABD yine bir taşla iki kuş vurma peşindedir. Şanghay İşbirliği Örgütü önündeki yenilgisini dünya kamuoyundan bu operasyonla gizlerken, bir taraftan bu operasyonla “başarı” gibi gösterecek, öte yandan da söz dinlemeyen “stratejik ortağı” Erdoğan’dan kurtulmuş olacaktır!.. Aynı zamanda Erdoğan’ın yerine gelecek olana (olasılıkla Kılıçdaroğlu olacaktır) da peşinen gözdağını vermiş olmaktadır…

***

Hacı Efendi! Dini kirli siyasete alet etmeye mecbur musun? 

Diyanet işleri partisi (AS: DİB kastdiliyor..), eski bakan Egemen Bağış’ın
Bakara-makara” sözlerini “Din ve dince kutsal sayılan değerleri alaya almak”  olarak değerlendirdikten sonra, “Alaycılık kadar, yapılan konuşmayı teşhir etmenin de
gayri ahlakı olduğunu
” vurgulayarak, eski bakanın eleştirilip kınanmasını dinsel açıdan yasakladı!.. Öyle ya,  dince kutsal sayılan değerlerle alay eden birini
teşhir etmeden, kınamak olanaklı olamayacağı için, Diyanet’in yaptığı;
olayın üzerinin örtülerek,  unutulmasını sağlamaktır.

Dİ Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bizi temsil eden bakanların dinle alay etmelerinin gizli tutulmasını önermektedir. Böyle kişilerin gerçek yüzlerinin görülmesini acaba neden istemiyor? Halkın dinsel duyguları ile alay eden insanın
teşhir edilmesinin neresi ahlak dışıdır?
Görmez, “İslam dini, kamu hukukuna tecavüz olmadığı müddetçe, kötülük ve günahın teşhirini kabul etmez..” diyerek,  Bağış’ın sözlerinin kamu hukukuna tecavüz sayılmayacağını da savunuyor.
Bu şekilde, dinsel alandan çıkıp hukuk alanında da “fetva” veriyor…

Anayasamız,  24. maddesi ile koruma altına aldığı dinsel inanç ve duyguların
istismar edilip kötüye kullanılmasını da yasaklıyor. Aynı biçimde, dinsel değerler,
Türk Ceza Yasası’nın 115125, 153 ve 158. maddelerinde (*) belirtilen suçların ağırlaştırma nedeni olarak gösterilmektedir. Bunlara ek olarak 216. maddede (**) Egemen Bağış’ın sözlerinin doğrudan suç olduğu açıklanmıştır.

“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” suçu “Halkın bir kesiminin benimsediği dinsel değerleri açıkça aşağılayan kimse” diyerek, “dinsel değerler” ile tanımlamış bulunmaktadır. Durumun böyle olmasına karşın Diyanet İşleri Başkanı’nın,
durumu “kamu hukukuna tecavüz” olarak görmemiş olması düşündürücüdür…

Diyanet İşleri Başkanı, Eski AB Bakanı Egemen Bağış için doğrudan “kamu hukuku” alanına giren (4) “ceza hukuku”nu bile bu alanın dışına çıkartmayı göze alabilmiştir. O’nun bu çabası, Devletin ve dinin kimlerin eline geçtiğini göstermek bakımından
oldukça anlamlıdır…

17 Aralık (AS:2013) rüşvet ve yolsuzluk operasyonları ile temel dini değerlerin sarsılmasını göremeyen ve bu konularda bir tek söz söylemeyen Diyanet’in, Egemen Bağış’ı korumak için böyle özel bir çaba içerisine girmesi, bu anayasal kurumun da yozlaşıp, temel görevlerinden uzaklaştığını, iktidarın hukuka ve ahlaka aykırı icraatlarını gizlemeyi üzerine bir görev olarak aldığının en çarpıcı kanıtıdır…

***

Bu denli de pişkinlik olmaz, insanda biraz yüz olur!..

Emniyet ve Jandarma’nın ortaklaşa hazırladıkları “Çözüm Süreci-PKK Raporu”ndan çıkan sonuç:

PKK’nın silahlı unsurlarının sınır dışına çekilmesi 3 ayla sınırlı kaldı. PKK’lılar
yurt dışındaki kamplarında eğitilerek geri döndüler. Örgüte yeni 2000 katılım var.“

“Analar ağlamasın, şehit cenazeleri gelmesin” edebiyatı ile AKP-PKK planına payanda olan Kılıçdaroğlu, “Açılım kimsenin tekelinde değil” diyedursun,
atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmiştir. Erdoğan’ın yerel seçimleri etkilemek amacıyla
PKK ile yaptığı anlaşma, istediği sonuçları vermiştir. AKP, geçen yerel seçimlerde %38 olan oy oranını, %44’e çıkartarak, Recep Bey’i deliğe süpürülmekten kurtarmıştır!..

Adeta CHP tabanı ile alay eden Kılıçların efendisi, “Sandıktan bize daha çok çalışın mesajı çıktı” diyerek, istifa etmeyi aklının ucundan bile geçirmediğini ortaya koymuştur. Tıpkı yardımcısı Gökhan Günaydın gibi, O da Yeni CHP’nin uyguladığı politikaların “doğru” olduğunda ısrarcıdır… Tabanın tepkisini boşaltmak için ayarlanmış gençlerden oluşan, sözde “CHP’yi işgal” planı da bir işe yaramamıştır!.. İnandırıcılıkları yok tabii ki. Yollarına kırmızı halılar serilen “Atatürk’ün yurttaşları”nı Yeni CHP’nin gerçek genel başkanı TR 705 numaralı Sezgin Tanrıkulu, döner-ayranla karşılamıştır…
Bu tür yapay gösterilerle, başarısızlıklarını gizleyeceğini sanan genel merkez yöneticilerinin, maskeleri düşmüş ve gerçek yüzleri iyice ortaya çıkmıştır…

Halbuki halkın Yeni CHP’ye verdiği ileti son derece açıktır:

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e karşı darbe yapılırken, Mustafa Kemal’in askeri olup direnme yerine, evlerinde oturmayı tercih eden, Gezi Direnişi’ni TV’lerden seyreden, Atatürkçülük yerine liberalizmi ve 2. cumhuriyeti savunan
Soroscu gençlik
, Ulu Önderin “Ey Türk Gençliği” yine seslendiği gençlik değildir!..Dolayısıyla onlar, Aslanlı Yol’da buluşan Türk gençliğini
temsil edemezler!..

Yerel seçim sandığından çıkan iletiye gelince: 

Türk halkı, Kılıçdaroğlu’nun sandığı gibi kendilerine “daha çok çalışın” dememiştir!.. Halkın iletisi son derece açık ve anlaşılır biçimdedir: Komployla ele geçirdiğiniz CHP’den istifa edip gidiniz, varlığınıza lanet olsun, sizin gibilerin oyu bile CHP’ye gerekli değildir!..

  • “Açılım kimsenin tekelinde değildir” diyerek,
    Türkiye’yi bölme projesini sahiplenen Kılıçdaroğlu’na, 

aynı zamanda denmiştir ki: Güvenilir bir lider değilsin!.. 12 yıllık AKP iktidarında; hükümeti sabun gibi eritip bitirecek bu denli olay yaşanmasına karşın, ana muhalefetin oy yitirmesine, iktidarın yükselmesine neden olmuşsun. Basiretsiz birisin. Demek ki,
bu halk seni Recep Tayyip Erdoğan’dan daha tehlikeli ve beceriksiz olarak görmektedir. O’na bile bir dönem daha katlanmayı göze almış ama seni elinin tersi ile deliğe süpürmek zorunda kalmıştır… Buna karşın, bütün bu olup bitenlerden
“daha çok çalışın” iletisini çıkartmışsın öyle mi?..

Kemal Efendi; şu gerçeği gör artık :

  • Seyit Rıza’yı, Şeyh Sait’i ve Abdullah Öcalan’ı kendine rehber alan,
    CHP’nin geçmişini karalayan, Dersim isyanını bastırmayı “katliam” olarak değerlendiren biri, Mustafa Kemal Atatürk ile İnönü’nün koltuğunda oturamaz!..

Erdoğan yerine, ABD’nin BOP’ne eşbaşkan olmaya istekli olan kişi, antiemperyalist mücadelenin karargahı olan CHP’de genel başkanlık koltuğuna oturamaz!..
Senin ve ekibinin varlığı, CHP’ye bir şey katmaz. Siz olmasanız da CHP tabelası bile
%25 oyu her zaman alır. Varlığınız her zaman eksi hanesine yazılır…

Yolunuz Atlantik ötesine kadar açıktır…
Haydi güle güle!..

Av. Cemil Can
(imzasıyla, gamzeyildirim61@gmail.com eliyle)

DİPNOTLAR
(1) http://tr.wikipedia.org/wiki/Uluslararas%C4%B1_Ceza_Mahkemesi
(2) http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140410_robert_fisk_erdogan_sarin.shtml
(3) http://www.lrb.co.uk/v36/n08/seymour-m-hersh/the-red-line-and-the-rat-line(4) http://tr.wikipedia.org/wiki/Kamu_hukuku

(*) Anayasa hükümleri :

MADDE 24- Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir.  Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.

Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.
Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.

Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

Türk Ceza Yasası

İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme

MADDE 115. – (1) Cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan meneden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Dinî ibadet ve ayinlerin toplu olarak yapılmasının, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkraya göre ceza verilir.

Hakaret

MADDE 125. – (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, 
İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

(4) Ceza, hakaretin alenen işlenmesi hâlinde, altıda biri;
basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, üçte biri oranında artırılır.

(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır.

MADDE 153. – (1) İbadethanelere, bunların eklentilerine, buralardaki eşyaya, mezarlara, bunların üzerindeki yapılara, mezarlıklardaki tesislere, mezarlıkların korunmasına yönelik olarak yapılan yapılara yıkmak, bozmak veya kırmak suretiyle zarar veren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Birinci fıkrada belirtilen yerleri ve yapıları kirleten kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

(3) Birinci ve ikinci fıkralardaki fiillerin, ilgili dinî inanışı benimseyen toplum kesimini tahkir maksadıyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.

Nitelikli dolandırıcılık

MADDE 158. – (1) Dolandırıcılık suçunun;

a) Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle,
b) Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle,
c) Kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle,
d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle,
e) Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak,
f) Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle,
g) Basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
h) Tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında,
i) Serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle,
j) Banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla,
k) Sigorta bedelini almak maksadıyla,

İşlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.

(2) Kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan, onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat
temin eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

(**) Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama

MADDE 216. – (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve genel seçimlerde aynı hüsrana uğramamak için

 
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve genel seçimlerde
aynı hüsrana uğramamak için

Portresi_ATA_ile

 

Onur ÖYMEN

 

 

Seçim sonuçları partilerin yetkili kurullarında yeterince görüşülüp değerlendirilmeden gündem değiştirilip Cumhurbaşkanlığı seçimi ön plana çıkartılmaya çalışılıyor.
Oysa muhalefet açısında bu denli yıpranmış bir iktidara karşı niçin başarılı olunamadığı, niçin iktidarın 18 puan gerisinde kalındığı, ülke gündeminin değiştirilmesine
meydan bırakılmadan araştırılıp gerekli sonuçların çıkartılması gereken konulardır.

2008 yılının Ekim ayında İsveç’in Silkroad Enstitüsü‘nün yayınladığı raporun yazarlarından Svante Cornell 30 Mart seçimlerini değerlendiren röportajında
Yeni CHP yönetiminin arzu edilen sonucu alamamasının sorumluları arasında
Baykal’ın, ardından partide bıraktıklarının” da bulunduğunu söylüyor.
Yani yeni dönemde Parti yönetiminde % 80’lik bir değişiklik olmasına karşın sorumluluk yeni görev alanlarda veya izlenen politikalarda değil, “Baykal döneminden geride kalanlarda”

Öyle anlaşılıyor ki, Cornell’in yazarlarından biri olduğu Silkroad raporunda
“Baykal’ın istifaya zorlanacağı” yolundaki anlatımlar yalnızca bir kestirimden ibaret değilmiş. Belki bir temenni belki de daha çoğu olduğu akla geliyor.

Cornell, ABD Büyükelçileri Abramowitz ve Edelman‘ın 30 Mart seçimlerinden önce yazdıkları değerlendirme raporunun hazırlayıcılarından biri olduğunu da açıklıyor.

Özetle, 30 Mart 2014 seçiminin sonuçlarını değerlendirirken, sorunun dış boyutunu da gözden uzak tutmamak gerekiyor.

Her halde daha çok gecikmeden ve ülke gündeminin başka konularla doldurulmasına fırsat vermeden bu seçim sonuçlarının bütün boyutlarıyla değerlendirilmesinde yarar var. İktidarın en çok yıprandığı bir dönemde ana muhalefet partisinin iktidarın 18 puan gerisinde kalmasının nedeni nedir? Bunun sorumluları kimlerdir? Cornell’in dediği gibi Baykal döneminden geride kalanların her yanlışın sorumlusu olduğunu Partide de düşünen var mıdır? Yoksa sorumlular kimlerdir ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve genel seçimlerde aynı hüsrana uğramamak için bu sorumlular ne yapmayı düşünmektedirler?

Mehmet Bedri Gültekin : Plan tıkır tıkır yürüyor!

Mehmet Bedri Gültekin
mbgultekin@ip.org.tr, 2 Ekim 2012

Plan tıkır tıkır yürüyor!

Aydınlıkçılar (İşçi Partisi), 1988 yılında “2000’e Doğru” ve 1991 yılında “Yüzyıl” dergilerinde ABD’nin “Üç İsrail Planı”nı açıkladıklarında, Türkiye’de çok az kişi bu planın uygulanabileceğini düşünmüştü. Aradan 25 yıl geçmiş bulunuyor. Son gelişmelerle birlikte artık çok az kişinin itiraz edeceği gerçek orta yerdedir.

“Plan tıkır tıkır işliyor!”

Plan’ın ilk adımı Irak’ın kuzeyinde “İkinci İsrail”in kurulmasıydı. Bilindiği üzere, hem de Türkiye’nin ev sahipliğini üstlendiği Çekiç Güç aracılığı ile kuruldu.
İkinci aşama, “İkinci İsrail”in Türkiye tarafından resmen tanınması ve Türkiye içinde bu sürece direnecek kuvvetlerin tasfiyesi idi.
AKP iktidarı ile bu aşamanın görevleri de yerine getirildi. Şimdi Türkiye’nin Irak’taki muhatabı Bağdat değil, Erbil’dir.
“Üç İsrail Planı”na ülke içinden gelebilecek dirençler ise Ergenekon ve Balyoz davalarıyla aşılmaya çalışılmıştır. Bu noktada da önemli bir mesafe alındığı inkâr edilemez. Türk Ordusu kışlalarına kapatılmış, bırakın vatanı, kendini savunma iradesi bile kırılmış, terör karşısında aciz bir konuma düşürülmüştür.

SON AŞAMA

Son aşamada, Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal devlet yapısı masaya yatırılmıştır.
Bunların konuşulabilmesi için önce “asker PKK’nın hakkından gelemiyor” algısının yaratılması gerekiyordu.
Bunun için öncelikle Türk Ordusunun, PKK’nın üslendiği Kuzey Irak’a operasyon yapması yasaklandı. (Abdullah Gül ile Colin Powell arasında 2 Nisan 2003 tarihinde Ankara’da imzalanan iki sayfa dokuz maddelik gizli anlaşma.)
İkinci olarak, basına yansıyan Oslo görüşmeleriyle kanıtlandığı üzere; “etnik siyasete alan açıyoruz, silahlı mücadelenin zeminini ortadan kaldıracağız” söylemiyle Güneydoğu PKK’ya terk edildi. 100 kadar belediyesiyle PKK, Güneydoğu’daki gerçek iktidardır.

Böylece, Batı destekli teröre çok geniş bir toplumsal taban kazandırıldı.

Üçüncü olarak Türkiye’nin bütün komşularıyla olan ilişkileri dinamitlenerek, bölücü teröre Bölge çapında hareket olanağı yaratıldı.

AKP iktidarının Suriye, Irak ve İran politikası, Türkiye açısından bakıldığında bir intihar politikasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, teröre karşı mücadelede sahip olduğu bütün avantajları kendi eliyle ortadan kaldırmıştır.

Son olarak eli kolu bağlanmış, karakollara ve kışlalara hapsedilmiş, operasyon yapma yetkisi AKP yandaşı ve cemaatçi valilere verilmiş olan Türk Ordusuna karşı Bölgede yaşanan gelişmelerin sağladığı avantajları da sonuna kadar değerlendiren ABD korumasındaki PKK büyük bir saldırı kampanyası başlatmış bulunuyor.

Bu aşamada amaç halkta; “Ordu PKK terörü ile baş edemiyor. Her durumda kaybedeceğiz. Olan gencecik çocuklarımıza ve ülkenin kaynaklarına oluyor. Ne olacaksa olsun ama bu iş artık bitsin” düşüncesini yaratmaktır.

Kısacası, artık Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, milletimizin birliğini ve Türkiye Cumhuriyetinin ulusal yapısını tartışıyoruz.

YÜRÜTÜLEN KAMPANYA

Yaklaşık bir aydır “merkez medya” olarak bilinen basın yayın organlarında yoğun olarak bu fikirler tartışılıyor. Bu da bilinçli bir tercihtir.

Yukarıdaki fikirlerin F tipi ve AKP’nin basın yayın organlarında tartışılması toplumda istenen etkiyi yaratmaz.

Bir taşla iki kuş vuruyor. Hem halk ABD’nin istediği çözüme alıştırılıyor, hem de oluşabilecek tepkilerin AKP’ye ve Cemaat’e yönelmesi engelleniyor.

Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğuna oturtulmasında hatırı sayılır bir emeği olan Morton Abramovitz, tam da gelinen aşamaya uygun açıklamalarıyla sürece müdahil oldu.

Abramovitz özetle; “Irak ve Suriye bölünüyor. Türkiye Kürtleri de bundan etkilenecek. Erdoğan eğer Kürt sorununda gerekli adımları atmazsa, gelişmelerin altında kalır” dedi.
PKK’nın son üç aydaki eylemleri olmasaydı Abramovitz’in bu görüşlerinin hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktı.
Buradan hareketle, PKK’nın uygulamakta olduğu stratejinin arkasındaki “akıl” ortaya çıkarılabilir.
Abramovitz’in açıklamalarından sonra iktidar da, muhalefet de gerekli mesajı almış gibi görünüyorlar.
AKP, önce çeşitli yetkililerin (Beşir Atalay, Sadullah Ergin vd.), sonra bizzat Tayyip Erdoğan’ın ağzından doğrudan Öcalan’ın da dahil olacağı görüşmelerle hazır olduğunu açıkladı.

Yeni CHP, sürecin doğrudan içinde ve kendisine verilecek görevi üstlenmeye hazır. Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu Hürriyet gazetesine, “PKK’nın artık bölgesel bir aktör olduğunu ve silahla çözülecek bir mesele olmadığını” söyledi.

“PKK’ya verilecek hiçbir ödün, akan kandan, geri alınan demokratikleşme ve kalkınma amacından daha değerli olamaz.” (Metin Münir, 26 Eylül 2012, Milliyet).
Benzer görüşler şimdi bir kampanya halinde dile getiriliyor.
Amaç, bütün milletin bu noktaya gelmesidir.
İşte o zaman “Üç İsrail Planı”nın son aşaması da gerçekleşmiş olacaktır. Hesap budur.

SON SÖZ

“Hesap”ta olmayan bir unsur, Bölge devletlerinin ve halklarının ABD’nin bu emperyalist planına ne diyeceğidir.

İran, Irak ve Suriye devleti ve halkları, sözlerini söylüyorlar.

Türk’ü ve Kürd’üyle bütün milletimiz de sözünü söyleyecektir.
Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın!