Etiket arşivi: Prof. Korkut Boratav

Hocaların Hocası Boratav geleceğe projektör tuttu… Mehmet Şimşek ne yapacak… Sertlik Nisan 2024’de başlayacak

Hocaların hocası ekonomist Korkut Boratav,
ekonomideki asıl sertliğin 2024’te başlayacağını belirtti

BirGün yazarı Yaşar Aydın‘a konuşan Prof. Korkut Boratav, ekonomideki sertliğin 2024’te yaşanacağına dikkat çekti. Ekonomide yaşanan son gelişmelere değinen Korkut Boratav, Asıl dönüşümün yerel seçimlerden sonra yaşanacağını ifade ederek Mehmet Şimşek ile AKP’nin ne yapacağını anlattı.

ASIL DÖNÜŞÜM YEREL SEÇİM SONRASI

Seçimlerin ardından AKP’nin özellikle ekonomi politikasında ciddi bir değişim yaşandı. Siz bu değişikliği nasıl görüyorsunuz, uzun süreçte emekçilerin önündeki tablo nedir?

Herkes soruyor, bugünkü ekonomik ortamda Mehmet Şimşek ne yapacak? Yerel seçimler öncesinde ve sonrasında AKP ne yapacak? Batı siyaset söyleminde Erdoğan gibi şahsiyetler için “politik insan” deyimi kullanılır. Bunların siyasi refleksleri çok duyarlı ve esnektir. Bu özellikleri ile önce yerel seçimleri kazanmak isteyeceğini, hedefi gerçekleştirdikten sonra gündemini değiştirme esnekliğini göstereceğini düşünüyorum.

Ekonomide geleneksel neoliberal model hedeflenmiştir ve buna

  • Haziran 2023 – Aralık 2024’te iki aşamalı bir istikrar programı ile geçiş söz konusudur.

Mart seçimlerine kadar seçmenlerin sineye çekeceği umulan “yumuşak kayıplar” söz konusu: Memur maaşları, asgari ücret ve emekli aylık artışları, bugünlerde gözlediğimiz dolaylı vergilerle eriyecek. Neoliberal reçetelerden makul boyutlarda sapmalar göze alınabilir. Örneğin 2001’deki IMF programında Merkez Bankası avanslarıyla bütçe açığının finansmanı yasaklanmıştı. Bu uygulama değiştirildi.

Kur Korumalı Mevduatın Hazine’ye yükü TCMB’ye devredildi.

TCMB’nin yeni başkanı değişikliği sineye çekti. Bu, bütçe açığının para basarak finansmanı anlamına gelir. Mart’a kadar benzeri neoliberal ilkeleri zorlayan “makro-ihtiyati düzenlemelerin” çoğu korunacak.

Mart sonrasında gündeme gelecek şok tedavisinin bazı işaretlerini Bakan Şimşek peşinen verdi. Birincisi Maastricht kriterleri içinde mali disiplin… Bu, kamu harcamalarını da frenleyen sert kemer sıkma, ekonomik daralmaya dönük malî politikalar  anlamına  gelir…

İkinci olarak, “gelir politikasını da içerecek yapısal uyum” dedi.  “Yapısal uyum” ifadesi bizim sendikaların duyarlı olduğu işgücü piyasalarının esnekleşmesidir. Yöntemlerden biri, bugünlerde emekli, memur, kamu personel aylıkları için uygulanan “enflasyon farkı ödemelerinin” son bulmasıdır. Nasıl uygulanacak? TCMB’nin düşük enflasyon hedefine göre belirlenen maaş-ücret ayarlamaları ile yetinilecek; bu artışlar hızlanan enflasyon sayesinde eritilecektir. Altı aylık aralıklarla uygulanan “enflasyon farkları” tarihe karışır, yok olur. Nedeni sermayenin gözetilmesidir. Ücretlerin geçmiş enflasyona tümüyle endekslenmesi yaygınlaşırsa, kârlar bir noktadan sonra aşınabilir. Ayrıca,

  • Türkiye’deki gibi dev şirketler güçlüyse, asgari ücret artışları (“mark-up rates” diye bilinen) kâr marjlarını yükseltmeye fırsat olur; fazlasıyla telafi edilebilir.

KKM, geleneksel neoliberal programın “dalgalı, piyasalara bırakılmış döviz fiyatları” kuralı ile çatışır. Kaldırılması gerekecektir. Yerel seçim önceliği nedeniyle, Mart sonrasına erteleneceği anlaşılıyor.

  • KKM son bulunca döviz, dinamit fitili gibi patlayacak.

– Tüm sektörleri içine alacak ikinci bir enflasyon dalgası şok gelecek.
– Önlenmesi, parasal ve maliye politikalarında daralma,
– ekonominin sıfır büyüme yönünde frenlenmesi,
– istihdamın gerilemesi olacak.

Enflasyon ve istihdamın daralması birleşecek; en yoksul emekçiler, AKP’ye oy verdiklerine pişman olacaklar;

ama önce nedenlerini algılamaları gerekecek. Bu da bir kez daha tabanda, örgütlü sınıf mücadelesini üstlenen devrimcilere düşecek.

TOPLUMSAL BUNALIM KALICILAŞABİLİR

Gelelim şok tedavisi (diyelim Aralık 2024) sonrasında uygulanması beklenen geleneksel neoliberal bir programın Türkiye için tasarladığı geleceğe… Bunları,

  • IMF’nin 2028’e uzanan öngörülerinden algılıyoruz:
  • Durgunlaşan bir ekonomide istikrar senaryosu söz konusudur.

Sayılara göz atalım                           :

Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme potansiyeli % 3 olarak öngörülüyor.

Bu büyüme süreci içinde
enflasyon %20,
cari işlem açığı/GSYH % 2,2,
dar anlamdaki işsizlik %10,5 oranlarına yerleşecektir.

Bu anlamda, Türkiye’ye özgü bir istikrar durumu tasarlanıyor. Büyüme temposu zorlandığında dış açıklar ve enflasyon yükselecek; ekonomi yönetimi durgunlaşmayı yeğleyecektir. %3’lük büyüme ise, dış borçlanmayı döndüren, ılımlı bir tempoyla da artırabilen, cari açığı kapatan yabancı sermaye girişiyle sürdürülecektir.

Temel sorun şudur                                    :

Bu senaryo, Türkiye’nin ağır bir bölüşüm şoku ile bütünleşen bugünkü toplumsal bunalımını kalıcı kılacaktır.

%3’lük büyüme temposu faal işgücü artışlarını tümüyle istihdama çekmekte yetersizdir. O nedenle 2023’te %25’e yaklaşan atıl iş gücünün sayı ve oran olarak 2028’e dek büyümesi söz konusu olacaktır. Bu işgücü fazlası ne anlama gelir?

  • Dinamizmi bitmiş, halk sınıfları siyasal İslamcı ideoloji tarafından uyuşturulmuş bir toplum…
  • Toplumsal patlamalar olasıdır; ancak faşizm yerleşmişse sadece yıkıma yol açar.

Bu hazin geleceği, geçmiş birikimleri ile Türkiye toplumu kabul edemez!

Tekrar siyasal, ekonomik ve ideolojik sınıf mücadelesinin liderlik, öncü örgütler sorununa dönüyoruz.

Sosyalist, komünist örgüt militanlarının işçi, köylü, emekçi saflarında titizlikle Aydınlanma değerlerine dayalı ideolojik bir sınıf mücadelesi yürütmesi önümüzdeki dönemde bu yüzden yaşamsaldır. Ekonomik, siyasal mücadele buradan hareket edecek.

Mayıs 2023’te meydanları dolduran milyonlar, bu sınıfların dinamik, ilerici çekirdeğini oluşturuyordu. Bu mücadeleye katılmalarını anlamlı kılacak bu tür bir öncülüğü on yıl önce Gezi’de bulamadılar; bugün bir kez daha beklemektedirler.

Bu boşluğu kalıcı olarak doldurmak zamanı geldi.

Görev bugünün devrimci örgütlerine, hareketlerine, partilerine düşüyor.

Odatv.com

Prof. Korkut Boratav: AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir dönem olacak

Prof. Korkut Boratav: AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir dönem olacakTELE1 İzleyici Hattı
24 Haziran 2023, www.tele1.com.tr  

İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, Merkez Bankası’nın faiz kararını değerlendirdi; yerel seçimlerden sonra ‘AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir kemer sıkma dönemi’ yaşanacağını belirtti.

Merkez Bankası (TCMB) önceki gün imza attığı faiz artışı kararı ile parasal sıkılaştırma sürecini başlattı. 27 aylık aranın ardından ilk kez faiz artışına giden banka, önümüzdeki toplantılarda faiz artışlarına kademeli olarak devam edeceği mesajını da verdi.

Politika faizinin 650 baz puanlık rekor artışla yükseltildiği %15 seviyesi (düzeyi), %20 ve üzerinde olan yabancı ve yerli piyasa oyuncularının beklentilerinin altında kaldı.

Yabancı banka analistlerinin bir bölümünün “hayal kırıklığı” olarak değerlendirdiği karar sonrasında dolar/TL, %9’un üzerinde artışla 23,50’den 25,73’e kadar yükseldi ve bu gün 25,24 düzeyinde bulunuyor.

‘ÖNÜMÜZDEKİ AYLAR İÇİN BİR İŞARET’

Türkiye’nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Dr. Korkut Boratav, faiz kararını sozcu.com.tr’ye değerlendirdi.

Dış finans çevrelerinin %20’yi aşan beklentilerinin altında bir faiz oranı belirlendiğini
ve bu durumun TL aleyhine kuvvetli (güçlü) bir dalga yarattığını belirten Boratav, perşembe günü alınan kararın, önümüzdeki aylarda alınacak faiz kararları için de bir işaret olduğunu, TCMB’den bir iki faiz artışı daha gelmesinin bekleneceğini söyledi.

‘SARAY’IN BASKISINA UYGUN HAREKET EDECEKLER’

TCMB açıklamasında, hem faiz artışında hem de makro ihtiyati tedbirlerin kaldırılmasında kademeli bir süreç izleneceğine işaret edildiğini aktaran Boratav “Belli ki Mehmet Şimşek ve TCMB Başkanı Gaye Erkan, Saray’ın ‘yerel seçimlere kadar ağır tempoyla ilerleyin’ baskısına uygun hareket edecekler” dedi.

Yabancı finans çevrelerinin istediği kadar yüksek faiz artışının dış piyasalarda rahatlaması ancak bankaların ve Türkiye ekonomisinin gerilime sürüklenmesi anlamına geleceğini, ellerindeki düşük faizli tahviller nedeniyle yüksek faiz artışının bankaları gerileme sürükleyebileceğini dile getiren Boratav, yerel seçimlerin hesaba katılarak hareket edildiğini vurguladı.

‘ŞİMŞEK VE ERKAN’IN ELLERİ SERBEST DEĞİL’

Para Politikası Kurulu (PPK) üyelerinin bile değiştirilmediğine, ekonomi bürokrasisinde eski kadronun büyük oranda görevine devam ettiğine dikkat çeken Boratav “Şimşek ve Erkan’ın ellerinin serbest olmadığı belli” dedi.

‘O PARA KRİZİ ÇÖZMEZ’

Dış finans çevrelerinin faizin enflasyon düzeyine, yani %40’a yükseltilmesini ve makro ihtiyati tedbirlerin de hızla kaldırılarak liberalizasyona gidilmesini istediğini belirten Boratav “Bu yolla döviz kurlarının hızla zirve yapmasını ve Türkiye’ye sıcak para sokmak için Türk varlıklarının ucuzlamasını bekliyorlar ancak Türkiye’ye sokacakları para, ödemeler dengesi krizini çözecek kadar değil, en fazla 15-20 milyar Dolar düzeyinde” dedi.

‘BÜYÜK SORUN YARATIR’

Hükümetin ise yabancıların istediği hızda bir liberalizasyonun döviz kurlarında çok daha sert artış anlamına geldiğini ve bunun da yerel seçimlerde özellikle büyük kentlerde sorun yaratacağını bildiğini belirten Boratav, “Kur korumalı mevduatta 100 milyar Doları aşan potansiyel döviz talebi (istemi) var, bu ürünün hızlı biçimde kaldırılması büyük sorun yaratır” ifadelerine yer verdi.

‘KÖRFEZ’DEN PARA GİRİŞİ SAĞLAMAYA ÇALIŞIYORLAR’

Şimşek ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın faiz kararının alındığı gün Birleşik Arap Emirlikleri’nde olduğuna da dikkat çeken Boratav, “Uluslararası piyasaların itibar etmedikleri ve Şimşek’in de aslında yatkın olmadığı bir yola gidiyorlar. Seçim öncesinde olduğu gibi zaman kazanmak için Körfez’den para girişi sağlamaya çalışıyorlar” dedi.

‘AKP’LİLERİ DE PİŞMAN EDEBİLECEK BİR DÖNEM’

Yerel seçimlerden sonra ise yabancı finans çevrelerinin istediği biçimde daha hızlı adımlar atılacağını belirten Boratav sözlerini şöyle noktaladı:

  • AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir kemer sıkma dönemi olacak.
  • Vergiler artacak.
  • Bazı şirketlerin batmasına göz yumulacak.
  • Önemli varlıklar yabancılara satılacak.
  • Sonrasında ise Türkiye muhtemelen %3’lük düşük büyüme temposuyla ve az gelişmişliğe mahkum olarak yola devam edecek.”

Alternatif ekonomi modeli

Geniş halk kitlelerini derinden etkileyen olağan dışı bir ekonomik krizin içindeyiz. Salgını dahi unuttuk, geçim derdindeyiz. Ekmekten suya, yaşamın her alanında fiyat artışları karşısında çaresiziz. Tepkimizi bir süredir kamuoyu araştırmalarıyla göstermeye çalışıyoruz.

Araştırmalarda ekonomi “ülkenin en büyük sorunu” olarak açık arayla ilk sıradaki yerini koruyor. İPSOS’un son araştırmasında %90 çıtasını da aşmış. 2. sıradaki salgın %10’u bile bulamıyor…
***
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, buna rağmen (karşın) oldukça iyimser.

Türkiye’nin krizden en az etkilenen ülkelerden olduğunu” söylüyor. “İsteyen herkesin çalışacak işi var” diye de ekliyor.

Çarşı, pazar böylesi bir iyimserliği doğrulamıyor. “İsteyen herkesin çalışacak işi var” sözünün de en azından şimdilik TUİK’in istatistiklerinde bile karşılığı yok.
***
Kriz bazı iktisatçılar tarafından “stagflasyon” diye adlandırılıyor. “Durgunluk içinde yüksek enflasyon” olarak kavramsallaştırılıyor. Peki doğru mu bu?

Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu krize “stagflasyon” denilmesini eksik ve yetersiz bulanlar olduğu gibi, böylece krizin doğallaştırıldığını, yapısal nedenlerinin ve toplumu yoksullaştıran sonuçlarının gizlendiğine dikkat çekenler de var.

Klasik ekonomi literatüründe “durgunluk” kavramı ekonomide üretimin düştüğü ya da en azından artmadığı bir ortamı, “yüksek enflasyon” kavramı da fiyatların hızla arttığı bir dönemi tanımlanıyor.

Bugün Türkiye’de döviz şoklarıyla birlikte yaşanan fiyat artışları, halk diliyle hayat pahalılığı “stagflasyon” tanımıyla örtüşüyor. İstihdamdaki ve üretimdeki daralmalar bağlamında da  herhangi bir tanım uyumsuzluğu görülmüyor. Ancak, büyüme konusunda “stagflasyon” tanımı yerli yerine oturmuyor.

Büyümenin “stagflasyon” olarak kabul görmesi için belirli bir süre -/+ 1 aralığında ya düşmüş ya da yerinde saymanın en fazla bir adım ilerisinde artmış olması gerekiyor.

Türkiye’nin büyümesi -/+ 1 aralığında değil. Çok ama çok farklı.

TUİK’in resmî açıklaması, 2021’de ekonominin % 11 oranında büyüdüğü yolunda. Böylece son beş yılda salgına ve döviz krizlerine rağmen (karşın), TUİK verilerine göre ekonomimiz yıllık %4’lük bir büyüme ortalamasına ulaşmış oluyor.
***
TUİK verileri aynen enflasyonda olduğu gibi, büyüme konusunda da ne kadar güvenilir, bu ayrıca tartışılabilir. Ancak bu tartışma, yüksek büyüme oranlarıyla gündeme gelen bir dizi temel soruyu gölgelememeli. Ekonomi dünyasının efsane hocası Prof. Korkut Boratav soruyor:

· 2021’de Türkiye ekonomisi %11 büyüdü. O zaman sokaklar niçin tepkilerle doldu? Neden işçiler sokaklara indi? Yakılan elektrik faturaları neden?
· Türkiye ekonomisi son beş yılda salgına ve döviz krizlerine rağmen yıllık %4’lük bir ortalama ile büyümüş oluyor. Bu tempoda bir büyümeye rağmen mutlak yoksullaşma, gelirleri aşan enflasyon, işsizlik, istihdamdan kopma, reel ücretlerde erime, diplomalı işsizler nasıl açıklanabilir?

Prof. Boratav sorularının yanıtını da kendisi veriyor:

  • “Tek bir yanıt var: Türkiye son beş yılda iktisat tarihi boyunca benzerine hiç rastlamadığımız bir bölüşüm şokuyla karşılaştı.

Son beş yılın milli gelir verilerine göre ücretlilerin net hasıladan aldığı pay 6,2 puan eridi.

Demek ki ekonomi büyürken Türkiye’nin emekçi halkı mutlak yoksulluğa sürüklendi. Tüm emekçi katmanlar, işçi sınıfını, küçük esnaf ve köylüyü içine alan büyük bir kitle, gelir kayıpları yaşadı.”
***
Kamuoyu araştırmaları da doğruluyor Prof. Boratav’ı…
Son bir yılda hane gelirlerinin azaldığını söyleyenler çoğunluğa ulaşmışlar.
Ancak, yaşanan bunca soruna, yoksulluk ve işsizliğe rağmen bu çoğunluk sandıkta aynı oranda karşılık bulmuyor.

Bunun bir nedeni toplumun yorgunluk ve bıkkınlığı. Kendini yorgun ve bıkkın hissettiğini dile getirenlerin oranı %60’ın üzerinde. Bu yorgun kitle aynı zamanda yılgın da… Gelecekten umutsuzlar. Çoğunlukla yakın gelecekte ekonomik durumlarının daha kötüye gideceği kaygısını taşıyorlar. Siyasetten de umutlarını kesmiş gibiler. “Bu sorunları kim çözer” diye sorulduğunda kararlı bir duruş gösteremiyorlar.

Çözümü AKP’de aramıyorlar. Ancak, “çözü muhalefet” de demiyorlar.

Kendisini geleceğin iktidarı ilan eden Millet İttifakı, Türkiye’yi daha iyi yönetecekleri konusunda henüz toplumu ikna edebilmiş değil. Millet İttifakı’nın ülkeyi yönetmeye hazır olduğuna inananların oranı “oy vereceğim” diyenlerin 5 puan kadar altında. Kamuoyu araştırmacıları, muhalefetin halkta heyecan yaratacak politikalar üretemediğine, somut projeler ortaya koyamadığına dikkat çekiyor. Gerçekten de muhalefetin, “yolsuzlukları önleyince her şey çok güzel olacak” demek dışında alternatif bir ekonomi politikası yok.

Şimdilik sadece belediyelerin bazı, o da ister istemez sosyal politikalarla sınırlı çalışmalarıyla avunuluyor.
***
Muhalefet daha fazla gecikmemelidir. Alternatif (seçenek) ekonomi politikasını ortaya koymalıdır. Hiç kuşkusuz, nas temelli faiz politikasından vazgeçilmesi, ekonomi yönetiminin yolsuzluklardan arındırılması önemlidir. Yollar ve köprülerdeki araç, havaalanlarındaki yolcu, şehir hastanelerindeki hasta sayılarıyla ilgili uçuk taahhütlerin kamu yararı doğrultusunda düzenlenmesi büyük finansal rahatlama sağlayacaktır.

Ancak, muhalefetin alternatif (seçenek) politikası bununla sınırlı kalmamalıdır. Mevcut neoliberal küresel ekonomi politikalarından vazgeçilmediği sürece, yoksullaştırılmış halk kitleleri sahiplenilemez. Onların gayrisafi milli net hasıladan aldıkları pay yükseltilemez.

Bunu gerçekleştirmek için kamu yararını önceleyen, büyümeyi kalkınmaya dönüştüren alternatif bir ekonomi modeli uygulanmalıdır. Türkiye böyle bir modeli 1931-38 yılları arasında uygulamıştır.

  • 1929 Dünya Ekonomi Buhranı sonrasında ana omurgası planlama olan üretim odaklı karma ekonomi düzenine geçmiştir.

Bu düzen, özel sektör için yönlendirici, kamu sektörü için emredici olan devlet güdümlü bir kalkınma stratejisidir. Anılan dönemde bu stratejiyle bir yandan Osmanlı’nın borçları ödenirken öbür yandan yabancıların elinde olan sanayi, ulaşım gibi sektörlerde, su, demiryolu, tramvay, rıhtım, kömür madeni, telefon, elektrik, havagazı, bakır madeni, kömür madeni işletmeleri millileştirilmiştir. Yeni yatırımlarla da olağanüstü bir sanayileşme atılımı başlatılmış, bugün ucuz bedellerle satılan çok sayıda fabrika kurulmuştur.

Kısacası, 1929 Dünya Ekonomi Buhranı Türkiye için fırsata çevrilmiştir.

Unuttuğumuz, bize unutturulan bu başarı, dün olduğu gibi bugün de toplumda daha iyi gelecek umudunu yeşertecek, istenmeyen durumları değiştirme azmini pekiştirecek derslerle doludur. Bu dersler, muhalefetin yorgun ve bıkkın, gelecekten umudunu kesmiş geniş halk kitlelerini ikna etmesinin anahtarı olabilir

Kuşbakışı ekonomik bilanço

Kuşbakışı ekonomik bilanço

Bir ekonomik krizin gündeme geldiği aylardan beri içte-dışta tartışılmaktadır. Ben de kervana katılmış; nedenlerine değinmiştim.

10 Ağustos tarihi yazımdan aktarayım: “Neoliberal dönemde ekonomilerini finans kapitale sınırsızca açan ülkelerde ‘dış kaynak girişlerinde ani duruş veya tersine dönüş’, bir kriz türünün nedeni olarak görülüyor.

Bu kriz türünün çevre ekonomilerinde 1980 sonrasındaki örneklerine değinmiş ve eklemiştim: “Türkiye, ‘serbest sermaye hareketleri’ dalgasına 1989’da katıldı. 1994, 1998/99, 2001 ve 2008/9’da bu tür dört krizden geçti.” 

Daha sonra son verileri inceleyerek şu sonuca varmıştım: “Bu tür krizleri tetikleyen ana etken, yani dış kaynak girişlerinde bir önceki yıla göre  ani duruş ve kısmen tersine dönüş, Türkiye’de Mart-Haziran 2018’de gözlenmiştir.” 

Krizin tetiklenmesi; gelişimi… 

Bugünlerdeki kriz algılaması döviz (Dolar) fiyatlarının hızla tırmanmasından kaynaklanıyor. Pahalılaşan Dolar, genel-geçer bir kriz etkeni değildir. Büyük dış açıklar veren; kendi parası (TL) ile dışarıdan  borçlanamayan; üstelik fazlasıyla “Dolarlaşmış” bir ülkede, döviz krizi hızla reel ekonomiye taşınır: Dolar borçlusu olan devlet, şirketler, bankalar ödeme güçlükleriyle karşılaşırlar. Zincirleme etkiler tüketime, yatırıma, üretime, istihdama, millî gelire yansır.

Sert küçülme dönemleri, bazen bankacılık ve borç krizleri ile iç içe girebilir ve ekonomik bunalım bir finansal krizle birleşmiş olur.

Kriz sürecinin nasıl seyrettiğini üç doğrultuda izlemeye çalışalım: Krizi tetikleyen etkenler devam ediyor mu? Ekonomide küçülme başladı mı? Borç krizi olası görünüyor mu? 

Dış kaynaklarda “ani durma” sürüyor mu?

Mart-Haziran 2018’de yabancı sermaye hareketleri 12 ay öncesine göre % 85 oranında geriledi; üstelik, Mart ve Haziran’da “net çıkış” gösterdi. Bu olgunun Türkiye’de kriz ortamını tetikleyen ana etken olduğuna yukarıda değindim.  Temmuz ve sonrasının ödemeler dengesi istatistikleri yayımlanmadı; ama, kısmî göstergelere bakarsak “ani durma / sert çıkış” eğilimi sürmektedir.

TCMB istatistiklerine göre Temmuz ve Ağustos’ta yabancıların hisse senedi ve tahvillerden 890 milyon $  net çıkış gerçekleşmiştir. Sermaye hareketlerinin üç ana kaleminden birinde “kan kaybı” süregelmektedir.

“Kan kaybı”nın dolaylı yansımaları da var:  TCMB brüt rezervleri, Haziran sonu ile Ağustos’un son haftası arasında 2.6 milyar $  düşmüş; Mart-Haziran dönemindeki 11,9 milyar dolarlık erimeye eklenmiştir.

İkici yansıma,  doğrudan döviz fiyatlarında gözleniyor: 30 Haziran – 31 Ağustos arasında TCMB’nin efektif $ satış fiyatı % 43 oranında sıçramıştır. Ancak uyaralım ki, “finansal kargaşa” döneminde döviz piyasaları çok “sığlaşmıştır” ve küçük boyutlu işlemler aşırı fiyat dalgalanmalarına yol açmaktadır.

“Durgunlaşma” mı? “Küçülme” mi? 

Dış kaynaklardaki “sert durma”, istihdam, üretim, millî gelir verilerine nasıl yansıyacak? Durgunlaşma mı, küçülme mi gündemde?

1994 ve sonrasında Türkiye ekonomisinin yaşadığı dört krizde dış kaynak hareketlerinde düşme / net çıkış 12-13 ay sürmüştür. Bu “dışsal şok”un milli gelire etkisi, bazen derhal gözlenmiş; bazen üç-beş ay sonrasına sarkmıştır.

Sert durma”nın göreli büyüklüğü nasıl ölçülebilir? Gerilemenin sürdüğü dönemlere ait sermaye hareketini bir önceki (“canlı”) dönemden çıkarınız. Ortaya çıkan “eksi değer”, negatif dışsal şok olarak yorumlanabilir.

Sözünü ettiğim 4 krizde bu dışsal şok dolarlı millî gelirin % 6,4’ü ile 10,8’i  arasında değişmiştir.

Bu yılın Mart-Haziran aylarında sermaye hareketlerinde gerilemenin yol açtığı negatif dışsal şok, 2017 millî gelirinin % 2,2’si ile sınırlı kalıyor. Dolayısıyla hem süre, hem de hacim olarak 2018’deki “sert durma”, Türkiye’nin önceki krizlerinde gözlenen boyuta ulaşmamıştır. 

Peki sonraki aylar? TÜİK’in Mayıs-Haziran istihdam ve sanayi üretim istatistikleri, ekonomide küçülmeye değil, yavaşlamaya işaret ediyor.

Dış kaynaklarda gözlenen olumsuz hareketleri telafi eden etkenler nelerdir? Cumhurbaşkanı, yerel seçimlere kadar bütçe musluklarını gevşetmekte ısrarcı görünüyor. Kamu maliyesinden gelen genişleyici etkenler, olumsuz dış kaynak hareketlerinin daraltıcı sonuçları ile karşı karşıyadır.

2018’in ilk yarısında bu zıt etkenler (anlaşılan) durgunlaşma ile sonuçlanmaktadır. Haziran sonrasında ise küçülme gündemdedir. Bazı göstergelere değinelim:

Cumhurbaşkanı’na rağmen kredi faizleri tırmanmaktadır. Ağustos 2017 /Ağustos 2018’e ait ihtiyaç, taşıt ve ticarî kredi faiz oranlarının ortalamasını karşılaştırınız: %16,8 → %25,6. Özel destekli konut kredilerindeki artış temposu daha da hızlıdır: %12,5 →%20,0… Kredi maliyetlerinde tırmanma ekonomiyi aşağı çekmektedir. 

İç talepte daralmanın kestirme bir göstergesi, ithalat istatistiklerinde yer alır. Haziran 2018’den itibaren her ay ithalat, hızlanan bir tempoyla daralmaktadır; b
ir önceki yıla göre Ağustos ithalatı %19,3 düşmüştür.

TL’nin reel devalüasyonunun tetiklediği bir ithal ikamesi mi? Boşuna umutlanmayınız. Pahalı dövizin sanayinin rekabet gücünü ilerletmesi, günü gününe gerçekleşemez; üretim yapısının yeni baştan dönüşmesi programlanmalıdır;  zaman alır.

Sanayi sektöründe eğilimler hangi doğrultudadır? TÜİK’in yeni baştan oluşturduğu üretim endekslerini bırakalım; farklı bir anketin sonuçlarına bakalım: Uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan Markit’in sanayi sektöründeki büyüme / küçülme eğilimlerini yakından izleyen PMI endeksi… Sektör-içi anketlerle derlenen sipariş, üretim, istihdam, stoklar gibi bilgilerden türetilen endeksin değeri 50’nin altına inerse, küçülme söz konusudur.

Türkiye’de PMI sanayi endeksi İstanbul Sanayi Odası tarafından hesaplanmaktadır. Mayıs-Ağustos aylarında PMI kesintisiz 50’nin altında seyretmiştir; beş aylık ortalama 48,1’dir. Ağustos endeksi 46,4’e düşmüş; sanayide daralma eğiliminin hızlandığı belirlenmiştir.

Bu göstergelere bakarsak Türkiye ekonomisi, 2018’in ikinci yarısında durgunluktan küçülmeye geçmektedir. 

Dış borç krizi gündemde mi?

Türkiye’nin döviz varlıkları, önümüzdeki aylarda dış dünyaya karşı borçlarını, diğer yükümlülüklerini karşılayamazsa bir dış borç krizi söz konusu olur.

Bankalardaki borç yapılandırma müzakerelerinin dış dünyaya taşan izlerini sürerek fazla mesafe alamayız. IMF’nin Nisan 2017’de yayımlanan Türkiye Raporu’ndan hareket etmeyi yeğliyorum. (Mayıs’ta bu raporu “2019’da Ekonomiye IMF Programı” başlıklı bir yazıda gözden geçirmiştim.)

Bu raporun sonunda “Türkiye Dış Borcunun Sürdürülebilirliği” başlıklı bir Ek yer alıyor. (Ek V, ss. 55-57). Burada, 2017 verilerinden hareket edilmekte; sonraki yıllara ait kestirimlerin devamı halinde dış borçların 2019’da % 54,6’ya çıkacağı; daha sonra % 52 civarında istikrar bulacağı öngörülüyor. Bu “normal” senaryo altında dış borçlar sürdürülebilecektir.

Ne var ki, bu ılımlı öngörüye, IMF, bir “felaket senaryosu” olasılığı da ekliyor: “TL % 30’luk bir değer yitirme ile karşılaşırsa, GSYH’ya oranla toplam dış borç stoku % 83’e ve özel sektör dış borcu % 60’a çıkacaktır.”  Bu olasılıklar altında dış borçlar, sürdürülebilir eşiği aşmış olacaktır. Millî gelire oranı % 60 sınırını aşan dış borçlar riskli görülür.

IMF, şu olasılığı gündeme getiriyor: Döviz fiyatları (Dolar) ulusal fiyatlardan (enflasyondan) çok daha hızlı artarsa Dolarlı milli gelir aşağı çekilir; dış borçların milli gelire oranı da, sürdürülemez eşiğe çıkabilir.

Burada enflasyonu içeren TL’li milli gelirin 2018’deki büyüme hızını bilmemiz gerekiyor. 2018’in ilk sekiz ayında döviz fiyatları enflasyonun üzerinde seyretti: TÜFE endeksi % 12,3; % 73,3 arttı. Bu tempo yıl sonuna kadar sürerse, IMF’nin felaket senaryosunda yer alan TL’nin %30’luk değer yitirme eşiği aşılacak; Dolarlı milli gelir önemli ölçüde düşecektir. (Reel büyüme, % 12’lik enflasyona olsa olsa beş puan ekleyebilir.)

2017 örneğini vereyim: Doların ortalama fiyatı %21 artmış ve cari fiyatlı (enflasyonu içeren) GSYH sadece %19 büyümüş; Dolarlı milli gelir de 2016’ya göre %1,6 oranında düşmüştür. 

2018 için bu konuda bir kestirim yapamam. Ama, böyle bir hesabı, dev yatırım bankası Morgan Stanley (“çaktırmadan”) yapmış: Türkiye’nin 2018’de cari açığının 51 milyar Dolara ve milli gelirin %6,7’sine ulaşacağını öngörmüş. Bu sayılardan 2018’in Dolarlı milli gelir toplamı 761 milyar $ olarak türetilmektedir.  467 milyar Dolarlık dış borç stoku da milli gelirin %61’ini aşar ve bir dış borç krizi gündeme gelir.

Fazla  dert etmeyin; ülkeyi yöneten yüksek makama kulak verin: Bu da geçer yahu… 

‘Türkiye krizi’nde çözüm yolu demokrasi

‘Türkiye krizi’nde çözüm yolu demokrasi

Türkiye, AKP iktidarının politikaları nedeniyle; ekonomiden dış politikaya, hukuktan insan haklarına, demokrasiden yargıya dek birçok alanda krizle boğuşuyor. Prof. Korkut Boratav, Altan Öymen, Ahmet Türk, Rıza Türmen gibi aydınlar, tüm sorunların
– insan haklarına saygı,
– hukuk ve
gerçek demokrasiyle çözülebileceğini açıkladı.

[Haber görseli]

Türkiye, son dönemde ekonomiden dış politikaya, hukuktan insan haklarına, demokrasiden yargıya kadar birçok alanda krizle boğuşuyor. Cumhuriyet, aydınlara kriz ortamından nasıl çıkılacağını sordu.

Verilen yanıtlarda ortak vurgu;

“Gerçek demokrasiye dönülmeli, hukuk devleti yeniden kurulmalı, insan haklarına saygı gösterilmeli. Türkiye’de siyaset barış endeksine oturtulmalı” oldu. İşte verilen yanıtlar:

Prof. Dr. Korkut Boratav:  Ekonomik kriz hamasetle çözülmez

Türkiye’nin karşılaştığı, önemli bir ekonomik açmaz var. Bu açmazın iki boyutu var. Birincisi ulusulararası finansal düzenin tedirginliğini yaratan bir ortam. Bundan kaynaklanan denge bozuklukları oluşuyor. Türkiye’den net para çıkışı başladı. İkincisi uluslararası siyasi ilişkilerde özellikle ABD ile olan gerginlik. Bu gerilimin 2. boyutunu nasıl çözer bilemem. Fakat 1. boyut, yani ekonomik kriz ortamıyla ilgili boyut hamaset ve vatanseverlik söylemleriyle geçiştirilemez. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı çok ağır dış ekonomik bağımlılık koşullarının doğru teşhisi ve nedenlerine karşı alınması gereken önlemler, ekonomik mantıkla çözülür. İktidarda bu analizi yapma çabası algılamıyorum. Dolayısıyla ekonomi, başı boş şekilde kara deliğe sürüklenmektedir. Ciddi bir ekonomik teşhis bugünkü iktidarın kadrolarıyla mümkün görünmüyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi bütün toplumun, halkın ortak sorunudur. Genel sorunumuzdur bu. Bana göre Türkiye şu anda faşizme sürüklenmenin ileri bir noktasındadır. Türkiye’yi faşizme sürekleyen güçlerle mücadele etmek gerekir.

Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen: Hukuk devleti yeniden

Bugünkü tablo ortada. Türkiye’de bir rejim değişikliği oldu. Bu rejim değişikliğinde bütün güçler tek bir elde toplandı. Meclis işlevsiz hale getirildi. Bu da muhalefeti işlevsiz hale getirdi. Hakikatin saklandığı, gerçeklerin halka söylenmediği bir hayal dünyası yaratıldı. İç düşman, dış düşman algısı oluşturuldu. Muhalefet bakımından yapılacak en önemli şey, bu hayal dünyasının içine girmeden gerçekleri halka söylemektir. Milliyetçilik havası yaratılıyor. Dışında kalanlar vatan hainidir deniliyor. Baskıcı, tahakkümcü bir rejimde birleşmek gerekli değil.

Demokrasi değil

Tam tersi baskıcı rejime karşı mücadele etmek gerekir. Demokrasi mücadelesi vermek gerekir. Seçimlerden sonra, halkın yarısının üzerine büyük bir karamsarlık, umutsuzluk çöktü. Unutmamak lazım ki Türkiye, halkın yarısının istemediği bir rejim tarafından yönetiliyor. Bu rejimin adı da demokrasi de değil. Giderek daha çok demokrasiden uzaklaşılıyor. Burada tabii yeni bir umut verebilmek, demokrasi mücadelesi başlatmak lazım. 24 Haziran seçimlerinden sonra halkın üzerine çöken umutsuzluğu yeni bir enerjiye, demokrasi mücadelesi enerjisine dönüştürebilmek lazım. Bunu yapacak olan halkın yarısıdır. Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, bunların birlikte hareket edebilmesi önemlidir…

Halk mücadelenin öznesi olmalı

Demokrasi mücadelesinin bir taraftan yatay birliktelik yani sivil toplum örgütleri, partiler arasında kurulabilmesi, öbür taraftan da dikey birliktelik tabandan gelen mücadele yapılması gerek. Mahalle mahalle halk meclisleri, bu mücadelenin öğesi olur. Halkın bıkkınlık, yılgınlık ruh halinden çıkartılıp aslında siyasi müacadelenin öznesi haline getirilmesi gerekir. Aktif yurttaşlık anlayışı gerekiyor.

İktidar duvarları ortadan kaldırmalı

Türkiye’yi uçuruma götüren – sürükleyen bir iktidar var. Buna karşı halka gerçekleri söyleyerek, hayal dünyasını kırarak aşağıdan bir mücadele dalgası çıkarabilmek gerek… İktidar Türkiye’yi demokrasiye döndürmeli, bu hayallerden vazgeçip, gerçekleri söyleyip, durum budur demeli.
– Gerçek bir demokrasiye dönmeli,
– hukuk devleti yeniden kurulmalı,
– insan haklarına saygı gösterilmeli.
Yapılacak şey budur. Ancak Türkiye, bundan giderek uzaklaşıyor. İktidar giderek daha baskıcı bir rejimde koltuk değnekleriyle ayakta durmaya çalışıyor. Türkiye’deki siyaseti savaş ekseninden çıkarıp barış endeksine oturtmalı. İç barış ve dış barış gerekiyor. Kutuplaşmaya değil uzlaşmaya ihtiyaç var. İktidar duvarları ortadan kaldırmalı. Demokrasi güçleri, sadece bir direniş değil aynı zamanda yeni bir demokrasinin de kurucusu olmalı. Sadece eleştirmek değil, alternatifi de ortaya koymalı. Çoğulcu katılımcı bir demokrasiye ihtiyacımız var.

Siyasetçi Ahmet Türk: Kalkınma için insan hakları

Aslında ekonomi ve demokrasi birbirini besleyen iki kurum. Demokrasi olmadan ekonomik krizden çıkış mümkün değil. Dünyada demokrasiyi esas almayan ülkelerin düştüğü ortam ortada. İnsan hakları, demokrasi olmadan ekonomik kalkınmayı başarmak mümkün değil. Tek kişinin yönettiği ülkede, bütün kararların doğru olacağını düşünmek aslında yanlıştır.
Kurumsal ve toplumsal meseleleri çok geniş bir süzgeçten geçirip toplumun önüne koymak lazım. Bugün toplumun talepleri, toplumun sıkıntılarını giderecek bir politika yürütülmüyor. Burada sadece cumhurbaşkanı bütün kararlar üzerinde etkilidir. Demokratik ülkelerde tek bir kişinin yönetiminde ekonomik, toplumsal uzlaşı mümkün olmuyor. Bu da ekonomik krizi, hem de toplum arasında ötekileştirilmiş büyük bir kesimin oluşmasına neden oluyor. Toplumun yarısını dost yarısını düşman ilan eden mantıkla bu ülkeyi kalkındırmak çağdaş değerlerle bütünleştirmek mümkün değil. Bir rejim ve demokrasi sorunudur. İstediğiniz kadar zam yapın, özelleştirme yapın, olmuyor. Bunun altından kalkamazsınız. Önemli olan demokrasi, çoğulculuk, demokratik siyasetin yürütülmesidir…

Gazeteci yazar Altan ÖymenÇözümün adresi Meclis

Ülkemizin şu sıradaki sorunları çok büyük ve çok çeşitli alanlardadır. Siz de belirtiyorsunuz, ekonomik alanda, politika alanında, dış politika alanında, hukuk ve adalet alanında, insan hakları alanında… Bunlar, sorunlarımızın sadece üst başlıkları… Bu başlıkların altında bir de “alt başlık”lar var ki, burada sayılamayacak kadar çoktur. Bütün bunlara, tek merkezden ve sadece tek kişinin işleteceği bir karar ve icra mekanizmasıyla çözümler aranıp bulunması mümkün değil. Üstelik tek kişiye bağlı o mekanizmanın kuruluşu da çok yeni. Orada görevli olanlardan, birbirlerini tanıma fırsatını bile hâlâ bulamayanlar var. Eski bakanlıkların ve diğer devlet kurumlarının teşkilat ilkeleri ve çalışma koşulları değiştirilmiş. Bunların nasıl işleyeceğinin denemeleri bile yapılmamış.

Yetkileri alındı ama…

Böyle bir ortamda ülkenin yönetiminde kurum olarak deneyim sahibi olan ve geçmiş dönemlerde zaman zaman bugünkü gibi büyük sorunlar karşısında kalıp onların üstesinden gelebilmiş olan tek siyasal organ, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Gerçi Meclis’in -son Anayasa değişikliği ve uyum yasaları veya kararnameleriyle- yetkilerinin büyük bir bölümü alınmış, Cumhurbaşkanlığı’na devredilmiştir ama Meclis gene de, devletin temel kurumlarından biri olarak, çok güç koşullar altında olsa bile, varlığını sürdürüyor.

Herkes çareyi Meclis’te aramalıdır. Meclis, yaz tatilini ve/veya öteki tatilleri bırakıp görevinin başına çağrılmalıdır. Tüm siyasi partileriyle birlikte, komisyonlarıyla, genel kurullarıyla, partiler arası görüşme olanaklarıyla, sıraladığımız sorunların çözüm olanaklarını görüşmelidir. En azından şu sırada, çok tehlikeli hale gelmiş olan belirli gelişmeler karşısında, partiler arası görüşmeler yoluyla, sivil toplum kuruluşlarıyla temaslar kurarak bugünkü çok taraflı kriz haline, gerçekçi önlemler alınmasını sağlamaya çalışmalıdır.

Muhalefete görev düşüyor

Evet, Meclis’i devreye sokmak, ancak, iktidar çoğunluğunu oluşturan iki partinin bunu kabul etmesiyle mümkündür. Gerçi Meclis’in devreye girmesi o iki partinin de çıkarınadır. Ama o iki partinin bu gerçeğin farkına varması ihtimali zayıftır. Eğer o ihtimal, yani iktidar partilerinin öteki partilerle birlikte çalışması ihtimali gerçekleşmezse, görev, son genel seçimde birlikte hareket eden üç partiyle tüm muhalefet partilerine düşüyor. O partiler, yeniden bir araya gelmeli ve bugünkü sorunları çözmenin yollarını görüşmelidir. Önümüzde yerel seçimler var. O seçimler öncesinde durumun vahametini tüm seçmenlere anlatmaya çalışmalıdırlar. Ki, o seçimlerin sonucu, geçmişte de örnekleri görüldüğü gibi, bugünkü iktidara, kendisine çeki düzen vermesi için bir ihtar mesajı anlamını taşısın. (Cumhuriyet internet, 12.08.2018)

Geçimde adalet arayışı

Geçimde adalet arayışı

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Adalet Kurultayının 3. gününde “Geçimde Adalet” paneli düzenlendi. Panele Prof. Korkut Boratav, eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, CHP İzmir Milletvekili Zekeriya Temizel gibi isimler katıldı. Temizel, gayri resmi rakamlarla işsiz sayısının 10 milyona yaklaştığını söyledi. (Cumhuriyet haber sitesi, 29.08.2017)

Kurultayın 3. gününde “Geçimde Adalet” paneli gerçekleşti. Panelistlerin konuşmalarından satırbaşları şöyle:

CHP İzmir Milletvekili Zekeriya Temizel: Geçimde adalette hayatın tüm aşamalarını kapsarsınız. Geçimde adalet yoksa yaşamda da adalet yok. Sizler adalet arayışımızı resmi işsiz sayısının 3.5 milyon olduğu gayri resmi işsizin 10 milyona yaklaştığı bir ortamda yapıyoruz. En yoksul kesim gelirin % 6’sını alıyor. Varlıklı kesim gelirin neredeyse yarısını alıyor. Geçimin imkânsızlaştığı, yoksulluğu yöneten politikaların hâkim olduğu bir devlette geçimi tartışıyoruz. Borca batmış bu ülkede bu sistemden kim yararlanıyor? Adalet sağlamak, sorunun çözümü ile bunun üzerine gitmekle olacak.

Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP kurucularından Abdüllatif Şener: Adalet arayışı, ekmek mücadelesi kadar temel bir mücadele alanıdır. İster Adem’le Havva’dan geldiğinizi isterseniz bir sürünün evrimiyle insanların olduğunu varsayın ilk andan itibaren toplumlar halinde yaşamışız. Adaletin en fazla gerçekleştiği anın ölüm olduğunu vurgularız. Bunu Nâzım Hikmet çok güzel yazmıştır. Ölümün ahir olması için hayatın ahir olması lazım sözüyle biter şiir. Ölümde adaleti aradığınızda pasif bir insan inşa edersiniz. Bu insanın kabulleneceği bir şey olamaz. İnsan eylem sahibidir, kurumlar kurmasını, kanunlar çıkarmasını bilir. O halde inşa edeceği toplumsal düzenin adil olması lazım. Günümüzde olduğu gibi kamu kaynakları iktidar tarafından anayasaya ve kutsal dinimize aykırı olarak yağmalanırsa burada geçimde adaletin olamayacağı bir toplumsal düzen inşa etmişiz demektir. Buna karşı çıkmak, soyguna, yolsuzluğa hayır demek, geçimde adalet isteyenlerin en temel mücadelesi olmalıdır. Kurumlar doğru işlemiyorsa, demokratik kurumlar ortadan kaldırılıp güçler ayrılığı yok edilmişse, orada sürekli olarak halkın, seçmenlerin yoksullaştığı bir süreci derinden yaşayacağımızın ayak seslerini duymaya başlamışız demektir. 16 Nisan’da yeterli oy çıktı veya çıkmadı. Tek bir kişi hepsine birden hükmeder hale geldi. 2019’dan itibaren tek kişi Türkiye’de mutlak suretle hem yargıyı hem yasamayı hem de tüm ekonomik kaynakları istediği gibi kullanıp dağıtabilecektir. Böyle bir felaket görüntüde, geçimde adalet beklentisi zayıflar. Onun için adalet yürüyüşü ve kurultayı buna işaret ediyor. Bir numaralı gündem maddesinin adalet olması inancıyla bu eylemler serisi devam etmelidir. Hiçbir zaman kurulmuş bir çatının yanlışıyla birlikte ebediyen var olacağını kimse düşünemez. Her yanlışın düzeltileceği süreçler vardır. Şu anda da o süreçlerden birini yaşıyoruz. Ben inanıyorum ki bu talep dalga dalga yayılacaktır ve ülke olarak adaletin gerçekleşeceği gelir dağılımında da bölüşümün adil olacağı günleri yakalayacağımızı umut ediyorum.

‘Gelir azınlığın elinde’

Anavatan Partisi Eski Genel Başkanı Nesrin Nas: Konuşabiliyorsak bir umut var ve umut da mevcut siyasi yapıyı daha demokratik yapabilmeyi gerçekleştirme umududur. Devletin örgütlenme biçimi, siyasetin yapısı o ülkedeki gelirin adil dağılıp dağılmadığının göstergesidir. Gelirin büyük bölümü küçük bir azınlığın elindeyse, işsizlik kurumsallaşmışsa o ülkede gelirde adaletten söz edemeyiz.

SP Eski Genel İdari Kurul üyesi İbrahim Halil Sugöz: Kâğıt üzerinde hesap değişikliği yapıldı, milli gelir yükseltildi ve 10 bin dolara çıkarıldı. Kişi başına gelirin yarısıyla 5-6 kişilik aile besleniyor. Bir kişiye düşen gelirle 10 kişilik aile besleniyor. Diğer 9 kişinin gelirini kim alıyor? Bir yerde bir vatandaş çok güzel bir yanıt verdi. Kime düşüyorsa devlet açıklasın demişti. Bu iyi bir yanıt olmuştu. Müslümanlığın temelinde adalet vardır, o kişiler daha büyük bir vebal içindedir. Ülke şu anda borçla ayakta duruyor. Helal olan dört, haram olan beşten büyüktür. Kuran-ı Kerim’de serbest piyasa diye bir şey yok, hadis değil, ayet değil.
Yerli ve yabancı zenginler tarafından halkımız sömürülmektedir. Faiz üretimle, yarıtırımla ortadan kaldırılır.

Eski Başbakan Başmüşaviri Metin Gündoğan: Adaletin simgesi terazidir. Terazinin kendisi yanlışsa ne olacak? İşte o zaman önce terazinin düzeltilmesi işlemini yapmak zorundayız. Burada bozukluk, adaletsizlik varsa bu ölçütü kullanarak yapacağımız tüm ölçütler sorunlu olacaktır. Bu terazinin düzeltilmesi gerekir. Bugün öyle bir noktaya geldik ki; insanlar, şirketler, devletler borçlu.

‘Uçurumun eşiği’

CHP Tekirdağ Milletvekili Prof. Faik Öztrak: Adalet olmadan geliri artırmak mümkün değil. Türkiye en sıkıntılı dönemi yaşıyor. İstismarcı kadro demokrasisi Türkiye’yi uçurumun eşiğine getirdi. Bunun son örneği iktidarın OHAL’e dayanarak çıkardığı KHK. İlk genel seçimlerden sonra verilmesi gereken yetkiler, seçim beklenmeden tek kişiye verildi. Meclis, mahkemeler, istihbarat bir Cumhurbaşkanı’nın emrine girdi. Sivil darbe adım adım ilerliyor. İktidar ile devlet arasındaki mesafe yok oldu. Devletle parti içiçe geçti. Gayri meşruluğu durdurmak için meşru her alanı kullanmalıyız.

  • Güçlü bir toplumsal muhalefet sergilenmezse bundan sonraki hiçbir seçim adil olmayacaktır.
  • Nihai hedefimiz demokratik parlamenter seçime dönüş olmalıdır.

=========================================
Dostlar,

Çanakkale’deki -CHP öncülüğünde- başlatılan ADALET KURULTAYI 4. ve son gününde.. Çok değerli katılımlar ve katkılar sağlandığını sevinçle izliyoruz.

Çıktılardan umutluyuz. 2019 için kapsamlı bir ”Türkiye restorasyon planı’‘ çıkmalıdır bu çabalardan.. Bir yandan da dinamik davranılmalıdır AKP = RTE‘nin baskın seçimi düşünülerek.

Çıktılar kitaplaştırılmalı, kısa kitapçıklar – broşürlerle basılmalı, posterler, el ilanları ile elden geliğince yaygın kitlelere ulaştırılmalıdır. TV’lerden program istenmeli, gidilip anlatılmalıdır. Gazete ve sosyal medyada paylaşılmalıdır.

Motoru soğutmamak gerekiyor ilk seçime dek..

Herkese kolay gelsin!

Sevgi ve saygı ile. 29 Ağustos 2017, Elazğ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Referandum için siyasi karargâh konuşuluyor

Referandum için siyasi karargâh konuşuluyor

Rafet BallıRafet Ballı
Aydınlık
Gazetesi, 20.1.2017

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

Anayasada ikinci tur hızlı başlatıldı. İlk 7 madde: Sonuç fabrikasyon.
Birinci turun kopyası. AKP ve MHP fırsat kaçırdı.
Kendileri için: “Parti” olmayı reddettiler. Türkiye için: Meclise sahip çıkmadılar.
* * *
Böyle giderse… Herkes bedel ödeyecek. Türkiye… Partiler…
Tayyip Erdoğan… Fatura: Maalesef ağırlaşacak.
* * *
Muhafazakâr, İslamcı çevrelere bakalım. Erdoğan’la mutabık olmayanlara.
Şimdiden B planları konuşuluyor. Kalan maddeler de geçerse diye.
* * *
Bir çevre: Orta sağ + muhafazakâr + İslamcı bileşiminde. AKP’yle de kesişiyorlar.
CHP ile de temas etmişler. Bir “referandum stratejisi” geliştirmeye çalışıyorlar.
Bazı isimlerden söz etti. İçinde AKP kurucuları da var. Söylediklerinin özeti.
Bir: Evet, Meclis aşaması bitmedi ama… Şimdiden referandumu planlamalıyız.
İki: Bir heyet oluşturulmalı. Partiler üstü. Ama siyaset dışı değil.
Her çevrede karşılığı olan isimlerden. Yıpranmamış kişiler.
Üç: Hiçbir parti karşıya alınmamalı.

Önce Türkiye önce Meclis demeliyiz.
Yeni sistem geçerse, herkes kaybeder.
Dört: Heyet, bütün partilerle görüşmeli. Meclistekilerle, Meclis dışındakilerle.
Ortak bir ses yaratmak için.
Beş: İki çevreye itirazları var. PKK/HDP ve Cemaat. Onlardan uzak durulmalı.
* * *
Bir başka İslamcı. Stratejik düzlemde bakar. Söylediklerinin özeti.
İlk tespiti: Bir geniş “hayır cephesi” oluştu. “Siz” dahil, neredeyse herkes var. Herkesten var.
Yeni bir durum bu. Haydi hayırlısı.
İkinci tespiti Erdoğan’la ilgili. Dediği: Tayyip Bey’in bir siyaset, taktik ustası olduğunu unutmayın. Herkese söyleyeceği var. İslamcılara diyecek ki:
Bakın işte, İslam devleti kuruyoruz.
Milliyetçilere: Sevr tehlikesi.
Orta sağa, muhafazakarlara: Ekonomik istikrar.
Bunlarla netice almada araçlara sahip.
* * *
Üçüncü tespiti ya da uyarısı CHP’ye. CHP bu haliyle sahaya inerse…
Tayyip Bey için % 50 ceptedir. (Kastettiği: Laiklik üzerinden cepheleştirme.)
Dördüncü uyarısı. Hedefiniz net şekilde “hayır” olmalı.
Evet: Her şey Türkiye için, Meclis için
Fakat: Bunlar “hayır” ın arkasına konulmalı. Önüne değil.
Beşinci uyarısı. Tayyip Bey OHAL’i, devleti, bürokrasiyi kullanacak.
Referandumda, sandıkta her şeyi yapmak isteyecek. Önlem alabilecek misiniz?
* * *
Yine bir İslamcı. O da strateji yapanlardan. Meclis…Anayasa… Referandum…
Bunların artık “önemli” olmadığını düşünüyor. Asıl endişesi: Yeni ABD Başkanı.
İki sözüne dikkat çekti. Biri NATO’yla ilgili. “NATO’nun modası geçti” demişti ya.
İtiraz: Para için diyorum. NATO’nun masraflarını Avrupa’ya ödetmek istiyor.
Ama Almanya dışında kimsenin ödeme gücü yok. Almanya da vermez. Doğru, diyor.
Avrupa ödemeyeceği için NATO dönemi kapanıyor.
İkinci vurgusu Avrupa Birliği’yle ilgili. Trump, AB’ye karşı ya.
Ve: Bunlara bağlı olarak Trump Amerika’sının neler yapacağı. Rusya’yla, Çin’le ve bölgemizde.
Söylediklerinin özeti: Türkiye’nin kaderini “dış” daha çok etkileyecek.
Anayasa, referandum değil.
* * *
Kendi özetimle bitireyim. Dünya değişiyor: Yeni bir düzen kuruluyor.
Bölge değişiyor: Eski ittifak sistemi dağıldı. Yenisi kuruluyor.
Türkiye? Yeni dünya sisteminde yerini alacak… Alıyor.
Bir geçiş sürecindeyiz. Evet: Güçlü bir iktidar lazım.
İktidar gücünün formülü bellidir: Daraltmak değil, genişletmek.
Kursalar bile sürdüremeyecekler. Hayat görmeyenlere gösterecek. Anlamayanlara anlatacak.

Son söz: Meclisine sahip çık Türkiye!
==========================================
Dostlar,

TBMM’nin kendisini yadsıyan ve ülkemizi hukuk devleti olmaktan çıkaran,
dolayısıyla da yürürlükteki anayasaya aykırı olan hatta anaysa ihlali olan bu dayatmanın TBMM’den geçmesi durumunda sonrası konuşulmaya başladı doğallıkla..
Şu dakikalarda 15. madde görüşüldü, oylanıyor.. 3 madde kaldı..
Son dönemeç değişikliğin genelinin oylanması olacak.
Gerçekten son dönemeç, dileyelim bu son kavşakta hiç olmazsa 15-20 AKP – MHP vekili sağduyuya döner ve ülkemiz bir yıkımın eşiğinden alınır.. Öbür türlü, hiç de zamanı olmayan ve tehlikeli ciddi bir toplumsal ayrışma ile halk oylamasına sürükleniyoruz.. Tabii arada bir AYM durağı var.. Çıkmadık canda umut olabilir mi?? CHP dava açacak ve bekleyip göreceğiz sonucu. Bakarsınız halk oylaması öncesinde gündeme almayarak bekletir ve 60 günü geçirir!?

Sonrasında tam bir seferberlikle Cumhuriyeti savunma aşamasın geliyor..
Bu aşamasa CHP son derece akıllı bir önderlik – işbirliği ustalığı sergilemeli, sergileyecektir.
Bu süreçte izlenecek taktik ve strateji için Prof. Korkut Boratav nefis bir makale yazdı.
Bu çözümlemeye (tahlile) sitemizde yer verdik : (http://ahmetsaltik.net/2017/01/20/korkut-boratav-referanduma-dogru/, 20.01.2017)

Boratav ve Ballı’nın bu konudaki 2 yazısının birlikte okunmasında çok yarar var.

Haydi iş başına… Halkımıza gerçekleri anlatmak için tam bir seferberlik gerek..
Halk oylamasında oylama güvenliğini sağlamak için de..

Sevgi ve saygı ile.
21 Ocak 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Aydınlardan Erdoğan’a karşı bildiri


Aydınlardan Erdoğan’a karşı bildiri

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran 2015’te yapılacak genel seçimlere gölge düşürdüğünü vurgulayan akademisyenler, yayınladıkları bildiriyle anayasal kurumlara, siyasal partilere ve basın meslek örgütlerine, Erdoğan’a karşı ortak tavır alma
çağrısı yaptı.

Aydınlık / Ankara
03 Haziran 2015

Aralarında Prof. Korkut Boratav, Prof. Ersin Kalaycıoğlu, Erol Katırcıoğlu, Rıza Türmen gibi adların da bulunduğu yüze yakın akademisyen ve hukukçu bir bildiri yayınladı.

‘SEÇİM İLKELERİNİ İHLAL ETTİ’

Anayasa
nın amir hükmü gereği tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı’nın son haftalarda muhalefet partileri aleyhinde bir seçim kampanyası başlatmasıyla birlikte serbest ve adil seçim ilkelerini ihlal ettiğine dikkat çeken akademisyen ve hukukçular,
Hükümetin de seçim güvenliğini sağlamak bakımından üzerine düşen sorumluluğu
yerine getirmediğine işaret etti.
Bu durumun, çoğulcu-özgürlükçü demokrasiye onarılmaz bir zarar vereceğine yönelik endişelerini dile getiren imzacı akademisyenler, bildirilerinde
Anayasamızın ‘Cumhuriyetin nitelikleri’ arasında saydığı ve tüm uygar uluslarca benimsenen ilkeler tehdit altındadır.” ifadelerine yer verdi.
‘TÜM KURUMLAR GÖREVE’
 
Akademisyen ve hukukçular, bildirinin sonunda– “Başta AKP olmak üzere, seçime katılan bütün partileri;
Cumhurbaşkanı’nın seçim kampanyası dışında kalması için ortak tavır almaya,
– Medyayı; Cumhurbaşkanı’nın seçim konuşmalarını yayımlamamaya,
– Başta RTÜK, YSK ve AYM olmak üzere, sorumlu ve yetkili tüm anayasal kurumları;
bu adaletsizliğin düzeltilmesi için göreve,
– Hükümeti ise devlet olanaklarını Cumhurbaşkanı’nın seçim kampanyasına tahsis etmemeye
  ve seçim güvenliğini tam bir tarafsızlıkla sağlayıcı önlemler almaya çağırıyoruz.” dedi.
MEYDANDAKİLERE AKP SLOGANI ATTIRDI

 

perisan_portresi_28.8.13Tayyip Erdoğan seçim mitinglerine dün Kars ve Hatay’da devam etti. Erdoğan, Kars’taki konuşmasında, meydandakilere AKP sloganı attırdı. Erdoğan, konuşmasının bir bölümünde “Onlar konuşur AKP yapar..” sloganının “Onlar konuşuyor” kısmını dile getirdikten sonra meydanda toplanan kalabalık da hep bir ağızdan “AKP yapar” diye bağırdı. Erdoğan Kars’ta, Kemal Kılıçdaroğlu’nu sert sözlerle
hedef aldı.

Kılıçdaroğlu’na davetini yineleyip, kaçak sarayında altın klozet varsa, cumhurbaşkanlığını bırakmaya hazır olduğunu söyleyen Erdoğan,
“Ama yoksa sen, böyle bir şeyi ispat edemezsen, orada göremezsen, şu Cumhuriyet Halk Partisi’nin başına bela olmaktan çekilecek misin? Ya zaten bu CHP’nin başına gelirken de
yalan söyledin.” ifadelerini kullandı.
========================================Dostlar,

Bu Bildiriyi / Çağrıyı biz de aynen onaylıyor ve imzamızı koyuyoruz.

Bildiride adı geçen yetkili – sorumlu kurum ve kuruluşları, başta YSK (Yüksek
Seçim Kurulu) olmak üzere Anayasal görevlerini korkmadan yapmaya çağırıyoruz..

Anayasa Mahkemesi’ni “.. 12. CB Recep Tayyip Erdoğan tarafından apaçık anayasa ihlali yapıldığı saptaması ve uyarısı..” yapmaya çağırıyoruz.

Hukuk, çaresizlik kurumu değildir!

Pozitif norm eksikliği varsa, bu özde değil biçimdedir,.
Aslolan seçim güvenliği, adaleti ve hukukunun sağlanmasıdır.
YSK’nın varlık ve kurulma nedeni budur (Anayasa m. 79). Bu temel göreve engel olan
hangi kurum – kişi varsa, ünvanı – görevi – mkamı .. ne olursa olsun engellemelidir.
Yasalar karşısında herkes eşittir, bu bir evrensel hukuk kuralıdır (ayrıca Anayasa m. 10).
Cumhurbaşkanının yasaları ve Anayasayı apaçık – meydan okurcasına çiğneme hakkı
asla yoktur! Anayasal yeminini (m. 101) kezlerce bozmuş, tarafsızlığını apaçık yitirmiştir.
YSK hiçbir gerekçe – özür – çaresizlik belirtmeden Erdoğan’ı uyarmalı ve durdurmalıdır. 
Medeni Yasa’da bile, pozitif norm eksikliği durumunda yasa koyucu, yargıca,
boşluğu Meclis (yasa koyucu) gibi davranarak doldurma hak ve görevi vermiştir.
Medeni Yasa’da bile norm boşluğuna izin verilmemiştir :
Hukukun uygulanması ve kaynakları :
Madde 1 – Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa
kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.)
Seçim mevzuatında (298 sayılı yasa) , Anayasada bu bağlamda boşluk olacağı – olduğu ileri sürülebilir mi?? Olsa olsa korkup çekinmek ya da yandaş olmak olasılıkları kalıyor geriye.
Bunlar YSK için düşünülemeyecek, akla bile gelmemesi gereken tehlikeli durumlardır.
YSK, 6’sı Yargıtay, 5’i de Danıştay’dan gelen 11 yüksek yargıçtan oluşmaktadır ve kararları Anayasaya göre (m. 79) kesin olup itiraz olanağı bulunmayan bir yüksek anayasal kurumdur.

YSK çare üretme makamıdır.
Temel görevi seçimlerin adaleti ve güvenliğidir.
Yasa hatta anayasa koyucunun yüksek muradı budur.
Dolayısıyla, amaca uygun yorumla, YSK gerekirse içtihat hatta hukuk yaratmalıdır.
Amerikan Anayasa Mahkemesi’nin ilk kez 1803’te (212 yıl önce), yaratıcı ve genişletici,
işlevsel – amaca dönük yorumla, yasaların Anayasaya uygunluğunu denetleme görevini
yürekli bir içtihatla yoktan varetmiş ve anayasaya uygunluk yargısal denetimi kurumunu
dünya hukuk sistemine armağan etmiştir.

YSK’den beklenen bu ölçüde bir yaratıcılık, yüreklilik de değildir.
Eldeki mevzuat (298 sayılı yasa), başta Anayasanın ilgili hükümleri (m. 10. 79 ve 101), yasa – hukuk tanımayan, kendini her şeyin üstünde görme hezeyanı içinde çılgın gidişli ve dünyada örneği görülmemiş bir devlet başkanının durdurulmasına fazlasıyla yeterlidir.

Yeni hukuk üretmeye de gerek yoktur.. Verili normların cesaretle, basiretle yorumu yeterlidir.YSK bu kritik seçimde hem kendini yadsımamalı hem de 80 milyonluk Ülkemizin yazgısını – hukukunu koruma sorumluluğundan kaçınmamalıdır. Tarihe böylesine çaresiz – aciz – teslimiyet içinde.. geçmemeli, varlık nedenini – saygınlığını korumalıdır. Demokrasi uygulama ve kuramına anlamlı bir katkısı olmalıdır; orası sıradan bir bürokratik devlet dairesi değildir..

Mutlaka yargılanacak olan, hukuk tanımayan pervasız AKP’li CB RTE’nin ağır suçlarına
başta YSK ve AYM’nin… RTÜK, TRT ve basın – medya  organlarını asla ortak olmamaya seçime 3 gün kala bir kez daha çağırıyoruz..

Hükümeti de yasal görevlerini aksatmadan, seçim hukukuna tam saygılı olmaya çağırıyoruz.

Seçim psikolojisi içinde boğulmadan, demokrasi ilkelerinden ve hukuktan asla ayrılmadan..
Hepimizin güvencesi bu yolda davranmakta..

Sevgi ve saygı ile.
04 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

GEZİ DİRENİŞİ BARIŞ SÜRECİ ve GÜNEYDOĞU HALKI

Dostlar,

İstanbul Tıp Fakültesi’nde hocamız, 84 yaşındaki bilge hekim
Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR üretmeyi sürdürüyor..

URFA’DAN HARVARD’a adlı kitabını bu siteden tanıtmıştık.

Arada yazılarına da yer veriyoruz saygın insan Coşkun Özdemir‘in..

Özellikle İstanbul’da KASDER’de (Kas Hastalıklar Derneği) çeyrek yüzyıldır gösterdiği inanılmaz özverili çaba her türlü övgünün üstünde..
Bu konuda da itemizde birkaç yazı var..

Coşkun hoca 5-14 Haziran 2013 günlerinde Güneydoğu’ya bir gezi düzenledi
KASDER ile.. Bu gezi izlenimlerini yazdı ve bizimle de paylaştı.

Biz de, çok düşündürücü ve öğretici olan bu değerli gezi izlenimlerini size sunmak istiyoruz. Coşkun hocaya teşekkürlerimizle..

İzlenimler uzun uzun 6 sayfa.. O yüzden pdf olarak vereceğiz.

Şöyle başlıyor :

==========================================

GEZİ DİRENİŞİ, BARIŞ SÜRECİ ve GÜNEYDOĞU HALKI 

Güneydoğu’da Bir Gezi İzlenimleri : 5 – 14 Haziran 2013     

Prof. Dr. Coşkun Özdemir

portresi“….

Kas Hastalıkları Derneği (KASDER) ve film yönetmenlerinden oluşan bir ekiple bir Güneydoğu Anadolu turnesi yaptık. Bu oldukça büyük organizasyonun amacı kas hastalıkları ile ilgili bir belgesel filmin gösterimi idi. Belgesel film yetenekli genç yönetmen Gülsün Sarıoğlu ekibi ve Kas Hastalıkları Derneği’nden yaşamını tekerlekli sandalyede sürdüren, tüm engelleri aşmış kas hastası Yakup Sayın tarafından Güneydoğu bölgesinde çekildi. Bu yazının başlangıcında bu turneye destek veren tüm belediyelere, Şişli belediyesine, Urfa Tabip Odası ve Eğitim Sen’e, bize turne boyunca yakın ve sıcak ilgi gösteren yurttaşlarımıza teşekkür etmek istiyorum.

ŞANLI URFA

Turneye doğum yerim Urfa’dan başladık (5 Haziran 2013). Belediye konaklama, yemek ve ulaşım gibi tüm gereksinimlerimizi eksiksiz karşıladı. Çocukluk anılarımı canlandırarak Gümrük hanını, Hasan Paşa camisini, Dergahı ve Aynı Zeliha ve Halilülrahman göllerini ziyaret ettim…”

………………..

Devamla;

DİYARBAKIR

DİCLE ÜNİVERSİTESİ

BATMAN

TATVAN

GENEL İZLENİM ve DÜŞÜNCELER

ile sürüyor..

Bağlanması şöyle :

“..

Yazıyı, tutarlı ve inançlı bir sosyalist Prof. Korkut Boratav’ın katıldığım
şu satırları ile bitiriyorum :

‘Sosyalist solun, Türkiye Cumhuriyeti kazanımları ve bunların sembolleri ile barışmayı öğrendiğini umut ediyorum. Kürt hareketinin ise Türk halkının eski bir özdeyişindeki -körle yatan şaşı kalkar- bilgeliği ile algıladığı umudundayım.. İslami faşizm ile uzlaşarak demokrasiye ve özgürlüklere kavuşmak
mümkün değildir.’ ” 

Yazının tümünü okunak için lütfen tıklayınız…

GEZI_DIRENISI_BARIS_SURECI_VE_GUNEYDOGU_HALKI

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 7.11.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net