Etiket arşivi: Uluç Gürkan

ERMENİ SOYKIRIMI EMPERYALİST İFTİRA..

Dostlar,

Aşağıda duyurusunu yaptığımız konferansımız 3 Mayıs 2013 günü CHP Altındağ İlçe Merkezinde gerçekleşmişti. 85 yansı ile 1,5 saat süren kapsamlı sunuşumuzu katılımcılar sabır ve ilgiyle izlediler. Ardından da epey soru ve katkı.. Bu sunuyu power point olarak sitemizde sizlerle bu gün de paylaşmak istiyoruz.

Tarihsel ve bilimsel gerçeklere dayalı sunu içeriğinin yararlı olmasını dileriz.


Ermeni_Soykirimi_Emperyalist_iftira_Altindag_CHP

Büyük ATATÜRK‘ün SÖYLEV‘inde soruna epey yer ayırdığı yansılarda görülecektir.
Ayrıca Kemal Paşa’nın Amiral Bristol‘e konuya ilişkin mektubu da tarihsel gerçekleri
apaçık ortaya koyuyor. O önemli mektuptan bir alıntı (7 Mart 1920) :

  • “…Müttefikler insanlara eşit davransa,
    Ermenileri kimi görevlere atayıp silahlandırmasa,
    çatışmalar çıkmazdı. Müttefik ordularına ve Amerikan yönetimine Ermeni katliamı propagandasıyla ilgili gerçek konusunda Dünya kamuoyunu aydınlatma ve
  • Türk halkının adını alçak ve iğrenç suçlamalardan temizleme çağrısında bulunuyoruz…”

Ermenistan’ın ilk başbakanı O. Kaçaznuni’nin itirafları da belgelerle ortada..
Asıl kırıma uğrayanlar Türkler!..

AKP hükümetinin sözde Ermeni soykırımı suçlamasını reddetmeye çabalarken bin dereden su getirme kıvranışı ne denli hazin..

  • Üstelik, 15 Ekim 2015’te kesinleşmiş, kapı gibi AİHM kararı da elimizde iken..

Ayrıca bu gün, web sitemizde değerli tarih araştırmacısı dostumuz Sn. Ahmet Gürel’in yazısına da yer verdik : Emperyal algı ve olgular | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

***
Eski TBMM Başkanvekili Sn. Uluç Gürkan‘ın katkıları da çok değerli :

  • Sözde soykırım iddiaları Malta’da denize döküldü

Eski TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan, sözde soykırım iddialarına ilişkin 1921’de İngilizlerin yürüttüğü Malta yargılamasına dikkat çekti. Yargılama sonucu “suçlamaların yeterli kanıtlarla desteklenmediğini, desteklenme olanağının da kalmadığını” söyleyen Gürkan, “Soykırım iddiaları Malta’da denize dökülmüştür” dedi.

Sözde soykırım iddiaları Malta’da denize döküldü

24 Nisan 1915’in yıldönümünde Ermeni diasporasının da baskısıyla “soykırım” iddiaları yeniden gündeme getirildi. Konuya ilişkin çalışmaları bulunan eski TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan, yargılamaları Cumhuriyet’e anlattı.

Soykırım hükmünün yalnızca yetkili mahkemeler tarafından usulüne uygun yargılama ile kurulabileceğini işaret eden Gürkan, “Ermeni soykırımı iddialarını doğrulayan herhangi bir yetkili mahkeme kararı yok. Tam aksine olmadığını ortaya koyan bir yargı kararı var” diye konuştu. Gürkan, 1. Dünya Paylaşım Savaşı sonrasında, İstanbul işgal altındayken İngilizlerin savaş döneminin İttihat ve Terakki iktidarının yetkilerini Ermeni katliamı gerekçesiyle “yargılayıp cezalandırmak” üzere İstanbul’da Divanı Harbi mahkemeleri kurdurulduğuna dikkat çekti.

Bu mahkemelerde savunma hakkının kısıtlı olduğunu, temyiz hakkının ise olmadığını vurgulayan Gürkan, şunları kaydetti: “Bu mahkemelerin kararları, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserleri’nin bile tepkisini çekmiş, Londra’ya gönderilen telgraflarda, yargılamalar ‘maskaralık’ olarak tanımlanmış, ‘sonuçlarına hiçbir biçimde güvenilemeyeceği’ belirtilmiştir. İngilizlerin bu tutumu sonrasında Divanı Harp kararları için yeniden yargılama ve temyiz yolu açılmıştır.”

Hafif cezalarla ilgili bütün temyiz yargılamalarında beraat kararlarının verildiğini, ağır cezalar için öngörülen yargılamanın yenilenmesi içinse herhangi bir Osmanlı mahkemesi kurulmadığını aktaran Gürkan, “Yeniden yargılamayı İngilizler üstlenmiştir. Divanı Harp mahkemesinin ağır cezaya hükmettiği tutuklu Türkler bu amaçla yeniden yargılamak için Malta’ya götürülmüştür.” dedi. Yargılamayı başlatmak üzere Londra’daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nca soruşturma başlatıldığını aktaran Gürkan, “Kraliyet Başsavcısı, 29 Temmuz 1921’de, Dışişleri Bakanlığı’na Malta’daki Türk tutuklular hakkında ‘yapılan suçlamaların mahkûmiyetlerine esas olacak yeterli kanıtlarla desteklenmediğini, desteklenme olanağının da kalmadığını’ bildirmiştir. Kraliyet Başsavcısı’nın bu kararı, kovuşturmaya yer olmadığını belirleyen takipsizlik hükmüdür” ifadelerini kullandı. Hukuksal temeli olmayan, tarihsel gerçeklerle de uyuşmayan soykırım savlarının uluslararası yargı organları tarafından da reddedildiğini vurgulayan Gürkan,

  • “Soykırım iddiaları Malta’da denize dökülmüştür” dedi.

Cumhuriyet‘te Sn. Dr. Alev COŞKUN da konuyu yetkinlikle irdeledi :

Son olarak AİHM’nin kesinleşmiş kararını ekleyelim                           :

Birleşmiş Milletler 1948 Sözleşmesine göre ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2. Dairesi’nin 17 Aralık 2013 günü açıkladığı ve yine AİHM Büyük Daire’nin 15 Ekim 2015 günü açıkladığı Perinçek-İsviçre Davası kararlarına göre;

  • Soykırım, Birleşmiş Milletler 1948 Sözleşmesinde açıkça tanımlanmış olan bir suçtur.
  • Soykırım suçunun varlığına, ancak eylemin yapıldığı ülkenin yetkili ceza mahkemesi veya yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi (Lahey Adalet Divanı) karar verebilir.
  • 1915 olayları sırasındaki eylemlerle ilgili yetkili ceza mahkemeleri Türkiye’nin yetkili ceza mahkemesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’dir.
  • Parlamentolar, hükümetler, belediyeler, akademik kuruluşlar, üniversiteler vb. herhangi bir eylemin, örneğin karşılıklı kırımın soykırım suçunu oluşturduğu konusunda hüküm kuramazlar, karar veremezler.
  • 1915 olayları sırasında soykırım suçu işlendiğine ilişkin yetkili mahkeme kararı olmadığı için, “Ermeni soykırımı”ndan söz etmek hukuk dışıdır…

Sevgi ve saygı ile. 24 Nisan 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

Alternatif ekonomi modeli

Geniş halk kitlelerini derinden etkileyen olağan dışı bir ekonomik krizin içindeyiz. Salgını dahi unuttuk, geçim derdindeyiz. Ekmekten suya, yaşamın her alanında fiyat artışları karşısında çaresiziz. Tepkimizi bir süredir kamuoyu araştırmalarıyla göstermeye çalışıyoruz.

Araştırmalarda ekonomi “ülkenin en büyük sorunu” olarak açık arayla ilk sıradaki yerini koruyor. İPSOS’un son araştırmasında %90 çıtasını da aşmış. 2. sıradaki salgın %10’u bile bulamıyor…
***
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, buna rağmen (karşın) oldukça iyimser.

Türkiye’nin krizden en az etkilenen ülkelerden olduğunu” söylüyor. “İsteyen herkesin çalışacak işi var” diye de ekliyor.

Çarşı, pazar böylesi bir iyimserliği doğrulamıyor. “İsteyen herkesin çalışacak işi var” sözünün de en azından şimdilik TUİK’in istatistiklerinde bile karşılığı yok.
***
Kriz bazı iktisatçılar tarafından “stagflasyon” diye adlandırılıyor. “Durgunluk içinde yüksek enflasyon” olarak kavramsallaştırılıyor. Peki doğru mu bu?

Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu krize “stagflasyon” denilmesini eksik ve yetersiz bulanlar olduğu gibi, böylece krizin doğallaştırıldığını, yapısal nedenlerinin ve toplumu yoksullaştıran sonuçlarının gizlendiğine dikkat çekenler de var.

Klasik ekonomi literatüründe “durgunluk” kavramı ekonomide üretimin düştüğü ya da en azından artmadığı bir ortamı, “yüksek enflasyon” kavramı da fiyatların hızla arttığı bir dönemi tanımlanıyor.

Bugün Türkiye’de döviz şoklarıyla birlikte yaşanan fiyat artışları, halk diliyle hayat pahalılığı “stagflasyon” tanımıyla örtüşüyor. İstihdamdaki ve üretimdeki daralmalar bağlamında da  herhangi bir tanım uyumsuzluğu görülmüyor. Ancak, büyüme konusunda “stagflasyon” tanımı yerli yerine oturmuyor.

Büyümenin “stagflasyon” olarak kabul görmesi için belirli bir süre -/+ 1 aralığında ya düşmüş ya da yerinde saymanın en fazla bir adım ilerisinde artmış olması gerekiyor.

Türkiye’nin büyümesi -/+ 1 aralığında değil. Çok ama çok farklı.

TUİK’in resmî açıklaması, 2021’de ekonominin % 11 oranında büyüdüğü yolunda. Böylece son beş yılda salgına ve döviz krizlerine rağmen (karşın), TUİK verilerine göre ekonomimiz yıllık %4’lük bir büyüme ortalamasına ulaşmış oluyor.
***
TUİK verileri aynen enflasyonda olduğu gibi, büyüme konusunda da ne kadar güvenilir, bu ayrıca tartışılabilir. Ancak bu tartışma, yüksek büyüme oranlarıyla gündeme gelen bir dizi temel soruyu gölgelememeli. Ekonomi dünyasının efsane hocası Prof. Korkut Boratav soruyor:

· 2021’de Türkiye ekonomisi %11 büyüdü. O zaman sokaklar niçin tepkilerle doldu? Neden işçiler sokaklara indi? Yakılan elektrik faturaları neden?
· Türkiye ekonomisi son beş yılda salgına ve döviz krizlerine rağmen yıllık %4’lük bir ortalama ile büyümüş oluyor. Bu tempoda bir büyümeye rağmen mutlak yoksullaşma, gelirleri aşan enflasyon, işsizlik, istihdamdan kopma, reel ücretlerde erime, diplomalı işsizler nasıl açıklanabilir?

Prof. Boratav sorularının yanıtını da kendisi veriyor:

  • “Tek bir yanıt var: Türkiye son beş yılda iktisat tarihi boyunca benzerine hiç rastlamadığımız bir bölüşüm şokuyla karşılaştı.

Son beş yılın milli gelir verilerine göre ücretlilerin net hasıladan aldığı pay 6,2 puan eridi.

Demek ki ekonomi büyürken Türkiye’nin emekçi halkı mutlak yoksulluğa sürüklendi. Tüm emekçi katmanlar, işçi sınıfını, küçük esnaf ve köylüyü içine alan büyük bir kitle, gelir kayıpları yaşadı.”
***
Kamuoyu araştırmaları da doğruluyor Prof. Boratav’ı…
Son bir yılda hane gelirlerinin azaldığını söyleyenler çoğunluğa ulaşmışlar.
Ancak, yaşanan bunca soruna, yoksulluk ve işsizliğe rağmen bu çoğunluk sandıkta aynı oranda karşılık bulmuyor.

Bunun bir nedeni toplumun yorgunluk ve bıkkınlığı. Kendini yorgun ve bıkkın hissettiğini dile getirenlerin oranı %60’ın üzerinde. Bu yorgun kitle aynı zamanda yılgın da… Gelecekten umutsuzlar. Çoğunlukla yakın gelecekte ekonomik durumlarının daha kötüye gideceği kaygısını taşıyorlar. Siyasetten de umutlarını kesmiş gibiler. “Bu sorunları kim çözer” diye sorulduğunda kararlı bir duruş gösteremiyorlar.

Çözümü AKP’de aramıyorlar. Ancak, “çözü muhalefet” de demiyorlar.

Kendisini geleceğin iktidarı ilan eden Millet İttifakı, Türkiye’yi daha iyi yönetecekleri konusunda henüz toplumu ikna edebilmiş değil. Millet İttifakı’nın ülkeyi yönetmeye hazır olduğuna inananların oranı “oy vereceğim” diyenlerin 5 puan kadar altında. Kamuoyu araştırmacıları, muhalefetin halkta heyecan yaratacak politikalar üretemediğine, somut projeler ortaya koyamadığına dikkat çekiyor. Gerçekten de muhalefetin, “yolsuzlukları önleyince her şey çok güzel olacak” demek dışında alternatif bir ekonomi politikası yok.

Şimdilik sadece belediyelerin bazı, o da ister istemez sosyal politikalarla sınırlı çalışmalarıyla avunuluyor.
***
Muhalefet daha fazla gecikmemelidir. Alternatif (seçenek) ekonomi politikasını ortaya koymalıdır. Hiç kuşkusuz, nas temelli faiz politikasından vazgeçilmesi, ekonomi yönetiminin yolsuzluklardan arındırılması önemlidir. Yollar ve köprülerdeki araç, havaalanlarındaki yolcu, şehir hastanelerindeki hasta sayılarıyla ilgili uçuk taahhütlerin kamu yararı doğrultusunda düzenlenmesi büyük finansal rahatlama sağlayacaktır.

Ancak, muhalefetin alternatif (seçenek) politikası bununla sınırlı kalmamalıdır. Mevcut neoliberal küresel ekonomi politikalarından vazgeçilmediği sürece, yoksullaştırılmış halk kitleleri sahiplenilemez. Onların gayrisafi milli net hasıladan aldıkları pay yükseltilemez.

Bunu gerçekleştirmek için kamu yararını önceleyen, büyümeyi kalkınmaya dönüştüren alternatif bir ekonomi modeli uygulanmalıdır. Türkiye böyle bir modeli 1931-38 yılları arasında uygulamıştır.

  • 1929 Dünya Ekonomi Buhranı sonrasında ana omurgası planlama olan üretim odaklı karma ekonomi düzenine geçmiştir.

Bu düzen, özel sektör için yönlendirici, kamu sektörü için emredici olan devlet güdümlü bir kalkınma stratejisidir. Anılan dönemde bu stratejiyle bir yandan Osmanlı’nın borçları ödenirken öbür yandan yabancıların elinde olan sanayi, ulaşım gibi sektörlerde, su, demiryolu, tramvay, rıhtım, kömür madeni, telefon, elektrik, havagazı, bakır madeni, kömür madeni işletmeleri millileştirilmiştir. Yeni yatırımlarla da olağanüstü bir sanayileşme atılımı başlatılmış, bugün ucuz bedellerle satılan çok sayıda fabrika kurulmuştur.

Kısacası, 1929 Dünya Ekonomi Buhranı Türkiye için fırsata çevrilmiştir.

Unuttuğumuz, bize unutturulan bu başarı, dün olduğu gibi bugün de toplumda daha iyi gelecek umudunu yeşertecek, istenmeyen durumları değiştirme azmini pekiştirecek derslerle doludur. Bu dersler, muhalefetin yorgun ve bıkkın, gelecekten umudunu kesmiş geniş halk kitlelerini ikna etmesinin anahtarı olabilir

Önyargıları aşmak

Uluç GÜRKAN
ESKİ TBMM BAŞKANVEKİLİ

24 Nisan 2021 Cumhuriyet

Türkiye, Ermeni soykırımı iddialarına karşı siyasi iradesini ortaya koymalıdır. Tribünde oturup şu ya da bu parlamento, devlet ya da hükümet başkanı “soykırım” dediğinde “Bizim için yok hükmündedir” türü tepkiler yasak savmaktan öteye gitmez.

Türkiye sıradan bir devlet değildir. Yakın zamana kadar, dünyaya başı dik olarak bakabilmiş, sözünü dinletebilmiştir.

Kuruluş yıllarında, Milletler Cemiyeti’ne, kendisi başvurmadan üye yapılan tek ülke Türkiye’dir. Ötesinde, öncülüğünü yaptığı Balkan Antantı ve Sadabat Paktı ile çevresinde İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin de saygı göstermek zorunda kaldığı barışçıl bir güvenlik kuşağı oluşturmuştur.

NET DURUŞUN KAZANIMLARI

Lozan’da çözüme kavuşturamadığı Boğazlardaki egemenliğini 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile, Hatay’ın anavatana katılmasını da 1939’da silaha başvurmadan barışın zaferi olarak çözüme kavuşturmuştur.

Çok partili dönemde de 1970’li yıllarda önce haşhaş ekim yasağını kaldırarak ABD’ye kafa tutmuş, 1974 Barış Harekâtı ile Kıbrıs’ta iki ayrı devlete giden yolu açmıştır. Bunları yaparken ABD’nin silah ambargosuna boyun eğmemiş, misillemeleriyle ABD’yi geri adım atmaya zorlamıştır.

1980’li yılların ikinci yarısında, ABD Kongresi’ne birbiri ardına sunulan Ermeni soykırımı tasarılarını, ABD’nin Türkiye’deki askeri ayrıcalık ve kolaylıklarına kısıtlama koyarak başarıyla püskürtmüştür.

1990’lı yıllarda da Ege’nin Yunan gölü olmasına izin vermeyeceğini, gerekirse savaşacağını dünyaya kabul ettirmiş, Avrupa Birliği’nin tam üyelik adaylığına kabul edilmesi için dayatılan Ege ve Kıbrıs koşulunu reddederek AB’yi de dize getirmiştir.

BÖLGE MERKEZLİ DIŞ POLİTİKA

Türkiye, kimilerince “çömez devlet” denilerek küçümsenmeye çalışılan 1920’li ve 1930’lu kuruluş yılları ile “güçsüz devlet” diye aşağılanmak istenen 1970’li ve 1990’lı yıllarda, gerçekte bir dünya oyuncusu olarak öne çıkmıştır. Anılan yıllarda başarıyla uygulanan bölge merkezli dış politika Türkiye’yi “dünya politikasında bölgesel bir güç ve pivot devlet” olarak ortaya çıkarmıştır.

Bölge merkezli dış politikanın temel ilkesi komşularımızla ve yakın bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler içinde olmaktır. Böylece çevremizde bir güvenlik kuşağı oluştururken bölgemizde barışın ve işbirliğinin öncüsü olabilmiştik. Bölgesel ihtilaflarda, örneğin Suriye ile İsrail arasında dahi arabulucu hatta hakem rolü üstlenebilmiştik.

Bölgemizdeki bu sağlam konumumuzdan aldığımız güçle dünyaya başı dik olarak açılabilmiş, Birinci Dünya Savaşı’nda bizi Avrupa’dan sonra Anadolu’dan da kovarak yok etmeye kalkışmış olan Batılı devletlere sözümüzü dinletebilmiştik.

Türkiye yükselen bir dünya gücü olarak kendisini bugün de ortaya koyabilir. Mezhepçi yaklaşımları terk edip bölge merkezli dış politikasına yeniden işlerlik kazandırması halinde, bölgesinde yaşadığı yalnızlıktan kolayca kurtulabilir ve yitirdiği caydırıcılığını yeniden kazanabilir.

Bu ortamda Türkiye, Ermeni soykırımı iddialarını da başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin din temelli ırkçı önyargılarının siyasi takıntısı olmaktan kurtarabilir. Tarihin önyargılarla çarpıtılarak güncel politikaya dönüştürülme girişimlerini kolaylıkla engelleyebilir.

Bunun için soykırım iddialarının asılsızlığını tarihi ve hukuki gerçekler temelinde belgelendiren bir devlet politikasının oluşturulması gereklidir.

Türkiye, bu politikanın oluşturulması ve etkin biçimde uygulanması için gerekli belge, bilgi ve beyin gücüne sahiptir. Yurtiçinde ve yurtdışında Ermeni sorunu üzerinde çalışan gönüllüler, devletin hiçbir desteği olmaksızın, 2000’li yıllar itibariyle

soykırım iddialarının hukuksal açıdan hiçbir temelinin bulunmadığını belgelendirmiştir.

Bunun uluslararası yargı kararlarına yansıması da sağlanmıştır.

DEVLET İRADESİ GÖSTERİLMELİ

Gönüllülerin bireysel çabalarıyla tarihsel açıdan da denge her geçen gün Türkiye’nin lehine gelişmektedir. Ancak siyasal bağlamda soykırım lobisinin üstünlüğü dünya genelinde bütün ağırlığıyla sürmektedir.

Bu noktada Türkiye’nin devlet olarak siyasi iradesini ortaya koyması kaçınılmazdır. Tribünde oturup şu ya da bu parlamento, devlet ya da hükümet başkanı “soykırım” dediğinde “Bizim için yok hükmündedir” türü tepkilerle yetinmek yasak savmaktan öteye bir anlam taşımamaktadır.

Devletin tribünden sahaya inmesi, gönüllülerin bilgi, belge ve beyin gücünü de seferber edecektir. Bu seferberlik gerçekleştiğinde tarihsel açıdan haklılığımızın pekişmesi fazla zaman almayacağı gibi, din ve etnik temelli önyargıların aşıldığı bir siyasi denge de mutlaka kurulacaktır.

Ahmet Taner Kışlalı’yı ve Cumhuriyet’i anmak

Ahmet Taner Kışlalı’yı ve
Cumhuriyet‘i anmak

portresi_resmiEmre KONGAR
Cumhuriyet
, 21.10.2016

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bir yandan Başkanlık Rejimi atılımı, öte yandan Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet değerlerine karşı sistematik bir yıpratma kampanyası: Türkiye Cumhuriyeti ciddi bir saldırı altında!
                                                             ***
Cumhuriyet değerleri denince akla gelen isimlerin başında yer alır Ahmet Taner Kışlalı!
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti’ni geriye götürmek isteyen faşist katiller tarafından Cumhuriyetçi, Demokrat, Atatürkçü kimliğinden dolayı öldürülmüştür! 
Atatürkçü Düşünce Derneği, sevgili dostum Aziz Kışlalı’yı katledilişinin 17. yılında anıyor: Bugün saat 09:30 da, Çayyolu’nda Engürü Sitesi’ndeki evinin önünde toplanılarak mezarına gidilecek. Saat 18:00’de de Çankaya Belediyesi Çayyolu Ek Hizmet Binası Toplantı Salonu’nda da bir panel ve bir dinleti var. Panele Uluç Gürkan (Gazeteci-Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Bşk. Yrd.) ve Işık Kansu (Cumhuriyet Gazetesi yazarı) katılıyor; dinletinin sanatçıları ise soprano, Damla Kışlalı ve piyanoda, Melahat İsmayilovaAtatürkçü Düşünce Derneği’ni bu anlamlı anma töreni için kutluyorum.
                                                            ***
Ankara valisinin toplantıları yasaklamasına karşın kutlanacak olan Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla “Pembe Köşk” olarak bilinen İSMET İNÖNÜ EVİ, 29 Ekim – 4 Aralık 2016 tarihleri arasında her gün saat 10:00-12:00 ve 13:00-17:00 arasında okullara ve halkın ziyaretine ücretsiz olarak açılıyor. Pembe Köşk’te yılda iki kez yapılan sergilerde hep güncel konular seçiliyor. Bu yıl da, Türk Eğitim Sistemine yapılan saldırıların güncelleştirdiği eğitim sorunlarımız dolayısıyla Kurtuluş Savaşı döneminde başlayan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında devam eden eğitim çalışmaları ele alınmış. Açılan sergi “Genç Cumhuriyetin Eğitim Mucizesi” adını taşıyor. Bir de çok çok önemli bir konuşmacı var:
Bu mucizeyi bizzat kendi yaşamış, hocaların hocası, benim de hocam olan, Prof. Dr. Nermin Abadan-Unat 27 Ekim Perşembe günü saat 17:00’de “Cumhuriyet Eğitim Politikasının Atılımları” konulu bir konferans verecek. Bu etkinlikler için, Başkan Özden Toker’in şahsında İnönü Vakfı’nı kutluyorum.
                                                            ***
Keşke Ankara’da olabilseydim ve hem Ahmet Taner Kışlalı’yı anma törenlerine, hem de Nermin Abadan Unat’ın konferansına katılabilseydim… Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, insanlık çizgisinde, tarih önünde, haklı ve doğru olduğu için, Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyeti ve Demokrasiyi kimse çağdaşlık yolundan geri çeviremeyecek!
==================================
Dostlar,

Üstadımız Sn. Prof. Dr. Emre Kongar, bu yazısıyla bizim de duygu ve düşüncelerimizi aktarmış. 21 Ekim günleri, yakın dostumuz – dava arkadaşımız sevgili Ahmet Taner Kışlalı’nın acısı içimizi kaplar..

ahmet_taner_kislali_portresi_gul_ile

Her şeye karşın, bu topraklarda ve Dünya coğrafyasında İNSANIN İNSANLAŞMASI = AYINLANMA savaşımı durdurulamayacak.. İnsan aklı giderek gelişecek ve özgürleşecek. Bilimsel akılcılığı şaşmaz ana pusula yapacak kendisine. Temel İnsan Hak ve Özgürlükleri giderek genişletilecek. İnsanlık onuru, emperyalistleşen vahşi – kumarhane kapitalizmini tarihin çöplüğüne atacak.

Büyük ATATÜRK‘ün kaydettiği üzere;

  • ..Emperyalizm ve sömürgecilik yeryüzünden silinecek, tüm dünya insanlarının bir arada ve kardeşçesine yaşadığı bir tatlı dünya düşü gerçekleştirilecektir..Karanlıkların yarasaları olsa olsa bu determinisitk gidişi yer yer geciktirebilirler, hepsi bu denli! Ancak bu aşamaların daha hızlı ve daha az bedelle geçirilebilmesi için AYDIN SORUMLULUĞU ve öncülüğü evrensel bir yüküm olarak omuzlarımızda, tüm hücrelerimizde.

    Sevgi ve saygı ile. 21 Ekim 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
    ============================

    Dostlar,,

    Kavruk yüreğimizle bu yazıyı 1 yıl sonra aynen yayınlıyoruz bir kez daha…

    Sevgi ve saygı ile. 21 Ekim 2017, Ankara

  • Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com 

ADD’den açıkoturum : “Gazi Meclisin ve Milletin Kanaat Önderleri Konuşuyor”

Değerli Dostlarımız,
Millî Merkez Yönetim Kurulu Üyelerimiz;

– Ankara Temsilcimiz Devlet Eski Bakanı Sayın Ufuk SÖYLEMEZ 
– TBMM 20. Dönem Başkan Vekili Sayın Uluç GÜRKAN

Atatürkçü Düşünce Derneği-ADD’nin 18 Şubat 2017 Cumartesi günü Ankara’da düzenlediği “Gazi Meclisin ve Milletin Kanaat Önderleri Konuşuyor” temalı panelde yer alacaklardır.

Bilgilerinize sunar, değerli katılımlarınızı bekleriz.

Saygılarımızla,

Haluk DURAL 
Millî Merkez Genel Sekreteri

Talat Paşa Komitesi üyeleri Türkiye’ye döndü


‘Atatürk ve Venizelos’un ruhlarını rahatsız ettiler..’

Talat Paşa Komitesi üyeleri
Türkiye’ye döndü.

Dostlar,

Yoğun bir gün..

Paris’te 12 basın emekçisini öldürenler ölü ele geçirildi,
rehin ve rehineler kurtarıldı. Keşke canlı yakalansaydılar ve yargılanmada gerçekleri öğrenseydik..

Anayasa Mahkemesi, 1 yılı aşkın zamandır beklettiği sözde İstanbul Cacusluk davasında tutuklu 5 subay + 1 memur ile haklarında yakalama kararı bulunan 38 subay hakkında “hak ihlali” yapıldığı kararını sonunda verebildi.. Hem de oybirliğiyle. İlgili İstanbul Özel Yetkili Mahkemesi (kadırıldı) ve bu kararı onayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi
“gereğini düşünürler” artık..

Atina’da ulusal haklarımızı AKP Hükümetine karşın savunmaya çabalayan Talat Paşa Komitesi (TPK) üyesi 18 yiğit arkadaşımızı gönülden ve hürmetle selamlıyoruz.. Bir tarih yazmışlardır..

Ali ve Ümit Gönüldaş kardeşlerimizi özellikle.. Yunus Soner‘i de..

Sıra Strazburg’da..

Yalnız, önemli bir uyarı                        :

“Ermeni soykırımının inkarı…” diye başlamıyoruz tümceye..
Kararın İngilizcesinde “denial” (to deny) geçiyor..
Bu “red” demek.. Biz suçlu değiliz ki “inkar edelim”!..
Biz iftirayı reddediyoruz..

Açıklamalar ve görseller aşağıda..

Şimdi sıra Atina Büyükelçiliğinde görevini yapmayan ve haklı – meşru eylemi engelleyen Büyükelçi ve öbür sorumluların soruşturularak cezalandırılmasında..

2. olarak da Yunan Hükümetini BM ve AİHM katında şikayet etmek; demokratik hakları, gezi özgürlüğünü engellemekten maddi – manevi giderim (tazminat) davası açmakta..

Açıklama belki gereği gibi yapılmadı ama engelleme ters tepti bize göre; şimdi elimiz daha da güçlüdür..

Türkiye’de ULUSAL HAK VE ÇIKARLARIMIZI SAVUNAN, YURTTAŞLARINA SAHİP ÇIKAN BİR HÜKÜMET OLSA…
bunlar olur muydu sizce??

Bay RTE geçen yıl 23 Nisan’da Ermenilerden özür dilemişti!?
Ne adına? Ne işe yarıyor bu? Türkiye olarak bizim işimize yaramadığına göre ve tarihsel gerçeklere ters düştüğü halde, Bay RTE neden böyle yapıyor?

Bay RTE neye ve kime hizmet ediyor??

Soru ve sorun budur ve buradadır.

Öte yandan Batı ve öncüsü ATİNA demokrasisinin ve AB’nin demoratik insan hakları standartlarının yerlerde süründüğünü görmek acı verici..
Batı, geleneksel ikiyüzlülüğünden bir türlü kurtulamadı; bu daha da acı.

Aristo’nun, Platon’un da kemikleri çoook ama pek çok sızladı eminiz..

Sevgi ve saygı ile.
09.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Atina’dan geri dönen Talat Paşa Komitesi heyeti adına basın açıklamasını heyet başkanı E. Tümg. Naci Beştepe yaptı.
Atina’daki havaalınında Yunan polisleri tarafından sorguya alındıklarını belirten Beştepe, “Anlaşılıyor ki bizi oraya kabul etmemelerinde
Yunan makamları değil Türk Büyükelçiliği ve Dışişleri Bakanlığı’nın da payı var. Talat Paşa Komitesi olarak bu olayı şiddetle kınıyoruz.
Orada basit bahanelerle alıkonulduk. Bize Yunanca yazılı bir belge imzalatmaya çalıştılar. Belge imzalamayı reddettik. Daha sonra açıklama yapacağımız meydanda 20’ye yakın Ermeni vatandaşının toplandığını söyleyerek bizi sınır dışı ettiler. Bu bizim sınır dışı edilmemize gerekçe olamaz. Koskoca Yunan polisi bizim emniyetimizi sağlayamıyorsa vay hallerine.” dedi.

Heyette yer alan Uluç Gürkan da olayı Ankara’ya gittiğinde
Dışişleri Bakanlığı’na ileteceğini söyledi.

Atina’dan 15.30 sıralarında yurda dönen heyeti Atatürk Havalimanı’nda İşçi Partisi ve TGB üyeleri ellerinde Türk bayraklarıyla heyeti coşkulu bir şekilde karşıladı. Havalimanı’nda bir açıklama yapan Naci Beştepe, Yunanistan’ın bu tavrının Atatürk ve Venizelos’un ruhlarını rahatsız edeceğini belirterek “Savaş sonrası, Yunanistan mahkemeleri, Anadolu’yu işgal eylemi nedeniyle Yunanistan’ın üç başbakanı,
iki bakanı ve prensini “savaş suçlusu” kabul ederek ölüm cezası ile cezalandırmıştır. Tek başına bu olgu dahi, Türklerin soykırım yapmadığını göstermektedir.” dedi.

Beştepe’nin açıklamalarının satırbaşları şöyle:

YUNANİSTAN’IN KARARI
DOSTLUK KÖPRÜSÜNE HİZMET ETMEZ

– Ülkelerimiz ve halklarımız arasında iyi ilişkiler geliştirmenin,
tarihteki acıları canlandırmaktan değil, yeni dostluk köprüleri kurmaktan geçtiğine inanıyoruz. Yunanistan Parlamentosu’nun, 9 Eylül 2014 günü almış olduğu kararın bu amaca hizmet etmeyeceğini düşünüyoruz.

AİHM VE FRANSA ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

– Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Perinçek-İsviçre davasında,
17 Aralık 2013’te verdiği kararda; 1915’te savaş koşullarında yaşananların “soykırım” olarak kabul edilemeyeceğini, Doğu Perinçek’in söz konusu olaylarla ilgili olarak “soykırım değildir,
vatan savunmasıdır” ifadesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde belirtilen düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını ve suç oluşturmayacağını belirtmiştir. Fransız ceza mevzuatında yer alan benzeri düzenleme de Fransız Anayasa Mahkemesi tarafından düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı bulunmuş
ve iptal edilmiştir.

YUNANİSTAN MAHKEMELERİ MAHKUM ETMİŞTİR

Savaş sonrası, Yunanistan mahkemeleri, Anadolu’yu işgal eylemi nedeniyle Yunanistan’ın üç başbakanı, iki bakanı ve prensini
“savaş suçlusu” kabul ederek ölüm cezası ile cezalandırmıştır.

SOYKIRIM İDDİALARI EMPERYALİST BİR YALANDIR

Tarihi gerçeklere, Türk ulusunun karakterine ve uluslararası yasalara güvenerek tekrar ediyoruz:

Türk ulusu soykırım yapmamıştır;, vatanını savunmuştur.

– Bu “soykırım” iddiaları, emperyalist bir yalandır.

– “Soykırım”, parlamentoların değil, tarihçilerin araştıracağı
bir konudur.

– “Soykırım” suçlaması için uluslararası mahkeme kararı gerekir.

– Yunanistan Meclisi’nin aldığı karar esastan ve usulden yasalara ve özellikle Avrupa Konseyi üyesi olarak Yunanistan için de doğrudan bağlayıcı olan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 17 Aralık 2013 tarihli kararına aykırıdır.

Talat Paşa Komitesi olarak, Türk ulusu adına, Yunanistan Meclisi’nin aldığı bu kararı kaldırmasını talep ediyoruz. Bu karar, Türk-Yunan dostluğunu temsil eden Atatürk ve Venizelos’un ruhlarını rahatsız eder. Plato’nun, Socrat’ın, Aristotales’in torunları olan dost ve komşu
Yunan halkının bu karara itiraz etmesini bekliyoruz.

*****

İŞÇİ Partisi Genel Sekreteri Dr. Serhan Bolluk, Yunanistan Parlamentosu’ndan geçen soykırımı inkar yasasını protesto etmek ve Yunan kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla Atina’ya giden Talat Paşa Komitesi’nin bu eylemini engellemek isteyen AKP’yi ve Yunan makamlarınca Atina’ya girişlerinin engellenmesini sert bir dille eleştirdi. Bolluk’un açıklaması şöyle:

Talat Paşa Komitesi, Yunan Parlamento’sunun Ermeni Soykırımını reddetmeyi suç sayan yasayı kabul etmesi üzerine kararı protesto etmek, Yunan kamuoyunu bilgilendirmek ve “Ermeni Soykırımı Emperyaslit Bir Yalandır” demek için Atina’ya hareket etti.
Atina’ya ulaşan uçaktaki Talat Paşa Komitesi Heyeti’nde yer alan
13 kişi “özel” bir kontrole tabi tutuldu.

Kontrol sırasında heyet üyelerine basın açıklamasını Sintagma Meydanında mı yoksa otelde mi yapılacağı soruldu, meydanda yapılacağı yanıtı üzerine Talat Paşa Komitesi Heyetine Yunan makamları tarafından “Atina’ya giremeyecekleri ve 13.30 uçağı ile Türkiye’ye geri gönderilecekleri” bildirildi.

“Biz soykırım yapmadık, vatanımızı savunduk” demek için Yunanistan’a giden Talat Paşa Komitesi’nin önüne ilk dikilmeye çalışan AKP Hükümeti oldu. (AS: yazıklar olsun!)

Türkiye’nin Atina Büyükelçiği Müsteşarı Barış Kalkavan, bu eylemin merkezi bir yerde yapılmasına karşı çıktı, Türk-Yunan ilişkilerine
zarar vereceği iddiasıyla basın mensuplarının haber yapmamasını istedi.
Bu, AKP’nin, Yunanistan’da çıkan soykırım yasasını görmemeye çalışması ve milletimizden de gizlemesinden başka bir anlam taşımamaktadır. Bunun Türk Milletinin önüne dikilmek anlamına geleceğini AKP’ye bir kez daha hatırlatmak isteriz.

AKP iktidarı ve Yunan makamları Yunanistan Parlamento’sundan geçirilen soykırımı red yasası’nın protesto edilmesinin engellenmesinde, Milletimizden ve Yunan kamuoyundan gizlenmesinde birlik halinde
bir görüntü vermişlerdir.

Vatanseverler, Milletinin onuruna sahip çıkanlar, emperyalist soykırım yalanlarına karşı yıllardır mücadele ediyorlar ve bu mücadeleyi sürüdüreceklerdir.

Şimdi sırada Strazburg var. 28 Ocak 2015’te İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Türkiye’den gidecek olan vatanseverler,
Avrupa’dan gelececek Türklerle bütünleşerek AİHM’de kazanılan zaferi bu kez AİHM Büyük Dairesi’nde perçinleyeceklerdir.

Bu mücadele Avrupa’daki başkentlerde son soykırım yalanı yasaları yırtılıp tarihin çöplüğüne atılana dek sürecektir.

Türk Milletinin bu onurlu mücadelesini AKP hükümetinin engelleme çabaları ise tarihe bir utanç olarak geçmekten başka bir anlam taşımayacaktır.

Slide1 Slide2 Slide3 Slide4 Slide5 Slide6 Slide7 Slide8 Slide9 Slide10

 

Panele çağrı : TEMİZ ve ADİL SEÇİM


Panele çağrı : TEMİZ ve ADİL SEÇİM

Atatürkçü Düşünce Derneği 
GENEL MERKEZİ’nden

P A N E L

TEMİZ ve ADİL SEÇİM 

Yöneten : Tansel Çölaşan

Konuşmacılar              :

D. Ali Ercan
Uluç Gürkan
 

26 Ocak 2014 Pazar, saat 15 : 00
Çağdaş Sanatlar Merkezi Kennedy Cd. 4, Kavaklıdere / Ankara

Cankaya_Cagdas_Sanatlar_Merkezi

Yeni Yıla Girerken Demokrasi


Yeni Yıla Girerken Demokrasi

Portresi_Uluc_Gurkan

Uluç Gürkan

 

 

 

2014 yılında, son 11 yılda unuttuğumuz, bize unutturulan üç temel demokrasi değerini anımsamalıyız.

Birincisi, gerçek bir demokrasi kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanır.

Yasama, Yürütme ve Yargı birbirinden bağımsız, birbirini denetleyen erklerdir.

Basın da bu erkleri halk adına gözleyen, denetleyen bir konumdadır.
Bu ilke demokratik bir hukuk devletinin vazgeçilmez koşuludur.

  • Son 11 yılda Türkiye demokratik bir hukuk devleti olma özelliğini yitirmiştir. 

Mevcut iktidarın sözde kaldırılan özel yetkili mahkemelerdeki Ergenekon, Balyoz vb. yargılama süreçlerine müdahalelerinin ardından son “yolsuzluk ve rüşvet” operasyonlarını engelleme çabaları demokrasiyle de hukuk devletiyle de bağdaşmaz.
Günümüz Türkiye’sinde artık kimse yargının bağımsızlığından, yargıya güvenden
söz etmiyor. Kimse “Türkiye’de de hakimler, savcılar var” diyemiyor.
Peki, ne diyor?

“Hükümet ile Cemaat yargı ve polis üzerinden iktidar savaşı veriyor.”

Son derece acı bir durum…

İkincisi, gerçek bir demokraside siyasal partiler parlamento içinde koalisyon kurabilirler. Ama parlamento dışındaki dini yapılanmalarla iktidar ortaklığı oluşturamazlar.
Bu nedenle Başbakan Erdoğan’ın 2013 yılının son günlerinde dizini dövüyor olması boşunadır. Düşman ilan ettiği Cemaate “her istediklerini verip paralel devlet oluşturma” olanağını yaratan kendi iktidarıdır.

Yakınılan, sövülüp sayılan yargı-polis cuntası, eğer gerçekten varsa,
bu mevcut iktidarın kendi yarattığı canavardır.

Üçüncüsü, Türkiye’de engelsiz bir “temiz eller” operasyonuna ihtiyaç vardır.

Son “yolsuzluk ve rüşvet” iddialarının ötesinde, İhale Yasası’nda son 11 yılda yüze yakın değişiklik yapılmış olması bu ihtiyacı bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Deyim yerindeyse, bir tür iç savaşa dönüşen son “yolsuzluk ve rüşvet” operasyonu hakkında,

“Arkasında Cemaat mi var, Cemaat ABD ve İsrail ile birlikte mi hareket ediyor?” sorgulamasını yaptığımız kadar,

“Bu yolsuzluk iddiaları güvenilir bir biçimde nasıl soruşturulacak, kanıtlandığında
hesabı nasıl sorulacak?”

diyemiyorsak, biz de suça iştirak etmiş oluruz.

Temiz ve Adil Seçim


Dostlar
,

Bizim de üyesi olduğumuz ADD Bilim – Danışma Kurulu,
seçimlerle ilgili bir rapor hazırladı..

* Temiz ve Adil Bir Seçim

Şöyle başlıyor :

Giriş                  :

Demokrasinin önemi ve gerekliliği

Ülkemiz yalnızca içerideki sosyo-ekonomik sorunlarla değil, aynı zamanda
Bölgesel ve Küresel ölçekte yaşanan çok boyutlu, büyük yaşamsal sorunlarla da karşı karşıyadır. Dünyamızda ve buna paralel olarak Ülkemizde nüfus dizginsiz bir şekilde çoğalmaktadır… Dünya nüfusu her gün 200 bin kişi, Türkiye nüfusu her gün
3 bin kişi artmaktadır. Öte yandan önlenmesi artık neredeyse olanaksız duruma gelen olumsuz iklim koşullarının  yol açacağı susuzluk, açlık, salgın hastalıklar tehdidi ve bunların sonucunda meydana gelecek kaos ortamı ile karşı karşıya kalacak olan insanlık, 21. Yüzyılı büyük bir kıyıma uğramadan salimen atlatabilmek için sosyal ve ekonomik alanda bilim ve teknoloji destekli aranışlar içindedir…”

Bu kapsamlı raporu paylaşmak istiyoruz.. 10 sayfa olduğundan pdf olarak vereceğiz..

Önümüzdeki 3 seçimin -elbette daha sonrakilerin de- dürüst / adil / saydam yapılması ülkemizin esenliği bakımından yaşamsal önem taşıyor..

Öte yandan TEMİZ SEÇİM PLATFORMU da çalışmalarını sürdürüyor..

Sayın Yaşar Okuyan (Eski Bakan), Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan (Eski Müsteşar ve ADD Bilim – Danışma Kurulu Başkanı) ve Sayın Tacidar Seyhan (Eski milletvekili ve Bilişim Uzmanı) öncülüğünde çaba gösteriyorlar. Bu etkinlikleri

https://www.facebook.com/TemizSecimPlatformu

adresinde izlemek olanaklı..

temizseçim@gmail.com 

ve

twitter.com/TemizSecim

adreslerinden de iletişim kurmak olanaklı..

“Temiz ve Adil Bir Seçim”

Başlıklı raporu okumak ve paylaşmak için lütfen tıklar mısınız??
Güncellennmiş biçimini bu gün bir kez daha sunuyoruz.. (13.11.13)
(Daha önce 21.9.13’te sitemizde yayımlamıştık..)

Hem word dosyası pdf olarak hem de power point yansılarıyla ppsx olarak..

Bu 2 önemli dosyayı özenle irdelemek ve yaymak gerek.
Uygulanması için çoook çaba göstermek gerek çook..

Temiz_ve_Adil_Seçim_guncellenmis_13.11.13

Seytan_ucgeninde_demokrasi_oyunu.æ.13.11.13

Rapor şöyle bağlanıyor :

Öneriler                           :                

1. Oransal (Nispi) temsil sisteminin temsilde adalet boyutunu zedeleyen ülke barajı % 10 oranından, gerçek bir demokraside makul sayılabilecek % 5 oranına düşürülmelidir.

2. Bir seçim çevresinde kullanılan geçerli oyların o çevreden çıkacak milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilecek sayıdan daha az oy alan siyasi partilere
veya bağımsız adaylara milletvekilliği tahsis edilmediğinden, boşa giden oylar ülke genelinde değerlendirilmelidir. Bunun için 1965 seçimlerinde uygulanılan
ulusal artık” (milli bakiye) sisteminden yararlanılabilir. Seçim çevrelerinde milletvekili tahsis edilmeyen siyasal parti oyları ülke genelinde toplanıp
550 milletvekilli Parlamentoda sayısı 25-50 olarak ülke baraj oranına göre belirlenebilecek Türkiye milletvekilliğinin kazanılmasında değerlendirilebilir.

Ülkemiz için en demokratik uygulama olacak bu sistem,
ulusal artıklı oransal temsil sistemi olarak adlandırılabilir.

3. Bir başka 12 Eylül mirası olan parti içi organların oluşumunda ve milletvekili adaylarının saptanmasında parti merkezleri ile liderlerin olağanüstü yetkilerine kısıtlayıcı hükümler getirilebilir. Partilerde liderlerin mutlak egemenliği vardır. Milletvekili adaylarını liderler belirlemek, seçmenlerin aslında milletvekili seçmekten çok liderlerin tercihlerini oylamaktadır.. 

4. Adayların belirlenmesinde, bütün partili üyelerin katılımıyla belli oranda
(örneğin % 75-90) zorunlu duruma getirilebilir.”

ADD BDK Bilim Danışma Kurulu) Başkanı Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan ve aynı Kurulun üyelerinden Sn. Uluç Gürkan‘a nitelikli emekleri için şükranlarımızı sunarız.

Bizim de eklemelerimiz var, dikkat ve ilginize sunarız                                   :

30 Mart 2014 seçimleri herhangi bir yerel seçim değil. Bir kez, 750+ bin nüfuslu 14 yeni il Büyükşehir Belediyesine dönüşüyor. Böylece 30 ilde il genel meclisi ve il özel idaresi kalkıyor; yerini Büyükşehir belediye meclisi alıyor. Belediye sınırları il sınırları oluyor. 16 bin köy mahalleye dönüşüyor (17 bin köyümüz kalıyor..). Yerel yönetim güçlendirilerek mülki idare geri çekiliyor. Vali 2. plana alınırken, Büyükşehir Belediye Başkanları kentin seçimle gelen asıl güçlü yöneticileri oluyor. Merkezi idarenin vesayet yetkisinin de iyice sınırlandırıldığı bu yapıda, Anayasanın idarenin bütünlüğüne ilişkin 123. maddesi adeta arkadan dolanılarak boşa çıkarılıyor. Açıkçası, yerel özerklik aldatmacası ile federal yönetime ve giderek bölünmeye zemin hazırlanıyor.. Büyükşehir Belediye Başkanları
Eyalet Valisi / İmparator gibi olacaklar adeta. 2. olarak, bu seçimi izleyen Temmuz 2015 genel seçimlerinde iktidarın eli güçlenecek bu seçimde başarılı olduğu ölçüde. O arada da bölücü “yeni anayasa” tuzağı dahil
pek çok yıkıcı tasarımını ülkeye dayatmayı sürdürebilecek. Oysa bu yerel seçimlerde geriletilen bir iktidar için domino etkisiyle genel seçim ve öncesinde Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ciddi zemin yitirme söz konusu.

Ayrıca seçmen kütüklerini İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde MERNİS yürütecek. Son derece güven yitirmiş bir kurum olarak TÜİK’in burada payı ne olacak? TÜİK, yakın geçmişte ülkemizin nüfus ve seçmen sayıları ile ilgili olarak milyonlarca oyu bulan ağır fiyaskoların sorumlusu. Örn. 2000 yılı nüfusu 67,8 milyon, 2007 nüfusu ise tam 7 yıl sonda yalnızca 2,8 milyon, yılda 400 bin artışla 70,6 milyon! Oysa ortalama 1 milyon yıllık nüfus artış hızıyla 7 milyon nüfus artışı bekleniyor.. 4,2 milyon dolayında nüfus kayıp! TÜİK buharlaştırmış! Mızrak çuvala sığmayınca da herhalde sonraki yıllara yedirilmiş olmalı (??).
Bu durumda, seçim güvenliğinden asıl sorumlu anayasal kuruluş olan YSK hangi güvenilir (!?) veri tabanına dayanarak seçmen kütüklerini oluşturacak. YSK’nın buna itiraz etmesi gerek. Gerekirse bir kez daha “de facto” nüfus sayımı yapılarak gerçek nüfus belirlenmeli. Halen yürütülen “de jure” sayımda kabul edilemez milyonlarca oynama nasıl görmezden gelinebilir? YSK’ya ziyaretlerle üzerinde sıkı kamuoyu baskısı yaratılmalı ve mutlaka geçerli – güncel – güvenilir nüfus sayımına dayalı seçmen kütüklerini oluşturması istenmelidir.

3. olarak, seçimler sırasında toplanan veriler UYAP ağı üzerinden YSK’ya taşınacaktır! Niçin? UYAP (Ulusal Yargı Ağı Projesi) Adalet Bakanlığı yönetimindedir. Bu Bakanlık, genel seçimlerde istifası gereken 3 bakandan biridir. Anayasa bu denli tarafsızlık ve seçim güvenliği gözetirken, bu ağın teknik – güvenlik – politik sorunları bir yana bırakılsa bile (!?) neden YSK için, salt bu amaca dönük bir ağ altyapısı kurulmaz? Ülkede sıklıkla genel – yerel seçimler yapılmakta, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve referandumlar söz konusu olabilmektedir. Böylesi bir ağ ekonomik de olacaktır ayrıca. YSK, Anayasal görevini tam olarak yerine getirebilmek için Hükümetten bu vb. somut istemlerde bulunmalıdır. Aksi durumda siyasetin her türlü yönlendirmesine (manüplasyonuna) açık, asla güvenilemez verilerin bir tür eli mahkum noterine indirgenebilecektir YSK! Seçimlerde bu tür uygulamalar olursa ülke barışı ve huzuru çok ağır yara alır, ciddi ve ağır karışıklıklar çıkabilir ve denetimi hiç kolay olmaz.

4. olarak; parmak boyanması yöntemine dönülmeli, yinelenen ve hak sahibi olmayanların oy kullanmaları kesinlikle engellenmeli, hak sahiplerinin de
seçmen listeleri vb. oyunlarla oy hakkını yitirmelerine izin verilmemelidir.
YSK’nın kurulması, Anayasal bir kurum olarak tanımlanması, kararlarının
kesin olması ve
itiraz edilememesi gibi güçlendirici yönetsel araçlar bu amaçlarla YSK’ya tanınmış statü ayrıcalıklarıdır.

Bu bağlamda SURİYE’li SIĞINMACILAR kesinlikle oy kullanmamalıdır, vatandaş yapılmamalıdır. Her tür insancıl yardımı yapmak başka birşeydir,
ucuz – rastgele vatandaşlık vermek çok başka bir şey.. T.C. Vatandaşlığı öylesine ucuz değildir. En az 5 yıl ülkede oturmak ve bir dizi koşulu sağlamak gerekir. Hükümet bu yollara da yönelebilir; konuya ilişkin kamuoyu duyarlığı sağlanmalı ve Hükümet ciddi biçimde uyarılmalıdır. Örneğin “Suriyeliler asla!” gibisinden bir slogan geliştirilerek sıklıkla kullanılabilir, kamuoyu duyarlığı sağlanabilir.

ADD bu amaçlarla bir Yerel Seçimler ve Güvenliği Kurulu” oluşturabilir
ve DKÖ – STK ile, siyasal partilerle yoğun iletişim ve etkileşime girebilir.
Yerel seçimler için yeni yasal düzenleme olanağı kalmamıştır (Anayasa md. 67/son). Ancak sonraki Temmuz 2015 seçimleri için kalan süre 6 ay dolayındadır (Haziran 2014 sonu).

TBMM içindeki anamuhalefet ve muhalefet, eğer genel seçim yasası temsilde adaleti sağlayacak biçimde düzeltilmezse dahası, iktidar tersi yönde adımlar atarsa, SEÇİMLERİ BOYKOT dahil ciddi ciddi seçenek planlar yapmalıdır.
Bile bile lades demenin anlamı ve mantığı yoktur. Kapsamlı mitinglerle kamuoyu yeterince
duyarlı kılınabilir ve AKP üzerinde toplumsal – politik baskı kurulabilir, kurulmalıdır. 

Halk 29 Ekim’de meydanlarda neler istediğini haykırmıştır. 10 Kasım’da (2013)
bu kararlılık daha da büyümüştür. Anıtkabir ziyaretçilerinin sayısının 29 Ekim’deki
(2013) 438 bini 2,5 ile çarparak 1 milyon 90 bine ulaştığını ve tüm zamanların rekorunu kırdığını büyük sevinçle öğreniyoruz!)
Ulusa doğru ve etkin siyasal önderlik yapmak, anamuhalefet ve muhalefetin tarihsel – kritik görevidir.

Son olarak, seçimler uluslararası yansız kişi ve kurumların gözlemine
açık olmalıdır.

*********************************

Sevgi ve saygı ile.
13.11.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

HABER TÜRK TV PROGRAMI : Türkiye’nin Nabzı

Dostlar,

İzlenmesi gereken bir TV programu duyurusu yapalım…

Haber Türk TV – “Türkiye’nin Nabzı”

Gün – 13 Kasım 2013 / Saat 20 : 00 – 22 : 00

DİDEM ARSLAN YILMAZ,

TÜRKİYE’NİN NABZI PROGRAMINDA,

  • BAŞBAKAN ERDOĞAN’IN KUZEY IRAK BÖLGESEL KÜRT YÖNETİMİ BAŞKANI MESUD BARZANİ İLE DİYARBAKIR’DA YAPACAĞI GÖRÜŞMEYİ VE ÇÖZÜM SÜRECİNDEKİ SON GELİŞMELERİ MASAYA YATIRIYOR…

 

KATILIMCILAR :

PROF. DR. ÜMİT ÖZDAĞ : 21. YÜZYIL TÜRKİYE ENSTİTÜSÜ BAŞKANI

ULUÇ GÜRKAN : GAZETECİ; ÖĞRETİM GÖREVLİSİ

PROF. DR. MÜMTAZER TÜRKÖNE : ZAMAN GAZETESİ YAZARI

ORHAN MİROĞLU : STAR GAZETESİ YAZARI

Uluç Gürkan

HERKES İÇİN FIRSAT
HERKESTEN SORUMLULUK
HERKESİN TOPLUMU

www.ulucgurkan.net
ulucgurkan@ulucgurkan.netulucgurkan@gmail.com
http://twitter.com/#!/Uluc_Gurkan

0090 505 3925354 – 0090 532 2180758

Sevgi ve saygı ile.
13.11.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net