Etiket arşivi: HUKUKUN EGEMENLİĞİ DERNEĞİ

BU SEÇİMDEN SEÇİM ÇIKMAZ

BU SEÇİMDEN SEÇİM ÇIKMAZ

Av. A. Erdem Akyüz
Hukukun Egemenliği Derneği

Onursal Genel Başkanı

Seçimler gelecek sene 2019 yılının Ekim ayında yapılacak iken, bu sene Ağustos’ta yapılsın dendi. Bir karar çıktı, Ağustos’tan da daha önceki bir tarihe alınarak 24 Haziran 2018’de yapılması kararlaştırıldı. Nerede ise haftaya yapılsın diyeceklerdi. Hatta ve hatta sünnet düğünü gibi “oldu da bitti maşallahseçimler geçen hafta yapıldı, sonuçları da şunlardır denecekti. Belki o da olacak.

APARTMAN YÖNETİCİSİ

Bir apartmana yönetim kurulu ve yönetici seçmek için bile 15 gün öncesinden, seçmenlerin yani kat maliklerinin eline geçecek şekilde tebligat yapılması zorunludur. Seçimden 15 gün önce eline geçmesi için, ondan da bir 15 gün önce duyuruyu yollamak gerekir. Yani apartmana yönetici seçmek için, seçimden 1 ay önce duyuru yapılacaktır. Türkiye’de 60 milyon dolayında seçmeni olan bir ülkede, seçimden yalnızca 2 ay önce karar almak ve duyuru yapmak yeterli görülüyor. Sekiz daireli bir apartmana yönetici seçmek gibi. El insaf…

BAYRAM DEĞİL SEYRAN DEĞİL

Bayram değil, seyran değil; ne oldu da birdenbire “erkenin de erkeni seçim” gündeme geldi. Hani bütün dünya bize gıpta ediyordu. Ekonomik, politik, sosyal işler tıkırında gidiyordu. Ne oldu da birden bire daha da erkene alınan seçimler gündeme geldi ve olup bittiye bağlandı. İşte, işin asıl can alacak sorusu budur.

MİLLETVEKİLLİĞİ ADAYLIĞI

Milletvekilliği adaylığı için 6 gün gibi kısa bir süre veriliyor. Bu kısa süre içinde devlet memuru olanlar istifa edecekler, belgelerini hazırlayacaklar, binlerce lira adaylık ücretini yatıracaklar, başvurularını yapacaklar. Bir apartmana yönetici olmak veya muhtar adayı olmak için bile daha çok düşünme süresi verilirken, böylesine ciddi bir sorunda, bu süre yeterli değildir. Aday olmayı rüyalarında mı görüp karar verecekler veya önceden söz alanlar mı aday olacaklar.

CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIĞI

Cumhurbaşkanlığı adaylığı ise daha da garip bir sorun. Koskoca Türkiye Cumhuriyetinde, Cumhurbaşkanlığı gibi büyük bir makama aday olmak için öngörülen süre, 1 Mayıs ile 5 Mayıs arasında yalnızca 6 gün.  Toplanacak 100.000 imza ile aday olmak için öngörülen süre ise 4 Mayıs ile 9 Mayıs arasında gene yalnızca 6 gün. Düşünün 100.000 kişi seçim kurulları önünde toplanacak, ellerinde nüfus kağıtları, bir kişiyi Cumhurbaşkanı olabilmesi için aday gösterecekler. Bir düşünün… Bu günden kuyruğa girsek bile…Bu kişilerin kapıda beklemesi, kontrol kabininden geçmeleri, nüfus kağıtlarının kontrol edilmesi, bir memur tarafından incelenerek, konuşularak yazılması, imza edilmesi bile bu kadar kısa içinde bitirilemez.

Ve hele bir de, yeterli imza toplandıktan sonra, tam son gün; bir kişinin imzasını geri çekmesi veya nüfus kağıdının sahte olduğunun anlaşılması, imzasının o kişiye ait olmadığının anlaşılması halinde ne olacak. Böyle bir durum kasıtlı olarak bile yaratılabilir. Ayrıca aday olma süresi ile imza toplama süresi çakışıyor. Oysa hukukta asıl olan, bir süre bittikten sonra öbürünün başlamasıdır. Yani, neresi doğru ki, burası doğru olsun diyelim.

RAMAZAN SEÇİMİ

Seçimin iki aylık gibi kısa süresinin son ayı Ramazan’a denk geliyor. Bir ay boyunca televizyon ve gazetelerde sabah duaları ile yönlendirmek, aç karnına akşamı beklemek, iftar vakti duaları, teravih namazları, sahura kalkılması ve gece yarısı telkinleri, seçimden bir hafta önce yaşanacak Ramazan-Şeker Bayramı, bayram namazı, bayram duaları, bayram ziyaretleri… ve sonrasında buyrun “Sandık başına”.

  • Bir din devletinde bile, “din ile devlet işleri” bu kadar birbirine karıştırılmaz.

ÖĞRENİM, O DA NE DEMEK

Daha önceden açıklanan eğitim ve öğrenim programına göre, tam seçim günlerinde “Üniversite giriş sınavları” vardı. Bu sınavlar erteleniyor. Milyonlarca öğrenci, büyük bir gerginliğe itiliyor. Sandıkta görev alacak öğretmenler var. Bu yüzden “bütün okullar”, birbirini izleyen kısa aralıklarla birer hafta boyunca, toplam 2 hafta kapatılıp öğrenime ara verilecek. Milyonlarca öğrencinin eğitimi, öğrenimi aksayacak. Kime ne?… Öğrenim de ne ki?…

ŞİMDİ SÖYLEYİN BAKALIM!

Tabii artık alınan ve eleştirilen öbür kararlar, etkisini yitiriyor :

  • Fazladan bastırılan binlerce oy pusulası ve zarfı,
  • mühürsüz oy, mühürsüz zarf, taşımalı sandık,
  • binlerce Arap göçmene verilen seçme ve seçilme hakkı,
  • sandık başına polis çağırarak müdahale olanağının sağlanması,
  • sandık kurullarının seçimle değil, doğrudan atama ile getirilmesi,
  • yalnız kazanca dayalı şirket ortaklığı gibi seçim ittifakı, üstüne üstlük bir de “OHAL” var…
    daha neler, neler…
    Şimdi söyleyin bakalım “Bu seçimden seçim çıkar mı?” Çıkmazsa “Ne çıkar?”
    ==========================================

    Teşekkürler değerli dostumuz Av. A. Erdem Akyüz..

Sevgi ve saygı ile. 27 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı – AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

BOĞAZ İÇİNDE KAVGA VAR

BOĞAZ İÇİNDE KAVGA VAR

portresi

Av. A. Erdem AKYÜZ
Hukukun Egemenliği Derneği Gn. Bşk.

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türkçe’nin harika deyimlerinden biri de “boğaz içinde kavga var’dır.”

Bu söz; yemek sırasında, özellikle acıkmış bir insanın, acele bir şekilde ve iştahla yemek yemesi nedeniyle, başka bir şeye dikkat etmemesi veya kendisine yöneltilen bir soruya yanıt verememesi üzerine söylenir. O anda acele ve iştahla yemek yediği için başka bir şeyle ilgilenemediğini, cevap veremediğini ifade eder.

Ama şu anda, gerçekten “Boğaziçinde” yani Boğaziçi Üniversitesi’nde” kavga vardır.

Boğaziçi Üniversitesi’nin temelleri 1863 yılında, Robert Kolej’in İstanbul’da kurulmasıyla atılmış ve kolejin kampüsü olarak kullanılan alana kurulmuştur. Kampüs’de tarihi binaları birbirine bağlayan, yapımı 1800’lere uzanan ve hatta karşı yakaya geçtiği söylenen tarihi tüneller vardır. Tünellerin; binanın ısınma ve su ihtiyaçlarını karşılamak ve doğal afetlere karşı korunak olarak yapıldığı söylenmektedir.

Ancak Boğaziçindeki “kavganın nedeni”, yemek veya tünellerden değil; rektör seçiminden kaynaklanmaktadır.

Üniversitelerde Rektörlük ataması öncesinde, o üniversitenin öğretim üyeleri arasında seçim (AS: eğilim yoklaması) yapılmakta ve en çok oy alan üç adaydan biri Cumhurbaşkanı tarafından Rektör olarak atanmaktaydı. (AS: YÖK’e Üniversiteden 6 ad bildiriliyor, YÖK CB’na 3 ad sunuyordu..)

Gerçi önceki uygulamalarda, en yüksek oy alanın değil, en az oy alan adayın bile atandığına tanık olmuştuk ancak “bu kez” seçime giren adaylardan hiçbirinin atanmadığına tanık olduk.

Boğaziçi Üniversitesinde Rektörlüğün boşalması üzerine, yeni rektörün belirlenmesi için 403 öğretim üyesinin katılımı ile seçim yapılmış ve adaylardan Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu, rekor düzeyde % 86 oranında, 348 oy alarak seçimi kazanmıştı. Öbür adaylardan 2. sırada gelen aday ancak 40 oy, kalan dört aday ise 1’er oy almışlardı. Böylece en yüksek oy alan üç adayın adı belirlenerek, Rektör seçiminin bu üç aday arasından yapılması işlemi kesinleşmişti.

Aradan aylar geçmesine karşın Rektör seçimi (AS: ataması) yapılmamış ve yaklaşık dört ay sonra, mevzuatta yapılan bir değişiklik ile (AS: OHAL KHK’si ile!), “bundan sonra” yapılacak Rektör atamalarının; öğretim üyelerinin seçimi sonucu belirlenecek üç aday arasından değil, doğrudan YÖK’ün belirleyeceği üç aday arasından C. Başkanınca seçilmek suretiyle yapılacağı hükmü getirilmişti.

Önceki mevzuata uygun şekilde seçim (AS: eğilim yoklaması!)  yapılmış, yapılan oylama sonucu adaylar (AS: 6 aday) belirlenmiş, bu adaylar YÖK’e ve atamayı yapacak makama (YÖK tarafından 3’e indirilerek) bildirilmişken, daha sonra mevzuat değiştirilerek ve önceki işlemler hiç yapılmamış sayılarak, daha önce adı hiç geçmeyen, önseçime girmeyen bir öğretim üyesi yeni rektör olarak atandı.

Her işlem yapıldığı tarihteki yasal mevzuata tabidir ve o tarihde geçerli olan yasa ve hukuk hükümlerine göre çözümlenir ve karara bağlanır. İşlem tarihinden sonra çıkarılan yasa ve hukuk hükümleri, ancak bu yeni yasal mevzuatın yürürlüğe girdiği tarihden sonraki işlemler için geçerlidir. Önceki işlemlere uygulanamaz. (AS: Kural olarak böyle..)

Daha önce yapılan bir seçim varken ve adaylar belirlenmişken, hiç seçime girmemiş ve aday olmamış bir kişinin, daha sonra çıkarılan değişik bir mevzuata göre yapılan atama işlemi hukuka uygun değildir.

Ayrıca Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK’ların) “yasal statüsüne de dikkatle bakmak” gerekir. Olağanüstü Hal (OHAL) KHK’leri, OHAL ilanını gerektiren konularla sınırlıdır. Olağanüstü Hal ilanını gerektiren terör ve benzeri olaylarla hiç ilgisi olmayan, Üniversitelerde Rektör seçimi gibi öğretim faaliyetleri ile ilgili bir konuda KHK çıkarılamaz. Çıkarılan KHK’ların, Anayasa’ya aykırılığı nedeni uygulanmaması ve iptali gerekir.

Ancak bu seçim sonucu hiç alışık olmadığımız, etik ve örnek bir uygulama olarak, en çok oy alan Sayın Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu istifa ederek akademik kariyerini sonlandırmıştır.

Yani halk deyimi ile “Boğaziçi’nde kavga vardır” ve devam etmektedir.

Bu çekişmenin; hukukun temel ilkeleri çerçevesinde çözülmesini dilek ve temenni etmekteyiz.
==========================================
Dostlar,

Bu sorunu önceki gün de yazdık sitemizde :

Boğaziçili öğrencilerden rektör protestosu

Artık Türkiye’de tam bir kuralsızlık (anomi) egemen kılınmıştır AKP – RTE’nn sürüklemesi ve dayatması ile; bilerek ve isteyerek.. Eski deyimle taammüden, kasıtla, tasarlayarak! Oysa taa Antik Yunan’da Plato – Aristo –hatta öncülleri– Site’de (Atina vd.) kamusal düzeni sağlamak için yazılı hukuk normlarına gereksinim olduğunu, bu normların nasıl çıkarılması gerektiğini, içeriklerinin ne yönde ve hangi ilkelere dayanması gerektiğini… kapsamlı olarak yazmışlardır.

15. yılına giren AKP – RTE tek başına iktidarı ile 2500 yıl öncesinin bile gerisine düşen bir hukuk (hukuksuzluk!) düzenini (!) Türkiye asla hak etmemektedir. Erdoğan, toplumdaki kutuplaşmayı – gerilimi bilerek beslemektedir ve sözde düşmanlar yaratarak kendi oy tabanını sıkılamak (konsolide etmek) dürtüsüyle davranmaktadır anlaşılan. Kazanılmış hak denen bir kadim hukuk kuralı da kökten değersiz anlaşılan.. OHAL KHK’sı öncesi 12 Temmuz 2016’da seçilen Prof. Gülay Barbarosoğlu’nun kazanılmış hakkı söz konusu. Erdoğan 4 aydır kendisine sunulan 3 addan birini seçmeyi de ayaklarının altına almış ve aday bile olmayan bir öğretim üyesini, uygulanamayacak bir hukuk normunu (OHAL KHK’sı ile değiştirilen rektör atama kuralı) kullanarak atamıştır.

R.T. Erdoğan’ın bu davranışı tümüyle keyfidir, kural tanımazlıktır. Oysa Anayasaya ve hukuka uygun davranacağına ilişkin yemin ederek milletvekili ve 10 Ağustos 2014’te de 12. CB olmuştu. Erdoğan açıkça suç işlemektedir. Tüm ülkeye hukuk tanımaz davranışları ile kötü örnek olmaktadır. Hangi yakıcı gündemi, kaç gün örtebilecektir bu son manevra ya da ritüel??

Erdoğan ne yapmak istiyor?? Ülkeyi nereye dek gerecek? Bu kurgulu germe politikası (politikasızlığı!) hangi sınıra dek işletilebilir; sonra döner bumerang gibi sahibini vurur??

Erdoğan neden ve nasıl bunca pervasız olabiliyor? Partisi AKP’nin bir Eskişehir milletvekilinin kardeşi olan öğretim üyesini Boğaziçi gibi uluslararası ünü olan saygın bir üniversiteye tepeden inme atıyor?? Anayasayı, yasayı, Hukuku geçtik.. Etiği de ayaklar altına aldık.. Bir Müslüman böylesine açık hak yiyebilir mi?? % 86 oy alan Sn. Barbarosoğlu’nun yenen hakkı ne olacaktır?

Erdoğan Anayasada salt “vatan hainliği” ile suçlanabileceği bunun da ancak 550 milletvekilinin 3/4’ünün oyu ile yapılabileceğine mi güveniyor?? (Anayasa md.  105/son). O kritik eşiğe gelene dek, “meşruiyet sınırı” nın aşılabileceğini hiç düşünmez mi Erdoğan? Bu üstün hukuk kuralının anılan Anayasa maddesini çiğnemekten daha ağır olduğunu görmez mi?

YÖK Başkanı istifa etmeyi düşünür mü onuruyla?? Hatta YÖK Genel Kurulu üyelerinin tümü!?.

%86 oy alan Prof. Barbarosoğlu neden hukuksal savaşımı seçmez de emekli olur??

Tepeden indirilen, aday bile olmayan, AKP vekilinin kardeşi hoca rektörlüğü kabul edecek midir?? Onrlu bir dik duruş sergileyebilecek midir yoksa önceden iş pişirilmiş midir??

Üniversite bahçesinde protesto amaçlı yürümek isteyen öğrenci ve hocalara polis neden zor kullanarak engel olur? Şiddet kullanılmayan bu yerden göğe meşru ve medeni yürüyüşün hangi hukusal sakıncası, mevuata aykırılığı vardır??
Ayrıca polisi üniversite yerleşkesine hangi yetkili çağırmıştır??

Sorular uzayıp gidiyor..
Erdoğan her fırsatta “milleti – cumhuru” kutsuyor (!??).. “Başkanlık için millete gidelim..” diyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin 400’ü aşan hocası kendi rektörlerini demokratik biçimde seçme yetisinden yoksun mudur? Erdoğan tek başına bu hocalardan daha demokratik bir seçim mi yapmış olmaktadır?? Yoksa demokrasi treninden inmiş midir??

Erdoğan bir kez daha gerçek yüzünü dışavurmuştur. Koyu ve mutlak bir tek adam yönetimi ve demir yumruğudur gönlünden geçen ve kafasına koyduğu.. Gücüne en küçük bir ortak ve gölgeyi asla istememektedir. Faşist rejimden de öte. Hatta 2. Abdülhamit’ten daha çok yetkiyle Türkiye’yi otoriter – totaliter bir dinci rejimle mutlak bir keyfilikle, Halife – Sultan özlmiyle yönetmek istemektedir, yönetmektedir!

TBMM adeta sürgündedir..
Ülkenin önemli – önemsiz sorunları artık kaçak sarayda, 2300 katılımcı ile konuşulmaktadır.

Erdoğan sabırları zorlamakta ve ülkemizde bir çatışmayı tohumlamaktadır.

Bunlar açık suçtur, Anayasadaki parlamemter rejim, anayasa çiğnenerek fiilen (de facto) rafa kaldırılmıştır ve Adalat Bakanı hiç sıkılmadan Anayasayı fiili duruma uydurmaktan söz etmektedir. Bu hem suç itirafıdır hem de RT Erdoğan’ı ihbar etmektir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçmek zorundadır.

Boğaziçi Üniversitesi’ne yaptığı ve hukuksal olarak pek çok gerekçeyle çok açık aykırılık yüzünden “yok hükmünde” olan bu son atamasını geri çekmelidir. Zararı yok, bir kez daha “kandırıldım; Boğaziçi Üniversiteliler, Prof. Barbarosoğlu, milletim ve Rabbim beni bir kez daha affetsin..” desin ve yanlıştan dönsün..

Bu arada adları YÖK’e bildirilen öbür 2 ad bu atamanın iptali için Danıştay’da dava açmalıdır. Bu idari işlem Erdoğan’ın tek başına yaptığı bir işlem değildir, zincirleme işlemin son halkasıdır ve daha önce oluşan Danıştay içtihatlarına göre dava edilebilir durumdadır. Öğretim üyeleri dernekleri de dava ehliyetine sahiptirler. Sanırız Türkiye Barolar Birliği de dava açabilir..

“Artık yeteeeeeer!!!!”
“Artık yeteeeeeer!!!!”
“Artık yeteeeeeer!!!!”

diye haykırıyor milyonlarca insan Türkiye’de.. AKP – RTE bu feryat ve çığlıkları duymaz ve görmez mi? Yoksa istedikleri bu mudur gerçekte ?? Hangisi, hangisi??

Unutulmasın ki; en koyu karanlık ve en uzun gecelerin bile sabahı vardır.. Her şeye karşın sabah güneş gene doğacaktır.. En uzun kışlar bile bahara – yaza gebedir.. AKP – RTE, artık fren yapılması gereken kırmızı çizgileri kezlerce ve fütursuzca çiğnemeye derhal son vermelidir.

Sevgi ve saygı ile.
15 Kasım 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

NET HATA NOKSAN – HAYALET PARA


NET HATA NOKSAN – HAYALET PARA

PORTRESİ

 

Av. A. Erdem Akyüz
erdemak@gmail.com
H
ukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı

 

Net hata noksan” yani İngilizce adı ile “Net errors and omissions

Ne İngilizcesi, ne Türkçe’si bize bir şey ifade etmiyor.

Bana göre; hukukta, ekonomide, siyasette ve kamu yönetiminde mahsus böyle yapıyorlar ki kimse bir şey anlamadan yutturup gitsinler diye.

Ve öyle de oluyor.

Netice ve özet olarak, net hata noksan “nereden gelip, nereye gittiği belli olmayan” para imiş.

Millet “kara para” diyor da, bana göre “hayalet para”.

ŞÖYLE DÜŞÜNELİM:

Her bireyin ve her ailenin bir gelir gider hesabı vardır. Ay sonunda oturulur ve hesap yapılır. Aile bireylerinin gelirleri alt alta yazılır toplanır. Sonra giderler düşünülür, alt alta yazarak toplanır. Böylece o ay içinde, insanların ne kadar para kazandığı ve ne kadar harcadığı görülür.

Bu hesap genellikle “-” eksi bakiye (AS: artık) verir.

İnsanlar borca girmiştir. Kredi kartlarıyla harcamalar yapılmıştır ama ödenmemiştir.
Yapılması gereken bir sürü iş, alınması gereken bir sürü şey vardır ama alınamamıştır.

Biraz tartışma ile aile bireyleri suratları asık bir şekilde yatmaya giderler.

Pek az olarak da, bazı aylarda, gelir; giderden fazla gözükür. Yani ellerinde para olacaktır ama bu para bulunamaz. Hatırlanmayan yerlere harcanmıştır. Aile bireyleri gene biraz tartışırlar, sonra unuturlar.

Pek ender olarak da, artan para ortadadır. Yani keyifleri yerindedir ama bu paranın harcanacağı kırk türlü yer bulunur. Hesap gene tutmaz.

Devletin hesabı da böyledir.

Şu farkla ki; devletin hesabı senelerden beri, nereden geldiği, ne olduğu bilinmeyen miktarda fazla vermektedir. Hem de öyle, üç beş kuruş değil; milyar dolarlar.

Üç, dört seneden beri artarak yükseliş gösteren bu giriş, şimdiye dek Türkiye Cumhuriyetinde görülmeyen bir düzeye yani “rekor’a” yükselmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) 2015 yılı Temmuz ayına ilişkin ödemeler dengesini açıkladı. Yılın ilk altı ayında Türkiye’ye 9 milyar dolar kaynağı belli olmayan nakit girişi (Net hata noksan!) olmuş.

Böyle hataya can kurban” diyeceksiniz ama durum öyle değil.

BİR BAŞKA HESAP

Deminki aile hesabına dönelim ve biraz değişik bir gözle bakalım:

Ay sonunda aile bireyleri oturur, gelir gider hesaplarını yaparlar. Bakarlar ki, büyük harcamalar yapılmıştır. Gene de ortada fazladan para vardır. Gelirleri bu kadar değildir. Gelirlerinden fazla para harcamışlardır. Gene de ellerinde çok fazla para vardır. Ekonomik deyimi ile ortada tam bir “Net hata noksan” söz konusudur. Bu para nereden geldi diye birbirlerinin yüzlerine bakarlar. Koca, biraz sıkılarak, biraz da övünerek “Geçen ay büyük bir ihale yapmıştık, ihaleyi alan firma ‘şey yaptı’ da” der. Paranın kaynağı bulunmuş, insanlar rahatlamıştır. Şimdi bu parayla gidilecek yerler, alınacak yerler düşünülür.

Bir ay sonra yeniden hesaba oturulur. Gene fazla para çıkmıştır. Herkes döner ve aile reisi kocaya bakar. Baba bu defa, ellerini çaresiz bir şekilde açar. Birbirlerine bakarlar.
Anne biraz utangaç, sıkılarak söz alır : “Geçen ay biriyle tanıştık ‘şey oldu’ da” der.

SÖZÜM MECLİSTEN DIŞARI…

İşte net para girişi, böyle bir net noksan neticesi oluşur.

İşin şaşılacak bir başka yönü de; bu net hataya neden olanların halen görevde ve
başta olmalarıdır.

Net hata noksan hesabının “pozitif” olması, ülkeye hangi kalemler aracılığı ile ne olduğu bilinmeyen bir döviz girişini gösterir.

Net hata noksan kaleminin “negatif” olması ise hangi kalemler ile ve ne olduğu bilinmeyen
bir döviz çıkışını gösterir.

Bu “net girişin” bir de “net çıkışı” olacaktır. Çünkü para babaları; satın aldıkları yerde,
bütün değerleri tükettikleri ve ortada satın alacak bir şey kalmayınca bavullarını toplar giderler.

Bir gün, bir sabah, kalkmışsınız bakmışsınız ki ortada yalnızca “şey” kalmış.

===============================

Teşekkürler dostumuz Sayın Av. Erdem Akyüz’e…

Bir iktisatçı yetkinliğiyle, bizlere kumarhane kapitalizminin yüz kızartıcı sefilliklerinden
birini açıklamış..

AKP iktidarı geçtiğimiz aylarda, yurt dışından getirilecek dövizde sınırı kaldırdığı gibi,
kaynağının sorulmasına da son verdi.. Kara – kirli para aklamaya kapıları açtı!

Böylece, nasıl kazanıldığı belirsiz her türlü kara paranın ülkeye girişi serbest oldu..
Mafyasından gladyosuna, PKK‘sından yabancı istihbarat örgütlerine, vergi kaçakçısından uyuşturucu tecimenine (tacirine)…. dek her-kes bavulunu doldurup bu ülkeye sokabilir ve
yasal – yasadışı etkinliklerinde kullanabilir..

MASAK, Hazine, TCMB, SPK … seyreder..

Sonra da “PKK bu paraları nereden buluyor?” diye saf saf sorarsınız.

AKP neden böylesine karanlık bir yolu seçti?

Çünü cari açık sürdürülemiyor!..
Döviz açığı  muazzam ve kapatılamıyor..
Kamu – özel dış borçları, dış ticaret açığı döviz açığı (cari açık) doğuruyor ve ;
rakam 50 (elli) milyar dolara koşuyor..
Hele yükselen kurlarla çevrilebilir olmaktan çok uzak

İşte ekonomide zaaf ardından böylesine yaşamsal ödünleri getirir..
Cari açık salt ekonomik bir makro büyüklük değildir;
aynı zamanda küresel sermayenin politik kaldıracıdır (manivelasıdır)..

Türkiye üretmeli, yerli malı kullanmalı, tasarruf etmeli ve ayağını yorganına göre uzatmalıdır. Borç alan emir alır, asla akıldan çıkarılmamalıdır.
İşte AKP’nin durumu : 13 yılda toplam borcu 221 milyar Dolardan 3 katına çıkarırsanız, ipleriniz tümüyle Batı’ılı bankerlerin ellerine geçer ve ululsal politikalar güdemezsiniz.
Emperyalizmin oyuncağı olur, ülkeniz ihanet edersiniz; ne var ne yok peş keş çeker –
talan edersiniz; adına “özelleştirme” diyerek kendinizi ve halkı kandırmaya çalışarak..
Tefeci fiyatına el koyar alacaklılar ülkenin en stratejik kurumlarına bile..
Sonra sizi saraylarınızda bile 24 saat izler ve dinlerler..
Şantaj yaparlar, bütünüyle avuçlarının içine alırlar..

Size acımıyoruz da olan Ülkeye olur..
Ama sonunda bedelini mutlaka ama mutlaka siz de ödersiniz..
Ya ülkenizin halkı uyanıp sizi alaşağı eder, hesap sorar ya da emperyalizm kullanır kullanır, sümüklü mendil gibi çöpe atar..

Bir kez daha bizden uyarması..

Sevgi ve saygı ile.
22 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BAYRAK KRİZİ GELECEK DEPREMİN HABERCİSİDİR


HUKUKUN EGEMENLİĞİ DERNEĞİ
Society of Law Sovereign-
Societe du Droit Souverain-
Verein Des Souveraenen Rechts

erdem_akyuz

Dernek Başkanı Av. Erdem AKYÜZ

BAYRAK KRİZİ GELECEK DEPREMİN HABERCİSİDİR

BAYRAK İNDİRME OLAYI BUZDAĞININ GÖRÜNEN YÜZÜDÜR

Diyarbakır 2. Hava Kuvveti Komutanlığı’nda gönderinden indirilen bayrak olayının
büyük yankı bulması üzerine bir açıklama yapan
Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı Av. A. Erdem Akyüz;

  • “Bayrak krizi gelecek depremin habercisidir, bu olay buzdağının
    görünen yüzüdür, altında daha büyük ve köklü nedenler yatmaktadır.”
    dedi.

Av. Akyüz,

  • “Güneydoğu’nun büyük illeri arasında karayolları günlerden beri kapalıdır.
    Teröristler, bölücüler yolları kapatıyor, araçların kontak anahtarlarını alıyor,
    kimlik denetimi yapıyorlar. Askeri kışlalara, polis karakollarına saldırıyor, baraj, havaalanı, karakol inşaatlarını durduruyorlar. Büyük kentlerde belediye otobüslerinin yolu kesilip ateşe veriliyor.

    Ülke; kan, barut, ateş, yolsuzluk içinde.

    Bütün bu olaylara gözünü kapatıp, bayrak indirme olayının
    bir kriz gibi yansıtılması yanıltıcıdır.

    Buzdağının altında yatan asıl nedenlere inilmesi ve
    bunların kökten çözülmesi zorunludur.” ş
    eklinde açıklamalar yaptı.

Av. Akyüz,

  • “Bayrak indirme olayı, ülkeyi sarsacak daha büyük depremlerin habercisidir.
    Bu olayın kökeninde; yıllar öncesinde ‘Yakında iyi şeyler olacak’ diye başlatılan süreç ve onu değişik adlarla izleyen ‘Uyum süreci’ ve ‘Açılım Süreci’ yatmaktadır.

    Bayrak indirme olayı bir başlangıç değil, izlenen sürecin sonucudur.

    Terör olaylarının ve bunu kınayan görüşlerin ‘Açılım Sürecini baltalayan görüşler’ olarak nitelenmesi tümüyle hatalıdır.”
    dedi.

Olayın sorumlusunun yanlış yerde arandığına dikkat çeken Akyüz,

  • “Bayrağı indirene engel olmayan ve ‘o kişiyi indirmeyen’ askeri kişiler aldıkları emri yerine getirmektedirler. Yani tümden savunmaya çekilmişlerdir. Zaten daha önceki olaylarda teröristleri ‘indirenlerin’ silahlarına el konulmuş ve bir bölümü gözaltına alınmışlardır. Yetkililerce atılan hamasi nutuklar bu sorunu çözmeye yeterli değildir. Köklü ve etkili önlemler alınmalıdır.” dedi.