Etiket arşivi: ödemeler dengesi

YERLİ TOHUM MU, YEREL TOHUM MU?

YERLİ TOHUM MU, YEREL TOHUM MU?

Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Ege Üniv. Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bl.

Tarım ve Orman Bakanlığı sözcüleri ısrarla “yerli tohum” terimini kullanıyorlar. Bir iddiaları da Türkiye’nin tohum ihracatının arttığı ve tohum ithalatının her ne kadar fazla olsa da, artık daha yüksek bir oranda ithalatı karşıladığı şeklinde. Evet, Tohumculuk Kanununun çıktığı 2006 yılında tohum ithalatının %44’ü kadar tohum ihracatı yapılıyorken 2013 yılında bu oran %64’e yükseldi. Burada bir anlaşmazlık yok. Türkiye’nin tohum özgürlüğünü veya tohum egemenliğini savunanlar olarak “yerel tohum” terimi üzerinde duruyoruz. Şirket tohumlarını savunanların anlamadıkları bir nokta var. Tohumlukta ihracatın ithalatı karşılama oranları o kadar dikkate aldığımız bir nokta değil. Türkiye’de çalışan yabancı tohum şirketleri köylümüzü kullanarak ucuza ürettikleri tohumlukların bir kısmını Ukrayna, Rusya vb. bazı ülkelere satıyorlar. Bu da yerli tohum oluyor. Diğer yandan hem tohum ithalatı hem de ihracatı çok büyük sayılar değil.  Örneğin 2013’de ithalat 194 milyon dolar, ihracat 126 milyon dolar oldu. Bunlar genel ithalat ve ihracat içinde küçük sayılar. 2013 yılında tohumluk ihracatının genel ihracat içindeki payı % 0,083 idi. İthalat da ise benzer oran % 0,077 idi. Bir de tohumluk ile yani yeniden tarımsal üretimde kullanılacak çoğaltım materyali ile tüketimde kullanılacak, örneğin haşhaş tohumunu karıştıranlar var.

Ödemeler dengesinin tohumlukta açık vermesi, bu alandaki sorunlar içinde çok da önde gelenlerden değil. Petrol, doğal gaz, pamuk, bitkisel yağ vb. ithalatlarımızdaki değerler düşünülürse tohumluktaki açık çok da fazla değil aslında.

  • Ancak yabancı tohum şirketlerinin tohumlarına bağımlılığımız arttıkça uzaktan hepimize kumanda etmiş oluyorlar.

Bu şirketlerin çoğu aslında tarım ilacı da satıyor. Dolayısıyla onları da alıyoruz. Çünkü tohumlukları hastalık ve zararlılara dayanıklı değil. Böylelikle topraklar, sular, ürünler kirletiliyor. Bu ürünlerin besin değerleri de düşük. Bu tarım ilaçlarını kullanırken çiftçiler, ürünleri tüketirken halk zehirleniyor. Besin değerleri düşük olduğundan bizleri hastalıklardan korumuyor. Dahası bu şirketlerin bir kısmı beşeri ilaç da satıyor. Dolayısıyla bir satış daha yapılıyor. Bu gibi şirketlerin üç ayrı cebi var. Sağ cebine tohum, soluna tarım ilacı, arka cebine de beşeri ilaç parası giriyor. Yani şirket tohumları bize hem tarımsal üretimde hem de gıda tüketiminde istemediğimiz bir sistemi dayatmış oluyor. Tohumluk ithalatı yanında tarım ilaçları, kimyasal gübre ve hammaddeleri ithalatlarını da dikkate almak gerekiyor. Bunlar çok daha önemli.

İşte yerli tohum diyenler bu gerçeklerin gözlerden kaçmasına yol açmış oluyor.

Yerel tohumu savunanların bitki ıslahına karşı olduğu şeklinde bir kara propaganda da yayılıyor. Bu da doğru değil. Yerel tohumlara dayalı olarak, başta köylü olmak üzere paydaşların en başından itibaren katıldığı katılımcı ve evrimsel bitki ıslahı gereklidir. Bu yaklaşım tohumda fikri mülkiyeti de gereksiz kılar. Ne yazık ki Tarım ve Orman Bakanlığı araştırma enstitülerinde bile katılımcı bitki ıslahının ne olduğunu bilen insan sayısı çok azdır. Birçok yetkili bu konudaki sorularımızı cevaplayamadılar. Hâlbuki dünyada katılımcı ve evrimsel bitki ıslahı konusunda çok başarılı çalışmalar var.  Araştırmak isteyenler google’a “participatory plant breeding” yazsınlar. Baktım, 57500 kayıt çıktı. Bu konuda Filipinler’de masipag (masipag.org) adlı çiftçi ve ıslahçılardan oluşan sivil toplum kuruluşu çok başarılı çalışmalar yapıyor.

Kuşbakışı ekonomik bilanço

Kuşbakışı ekonomik bilanço

Bir ekonomik krizin gündeme geldiği aylardan beri içte-dışta tartışılmaktadır. Ben de kervana katılmış; nedenlerine değinmiştim.

10 Ağustos tarihi yazımdan aktarayım: “Neoliberal dönemde ekonomilerini finans kapitale sınırsızca açan ülkelerde ‘dış kaynak girişlerinde ani duruş veya tersine dönüş’, bir kriz türünün nedeni olarak görülüyor.

Bu kriz türünün çevre ekonomilerinde 1980 sonrasındaki örneklerine değinmiş ve eklemiştim: “Türkiye, ‘serbest sermaye hareketleri’ dalgasına 1989’da katıldı. 1994, 1998/99, 2001 ve 2008/9’da bu tür dört krizden geçti.” 

Daha sonra son verileri inceleyerek şu sonuca varmıştım: “Bu tür krizleri tetikleyen ana etken, yani dış kaynak girişlerinde bir önceki yıla göre  ani duruş ve kısmen tersine dönüş, Türkiye’de Mart-Haziran 2018’de gözlenmiştir.” 

Krizin tetiklenmesi; gelişimi… 

Bugünlerdeki kriz algılaması döviz (Dolar) fiyatlarının hızla tırmanmasından kaynaklanıyor. Pahalılaşan Dolar, genel-geçer bir kriz etkeni değildir. Büyük dış açıklar veren; kendi parası (TL) ile dışarıdan  borçlanamayan; üstelik fazlasıyla “Dolarlaşmış” bir ülkede, döviz krizi hızla reel ekonomiye taşınır: Dolar borçlusu olan devlet, şirketler, bankalar ödeme güçlükleriyle karşılaşırlar. Zincirleme etkiler tüketime, yatırıma, üretime, istihdama, millî gelire yansır.

Sert küçülme dönemleri, bazen bankacılık ve borç krizleri ile iç içe girebilir ve ekonomik bunalım bir finansal krizle birleşmiş olur.

Kriz sürecinin nasıl seyrettiğini üç doğrultuda izlemeye çalışalım: Krizi tetikleyen etkenler devam ediyor mu? Ekonomide küçülme başladı mı? Borç krizi olası görünüyor mu? 

Dış kaynaklarda “ani durma” sürüyor mu?

Mart-Haziran 2018’de yabancı sermaye hareketleri 12 ay öncesine göre % 85 oranında geriledi; üstelik, Mart ve Haziran’da “net çıkış” gösterdi. Bu olgunun Türkiye’de kriz ortamını tetikleyen ana etken olduğuna yukarıda değindim.  Temmuz ve sonrasının ödemeler dengesi istatistikleri yayımlanmadı; ama, kısmî göstergelere bakarsak “ani durma / sert çıkış” eğilimi sürmektedir.

TCMB istatistiklerine göre Temmuz ve Ağustos’ta yabancıların hisse senedi ve tahvillerden 890 milyon $  net çıkış gerçekleşmiştir. Sermaye hareketlerinin üç ana kaleminden birinde “kan kaybı” süregelmektedir.

“Kan kaybı”nın dolaylı yansımaları da var:  TCMB brüt rezervleri, Haziran sonu ile Ağustos’un son haftası arasında 2.6 milyar $  düşmüş; Mart-Haziran dönemindeki 11,9 milyar dolarlık erimeye eklenmiştir.

İkici yansıma,  doğrudan döviz fiyatlarında gözleniyor: 30 Haziran – 31 Ağustos arasında TCMB’nin efektif $ satış fiyatı % 43 oranında sıçramıştır. Ancak uyaralım ki, “finansal kargaşa” döneminde döviz piyasaları çok “sığlaşmıştır” ve küçük boyutlu işlemler aşırı fiyat dalgalanmalarına yol açmaktadır.

“Durgunlaşma” mı? “Küçülme” mi? 

Dış kaynaklardaki “sert durma”, istihdam, üretim, millî gelir verilerine nasıl yansıyacak? Durgunlaşma mı, küçülme mi gündemde?

1994 ve sonrasında Türkiye ekonomisinin yaşadığı dört krizde dış kaynak hareketlerinde düşme / net çıkış 12-13 ay sürmüştür. Bu “dışsal şok”un milli gelire etkisi, bazen derhal gözlenmiş; bazen üç-beş ay sonrasına sarkmıştır.

Sert durma”nın göreli büyüklüğü nasıl ölçülebilir? Gerilemenin sürdüğü dönemlere ait sermaye hareketini bir önceki (“canlı”) dönemden çıkarınız. Ortaya çıkan “eksi değer”, negatif dışsal şok olarak yorumlanabilir.

Sözünü ettiğim 4 krizde bu dışsal şok dolarlı millî gelirin % 6,4’ü ile 10,8’i  arasında değişmiştir.

Bu yılın Mart-Haziran aylarında sermaye hareketlerinde gerilemenin yol açtığı negatif dışsal şok, 2017 millî gelirinin % 2,2’si ile sınırlı kalıyor. Dolayısıyla hem süre, hem de hacim olarak 2018’deki “sert durma”, Türkiye’nin önceki krizlerinde gözlenen boyuta ulaşmamıştır. 

Peki sonraki aylar? TÜİK’in Mayıs-Haziran istihdam ve sanayi üretim istatistikleri, ekonomide küçülmeye değil, yavaşlamaya işaret ediyor.

Dış kaynaklarda gözlenen olumsuz hareketleri telafi eden etkenler nelerdir? Cumhurbaşkanı, yerel seçimlere kadar bütçe musluklarını gevşetmekte ısrarcı görünüyor. Kamu maliyesinden gelen genişleyici etkenler, olumsuz dış kaynak hareketlerinin daraltıcı sonuçları ile karşı karşıyadır.

2018’in ilk yarısında bu zıt etkenler (anlaşılan) durgunlaşma ile sonuçlanmaktadır. Haziran sonrasında ise küçülme gündemdedir. Bazı göstergelere değinelim:

Cumhurbaşkanı’na rağmen kredi faizleri tırmanmaktadır. Ağustos 2017 /Ağustos 2018’e ait ihtiyaç, taşıt ve ticarî kredi faiz oranlarının ortalamasını karşılaştırınız: %16,8 → %25,6. Özel destekli konut kredilerindeki artış temposu daha da hızlıdır: %12,5 →%20,0… Kredi maliyetlerinde tırmanma ekonomiyi aşağı çekmektedir. 

İç talepte daralmanın kestirme bir göstergesi, ithalat istatistiklerinde yer alır. Haziran 2018’den itibaren her ay ithalat, hızlanan bir tempoyla daralmaktadır; b
ir önceki yıla göre Ağustos ithalatı %19,3 düşmüştür.

TL’nin reel devalüasyonunun tetiklediği bir ithal ikamesi mi? Boşuna umutlanmayınız. Pahalı dövizin sanayinin rekabet gücünü ilerletmesi, günü gününe gerçekleşemez; üretim yapısının yeni baştan dönüşmesi programlanmalıdır;  zaman alır.

Sanayi sektöründe eğilimler hangi doğrultudadır? TÜİK’in yeni baştan oluşturduğu üretim endekslerini bırakalım; farklı bir anketin sonuçlarına bakalım: Uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan Markit’in sanayi sektöründeki büyüme / küçülme eğilimlerini yakından izleyen PMI endeksi… Sektör-içi anketlerle derlenen sipariş, üretim, istihdam, stoklar gibi bilgilerden türetilen endeksin değeri 50’nin altına inerse, küçülme söz konusudur.

Türkiye’de PMI sanayi endeksi İstanbul Sanayi Odası tarafından hesaplanmaktadır. Mayıs-Ağustos aylarında PMI kesintisiz 50’nin altında seyretmiştir; beş aylık ortalama 48,1’dir. Ağustos endeksi 46,4’e düşmüş; sanayide daralma eğiliminin hızlandığı belirlenmiştir.

Bu göstergelere bakarsak Türkiye ekonomisi, 2018’in ikinci yarısında durgunluktan küçülmeye geçmektedir. 

Dış borç krizi gündemde mi?

Türkiye’nin döviz varlıkları, önümüzdeki aylarda dış dünyaya karşı borçlarını, diğer yükümlülüklerini karşılayamazsa bir dış borç krizi söz konusu olur.

Bankalardaki borç yapılandırma müzakerelerinin dış dünyaya taşan izlerini sürerek fazla mesafe alamayız. IMF’nin Nisan 2017’de yayımlanan Türkiye Raporu’ndan hareket etmeyi yeğliyorum. (Mayıs’ta bu raporu “2019’da Ekonomiye IMF Programı” başlıklı bir yazıda gözden geçirmiştim.)

Bu raporun sonunda “Türkiye Dış Borcunun Sürdürülebilirliği” başlıklı bir Ek yer alıyor. (Ek V, ss. 55-57). Burada, 2017 verilerinden hareket edilmekte; sonraki yıllara ait kestirimlerin devamı halinde dış borçların 2019’da % 54,6’ya çıkacağı; daha sonra % 52 civarında istikrar bulacağı öngörülüyor. Bu “normal” senaryo altında dış borçlar sürdürülebilecektir.

Ne var ki, bu ılımlı öngörüye, IMF, bir “felaket senaryosu” olasılığı da ekliyor: “TL % 30’luk bir değer yitirme ile karşılaşırsa, GSYH’ya oranla toplam dış borç stoku % 83’e ve özel sektör dış borcu % 60’a çıkacaktır.”  Bu olasılıklar altında dış borçlar, sürdürülebilir eşiği aşmış olacaktır. Millî gelire oranı % 60 sınırını aşan dış borçlar riskli görülür.

IMF, şu olasılığı gündeme getiriyor: Döviz fiyatları (Dolar) ulusal fiyatlardan (enflasyondan) çok daha hızlı artarsa Dolarlı milli gelir aşağı çekilir; dış borçların milli gelire oranı da, sürdürülemez eşiğe çıkabilir.

Burada enflasyonu içeren TL’li milli gelirin 2018’deki büyüme hızını bilmemiz gerekiyor. 2018’in ilk sekiz ayında döviz fiyatları enflasyonun üzerinde seyretti: TÜFE endeksi % 12,3; % 73,3 arttı. Bu tempo yıl sonuna kadar sürerse, IMF’nin felaket senaryosunda yer alan TL’nin %30’luk değer yitirme eşiği aşılacak; Dolarlı milli gelir önemli ölçüde düşecektir. (Reel büyüme, % 12’lik enflasyona olsa olsa beş puan ekleyebilir.)

2017 örneğini vereyim: Doların ortalama fiyatı %21 artmış ve cari fiyatlı (enflasyonu içeren) GSYH sadece %19 büyümüş; Dolarlı milli gelir de 2016’ya göre %1,6 oranında düşmüştür. 

2018 için bu konuda bir kestirim yapamam. Ama, böyle bir hesabı, dev yatırım bankası Morgan Stanley (“çaktırmadan”) yapmış: Türkiye’nin 2018’de cari açığının 51 milyar Dolara ve milli gelirin %6,7’sine ulaşacağını öngörmüş. Bu sayılardan 2018’in Dolarlı milli gelir toplamı 761 milyar $ olarak türetilmektedir.  467 milyar Dolarlık dış borç stoku da milli gelirin %61’ini aşar ve bir dış borç krizi gündeme gelir.

Fazla  dert etmeyin; ülkeyi yöneten yüksek makama kulak verin: Bu da geçer yahu… 

NET HATA NOKSAN – HAYALET PARA


NET HATA NOKSAN – HAYALET PARA

PORTRESİ

 

Av. A. Erdem Akyüz
erdemak@gmail.com
H
ukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı

 

Net hata noksan” yani İngilizce adı ile “Net errors and omissions

Ne İngilizcesi, ne Türkçe’si bize bir şey ifade etmiyor.

Bana göre; hukukta, ekonomide, siyasette ve kamu yönetiminde mahsus böyle yapıyorlar ki kimse bir şey anlamadan yutturup gitsinler diye.

Ve öyle de oluyor.

Netice ve özet olarak, net hata noksan “nereden gelip, nereye gittiği belli olmayan” para imiş.

Millet “kara para” diyor da, bana göre “hayalet para”.

ŞÖYLE DÜŞÜNELİM:

Her bireyin ve her ailenin bir gelir gider hesabı vardır. Ay sonunda oturulur ve hesap yapılır. Aile bireylerinin gelirleri alt alta yazılır toplanır. Sonra giderler düşünülür, alt alta yazarak toplanır. Böylece o ay içinde, insanların ne kadar para kazandığı ve ne kadar harcadığı görülür.

Bu hesap genellikle “-” eksi bakiye (AS: artık) verir.

İnsanlar borca girmiştir. Kredi kartlarıyla harcamalar yapılmıştır ama ödenmemiştir.
Yapılması gereken bir sürü iş, alınması gereken bir sürü şey vardır ama alınamamıştır.

Biraz tartışma ile aile bireyleri suratları asık bir şekilde yatmaya giderler.

Pek az olarak da, bazı aylarda, gelir; giderden fazla gözükür. Yani ellerinde para olacaktır ama bu para bulunamaz. Hatırlanmayan yerlere harcanmıştır. Aile bireyleri gene biraz tartışırlar, sonra unuturlar.

Pek ender olarak da, artan para ortadadır. Yani keyifleri yerindedir ama bu paranın harcanacağı kırk türlü yer bulunur. Hesap gene tutmaz.

Devletin hesabı da böyledir.

Şu farkla ki; devletin hesabı senelerden beri, nereden geldiği, ne olduğu bilinmeyen miktarda fazla vermektedir. Hem de öyle, üç beş kuruş değil; milyar dolarlar.

Üç, dört seneden beri artarak yükseliş gösteren bu giriş, şimdiye dek Türkiye Cumhuriyetinde görülmeyen bir düzeye yani “rekor’a” yükselmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) 2015 yılı Temmuz ayına ilişkin ödemeler dengesini açıkladı. Yılın ilk altı ayında Türkiye’ye 9 milyar dolar kaynağı belli olmayan nakit girişi (Net hata noksan!) olmuş.

Böyle hataya can kurban” diyeceksiniz ama durum öyle değil.

BİR BAŞKA HESAP

Deminki aile hesabına dönelim ve biraz değişik bir gözle bakalım:

Ay sonunda aile bireyleri oturur, gelir gider hesaplarını yaparlar. Bakarlar ki, büyük harcamalar yapılmıştır. Gene de ortada fazladan para vardır. Gelirleri bu kadar değildir. Gelirlerinden fazla para harcamışlardır. Gene de ellerinde çok fazla para vardır. Ekonomik deyimi ile ortada tam bir “Net hata noksan” söz konusudur. Bu para nereden geldi diye birbirlerinin yüzlerine bakarlar. Koca, biraz sıkılarak, biraz da övünerek “Geçen ay büyük bir ihale yapmıştık, ihaleyi alan firma ‘şey yaptı’ da” der. Paranın kaynağı bulunmuş, insanlar rahatlamıştır. Şimdi bu parayla gidilecek yerler, alınacak yerler düşünülür.

Bir ay sonra yeniden hesaba oturulur. Gene fazla para çıkmıştır. Herkes döner ve aile reisi kocaya bakar. Baba bu defa, ellerini çaresiz bir şekilde açar. Birbirlerine bakarlar.
Anne biraz utangaç, sıkılarak söz alır : “Geçen ay biriyle tanıştık ‘şey oldu’ da” der.

SÖZÜM MECLİSTEN DIŞARI…

İşte net para girişi, böyle bir net noksan neticesi oluşur.

İşin şaşılacak bir başka yönü de; bu net hataya neden olanların halen görevde ve
başta olmalarıdır.

Net hata noksan hesabının “pozitif” olması, ülkeye hangi kalemler aracılığı ile ne olduğu bilinmeyen bir döviz girişini gösterir.

Net hata noksan kaleminin “negatif” olması ise hangi kalemler ile ve ne olduğu bilinmeyen
bir döviz çıkışını gösterir.

Bu “net girişin” bir de “net çıkışı” olacaktır. Çünkü para babaları; satın aldıkları yerde,
bütün değerleri tükettikleri ve ortada satın alacak bir şey kalmayınca bavullarını toplar giderler.

Bir gün, bir sabah, kalkmışsınız bakmışsınız ki ortada yalnızca “şey” kalmış.

===============================

Teşekkürler dostumuz Sayın Av. Erdem Akyüz’e…

Bir iktisatçı yetkinliğiyle, bizlere kumarhane kapitalizminin yüz kızartıcı sefilliklerinden
birini açıklamış..

AKP iktidarı geçtiğimiz aylarda, yurt dışından getirilecek dövizde sınırı kaldırdığı gibi,
kaynağının sorulmasına da son verdi.. Kara – kirli para aklamaya kapıları açtı!

Böylece, nasıl kazanıldığı belirsiz her türlü kara paranın ülkeye girişi serbest oldu..
Mafyasından gladyosuna, PKK‘sından yabancı istihbarat örgütlerine, vergi kaçakçısından uyuşturucu tecimenine (tacirine)…. dek her-kes bavulunu doldurup bu ülkeye sokabilir ve
yasal – yasadışı etkinliklerinde kullanabilir..

MASAK, Hazine, TCMB, SPK … seyreder..

Sonra da “PKK bu paraları nereden buluyor?” diye saf saf sorarsınız.

AKP neden böylesine karanlık bir yolu seçti?

Çünü cari açık sürdürülemiyor!..
Döviz açığı  muazzam ve kapatılamıyor..
Kamu – özel dış borçları, dış ticaret açığı döviz açığı (cari açık) doğuruyor ve ;
rakam 50 (elli) milyar dolara koşuyor..
Hele yükselen kurlarla çevrilebilir olmaktan çok uzak

İşte ekonomide zaaf ardından böylesine yaşamsal ödünleri getirir..
Cari açık salt ekonomik bir makro büyüklük değildir;
aynı zamanda küresel sermayenin politik kaldıracıdır (manivelasıdır)..

Türkiye üretmeli, yerli malı kullanmalı, tasarruf etmeli ve ayağını yorganına göre uzatmalıdır. Borç alan emir alır, asla akıldan çıkarılmamalıdır.
İşte AKP’nin durumu : 13 yılda toplam borcu 221 milyar Dolardan 3 katına çıkarırsanız, ipleriniz tümüyle Batı’ılı bankerlerin ellerine geçer ve ululsal politikalar güdemezsiniz.
Emperyalizmin oyuncağı olur, ülkeniz ihanet edersiniz; ne var ne yok peş keş çeker –
talan edersiniz; adına “özelleştirme” diyerek kendinizi ve halkı kandırmaya çalışarak..
Tefeci fiyatına el koyar alacaklılar ülkenin en stratejik kurumlarına bile..
Sonra sizi saraylarınızda bile 24 saat izler ve dinlerler..
Şantaj yaparlar, bütünüyle avuçlarının içine alırlar..

Size acımıyoruz da olan Ülkeye olur..
Ama sonunda bedelini mutlaka ama mutlaka siz de ödersiniz..
Ya ülkenizin halkı uyanıp sizi alaşağı eder, hesap sorar ya da emperyalizm kullanır kullanır, sümüklü mendil gibi çöpe atar..

Bir kez daha bizden uyarması..

Sevgi ve saygı ile.
22 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com