Etiket arşivi: Altan Öymen

CHP’yi işgal ve bölme operasyonu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
26 Haziran 2023, Cumhuriyet

 

Emperyalizme hizmet eden odaklar, 12 Eylül askeri darbesinden sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni kapattılar.

  • Çünkü CHP, Türkiye’de bağımsızlığın, Aydınlanmanın, laikliğin,
    ekonomik ve sosyal adaletin simgesi olmuştur.

Emperyalizm ise ülkeleri din, mezhep, etnik kimlik ve ekonomik sınıflar üzerinden böler.

Bağımsızlığına kavuşmuş, Aydınlanma sürecinin bir parçası olmuş, cehaletten kurtulmuş, dinsel dogmatizmin ve despotizmin esiri olmamış, ekonomik sınıfların arasındaki uçurumu gidermiş bir ülkeyi, hiçbir emperyalist güç bölemez ve parçalayamaz.

CHP bu nedenle her zaman emperyalizmin hedefinde olmuştur. CHP’nin eski genel başkanları Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit, emperyalizmin CHP’ye müdahalelerine karşı her zaman onurlu bir direniş sergilemişlerdir.
***
CHP 12 Eylül’de kapatıldıktan sonra CHP kadroları, önce SODEP ve HP, daha sonra SHP ve DSP arasında bölünüp parçalandılar. Bu bölünmelerin ve parçalanmaların sonucunda, merkez sağ ve İslamcı sağ siyasi partiler geliştiler ve iktidar oldular.

1992 yılında Deniz Baykal, Altan Öymen, Erol Tuncer gibi CHP’lilerin öncülüğünde CHP yeniden açıldı ve SHP kendisini kapatıp CHP’ye katıldı. Ancak bu gelişme de, CHP’nin 1950’lerde, 1960’larda ve 1970’lerde sahip olduğu %30’lardaki ve %40’lardaki oy oranına ulaşmasını sağlamadı.

Çünkü bu sefer (kez) de, parti içi demokrasi mekanizması bertaraf edildiği gibi, CHP’yi içeriden işgal etme ve bölme operasyonları başladı. Deniz Baykal, 1 Mart tezkeresinde (AS: 2003) söz konusu olduğu gibi, dış politika alanında emperyalist müdahalelere direnmiş olsa da, parti içinde bu konuda yeterince etkili olamadı.

Kemal Derviş’in partiye alınmasıyla, partide sosyal demokrasi ve “Altı Ok” karşı karşıya getirildi. Oysa CHP’nin Kurultay tarafından onaylanan Parti Programı’na ve Parti Tüzüğü’ne göre, Altı Ok olarak da bilinen Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Milliyetçilik/Ulusçuluk, Devrimcilik ilkeleri, 1960’larda başlayan bir sürecin sonucunda, sosyal demokrasi ve demokratik solculuk ilkeleriyle bağdaştırılmıştı ve sentezlenmişti.

Derviş ise Olof Palme ve Willy Brandt gibi gerçek sosyal demokratların siyasetiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan sahte bir sosyal demokrat anlayışı CHP’ye ithal ederek, Altı Ok”o partiden silmeye kalktı.

Parti tabanının, örgütünün ve parti meclisi üyelerinin baskısıyla, Derviş CHP’den ayrılmak zorunda kaldı.
***
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına gelmesiyle büyük bir umut oluştu ancak zaman içinde Kılıçdaroğlu da CHP’nin kurumsal kimliğinden uzaklaştı, hatta Baykal’dan da farklı olarak, laiklik karşıtı İslamcı siyasetin yörüngesine girdi, laikliği AKP gibi, “din ve vicdan özgürlüğüne” indirgedi.

CHP’de sözde bir değişim söylemi geliştiren Özgür Özel ve Tunç Soyer gibi siyasetçiler ise son günlerde, “Altı Ok” ve Atatürk vurgusu yapmadan, tek başına sosyal demokrasiyi ön plana çıkararak, Derviş’in ve Kılıçdaroğlu’nun yolunda ilerliyorlar.

Ekrem İmamoğlu da bugüne kadar, “Her şey çok güzel olacak” ve “Sevgi kazanacak” dışında bir söylem geliştirmiş değil.

CHP il başkanlarının açıkladığı gibi, önemli olan kişilerin değil, fikirlerin ve ilkelerin değişmesidir. Ancak bunun için öncelikle, fikir ve ilke sahibi kişilere ihtiyaç vardır.

Partinin ilkelerini ve fikirlerini bütüncül bir biçimde özümsememiş olan kişiler değişmeden, ilkelerin ve fikirlerin değişmesi olanaksızdır!

6’lı Masa ve CHP

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
16 Ocak 2023, Cumhuriyet

Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, Demokrasi ve Atılım Partisi ve Gelecek Partisi’nden oluşan ve “6’lı masa” olarak anılan ittifakın içindeki yetki konusu, geçtiğimiz haftanın önemli tartışmalardan birisiydi.

GP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun, ittifakın iktidar olması durumunda imza yetkisinin eşit olacağını açıklaması; DEVA Genel Başkanı Ali Babacan’ın da ittifakın kararları NATO ve Avrupa Birliği zirvelerinde olduğu gibi oybirliğiyle aldığını ve oy oranındaki farklara bakılmaksızın, herkesin eşit temsil edildiğini açıklaması, bu tartışmayı daha da tetikledi.

Davutoğlu daha sonra yaptığı açıklamada, liderler arasındaki istişare mekanizmasına dikkat çekmek için bu açıklamayı yaptığını söylese de; Ali Babacan da, bu ifadeleri hükümet mekanizması için kullanıp kullanmadığını açıklığa kavuşturmuş olmasa da, tartışma doğal olarak sona ermedi.

Çünkü demokratik ülkelerde temsiliyet çok önemli bir konudur. Halkın egemen olduğu demokratik bir düzende, halkın yasama ve yürütme organlarında nasıl temsil edileceği, demokrasi açısından yaşamsal önemdeki konulardan birisidir.
***
Davutoğlu’nun ve Babacan’ın bunu tam olarak anladıklarından söz edilemez.

Her şeyden önce, Babacan’ın sözünü ettiği NATO ve AB zirvelerinde temsil edilen devletlerdir, seçmenin ve halkın oyu ile var olan siyasal partiler değildir. Ayrıca bu zirveler, bir hükümetin yürütme organı değildir, bunlar farklı devletlerin temsil edildiği uluslararası toplantılardır.

Davutoğlu’nun sözünü ettiği imza yetkisinin eşit olması durumu, hukuken de resmen de olanaksız olduğu gibi, demokratik temsiliyet ilkesinin açıkça ihlal edilmesidir.

Siyasal partilerin oy oranlarını dikkate almadan, hükümet içindeki yetki konusunu düzenlemek, demokratik temsiliyet ilkesinin tersyüz edilmesidir. Bu tür yaklaşımlar, temsiliyet yerine, vesayet ile sonuçlanır. Halkın temsiliyeti ve oy oranı bağlamında eşit olmayanların eşit sayılması, eşitlik değildir. Liderler masada kendilerini değil, halkı temsil ettiklerini unutmamalıdırlar!

Temsiliyete aykırı yaklaşımlarla, söz konusu ittifak içinde yaklaşık %25 oyu olan CHP’nin ve yaklaşık %15 oyu olan İYİ Parti’nin tabanını ve örgütünü seçimde motive etmek ve çalıştırmak da olanaksızdır. Toplamda yaklaşık %6 oyu olan 4 siyasal partinin, toplamda yaklaşık %40 oyu olan CHP’yi ve İYİ Parti’yi tutsak alması, halkın oylarının da vesayet altına alınması anlamına gelir.

Bu nedenlerle, “partilerin oy oranı önemli değildir” safsatasının en kısa sürede terk edilmesi gerekmektedir.
***
Geçtiğimiz hafta yaşanan talihsiz gelişmelerden birisi de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM’de yaptığı konuşmaydı.

Kılıçdaroğlu konuşmasının bir bölümünde şu ifadeleri kullandı: “Açık söylüyorum, biz değiştik, biz halkın partisiyiz. Biz hangi yanlışları terk ettiysek artık Saray tam odur. Statükocu, anti-reformcu, anti-özgürlükçü Kenan Evren kafasına geldiler.”

Bu ifadeler, bir dil sürçmesinden veya telaş içinde farklı kavramların ve konuların yanlışlıkla bir araya getirilmesinden ibaret değilse ve konuşmada “biz” denildiğinde, CHP kastediliyorsa, bu son derece vahim bir olaydır!

Bir CHP genel başkanı, CHP’nin onurlu, namuslu ve şerefli geçmişini çarpıtarak CHP için, “halkın olmayan parti”, “AKP sarayı partisi”, “statükocu”, “anti-reformcu”, “anti-özgürlükçü”, “Kenan Evren kafalı” ifadelerini kullanamaz!

Bu aynı zamanda, CHP’nin eski genel başkanlarına, Mustafa Kemal Atatürk’e, İsmet İnönü’ye, Bülent Ecevit’e, Deniz Baykal’a, Altan Öymen’e, Hikmet Çetin’e yönelik de büyük bir haksızlık, hakaret ve aşağılama anlamına gelmektedir.

Bu ifadeler, neo-liberaller, ikinci Cumhuriyetçiler, dinciler, mezhepçiler ve etnik kimlikçiler tarafından yıllardır CHP için kullanılmaktadır!

  • Bir CHP genel başkanı, kurumsal kimliğini savunmak ve seçim kazanmak istiyorsa;
  • CHP’nin devrimci, reformcu, anti-statükocu, özgürlükçü, halkçı geçmişine sahip çıkmalıdır!

‘Türkiye krizi’nde çözüm yolu demokrasi

‘Türkiye krizi’nde çözüm yolu demokrasi

Türkiye, AKP iktidarının politikaları nedeniyle; ekonomiden dış politikaya, hukuktan insan haklarına, demokrasiden yargıya dek birçok alanda krizle boğuşuyor. Prof. Korkut Boratav, Altan Öymen, Ahmet Türk, Rıza Türmen gibi aydınlar, tüm sorunların
– insan haklarına saygı,
– hukuk ve
gerçek demokrasiyle çözülebileceğini açıkladı.

[Haber görseli]

Türkiye, son dönemde ekonomiden dış politikaya, hukuktan insan haklarına, demokrasiden yargıya kadar birçok alanda krizle boğuşuyor. Cumhuriyet, aydınlara kriz ortamından nasıl çıkılacağını sordu.

Verilen yanıtlarda ortak vurgu;

“Gerçek demokrasiye dönülmeli, hukuk devleti yeniden kurulmalı, insan haklarına saygı gösterilmeli. Türkiye’de siyaset barış endeksine oturtulmalı” oldu. İşte verilen yanıtlar:

Prof. Dr. Korkut Boratav:  Ekonomik kriz hamasetle çözülmez

Türkiye’nin karşılaştığı, önemli bir ekonomik açmaz var. Bu açmazın iki boyutu var. Birincisi ulusulararası finansal düzenin tedirginliğini yaratan bir ortam. Bundan kaynaklanan denge bozuklukları oluşuyor. Türkiye’den net para çıkışı başladı. İkincisi uluslararası siyasi ilişkilerde özellikle ABD ile olan gerginlik. Bu gerilimin 2. boyutunu nasıl çözer bilemem. Fakat 1. boyut, yani ekonomik kriz ortamıyla ilgili boyut hamaset ve vatanseverlik söylemleriyle geçiştirilemez. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı çok ağır dış ekonomik bağımlılık koşullarının doğru teşhisi ve nedenlerine karşı alınması gereken önlemler, ekonomik mantıkla çözülür. İktidarda bu analizi yapma çabası algılamıyorum. Dolayısıyla ekonomi, başı boş şekilde kara deliğe sürüklenmektedir. Ciddi bir ekonomik teşhis bugünkü iktidarın kadrolarıyla mümkün görünmüyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi bütün toplumun, halkın ortak sorunudur. Genel sorunumuzdur bu. Bana göre Türkiye şu anda faşizme sürüklenmenin ileri bir noktasındadır. Türkiye’yi faşizme sürekleyen güçlerle mücadele etmek gerekir.

Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen: Hukuk devleti yeniden

Bugünkü tablo ortada. Türkiye’de bir rejim değişikliği oldu. Bu rejim değişikliğinde bütün güçler tek bir elde toplandı. Meclis işlevsiz hale getirildi. Bu da muhalefeti işlevsiz hale getirdi. Hakikatin saklandığı, gerçeklerin halka söylenmediği bir hayal dünyası yaratıldı. İç düşman, dış düşman algısı oluşturuldu. Muhalefet bakımından yapılacak en önemli şey, bu hayal dünyasının içine girmeden gerçekleri halka söylemektir. Milliyetçilik havası yaratılıyor. Dışında kalanlar vatan hainidir deniliyor. Baskıcı, tahakkümcü bir rejimde birleşmek gerekli değil.

Demokrasi değil

Tam tersi baskıcı rejime karşı mücadele etmek gerekir. Demokrasi mücadelesi vermek gerekir. Seçimlerden sonra, halkın yarısının üzerine büyük bir karamsarlık, umutsuzluk çöktü. Unutmamak lazım ki Türkiye, halkın yarısının istemediği bir rejim tarafından yönetiliyor. Bu rejimin adı da demokrasi de değil. Giderek daha çok demokrasiden uzaklaşılıyor. Burada tabii yeni bir umut verebilmek, demokrasi mücadelesi başlatmak lazım. 24 Haziran seçimlerinden sonra halkın üzerine çöken umutsuzluğu yeni bir enerjiye, demokrasi mücadelesi enerjisine dönüştürebilmek lazım. Bunu yapacak olan halkın yarısıdır. Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, bunların birlikte hareket edebilmesi önemlidir…

Halk mücadelenin öznesi olmalı

Demokrasi mücadelesinin bir taraftan yatay birliktelik yani sivil toplum örgütleri, partiler arasında kurulabilmesi, öbür taraftan da dikey birliktelik tabandan gelen mücadele yapılması gerek. Mahalle mahalle halk meclisleri, bu mücadelenin öğesi olur. Halkın bıkkınlık, yılgınlık ruh halinden çıkartılıp aslında siyasi müacadelenin öznesi haline getirilmesi gerekir. Aktif yurttaşlık anlayışı gerekiyor.

İktidar duvarları ortadan kaldırmalı

Türkiye’yi uçuruma götüren – sürükleyen bir iktidar var. Buna karşı halka gerçekleri söyleyerek, hayal dünyasını kırarak aşağıdan bir mücadele dalgası çıkarabilmek gerek… İktidar Türkiye’yi demokrasiye döndürmeli, bu hayallerden vazgeçip, gerçekleri söyleyip, durum budur demeli.
– Gerçek bir demokrasiye dönmeli,
– hukuk devleti yeniden kurulmalı,
– insan haklarına saygı gösterilmeli.
Yapılacak şey budur. Ancak Türkiye, bundan giderek uzaklaşıyor. İktidar giderek daha baskıcı bir rejimde koltuk değnekleriyle ayakta durmaya çalışıyor. Türkiye’deki siyaseti savaş ekseninden çıkarıp barış endeksine oturtmalı. İç barış ve dış barış gerekiyor. Kutuplaşmaya değil uzlaşmaya ihtiyaç var. İktidar duvarları ortadan kaldırmalı. Demokrasi güçleri, sadece bir direniş değil aynı zamanda yeni bir demokrasinin de kurucusu olmalı. Sadece eleştirmek değil, alternatifi de ortaya koymalı. Çoğulcu katılımcı bir demokrasiye ihtiyacımız var.

Siyasetçi Ahmet Türk: Kalkınma için insan hakları

Aslında ekonomi ve demokrasi birbirini besleyen iki kurum. Demokrasi olmadan ekonomik krizden çıkış mümkün değil. Dünyada demokrasiyi esas almayan ülkelerin düştüğü ortam ortada. İnsan hakları, demokrasi olmadan ekonomik kalkınmayı başarmak mümkün değil. Tek kişinin yönettiği ülkede, bütün kararların doğru olacağını düşünmek aslında yanlıştır.
Kurumsal ve toplumsal meseleleri çok geniş bir süzgeçten geçirip toplumun önüne koymak lazım. Bugün toplumun talepleri, toplumun sıkıntılarını giderecek bir politika yürütülmüyor. Burada sadece cumhurbaşkanı bütün kararlar üzerinde etkilidir. Demokratik ülkelerde tek bir kişinin yönetiminde ekonomik, toplumsal uzlaşı mümkün olmuyor. Bu da ekonomik krizi, hem de toplum arasında ötekileştirilmiş büyük bir kesimin oluşmasına neden oluyor. Toplumun yarısını dost yarısını düşman ilan eden mantıkla bu ülkeyi kalkındırmak çağdaş değerlerle bütünleştirmek mümkün değil. Bir rejim ve demokrasi sorunudur. İstediğiniz kadar zam yapın, özelleştirme yapın, olmuyor. Bunun altından kalkamazsınız. Önemli olan demokrasi, çoğulculuk, demokratik siyasetin yürütülmesidir…

Gazeteci yazar Altan ÖymenÇözümün adresi Meclis

Ülkemizin şu sıradaki sorunları çok büyük ve çok çeşitli alanlardadır. Siz de belirtiyorsunuz, ekonomik alanda, politika alanında, dış politika alanında, hukuk ve adalet alanında, insan hakları alanında… Bunlar, sorunlarımızın sadece üst başlıkları… Bu başlıkların altında bir de “alt başlık”lar var ki, burada sayılamayacak kadar çoktur. Bütün bunlara, tek merkezden ve sadece tek kişinin işleteceği bir karar ve icra mekanizmasıyla çözümler aranıp bulunması mümkün değil. Üstelik tek kişiye bağlı o mekanizmanın kuruluşu da çok yeni. Orada görevli olanlardan, birbirlerini tanıma fırsatını bile hâlâ bulamayanlar var. Eski bakanlıkların ve diğer devlet kurumlarının teşkilat ilkeleri ve çalışma koşulları değiştirilmiş. Bunların nasıl işleyeceğinin denemeleri bile yapılmamış.

Yetkileri alındı ama…

Böyle bir ortamda ülkenin yönetiminde kurum olarak deneyim sahibi olan ve geçmiş dönemlerde zaman zaman bugünkü gibi büyük sorunlar karşısında kalıp onların üstesinden gelebilmiş olan tek siyasal organ, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Gerçi Meclis’in -son Anayasa değişikliği ve uyum yasaları veya kararnameleriyle- yetkilerinin büyük bir bölümü alınmış, Cumhurbaşkanlığı’na devredilmiştir ama Meclis gene de, devletin temel kurumlarından biri olarak, çok güç koşullar altında olsa bile, varlığını sürdürüyor.

Herkes çareyi Meclis’te aramalıdır. Meclis, yaz tatilini ve/veya öteki tatilleri bırakıp görevinin başına çağrılmalıdır. Tüm siyasi partileriyle birlikte, komisyonlarıyla, genel kurullarıyla, partiler arası görüşme olanaklarıyla, sıraladığımız sorunların çözüm olanaklarını görüşmelidir. En azından şu sırada, çok tehlikeli hale gelmiş olan belirli gelişmeler karşısında, partiler arası görüşmeler yoluyla, sivil toplum kuruluşlarıyla temaslar kurarak bugünkü çok taraflı kriz haline, gerçekçi önlemler alınmasını sağlamaya çalışmalıdır.

Muhalefete görev düşüyor

Evet, Meclis’i devreye sokmak, ancak, iktidar çoğunluğunu oluşturan iki partinin bunu kabul etmesiyle mümkündür. Gerçi Meclis’in devreye girmesi o iki partinin de çıkarınadır. Ama o iki partinin bu gerçeğin farkına varması ihtimali zayıftır. Eğer o ihtimal, yani iktidar partilerinin öteki partilerle birlikte çalışması ihtimali gerçekleşmezse, görev, son genel seçimde birlikte hareket eden üç partiyle tüm muhalefet partilerine düşüyor. O partiler, yeniden bir araya gelmeli ve bugünkü sorunları çözmenin yollarını görüşmelidir. Önümüzde yerel seçimler var. O seçimler öncesinde durumun vahametini tüm seçmenlere anlatmaya çalışmalıdırlar. Ki, o seçimlerin sonucu, geçmişte de örnekleri görüldüğü gibi, bugünkü iktidara, kendisine çeki düzen vermesi için bir ihtar mesajı anlamını taşısın. (Cumhuriyet internet, 12.08.2018)

TOKATLI ZEKERİYA ve Çağrıştırdıkları…


TOKATLI ZEKERİYA ve Çağrıştırdıkları…

Dostlar,

Sayın Habip Hamza Erdem zehir zemberek bir yazı yazmış…

Dileriz DSP koalisyon hükümetinde (57. hükümet; DSP + ANAP Mesut Yılmaz ve MHP Devlet Bahçeli) Ecevit’in Maliye Bakanlığı yapmış olan ve “Nereden buldun?” yasası ile kara para sahiplerinin keyfini fena halde kaçıran Zekeriya Temizel‘e göndermeler, CHP’ye sert eleştiriler ilgililerin kulaklarına erişir..

Dost acı söylermiş..

Biz de kaç zamandır Y-CHP sefaletini bu sitede deyim yerinde ise
yerden yere vuruyoruz…

Kemal Kılıçdaroğlu bizim Tunceli’li hemşehrimiz ve arkadaşımız..
Fakat memleket yurt sorunları hatır  – gönül dinler mi??

1999’da Edirne’de iken, çağrı üzerine (Adıyaman Milletvekili Celal Topkan) katıldığımız CHP Bilim – Kültür – Yönetim Platformu‘ndan, ertesi yıl Deniz Baykal‘ın Genel Başkan olması ve Kemal Derviş‘in bu Kurulun başına getirilmesi nedeniyle hemen ayrılmıştık.

Öncesinde büyük emeklerle, yakın arkadaşımız – meslektaşımız Prof. Haluk Koç öncülüğünde CHP’ye Ulusal Sağlık Politikaları hazırlamış, Ürgüp’te MYK’ya bizzat sunmuş ve Altan Öymen‘in de desteğini almıştık. 6 ay boyuca klasörler dolusu rapor yazmıştık (halen arşivimizdedir); Haluk Koç‘un ricasıyla 1,5 sayfalık bir basın özetini de kaleme alarak Edirne’ye dönüşümüzde Partiye göndermiştik ve CHP Basın açıklaması yaparak Ulusalcı Sağlık Politikasını halka duyurmuştu.

Baykal Genel Başkan olunca da PM’de bu politikayı çalışma grubunun eylemli (fiili) sekreteri olarak Haluk Koç ile sunmuştuk. Kemal Kılıçdaroğlu ise bu ulusalcı politikalara karşı çıkarak ANAP – DYP politikalarını savunmuştu. Aramızda sert bir polemik yaşanmış ve

– “Kemal Kılıçdaroğlu bu işten anlamaz. Olsa olsa, bizim uzmanları olarak geliştirdiğimiz sağlık politikalarının finansmanı için destek verebilir..” demiştik..

Kemal bey GSS’yi (Genel Sağlık Sigortası) ve Aile Hekimliğini savunuyordu.
İkisi de çağ dışı ve IMF – DB dayatması idi.. Birkaç panelde de bu yüzden karşı karşıya gelmiştik..

Bugün Sayın Kılıçdaroğlu’nu tanımakta ve anlamakta zorluk çekiyoruz doğrusu..

Yüce Atatürk’ün kurduğu ve Türkiye’yi kuran CHP‘nin kuruluş yıldönümünü bir kez daha kutlarız..

  • CHP için tek yol Kuvay-ı Milliye köklerine dönmek ve “6 Ok” programını uygulamaktır.. 

Sevgi ve saygıyla.
9.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not   : Sayın Zekeriya Temizel ile ADD Genel Başkan yardımcılığımız döneminde, (2004-2006) kendisi de Bakanlık sonrasında Cumhuriyet’te çalışırken İlhan Selçuk‘un odasında tanışmış ve epey süre ülke sorunlarını konuşmuştuk.. 

==================================================

TOKATLI ZEKERİYA


Habip Hamza Erdem

On iki yıl aradan sonra Zekeriya Temizel aktif politikaya döndū.
Dersimli Kemal’in Partisi’nin ‘Parti Meclisi’ ūyesi oldu.
Zekeriya Temizel ‘Devlet geleneği’ni kavramıș bir ‘Cumhuriyet çocuğu’dur.
‘Teamūl’leri en ince ayrıntısına değin bilir. Zeki ve çalıșkandır.
Soyadı gibi ‘Temiz’.
Maliye mūfettiși iken, bilgi ve birikim sınavlarını geçmiș ‘mūfettiș adayları’nın önūne ‘mekanizması çözūlmūș’ bir çamașır mandalı koyarmıș.
Yazılı sınavlarda bașarılı olan aday, bakalım mandalı ‘monte’ edebilecek mi diye.

Çūnkū ‘zeki’ olmak ile ‘inekleme’ arasında çok önemli bir ayırım vardır.
Maliye Bakanlığı ile ilgili yasaları ‘ezberlemiș’ olmak yetmez.
‘Zekâ’sını ‘el becerisine’ yansıtıp yansıtamamak da önemlidir.
‘Pratik zekâlı’ olmak değil, ama ‘zekâyı pratiğe çevirebilmek’…

Antik filozoflara göre, zekâ, ‘ruh’un anlamaya olanak veren bölūmūnden önce gelen ‘kișilik öncesi’ bir ilkedir.

Platon’a göre duyumlar dūnyasının ötesine gidebilen, ‘ūtopya’lar kurabilendir.

Spinoza’da ‘ruhun en yūce çabası’dır; o nedenle kendi çalıșmasının bașlığı bile ‘Etik’tir.

Ancak 18. yy’dan sonra ‘zekâ’, ruhlar ve öteki dūnyalardan koparılarak ‘ayakları yere bastırılmıș’, bir anlamda ‘laikleștirilmiș’ oldu.

1912’den bu yana da ölçūlebilir: IQ

Oysa Descartes’la birlikte, insanların ‘zekâ’ları, doğal olarak, eșittir;
farkılık onu ‘kullanım biçimi’nden gelmektedir.

Hegel bile kafatasını ‘boș’ olarak nitelendirmemiș miydi?

Maharet onu  ‘doldurmak’ değil, içindeki ‘en az’ ile ‘çok iș’ yapabilmektir.

Sökūk çamașır mandalını ‘takabilmek’ de bir iștir.

‘Nereden buldun yasası’nı ‘keșfetmek’ de..

Zekeriye Temizel’i Zekeriya Temizel yapan ‘Nereden Buldun?’ yasasıdır.

Sıradan bir ‘ilkokul öğrencisi’nin bile ‘sorabileceği’ bir ‘soru’..

Ancak onu ‘yașama geçirmek’ ve hatta ‘pratiğini’ önermek Zekeriya Temizel’e değin ‘dūșūnūlememiș’ idi.

Diyelim, önceki dönmelerde ‘konjonktūr’ de elverișli değildi ve onuru Zekeriya Temizel’e kaldı.

Ancak bu ‘ad’ ve bu ‘onur’ ve on iki yıllık bir ‘suskunluk dönemi’nden sonra
‘aktif politika’ya dönūș, Zekeriya Temizel beye ‘būyūk sorumluluklar’ da yūklemektedir.

İlk onurlu tutum, ‘Dersimli Kemal’e, ‘Tokatlı Zekeriya’ olarak ilk ‘tokat’ı indirmek olmalıdır.

Dersimli Kemal’in ‘devlet deneyimi’, ‘teamūl gereği’ Zekeriya Temizel‘i ‘dinlemeyi’ gerektirir.

Bu ‘teamūl’ içinde ‘Dersimlilik’ yoktur.

Ancak Kemal Kılıçdaroğlu ‘zıvanasından çıkmıș’ bir durumdadır.

‘Ȫzerklik șartını’, sözde ‘sol’ adına, dillendirmek bir yana, CHP kurultayına ‘önermiș’tir.
Ve ne yazık ki yuhalanmamıștır.

Bu CHP’den de ‘umut’ beklemenin olanağı kalmamıștır.

Bu CHP gitti gider.

Zekeriya Temizel ve kimi ‘aklı bașında’ yöneticilerden, hiç değilse CHP’nin ‘onurunu’ korumaları beklenir.

Yoksa ‘onursuz’ olarak gidecekler.