Etiket arşivi: Mehmet Şimşek

Hocaların Hocası Boratav geleceğe projektör tuttu… Mehmet Şimşek ne yapacak… Sertlik Nisan 2024’de başlayacak

Hocaların hocası ekonomist Korkut Boratav,
ekonomideki asıl sertliğin 2024’te başlayacağını belirtti

BirGün yazarı Yaşar Aydın‘a konuşan Prof. Korkut Boratav, ekonomideki sertliğin 2024’te yaşanacağına dikkat çekti. Ekonomide yaşanan son gelişmelere değinen Korkut Boratav, Asıl dönüşümün yerel seçimlerden sonra yaşanacağını ifade ederek Mehmet Şimşek ile AKP’nin ne yapacağını anlattı.

ASIL DÖNÜŞÜM YEREL SEÇİM SONRASI

Seçimlerin ardından AKP’nin özellikle ekonomi politikasında ciddi bir değişim yaşandı. Siz bu değişikliği nasıl görüyorsunuz, uzun süreçte emekçilerin önündeki tablo nedir?

Herkes soruyor, bugünkü ekonomik ortamda Mehmet Şimşek ne yapacak? Yerel seçimler öncesinde ve sonrasında AKP ne yapacak? Batı siyaset söyleminde Erdoğan gibi şahsiyetler için “politik insan” deyimi kullanılır. Bunların siyasi refleksleri çok duyarlı ve esnektir. Bu özellikleri ile önce yerel seçimleri kazanmak isteyeceğini, hedefi gerçekleştirdikten sonra gündemini değiştirme esnekliğini göstereceğini düşünüyorum.

Ekonomide geleneksel neoliberal model hedeflenmiştir ve buna

  • Haziran 2023 – Aralık 2024’te iki aşamalı bir istikrar programı ile geçiş söz konusudur.

Mart seçimlerine kadar seçmenlerin sineye çekeceği umulan “yumuşak kayıplar” söz konusu: Memur maaşları, asgari ücret ve emekli aylık artışları, bugünlerde gözlediğimiz dolaylı vergilerle eriyecek. Neoliberal reçetelerden makul boyutlarda sapmalar göze alınabilir. Örneğin 2001’deki IMF programında Merkez Bankası avanslarıyla bütçe açığının finansmanı yasaklanmıştı. Bu uygulama değiştirildi.

Kur Korumalı Mevduatın Hazine’ye yükü TCMB’ye devredildi.

TCMB’nin yeni başkanı değişikliği sineye çekti. Bu, bütçe açığının para basarak finansmanı anlamına gelir. Mart’a kadar benzeri neoliberal ilkeleri zorlayan “makro-ihtiyati düzenlemelerin” çoğu korunacak.

Mart sonrasında gündeme gelecek şok tedavisinin bazı işaretlerini Bakan Şimşek peşinen verdi. Birincisi Maastricht kriterleri içinde mali disiplin… Bu, kamu harcamalarını da frenleyen sert kemer sıkma, ekonomik daralmaya dönük malî politikalar  anlamına  gelir…

İkinci olarak, “gelir politikasını da içerecek yapısal uyum” dedi.  “Yapısal uyum” ifadesi bizim sendikaların duyarlı olduğu işgücü piyasalarının esnekleşmesidir. Yöntemlerden biri, bugünlerde emekli, memur, kamu personel aylıkları için uygulanan “enflasyon farkı ödemelerinin” son bulmasıdır. Nasıl uygulanacak? TCMB’nin düşük enflasyon hedefine göre belirlenen maaş-ücret ayarlamaları ile yetinilecek; bu artışlar hızlanan enflasyon sayesinde eritilecektir. Altı aylık aralıklarla uygulanan “enflasyon farkları” tarihe karışır, yok olur. Nedeni sermayenin gözetilmesidir. Ücretlerin geçmiş enflasyona tümüyle endekslenmesi yaygınlaşırsa, kârlar bir noktadan sonra aşınabilir. Ayrıca,

  • Türkiye’deki gibi dev şirketler güçlüyse, asgari ücret artışları (“mark-up rates” diye bilinen) kâr marjlarını yükseltmeye fırsat olur; fazlasıyla telafi edilebilir.

KKM, geleneksel neoliberal programın “dalgalı, piyasalara bırakılmış döviz fiyatları” kuralı ile çatışır. Kaldırılması gerekecektir. Yerel seçim önceliği nedeniyle, Mart sonrasına erteleneceği anlaşılıyor.

  • KKM son bulunca döviz, dinamit fitili gibi patlayacak.

– Tüm sektörleri içine alacak ikinci bir enflasyon dalgası şok gelecek.
– Önlenmesi, parasal ve maliye politikalarında daralma,
– ekonominin sıfır büyüme yönünde frenlenmesi,
– istihdamın gerilemesi olacak.

Enflasyon ve istihdamın daralması birleşecek; en yoksul emekçiler, AKP’ye oy verdiklerine pişman olacaklar;

ama önce nedenlerini algılamaları gerekecek. Bu da bir kez daha tabanda, örgütlü sınıf mücadelesini üstlenen devrimcilere düşecek.

TOPLUMSAL BUNALIM KALICILAŞABİLİR

Gelelim şok tedavisi (diyelim Aralık 2024) sonrasında uygulanması beklenen geleneksel neoliberal bir programın Türkiye için tasarladığı geleceğe… Bunları,

  • IMF’nin 2028’e uzanan öngörülerinden algılıyoruz:
  • Durgunlaşan bir ekonomide istikrar senaryosu söz konusudur.

Sayılara göz atalım                           :

Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme potansiyeli % 3 olarak öngörülüyor.

Bu büyüme süreci içinde
enflasyon %20,
cari işlem açığı/GSYH % 2,2,
dar anlamdaki işsizlik %10,5 oranlarına yerleşecektir.

Bu anlamda, Türkiye’ye özgü bir istikrar durumu tasarlanıyor. Büyüme temposu zorlandığında dış açıklar ve enflasyon yükselecek; ekonomi yönetimi durgunlaşmayı yeğleyecektir. %3’lük büyüme ise, dış borçlanmayı döndüren, ılımlı bir tempoyla da artırabilen, cari açığı kapatan yabancı sermaye girişiyle sürdürülecektir.

Temel sorun şudur                                    :

Bu senaryo, Türkiye’nin ağır bir bölüşüm şoku ile bütünleşen bugünkü toplumsal bunalımını kalıcı kılacaktır.

%3’lük büyüme temposu faal işgücü artışlarını tümüyle istihdama çekmekte yetersizdir. O nedenle 2023’te %25’e yaklaşan atıl iş gücünün sayı ve oran olarak 2028’e dek büyümesi söz konusu olacaktır. Bu işgücü fazlası ne anlama gelir?

  • Dinamizmi bitmiş, halk sınıfları siyasal İslamcı ideoloji tarafından uyuşturulmuş bir toplum…
  • Toplumsal patlamalar olasıdır; ancak faşizm yerleşmişse sadece yıkıma yol açar.

Bu hazin geleceği, geçmiş birikimleri ile Türkiye toplumu kabul edemez!

Tekrar siyasal, ekonomik ve ideolojik sınıf mücadelesinin liderlik, öncü örgütler sorununa dönüyoruz.

Sosyalist, komünist örgüt militanlarının işçi, köylü, emekçi saflarında titizlikle Aydınlanma değerlerine dayalı ideolojik bir sınıf mücadelesi yürütmesi önümüzdeki dönemde bu yüzden yaşamsaldır. Ekonomik, siyasal mücadele buradan hareket edecek.

Mayıs 2023’te meydanları dolduran milyonlar, bu sınıfların dinamik, ilerici çekirdeğini oluşturuyordu. Bu mücadeleye katılmalarını anlamlı kılacak bu tür bir öncülüğü on yıl önce Gezi’de bulamadılar; bugün bir kez daha beklemektedirler.

Bu boşluğu kalıcı olarak doldurmak zamanı geldi.

Görev bugünün devrimci örgütlerine, hareketlerine, partilerine düşüyor.

Odatv.com

Şimdi bedel ödeme zamanı (mı?)

Yalçın Karatepe

Yalçın Karatepe
Ekonomi 09.06.2023, BİRGÜN

“Seçimler bitti” demeden seçimlerini bittiğini nasıl ifade edebilirsiniz? Evet, dövizde yaşanan yükselişi kullanabilirsiniz. Daha önce bu köşede, kurları baskılamak için neler yaptıklarını defalarca (kezlerce) yazdık. E, madem seçim bitti, artık iktidarın kurları baskılamasına gerek de kalmadı. Nasıl olsa sandıktan çıktılar.

Dolar kuru 28 Mayıs’tan, bu yazının yazıldığı 8 Haziran tahine kadar yaklaşık %18 yükseldi. Oldukça hızlı bir yükseliş. Üstelik doların %7’den fazla yükseldiği Çarşamba günü yaptıkları 2,5 milyar dolarlık satışa rağmen (karşın) yükseliş sürüyor.

Aslında herkes bunun olacağını biliyordu. Seçimden önce iktisatçılar köşelerinde yazarken, vatandaşın bir kısmı döviz bürolarına, bazıları da kur korumalı hesaplara yöneldiler. Çünkü herkes bu yükselişin olacağını biliyordu. Ama olsun. Seçim sonuna kadar ertelenmiş olmasının faydasını iktidar gördü.

Madem bir fayda söz konusu, bunun bir de maliyet tarafı olması lazım. İşte o maliyet şimdi size çıkarılıyor. Sadece kurlar artmıyor fiyatlar da hızla yükselmeye başladı. Akaryakıt fiyatları artıyor, çaya yüksek oranda zam yapıldı. Ve bunların devamı da gelecek.

Kurlardaki hareketlenme ile birlikte gözler yeniden ekonomiye çevrildi, sorunların nasıl çözüleceği merakla beklenmeye başlandı.

Hazine ve Maliye Bakanlığına Mehmet Şimşek’in getirilmesi ile birlikte mevcut politikalardan bir dönüş yaşanacağı ve sorunların hızla çözüleceğine dair bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Şimşek’in şimdiye kadar yaptığı açıklamalarda söylediği tek şey, rasyonel politikalara dönüleceği, öngörülebilirliğin ve şeffaflığın artırılacağıdır. Fakat bu söylemin içi doldurulmadığı için hepimiz bu ifadelere kendimizce bir anlam yükleyerek yorumlamaya çalışıyoruz.

Genel geçer ifadeler kullanıyor olsalar da ne ile karşılaşacağımızı tahmin edebiliyorum: Artan yoksulluk.

Ekonomi yönetiminde “piyasaların” beklediği iki şeyden biri “sıkı maliye politikası.” Bunun bizim için ne anlam ifade ettiğini tahmin ediyorsunuz. Kısabilecekleri yerlerde harcamaları kısmak ve bunu yaparken bütçe gelirlerini artırmak. Kısabilecekleri tek harcama personel giderini ve emekli aylıklarını sınırlama gibi görünüyor. KKM’den gelen kur farkı ödemelerini ya da inşaat işleri için yapılacak harcamaları filan kısmaları gündemlerinde bile olmayacak. Bir taraftan emekli ve kamu çalışanları düşük maaş artışlarına razı edilmeye çalışılırken diğer taraftan bazı vergilerin de artması söz konusu olacaktır. Şöyle söyleyelim:

  • Elinize geçen para miktarı reel olarak azalırken,
  • ödemek zorunda olacağınız vergiler de artacaktır.    

Para politikası tarafı da sizin için pek parlak sonuçlar doğurmayacak. Yabancı yatırım kuruluşlarının yayımladıkları raporlarda ya da “piyasacı uzmanların” ifade ettikleri oranda bir faiz artışına gidilirse, bunun ilk faturası da önümüzdeki ay kredi kartı faiz oranları üzerinden size çıkarılacaktır.

Piyasada oluşan faiz oranları ile MB’nin politika faizinin bağı kopmuş durumdadır.

Mevduat faizleri, ticari kredi faizleri filan oldukça yükselmiş durumda. Hal böyle olunca, yapılacak her faiz artışı önce ve doğrudan size yansıyacaktır.

DESTEK ÇAĞRILARI

Birkaç gündür “hep beraber destek olalım, sorunları çözelim” çağrılarının temelinde, size çıkarılacak olan maliyete razı olmanızı sağlama çabası vardır.

Ücret artışı mı talep edeceksiniz? “Biliyorsunuz elimiz dar” denilerek geri çevrilecek, “makul” olduğunu söyledikleri bir artışla sınırlı tutmaya çalışacaklar. Peki, “makul” olan ne ve kimin için makul? Onun yanıtını da iş dünyası veriyor zaten: Asgari ücret 300-400 doları geçmemeliymiş, sadece TÜFE dikkate alınmalıymış vs.

  • Enflasyonun nasıl “düşük” çıkarıldığını hepimiz biliyoruz.

Şimdi o orana referans vererek sizin “makul” bir artışa razı olmanız beklenecek.

Neyse, çok dert etmeyin. Yerel seçimlerden hemen önce doğalgaz faturalarınızı bir kez daha öderler. O zaman biraz rahatlarsınız.

ACABA TÜRKİYE’DE YENİDEN USSAl (RASYONEL) ve BİLİMSEL EKONOMİK KURALLARA ve ÖZERK KURUMLARA DÖNMEK OLASI MI?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Türkiye’ de 14 ve 28 Mayıs 2023’te yapılan iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçimi sona erdi. Görevdeki siyasal iktidar değişmedi. Fakat dün gece Bakanlar açıklandı. Daha önce, siyasal iktidarın ekonomi yönetiminden ayrılmak zorunda kalan sayın Mehmet Şimşek, ekibiyle birlikte eski görevine geri döndü. Yeniden maliye bakanı oldu ve ekonomi yönetiminin sorumluluğu üstlendi.

Sayın Şimşek, bakanlık devir teslim törenindeki kısa açıklamasında; “Ekonomide rasyonel politikalara dönmekten başka seçenek yoktur” saptamasını yaptı. Bu çok doğru bir belirlemeydi. Sayın Şimşek’in söz konusu açıklamasının anlamı şudur:

  • Türkiye serbest (liberal) piyasa ekonomisine, klasik iktisat öğretisine ve ortodoks iktisat politikasına geri dönmek zorunda kaldı.
  • Çünkü Türkiye ekonomisi üretim, istihdam, enflasyon, gelir dağılımı, döviz kuru ve faiz oranları… açısından önemli açmazlara girmişti.

Önce bilimsel bir saptama yapalım : Peki, acaba bu ekonomik açmazın ana nedeni ne olabilir?

Bilindiği gibi, Türkiye’de görevdeki iktidar SİYASAL İSLAMCI bir iktidardır. Fakat

  • Siyasal İslamcılık ya da siyasal dinciliğin kendine özgü, denenmiş ve kanıtlanmış ussal (rasyonel) ve uygulanabilir bir ekonomi politikası yoktur.

Bu tür din odaklı siyasal iktidarlar, ekonomi politikalarını ancak klasik liberal, serbest piyasa ekonomisinden ödünç alarak varlıklarını sürdürebilirler. Türkiye’de de öyle olmuştur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte giderek serbest piyasa ekonomisi göz ardı edilmiş, başta faiz olmak üzere, fiyat denetimleri başlamış, kumanda ekonomisi belirtileri yaygınlaşmıştır. Ussal (Rasyonel) ve bilimsel ekonomi yönetiminden giderek uzaklaşılmıştır.

Peki Sn. M. Şimşek‘in ussal (rasyonel), klasik, geleneksel ve ortodoks politikası kalıcı olabilir mi?

Görevdeki tek kişilik, katı merkezci siyasal yönetimin bu yeni ussal (rasyonel), ortodoks iktisat politikasına sadık mı kalacağı, yoksa işler rayına girdikten sonra yeniden dinci (teokratik), usdışı (irrasyonel) ve heteredoks iktisat öğretilerine geri mi dönüleceğini zaman gösterecektir. Eğer tek kişi merkezli yönetim, Siyasal İslamcılık dürtüleri ile yeniden teokratik ve heterodoks ekonomi politikalarına geri dönüş yaparsa, sonuç yeniden hüsran ve düş kırıklıkları olabilir. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi, Siyasal İslamcılık ideolojisinin evrensel, ussal (rasyonel) bir iktisat öğretisi ve politikası yoktur. Zaten dinler de, İslamiyet dahil, insanlara bilim, üretim, teknoloji ve ekonomi öğretmek için değil; güzel ahlak, sevgi, barış ve dayanışma için gelirler.

Okuyucuların yoğun istekleri üzerine, varolan (mevcut) ekonomik gündem ve gelişmeleri de fırsat bilerek, İKTİSAT POLİTİKALARININ NİTELİK VE İÇERİKLERİ HAKKINDA özet açıklamalar yapma zorunluluğu doğdu. Denemeye çalışalım.

Klasik İktisat politikalarının temel amacı ekonomik kararlılıktır (istikrardır). Mal arzı ile mal talebi, hizmet arzı ile hizmet talebi, sermaye arzı ile sermaye talebi, para arzı ile para talebi, döviz arzı ile döviz talebi, kamu gelirleri ile kamu giderleri, emek arzı ile emek talebi… arasındaki dengesizlikleri ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Ancak bu dengesizlikler arasında mallar ve hizmetlerin piyasa fiyatları ile faiz oranları ve döviz kurları özel bir önem taşır. Daha dar anlamda İktisat politikası, FİYAT İSTİKRARI (mal, hizmet, faiz ve döviz fiyatlarının tutarlı dengesi) anlamına gelir.

Stratejik ya da taktik açıdan, iktisat politikaları,

  • Ortodoks iktisat politikaları ve
  • Heterodoks iktisat politikaları olarak ikiye ayrılır.

Ortodoks iktisat politikası, ekonomi biliminin gelenekselleşmiş klasik öğretilerine sıkı sıkıya bağlı kalınarak ekonomik dengesizliklere ve sorunlara çözüm üretme anlamına gelir.

Heterodoks iktisat politikası, ekonomi biliminin öğretilerine çok  bağlı kalmadan, dinsel, toplumbilimsel (sosyolojik) ve ekinsel (kültürel) değişkenleri de sisteme katmak demektir. Örneğin ekonomi biliminin klasik faiz öğretisini göz ardı etmek ya da faiz yasağı için faizle ilgili dinsel yasak öğretisini sisteme aktarmak heteredoks bir yaklaşımdır.

Kapsam ya da içerik olarak iktisat politikalarını da;

  • Para politikası,
  • Maliye politikası ve
  • Yapısal politikalar olarak üçe ayırmak olasıdır.

Para politikası demek; piyasadaki toplam para stokunu (arzını, emisyonu) azaltmak ya da çoğaltmak yoluyla arzı, talebi, tasarrufları ve kredi talebini etkilemek demektir. Eğer para ve kredi hacmi genişletilirse talep artar, fiyatlar yükselir, tasarruflar azalır, kredi talebi artar, faizler yükselme eğilimine girer. Tersine piyasadaki para ve kredi hacmi daraltılırsa durum tersine döner. Talep daralır, fiyatlar düşer, tasarruflar artar, kredi talebi azalır. faizler düşme eğilimine girer.

Maliye politikası demek, daha çok Keynesgil öğreti içinde kamu ya da devlet eliyle piyasadaki toplam kamu harcamalarını azaltarak ya da çoğaltarak toplam talebi etkilemek anlamına gelir.. Eğer vergiler artırılır, parasal ücretler sabit kalır ve kamu ihaleleri azaltılırsa kamu harcamaları kısılır ve piyasadaki toplam talep azaltılmış, piyasadaki fiyat artışları frenlenmiş olur. Tersine, kamu emekçilerinin aylıkları artırılır, vergiler düşürülür ve kamu ihaleleri hızlandırılırsa kamu harcamaları artmış, toplam talep yükselmiş, piyasa canlanmış olur.

Yapısal iktisat politikasına gelince:
Böyle durumlarda, doğrudan arza ve talebe değil, arz ve talebi oluşturan etmenlere ve girdilere müdahale edilir.
Üretimi ve verimi artırıcı, teknoloji geliştirici, tarımsal üretim alanlarını genişletici ve ıslah edici, ürün niteliğini (kalitesini) yükseltici, mesleksel ve teknik eğitimin niteliklerini geliştirici, araştırma ve geliştirme etkinliklerini (faaliyetlerini) destekleyici, istihdamı artırıcı, döviz gelirlerini çoğaltıcı, gelir dağılımını düzeltici, makro ve mikro ölçekteki üretim ve hizmet birimlerini etkinleştirici ve ussallaştırıcı (rasyonelleştirici)… vb. politikalar yapısal politikalar olarak adlandırılır.

EKONOMİK GÜVEN

Bu sayılan politik seçeneklere ek olarak, ekonomi politikasını yönetenlerin en önemli görevlerinden biri ve belki birincisi de iç ve dış ekonomik aktörlere, iş insanlarına GÜVEN VERMEKTİR.

Güven bireysel değil hukuksal ve kurumsal bir olgudur. Güven olgusunun temelinde de hukuka, ekonomik kurumlara ve adalete, yargı sistemine olan güven önemlidir. Bu güven kalıcı ve tartışmasız olmalıdır. Kanımca Türkiye’de, iç ve özellikle de dış piyasa aktörleri için, önemli bir güven eksikliği vardır.

Güven yoksa dış kaynak gelmez, yatırım riskli olur, uzun erimli (vadeli) reel yatırımlar yapılamaz.

Güven duyulması için ekonominin doğal işleyiş kurallarına uyulması, hukuk dışı işlere asla girilmemesi gereken kurumların başında da T.C. Merkez Bankası ve bankacılık sistemi – BDDK, TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), Üniversiteler, TMSF – Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu, SPK, yargı kurumu ve mahkemeler gelir. Saydam (Şeffaf) ve denetlenebilir bir ekonomik yapı kaçınılmazdır. Siyasal müdahale, telkin ve yönlendirmelere açık kurallar, kurumlar ve yöneticiler asla güven vermezler.

Ayrıca otoriter rejimlerdeki siyasal iktidarların hak, hukuk, adalet ve gerçek demokrasi ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olmaları, ülkelerindeki önemli kurumlara profesyonel mesleksel tam özerklik tanıyabilmeleri, iç ve dış piyasalar için kalıcı güven üretebilmeleri acaba ne denli olasıdır? Aynı riskli durum Türkiye için de söz konusudur.

Bana düşen, hiçbir ön yargıya kapılmadan Sn. Mehmet Şimşek ve takımına (ekibine), var olan ağır ekonomik sorunları yeniden düzene koyabilmeleri için, kendilerine başarı dilemektir. Çünkü toplumun, ailelerin, bireylerin, ekonomik kurumların ve iş insanlarının ivedilikle (acilen) varolan ekonomik sorunlarının çözülmesine gereksinmeleri vardır. İşlerinin hiç de kolay olmadığını biliyorum. Haydi kolay gelsin..

Son ve çok önemli bir not daha : Her türlü istikrar politikaları kemer sıkma politikaları demektir. Yani talep, gelir azaltıcı ve vergi artırıcı karar ve uygulamalardır. Bu politikanın ekonomik maliyeti de işçi, memur, emekli, küçük esnaf gibi dar gelirli olan insanların sırtına yüklenir. Dar gelirli kesimler önce enflasyonun ve daha sonra da istikrar politikalarının çifte maliyetini yüklenmek zorunda kalır.

Ekonomik seçenekler daralıyor

Ekonomik seçenekler daralıyor

Belirtiler Türkiye’nin bir krize sürüklendiğini gösteriyor. Durgunlaşmayı izleyen ılımlı bir daralma ile geçiştirilebilir mi? Finansal kriz ve kapsamlı bir bunalım mı?

İyimser senaryo: Durgunlaşma → Ilımlı daralma → İstikrar…

Türkiye için iyimser bir senaryonun işlerliği öncelikle dış dünyaya bağlıdır: FED’in parasal daralma / faiz artırma temposu hızlanmamalı; ABD 10 yıllık korkutboratavtahvil faizleri % 3’lük eşiğin altına yerleşmeli; finans kapitalin “risk iştahı” aniden coşmalı ve “yükselen piyasalar”dan fon çıkışları son bulmalı…

Dış ortamdaki “olumlu” koşulların Türkiye ayağı da var: TCMB, politika faiz oranını son enflasyon verilerinin üst eşiğine (% 20’lik ÜFE artışına) çeker. Batılı finans çevreleri, “Türkiye’de fiyatlar yeterince düştü; girme zamanıdır…” teşhisinde birleşir. Sıcak para akımları döviz kurlarına ve faizlere istikrar getirir.

Ancak dikkat: Bu yeni istikrar ciddi kayıpları izleyecektir. Döviz fiyatlarının geçen yıl sonundaki 1 dolar = 3,77 TL düzeyine dönmesi olası değildir. Döviz borçlusu şirketlerden başlayan zincirleme etkiler, tüm ekonomiye, bankalara yansıyacaktır. Borçlu şirketleri ve bireyleri zorlayacak olan bir diğer zinciri de hatırlatalım: TCMB politika faizi → mevduat faizleri → tırmanan kredi faizleri…

Tek telafi edici etken, hükümetin Nisan ve Mayıs 2018’de artan kamu harcamalarını içeren seçim paketidir. Ancak, döviz kuru ile faiz artışlarının daraltıcı etkileri yıl boyu sürecek; “seçim paketi” yılın ikinci yarısında son bulacaktır.

Bu iki karşıt akım, şu anda ekonominin durgunlaşmasına yol açmaktadır. İlerleyen aylarda olumsuz finansal etkenler ağır basacaktır.

En iyimser senaryo, ekonominin 2019’a ılımlı bir daralmayla girmesi ve giderek istikrar bulmasıdır.

Kriz niçin gündemdedir?

Bu iyimser senaryonun gerçekleşmesi, mümkündür; ama muhtemel değildir.

FED’den kaynaklanan finansal daralma yavaşlamayacak; belki de hızlanacaktır. Finans kapitalin “yükselen ekonomilerin kırılgan halkaları”na (öncelikle Arjantin, Türkiye, Brezilya’ya) dönük risk iştahı yok olmuş; fon çıkışları yaygınlaşmıştır.

Batılı bir bankerin ifadesiyle, Cumhurbaşkanı’nın Londra’da “TCMB’nin itibarını ciddi boyutta zedeleyen; inanılmayacak derecede zarar veren söylemlerinin etkisi” süregelmektedir. Mehmet Şimşek’in telafi çabalarının etkisiz kaldığı anlaşılmaktadır. “Faiz lobisi” ile savaşa tutuşan Cumhurbaşkanı’nın olası seçim zaferi bile, geçmiş örneklerin aksine, finans çevrelerinin tedirginliğini  gidermeyecektir. (Bk. Financial Times, 23 Mayıs, 4 Haziran; Economist, 2 Haziran)

Olumsuz algılamaların yansımaları ortadadır. Mart’ta sermaye hareketleri tersine dönmüştür ve dış kredilerde 3 milyarı aşkın ana para ödemesi yapılmıştır. Döviz piyasaları, bu eğilimin üç aydır hızlandığını göstermiştir. Kredileri yapılandırılan büyük şirketlerin sayısı artmaktadır.  Moody’s 14 T.C. bankasının kredi notunu düşürmüştür.

Finansal bir krizin ön göstergelerini günü gününe izliyoruz.

Krizde IMF seçeneği

Kriz patlak verdiğinde (Haziran 2018 verilerine göre) âcil soru şu olacaktır: 12 ay içinde vadesi gelecek olan 182  milyar dolarlık dış borcun ve 55 milyar dolar civarında seyreden cari işlem açığının finansmanı nasıl sağlanacak?

Gündemde yalnızca iki seçenek vardır: Bir IMF programı veya dış borç ödemelerini askıya almakla başlayan radikal program…

İktidara aday olan iki ittifakın, krizde IMF seçeneğini yeğlemesi beklenir. Bu programın ipuçlarını Nisan’da yayımlanan (ve bu köşede tartıştığım) IMF’nin Türkiye raporu vermekteydi.

Yukarıdaki soruya IMF’nin yanıtı basittir:
– Ekonomi küçülür;
– cari dış finansman gereksinimi de aşağı çekilir.
– IMF kredileri de dış borç taksitlerini öder.

Ekonominin küçülmesini, maliye ve para politikalarında ağır kemer sıkma önlemleri sağlar. IMF’nin Nisan Raporu, kamu harcamalarının 2018’den 2019’a milli gelirin % 2’si oranında kısılmasını öneriyor. Bu, millî gelirdeki daralmanın en alt sınırıdır; malî çoğaltanın ve kredilerdeki düşmenin etkileri buna eklenmelidir.

Kemer sıkma öncelikle emekçilere yansıyacaktır. Emekli aylıklarında, memur maaşlarında, asgari ücretlerde enflasyona endeksleme son bulacaktır. Kıdem tazminatının tasfiyesi, geçici istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılması gündemdedir. Sosyal güvenlik sisteminden özel sigortalara geçiş hızlanacaktır.

Döviz kuru dalgalanmaya bırakılacak; emek gelirleri, döviz fiyatlarını (dolayısıyla enflasyonu)   geriden izleyecektir.

Bir-iki yıllık bir küçülme sonrasında ekonominin yeni bir dengeye oturması umulur. Bu reçetenin en katı türüne muhatap tutulan Yunanistan ekonomisinin küçülmesi çok daha uzun sürdü.

  • Benzer bir programın 2002 sonunda AKP iktidarı ile sonuçlandığını da hatırlatalım.

Radikal bir anti-kriz programı: Nasıl?

IMF seçeneğini reddeden “radikal” bir anti-kriz programının yanıtlaması gereken âcil soruyu tekrarlayalım:

  • 12 ay içinde vadesi gelecek olan 182 milyar dolarlık dış borcun ve 55 milyar dolar dolayında seyreden cari işlem açığının finansmanı nasıl sağlanacak?

Yanlış anlaşılmasın, Finansal kriz, Türkiye ekonomisinin dış finansman kanallarını tümüyle tıkamaz. Portföy yatırımlarından çıkışlar kısmen telafi edilebilir. Gayri menkul, şirket alımları biçiminde gerçekleşen yatırım türleri son bulmaz. Vadesi gelen kredilerin tümü tahsil edilmez; bir bölümü (kredi faizleri yükseltilerek) yenilenebilir.

Belirleyici olan, toplam dış kaynak girişlerinin anlamlı boyutlarda düşmeye başlamasıdır.
Bu sürecin uzaması kriz ortamına girişi kesinleştirir.

IMF anlaşmalarının avantajı, “program uygulanırken ödenen kredi dilimlerinin” sağladığı dış finansmandır. Radikal bir programda bu kaynak gündem dışıdır. Dış borç ödemelerinin askıya alınması bu nedenle zorunludur. Borçların “yeniden yapılandırılması” müzakere konusudur; sonuçları öngörülemez.

Sermayeye ve IMF’ye teslimiyeti reddeden radikal bir seçeneğin hareket noktasının “dış borçların yapılandırılması, konsolidasyonu, reddedilmesi” olduğunu Sungur Savran ve Oğuz Oyan BirGün Pazar (3 Haziran 2018) ve soL Haber (5 Haziran) yazılarında belirttiler. Yukarıdaki âcil soru yanıtlandıktan sonra izlenebilecek ilerici bir güzergâh ise, Birleşik Haziran Hareketi tarafından Emeğin On Çözümü başlığı altında ifade edildi. Bu yazıda, “âcil soru” gündemi içinde kalıyorum.

Türkiye’nin 453 milyar dolarlık dış borç stokunun sadece % 30’u (136 milyarı) kamuya aittir. Siyasî iktidarın ‘acil bir borç yapılandırma” talebi de salt kamu borçlarıyla ilgili olabilir. Özel şirket ve bankaların dış borçları, özel hukukun borçlu-alacaklı düzenlemeleriyle ilgilidir. Türkiye hükümeti 2001 krizinin arifesinde bankaların dış borçlarını üstlenmişti; bu yüz kızartıcı hatanın tekrarı söz konusu olamaz.

Döviz kısıtı yüzünden aksayan özel sektör borç taksitleri için TL ile ödeme; borç / hisse senedi takasları müzakere konularıdır. İflas halinde uygulanacak icra yöntemleri, genel hukuk kuralları içinde yer alır.

Ancak, özel sektörün veya kamunun döviz yükümlülükleri karşılanamadığı ölçüde sermaye hareketleri sınırlanmalıdır. Yöntemler farklı olabilir: Ülke dışına döviz transferleri izne bağlanabilir; yabancıların portföy çıkışları vergilendirilebilir; kredi ödemelerine döviz tahsisi sıraya konabilir; döviz hesaplarından günlük çekişler sınırlandırılabilir…

Dahası da var:  Cari işlem açığını sürdürme güçlükleri, ithalatın kısıtlanmasını da zorunlu kılar. Burada AKP dönemine özgü bir dış bağımlılık olgusu ile karşı karşıyayız: Ekonominin küçüldüğü yıllarda bile ortadan kalkmayan cari işlem açığı…  Millî gelirin toplam olarak % 4 düştüğü 2008-2009 yıllarında Türkiye ekonomisi toplam 51 milyar $ cari açık vermişti. Daha önceki yirmi beş yılın ödemeler dengesi tablolarına bakınız: Ekonominin durgunlaştığı veya küçüldüğü her yıl (1988, 1989, 1991, 1994, 1998, 2001) cari işlem dengesi fazla vermişti… Tarihe karışmış olan “normal” bir ekonominin olağan göstergeleri…

Kriz ortamında iç talebin daralması, dövizin pahalılaşması, ithalatı kendiliğinden aşağı  çekecektir. Geleneksel korumacı önlemler de (gümrük tarifeleri, ithal kotaları) ayrıca gerekir: Dünya Ticaret Örgütü’nün “istisnaî önlemleri” kullanılacak; AB ile Gümrük Birliği kuralları ihlal edilecektir.

Sınıfsal ittifak gereği

AKP’nin kitle tabanını ve seçmen desteğini ayakta tutmuş olan bölüşüm bilançosunu hatırlatmak gerekir: Kişi başına hesaplanırsa on beş yıl boyunca ortalama işçi, köylü gelirleri, milli gelirin gerisinde seyretmiştir; ancak emekçilerin tüketimleri, gelirlerinden daha hızlı artmıştır.

Bu “refah artışı” nasıl gerçekleşti? Emekçiler açısından borç tuzağı ile… Toplam tüketici kredilerinin milli gelirdeki payında gerçekleşen (%2’den → %20’ye) tırmanma ile… Makro-ekonomik düzlemde, özel ve kamusal tüketimin milli gelirdeki oranının yirmi yılda beş puan artması (%80→%85) ile… Bu artış, cari işlem açığının millî gelirdeki ortalama payına eşittir.

Dış borç ödemelerini askıya alarak başlayan, ithalatın kısıtlanmasını da içeren radikal programdan Haziran Hareketi’nin önerdiği emek-yanlısı ve dinamik bir ekonomiye geçiş sancılı olacaktır. Ortalama yaşam standartlarını zorlayan önlemler, halk sınıfları gözetilerek uygulanacaksa, burjuvazinin vergilenmesi gerekecektir.

  • “Sermayenin grevleri” patlak verirse, kamulaştırmalar gündeme gelir.

Sungur Savran yazısında, dünya çapında sınıf mücadelelerinin seyrinde “2011-2013’te devrim için tarihi koşulların var [olduğunu]” hatırlatıyor. Sonraki beş yılda ise Yunanistan’dan Orta Doğu’ya, Latin Amerika’ya  kadar uzanan geniş  bir coğrafyada sermayenin tahakkümü  yeniden pekiştirildi.

  • Türkiye’de de ekonomik bunalımın eşiğindeyiz.
  • Finans kapitale kalıcı teslimiyete son vermenin ilk adımı,
    radikal bir program önermektir. Güçlüklerini açıklamak da görevimizdir.

Böyle bir programı yaşama geçirebilecek mavi ve beyaz yakalı işçi sınıfı ile köylülüğün ittifakına dayalı bir iktidar yapısı, yakın geleceğin gündeminde değildir. Bu tür bir ittifakı  oluşturma görevi ise Türkiye’nin sosyalistlerine düşüyor. (sol.org.tr den alınmıştır)
==================================
Dostlar,

Üstad Prof. Korkut Boratav’ın epeyi yazısını – makale / kitaplarını okuduk..
Ancak bu irdeleme (analiz, çözümleme) gerçekten 4 / 4’lük! Üstün nitelikli bir bilimsel metin. Onbinlerce Dolar ödeseniz, böylesine bir danışmanlık raporu elde edemezsiniz.

Sürüklendiğimiz ağır tablonun tek sorumlusu kesin olarak AKP / Erdoğan’dır!

15,5 yıldır süregelen mutlak AKP iktidarı boyunca yapılan hataların yığışımlı (kümülatif) birikimidir. Dileriz 24 Haziran’da Türkiye yönetiminden seçimle düşürülürler de ağır ve uzun bir ekonomik esenlendirme (rehabilitasyon) ve onarım süreci emekçileri iyice yoksullaştırmadan yürütülebilir.. Şu 2 yazıya da bakılmasında yarar var :

Turkiye’nin_iflasi_basladi
Osmanli’nin_iflasindan_ders_almak

İlgili herkesin, başta iktidarların ve olacakların,  Boratav hoca ve öbür yurtsever bilim insanlarının nitelikli – bilimsel – gerçekçi değerlendirmelerini tam bir özenle dikkate almaları bir zorunluk olmuştur.

Ekonomist olduğunu söyleyen ama diplomasını bir türlü göremediğimiz Erdoğan tek adamlığının mutlaka ve hızla frenlenmesi gereklidir.

  • Türkiye yeninden Düyun-u Umumiye sefilliğine sürüklenmeden..

Çok acı çooook..

Yazıklar olsun sorumlusu AKP = RTE’ye..

Tarih sizleri asla bağışlamayacaktır..
Bir mazlum halk bunca vahşetle nasıl sömürülebilir; gerçekten tarihte örneğini göstermek neredeyse olanak dışıdır pek çok bakımdan.. Örn. utanmadan dini alet ederek!

Sevgi ve saygı ile. 09 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Erdoğan Herkesle savaşıyor!

Erdoğan'ın görüştüğü yatırımcılar 'şoke olup kulaklarına inanamamış': Herkesle savaşıyor

Erdoğan’ın görüştüğü yatırımcılar ‘şoke olup kulaklarına inanamamış’:

Herkesle savaşıyor!

16.05.2018 BİR GÜN
https://www.birgun.net/haber-detay/erdogan-in-gorustugu-yatirimcilar-soke-olup-kulaklarina-inanamamis-herkesle-savasiyor-216172.html

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Erdoğan’la İngiltere ziyaretinde sırasında görüşen uluslararası yatırımcılar, Reuters‘e konuştu. Duydukları karşısında ‘şoke olduklarını, kulaklarına inanamadıklarını‘ söyleyen yatırımcılar, ”Piyasalar dahil herkesle savaşıyor, ama bu kazanılabilir bir savaş değil’‘ değerlendirmesini yaptı.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 3 günlük İngiltere ziyaretinde biraraya geldiği uluslararası yatırımcılarla küresel fon yöneticileri, Reuters haber ajansına şaşkınlıklarını ifade etti. Erdoğan’ın söyledikleri karşısında ‘şoke olduklarını, kulaklarına inanamadıklarını’ dile getiren yatırımcılar, Cumhurbaşkanı’nın bir yandan artan enflasyonu
aşağı çekmeyi, TL’deki değer yitirmenin önüne geçmeyi, öbür yandan faizleri düşürmeyi
nasıl başarmayı planladığı konusunda şaşkınlık içinde kaldıklarını belirtti.

Erdoğan, gelecek ay yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin ardından ekonomi yönetiminde ağırlığını artırmayı planlandığını açıklamıştı. Bazı yatırımcılar, Erdoğan’ın yurtiçindeki hasımlarını etkisizleştirmiş olmasına karşın, uluslararası finans piyasalarına ekonomide alışılagelmiş kurallara ters düşen politikalarla meydan okumada çok zorlanacağını savundu.

Görüşmelerin siyasal duyarlılığı nedeniyle adlarının açıklanmasını istemeyen yatırımcılar, Erdoğan’ın yaklaşımından ve böylesine kırılgan bir dönemde piyasalarla savaşa girmeye
hazır olması karşısında afalladıklarını dile getirdi.

‘DÜŞMAN LİSTESİ ÇOK UZUN’

Büyük ölçekli bir varlık yönetim şirketinde çalışan bir fon yöneticisi,
Erdoğan’ın düşmanlardan oluşan uzun bir liste tuttuğuna dikkat çekerek şöyle konuştu:

  • Herkesle savaşıyor
  • Muhalefetle savaşıyor,
  • (Fethullah) Gülen’le savaşıyor,
  • radikallerle, başarısız darbe girişimiyle savaşıyor;
  • şimdi de piyasalarla savaşıyor ve bu da tehlikeli.”

‘FİNANS PİYASALARIYLA SAVAŞI KAZANAMAZSINIZ’

Erdoğan’ın beraberindeki kurulda bulunan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek‘le
basına kapalı toplantıya katılan bir yönetici de “Yurtiçinden istediğiniz kadar düşman bulun.
Ancak finans piyasalarına çatarsanız bu savaşı kazanamazsınız.” dedi.

‘ERDOĞAN ÇOK NET KONUŞTU, AMA KENDİSİNE KATILMIYORUM’

Erdoğan’la toplantıya katılan bir portföy yöneticisi, Cumhurbaşkanı’nın ‘son derece dürüst’ olduğunu, 24 Haziran seçimlerini kazanması durumunda faizlerin izleyeceği gidiş hakkında
çok net konuştuğunu aktararak şöyle devam etti:

”Erdoğan tekrar cumhurbaşkanı seçilmesi halinde faizlerin yüksek değil düşük olmasını sağlayacağını söyledi… Yüksek faizlerin yüksek enflasyona yol açtığı görüşünde;
ben bu görüşe katılmıyorum.”

‘MADEM ÖYLE, LONDRA’YA GELİP BU MESAJLARI NEDEN VERİYOR?’

Erdoğan’la yapılan görüşmeye katılan üçüncü bir fon yöneticisi şu değerlendirmeyi yaptı:

“Piyasanın bir avuç spekülatörden oluştuğunu düşünüyor ve hedef kitlesi de onlar değil.
Hedef kitlesi, Türkiye’deki sıradan insanlar ve onların da düşük faizlere gereksinimi var.”

Aynı fon yöneticisi, “Peki, o zaman neden Londra’ya gelip de kurumsal yatırımcılara
tam da duymak istemedikleri bu mesajı veriyor?” sorusunu yöneltti.
===========================================
Dostlar,

Bu yazıda saptanan Erdoğan’ın kişiliği, tutum ve davranışlarına ilişkin gerçekler son derece önemlidir.

Temelde, Türkiye’nin içine sürüklendiği çıkmazın da tanısı ve açıklamasıdır.

Bu kişilik – tutum – davranış – inat ve kadronun Türkiye’yi bataktan çıkarması olanaksızdır.

En hayırlısı AKP = Erdoğan’ın en azında  bir dönem muhalefete düşmesidir. Bu arada çok yönlü bunalımın yaraları biraz sarılabilir ve AKP = Erdoğan da muhalefeti tadarak demokratik terbiye – sabır vb. bakımlardan biraz daha olgunlaşabilirler. Hatalarını görme, ders çıkarma olanakları olabilir. Sonrasında belki gene iktidara gelirler. Demokrasi böyle bir şeydir, iktidar da muhalefet de olağandır. Bu olgunun herkesin içine sinmesi gerekir.

  • Türkiye’de herkesin, Erdoğan’ın ileri derecede narsisitik kişilik yapısının
    bu sorunların başlıca kaynağı olduğunu artık görmesi gerekiyor.

Bu sitede belki yüz kez yazdık; en büyük görev de 1. derece akrabalara – AKP kurmaylarına düşüyor.. Ne yapıp edip bir yolunu bularak Erdoğan’ı frenlemek ve en azından bir dönem muhalefette kalarak sağlıklı gözlemle toparlanmasını sağlamak.

Türkiye için yaşamsal bir kavşaktayız..

Seçmen kitlelerinin, AKP’ye OY veren – vereceklerin bu yakıcı gerçeği görmesi gerek..

Kısa erimli hesaplarda boğulmadan..

Biz 24 Haziran ve 8 Temmuz 2018 için umutluyuz..
Seçimlere HİLE katılmaması ve
OLAĞANDIŞI BİR SENARYO yazılıp oynanmaması koşullarıyla..

Sevgi ve saygı ile. 17 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Rifat Serdaroglu : ÇILDIRMIŞ BUNLAR!

ÇILDIRMIŞ BUNLAR!

Rifat Serdaroglu

Cumhur’un Başı-Saray’ın Başbakan’ı- Saray’ın Bakanları, ağız birliği yapmışlar,
yeri göğü inletiyorlar :

“Gerekirse Suriye’ye kara harekâtı yaparız,
PYD hedeflerini bombaladık yine bombalarız, Alçak Rus uçakları,
İşe yaramayan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi,
Eyy Obama tarafını belli et!”

Demokratik rejim ve serbest piyasa ekonomisinin uygulandığı ülkelerde, ülkeyi yönetenler çok dikkatli konuşmak zorundadırlar. Ağızlarına gelen her sözü, dokuz kez düşünmeli, tartmalı öyle konuşmalıdırlar. Neden mi? Birlikte bakalım;

Aklı başında, ülkesini seven, vatandaşına saygısı olan eğitimli ve dürüst bir Devlet Adamı
şu gerçekleri iyi bilmelidir;

Dünyanın en korkak ve en hızlı kaçan varlığı PARA dır!
– İç çatışma veya bir savaş halinde, daha tek kurşun atılmadan ekonomi sallanmaya başlar!

Hele, ülke ekonomisi büyük ölçüde dışardan gelecek paraya muhtaç ise,
dışardan borç para gelmediğinde ekonomik çarkınız duracak hale geldiyse,
yöneticiler dokuz değil, doksan dokuz defa düşünmelidir…

Ama sizin yöneticileriniz bu gerçeklerden habersiz ise, ömürlerinde bir bakkal dükkânı bile çalıştırmadan maaş ile geçinmeye alışmışlarsa, senet-çek ödememişlerse,
yanlarında çalıştırdıkları kişilerin sorumluluğunun ne kadar ağır bir yük olduğunu bilmiyorlarsa, işiniz zor demektir…

İşte Türkiye’nin durumu tam da böyledir.
Davutoğlu, ömrü boyunca maaş karşılığı çalışmış biridir. Eleştirmek için söylemiyorum
ama bir tesisin nasıl kurulacağını, nasıl üretime geçeceğini, nasıl işletileceğini,
o çarkın nasıl döndüğünü bir sanayici gibi bilmesi mümkün değildir.
Ya Mehmet Şimşek? İngiltere vatandaşının aklı, daha önce maaşla çalıştığı
yabancı finans kuruluşlarında! Zaman kalırsa konuk olduğu Türkiye’yi de düşünecek!

Sizleri rakamlara boğmadan üç konu hakkında bilgi aktarmak isterim :

Anımsar mısınız, Erdoğan eskiden her ağzını açtığında,
“Kamu Bankalarının Görev Zararlarından” söz eder ve 2002 öncesi yönetimleri
yerden yere vururdu. Geçmişteki Kamu Bankalarının Görev Zararlarının oluşma nedeni, Çiftçiye-Köylüye-Esnafa aktarılan kaynaklar yüzündendi. Bu bankaların hesapları kezlerce incelendi, ne bir yandaş basına, ne bir yandaş müteahhite tek kuruşluk
kredi verilmemişti!

Şu an Kamu Bankalarının Görev Zararları tavan yapmış durumda!
T.C. Ziraat Bankası görev zararı; 1 milyar 367 milyon TL,
Halk Bankasının görev zararı; 690 milyon TL oldu.

17/25 Yolsuzluk-Hırsızlık-Rüşvet olaylarının tutanaklarını okuyunca,
bu bankaların yandaş medyanın ve sahtekâr işadamlarının kasası gibi kullanıldığı,
Genel Müdürlerin evlerindeki ayakkabı kutularından dolarların-avroların fışkırdığını hatırladım.

Türk Hava Yolları, 2002 yılından bu yana tam bir AKP çiftliği gibi kullanılır.
İstediklerine reklam verirler, istemediklerine vermezler. Hatta işi terbiyesizliğe kadar götürürler. THY sanki babalarının malı imiş gibi, Sözcü, Cumhuriyet gibi gazeteleri havaalanlarına, uçaklara sokmazlar!
THY da tam tamına 410 milyon TL “Görev Zararı” açıkladı.
Bademlerin görev zararları, eşe dosta yapılan kıyaklardan oluşur.
Böyle olur Bademlerin Görev Zararı

-Eskiden Örtülü Ödenek, Başbakanların namusuna emanet edilirdi.
Erdoğan, “Hoop dur bakalım birader! Seni Başbakan yapan kim? Tabii ki ben!
O zaman Örtülü ödeneğin, ödeneği benim, örtüsü senin. Sen neleri örtmedin ki? Tamam mı?” dedi ve oraya da çöktü.
2016 yılının bütçesi henüz yok, ülkemiz üç aylık geçici bütçe ile yönetiliyor.
Bademler bütçeyi-mütçeyi takarlar mı?
Örtülü ödenek, bütçenin geçicisini de, hakikisini de deldi geçti.
Yatırımlar durur, her şey durur ama örtülü ödenek durmaz…

Ülkeyi yönetenlerin, ülke ekonomisi bu halde iken, hiçbir noktasıyla bizim olmayan bir savaşa taraf olmalarını ancak şu şekilde açıklayabiliriz;

Çıldırmış bunlar, gerçekten çıldırmış…

Not; Her geçen gün terör batağına biraz daha batıyoruz.
Ankara’da yine facia yaşadık. Bu felaketin sorumlusu bellidir.
Kim

  • Şehirlerimizi bomba deposu haline getirdiniz diyen haini koruduysa,kim IŞİD için
  • “Eğer Irak’ta Sünni Araplar dışlanmamış olsaydı, böyle bir öfke birikmesi olmazdı.
    Bunlar terörist değil, sinirli çocuklar bunlar”
    dediyse bu ölümlerin sorumlusu O’dur!O’nu devletin tepesine oturtanlar, olsun olsun ekonomik istikrar var.. diyenler,
    şimdi canınız yanıyor mu?

    *****

    Yarın Ankara Cumhuriyet Savcısının dilekçeme verdiği yanıtı yazacağım!
    Sayın Savcı aynı yazıyı, Ankara’da kaybettiğimiz canların yakınlarına da gönderebilir mi?

Sağlık ve başarı dileklerimle.

=======================================

Dostlar,

Sayın Rifat Serdaroğlu gene zülf-ü yâre dokunan sıkı bir yazı yazmış, sağolsun..

Bunca ağır ve kanlı bir tabloya karşın, hiç kimse ya da kurum çıkıp;

  • “Arkadaş!
    Bu ölümlerden, şehitlerden, kan ve gözyaşından, yıkımdan, ülkenin savaş eşiğine sürüklenmesinden sen ve senin bitmeyen, yeteneklerini çooooooooooook aşan

    politik ihtirasların sorumlu..
    Ülkenin başına bu cehennemi sen sardın..

    Sorumlu ve suçlusun..
    Gel bakalım Yüce Divan’da bunun hesabını ver.. 

    Bırak yakamızı, çekil git başımızdan..
    Bizden uzak Allah müstehakını (belanı!) versin…”

    diyemiyor, diyemiyoruz.. Basiretimiz bağlandı, kilitlenip kaldık..
    Bu bağlamda ağzını açan, birkaç saat içinde kendini ceza mahkemesinde buluyor..
    Kısa bir sözde yargılama ve TCK 299’dan, 4 yıla kadar yallah hapse..
    Olmayan TCK md. 299’dan.. AİHS ve AİHM kararları karşısında zımnen (örtülü olarak)
    ilga edilen (yürürlükkten kaldırılan) bir madde yüzünden..
    Anayasa md. 90/son açıkça çiğnenerek.. Göz göre göre ve de göstere göstere..

    Türkiye’nin önünde 2 seçenek kaldı      :

    1. Ya Bay RTE diktatörlüğü (faşizm + şeriat ile duble dikta!)
    2. Ya da halkımızın duruma el koyarak bu lanetli kuşatmayı püskürtmesi..

    Gün doğmadan neler doğar..

    Sevgi-saygı ve
    Derin kaygı – acı ile.
    18 Ocak 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com