Etiket arşivi: Mahir Çayan

Cesareti örgütlemek

SİYASET 22.01.2023, BİRGÜN

Siyasal İslamcı AKP’nin ülkeye nasıl el koyduğunu anlamak için, seçmen davranışlarını belirleyen temel etkenin değişimine de bakmakta büyük yarar var. Bu ülkede ABD ve NATO desteği ve yönlendirmesiyle son 70 yıldır izlenen dinselleştirme siyaseti; Cumhuriyetin modern, aydınlanmacı ve ilerici değerlerinin adım adım tasfiye edilmesi, insanların sınıfsal konumları ile siyasal tercihleri arasındaki pozitif ilişkiyi kopardı. Yani insanlar, sosyal/ sınıfsal konumlarından hareketle ve bilinçleriyle değil, inançlarıyla oy kullanır duruma getirildi. İnsanların sosyo-ekonomik konumlarıyla seçmen davranışları arasında negatif bir ilişki oluştu.

  • Sırf alnı secde görüyor diye kendi cellatlarına oy veren bir seçmen kitlesi oluşturuldu.

Siyasal tercihi belirleyen temel etken din, geleneksel kültür ve etnik duyarlılıklar oldu. Sonuçta yoksullar, kendilerini ezen efendilerinin arkasından gitmeye başladı. Giderek toplumsallaşan gönüllü bir kulluk yaratıldı. Aklı ve vicdanı özgürleşmemiş veya teslim alınmış kölelerin önüne sandık konulunca, onlar da kaçınılmaz olarak efendilerini seçti. Anımsayalım; AKP iktidara geldikten sonra seçim kampanyalarını genel olarak ekonomik-sınıfsal istemler çevresinde değil, daha çok kültürel değerler ve ideolojik talepler zemininde yürüttü.

YOKSULLUK ve KUTSAL DAVA

İçinden geçtiğimiz büyük ekonomik krize, yoksullaşmanın derinleşmesine, insan onurunu ayaklar altına alan sefalete karşın Erdoğan-AKP iktidarının oy oranı yaklaşık olarak %30 düzeyini koruyor. Bu durum gerçekten büyük bir şaşkınlık yaratıyor. Oysa nedeni basit, iktidarları her zaman tencere-mutfak metaforuyla ifade edilen yoksulluk, ekonomik krizler, yaşam pahalılığı vb. gibi gelişmeler değiştirmiyor. Bazen süreç tersine işler ve daha baskıcı ve faşizan yönetimlerle sonuçlanır. Çünkü, toplumlar krizlere ilerici ve devrimci çözümler üretemez ise, siyasal mücadeleler daha koyu bir gericilikle sonuçlanabilir.

Son 20 yıldır Türkiye’de de siyasal ve toplumsal süreçler böyle işledi. Çünkü, ortada esas olarak bir rejim tartışması vardı ve siyasete rejimi değiştirme iddiasıyla giren AKP, seçim kampanyasını da din, kutsal dava, milletin değerleri gibi temalar çevresinde yürüttü. Bunun karşısında liberalizmin etkisi altındaki sol ve ilerici güçler ise, ideolojik bir dağınıklık içinde ve bir yenilgi psikolojisiyle yer aldı. Daha çok ekonomik ve sendikal taleplerle sınırlandırılmış bir mücadele çizgisi izledi.

Daha önemlisi, solun bir kesimi, saldırılarını laiklik, cumhuriyet ve aydınlanmanın kazanımları gibi ideolojik ve kültürel alanda geliştiren İslamcı hareketin karşısına değil, yanında yer almak gibi büyük bir siyasi ahmaklık içine düştü. Liberal entelijensiya, bütün muhalefet alanını ve ilerici değerleri çürüttü. Cumhuriyetçileri ve solu pasifize etti.

Sonuç olarak, bugün kurtulmaya çalıştığımız dinci-faşizan cehennemin yollarını döşendi.

CESARETİ TOPLUMSALLAŞTIRMAK

Muhalefet ve sol, mücadelenin ideolojik ve kültürel bir alanda geliştiğini yeterince göremedi. Dolayısıyla, “fakirlik edebiyatı” üzerinden geliştirilen ve ekonomik talepler ekseninde seçim kampanyaları yürüttü. Ne cumhuriyet ne de laiklik etkin bir biçimde savunuldu. Toplumun AKP’ye oy vermeyen % 50’yi aşkın kesiminin aydınlanma değerleri çevresinde birleştirilmesi için etkili hiçbir girişimde bulunulmadı. İdeolojik ve kültürel mücadele alanı boşaltıldı. Toplum kendiliğinden direndi.

Buna karşılık AKP, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin yarattığı kaos (karmaşa) ortamından da yararlanarak toplumu dönüştürme ve sokağı terörize etme siyasetini yükselterek sürdürdü. İktidar olanaklarını kullanarak örgütlediği yasadışı çeteler ve SADAT gibi milis örgütlenmeleri aracılığıyla muhalif toplum kesimlerini tehdit etmeye başladı. Bu tehdit karşısında sürekli geri çekilen, pasifist bir tutum takınan muhalefet anlayışı, topluma güven veremezdi. Bu tutumun bir özgüven yıkımına yol açması kaçınılmazdı. Nitekim, öyle de oldu!

AKP’nin toplumda yarattığı korku ve umutsuzluk iklimi, muhalefet güçlerinin bu siyasal atmosferi değiştirme konusundaki beceriksizliği ve –hadi korkaklık demeyelim– tereddütleriyle (çekinceleriyle) birleşince, gerici hareketin kendisini olduğundan daha güçlü gösterdiği bir tablo oluştu. Ülkede, eğer Mahir Çayan’ın geliştirdiği özgün kavramla ifade edersek, bir tür “suni denge” ortamı oluştu. Korku ve kötülük giderek yayıldı, örgütlendi ve toplumsallaştı.

Çetelerin kol gezdiği, düzenin mafyalaştığı, yasaların askıya alındığı, kuralsızlığın hüküm sürdüğü, adalete inancın kalmadığı bir ülke ortaya çıktı. Liberallerin paha biçilmez desteğiyle (!)  gelişen bir umut krizi, yenilmişlik duygusu ve korku atmosferi bütün toplumu içine aldı. Eski çürüyor, ama yeni olan doğamıyordu. Dönem canavarların zamanıydı.

UMUT KRİZİNİ AŞMAK

İşte bu dönemin artık sonuna gelindi. Cumhuriyeti imha eden İslamcı hareket, yerine yeni bir rejim ve düzen kuramadı. Buna görgüsü, bilgisi, birikimi, insan kaynakları, geleneği, ideolojik donanımı, müktesabatı (birikimi) yetmedi. AKP’yi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamikler değişti.

Tabloyu kabaca şöyle özetleyebiliriz :

Yalnızca geniş halk kesimleri, emekçiler, sol ve cumhuriyetçiler için değil, hemen her kesimde “bu kadar yeter” duygusu yerleşmeye başladı. Büyük sermaye ve Batılı güç merkezleri için de durum pek farklı değil. Belli ki, Batı ve sermaye bütün kirli işlerini gördürdüğü ve artık işine yaramayan, dahası kendileri için bir istikrarsızlık kaynağı oluşturan İslamcı iktidar ile daha çok gitmek istemiyor. Ancak, sermayenin ve Batı’nın iktidara taşıdığı İslamcılar da ele geçirdikleri gücü bırakmak niyetinde değil. Çünkü, rejim değişikliğini tamamlamak ve geleceklerini güvencelemek istiyorlar. Bugün yaşanan şiddetli siyasal gerilimin temelinde bu durum yatıyor.

İslamcı hareket, düşük yoğunluklu da olsa bir dinci-faşist ya da faşizan rejimin kuruluş sürecini tamamlamak istiyor. Bu amaçla iktidarı yitirmemek için her şeyi yapacağı anlaşılıyor. Bu bağlamda, 2023 seçimleri ülkenin yazgısının yeniden belirleneceği kritik bir eşik özelliği kazanıyor.

Sonuç olarak                    :

  • Seçimlere doğru giderken yapılması gereken şey;
  • Topluma güven vermek ve AKP iktidarının yıkılabileceğini göstermektir.
  • Umut krizini aşmaktır.

Bu amaçla, “ideolojik saflığı” korumak gibi bir kaygıyla hareket etmek yerine, dönemin maddesine ve ruhuna uygun bir mücadele çizgisi geliştirmektir.

İyiliği ve cesareti örgütleyip toplumsallaştırmaktır.

Yakın ve vahim (ürkünç) tehlikeyi yenilgiye uğratacak bir siyasal taktik izlemektir.

Küçük hesapları bir yana bırakarak, İslamcı-faşist cephenin karşısına, “tek aday” diye kodlanan ve yaşam içinde geliştirilecek bir “halk ittifakı” ile çıkmayı başarmaktır.

Deniz Olunmalı…

authorZAFER ARAPKİRLİ

Şiirin küresel ustası Nâzım Hikmet’in, kuşkusuz kendisini tanımadan yazdığı dizelerde ne de güzel anlatılmıştır, “Deniz Olmak”

“Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?
Ne o, ne, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla…”

Bu ülke topraklarında yaşayan herkese ve hattâ ezilen – sömürülen – bağımsızlık – devrim – kurtuluş mücadelesi veren tüm coğrafyalara örnek olan simge isim Deniz Gezmiş yoldaşımızın mücadelesini görse, duysa, tanık olsa, belki de ona ithaf ederdi şiirini.

Belki de şöyle derdi: “Yüreğiyle, vicdanıyla, devrim aşkıyla, cesaretiyle
Deniz olunmalı, oğlum.”

Kısacık ama onurlu yaşamları ve mücadeleleri ile bir döneme damga vuran yiğitlerimizi, faşist diktatörlüğün darağacında katlettiği üç fidanımızı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı saygı ile andığımız bu günde, onları kendilerinden sonraki ve hatta bizden sonraki kuşaklara tarif etmek için bundan daHa güzel 2 kelime kullanılamazdı:

“Deniz olunmalı…”

Antiemperyalist meşaleyi yakan Mustafa Kemal Atatürk’ün bu toprakları düşman çizmesinden kurtarmak için verdiği mücadelenin üzerine Marksist – Leninist öğretiyi rehber alarak “Sosyalist Devrim”i eklemeyi bir “tamamlayıcı ödev” belleyen o genç ve yiğit insanlar kuşağının anıları önünde, eğilmemek mümkün mü?

Mahir Çayan’ların, Hüseyin Cevahir’lerin, Ulaş Bardakçı’ların, İbrahim Kaypakkaya’ ların “Ucunda kurşuna dizilmek, işkence tezgahlarında doğranmak, darağaçlarında sallanmak bulunan bir kavgayı, sıradan bir gencin yaşamına tercih etme yüceliği” karşısında parmak ısırmamak büyük bir haksızlık olmaz mı?

Kendilerinden sonraki kuşağa, benim de mensubu olduğum 78 kuşağına yol gösterici bu ışıl ışıl yanan mücadele geleneğine bakıp da, Can Yücel Usta’nın şu dizelerini hatırlamamak ağır bir ihmal sayılmaz mı?

“En uzun koşuysa elbet Türkiye’de devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu.
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin.
En önce o göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun.”

Anaların babaların asla tercih etmeyecekleri, ama Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in örneklerinde olduğu gibi, dünya döndükçe de kuşkusuz “gurur duyacakları” ölümlerdir Üç Fidan’ın sonsuzluğa yürüyüşleri.

  • Cellatların ve onların sahiplerinin suratlarına kavganın tüm ateşini üfleyerek…

1972’nin bir puslu Mayıs sabahında darağacında boşuna sallanmadıklarını bilseler, belki daha da yüksek sesle haykırarak koşarlardı ölüme.

“Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye
Yaşasın Marksizm – Leninizmin yüce ideolojisi
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler”
diye seslenişi, 1980 faşist darbesine giden yolda ve sonrasında kim bilir kaç bin devrimcinin yolunu aydınlatmış, kim bilir daha da sonrasında verilen tüm hak ve özgürlük mücadelelerinde, ülkenin dört bir yanında ışıldayan 2013’ün Şanlı Gezi Direnişi’ne bile Taksim Meydanı’ndan tutulan bir projektör olmuştur.

Aslında onların mücadelesi, bugün bile devam eden “Emperyalist 6’ncı Filo’ya secde edenler ile 6’ncı Filo’yu denize dönmek üzere Dolmabahçe’ye koşar adım gidenler”in kavgasıdır.

Aslında onların mücadelesi, bugün sürmekte olan “Emek sömürüsünü kendine hak görenler ile emeğin ve alın terinin hakkını kuruşuna kadar almak için sınıf bilincini ayağa kaldırmaya çalışanların” kavgasıdır.

Aslında onların mücadelesi, “Bu ülkenin taşına toprağına, ağacına, suyuna, deresine denizine sahip çıkanlar ile talan etmeye çalışanların” kavgasıdır.

Ve “Denizler”, o kavganın ilham kaynağı, o kavganın “Bayrak isimleri” olduğu için yüreklerimize kazınmış kahramanlardır.

Evet, Bertolt Brecht «Galileo»da şu diyaloğu yazmıştı haklı olarak:

“- Kahramanı olmayan bir toplum ne kadar talihsizdir.
– Hayır Andrea. Asıl talihsiz olan, kahramanlara ihtiyacı olan bir toplumdur…”

Geri dönüp 1947 – 1972 arasındaki 25 yıla bir “Abidevi” öykü sığdıran Deniz Gezmiş’e ve yoldaşlarına baktığımızda.

“Talihli bir toplum” saymak istiyorum kendimizi.

Anıları, sonsuza dek yaşayacak.

6 Mayıs 1972’de katledildiler, ama azimleri ve mücadeleleri bugün bile taptaze.

Kısacası, oğlum: Deniz olunmalı…

UMUT VE UYANIŞIN ŞAİRİ; CAN YOKSUL


UMUT VE UYANIŞIN ŞAİRİ; CAN YOKSUL

Can YOKSUL

 

 

 

 

portresi

 

Mustafa AYDINLI

 

 

Can Yoksul  1949 yılında Çorum Tolamehmet Köyü’nde doğdu. İlköğrenimini
Çorum Cumhuriyet İlkokulu’nda okudu. Hasanoğlan’da Atatürk İlköğretmen Okulu’nu ve Ergani’de Dicle İlköğretmen Okulu’nu bitirdi. Çocukluğu ve gençliği bütün köy çocukları gibi çobanlık, çiftçilik ve inşaat işçiliği yaparak geçti. On yıl öğretmenlik yaptıktan sonra ayrılarak KÖY-KOOP’ta yönetici olarak çalışmaya başladı. Sonrasında uzun yıllar yurt dışında kaldı. Avrupa’da yaşadı. Türkiye ve Avrupa’da pek çok ülkede şiirleri ve yazıları yayımlandı. Avrupa’da kaldığı sırada ALLITURNA adında bir dergi çıkardı.

– Bozkırların Çocuğu,
– Deli, Gündönümü,
– Zulada Kalan Türküler,
– Seni Unutur muyum Seni,
– Panzerler Postallar Darağaçları,
– İnsanlığın Türküleri,

şiir kitaplarının yanında Ozani ve Şiirleri üzerine inceleme kitabı ile Çorum Sözlü Kültürü üzerine geniş bir araştırması bulunmakta.

Can Yoksul, Çorum’un yetiştirdiği az sayıda kültür adamlarından biridir.

Ömrünü halkın duygusuna, coşkusuna ve kültürel gelişimine vermiştir.. dersek yeridir.

Çorum Yöresi Sözlü Kültürü” kitabı ise başlı başına bir kültür hazinesidir.
Gençlik yıllarında duygulu ve coşkulu şiirleri, Bozkırların Çocuğu, Deli, Gündönümü gibi
şiir kitaplarına yansımıştır. Yapıtlarında her fırsatta umudu ve uyanışı akıcı bir dille anlatmıştır. Onun şiirlerinde umutsuzluğa ve yılgınlığa yer yoktur. Mutlak her gecenin sonu aydınlık,  savaşın sonu kazanmak ve barış, derin kış uykusundan nasıl uyanırsa doğa;

  • İnsanlık da sömürüye, zulme ve emperyalizme karşı öyle uyanacak, direnecek,
    örgütlenerek kazanacaktır.

Bu felsefe onun temel rotasını oluşturmaktadır.
Can Yoksul doğal olarak 68 kuşağından gelmektedir. Gençlik yıllarının şiirlerinde
bu etkileşimden esinlenmemesi düşünülemez. Ancak geçen yıllar ve olgunluk evresi, uzun yıllar yurt dışında, yurt özlemiyle yanıp tutuşması yanında kültürel gelişmişliği ve birikimleri
ona bilge bir kişilik ve nitelik kazandırıyor. Bunu, değerli Ozan Ozani’nin
Yarın Üstüne” başlıklı şiirine yazdığı bilimsel bir değerlendirmede hiçbir yoruma
yer bırakmayacak biçimde net olarak görüyoruz.

Günümüz koşulları ve zamanın akışı, bizim de içtenlikle katıldığımız bu değerlendirmeyi
haklı kılmaktadır.

Şöyle diyor Sayın Yoksul :

“Bu tür eğilimlerin temel kaynaklarından birini 1968 Hareketinin gerillacı Mahir Çayan’ın “Öncü Savaş Stratejisi” anlayışında görmekteyiz. Oysa günümüzde savaş stratejileri ve savaşan güçler arasında oldukça büyük değişiklikler vardır. Geçmişin hantal orduları yerine teknolojik savaşlar ön plana çıkmıştır. Yüzlerce, binlerce kilometre öteden atılan bir füzeyle herhangi bir hedef gecenin karanlığında bile yok edilebilmektedir.

İşte bu konu düşündürücü ve yanlış bir konudur. O günün koşullarında bu konu tartışılmış idi. Che Guevera’dan kaynaklanan bu görüş günümüz dünya koşulların da tümden yersizdir. Bu duygusal gençliği serüvene sürükleme yoludur. Ozani bu tür şiirlerin içeriğini bir kez, bin kez yeniden düşünmelidir.” (Ozani ve Şiirleri Üzerine syf. 21-22)

Elbette sayın Yoksul’un bu değerlendirmesi temelsiz değildir. Yıllar önce yazdığı bir şiirde
bu çekirdeğin zaten var olduğunu görmekteyiz.

Yürümek güzel şey Anadolu’da
Mustafa Kemal yolunda korkusuz
Yürümek devrime adım adım
Bazen aç bazen susuz
Güzel şey direnmek evrende
İnsanlık için dostluk için mutluluk için
Yürümek halkımla ve halklarla
Savaşa ve barışa kardeşçe
(Deli; syf. 41)

*****                                                                                       

Sayın ozan Yoksul, daha pek çok konuya değinmektedir şiirlerinde.
Örneğin kadınlarımız konusunda;

Siz bilemezsiniz Anadolu kadınlarını
Onüç, on dördünde yeşermeyi
Parayla girmeyi altmışlık moruğun yatağına
Onbeşinde gebe kalmayı
Yirmi beşinde beş çocuklu olmayı
Siz bilemezsiniz..
(Deli; syf. 8) 

Günümüzde altı yaşındaki kız çocuklarının, otuz yaşındaki kişiyle evlenebileceği
dalga dalga yayılıyorsa, Cumhuriyetin getirdiği Aydınlanma tam olarak amacına ulaşamamış demektir.

Sanatçı topluma yön veren onun önünde giden kişidir.
Sanatıyla davranışları ile tüm evrene, tüm insanlığa bir gözle bakabilmek, hümanist düşüncelerle yaklaşabilmek elbette halkın sanatçılarının işidir. Barışı, kardeşliği sevgiyi, din dil ırk ayrımı yapmadan, Can Yoksul’un bu engin duygu ve dizelerinde görüyoruz.

Adım Eskimo
adım Zenci
adım Çinli
adım Arap
ben insanoğlu insanım
ben barışın kardeşi
her yerinde halkım dünyanın..
(Deli; syf. 55)

Ülkemizde Aydınlanma ve uyanışın simgesi Köy Enstitülerine de değinmeden edemiyor :

Benim Köylerime
Tonguç geldi Yücel geldi….
Ben
Yeşeren yirmi iki tomurcuk
Yirmi iki çiçek oldum ülkemde
Yirmi iki el
Yirmi iki yürek
Yirmi iki kafa oldum.

(Deli; syf. 80)

dizeleriyle anlatmakta.

Emperyalizmin gözü doymazlığını, savaşın acımasızlığını anlattığı dizeler de oldukça anlamlı :

Atom ışıklarında açtım gözlerimi
Bir yanımda yanmış et kokuları
Bir yanımda ağıtlar vardı
Hiroşima da
Nagazaki de…
Engin denizlerden kaçtım barış şarkılarımla
(Deli; syf. 53)

Umut ve uyanış“ın Can Yoksul’un şiirlerinde temel ögeleri oluşturduğunu belirtmiştik.
Bu düşüncemizi anlamlandıran dizeleri ise;

Karakışın sonundaki baharı biliyorum
Bir düş görür gibiyim gecenin sonunda
Bir başlıyor ki, büyümesi çiğdemlerin
Bir sabah yeniden duruyorum dimdik
Günaydın ağaçlar günaydın kuşlar diyorum
Bir coşuyorum bir yiğitleşiyorum ozanca..
(Deli; syf. 73)

Biz de aynı duygu ve düşüncelerle,

“Karakışın ardından, baharın” geleceğine umudumuzu korurken, halkımızın umut ve uygarlığı yiğitçe karşılayacağına inanıyoruz.

Eline, yüreğine sağlık Can Yoksul!
Umudu ve coşkuyu yeşerten yeni şiirler dileğimizle.      

===============================================

Dostlar,

Değerli arkadaşımız, kendisi de çok yetenekli Anadolu ozanlarından
Sayın Mustafa Aydınlı‘ya, bu aydınlık Çorum’lu şair Can Yoksul’u bize
aydınlık iletileriyle tanıttığı için teşekkür borçluyuz..

Bu site okurları, Sayın Mustafa Aydınlı’nın KEŞİŞ DAĞI adlı enfes şiir kitabı
başta olmak üzere zaman zaman yolladığı şiirlerine yer verdiğimizi anımsayacaklardır. Kendisinin adı – soyadıyla sitemizde yapılacak bir aramada şiirlerine ve yazılarına erişmek olanaklıdır.

Sevgi ve saygıyla.
23.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com