Etiket arşivi: Paul Henze

Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk, askerin siyasetten uzak durmasını istemişti: Askerler ve Siyaset

Alev CoşkunAlev Coşkun
15 Ocak 2023, Cumhuriyet

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sakarya’da tank palet fabrikasındaki konuşmasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef aldı. Konuşmanın, Genelkurmay başkanı, Kara ve Hava Kuvvetleri komutanları tarafından alkışlanması tartışma yarattı. CHP sözcüleri, “Türk milletinin milli bir kuruluşunda, ana muhalefet partisi genel başkanını eleştiriyorsun, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanları da seni alkışlıyorlar. Türkiye ne noktaya geldi. Siz Erdoğan’ın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin komutanlarısınız. Siz bir siyasi partinin mensupları değilsiniz.” diyerek sert eleştiride bulundular.

SİYASET ASKERİN İŞİ DEĞİLDİR

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da salı günkü grup toplantısında kendisini hedef alan Erdoğan’ın sözlerini alkışlayan askerlere karşılık vererek,

  • “Komuta kademesi haddini bilsin, siyaset askerin işi değildir. Siyaset mi yapmak istiyorlar, çıkarsınlar o kutsal üniformayı, Erdoğan’ın yanına hizalansınlar” dedi.

Bu konu asker-siyaset ilişkisini yeniden gündeme taşıdı. Cumhuriyetin kurucu babası Atatürk, yaşamı boyunca askerin, siyasetten uzak durmasını istemişti. İttihat ve Terakki’nin Selanik’te toplanan 2. kongresinde, daha yüzbaşı iken bu görüşünü açık ve net olarak ortaya koymuştu.

ATATÜRK’ÜN GÖRÜŞÜ

Mustafa Kemal’in daha 22 Eylül 1909’da İttihat ve Terakki kongresinde yaptığı bu önemli konuşmanın arka planı (ardalanı) özetle şöyledir:

Padişah Abdülhamit’in baskıcı yönetimine karşı, 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi. Meşrutiyet’in ilanında İttihat ve Terakki en etkin rolü oynamıştı. İttihat ve Terakki’nin yönetim kadrosunda genç subaylar vardı. Bunlar arasında daha sonra yükselip askeri görevleri sürerken devlet yönetiminde etkili olan Enver Paşa ve Cemal Paşa gibi isimler ön sırada yer alıyordu.

II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra seçimler yapıldı ve İstanbul’da Millet Meclisi çalışmalarına başlandı. Ne var ki bu sırada, 31 Mart 1909’da İstanbul’da gerici bir ayaklanma, tam bir karşıdevrim hareketi başladı. Alaylı subayların etkisiyle Avcı Taburları harekete geçti. Bunlara medrese öğrencileri ve cami hocaları katıldı. Ellerinde yeşil bayraklarla yürüyüşe geçen ve “Din elden gidiyor”, “Şeriat isteriz” diye bağırarak ilerleyen bu gerici isyan genişledi ve Meclis’e dayandı.

Meclis’te Lazkiye Milletvekili Aslan Bey ve Adalet Bakanı Nazım Paşa’yı öldürdüler. Meclis kürsüsünü işgal ederek “Şeriat isteriz” nutukları söylemeye başladılar. Ertesi gün Yıldız Sarayı bahçesinde toplanan bu karşıdevrimciler, padişahın gözleri önünde Deniz Binbaşı Ali Kabuli Bey’i paramparça ettiler, ayrıca 36 sivil öldürüldü. Bu gerici isyanın üçüncü günü, 15 Nisan 1909’da Selanik’teki 3. Ordu harekete geçti. Hüseyin Hüsnü Paşa komutasında İstanbul’a doğru yönelen ordunun ilk aşamada kurmay başkanlığını Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal üstlenmişti.

Rumeli’den gelen ilerici ordu birlikleri tarafından, 31 Mart karşıdevrim hareketi bastırılmıştı. Ancak İttihat ve Terakki’nin “siyaset devinimi”, Orduya girmişti.

ORDU SİYASETTEN ÇEKİLMELİDİR

İttihat ve Terakki’nin 2. büyük kongresi, Hareket Ordusu’nun İstanbul operasyonundan yedi ay sonra 22 Eylül 1909’da Selanik’te toplandı. Bu kongreye Bingazi (Libya) delegesi olarak katılan Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’nin önde gelen liderlerinin hiç de beğenmediği bir öneriyi dile getirdi. Genç Kurmay Subay Mustafa Kemal konuşmasında şöyle diyordu:

  • “Ordumuzun içinde bulunan cemiyet arkadaşlarımız politikada devam etmek istiyorlarsa, Ordudan ayrılmalıdır ve cemiyetimizin halk içindeki teşkilatı arasına girmelidirler. Bu suretle bir gün kaybına bile meydan vermeyerek ordumuz politikadan uzaklaşmalıdır. Ve Ordu içinde kalacak dostlarımız da artık politika ile ilişkisini kesmeli, politikayla meşgul olmamalı ve bütün gayretlerini Ordumuzun kuvvetlenmesine çevirmelidirler. Cemiyetimiz de bir an önce, teşkilatımızı halkın içinde genişleterek milletimize dayanan siyasi bir parti haline gelmelidir.”

‘YA POLİTİKA YA ORDU’ DİYEN MUSTAFA KEMAL’E SUİKAST GİRİŞİMİ

22 Eylül 1909’da Selanik’te İttihat ve Terakki’nin 2. kongresinde konuşan Mustafa Kemal, cemiyet üyesi subaylara, “Ya politika ya ordu” tercihini yapmalarını cesurca öneriyordu. Başta Fethi Okyar olmak üzere kimi delegeler askerlikle politikanın birlikte olamayacağını belirterek O’nun görüşünü desteklediler. İttihat ve Terakki’nin Enver ve Cemal gibi asker olan liderleri bu öneriye hiç de sıcak bakmıyorlardı.

Mustafa Kemal’in kongredeki bu görüşünü içlerine sindiremeyen ve Orduyu bırakmak istemeyen lider takımı, O’nu öldürmeye karar verdi. İlk teklif Yüzbaşı Yakup Cemil ve Yüzbaşı Hüsrev Sami’ye yapılmıştır. İkisi de Mustafa Kemal’i sevdikleri için O’nu “infaz” etmeyi reddettiler. Yakup Cemil, üstelik Mustafa Kemal’e tedbirli olmasını söyledi. Ondan sonra aynı görevi Enver’in amcası Halil Kut’a (sonradan ordu komutanı) ve Abdülkadir’e (Ankara valisi ve İzmir Suikastı nedeniyle idam edilen kişi) verdiler. Mustafa Kemal, geceleri parmağı silahının tetiğinde, köşeleri açıktan dolaşarak her an vurulacakmış gibi evine giderdi. Bir gidişinde evin ileri köşesinde ikisinin de gölgesini görmüş ve hemen silahına davranmıştı. Bu anlattığımız olay, ordu-siyaset ilişkisinin ne derece tehlikeli düzeylere çıktığını göstermesi yönünden ibret vericidir.

MİLLİ MÜCADELE’DE DURUM

Milli Mücadele, işgal kuvvetlerine karşı vatanı kurtarmak amacını taşıdığı için disiplinli bir Milli Mücadele ordusunun kurulması ilk aşamada temel hedefti. Topyekûn savaş esastı. Ordu ve kolordu komutanlarının milletvekili olarak Meclis’te bulunmaları gerekli görülmüştü. Bu nedenle başta Mustafa Kemal olmak üzere Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Fahrettin Altay, Refet Bele, Kazım Özalp Meclis’e girmişlerdi. Milli Mücadele’nin zaferinden sonraki gelişmeler ise şöyledir:

Cumhuriyetin ilanı, saltanat ve halifeliğin kaldırılışından sonra Mustafa Kemal, milletvekili olan komutanların askerliği ya da politikayı seçmeleri için bir çağrıda bulundu. Bu çağrıya uyan Fevzi Çakmak, İzzettin Çalışlar, Şükrü N. Gökberk, A. Hikmet Ayerdem, Fahrettin Altay ve Cevat Çobanlı milletvekilliğinden istifa ettiler, askerlikte kalmayı yeğlediler. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele ise milletvekilliğini tercih ettiler. Nitekim bir süre sonra Karabekir, Cebesoy, Bele ve Rauf Orbay Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’ni kurdular.

  • Özetle 1923-1950 arasında Atatürk ve ardından İnönü döneminde ordunun politika dışında tutulması temel strateji olarak titizlikle izlendi.

27 MAYIS 1960 ve SONRASI

Türk siyasal yaşamında 1960-1980 arası, askerin siyasete yoğun karıştığı yıllar olarak tarihe geçmiştir. Bu dönemde 27 Mayıs 1960, 1962-1963 Aydemir olayları 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 adını taşıyan müdahaleler yapıldı.

27 Mayıs 1960 bir emir komuta zincirinin değil, Ordunun yüzbaşıdan generale kadar çeşitli rütbelerini kapsayan bir oluşumun ürünüdür. 27 Mayıs öncesi, Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun, DP hükümetine çok yakındı. Kurulan Milli Birlik Komitesi’nde genç subayların etkinliği vardı. 27 Mayıs’ta oluşan Milli Birlik Komitesi’nde (MBK) 5 general, 15 albay ve yarbay, 18 binbaşı ve yüzbaşı yer almıştı.

  • 27 Mayıs 1960 hareketi bütün yurtta halkın katılımı ile alkışlarla desteklenmişti.

27 Mayıs 1960 hareketini yürüten 38 kişilik MBK, daha sonra kendi içinde bölündü ve 14 üye komiteden alınarak dış görevlere gönderildi. Bu arada, seçimle oluşan Meclis Güçler Ayrılığı ilkesine dayalı, insan hak ve özgürlüklerini koruyan ve hukukun üstünlüğünü gerçekleştiren 1961 Anayasası’nı yarattı. Halkoyalaması ile kabul edilen 1961 Anayasası’nın, Türk tarihinin en ilerici, demokratik, evrensel anayasa kurallarına bağlı olduğu gerçeği tüm dünya anayasa hukukçuları tarafından kabul edilmiştir. Ne yazık ki, DP’nin üç ileri geleninin (Menderes, Zorlu, Polatkan) idamları engellenememiştir. Bunun nedeni de o sırada Ordunun yoğun olarak siyasete karışmasıdır. Kuşkusuz bu duyarlı konu, bir başka yazının konusudur.

Albay Talat Aydemir

KANLI İHTİLAL GİRİŞİMLERİ

Yukarıda belirtildiği gibi, 27 Mayıs 1960’tan hemen sonra, Ordu içinde siyasetle uğraşma önemli bir düzeye çıktı. Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB) adını taşıyan bir cunta oluştu. SKB, görünüşte MBK’nin aldığı kararları ve yasaları desteklemek amacını taşıyordu ve üst rütbeli subaylar tarafından kurulmuştu. Generaller çoğunlukta olsa bile TSK girişiminin asıl lideri Kara Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir’di.

Aydemir, MBK’ye giremediği için eski arkadaşlarından intikam almak isteyen bir ruh yapısına sahipti. 1961 seçimlerinden sonra İnönü’nün başbakanlığında CHP, Adalet Partisi koalisyonu kuruldu. 1961-63 arasında iki kez kanlı ihtilal girişimi oldu. Bunlar Albay Talat Aydemir’in liderliğinde yürütülen 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 darbe girişimleridir. Silah, tank, uçakların ve Harp Okulu öğrencilerinin kullanıldığı bu akıldışı darbe girişimleri, Milli Mücadele’nin Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa sayesinde engellenebilmiştir.

En üst komutandan en alt rütbeye dek birçok askerin dahil olduğu bu hareketler başarılı olsaydı, Türkiye sabah erken kalkanın darbe yaptığı bir Ortadoğu devleti durumuna gelecekti.

12 MART 1971 ve 12 EYLÜL 1980

Milli Mücadele’den gelen, Atatürk’ün en yakın silah arkadaşı, devlet adamı, 12 yıl cumhurbaşkanlığı yapan (1938-50), o sırada da Başbakan olan İnönü, Ordu içindeki “cunta” girişimlerine karşı çıkıyor ve 18 Ocak 1962’de şunları söylüyordu:

“Demokratik sistemden vazgeçen kapalı sisteme her ne şekil altında olursa olsun asla müsaade etmeyeceğim. Onun karşısında mücadele edeceğim.”

Aydemir ve cuntasının birinci hareketi 22 Şubat 1962’de başta Ankara ve tüm Türkiye’de başladı. Çok zor saatler yaşandı. Harp Okulu öğrencileri kullanılarak Ankara’nın stratejik noktaları tutulmuştu. Bu hareketin kansız olarak sona erdirilmesi karşılığında, ihtilale katılanların affedileceğini öne sürerek kanlı ihtilalin sona ermesini İnönü sağladı. İnönü, Ordu içindeki cuntalara karşı savaş açmıştı. Ancak affedilen Talat Aydemir, 21 Mayıs 1963’te ikinci darbe girişiminde bulundu. Bu girişim zorlukla bastırıldı. Başta Talat Aydemir olmak üzere yedi subay idam edildi. İsmet İnönü, koalisyon başbakanı olarak bu ihtilal hareketlerine karşı etkinliği ve krizi başarıyla yönetmesiyle de tarihe geçmiştir.

12 MART 1971 HAREKETİ

Talat Aydemir hareketlerinden sonra ortalık bir süre duruldu. 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlükler nedeniyle işçi hareketi yükseliyor, sendikal hareket güçleniyordu. Bu durum, ticaret-sanayi ve finans burjuvazisini ve özellikle dış güçleri rahatsız etmeye başladı. Zamanın Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a göre “toplumsal gelişme, ekonomik gelişmenin üzerine” çıkmıştı. İki süper gücün kozlarını Ortadoğu’da paylaşmaya başlamaları NATO’nun Türkiye’yi bu politikada etkin biçimde kullanma isteklerini gündeme getirdi.

İÇ ÇATIŞMA ve ÇELİŞKİ

12 Mart 1971, bir başka yönden ilerici asker-sivil bürokrat ve aydınlarla, tutucu asker-sivil bürokrat ve onları destekleyen ticaret ve finans burjuvazisinin bir iç savaşı olarak da nitelendirilmelidir. Bu durum sosyolojik olarak anayasanın getirdiği demokratik özgürlükleri çok bulan, kapitalist ekonomiyi benimseyen bir görüşle; ilerici, Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerinin sürmesini isteyen, planlı ekonomiyi ve stratejik sektörlerde devletçi ekonomiyi savunan, dış politikada bağımsızlık isteyen ulusalcı görüşün bir savaşıydı. 9 Mart ile 12 Mart kadrolarının çatışması bu noktalarda yoğunlaşıyordu. Sonunda dış etkilerin de yardımıyla “tutucular” kazandılar. 12 Mart 1971 askeri hareketi emir-komuta zinciri içinde Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının girişimiyle gerçekleşti. Sonuç ne oldu? 

  • 12 Mart hareketi, bütün ilerici güçlerin üzerinden buldozer gibi geçti.
  • Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildiler.
  • İstanbul’da Ziverbey Köşkü diye bilinen bina, kontrgerillanın işkence merkezi olarak hizmet gördü. İlhan Selçuk’un Ziverbey Köşkü adlı yapıtı, o dönemin ve işkencelerin bir belgeselidir.

12 Mart döneminin işkence ve baskılarını burada uzun uzun anlatmamız olanaksızdır. Aydınlar, yazarlar tutuklandı, işkence gördü. Sol düşünce tasfiye edilme noktasına geldi. Zaten bu işkenceler, davalar, baskılar, idamlar 12 Mart darbesinin faşist niteliğini ortaya koymaya yeterlidir. 12 Mart 1971 darbesi, 27 Mayıs’ın getirdiği 1961 Anayasası’ndaki sosyal devlet ve özgürlükler ilkelerine karşı yapılmıştı. 12 Mart konusu çok yazılmıştır. Özeti, dış etkilerin yönlendirmesiyle asker, askerin 1961’de yaptığını bozuyordu.

12 EYLÜL 1980 DARBESİ

12 Mart’tan 9.5 yıl sonra gerçekleştirilen 12 Eylül ise 12 Mart uygulamalarını da geride bırakan bir noktada “karşıdevrim”ci NATO’ya bağlı bir askeri harekettir. 1980 yaz ve sonbahar günlerinde Meclis’te Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılıyor ama sonuç bir türlü alınamıyordu. Terör başını alıp gitmişti. Her gün sağ-sol çatışması nedeniyle gençler ölüyordu. Türkiye’nin büyük illerinde sıkıyönetim ilan edilmiş, yönetim ve denetim askerlerin elinde olduğu halde terör can almayı sürdürüyordu. Sağ-sol çatışması adeta bir merkezden körükleniyordu.

Sonraları anlaşıldı ki, darbe tarihi birkaç kez ertelenmişti. Devlet başkanı olduktan sonra Kenan Evren, bu ertelemeleri ortamın daha olgun duruma gelmesini bekleme olarak açıkladı. Bunun yalın anlamı, masum insanların ve gençlerin daha çok ölmesinin istenmesidir. CIA şeflerinden birisi olan ve Türkiye’de görev yapmış olan Paul Henze, darbeyi Beyaz Saray’a “Bizim çocuklar başardı” biçiminde duyurmuştur.

YENİ DÜNYA KAPİTALİST DÜZENİ

12 Eylül darbesi aynı zamanda Türkiye’de acımasız bir kapitalist düzeni sağlamak yönünde kararlar almıştır. Tüm aydınlar, işçiler, üniversite gençleri baskılar altında yaşamlarını sürdürdüler. Turgut Özal da Dünya Bankası’ndan ithal ettiği “ekonomik liberalizasyon programı”nı uygulamaya koymuştu. KİT’lerin satışı böyle başladı. 12 Eylül darbesi aynı zamanda 1961 Anayasası’nın özgürlükçü, insan haklarına saygılı ilkelerini ortadan kaldıran 1982 Anayasası’nı getirdi. 12 Eylül, sonunda uygulamalarıyla tümüyle gerici bir nitelik kazanmıştır. “Muhafazakâr” değil, karşıdevrimcidir.

Beş general (Genelkurmay başkanı ve 4 Kuvvet Komutanı) tarafından oluşturulan “Milli Güvenlik Konseyi”, yönetimi tek elde toplamıştı. Yasama ve Yürütme yetkileri, bu 5 kişilik Konsey üzerine kalmıştı. Temel insan hakları ve demokratik süreçlerin askıya alınması, TBMM’nin ve siyasal partilerin kapatılması, liderlerin tutuklanması, milletvekilleri, önde gelen sendikacı ve meslek örgütleri başkanlarının gözaltına alınması, ilk önlemlerdi. Siyasal parti yöneticilerine 10 yıl siyasetten alıkoyma yasağı getirildi.

12 EYLÜL’ÜN ATATÜRKÇÜLÜĞÜ

12 Eylül’ün sözde Atatürkçülüğü, içi boş bir şekil Atatürkçülüğüdür. Her kasabaya, Atatürk büstleri koyarak Atatürkçülük yaptıklarını sanıyorlardı. İmam hatiplere, Kuran kurslarına verilen destek, ortaöğretimde din derslerinin anayasaya konulan bir madde ile zorunlu duruma getirilmesi, din eğitimi gören insanlardan terörist olmaz önyargısının sonuçlarıydı.

TÜRK-İSLAM SENTEZİ

Bu dönem (1980-90) Soğuk Savaş’ın yoğun olarak yaşandığı yıllardır. ABD, Sovyetler Birliği’ni güneyden çembere almak için “Yeşil Kuşak” kuramını uyguluyordu. İslamiyet referansı NATO’ nun ve 12 Eylül’ü yapan generallerin bağlandıkları en önemli olguydu. “Türk-İslam” sentezinin uygulamaya konmasına başlandı. 20 Haziran 1986 günü Cumhurbaşkanı Kenan Evren, “Türk-İslam” sentezini temel alan bir kültürün bütün millete kabul ettirilmesine yönelik” bir raporu kabul etti.

Öğretimde Birlik (Tevhid-i Tedrisat) Yasası delindi. Kendisini Atatürkçü olarak ilan eden Evren, eline Kuran’ı alıp mitingler yapıyor, dini politikaya alet ediyordu. Dört generalden oluşan dört komite, NATO’nun gladyo sistemine bağlılığını her vesileyle gösteriyordu. Özetle, 12 Eylül yönetimi “muhafazakâr” değil, “reaksiyoner” (tepkisel) Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerini budayan “karşıdevrimci”dir.

FETÖ OLAYI

12 Eylül 1980’den sonra en büyük ihtilal girişimi 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen kanlı FETÖ darbe girişimidir. FETÖ hareketi temelde, kamu yönetiminin, güvenlik güçlerinin ve özellikle TSK’nin ele geçirilmesi, yönlendirilmesi ve denetlenmesi hareketidir. Polis Koleji ve Kuleli Askeri Lisesi giriş sınavları FETÖ’nün en etkin olduğu konulardı. Yargının ele geçirilmesi de aynı derecede önemliydi.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ ELE GEÇİRME HAREKETİ

Gülen hareketi bir yandan Ordu içinde örgütlenirken öte yandan Atatürkçülerin Ordudan tasfiye edilmesini gerçekleştirdi. Bunun için kumpas davalar açılmıştı. FETÖ’nün gelişmesinde iktidarların koruyucu ve destekleyici politikaları hiçbir zaman unutulmamalıdır.

  • 15 Temmuz 2016 darbe girişimi emperyalist devletlerin katkılarıyla hazırlanmış
    hain bir tuzak, casusluk ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ele geçirme hareketidir.

Bugün güncel konuya gelirsek, Genelkurmay başkanı ve Kuvvet Komutanlarının Sakarya’daki tank palet fabrikasındaki törene katılmaları doğaldır. Cumhurbaşkanının tank palet fabrikasının faaliyetlerini anlattığı bölümlerin alkışlanması da doğaldır. Burada doğal olmayan temel nokta, partili cumhurbaşkanının ana muhalefet lideri hakkında yaptığı eleştirilerin alkışlanmasıdır. Komutanlar, adeta akıntıya kürek psikolojisi içinde hata yapmışlardır.

Orgeneral rütbesine gelmiş komutanlar, özgür iradelerini kullanarak böylesi utandırıcı bir duruma düşmemelidirler.

Bugün Türkiye’de uygulanan partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, dünyanın hiçbir yerinde yoktur. 150 yıldır demokrasi için mücadele veren Türk halkı, bu ucube sistemi er ya da geç değiştirecektir. TSK bir hükümetin veya bir partinin ordusu değildir. Komutanlar, özellikle TSK’yi böylesi bir görünümden korumak görek ve sorumluluğundadırlar. Yandaş basın bu konuda çarpıtıcı yayın yapıyor. Kılıçdaroğlu’nun komutanların alış hareketini kınaması, teröre karşı çıkış olarak değerlendiriliyor. Bu, tümüyle saptırmadır, tehlikeli bir “algı operasyonu”dur. Ortada bir terör konusu yoktur. Konu, partili cumhurbaşkanının muhalefet liderine karşı sert eleştirisini, komutanların gereksiz yere alkışlamalarıdır.

Ordunun siyasete karışması, Türkiye için en kötü durumdur. En karanlık yoldur. Bu kısa makalede belirtildiği gibi, TSK’ye vurulan darbelerin en tehlikeli sonucu Orduya siyasetin girmesidir. Bir Orduya siyasetin sokulması o Orduya yapılabilecek en büyük kötülüktür. Türk siyasal tarihi bunun acı örnekleriyle doludur.

Büyük Atatürk’ün daha yüzbaşı iken İttihat ve Terakki kongresinde söylediklerini unutmayalım:

  • Ordu siyasetten uzak durmalıdır.
  • Siyasette uğraşacak olanlar Ordudan ayrılmalıdırlar.

12 Eylül’den günümüze..

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
aydinliddo@gmail.com 

Türkiye’yi gericiliğe teslim eden, bugün yaşadığımız pek çok olumsuzluğun mayasını taşıyan 12 Eylül 1980 Darbesinin üzerinden tam 41 yıl geçti. Silahlı Kuvvetler, Cumhuriyet tarihinde üçüncü kez yönetime el koydu. Öbür darbeler geldi geçti ve tarihteki yerlerini aldı. Ama 12 Eylül Darbesi 41 yıldır geçmedi ve adeta yaşam biçimimizin, günlük yaşamımızın bir parçası olarak sürüyor.

Sözde Atatürk ilkeleri ön plana çıkarılarak yapıldığı söylenen darbe, bugün Atatürk ve dava arkadaşlarına cami açılışlarında lanet okunan rejimin zeminine dönüştü. Çünkü bugünkü iktidarın hamuru ve mayası 12 Eylül’de atılmıştı. Bu nedenledir ki Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, “İktidarını 12 Eylül’e borçlu olanlar, darbelerle hesaplaşamaz.” derken haksız değildir. Zaten bu iktidarın 12 Eylül’le hesaplaşmak gibi bir sorunu da yok. 12 Eylül anayasasının pek çok maddesi hala yürürlükte.

12 Eylül’cüler, 41 yıldır ülkenin üzerine, adeta bir karabasan gibi çökmüştür. 12 Eylül rejimi işe TBMM’ni, CHP’yi ve öbür siyasal partileri kapatarak başladı. TBMM arşivlerine göre; Türkiye’yi tümüyle değiştiren faşist darbe sonrasında göz altına alınan kişi sayısı 650 bindir. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişi işkenceden öldü. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 29 bin kişi siyasal sığınmacı olarak yurt dışına kaçtı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. Yargılanan gazeteciler toplam 3315 yıl 6 ay hapse mahkûm oldu. 12 Eylül 1980-6 Kasım 1983 arasında gözaltında veya cezaevinde ölenlerin sayısı 183, açlık grevinde ölenlerin sayısı 5 olarak kayıtlara yansıdı. Vatandaşlıktan çıkarılanlar 14 bin kişiyi buluyordu. Görüldüğü gibi ülke adeta bir açıkhava mapushanesine dönüştürülmüştü.

12 Eylül Rejimi, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin isteği doğrultusunda, 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarını uygulamayı hedefine koymuştu. 12 Eylül öncesi günde yaklaşık 20 kişiyi bulan insan ölümü, 13 Eylül sabahı bıçak gibi kesilmişti. Bu durum bize, 12 Eylül darbesinin karanlık güçler tarafından yapıldığını gösteriyor. Darbe ABD desteklidir. CIA’nin Türkiye istasyon Şefi Paul Henze’nin, ABD Başkanı Jimmy Carter’a “Bizim çocuklar işi başardı” diye bilgi vermesi boşuna değildir.

12 Eylül 1980’den bir yıl önce 2. Ordu Komutanı Org. Bedrettin Demirel, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’e, terörden rahatsızlığını “ciddi önlem alınması gerektiğini “ bildiriyor, Evren’in yanıtı ise; “Kamuoyu henüz hazır değil, olayların gelişimini bekleyelim.” oluyor. Bu durum  da darbenin önceden planlandığını, olaylara bilinçli göz yumulduğunu gösteriyor.

Darbenin Devlet Başkanı Kenan Evren, ülkenin dört bir yanında Genelkurmay Başkanı giysisi (üniforması) ile Kuran’dan ayetler okuyarak mitingler yapıyor, demokrasi güçlerini dinci politikalarla boğmak için tarikatlara göz yumuyordu. Din dersi zorunlu kılındı. Günümüze dek uzanan laikliğe karşı girişimler o günlerden başladı, bu güne dek hızla büyüyerek geldi.

Darbe öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle yargılanan 17 yaşındaki Erdal Eren’e 19 Mart 1980’de idam cezası verildi. Kenan Evren’in (yaşı büyütülerek) 17 yaşında astırdığı Erdal Eren için söylediği “Asmayalım da besleyelim mi?” sözü 12 Eylül’ün mantığını kavramak açısından önemlidir. Eren’in idam kararı, Yargıtay tarafından iki kez bozulmasına karşın, Milli Güvenlik Konseyince onaylandı ve yaşı büyütülerek 13 Aralık 1980’de Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde infaz edildi.

12 Eylül faşizmi ile yüzleşme bütün yönleri ile ne yazık ki yapılamadı.
12 Eylül faşist yönetiminin politikaları ve sonuçları bugün pek çok açıdan sürmektedir.
Geçmişten günümüze gelen 12 Eylül mantığı, bütün yönleri ile kaldırılmadan gerçek demokrasiye ulaşmak hayalden öte bir şey değildir.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞININ KURULUŞ / GÖREVLERİ, BİRİM BAŞKANLIKLARI ve VALİ ATAMALARINA İLİŞKİN DEĞİŞİKLİKLER

İÇİŞLERİ BAKANLIĞININ KURULUŞ / GÖREVLERİ, BİRİM BAŞKANLIKLARI ve VALİ ATAMALARINA İLİŞKİN DEĞİŞİKLİKLER

Mahmut ESEN
Mülkiye Başmüfettişi (Em.)

(21.02.2021’de güncellenmiştir.)

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

I-GİRİŞ

1- 6771 sayılı Anayasa’da Değişiklik Yapılması Hk. Yasa, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan halkoylaması sonucunda   %51,41 oranı ile kabul edilmiştir. Bu suretle Türk seçmeni 140 yıllık parlamenter sistem uygulamasını/deneyimi bir yana bırakarak, tercihini “başkanlık/ cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi “olarak adlandırılan yeni sistemden yana kullanmıştır.

Bilindiği üzere yeni sistemde Cumhurbaşkanının yetkileri artırılmıştır. Yürütme yetkisi tümüyle Cumhurbaşkanına bırakılmıştır. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı; Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları ve üst düzey kamu yöneticilerini atayabilmekte ve görevlerine son verebilmektedir. Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda (açıkça yasayla düzenlenmesi gereken / düzenlenmiş konular dışında) Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilmektedir.

2-10.05.2018 gün ve 7142 sayılı Yasayla; Anayasa’da yapılan değişikliklere uyum sağlanması amacıyla çeşitli kanun / KHK değişiklik yapılması konusunda Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi verilmiştir.

Yasanın verdiği yetkiye dayalı olarak Bakanlar Kurulunca; 14.06.2018 – 02.07.2018 tarihleri arasında 698, 699, 700, 702 ve 703 sayı ile (5) adet KHK kabul edilmiştir.

Kabul edilmiş olan 698 ve 700 sayılı KHK’lerde: Çok sayıda kanun / KHK yer alan “Başbakanlık”/ “……Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca”/ “Bakanlar Kurulu” vb. ibarelerde, “ Cumhurbaşkanlığı” şeklinde bazı rutin/teknik değişikliklere gidilmiştir.

703 sayılı KHK’de ise kamu idarelerinin teşkilat kanunları başta olmak üzere “203”  yasada ek / değişiklikler yapılmıştır.

698, 700 ve özellikle 703 sayılı KHK ile, “başkanlık/ cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişin altyapısı hazırlanmış, bu bağlamda bir tür “ mıntıka temizliği” yapılmış,  yeni sistemin temelleri atılmıştır.

3- 703 sayılı KHK ile yapılmış köklü değişiklikler, Cumhurbaşkanın ant içerek göreve başlamış olması nedeniyle Anayasa’nın halkoylaması sonucu kabul edilmiş olan tüm hükümlerinin yürürlüğe girmiş olması, Cumhurbaşkanının Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanlarını ataması, bakanlıkların sayısının 16’ya düşürülmesi, yürütme alanına ilişkin ek / değişiklik yapanlarla birlikte (70) adet Cumhurbaşkanı kararnamesi çıkarılmış olmasından; yürütme organının Anayasa’nın değişik 104. maddesi uyarınca yeniden düzenlendiği görülmektedir.

Bu amaçla kamu idarelerinin büyük bölümünün kuruluş; görev / yetkilerine, kadro ve atama usulleri vb. konularda (Anayasa’nın 123. maddesindeki kanunla düzenlenmesi gerektiğine ilişkin hüküm de göz ardı edilerek) köklü değişikler yapılmıştır. Bu yolla yeni sistemin oluşturulmaya / yerleştirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Cumhuriyet yönetimi döneminde kamu yönetiminde bu kapsamda / çok yönlü/ayrıntılı bir değişim olayı ilk kez yaşanmaktadır. Bunun yanı sıra yeni yapılanma, çok hızlı bir şekilde ve bilinenlerin dışında (KHK / Cumhurbaşkanlığı kararnameleri gibi) farklı yöntem/yaklaşımlarla seri bir şekilde gerçekleştirilmiştir.

Bu yüzden yeni yapılanmanın / değişikliklerin niteliğini, yasal dayanaklarını, ortaya konulan modeli kavramak kolay değildir.

Bu nedenle, emekli / deneyimli mülkiye başmüfettişi olarak; kamuoyunun aydınlatılmasına katkı sağlamak, değişikliklerin niteliği hakkında somut bilgi vermek için İçişleri Bakanlığındaki yapılanma temel alınmış, İçişleri Bakanlığı teşkilatının kuruluşu, görev ve yetkileri; Bakanlık personelinin kadro / atama / görevden alma durumlarındaki değişiklikler, araştırmacı / uygulayıcılara da kolaylık olması bakımından, dayanakları da gösterilerek incelenip bir rapora bağlanmıştır.

Ulaşılabilen saptamalar özet olarak aşağıya çıkarılmıştır.

II-İÇİŞLERİ BAKANLIĞININ KURULUŞ, GÖREV ve YETKİLERİNE İLİŞKİN DÜZENLEMELER

4-1984 yılından bu yana yürürlükte olan Bakanlıkların Kuruluş, Görev ve Çalışma Esaslarına İlişkin 3046 sayılı Kanun’un adı “Bakan Yardımcılarının Mali Hakları ve Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun” olarak değiştirilmiştir.

Kanunun; yeniden düzenlenmiş olan “bağlı / ilgili / ilişkili kamu kurum ve kuruluşlarının  Cumhurbaşkanlığı veya bakanlıklarla ilgilendirilmesi konusunda Cumhurbaşkanının yetkili olduğuna, bakan yardımcılığı konusuna ilişkin düzenlemeler dışında diğer (bakanlıkların kuruluş / görev ve çalışma esaslarına ilişkin) hükümleri tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır.

Bakanlıkların teşkilat görev ve çalışma usul ve esaslarını düzenleyen kuruluş kanunları da istisnasız yürürlükten kaldırılmış veya korunan / kaldırılmayan kimi hükümlere koşut olarak adı değiştirilmiştir.

Bu bağlamda 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat Kanunu’nun da adı değiştirilmiş; yüksek disiplin kurulu, yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı aracılığıyla yürütülmekte olan il yatırım hizmetleri dışındaki hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.

İçişleri Bakanlığının merkez ve taşra yapılanmasında, görev ve çalışma esaslarında da (703 s. KHK) ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (CBK) ile köklü değişikler yapılmıştır.

Cumhurbaşkanlığı (bu bağlamda merkezi yönetim) teşkilatının görev, yetki ve kuruluşu 10.07.2018 gün ve 1 sayılı CBK ile ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

 Anılan bu düzenleme içeriğinde İçişleri Bakanlığına 254- 276’ncı maddelerinde yer verilmiştir.

(Bu kurallarda, sonuncusu 6.02.2021 tarihinde olmak üzere, sıklıkla ek / değişikliklere gidilmiştir. Bu bağlamda İçişleri Bakanlığı ile ilgili kuralların toplam 12 maddesinde (mükerrer madde / mülga / ek / değişiklik) şeklinde köklü değişiklikler yapılmıştır. Kısa aralıklarla bu kurallarda köklü değişikliklere gidilmiş olmasından kuralların düzenlenmesi sırasında gerekli hazırlık, inceleme ve araştırmaların yapılmamış olduğu, deneme yanılma yöntemiyle hareket edildiği anlaşılmaktadır.)

Bu bağlamda eskisinden farklı olarak İçişleri Bakanlığına ilişkin düzenlemelerde:

4.01İçişleri Bakanının, kuruluşun en üst amiri olduğu, bakanlık hizmetlerinin yürütülmesinden sorumlu olduğu, görev ve yetkileri konusunda yasal düzenleme kaldırılmıştır. Bu konuya ilişkin CBK’de Bakanın görev / yetki ve sorumlulukları vb. düzenlemelere yer verilmemiştir.

 4.02- Yerel yönetimlerin düzenlenmesi / yönlendirilmesine ilişkin çalışmalar Bakanlığın görev alanından çıkarılmıştır. Mahalli İdareler Gn. Md. lüğü, (Yerel Yönetimler Gn. Md. adıyla)  Çevre ve Şehircilik Bakanlığına devredilmiştir. Görevde olan Mah. İd. Gn. Md. görevi yasa ile sona ermiştir. MİGM görev yapan memurlar (MİAHS personeli dışında) Çevre ve Şehircilik Bakanlığına halen bulundukları kadro derecesi üzerinden atanmış sayılmıştır.[1]

Yerel Yönetimler Gn. Md.lüğünde kontrolör istihdam edilebilecektir.

(İçişleri Bakanlığına mahalli idareler kontrolörü istihdamı sağlayan CBK-4 ile yapılmış değişiklikten sonra Mahalli İdareler Kontrolörlüğü Başkanlığının, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına devrinden vazgeçildiği ve Bakanlık bünyesinde bırakıldığı anlaşılmaktadır.)

Bununla birlikte Anayasa’nın 127. md. uyarınca İçişleri Bakanlığının mahalli idareler üzerindeki vesayet yetkisinden kaynaklanan görev ve yetkileri devam edecektir. Bu bağlamda mahalli idarelerin seçilmiş / atanmış organ ve üyeleriyle diğer kamu görevlileri hakkında inceleme / araştırma ve soruşturma işleri mülkiye müfettişleri tarafından yapılacaktır. Ayrıca yerel yönetimlerin hesap ve işlemlerinin teftiş / denetim / soruşturmaları konularında da mülkiye müfettişlerine görev verilmiştir.

4.03– Dernekler Dairesi Başkanlığı, Sivil Toplumla İlişkiler Genel Md. olarak yeniden yapılandırılmıştır. Genel Müdürlüğün görev alanı derneklerin yanı sıra (Vakıfların üst kuruluşları, yabancı vakıfların Türkiye’deki şube / temsilcilikleri, Türk vatandaşları tarafından yurt dışında kurulan dernekler; sendikalar ve siyasi partilerin bazı iş ve işlemlerini yürütülmesini de kapsayacak şekilde) belirlenmiştir.

Ayrıca I. Hukuk Müşavirliği, Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğüne dönüştürülmüştür.

4.04-I sayılı CBK yapılmış değişikliklerle, daha önce öngörülmemiş iki adet yeni hizmet birimi ihdas edilmiştir. Bu bağlamda;

Güvenlik ve güvenlik kaynaklı acil durumlarda kamu kurum kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliği sağlamak amacıyla Güvenlik ve Acil Durumlar Merkezi;

İç güvenlikle ilgili stratejilerin belirlenmesi ve bu stratejilerin izlenmesini yapmak üzere İç Güvenlik Stratejileri Daire Başkanlığı;

kurulmuştur.

Güvenlik ve Acil Durumlar Koordinasyon Merkezinin görevlerini yerine getirebilmesi amacıyla illerde İl Sosyal Etüt ve Proje Md. oluşturulmuştur. İhtiyaç duyulması halinde bu amaçla ilçelerde de büro kurulabilecektir.

4.05-Öbür bakanlıklar gibi İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hk. Kanundaki Bakanlığa bağlı (EGM / J. Gn.K / Sahil Güv. K./ Kamu Düzeni ve Güv. Müs. / Göç İdaresi Bşk.) kuruluşları gösteren madde yürürlükten kaldırılmıştır.

Bağlı kuruluşlardan:

Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hk. Kanun yürürlükten kaldırılmış; kapatılmış Müsteşarlık İçişleri Bakanlığına devir edilmiştir.

6458 sayılı Kanunun Göç İdaresi Gn. Md. kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarını içeren hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.

5902 sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hk. Kanunun adı değiştirilmiş; kuruluş/görev ve yetkilerine ilişkin hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Bu arada Afet Bölge Koordinatörlüğü ile il koordinatörlüklerince yürütülen görevlerin ilgili mevzuat hükümlerine göre, il valilerince sürdürüleceklerine ilişkin 3152 Kanuna ek madde de yürürlükten kaldırılmıştır.

EGM / J. Gn. K / Sahil Güv. K. kuruluş, görev ve çalışma esaslarına ilişkin hükümlere dokunulmamıştır.

Bağlı / ilgili / ilişkili / diğerleri olmak üzere toplam (54) kurum ve kuruluşun, kuruluş, görev ve yetkilerine ilişkin düzenlemeleri içeren CBK-4 çıkarılmıştır.

Bu kararname kapsamında İçişleri Bakanlığına bağlanan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ile  Göç İdaresi Gn. Md. kuruluş, görev ve yetkileri de düzenlenmiştir.

4.06-Bakanlık bünyesinde kurulu sürekli kurullar (Bakanlık Encümeni, Kaçakçılık İstihbarat ve Koordinasyon Kurulu) kapatılmıştır.

Bu tür kurullardan görevlerine sürdürecek olanlar CBK ile gösterilecektir. CBK gösterilmeyen kurul / komisyon vb. ilişkin görev ve yetkiler Cumhurbaşkanlığı politika kurullarına veya CB’nca yetkilendirilecek kurum veya makama devredilmiş sayılacaktır.

4.07- 3046 sayılı Kanunun bakanlıkların taşra teşkilatlarının kurulmasını düzenleyen temel hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. (Merkezi yönetimin taşra yapılanması, Anayasa’nın 126/2 maddesinde yer alan “İllerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır.” kuralı yönünden de önemlidir.)

Bakanlıklar / bağlı kuruluşların merkez ve taşra teşkilatlarının (bölge / il / ilçe) kuruluşu ve hiyerarşik sıralaması CBK ile düzenlenmiştir.

Bu arada büyükşehir belediyelerin olduğu illerde taşra teşkilatı olarak kurulu Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezleri (YİKOP) 703 sayılı KHK ile yeniden (tüm illerde kurulabilecek şekilde ve kamu tüzel kişiliği olmaksızın) yapılandırılmıştır.

Ancak (I ) Sayılı CBK ile YİKOP’lar tekrar eski statülerine döndürülmüştür.

Kamu idarelerince her türlü yatırım / onarım / yardım işleri de YİKB aracılığıyla yapılabilecektir. İlde kamu idarelerince yürütülmesi gereken yatırım ve hizmetlerin aksadığının kamu düzeni ve güvenliğinin olumsuz etkilendiğinin tespiti halinde söz konusu yatırım ve hizmetler YİKB aracılığıyla yapılabilecektir.

Hudut mülki idare amirliği kurulmuş, bu bağlamda 11 adet kadro ihdas edilmiştir.

İçişleri Bakanlığı taşra teşkilatındaki İl Mahalli İdareler Md. kadrosu, İdare ve Denetim Md. olarak değiştirilmiştir.

III- KADRO KURULMASI / İPTALİ İŞLEMLERİ

5-1983 yılından beri yürürlükte olan (yerel yönetimler dışında) 426 bini İçişleri Bakanlığı personeli olmak üzere toplam 2,6 milyon kadrolu çalışan kamu personelini yakından ilgilendiren; tüm çalışanların kadro unvanı / sınıfı / kadro derecesi / kadro adedini gösteren; kurulmasının (ihdasının) ancak kanunla olabileceğini ve değişikliklerin bakanlar kurulu kararıyla yapılacağını düzenleyen 190 sayılı KHK yürürlükten kaldırılmıştır.

657 sayılı DMK/34 md. yer alan kadro ihdasına ilişkin hükümde yürürlükten kaldırılmıştır.

190 sayılı KHK eki cetvellerde yer alan kadrolar yeniden düzenlenerek altı ay içinde CBK ile eklenecektir.

Bu arada müsteşar / müsteşar yrd. ve merkez valiliği kadroları iptal edilmiş; iptal edilmiş bu kadrolar bakanlıkların kadro cetvelinden çıkarılmıştır.

CBK-2’de yapılmış düzenleme ile bundan böyle kamu kurum ve kuruluşlarında kadro / pozisyon ihdası, iptali / değiştirilmesi ve kullanılması (doldurulması) işlemleri CB tarafından yapılacaktır.

IV-ATAMA /TERFİ / GÖREVDEN ALMA İŞLEMLERİ

Yürürlükten Kaldırılan veya Ek / Değişiklik Yapılmış Yasal Düzenlemeler

6-703 sayılı KHK ile yürürlükten kaldırılan, ek / değişiklik yapılmış yasal düzenlemeler aşağıya çıkarılmıştır.

6.01-1981 yılından beri yürürlükte olan bakanlıklar ve bağlı kuruluşlarda atama esaslarını düzenleyen 2451 ve 2477 sayılı yasalar yürürlükten kaldırılmıştır.

6.02-1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunundaki (Kaymakamlık adayı sınavına giriş için bitirilmesi gereken fakülteler; mensupların sınav / atama usullerine yönelik) özel hükümler içeren düzenlemeleri yürürlükten kaldırılmıştır.

6.03-1949 yılından bu yana yürürlükte olan 5442 sayılı İller İdaresi Kanununda bulunan valiliğe / vali yrd. /il idare şb. başkanlıklarına / kaymakam atamalarına ilişkin (mülki idare amirlerinden valiliğe atanacakları 1. sınıf mülki idare amiri olması, merkez valiliğe atanma vb.) hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.

Bunun yanı sıra valilerin hukuksal durumları, görev ve yetkilerine ilişkin yasanın 9. maddesinde kimi ek / değişiklikler yapılmıştır.

Bu bağlamda,  (“Vali; ilde Devletin ve hükümetin temsilcisidir” ibaresi yerine) Valilerin; ilde Cumhurbaşkanının temsilcisi ve yürütme vasıtası olduğu; ilin genel idaresinden Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olduğu,” ilçede kaymakamın (“hükümet temsilcisi” ibaresi yerine) “Cumhurbaşkanının idari yürütme vasıtası” olduğu şeklinde düzenlemeye gidilmiştir.

6.04- 657 sayılı DMK’da yapılmış “ucu açık” bazı ek/değişiklikler ile CBK ile yapılacak düzenlemelerin önü açılmıştır.

(Cumhurbaşkanı onayı ile yapılacak atamalarda Cumhurbaşkanı kararnamesinde öngörülen hizmet süresinin  geçerli olacağı, taşra teşkilatında uzman çalıştırılabileceği, iş mevzuatına tabi veya sözleşmeli istihdamı, denetim elemanı istihdamı, kurumlar arası geçici görevlendirmeler, yerli / yabancı sözleşmeli personel istihdamı, iş mevzuatına tabi personel istihdamı, huzur hakkı ödemeleri; kadro / pozisyonları kaldırılan üst düzey yöneticileri atamaları hakkında CBK hükümlerinin uygulanacağı;

Üst düzey kamu yöneticiliğine atanabilmek için CBK ile öngörülmüş koşulların taşınması gerektiği,

Kadroların CBK ile gösterildiği şekilde düzenleneceği vb. düzenlemeler yapılmıştır.)

6.05– 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunundaki (genel md. yrd. sayısı ve bu kadrolardan birine mülki idare amiri atabileceğine, EGM personelin seçim ve atanmalarına ilişkin özgün) bazı hükümler yürürlükten kaldırılmıştır.

6.06- KHK yayımlandığı tarihte Bakanlıkta, bakanlık müşaviri / danışmanlık kadrolarında bulunanların görevleri sona ermiştir. (Bakan müşavirini bakanın görev süresi ile sınırlı olarak görev yapacaklarına ilişkin yasal düzenleme yapılmıştır.)

7.07- Belediyelerin kuruluşu / tüzel kişiliklerini yitirmeleri konusunda Danıştay görüşü alınması kaldırılmıştır.

Atama ve Görevden Alma

7- 703 sayılı KHK ile yapılmış yasal düzenlemelerden sonra yürütme alanında atama usul ve esaslarına ilişkin konuları içeren CBK-3 çıkarılmıştır.

Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile getirilmiş düzenlemeler uyarınca:

7.01- İçişleri Bakanlığında bakan yardımcısı; merkez teşkilatındaki birim başkanları (genel müdürler, teftiş kurulu başkanı, kurul başkanları vb.) ve valiler; Cumhurbaşkanı kararıyla atanacak ve görevden alınacaktır.

(Dolaysıyla bakanların bakanlığın en üst amiri olma, bakanlık hizmetlerinin yürütülmesi konularında yetkili ve sorumlusu olmaktan uzaklaştıkları; üst düzey yöneticilerden yalnızca müşavirlerini atama konusunda tam yetkili oldukları, dolaysıyla bakanlıkların “genel sekreteri” konumuna getirildikleri görülmektedir.)

Üst düzey yöneticilerin görev süresi Cumhurbaşkanının görev süresi ile sınırlandırılmıştır. Görev süresi bitenler yeniden atanabilecektir. Bu görevlilerin sözleşmeli çalıştırılması olanağı da bulunmaktadır.

Daire başkanı, 1. hukuk müşaviri, mülkiye müfettişleri, genel md. yrd., yali yrd., kaymakam, bakanlık il md. ve il emniyet md. atamaları ise Cumhurbaşkanı onayı ile yapılacaktır.

Öbür görevlilerin atamaları ise Cumhurbaşkanı yrd., bakan veya diğer atamaya yetkili amirler tarafından yapılacaktır.

Öte yandan üst düzey yöneticilik ile il / bölge md. kadrolarına, kamu personeli dışında beş yıllık özel sektör deneyimi olanlar da atanabilecektir.

7.02- 10.07.2018 günlü 3 sayılı CBK ile yapılmış olan:

“Görevleri sona eren ve görevden alınan üst düzey kamu görevlileri ile daire başkanları / genel md. yrd., il / bölge md.lerinin daha önceki kadrolarına, müfettişlik / uzmanlık veya araştırmacı vb. kadrolarına (uygun boş kadro olmasa bile) atanacaklarını” belirten düzenleme yaklaşık iki yıllık süreden sonra kaldırılmış ve konu bu kez yasa ile düzenlenmiştir. 18.06 2020 gün ve 7247 sayılı yasayla yapılmış yeni düzenleme ile il valiliği görevinden alınanların yeni kurulmuş vali – mülkiye başmüfettişi kadrolarına atanacakları esası getirilmiştir.

(Bu suretle Mülkiye Teftiş Kurulunda mülkiye müfettişleri ile birlikte çalışan, aynı işi yapan vali – mülkiye başmüfettişleri ile mülkiye başmüfettişleri arasında ciddi aylık farkı oluşmuş, eşit işe eşit ücret ilkesi zedelenmiş, çalışma barışının olumsuz etkilenmesinin önü açılmıştır.)

Öte yandan getirilmiş yeni düzenleme uyarınca, görevden alınan ve emeklilik hakkını kazanmış üst düzey kamu görevlileri, yaş haddinden önce emekliliklerini talep etmeleri halinde, emeklilik ikramiyeleri %30- 50 fazlasıyla ödenecektir. Bu oran Cumhurbaşkanınca artırılabilecektir. 

7.3-Kaymakam adaylığına giriş koşulları CBK ile ile yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenlemede bitirilmesi gereken fakülteler (hukuk dışında) yerine, fakültelerin belli bölümleri sayılmıştır. Bu arada kaymakam adayı alımı yapılacak alan genişletilmiştir.

Bu bağlamda fakültelerin uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, kamu yönetimi, işletme, iktisat bölümlerinin yanı sıra; maliye ve finans, sosyoloji, halkla ilişkiler ve tanıtım, psikoloji bölümü mezunlarına veya üniversitelerin sosyal bilimler, mühendislik fakülteleri ile tarih bölümlerinden lisans eğitimi aldıktan sonra kamu yönetimi vb. alanlarda lisansüstü eğitimi yapmış olanlara da kaymakamlık yolu açılmıştır.

Konuya ilişkin usul ve esaslar yönetmelik ile düzenlenmiştir.

Jandarma Gn.K. / Sahil Güv. K. ve EGM Personeli

8- Jandarma Gn. K. / Sahil Güv. K. atamaları Cumhurbaşkanınca yapılacaktır.

Jandarma Gn. K / Sahil Güv. K. atanabilmek için general veya tuğamiral olma koşulu kaldırılmıştır.

Albaylıktan tuğgeneral / tuğamiraliğe terfiler,  general ve amirallerin bir üst rütbeye terfileri, Jandarma / SGK yardımcıları, bölge komutanları, il jandarma k. atamaları Cumhurbaşkanın onayı ile yapılacaktır.

Astsb. / subay terfileri Bakan tarafından yapılacaktır.

Jandarma ve Sahil Güvenlik personelinden teğmen – albay rütbesinde olanlar yetersizlikleri halinde TSK mensupları gibi hizmet süresine bakılmaksızın T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanacaktır.

Jandarma ve Sahil Güvenlik K. personelinin askeri görevleri sırasında işledikleri suçlar hakkında emrinde görev yaptığı askeri birlikteki personeli muhakeme etmekle görevli / yetkili mahkemede yargılanacaktır.

[1] MİGM daha önce de 1978/1979 yıllarında, yeni oluşturulmuş olan Yerel Yönetimler Bakanlığına bağlanmıştı.
===================================
Dostlar,

Böylesine kapsamlı ve hızlı, köktenci bir kamu yönetimi yapılanması değişimi, daha doğrusu alt – üst edilişi siyasal tarihte görülmemiş bir uygulamadır.

Yüzeysel bir irdeleme bile ciddi emek ve birikim istemektedir.
Sn. Mahmut Esen dostumuz, bu ağır işin üstesinden gelebilecek az sayıda birikimli insanlarımızdan biridir. Emekli, halen etkin (aktif) olarak kamu görevi yürüten, çok kıdemli – deneyimli bir Mülkiye Başmüfettişi olarak bu önemli yükü omuzlamıştır. Sağolsunlar, web sitemizde paylaşma olanağı da sunmuşlardır.
***
Tıp eğitimimize ek olarak Mülkiye eğitimi de almış olmamız nedeniyle gelişmeler bizi de yakından ve profesyonel düzeyde ilgilendirmektedir. Belirtmeliyiz ki, DEVLET ÖRGÜTLENMESİ (Teşkilatı) alt üst edilmiş, genlerine dek oynanarak değiştirilmiştir.

Karşımızda, bir Genetiği Değiştirilmiş Devlet – GDD olgusu vardır.

  • Kanımızca, bunca kapsamlı, bağlantılı ve hızlı köktenci değişimlerin gerçekleştirilebilmesi için hazırlıklara çok önceleri başlanmış ve KESİN OLARAK YABANCI KURUM- UZMAN DESTEĞİ sağlanmış – alınmış – verilmiştir..

Türk Kamu Yönetimini tek elde toplayarak dış yönlendirmelere açık / yatkın kılmak öteden beri Küresel emperyalizmin amacı idi. Özellikle 1 Mart 2003 Irak Tezkeresi’nin TBMM’de reddinin ardından, ABD’nin Türkiye istasyon şefleri açık açık bu yöndeki tasarımlarını / beklentilerini dillendirmiş, yazmış hatta raporlamışlardır (Paul Henze vd.)

Türkiye’de rejim, dünyada örneği olmayan ucube bir TEK ADAM DEVLETİ / ŞAHSIM DEVLETİ ucubesine dönüştürülebilmiştir.

Bu tablo, ülkemizin bekası bakımından son derece ciddi bir tehdit olup, mutlaka GÜÇLER AYRILIĞINA dayalı demokratik parlamenter sisteme dönülmenin yolu – yolları bulunmalı ve hızla yaşama geçirilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 27 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Emperyalizmin siparis tezleri / Ordered thesis by imperialism

Graham Fuller ve Paul Henze 1980’li yıllardan başlayarak, “Atatürkçülük ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye, Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok ırklı bir yapıyı benimsemelidir. Bunun için en iyi yol Ilımlı İslam’dır. Etnik kimlikler kendilerini ifade edebilmelidir.” demeye başlamıştı. Sonuçta, «dönüştürme» tasarımları birbiri ardına uygulandı ve bu rolü kabul edenler Türkiye’de tek başına iktidar yapıldı.

Demokrasi ve Kemalizm/Democracy&Kemalism

Kemalizm_ve_Demokrasi_19.11.11