Etiket arşivi: Deniz Gezmiş

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Nisan 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HİZMETLİ

YSK, milletvekili adayı olan bakanların görevlerinden istifa etmesine gerek olmadığına karar verdi.

Birilerinin kararını resmileştirdi desek…

BATIK

RTE, ” Faizi düşüreceğiz dedik ve düşürdük. Ne oldu, battık mı? ”

Batmadık da çıktık mı?..

YAŞASAYDI

DSP’yi AKP’ye satan, muhalefeti  (küffar) Müslümanlık dışı olarak niteleyen Önder Aksakal, “Deniz Gezmiş yaşasaydı Erdoğan’a oy verirdi” dedi.

Deniz Gezmiş mertti, çıkarı için döneklik yapmazdı…

HİZBULLAH

HÜDA-PAR mitinginde, “Dik dur eğilme, Hizbullah seninle” sloganları atıldı.

Yöneticiler, “bizim Hizbullah ile ilgimiz yok” demişler, RTE ve Bahçeli inanmıştı.

Hayret!..

MİLLİ

Hüda-Par Gen. Bşk. Yapıcıoğlu, yeni anayasada değiştirilemez maddeler olmaması gerektiğini ve “Türk Bayrağı” yerine “Türkiye Bayrağı” denmesi gerektiğini söyledi.

Cumhur İttifakı’nın yerli ve milli parçası!..

YÜZÜK

Son günlerde en beğendiğim nükte şöyle, “Tek yüzükle gideceksin, gerisini milletin!

BESLEME

Yeşil Sol Parti (HDP)’den İstanbul milletvekili adayı Hasan Cemal, FETÖ‘nün kumpas davalarını savunarak, “Sanki ne Balyoz vardı ne Ergenekon vardı, hepsi unutuldu” ifadelerini kullandı.

Beslenmenin karşılığı…

YÖNLENDİRME

Kılıçdaroğlu’na türbe ziyaretinde saldırıldı ve mezarlıkta dua okurken laf atıldı.

İmam, O’nun kıbleyi bilmediğini üfürünce cemaat pisledi…

TEHLİKE

Cübbeli Ahmet, “Kadın koku sürünüp dışarı çıkıyor. Çok tehlikeli Allah muhafaza.”

Tehlike, beyni uçkuruna bağlı olanlar

ÇOCUK

Öğrenci konumundaki RTE, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle Enerji Bakanlığı koltuğunda oturan depremzede öğrenciye “Sayın bakanım, bu muhalefet bizim dilimizden anlamıyor, onları ne yapacağız?” dedi.

Çocuktur, sorar…

YALANCI

RTE, Sultan Ahmet Camii’nin avlusunda yaptığı mitingde Millet İttifakı‘nın DİB’ lığını kaldıracağı yalanını söyledi.

Müslüman!..

OKUMA

Binali Yıldırım, son kez çıktığı TBMM kürsüsünde İstiklal Marşı’nı kağıda bakarak başarıyla! okudu.

Şiirde (ğ) olsaydı apışır kalırdı…

SIĞINTI

MHP lideri Bahçeli, “Suriyeli sığınmacıları güvenli, gönüllü ve onurlu şekilde ülkelerine geri göndermek için aziz milletim sıra sende.” dedi.

Sığıntı olmanın zorluğunu biliyor…

Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk, askerin siyasetten uzak durmasını istemişti: Askerler ve Siyaset

Alev CoşkunAlev Coşkun
15 Ocak 2023, Cumhuriyet

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sakarya’da tank palet fabrikasındaki konuşmasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef aldı. Konuşmanın, Genelkurmay başkanı, Kara ve Hava Kuvvetleri komutanları tarafından alkışlanması tartışma yarattı. CHP sözcüleri, “Türk milletinin milli bir kuruluşunda, ana muhalefet partisi genel başkanını eleştiriyorsun, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanları da seni alkışlıyorlar. Türkiye ne noktaya geldi. Siz Erdoğan’ın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin komutanlarısınız. Siz bir siyasi partinin mensupları değilsiniz.” diyerek sert eleştiride bulundular.

SİYASET ASKERİN İŞİ DEĞİLDİR

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da salı günkü grup toplantısında kendisini hedef alan Erdoğan’ın sözlerini alkışlayan askerlere karşılık vererek,

  • “Komuta kademesi haddini bilsin, siyaset askerin işi değildir. Siyaset mi yapmak istiyorlar, çıkarsınlar o kutsal üniformayı, Erdoğan’ın yanına hizalansınlar” dedi.

Bu konu asker-siyaset ilişkisini yeniden gündeme taşıdı. Cumhuriyetin kurucu babası Atatürk, yaşamı boyunca askerin, siyasetten uzak durmasını istemişti. İttihat ve Terakki’nin Selanik’te toplanan 2. kongresinde, daha yüzbaşı iken bu görüşünü açık ve net olarak ortaya koymuştu.

ATATÜRK’ÜN GÖRÜŞÜ

Mustafa Kemal’in daha 22 Eylül 1909’da İttihat ve Terakki kongresinde yaptığı bu önemli konuşmanın arka planı (ardalanı) özetle şöyledir:

Padişah Abdülhamit’in baskıcı yönetimine karşı, 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi. Meşrutiyet’in ilanında İttihat ve Terakki en etkin rolü oynamıştı. İttihat ve Terakki’nin yönetim kadrosunda genç subaylar vardı. Bunlar arasında daha sonra yükselip askeri görevleri sürerken devlet yönetiminde etkili olan Enver Paşa ve Cemal Paşa gibi isimler ön sırada yer alıyordu.

II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra seçimler yapıldı ve İstanbul’da Millet Meclisi çalışmalarına başlandı. Ne var ki bu sırada, 31 Mart 1909’da İstanbul’da gerici bir ayaklanma, tam bir karşıdevrim hareketi başladı. Alaylı subayların etkisiyle Avcı Taburları harekete geçti. Bunlara medrese öğrencileri ve cami hocaları katıldı. Ellerinde yeşil bayraklarla yürüyüşe geçen ve “Din elden gidiyor”, “Şeriat isteriz” diye bağırarak ilerleyen bu gerici isyan genişledi ve Meclis’e dayandı.

Meclis’te Lazkiye Milletvekili Aslan Bey ve Adalet Bakanı Nazım Paşa’yı öldürdüler. Meclis kürsüsünü işgal ederek “Şeriat isteriz” nutukları söylemeye başladılar. Ertesi gün Yıldız Sarayı bahçesinde toplanan bu karşıdevrimciler, padişahın gözleri önünde Deniz Binbaşı Ali Kabuli Bey’i paramparça ettiler, ayrıca 36 sivil öldürüldü. Bu gerici isyanın üçüncü günü, 15 Nisan 1909’da Selanik’teki 3. Ordu harekete geçti. Hüseyin Hüsnü Paşa komutasında İstanbul’a doğru yönelen ordunun ilk aşamada kurmay başkanlığını Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal üstlenmişti.

Rumeli’den gelen ilerici ordu birlikleri tarafından, 31 Mart karşıdevrim hareketi bastırılmıştı. Ancak İttihat ve Terakki’nin “siyaset devinimi”, Orduya girmişti.

ORDU SİYASETTEN ÇEKİLMELİDİR

İttihat ve Terakki’nin 2. büyük kongresi, Hareket Ordusu’nun İstanbul operasyonundan yedi ay sonra 22 Eylül 1909’da Selanik’te toplandı. Bu kongreye Bingazi (Libya) delegesi olarak katılan Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’nin önde gelen liderlerinin hiç de beğenmediği bir öneriyi dile getirdi. Genç Kurmay Subay Mustafa Kemal konuşmasında şöyle diyordu:

  • “Ordumuzun içinde bulunan cemiyet arkadaşlarımız politikada devam etmek istiyorlarsa, Ordudan ayrılmalıdır ve cemiyetimizin halk içindeki teşkilatı arasına girmelidirler. Bu suretle bir gün kaybına bile meydan vermeyerek ordumuz politikadan uzaklaşmalıdır. Ve Ordu içinde kalacak dostlarımız da artık politika ile ilişkisini kesmeli, politikayla meşgul olmamalı ve bütün gayretlerini Ordumuzun kuvvetlenmesine çevirmelidirler. Cemiyetimiz de bir an önce, teşkilatımızı halkın içinde genişleterek milletimize dayanan siyasi bir parti haline gelmelidir.”

‘YA POLİTİKA YA ORDU’ DİYEN MUSTAFA KEMAL’E SUİKAST GİRİŞİMİ

22 Eylül 1909’da Selanik’te İttihat ve Terakki’nin 2. kongresinde konuşan Mustafa Kemal, cemiyet üyesi subaylara, “Ya politika ya ordu” tercihini yapmalarını cesurca öneriyordu. Başta Fethi Okyar olmak üzere kimi delegeler askerlikle politikanın birlikte olamayacağını belirterek O’nun görüşünü desteklediler. İttihat ve Terakki’nin Enver ve Cemal gibi asker olan liderleri bu öneriye hiç de sıcak bakmıyorlardı.

Mustafa Kemal’in kongredeki bu görüşünü içlerine sindiremeyen ve Orduyu bırakmak istemeyen lider takımı, O’nu öldürmeye karar verdi. İlk teklif Yüzbaşı Yakup Cemil ve Yüzbaşı Hüsrev Sami’ye yapılmıştır. İkisi de Mustafa Kemal’i sevdikleri için O’nu “infaz” etmeyi reddettiler. Yakup Cemil, üstelik Mustafa Kemal’e tedbirli olmasını söyledi. Ondan sonra aynı görevi Enver’in amcası Halil Kut’a (sonradan ordu komutanı) ve Abdülkadir’e (Ankara valisi ve İzmir Suikastı nedeniyle idam edilen kişi) verdiler. Mustafa Kemal, geceleri parmağı silahının tetiğinde, köşeleri açıktan dolaşarak her an vurulacakmış gibi evine giderdi. Bir gidişinde evin ileri köşesinde ikisinin de gölgesini görmüş ve hemen silahına davranmıştı. Bu anlattığımız olay, ordu-siyaset ilişkisinin ne derece tehlikeli düzeylere çıktığını göstermesi yönünden ibret vericidir.

MİLLİ MÜCADELE’DE DURUM

Milli Mücadele, işgal kuvvetlerine karşı vatanı kurtarmak amacını taşıdığı için disiplinli bir Milli Mücadele ordusunun kurulması ilk aşamada temel hedefti. Topyekûn savaş esastı. Ordu ve kolordu komutanlarının milletvekili olarak Meclis’te bulunmaları gerekli görülmüştü. Bu nedenle başta Mustafa Kemal olmak üzere Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Fahrettin Altay, Refet Bele, Kazım Özalp Meclis’e girmişlerdi. Milli Mücadele’nin zaferinden sonraki gelişmeler ise şöyledir:

Cumhuriyetin ilanı, saltanat ve halifeliğin kaldırılışından sonra Mustafa Kemal, milletvekili olan komutanların askerliği ya da politikayı seçmeleri için bir çağrıda bulundu. Bu çağrıya uyan Fevzi Çakmak, İzzettin Çalışlar, Şükrü N. Gökberk, A. Hikmet Ayerdem, Fahrettin Altay ve Cevat Çobanlı milletvekilliğinden istifa ettiler, askerlikte kalmayı yeğlediler. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele ise milletvekilliğini tercih ettiler. Nitekim bir süre sonra Karabekir, Cebesoy, Bele ve Rauf Orbay Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’ni kurdular.

  • Özetle 1923-1950 arasında Atatürk ve ardından İnönü döneminde ordunun politika dışında tutulması temel strateji olarak titizlikle izlendi.

27 MAYIS 1960 ve SONRASI

Türk siyasal yaşamında 1960-1980 arası, askerin siyasete yoğun karıştığı yıllar olarak tarihe geçmiştir. Bu dönemde 27 Mayıs 1960, 1962-1963 Aydemir olayları 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 adını taşıyan müdahaleler yapıldı.

27 Mayıs 1960 bir emir komuta zincirinin değil, Ordunun yüzbaşıdan generale kadar çeşitli rütbelerini kapsayan bir oluşumun ürünüdür. 27 Mayıs öncesi, Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun, DP hükümetine çok yakındı. Kurulan Milli Birlik Komitesi’nde genç subayların etkinliği vardı. 27 Mayıs’ta oluşan Milli Birlik Komitesi’nde (MBK) 5 general, 15 albay ve yarbay, 18 binbaşı ve yüzbaşı yer almıştı.

  • 27 Mayıs 1960 hareketi bütün yurtta halkın katılımı ile alkışlarla desteklenmişti.

27 Mayıs 1960 hareketini yürüten 38 kişilik MBK, daha sonra kendi içinde bölündü ve 14 üye komiteden alınarak dış görevlere gönderildi. Bu arada, seçimle oluşan Meclis Güçler Ayrılığı ilkesine dayalı, insan hak ve özgürlüklerini koruyan ve hukukun üstünlüğünü gerçekleştiren 1961 Anayasası’nı yarattı. Halkoyalaması ile kabul edilen 1961 Anayasası’nın, Türk tarihinin en ilerici, demokratik, evrensel anayasa kurallarına bağlı olduğu gerçeği tüm dünya anayasa hukukçuları tarafından kabul edilmiştir. Ne yazık ki, DP’nin üç ileri geleninin (Menderes, Zorlu, Polatkan) idamları engellenememiştir. Bunun nedeni de o sırada Ordunun yoğun olarak siyasete karışmasıdır. Kuşkusuz bu duyarlı konu, bir başka yazının konusudur.

Albay Talat Aydemir

KANLI İHTİLAL GİRİŞİMLERİ

Yukarıda belirtildiği gibi, 27 Mayıs 1960’tan hemen sonra, Ordu içinde siyasetle uğraşma önemli bir düzeye çıktı. Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB) adını taşıyan bir cunta oluştu. SKB, görünüşte MBK’nin aldığı kararları ve yasaları desteklemek amacını taşıyordu ve üst rütbeli subaylar tarafından kurulmuştu. Generaller çoğunlukta olsa bile TSK girişiminin asıl lideri Kara Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir’di.

Aydemir, MBK’ye giremediği için eski arkadaşlarından intikam almak isteyen bir ruh yapısına sahipti. 1961 seçimlerinden sonra İnönü’nün başbakanlığında CHP, Adalet Partisi koalisyonu kuruldu. 1961-63 arasında iki kez kanlı ihtilal girişimi oldu. Bunlar Albay Talat Aydemir’in liderliğinde yürütülen 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 darbe girişimleridir. Silah, tank, uçakların ve Harp Okulu öğrencilerinin kullanıldığı bu akıldışı darbe girişimleri, Milli Mücadele’nin Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa sayesinde engellenebilmiştir.

En üst komutandan en alt rütbeye dek birçok askerin dahil olduğu bu hareketler başarılı olsaydı, Türkiye sabah erken kalkanın darbe yaptığı bir Ortadoğu devleti durumuna gelecekti.

12 MART 1971 ve 12 EYLÜL 1980

Milli Mücadele’den gelen, Atatürk’ün en yakın silah arkadaşı, devlet adamı, 12 yıl cumhurbaşkanlığı yapan (1938-50), o sırada da Başbakan olan İnönü, Ordu içindeki “cunta” girişimlerine karşı çıkıyor ve 18 Ocak 1962’de şunları söylüyordu:

“Demokratik sistemden vazgeçen kapalı sisteme her ne şekil altında olursa olsun asla müsaade etmeyeceğim. Onun karşısında mücadele edeceğim.”

Aydemir ve cuntasının birinci hareketi 22 Şubat 1962’de başta Ankara ve tüm Türkiye’de başladı. Çok zor saatler yaşandı. Harp Okulu öğrencileri kullanılarak Ankara’nın stratejik noktaları tutulmuştu. Bu hareketin kansız olarak sona erdirilmesi karşılığında, ihtilale katılanların affedileceğini öne sürerek kanlı ihtilalin sona ermesini İnönü sağladı. İnönü, Ordu içindeki cuntalara karşı savaş açmıştı. Ancak affedilen Talat Aydemir, 21 Mayıs 1963’te ikinci darbe girişiminde bulundu. Bu girişim zorlukla bastırıldı. Başta Talat Aydemir olmak üzere yedi subay idam edildi. İsmet İnönü, koalisyon başbakanı olarak bu ihtilal hareketlerine karşı etkinliği ve krizi başarıyla yönetmesiyle de tarihe geçmiştir.

12 MART 1971 HAREKETİ

Talat Aydemir hareketlerinden sonra ortalık bir süre duruldu. 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlükler nedeniyle işçi hareketi yükseliyor, sendikal hareket güçleniyordu. Bu durum, ticaret-sanayi ve finans burjuvazisini ve özellikle dış güçleri rahatsız etmeye başladı. Zamanın Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a göre “toplumsal gelişme, ekonomik gelişmenin üzerine” çıkmıştı. İki süper gücün kozlarını Ortadoğu’da paylaşmaya başlamaları NATO’nun Türkiye’yi bu politikada etkin biçimde kullanma isteklerini gündeme getirdi.

İÇ ÇATIŞMA ve ÇELİŞKİ

12 Mart 1971, bir başka yönden ilerici asker-sivil bürokrat ve aydınlarla, tutucu asker-sivil bürokrat ve onları destekleyen ticaret ve finans burjuvazisinin bir iç savaşı olarak da nitelendirilmelidir. Bu durum sosyolojik olarak anayasanın getirdiği demokratik özgürlükleri çok bulan, kapitalist ekonomiyi benimseyen bir görüşle; ilerici, Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerinin sürmesini isteyen, planlı ekonomiyi ve stratejik sektörlerde devletçi ekonomiyi savunan, dış politikada bağımsızlık isteyen ulusalcı görüşün bir savaşıydı. 9 Mart ile 12 Mart kadrolarının çatışması bu noktalarda yoğunlaşıyordu. Sonunda dış etkilerin de yardımıyla “tutucular” kazandılar. 12 Mart 1971 askeri hareketi emir-komuta zinciri içinde Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının girişimiyle gerçekleşti. Sonuç ne oldu? 

  • 12 Mart hareketi, bütün ilerici güçlerin üzerinden buldozer gibi geçti.
  • Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildiler.
  • İstanbul’da Ziverbey Köşkü diye bilinen bina, kontrgerillanın işkence merkezi olarak hizmet gördü. İlhan Selçuk’un Ziverbey Köşkü adlı yapıtı, o dönemin ve işkencelerin bir belgeselidir.

12 Mart döneminin işkence ve baskılarını burada uzun uzun anlatmamız olanaksızdır. Aydınlar, yazarlar tutuklandı, işkence gördü. Sol düşünce tasfiye edilme noktasına geldi. Zaten bu işkenceler, davalar, baskılar, idamlar 12 Mart darbesinin faşist niteliğini ortaya koymaya yeterlidir. 12 Mart 1971 darbesi, 27 Mayıs’ın getirdiği 1961 Anayasası’ndaki sosyal devlet ve özgürlükler ilkelerine karşı yapılmıştı. 12 Mart konusu çok yazılmıştır. Özeti, dış etkilerin yönlendirmesiyle asker, askerin 1961’de yaptığını bozuyordu.

12 EYLÜL 1980 DARBESİ

12 Mart’tan 9.5 yıl sonra gerçekleştirilen 12 Eylül ise 12 Mart uygulamalarını da geride bırakan bir noktada “karşıdevrim”ci NATO’ya bağlı bir askeri harekettir. 1980 yaz ve sonbahar günlerinde Meclis’te Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılıyor ama sonuç bir türlü alınamıyordu. Terör başını alıp gitmişti. Her gün sağ-sol çatışması nedeniyle gençler ölüyordu. Türkiye’nin büyük illerinde sıkıyönetim ilan edilmiş, yönetim ve denetim askerlerin elinde olduğu halde terör can almayı sürdürüyordu. Sağ-sol çatışması adeta bir merkezden körükleniyordu.

Sonraları anlaşıldı ki, darbe tarihi birkaç kez ertelenmişti. Devlet başkanı olduktan sonra Kenan Evren, bu ertelemeleri ortamın daha olgun duruma gelmesini bekleme olarak açıkladı. Bunun yalın anlamı, masum insanların ve gençlerin daha çok ölmesinin istenmesidir. CIA şeflerinden birisi olan ve Türkiye’de görev yapmış olan Paul Henze, darbeyi Beyaz Saray’a “Bizim çocuklar başardı” biçiminde duyurmuştur.

YENİ DÜNYA KAPİTALİST DÜZENİ

12 Eylül darbesi aynı zamanda Türkiye’de acımasız bir kapitalist düzeni sağlamak yönünde kararlar almıştır. Tüm aydınlar, işçiler, üniversite gençleri baskılar altında yaşamlarını sürdürdüler. Turgut Özal da Dünya Bankası’ndan ithal ettiği “ekonomik liberalizasyon programı”nı uygulamaya koymuştu. KİT’lerin satışı böyle başladı. 12 Eylül darbesi aynı zamanda 1961 Anayasası’nın özgürlükçü, insan haklarına saygılı ilkelerini ortadan kaldıran 1982 Anayasası’nı getirdi. 12 Eylül, sonunda uygulamalarıyla tümüyle gerici bir nitelik kazanmıştır. “Muhafazakâr” değil, karşıdevrimcidir.

Beş general (Genelkurmay başkanı ve 4 Kuvvet Komutanı) tarafından oluşturulan “Milli Güvenlik Konseyi”, yönetimi tek elde toplamıştı. Yasama ve Yürütme yetkileri, bu 5 kişilik Konsey üzerine kalmıştı. Temel insan hakları ve demokratik süreçlerin askıya alınması, TBMM’nin ve siyasal partilerin kapatılması, liderlerin tutuklanması, milletvekilleri, önde gelen sendikacı ve meslek örgütleri başkanlarının gözaltına alınması, ilk önlemlerdi. Siyasal parti yöneticilerine 10 yıl siyasetten alıkoyma yasağı getirildi.

12 EYLÜL’ÜN ATATÜRKÇÜLÜĞÜ

12 Eylül’ün sözde Atatürkçülüğü, içi boş bir şekil Atatürkçülüğüdür. Her kasabaya, Atatürk büstleri koyarak Atatürkçülük yaptıklarını sanıyorlardı. İmam hatiplere, Kuran kurslarına verilen destek, ortaöğretimde din derslerinin anayasaya konulan bir madde ile zorunlu duruma getirilmesi, din eğitimi gören insanlardan terörist olmaz önyargısının sonuçlarıydı.

TÜRK-İSLAM SENTEZİ

Bu dönem (1980-90) Soğuk Savaş’ın yoğun olarak yaşandığı yıllardır. ABD, Sovyetler Birliği’ni güneyden çembere almak için “Yeşil Kuşak” kuramını uyguluyordu. İslamiyet referansı NATO’ nun ve 12 Eylül’ü yapan generallerin bağlandıkları en önemli olguydu. “Türk-İslam” sentezinin uygulamaya konmasına başlandı. 20 Haziran 1986 günü Cumhurbaşkanı Kenan Evren, “Türk-İslam” sentezini temel alan bir kültürün bütün millete kabul ettirilmesine yönelik” bir raporu kabul etti.

Öğretimde Birlik (Tevhid-i Tedrisat) Yasası delindi. Kendisini Atatürkçü olarak ilan eden Evren, eline Kuran’ı alıp mitingler yapıyor, dini politikaya alet ediyordu. Dört generalden oluşan dört komite, NATO’nun gladyo sistemine bağlılığını her vesileyle gösteriyordu. Özetle, 12 Eylül yönetimi “muhafazakâr” değil, “reaksiyoner” (tepkisel) Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerini budayan “karşıdevrimci”dir.

FETÖ OLAYI

12 Eylül 1980’den sonra en büyük ihtilal girişimi 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen kanlı FETÖ darbe girişimidir. FETÖ hareketi temelde, kamu yönetiminin, güvenlik güçlerinin ve özellikle TSK’nin ele geçirilmesi, yönlendirilmesi ve denetlenmesi hareketidir. Polis Koleji ve Kuleli Askeri Lisesi giriş sınavları FETÖ’nün en etkin olduğu konulardı. Yargının ele geçirilmesi de aynı derecede önemliydi.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ ELE GEÇİRME HAREKETİ

Gülen hareketi bir yandan Ordu içinde örgütlenirken öte yandan Atatürkçülerin Ordudan tasfiye edilmesini gerçekleştirdi. Bunun için kumpas davalar açılmıştı. FETÖ’nün gelişmesinde iktidarların koruyucu ve destekleyici politikaları hiçbir zaman unutulmamalıdır.

  • 15 Temmuz 2016 darbe girişimi emperyalist devletlerin katkılarıyla hazırlanmış
    hain bir tuzak, casusluk ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ele geçirme hareketidir.

Bugün güncel konuya gelirsek, Genelkurmay başkanı ve Kuvvet Komutanlarının Sakarya’daki tank palet fabrikasındaki törene katılmaları doğaldır. Cumhurbaşkanının tank palet fabrikasının faaliyetlerini anlattığı bölümlerin alkışlanması da doğaldır. Burada doğal olmayan temel nokta, partili cumhurbaşkanının ana muhalefet lideri hakkında yaptığı eleştirilerin alkışlanmasıdır. Komutanlar, adeta akıntıya kürek psikolojisi içinde hata yapmışlardır.

Orgeneral rütbesine gelmiş komutanlar, özgür iradelerini kullanarak böylesi utandırıcı bir duruma düşmemelidirler.

Bugün Türkiye’de uygulanan partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, dünyanın hiçbir yerinde yoktur. 150 yıldır demokrasi için mücadele veren Türk halkı, bu ucube sistemi er ya da geç değiştirecektir. TSK bir hükümetin veya bir partinin ordusu değildir. Komutanlar, özellikle TSK’yi böylesi bir görünümden korumak görek ve sorumluluğundadırlar. Yandaş basın bu konuda çarpıtıcı yayın yapıyor. Kılıçdaroğlu’nun komutanların alış hareketini kınaması, teröre karşı çıkış olarak değerlendiriliyor. Bu, tümüyle saptırmadır, tehlikeli bir “algı operasyonu”dur. Ortada bir terör konusu yoktur. Konu, partili cumhurbaşkanının muhalefet liderine karşı sert eleştirisini, komutanların gereksiz yere alkışlamalarıdır.

Ordunun siyasete karışması, Türkiye için en kötü durumdur. En karanlık yoldur. Bu kısa makalede belirtildiği gibi, TSK’ye vurulan darbelerin en tehlikeli sonucu Orduya siyasetin girmesidir. Bir Orduya siyasetin sokulması o Orduya yapılabilecek en büyük kötülüktür. Türk siyasal tarihi bunun acı örnekleriyle doludur.

Büyük Atatürk’ün daha yüzbaşı iken İttihat ve Terakki kongresinde söylediklerini unutmayalım:

  • Ordu siyasetten uzak durmalıdır.
  • Siyasette uğraşacak olanlar Ordudan ayrılmalıdırlar.

Deniz Olunmalı…

authorZAFER ARAPKİRLİ

Şiirin küresel ustası Nâzım Hikmet’in, kuşkusuz kendisini tanımadan yazdığı dizelerde ne de güzel anlatılmıştır, “Deniz Olmak”

“Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?
Ne o, ne, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla…”

Bu ülke topraklarında yaşayan herkese ve hattâ ezilen – sömürülen – bağımsızlık – devrim – kurtuluş mücadelesi veren tüm coğrafyalara örnek olan simge isim Deniz Gezmiş yoldaşımızın mücadelesini görse, duysa, tanık olsa, belki de ona ithaf ederdi şiirini.

Belki de şöyle derdi: “Yüreğiyle, vicdanıyla, devrim aşkıyla, cesaretiyle
Deniz olunmalı, oğlum.”

Kısacık ama onurlu yaşamları ve mücadeleleri ile bir döneme damga vuran yiğitlerimizi, faşist diktatörlüğün darağacında katlettiği üç fidanımızı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı saygı ile andığımız bu günde, onları kendilerinden sonraki ve hatta bizden sonraki kuşaklara tarif etmek için bundan daHa güzel 2 kelime kullanılamazdı:

“Deniz olunmalı…”

Antiemperyalist meşaleyi yakan Mustafa Kemal Atatürk’ün bu toprakları düşman çizmesinden kurtarmak için verdiği mücadelenin üzerine Marksist – Leninist öğretiyi rehber alarak “Sosyalist Devrim”i eklemeyi bir “tamamlayıcı ödev” belleyen o genç ve yiğit insanlar kuşağının anıları önünde, eğilmemek mümkün mü?

Mahir Çayan’ların, Hüseyin Cevahir’lerin, Ulaş Bardakçı’ların, İbrahim Kaypakkaya’ ların “Ucunda kurşuna dizilmek, işkence tezgahlarında doğranmak, darağaçlarında sallanmak bulunan bir kavgayı, sıradan bir gencin yaşamına tercih etme yüceliği” karşısında parmak ısırmamak büyük bir haksızlık olmaz mı?

Kendilerinden sonraki kuşağa, benim de mensubu olduğum 78 kuşağına yol gösterici bu ışıl ışıl yanan mücadele geleneğine bakıp da, Can Yücel Usta’nın şu dizelerini hatırlamamak ağır bir ihmal sayılmaz mı?

“En uzun koşuysa elbet Türkiye’de devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu.
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin.
En önce o göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun.”

Anaların babaların asla tercih etmeyecekleri, ama Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in örneklerinde olduğu gibi, dünya döndükçe de kuşkusuz “gurur duyacakları” ölümlerdir Üç Fidan’ın sonsuzluğa yürüyüşleri.

  • Cellatların ve onların sahiplerinin suratlarına kavganın tüm ateşini üfleyerek…

1972’nin bir puslu Mayıs sabahında darağacında boşuna sallanmadıklarını bilseler, belki daha da yüksek sesle haykırarak koşarlardı ölüme.

“Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye
Yaşasın Marksizm – Leninizmin yüce ideolojisi
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler”
diye seslenişi, 1980 faşist darbesine giden yolda ve sonrasında kim bilir kaç bin devrimcinin yolunu aydınlatmış, kim bilir daha da sonrasında verilen tüm hak ve özgürlük mücadelelerinde, ülkenin dört bir yanında ışıldayan 2013’ün Şanlı Gezi Direnişi’ne bile Taksim Meydanı’ndan tutulan bir projektör olmuştur.

Aslında onların mücadelesi, bugün bile devam eden “Emperyalist 6’ncı Filo’ya secde edenler ile 6’ncı Filo’yu denize dönmek üzere Dolmabahçe’ye koşar adım gidenler”in kavgasıdır.

Aslında onların mücadelesi, bugün sürmekte olan “Emek sömürüsünü kendine hak görenler ile emeğin ve alın terinin hakkını kuruşuna kadar almak için sınıf bilincini ayağa kaldırmaya çalışanların” kavgasıdır.

Aslında onların mücadelesi, “Bu ülkenin taşına toprağına, ağacına, suyuna, deresine denizine sahip çıkanlar ile talan etmeye çalışanların” kavgasıdır.

Ve “Denizler”, o kavganın ilham kaynağı, o kavganın “Bayrak isimleri” olduğu için yüreklerimize kazınmış kahramanlardır.

Evet, Bertolt Brecht «Galileo»da şu diyaloğu yazmıştı haklı olarak:

“- Kahramanı olmayan bir toplum ne kadar talihsizdir.
– Hayır Andrea. Asıl talihsiz olan, kahramanlara ihtiyacı olan bir toplumdur…”

Geri dönüp 1947 – 1972 arasındaki 25 yıla bir “Abidevi” öykü sığdıran Deniz Gezmiş’e ve yoldaşlarına baktığımızda.

“Talihli bir toplum” saymak istiyorum kendimizi.

Anıları, sonsuza dek yaşayacak.

6 Mayıs 1972’de katledildiler, ama azimleri ve mücadeleleri bugün bile taptaze.

Kısacası, oğlum: Deniz olunmalı…

Sunay Akın / Bir Çift Ayakkabı

Samsun’da spor malzemeleri satan bir mağazadan içeri giren 24 genç insan, 24 çift beyaz renkli lastik ayakkabı satın alırlar. Kente otobüsle, sabah 08:30’da gelmiş olmalarına rağmen, aynı gün yürüyerek, ayrılırlar
Samsun’dan, ayakkabıları gibi yüreklerinde taşıdıkları bembeyaz umutlarla..
Ankara yolunda yürüyen kafilenin en önünde ay yıldızlı bayrak taşınırken, arkasındaki pankartta şunlar yazılıdır :

“Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü”

Gençler, 20 Ekim 1968 günü başlattıkları yürüyüş gerekçesini şöyle açıklarlar :

  • ”Biz Mustafa Kemal gençliği olarak, Türkiye’nin istiklalinin zedelendiğini, elden gittiğini görüyoruz. Onun için atılması gereken devrimci adımın ‘İstiklali tam Türkiye’ için olacağına, gerçekleştirilmesi gereken ilk amacın ‘Tam Bağımsız Türkiye’ olduğuna inanıyoruz.”

Akşama doğru, yürüyüşün 20. kilometresinde polis tarafından durdurulurlar.
Ertesi gün, izinsiz gösteri ve yürüyüş yapmaktan gözaltına alınan gençler mahkemeye çıkarılır. Duruşma esnasında aralarından biri, “Burada yargılanan biz değil, Gazi Mustafa Kemal’dir” deyince, yargıç oturduğu kürsüden, hepsinin yüreklerine su serpen ve ülkede “Bağımsızlık” rüzgarının engellenemediğini dile getiren şu karşılığı verir :

  • “Burada bütün hakimlik sıfatımı ve titrimi bir kenara bırakarak şunu belirtmek isterim ki, Türkiye’de hiçbir mahkemenin Atatürk’ü yargılamaya gücü ve yetkisi yoktur.”

1 Kasım 1968’de serbest bırakılan gençler, yürüyüşlerini Ankara’ya doğru, türküler ve marşlar eşliğinde sürdürürler. Yürüyüş esnasında tutulan günlükte, en büyük destekçileri olarak öğretmenleri gördüklerini yazarlar.

Yolda, uğradığımız her yerde öğretmenlerden büyük ilgi gördük. Bu yürüyüş karşısında, Türk öğretmenlerinin ve aydınlarının tutumu milliyetçi nitelikteydi. Hareketin başarıya ulaşması için ellerinden gelen fedakarlığı gösterdiler. Atatürkçü ve laik Türkiye Cumhuriyeti‘nin en etkin kuvveti olan öğretmen tabakasının, Türkiye’deki ilerici güçler arasında önemli bir yeri vardır. Bu niteliğiyle öğretmenler, memleketimizde bazı çıkarcı çevrelerle sık sık çatışmak zorunda kalırlar. Zira asla karşı devrimden yana değildirler. Sonuna dek laik, demokratik, bağımsız Türkiye mücadelesinin içindedirler.

3 Kasım günü Alaca’ya ulaşan gençler, kasabaya dikilecek Atatürk heykeline karşı gösteri yapanların tehdidine aldırmadan, büstün dikileceği yere taş taşırlar..
7 Kasım günü Aşık Nesimi çıkar karşılarına ve sazıyla onlara deyişler okur..

Yürüyüş boyunca katılanlarla sayıları üç yüze ulaşan gençlerin Ankara’ya 10 Kasım günü girip, Anıtkabir’de saygı duruşu yapmaları istenmez.
Amaçları olay çıkarmak olmayan gençler dağılırlar ve 10 Kasım günü, ikişerli üçerli gruplar halinde gelerek Anıtkabir’de toplanırlar.
10 Kasım 1968’de ziyaretçi defterine şunlar yazılır :

  • ”Amerikan emperyalizmine karşı 2. milli kurtuluş savaşımız yok edilemez. Onu yok etmek için bütün Türk milletini yok etmek gerekir.
    İmza : Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşçüleri.”

O gençlerden biri olan Deniz Gezmiş‘i, 6 Mayıs 1972 günü, saat 01:25’te, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nin avlusunda asarlar..
Darağacına çıkmadan önce görevliye şöyle seslenir :

  • “Postallarımın bağlarını bile bağlamaya vakit bırakmadan beni apar topar buraya getirdiler. Postallar bu haliyle sehpada ayağımdan düşecek. Düşmelerini istemiyorum. Onları bağla da düşmesinler.”

Görevli, Deniz Gezmiş’in hayattaki son isteğini yerine getirir ve önünde eğilerek postallarının bağcıklarını bağlar.
Deniz Gezmiş, birkaç dakika sonra “Bağımsızlık” tutkunlarının yüreğinde dünya döndükçe sürecek olan büyük yürüyüşüne hazırdır !..

Deniz Gezmiş’den sonra aynı darağacında Yusuf Aslan katledilir.
Sırada Hüseyin İnan vardır. Düşünce suçlusu genç adam, asılmadan önce avukatı Halit Çelenk’ten, yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle şu ricada bulunur :

  • “Babam yarın ayağımdaki bu lastik ayakkabıları görünce, oğlumun doğru dürüst bir ayakkabısı yokmuş diye üzülecek. Ayakkabımı bile giyemeden beni apar topar buraya getirdiler. Babama söyleyin, ayakkabım yoktur diye üzülmesin. Ayakkabılarım cezaevinde kaldı. Onlara hediyem olsun.”

Üç gencin ölüm infaz tutanağındaki son nokta şöyledir :

  • “Cesetler bilahare Ankara Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’ne teslim edildi.”

İnfazın olduğu gün, Ankara Kızılay Meydanı’nda öğleye doğru bir genç kız, iki polis tarafından yakalanarak mahkemeye çıkarılır. Genç kızın suçu, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan‘ın mezarlarına yapacağı ziyaret için kır çiçekleri satın almaktır !..

Yine aynı gün, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden bir genç kız tutuklanır. Suçu, asılanlar için ağlamak, arkalarından gözyaşı dökmektir..

Birileri korkuyordu.. Çünkü biliyorlardı ki tarih, kendi yaşamlarının sonu için geçerli olacak “ceset” tanımına asla o 3 Devrimciyi sığdıramayacaktır…

Sunay Akın / Bir Çift Ayakkabı

Deniz olunmalı

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
07 Mayıs 2021, Cumhuriyet

 

“Bulut mu olsam, gemi mi yoksa? Balık mı olsam, yosun mu yoksa?” diyen ünlü mısralarından akılda kalan en güzel satır şudur Nâzım’ın:

“Ne o, ne o, ne o… Deniz olunmalı oğlum…”

Deniz Gezmiş’le bir süreliğine aynı yıllarda bu gezegende yaşamış olmasına rağmen hayatı boyunca hiç tanışmamış ve yolları kesişmemiş bir sosyalistin aklından bile geçmemiştir, bu dizelerin o yiğit devrimci sosyalist çocuğa bu kadar yakışacağı.

Gerçekten de “Deniz olunmalı…”

Her yerde ve her zaman.

Samsun’dan, bir grup arkadaşı ile Tam Bağımsız Türkiye için Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü başlattığı 29 Ekim 1968 gününde, bir meşale gibi bu ülke gençliğinin yolunu aydınlatan, Cumhuriyetin kurulduğu gün başlatılan o yürüyüşü 10 Kasım günü Anıtkabir’de noktalamayı hedeflemişti. Dünyanın tüm antiemperyalist hareketlerine örnek olacak Kurtuluş Mücadelesi’nin kahramanından söz ederken şunları söylüyordu Deniz:

“…Bu memlekette Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa, onlar da bizleriz. Onun, istiklali tam Türkiye idealini yalnızca biz devam ettiriyoruz…”

Bu cümlesi ile hem bu coğrafyanın yetiştirdiği en büyük devrimci Mustafa Kemal’in “asıl mirasçısı” olduklarını hem de Yüce Önder’in de “İstanbul Hükümeti tarafından hain ilan edilerek hakkında idam kararı alındığını” hatırlatarak Türkiye solunun on yıllardır (ve hâlâ) görmezlikten gelme ve utangaç biçimde üstü kapalı bir inkârla ATATÜRK’ü “Yüce Önder” olarak kabullenmeme tavrının da bir eleştirisiydi bu.

İşte tam da bu yüzden “Deniz olunmalı.”

Emperyalizmle mücadelenin gerçek ilham kaynağı olan Mustafa Kemal’in meşalesine sarıldığı için Deniz olunmalı.

Bugün de geçerlidir bu şiar.

“Deniz olarak” faşizmin her tür ve kılıkta, her görünümde olanına karşı mücadele etmeli. Gericilerle, küçük burvuja oportünistleri ile her ikisini de “bazı hataları mazur görülebilir ve zaman zaman belli noktalarda kol kola girilebilir” bulanlara karşı da mücadele ederek Deniz olunmalı. Emperyalist uşakları, din bezirgânı, gerici ve laiklik karşıtları ile müttefiklik ilişkisine girişenlere inat Deniz olunmalı.

“Deniz olarak” temel insan haklarına düşman, yine Nâzım’ın deyişiyle “Yeşile, doğaya, kurda, kuşa, insana, ümide, akarsuya, meyve çağında ağaca, serpilip gelişen hayata düşman” yani İkizdere’ye, Kaz Dağları’na, Cerattepe’ye, Kuzey Ormanları’na ve bilcümle tabiat zenginliğine düşman olanların suratına “Durun!..” diye haykırabilmeli.

“Deniz olarak” yurdum insanı koronadan inim inim inlerken, onları hayatta tutabilecek 3-5 dolarlık iki doz aşıyı temin etmek bir yana, her türlü güvenceden yoksun biçimde virüsle baş başa bırakarak fabrikada, tarlada, büroda üretime zorlayan açgözlü kompradorlara karşı durabilmeli.

“Deniz olarak” bir yandan bu ülkenin tüm kaynaklarını ve vatandaşların vergilerini har vurup harman savuran, ballı yandaş müteahhitlere peş keş çeken, elde ettiği rantla da zevk-u sefa içinde yaşayan bir avuç azınlığın ipliğini pazara çıkarabilmek için her türlü tehdide ve baskıya boyun eğmeyip gözünü kırpmadan savaşabilmeli.

“Deniz olarak” hukuksuzlukların üzerine yürüyebilmeli. Mahkeme kararlarını tanımayan, akademisyeninden gazetecisine, işçisinden memuruna, muhalif siyasetçisinden öğrencisine hoşuna gitmeyen kim varsa zindana atmak ve orada tutmak hırsı ile yanıp tutuşan ceberut iktidarla yiğitçe mücadele edebilmeli.

“Deniz olarak” fikir ve ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün insanoğlunun en temel, vazgeçilmez, ekmek kadar, su kadar, hava kadar kutsal bir hak olduğunu savunabilmeli.

  • Deniz olunmalı… Yusuf olunmalı… Hüseyin olunmalı…

O üç yiğit memleket evladının yaptığı gibi gerektiğinde kendi (kısıtlı süreli) yaşamının üzerinde düşünebilmeli toplumun çıkarını. Yaşına başına bakmamalı. “Daha doğru dürüst bir gün görmedik. Bir şey kazanmadık. Şu dünyanın sefasını sürmedik” demeden, 23-25 yaşında ölümün üzerine yürüyebilmeli.

Eğer bir taş daha koymak gerekiyorsa faşizme karşı öreceğimiz duvara, eğer bu taş kendi naçiz bedenimiz olacaksa, onuruyla, vatan için çarpan yüreğinin durması pahasına, yağlı urgana boynunu uzatabilmeli insan.

Son nefesinde bir Rodrigo konçertosuna kulak vermeyi dileyecek kadar da naif ve yüce bir ruhla…

Can Yücel’in o efsane dizelerindeki gibi:

“Aşk olsun sana çocuk, aşk olsun…
Elbette Türkiye’de en uzun koşuysa Devrim.
Onun en güzel yüz metresini koştu.
İlk o fırladı lüverden en sekmez mermisiynen.
Aşk olsun…”

DENİZ GEZMİŞ VE DEVRİM

GÜNGÖR BERK
ADD Fethiye Şb. Eski Bşk.
Onlar 20’li yaşlarındaydılar…

27 Mayıs 1960 Devrimi’nden sonra demokratik düzene 1961 Anayasası yapılarak devam edilmişti.

  • Bir çağdaşlaşma belgesi olan 1961 Anayasası ile sosyal devlet dönemi başlamıştı.

1961 Anayasası geniş bireysel ve toplumsal haklar, özgürlükler getirmişti. Bu ortamda toplumu ileriye taşıyacak siyasal partiler ve demokratik kitle örgütleri de hızla yerlerini almıştı. “Bilimsel Sosyalizm” gün yüzüne çıkmış ve siyasal bir parti olarak “emperyalizme karşı” örgütlenmişti. Toplum ve insanlar çağdaş bir Türkiye için uyanmaya başlıyordu.

Türkiye İşçi Partisi, işçi sınıfı öncülüğünde ve parlamenter sistem içinde iktidara gelmeyi amaçlayan sosyalist bir parti olarak kurulmuştu. Tüzüğünde: “Türkiye İşçi Partisi, Türkiye İşçi Sınıfının ve onun tarihsel ve bilime dayanan demokratik öncülüğü etrafında toplanmış, onunla kader birliğinin bilinç ve mutluluğuna varmış bütün emekçi sınıf ve tabakaların kanun yolundan iktidara yürüyen demokratik, bağımsız, sosyalist örgütüdür” deniyordu.

Dönemin özgürlük ortamında “az gelişmiş” ülkelerin hızlı kalkınma modelleri de tartışmaya açılmıştı. “Türkiye’nin Düzeni”ni sorgulayan aydınların üzerinde birleştiği ve sosyal adalet içinde uygulamaya konulacak bir “planlı devletçilik” modelini benimseyen “zinde kuvvetler” siyasal iktidar arayışına başlamıştı.

Türkiye İşçi Partisi 1961- 1971 yıllarında işçi, köylü ve aydınların umudu oldu, 1965 seçimlerinde parlamentoya girdi, başarılı muhalefet yaptı. Türkiye İşçi Partisi’ne göre: Türkiye’nin önündeki devrim “Sosyalist Devrim”di. Feodal kalıntılara karşı yapılacak demokratik ve emperyalizme karşı yapılacak ulusal mücadele sosyalizm için verilecek mücadeleden ayrı düşünülemezdi.

Ama ülkenin “geri bıraktırılmışlığı”, sivil – asker aydın kesimde hızlı kalkınma modeli arayışları, seçim sisteminin değiştirilmesiyle getirilen engeller, sosyalist bir partinin yaşatılmasındaki zorluklar, parti içinde öne çıkan muhalefet ise ufuktaki bir Sosyalist Devrim’in, iktidar umudunun azalmasına neden oldu.

Türkiye İşçi Partisi içindeki muhalefete göre: Türkiye’nin önündeki devrim aşaması “Sosyalist Devrim” değildi. İlk aşama, Sosyalist Devrim’in koşullarını hazırlayacak olan “Milli Demokratik Devrim”di. Milli Demokratik Devrim tamamlandıktan sonra Sosyalist Devrim aşamasına geçilecekti.

Altmışlı yıllar antiemperyalizm ve tam bağımsızlık bilincinin yüceldiği, işçi ve öğrencilerin “halktan yana çağdaş bir düzen özlemiyle” ayağa kalktığı ve tek yol olan devrime koştuğu, “gerçekten tam bağımsız Türkiye”nin yaratılacağı umut edilen yıllardır. İşçinin yanı sıra gençlik de sosyalizmden etkilenmiş ve önemli ölçüde siyasal hareketlerin içinde yer almıştır.

Üniversitelerde lider olarak Deniz Gezmiş’in öne çıktığı boykot ve işgaller… Amerika Altıncı Filosu askerlerinin denize dökülmesi… Hakları peşindeki işçilerin yaygın grevleri… Toplum polisiyle çatışmalar… Peş peşe gözaltı ve tutuklamalar… Tam Bağımsız Türkiye için Mustafa Kemal Yürüyüşü… Dünya gençliğinin özgür bir dünya için 1968 kalkışması… 1969 Kanlı Pazarı

Deniz Gezmiş on sekiz yaşını tamamladığında, genel seçimler ertesinde, 11 Ekim 1965’te, Türkiye İşçi Partisi Üsküdar Şubesi üyesi olmuştu. Ertesi yıl da ilçe yönetim kuruluna seçilerek ilçe sekreterliği görevini üstlenmişti. 30.07.1967 günü yapılan Üsküdar ilçe kongresinde, işçi olmayan kesimden, il delegeliğine seçilmişti.

Türkiye İşçi Partisi’nin gençlik eylemlerine partili gençlerin katılımını engellemeye çalışması, solcu – sağcı öğrenci çatışmasına dönüşen eylemlerde kan dökülmesi, yaklaşmakta olan 12 Mart 1971 faşist darbesinin ayak seslerinin duyulmaya başlaması Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını parti mücadelesi döneminin aşıldığı düşüncesinde birleştirecektir. Sonunda sosyalist parti bırakılacak ve “Devrimci Öğrenci Birliği” kurulacaktır. Ama düşünce ayrılıkları kısa sürede yol ayrılıklarını, yol ayrılıkları ayrı örgütlenmeleri, silahlı mücadeleyi doğuracaktır.

Deniz Gezmiş ve devrimci arkadaşlarının bundan sonraki koşusu “Tam Bağımsız Türkiye için, Amerikan emperyalizmine karşı, Milli Kurtuluş Mücadelesidir”. Kısa süren bu mücadele faşist 12 Mart asker darbesi ile son bulacak, yükselen toplumsal gelişmenin de önü kesilecektir. Onurlu ve cesur duruşlarından geri adım atmayan Deniz Gezmiş ve devrimci gençler Kızıldere’de, Nurhak dağlarında, idam sehpalarında ölümle buluşacaktır.

Mare Nostrum’u ozanımız Can Yücel yazdı:

En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin
En önce göğüsledi ipi…”

Bitmeyen bağımsızlık kavgasında, çağdaş bir Türkiye için ölümü göze almış bu devrimci kuşak, Deniz Gezmiş’in adında yaşamaya devam ediyor.

#6mayıs darağacında 3 #fidan #denizgezmiş Sen Ölmedin Deniz… Mavi sularında geleceğe yelken açacak özgür bireyler için ölümsüzleştin…

(Not: Fotoğraf tarafımızdan eklenmiştir… Ahmet Saltık)

Halit Çelenk Ödülü DİSK Tarihi kitabına verildi

Ülkemizin önde gelen hukuk insanlarından ve insan hakları savunucularından Av. Halit Çelenk anısına oluşturulan Halit Çelenk Hukuk Ödülü, editörlüğünü Aziz Çelik‘in yaptığı ve DİSK tarafından yayımlanan DİSK Tarihi Kuruluş Direniş Varoluş (1967-1975) kitabına verildi.

Prof. Dr. Rona Aybay, Prof. Dr. Korkut Boratav, Dr. Öğr. Üyesi İlker Kılıç, Av. Erşen Şansal, Av. Başar Yaltı, Av. Barış Aybay, Serpil Çelenk Güvenç, Ali Rıza Aydın ve Av. Özlem Şen Abay‘dan oluşan Seçici Kurul 2021 Halit Çelenk Hukuk ödülünü DİSK Tarihi kitabına vermeyi kararlaştırdı.

Yaşamda ve hukukta devrimci duruşun, adaletsizliğe karşı mücadelenin sim­gelerinden olan Halit Çelenk’in hukuk mücadelesi ve eserleri doğrul­tusunda, toplumsal ilişkiler ile hukuk arasında bağlantı kuran yayın, tez veya diğer eserler üretilmesini teşvik etmek amacıyla 2015 yılında oluşturulan Halit Çelenk Ödülü bu yıl 7. kez verilmiş oldu.

Seçici Kurul tarafından yapılan açıklamada “Değerlendirme sürecini tamamlayan Ödül Seçici Kurulu, 2021 YILI HALİT ÇELENK HUKUK ÖDÜLÜNÜ DİSK Araştırma Merkezi tarafından yayına hazırlanan ve Editörlüğünü Aziz Çelik’in yaptığı “DİSK TARİHİ Kuruluş-Direniş-Varoluş, 1. Cilt (1967-1975)” isimli kitaba vermiştir” denildi.

Akademik Destek Ödülü bu yıl iki eser arasında paylaştırılmıştır. Söz konusu eserler; Burak Yücekaya’ya ait “Hukukun Piyasalaşma Uğrağı Olarak Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yöntemleri ve Arabuluculuk Kurumu” konulu yüksek lisans tezi, Melike Orçin’e ait Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türk Hukukunda Tutuklu ve Hükümlülerin Dış Dünya ile İletişim Kurma Hakkı” konulu yüksek lisans tezidir. Seçici Kurul Teşvik Ödülü bir esere verilmiştir. Söz konusu eser; Volkan Bora Uğur’a ait  “Sanatın Mülkiyeti”  konulu makaledir.

Halit Çelenk Hukuk Ödülleri Seçici ve Düzenleyici Kurulu tarafından yapılan açıklamaya göre “ödül töreni bu sene içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle zoom üzerinden online olarak 6 Mayıs’ta davetliler ile gerçekleştirilecektir.”

Halit Çelenk (1921-2011)
Halit Çelenk (1921-2011) Yaşam öyküsü için tıklayınız

Halit Çelenk haksızlığa uğrayan, ezilen, sömürülen, işkence gören, tutuklanan, yargılanan işçilerin, öğrencilerin, gençlerin, aydınların, sanatçıların, parti, sendika ve dernek yöneticilerinin davalarına baktı. DİSK davasının avukatları arasında da yer alan Halit Çelenk, aralarında Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve arkadaşlarının yargılandığı dava ile TÖS, TİP, TÖB-DER, Barış Derneği ve Aydınlar dilekçesi davalarının da olduğu neredeyse Türkiye’deki bütün büyük hak ihlalleri davasında demokrasi, hukuku ve insan haklarını savundu. Türkiye Öğretmenler Sendikası TÖS’ün hukuk danışmanlığına getirildi. Sendikanın Anayasal varlığı ortadan kalkıncaya dek bu görevini sürdürdü. Daha sonra TÖS’ün devamı olan Tüm Eğitim ve Öğretim Emekçileri Birleşme ve Dayanışma Derneği TÖB-DER’in hukuk danışmanlığını yaptı. 1921 yılında doğan Çelenk 2011 yılında yaşamını yitirdi.

DİSK Tarihi Kuruluş-Direniş-Varoluş 1967-1975 adını taşıyan DİSK Tarihi kitabının 1. cildi DİSK’in mücadele ve deneyim hafızasını bugünlere ve yarınlara taşıma amacıyla hazırlandı. Kitap, DİSK’in yarım yüzyılı aşkın mücadelesin ve deneyimini birincil kaynaklara dayalı olarak kapsamlı ve nesnel biçimde ele almayı hedefledi. DİSK-AR tarafından hazırlanan kitabın editörlüğünü Aziz Çelik, yayın danışmanlığını ise Can Şafak ve Ergün İşeri yaptı. DİSK öncesi işçi sınıfı hareketine iliş-kin gelişmelerin de yer aldığı 1. Cilt, 1967-1975 dönemini kapsıyor.

Çalışmalarına 2016 Eylül ayında başlanan ve özgün arşiv kaynaklarından, belge, yayın ve fotoğraftan yararlanılarak hazırlan kitap büyük boy ve 704 sayfadan oluşuyor. Kitabın araştırma ve arşiv çalışmaları Deniz Beyazbulut, Zeynep Kandaz ve Meliha Kaplan tarafından yürütüldü. Süreyya Algül, Zafer Aydın, Aziz Çelik, M. Hakan Koçak, Can Şafak, Melih Biçer, Kıvanç Eliaçık, Ece Göktürk, Tevfik Güneş, Ergün İşeri ve Necdet Okcan kitaba yazar olarak katkıda bulundular. Kitabın tasarımı ise DİSK İletişim Dairesi uzmanı Can Kaya tarafından yapıldı.

DİSK Tarihi kitabı bu bağlantıyı veya aşağıdaki görseli tıklayarak ulaşabilirsiniz.

 

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 13 Mayıs 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 13 Mayıs 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

RÜŞVETÇİLER

Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy,  telekonferansta Serik Belediyesi’nin günübirlik alanda işyeri bulunan bir işletme sahibinden 500 bin lira aldığını söyleyerek belediye başkanına çıkıştı.

Nerde yasal işlem? Nerde CHP’liler “zırt” deyince dava açan savcılar?…

KONUM

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un şikayeti üzerine CHP’li Özgür Özel ve Engin Özkoç hakkında soruşturma başlatıldı. Gerekçe, Altun’un Boğazda kaçak yapılanması ile ilgili açıklamaları.

Muhalif yazar Özdil’in tadilatı idamlık suça dönüştürülürken, RTE’ye yakın adamın yaptığını araştırmak ve dile getirmek bile suç.

Önemli olan konut değil konum…

GÜZEEEL

Diyarbakır Valisi Hasan Güzeloğlu, AKP il ve ilçe başkanları ile video konferans sistemiyle toplantı düzenledi.

Ya İstanbul’a vali, ya bakan…

YANDAŞ

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü (BOREN) ve Nadir Toprak Elementleri Araştırma Enstitüsü’nün (NATEN) kapatılarak, Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu (TENMAK) adı altında birleştirildi.

Bilimsel kuruma ne gerek, yandaşa arpalık gerek…

KAZ

Kaz Dağları’nda altın madeni projesine karşı 288 gündür nöbet tutan çevrecilere 57,240 lira idari para cezası kesildi. Ceza gerekçesi “toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığını, çevreyi ve ekonomik düzeni bozmak .”

Ceza dağdan kaz…

VİCDAN

Aydınlık gazetesi yazarı Oktay Yıldırım, Odatv’nin kapatılmasını ve Barışların cezaevinde tutulmasını eleştirdi. Yıldırım yazısında, “Vicdanım buna sessiz kalmama izin vermiyor” ifadelerini kullandı.

Aydınlık’ta da vicdanlı birileri var…

BAĞIMSIZLIK

Saray Cumhuriyet Savcısı, Saray İlçe Belediyesi çalışanının “Tam bağımsız Türkiye için canlarını feda eden Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm yıldönümü” paylaşımı için soruşturma açtı.

Tam bağımsızlık ne ki?

Ne kadar kötü ki?..

TEHDİT

İktidara yakın Ülke TV’de Esra Elönü’nün sunduğu “Arafta Sorular” programında Sevda Noyan, “Bizim aile şöyle bir 50 kişiyi götürür. Onu söyleyeyim. Biz çok donanımlıyız bu konuda maddi ve manevi olarak. Biz liderimizin yanındayız. Asla yedirmeyiz. Ayaklarını denk alsınlar. Bizim hala sitede var 3-5. Benim listem hazır açıkçası” dedi.

Muhalif kanal ve şahıs olsa RTÜK şimdiye cezayı kesmiş, savcılar resen soruşturma açmıştı…

ASBEST

ABŞB’nın AKP ve MHP’li Belediye Meclisi Üyeleri, Ankaralılara zehir saçan asbestli su borularının değişimi için M. Yavaş’ın borçlanma talebini reddettiler.

Hay sizin siyasetinizi…

FATURA

Karar gazetesi Ekonomi yazarı İbrahim Kahveci, iktidarın yaptığı projelerde faturayı milletin ödediğini belirtirken, İstanbul-İzmir Otoyolu için yapılan ihaleyle ilgili de; “Temel atılırken (2011): Kur 1,80 ve maliyet 6 milyar dolar. Kurdele kesilirken (2019): Kur 5,50 ve maliyet 11 milyar dolar.” bilgisini paylaştı.

Bitmeyen pandemi…

KURT

AKP’de seçim sistemi üzerinde çalışmalar yapıldığı konuşulmaya başlayınca Bahçeli, “Üç hilalin tek başına iktidar olma zamanı geldi” diyerek “ayağını denk al!” mesajı çekti.

RTE, “Hiçbir şey Cumhur ittifakını bozamaz” diyerek elindeki kozları anımsattı.

Eski kurtlaaaar, eski kurtlar…

CÜPPE

DİB’lığının eşcinsellik konusundaki açıklamasını destekleyen Perinçek için

Cübbeli Ahmet, “Diyânet’i destekleyen ve değerlerimizi azîz tutan Doğu Perinçek kardeşimize şükrânlarımızı arz ederiz” dedi.

Uyum…

SOLUNUM

İzmir Çiğli Belediyesi Başkanı az bir maliyetle (700 TL); dayanışma ve imece usulüyle yerli ve milli solunum cihazı üretti.

Ruhsat alamaz, soruşturma açılır…

SEVİYESİZ

Vatan Partisi Genel Sekreteri, partisinin AKP ve MHP ile ilişkilerini göklere çıkarıyor ve partiden ayrılanlar için şöyle diyor:

“…hepimiz aynı gemide olmayanları kusarak içimizden çıkardık. Ak Parti de kustu, MHP de kustu. Bakmayın ayrı parti kuramadılar ama Vatan Partisi de kustu. Şimdi hepsi ABD gemisinde buluştular.”

Benim bildiğim bir kişi bile partiden çıkarılmadı. Herkes VP’nin gidişini görüp kendi ayrıldı.

İfadenin ve ifade edenin seviyesizliğine bakın.

Kusmuk…

DEKAN

Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı Orhan Acar, video konferans görüşmesinde yayını açık unutup ‘Kızların resimlerini de görüyoruz böylece ha, çaktırma’ dedi.

Pislik…

ŞAFAK

Yeni Şafak Gazetesi, FETÖ’nün bir numaralı ayağı olarak İsmet İnönü’yü gösterip RTE ve diğer AKP’liler dışındaki bir sürü devlet adamını sıraladı.

Şafak batıdan atıyor ve güneş dünyanın etrafında dönüyor değil mi?..

Darağacında Bayrak Olmak…

Darağacında Bayrak Olmak…

Lütfü KIRAYOĞLU
06 Mayıs 2020

Her 6 Mayıs günü, boğazımıza oturan öfke yumağı, umuda, mücadele azmine ve bilince dönüşüyor. 6 Mayıs 1972 günü cellatların darağacında sallandırdıkları üç yiğit genç, büyük yürüyüşün en önündeki bağımsızlık bayrağına ve mücadele pankartlarına dönüşüyor.

Her 6 Mayıs günü, üç devrimci genci idam sehpasına gönderenlerin başlarını öne eğdikleri utanç günü oluyor. Onları idama gönderenler bile artık “keşke…” ile başlayan sözler kekeliyor.

Her 6 Mayıs günü, emperyalizme karşı ilk mücadeleyi başarmış bir ulusun çocuklarının tıpkı idam fermanı boynundaki Mustafa Kemal ve arkadaşları gibi korkmadan ölümün üzerine yürüyebileceklerini anımsatıyor. Bu nedenle de Onları ölüme gönderenlerin yüreğine korku salıyor.

Her 6 Mayıs günü, Dolmabahçe rıhtımında, Amerikan 6. Filo askerlerinin denize dökülebileceğini yeniden anımsıyoruz. Beyoğlu’nun ara sokaklarında üzerindeki beyaz denizci üniformaları mürekkebe bulanmış fiyakalı ABD Deniz Piyadelerinin korkuyla kaçışları gözlerimizin önüne geliyor.

Her 6 Mayıs günü, Samsun’dan Ankara’ya, önde Türk bayrağı, devrim şarkılarıyla yürüyen inançlı gençliği ve onun devrimci önderlerinin güven verici duruşlarını anımsıyoruz.

Her 6 Mayıs günü, parasız, özerk ve bilimsel üniversite özleminin önüne engel olarak çıkartılan özel okullara karşı İstanbul-Ankara yürüyüşünü ve Anayasa Mahkemesinin özel yüksek okullarını kapatmak zorunda kalışını anımsıyoruz.

Her 6 Mayıs günü, özerk bilimsel eğitim için “sağ sol yok, boykot var” sloganı ile bütün gençliği birleştiren, gençlerin ise kendilerini ezmek isteyen güvenlik güçlerini Hürriyet Meydanında, Cağaloğlu’nun ara sokaklarında darmadağın edişini anımsıyoruz.

Her 6 Mayıs günü, devrimci gençlerin Filistin’de, Siyonizme ve Emperyalizme karşı mücadele için devrimci duygularla yardıma koşmalarını anımsıyoruz.

Her 6 Mayıs günü, zamanın İçişleri Bakanının Deniz Gezmiş’i yakalayan polisleri iteleyerek O’nunla anı fotoğrafı çektirerek ünlü olmaya çalışmasını anımsıyoruz.

Her 6 Mayıs günü, idam edileceğini bile bile, kendisini yargılayan mahkeme heyeti üzerinden düzenden hesap soran, asla eğilmeyen devrimci gençleri anımsıyoruz.

Her 6 Mayıs günü, şafak sökerken idam sehpasının yanındaki cellatlarının, onların gözlerindeki korkuyu görmek istemelerine aldırmayarak altındaki tabureyi korusuzca kendisi itmeden önce bağımsızlık sloganlarını haykıran yiğit devrimcileri anımsıyoruz.

Evet… 6 Mayıs Türkiye devrimci hareketinin tarihinde acı bir gün.

Öte yandan anlamsız tartışmalarla, küçük hesaplarla bir türlü birleşemeyen devrimcileri, solcu aydınları, Atatürkçüleri, bağımsızlıktan yana olanları, gerçek yurtseverleri birleştiren bir gün.

Her gün bir birleri ile didişenler, her 6 Mayıs günü, Ankara Karşıyaka mezarlığında birleşiyorlar. İstanbul Dolmabahçe rıhtımında birleşiyorlar, İstanbul Üniversitesi bahçesinde, İTÜ’de, ODTÜ’de, Siyasal Bilgiler kantininde öğrenci yurtlarında birleşiyorlar.

  • Deniz Gezmiş ve arkadaşları yarım asır sonra bile bizleri birleştirmeyi başarıyor.

6 Mayıs 1972 günü darağacına çekilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın bedenleri artık Türkiye Bağımsızlık hareketinin simgesi, mücadele bayrağı haline geldi.

Darağacındaki bayrak, 48 yıldan bu yana ayağa kalkan gençliği sindirmeye çalışanlara korku salıyor.

Korku salmaya da devam edecek.

  • Darağacındaki “Üç Fidan” orman oldu… Bayraktı…. Bayrak Deniz’i oldu…

Şekibe abla uğurlandı..

Şekibe abla uğurlandı..

68 kuşağının “Şekibe ablası” Şekibe Çelenk 99 yaşında yaşama veda etti.

Yavuz ALATAN
SÖZCÜ,

Şekibe abla uğurlandı

Deniz Gezmiş’in avukatı Halit Çelenk‘in eşi Şekibe Çelenk son yolculuğuna uğurlandı. 1962 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) katılarak, yerel seçimlerde TİP’in radyo propagandasındaki ilk kadın konuşmacı olan Şekibe Çelenk, 99 yaşında yaşama veda etti. Çelenk eşi Halit Çelenk’in yanına, Karşıyaka mezarlığına defnedildi.

FOTO: SÖZCÜ

Türkiye’deki 1968 gençlik kuşağının öncü adlarından Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın avukatı olan Halit Çelenk ve eşi Şekibe Çelenk dönemin öne çıkan isimleri arasındaydı. 6 Mayıs 1972’de idam edilmeden önce Deniz Gezmiş, Şekibe Çelenk’e selam göndererek, “Şekibe ablaya selam söyleyin, arkadaşlara çok emeği geçti” demişti. Cenaze törenine CHP eski milletvekili Mustafa Balbay da katıldı.

=========================================
Dostlar,

Merhum Avukatlar Halit ve Şekibe Çelenk çifti ile tanışma olanağımız oldu 2007’de
Kuşkusuz, Deniz’lerin savunmalarında olağanüstü çabalarını biliyorduk, okumuş ve izlemiştik.
10 Mart 2007 günü, merhum Çelenk’lerin kitap imza günü vardı..
Muzaffer İlhan Erdost’un yayınevinde idik.. Kardeşi Veteriner  Hekim İlhan Erdost’u Hakkari’de işkenceye kurban veren ve O’nun adını da alan yüreği derinden yaralı Muzaffer Erdost‘un..

Halit beyin yerine kitaplarını kızı Ferda Özyurda imzalıyordu.. Ferda hoca, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalında halen oda komşumuz Prof. Dr. Ferda Çelenk Özyurda.. Aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi.. Ferda’nın kızının adı Deniz..

Halit beyi 2011’de yitirdik. Şekibe hanım biraz daha asıldı yaşama.. taa ki 22 Şubat 2020’ye dek.

Çoook güzel insanlardı..

Boz kanatlı atlara binip bizleri yoksun ve öksüz bırakıp gittiler..

 

Yaşamları boyunca yapıp – ettikleri, insancıl felsefeleri, devrimci eylemleri, değerleri, kararlı savaşımları yolumuzu ışıtmayı sürdürecek.

Sevgili meslektaşlarım Ferda’ya, eşi Ümit’e, tüm aileye ve ülkemize başsağlığı diliyoruz..

Dr. Ahmet Saltık, 24.02.2020