Ülkesini 23 yıl yöneten ancak halkın sokağa dökülmesiyle 23 günde devrilen Tunus’un diktatörü Bin Ali 2011’de kaçtığı Suudi Arabistan’da perşembe günü öldü. Tam yerinde. Vahabi mezhebine göre mezar taşı bile olmayacak. Ekim 2011’de yapılan ilk Kurucu Meclis seçimlerinde İslamcı Nahda 217 sandalyenin 89’unu kazanarak 1. parti olmuştu. Kendi aralarında anlaşamayan 10 sol ve liberal parti adaylarıyla 16 bağımsız geri kalan sandalyeleri paylaşmıştı.
NAHDA’nın iki liberal ve cumhuriyetçi partiyle kurduğu koalisyon radikal İslamcı kişi ve akımların güçlenmesine yol açmış ve en az 15 bin Tunuslu kadın-erkek IŞİD ve NUSRA saflarında savaşmak üzere Türkiye üzerinden Suriye’ye gitmişti.
Ülke giderek karanlığa sürükleniyordu. Halkın direnmesiyleNAHDA hükümeti dağıldı ve 2014’te yapılan seçimleri bu kez laik Çağrı Tunus partisi kazandı ve lideri Sibsi cumhurbaşkanı oldu.
Sibsi 25 Temmuz’da ölünce geçen hafta seçim yapıldı ancak ortaya herkesi şaşırtan bir sonuç çıktı. 26 adayın yarıştığı seçimlerde İslamcı NAHDA başta olmak üzere bildik tüm siyasal parti ve oluşumların adayları yerine bağımsız 2 aday en çok oyu alarak 2. tura kaldı.
Bu 2 adaydan 1. olanı Kays Said bir hukukçu, dürüst, yolsuzluklarla mücadele sözü verdi, mirasta kadınlarla erkeklerin eşit olmasından yana olduğunu savundu, devlette israfa son vereceğini ve gençlerden yana olacağını söyledi.
Partisi ve örgütü olmadığı için kampanyayı tek başına yürütmüştü.
İkinci olan Nebil Kuravi bir iş adamı, medya patronu ama rüşvet ve vergi kaçırmaktan dolayı içerde. Berlusconi’ye benzetilen Kuravi devrik lider Bin Ali’nin eski dostu.
İkinci turda seçimi kim kazanır belli olmaz ama demokrasi heyecanı giderek azalıyor. Daha önceleri %50 dolayında olan seçime katılım oranı geçen hafta %45’e geriledi.
Libya’da ise bir değişiklik yok.
2011’de 42 yıllık Kaddafi iktidarı devrildi ama ülkede iç savaş bitmedi. Bir yanda Türkiye ve Katar’ın desteklediği İslamcı gruplar, karşı tarafın arkasında Mısır, BAE ve S. Arabistan var.
Hepsi de Sünni. Kimin ne istediği belli değil ama demokrasi hiçbirinde yok.
Petrol ve doğal gaz zengini ülke ve insanları şimdi perişan durumda.
Mısır çok ilginç.
3 Temmuz 2013’te Müslüman Kardeş Mursi‘yi deviren Savunma Bakanı Sisi şimdi bir gençle başı belada. Belki de Kavalalı’yı çağırıştırır diye Mehmet Ali adını kullanan eski yandaş, sinemacı ve müteahhit genç, şimdi sosyal medyanın fenomeni.
Videoları izlenme ve paylaşılma rekorları kıran Muhammed Ali ‘Yeter artık Sisi‘ ya da ‘Hadi git artık‘ gibi farklı sloganlarla izleyicilerine ulaşarak Sisi’yi yolsuzluk ve halkın sefalet içinde olduğu sırada kendine yeni saraylar inşa etmekle suçluyor ve halkı sokaklara çağırıyor. Bu çağrıya kulak veren yüzlerce insan Kahire ve öbür kentlerde sokağa çıktı.
Sisi’nin diktatörlük iktidarını kurmak için çocuklarını, yakınlarını ve arkadaşlarını önemli görevlere atadığını söyleyen Muhammed Ali’yi susturmak için Sisi şimdilik kendi yandaşı gazeteci ve sanatçıları televizyonlara çıkartarak onlardan medet umuyor.
Muhammed Ali’yi susturmak için çareyi sosyal medya patronlarına başvurmakta bulan Sisi, İspanya’ya kaçtığı söylenen Muhammed Ali’nin Twitter, Facebook ve YouTube gibi hesaplarını kapattırdı ama adamın tek başına Sisi’yi sarstığı ve sarsacağı kesin. O kadar ki geçen hafta Sisi canlı yayınlanan bir gençlik etkinliğinde Muhammed Ali’nin suçlamalarına yanıt vermek zorunda kaldı.
Sisi; sarayları kendisi için yapmadığını, çalıp çırpmadığını ve Allan’tan korkan dindar bir insan olduğunu söyledi ama diktatörlükle ilgili bir şey söylemedi.
Oysa Trump onun için ‘En çok sevdiğim diktatörüm‘ demişti. Demek ki, Trump’ın sevdiği başka diktatörler de varmış.
Ben olsam kıskanırım. Yanlış anlamayın ‘ben’ ben değil adaşım Hüsnü Mübarek‘ten söz ediyorum. O da başka diktatörler gibi er ya da geç ölecek.
Geriye beddualar kalır. Hesabı da öbür dünyada sorulur.
YSK’nın kararını sorgulamanın hiçbir anlamı yok çünkü karar kesindir.
16 Nisan 2017’de 2.5 milyon mühürsüz oyun kabul edilmesiyle YSK’ya ‘çete’ diyen ve hesap sormak için hiçbir şey yapmayan ve yapamayan CHP şimdi o stratejik hatasının bedelini ödüyor.
Öyle bir YSK’dan başka türlü karar bekleyenler abesle iştigal etmiş oldular ve olurlar. 23 Haziran’da ya Kılıçdaroğlu’nun dün de ‘çete’ dediği YSK seçimleri yeniden iptal eder ya da AKP aklınıza gelmeyecek yol ve yöntemlere baş vurarak İmamoğlu’nun zaferini engellemeye çalışacak. Örneğin herhangi bir bahaneyle son anda seçimleri ertelemek ya da toptan iptal etmek.
Bahane bulmak da çok kolay: Kıbrıs, Suriye, terör…
‘Bu kadarı da olmaz’ diyebilirsiniz ama unutmayın bu sistemde her şey olur. Bu ‘Kara bulut Hüsnü’nün karamsar yaklaşımı. Peki kavgacı Hüsnü ne der? O da ‘Birileri her şey yapabilir ama geç de olsa her zaman doğrular kazanır’ der. Sürekli yanlış yapanlar, insanların gönlünü kıranlar ve sonuçta sürekli beddua edilenler er ya da geç hesap verir ve bedelini öder. İyi niyetle yola çıkanlar ise her zaman insanlar gönlünde taht kurar. İmamoğlu gibi. Özellikle gençler ve kadınlar İmamoğlu’nu seviyorsa, ki seviyor, bu iş bitmiştir. 31 Mart seçimleri sonrasında da yazmıştım: İmamoğlu bundan böyle yalnız İstanbul ya da Türkiye’nin değil dünyanın gündeminde. Olağanüstü bir hata yapmazsa 23 Haziran sonrasında sonuç ne olursa olsun İmamoğlu siyasetin en önemli figürüdür. Daha açık bir ifadeyle İmamoğlu ne zaman yapılırsa yapılsın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın karşısına çıkacak ve olağanüstü bir gelişme yaşanmazsa kesin kazanacaktır. Nabzını iyi tuttuğum sokaktaki hava bunu kanıtlıyor. Bölgesel ve uluslararası veriler de bu yönde. Yine olağanüstü bir olay yaşanmazsa İmamoğlu 23 Haziran seçimlerinde en az %52 oy alacaktır. Geçmiş seçimlerde AKP’ye oy vermiş çok sayıda İstanbullu bu kez Ekrem İmamoğlu’na oy verecektir. TKP, Saadet, BTP, DP, DSP ve Vatan Partisi ya da bağımsız adaylara oy veren yaklaşık 215 bin İstanbullu İmamoğlu’nu destekleyecek ya da desteklemek zorundadır.
Çünkü bu seçim İstanbul’un değil Türkiye’nin kader seçimidir.
Türkiye’de demokrasi, özgürlük ve vicdan kazanırsa ‘Yurtta Sulh Cihan’da Sulh’ olacaktır. Bu coğrafyada her şeyi yakından izleyen ve bilen biri olarak ben çok ciddiyim.
Dünyanın ama öncesinde coğrafyamızın gözü, kulağı, hesabı ve kitabı İstanbul’da. Atatürk Cumhuriyeti’nin tarihi yeniden yazılacaksa bu tarih 23 Haziran’dır. Bu tarihe tanık olmak yetmez bu tarihe katkı vermek önemlidir. Önceki gece birçok sanatçının tavrını çok önemsiyorum.
Sanatçısı ses çıkaran toplumlar direnme gücü kazanır.
Sanatçılar, aydınlar, akademisyenler ve Fatih’in İstanbul’unu yeniden fethetmek isteyen herkes sesini çıkarmalıdır. Bu kenti seven herkes İstanbul’a olan aşkını kanıtlamalıdır. Bedavadan aşk olmaz. Unutmayın emek en yüce değerdir ve uğruna emek harcanan duygular yücedir. Barolar, hukukçular, hukuk fakültelerinin hocaları siz uyumaya devam edin.
Tarih sizi de yazacaktır. YSK üyelerini yazacağı gibi.
Ama boşuna çünkü haksızlığa uğramış bir İmamoğlu’nun önünü hiç kimse kesemeyecektir. Herkes bu zaferin ortağı olmalıdır. Bedavadan değil alın teriyle, sevgiyle, vicdanla, özveriyle, fedakarlıklarla ve en önemlisi ödenmesi gereken bedellerle… Hiçbir zafer beleşten kazanılmamıştır. Hiçbir Cumhuriyet halkın kahramanlıkları olmadan kurulmamıştır. Özellikle Mustafa Kemal’in demokratik, laik ve çağdaş CUMHURİYETİ..
Bedeli kahramanlıklarla ödenen bu Cumhuriyet YSK’da 7 kişinin oyuyla asla yıkılmayacaktır.
Bu da benim iyimser ama gerçekçi tarafım. Karanlığın daha da karanlığına direnmek için.
17 Eylül’de 4 İsrail uçağı Suriye’nin askeri yığınak yaptığı İdlib’in batısını bombalamak üzere bölgede dolaşırken bir Rus gözetleme uçağı teröristlerin konuşmalarını kaydetmeye çalışıyordu. Moskova ve Tel Aviv arasında yapılan anlaşma gereği İsrail uçakları Suriye üzerinde uçarken önceden Ruslara haber vermek zorundadır çünkü Rusların Lazkiye’de hava ve Tartus’da deniz üssü var. Ancak 17 Eylül’de İsrail bu anlaşmaya uymadı ve İsrail uçakları Ruslara haber vermeden bölgeye daldı. Bu da yetmedi Suriye füzelerinden korunmak için İsrail uçakları Rus uçağını kalkan olarak kullandı ve uçağın vurulmasına neden oldu.
Rus lider Putin, içinde 15 Rus askerinin bulunduğu uçağın düşmesine çok kızdı ve İsrail’den intikam alınacağını söyledi. İlk intikam Esad’a S-300 füzelerinin hemen verilmesiyle alındı. İkincisi Suriye hava savunma sistemlerinin elektronik altyapısı en gelişmiş cihazlarla değiştirildi. Üçüncüsü Suriye üzerinde uçmaması için İsrail kesin dille uyarıldı. Dördüncüsü sürpriz olacak.
Özetle Suriye’nin S-300’leri artık her an İsrail uçaklarını düşürebilecek.
Bu Suriye ordusu, Suriye’de bulunan Lübnan Hizbullah militanları ve İran’lı danışman ve gönüllüler için büyük bir moral kaynağı.
Peki Putin neden kızdı?
Arap medyasına göre düşürülen uçak, çok gelişmiş elektronik cihazlarla donatılmıştı ve İdlib’teki Nusra ve benzeri terör örgütlerinin lider ve komutanlarının haberleşmesini kaydedip çözmeye çalışıyordu.
İsrail bu uçağı düşürterek bir yandan teröristleri korumayı amaçlamış diğer taraftan Rusya’nın Suriye ile ilişkilerini bozmaya çalışmıştı. İsrail’in kurnazlığı Putin’in hinliğiyle baş edemedi. Başka bir habere göre İsrail istihbaratı düşürülen uçak içinde çok önemli bir Suriyelinin bulunduğu bilgisini almış ancak bu bilgi doğru çıkmamış. İsrail Suriye’de olayların başladığı 2011’den bu yana o ülkede savaşan IŞİD, NUSRA, ÖSO ve benzeri tüm gruplara her türlü yardım etmiş ve destek sağlamıştır. Suriye’yi bombalayarak, yaralıları tedavi ederek, para vererek ve Suriye ordusuyla ilgili istihbarat bilgileri vererek. ‘En hakiki Müslüman biziz’ diyen bu cihatçı’ gruplar ise Müslümanların en büyük düşmanı İsrail’e bir tek kurşun sıkmamışlardır.
Durum bu kadar net iken birileri başta İdlib olmak üzere Suriye’de savaşan bu cihatçı grupları ‘din ve iman adına’ hâlâ sahipleniyor.
Oysa bir zamanlar herkesin ‘insanlık melekleri’ olarak pazarlamaya çalıştığı Beyaz Miğferliler 22 Temmuz günü MOSSAD ajanları tarafından Güney Suriye’den kaçırılıp İsrail’e oradan da Ürdün’e taşınmıştı.
Önceki gün İngiliz hükümeti bunlara siyasi mülteci statüsü tanınacağını ve İngiltere’de ikamet edeceklerini açıkladı.
Bu da çok doğal çünkü bu adamları CIA ve MI6 buldu ve Türkiye’ye göndererek AKUT’a eğittirdi. Oyun kabiliyetlerini Hollywood’un hangi yönetmeni geliştirdi bilinmez ama adamlar 2013’den Nisan 2018’e dek birçok kimyasal saldırı tiyatrosunda oynadılar.
Geri zekalı, aptal ve ahlaksız medya bu oyunların reklamını yaptı. Genel olarak ‘Arap Baharı‘ ve özelinde Suriye olayında inanılmaz rezillikler yaşandı ve yaşanıyor. Her şey çok açık ve net ama siyasetçiler, sözde aydınlar ve ahlaksız medya bu rezillikleri halka yutturmaya çalıştı.
Hâlâ çalışanlar da var.
Bayanlar ve baylar; Bu oyun bittiiii.
Suriye bu savaşı kazandı ve bölgede yeni bir denge var. Gecikmeli de olsa Suriye’ye S-300’leri veren Putin yakında S-400’leri de verebilir ve sonrasında hiçbir yabancı uçak Suriye üzerinde uçamayacak. Örneğin İsrail ve Fırat’ın doğusundaki Amerikan, Fransız, İngiliz ve İtalyan uçakları. Ankara gerçekten İsrail ve ABD’yi sevmiyorsa buna çok sevinmeli hatta Şam’a destek vererek Suriye’nin tüm teröristlerden temizlenmesine yardım etmeli.
Sonrasında siyasi uzlaşma, toplumsal barış ve yeni demokratik anayasayla demokratik seçim yapılır. Hile yapmadan. Suriye halkı kimi isterse onu seçecek.
İyi de yeni ve demokratik Suriye acaba hangi anayasayı model alacak? Seçenekler: Rusya, İran ya da Türkiye. Suriyeli İslamcılar için Suudi Arabistan ya da Afganistan’ı da ekleyebiliriz. Özgürlük ve demokrasi onlara da lazım. Kafa kesseler de (mi)!
Çok yakın değil ama bu bölgede savaş riski hızlı artıyor. Trump Hazretleri macera peşinde. ‘Sökülün’ diyerek Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin yönetimlerinden götürdüğü cukkalar ona yetmemiş gibi.
İşleri karıştırıp bir iki köşe daha dönmek istiyor. Fırsat bu fırsat. İsrail’in derdi ise bambaşka.
Kurulduğu 1948’den bu yana bölgesinde kendisine zarar verebilecek hiçbir ülke ve güce izin vermeyeceğini söyleyip duruyor. Bu nedenle bölgede sürekli savaş var. 1948, 1956, 1967 ve 1973 İsrail-Arap savaşları, 1982 Lübnan işgali, 1980-1988 Irak-İran savaşı, Irak’ın Kuveyt işgali, ABD ve İngiltere’nin Irak işgali, Sudan’ın ikiye bölünmesi ve
altın vuruş: ‘Arap Baharı’…
İsrail; Suriye ve İran destekli Lübnan’daki Şii Hizbullah‘ı büyük bir tehlike olarak görüyor.
Hizbullah’ın on binlerce militanı ve yüz bin kadar füzesi var. Bunlar İsrail için büyük bir tehlike.
Suudi Arabistan’ın tersi çabasına rağmen Hizbullah ve müttefikleri pazar günü yapılan seçimde büyük zafer kazandı. İsrail tedirginliği daha da arttı.
İsrail için başka bir risk daha var o da İran’ın Suriye’deki askeri varlığı.
Suudi Arabistan ve müttefiği ülkeler benzer bir korkuyu yaşıyor.
İsrail ve Suudiler ortak düşmana karşı birlikte hareket ediyor, edecek. İsrail’in sahip olduğu yüzlerce nükleer bombayı görmezlikten gelen Suudiler İran’ın olası nükleer gücüne karşı kıyameti koparıyor. Bu ‘feryadı’ duyan Trump iktidara geldiği andan itibaren İran’a atıp tutuyor. İsrail ve ABD müttefiği Müslüman ülke Pakistan’ın nükleer bombalarını görmezlikten gelen Trump, İran’ın bölgesinde tehlikeli politika izlediğini söylüyor.
Trump bunu söylüyor diye Körfez’in kral, emir ve şeyhleri çok seviniyor.
Bu açığı iyi yakalayan Trump önümüzdeki dönemde çok para kazanmanın hesabını yapıyordur.
Önceki gece İran ile 5+1 grubu arasında 2 Nisan 2015’te imzalanan anlaşmadan palavra ve aptalca gerekçelerle çekildiğini söyleyen Trump Tahran’a yönelik yeni ambargo kararları alacağını söyledi.
Çekilme ve yeni ambargo ile ilgili süreç oldukça karmaşık ve en az 6 ay sürer. Kongre’deki Demokratlar, eski Başkan Obama, birçok Amerikan çevresi ve daha önemlisi Batılı müttefiklerle (Fransa, Almanya, İngiltere) Rusya ve Çin Trump’ın kararına tepki gösterdi.
Demek istediğim Trump hemen yarın İran’a savaş ilan edecek değil. Trump İran’a karşı çok yoğun psikolojik bir savaş başlatacak. Böyle bir savaş İran ekonomisini sarsabilir ve bunun sonucu olarak İran, Hizbullah ve Suriye’ye daha fazla yardım edemez.
Trump öyle düşünüyor ve o yönde plan yapıyor. Böyle bir plan bir tek İsrail’in işine gelebilir.
Pazartesi günü Amerikan elçiliğinin Kudüs’e taşınmasıyla büyük bir moral güce kavuşacak olan İsrail, Başkan Trump’ın İran’a yönelik kararından da destek alarak her an Suriye ya da Lübnan’a karşı bir maceraya kalkışabilir. ‘Arap Baharı’ sürecinde Esad’ı deviremeyen Körfez’in kral, emir ve şeyhleri dolaylı da olsa İsrail’e destek verir. Böyle bir olasılık İsrail’i daha da cesaretlendirir.
İsrail’den yansıyan havaya bakılırsa yolsuzluk soruşturmalarıyla bunalan Başbakan Netanyahu her an bir çılgınlığa kalkışabilir. İşte o zaman 7 yıldır Suriye kapısından cehenneme dalmak isteyenler için yeni fırsatlar doğar. Herkes herkesle kavgaya tutuşur.
Gerekçe çok: Dinsel, mezhepsel, etnik ve Trump kriterinden cukka. Kimin eli kimin cebinde belli olmaz. Türkiye ise seçim derdinde. İçeride kavga çevresinde savaş.
‘Komşularla sıfır sorun’dan komşuların savaşına bulaşmak ya da dalmak. Buna da ‘stratejik derinlik‘ deniyor. Belki de seçimi iptal ya da erteleme gerekçesi olabilir.
Burası Türkiye. Meraklısı da çok belalısı da!
======================================= Dostlar,
Bakalım ABD uydusu politikalar izleyen AKP nasıl konum alacak?? BOP (Türkiye dahil 22 ülkeyi parçalama planı!) eşbaşkanı Erdoğan görüyor mu acaba yaklaşan tehlikeyi?!
İran’dan sonra son hedef, şimdilik “koçbaşı olarak kullanılan Türkiye” ‘de.. Aman dikkat!
Seçim eğik düzleminde dış politikada özeni elden bırakmak olmaz!
Ekonomideki yangından daha az önemli olmayabilir bu plana karşı ulusal çıkarı savunmak!
Sevgi ve saygı ile. 11 Mayıs 2018, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
Salonda müthiş bir heyecan var. Türbinler süper, kulis çok hareketli. Delegeler sakin hatta ilgisiz. CHP’li olsun ya da olmasın salonun dışında herkes bu Kurultayı çok önemsiyor. Ben dâhil herkes CHP’yi son ve tek umut görüyor. İşte bu nedenle salondaki heyecan kurultay sonrasında seçilecek yeni kadrolarla tüm ülkeye yayılmalı. Bunu başarabilecek ve toplumun farklı kesimlerini heyecanlandıracak bir CHP kolaylıkla iktidar olabilir. Çünkü halkın büyük bölümü var olan durumdan hoşnut değil birçoğu da çok tedirgin.
AKP iç ve dış politikada ülkeyi felakete sürüklüyor. Evet felakete.
AKP Cumhuriyetin bütün kazanımlarını ortadan kaldırmak için her şeyi yapıyor.
Özellikle eğitimde.
Sapık düşünce ve söylemleriyle medyanın konusu olan sözde din adamları
toplumu orta çağ düşünce ve yaşam kalıplarının içine sıkıştırmaya çalışıyor.
Gidişat çok tehlikeli… Demokrasi sözcüğünü kullanmak bile büyük bir cesaret istiyor.
16 yılda AKP kendi ideolojisinin gereği istediği her şeyi yaptı, yapıyor ve yapacak.
Evet, yapacak çünkü devletin bütün kurumları hızla AKP’lileştiriliyor. Yani AKP devletin partisi olacak. Tipik bir Ortadoğu modeli… Belki de bu nedenle AKP başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’ya dalmış durumda. Hem de bu bölgenin karmaşık ilişkilerini bilmeden ve kavramadan. Sonuç ortada.
‘Arap Baharı’nda bu yana AKP dış ve dolaysıyla iç politikada ne yaptıysa yanlış yaptı.
AKP aynı çizgide devam ediyor.
2011 öncesinde IŞİD, Nusra, ÖSO, PYD, YPG ve benzeri örgütler yoktu. Batılı ve Körfez ülkelerinin çağ dışı yönetimleriyle birlikte Suriye’ye müdahale eden AKP her yeri perişan etti. Şimdi de çıkmış PYD’den şikâyet ediyor. Oysa aynı
AKP 2012-2015 döneminde Esad’a ayaklansın diye PYD lideri Salih Müslim’i birçok kez Ankara’da misafir etmişti.
Aynı AKP Kobani olayları sırasında ‘PKK’nın uzantısı’ dediği YPG’ye dolaylı da olsa yardım etti. Örneğin Amerikan uçaklarının İncirlik’ten kalkarak YPG’ye yardım etmesine izin verdi.
Sonrası bildiğimiz hikâye: Amerikalılar Suriye’nin Türkiye ile olan sınırının 600 kilometresine yayıldı. Şimdi şikâyet etme haklınız yok. Küçük bir kasaba olan Afrin için kıyameti koparıyorsunuz ama 600 kilometre boyunca sınır komşumuz olan ABD-YPG’ye sesiniz çıkmıyor. Bu da normal çünkü o bölgede AKP’nin işbirliği yapabileceği silahlı gruplar yok. Cerablus’tan Afrin’e kadar uzanan 150 kilometrelik sınır boyunda olduğu gibi. ÖSO ve müttefiki 10 kadar grup TSK’ya yardım ediyor ya da tersi.
Suriye devletine göre bu gruplar terörist.
Şam’a göre IŞİD ile savaşmak için 24 Ağustos 2016’da Cerablus, El- Bab ve Azez’e giren TSK çekilecek gibi görünmüyor ve öyle davranmıyor. Ankara’dan görevlendirilen ‘kaymakam, emniyet müdürü ve jandarma komutanları buraları yönetiyor’…
Arap medyasında bununla ilgili çok haber ve yorumlar var. Önümüzdeki dönemde Ankara’nın karşı karşıya kalabileceği en büyük risk bu olsa gerek. Suriye devleti er ya da geç Ankara’ya ‘Çek askerini buralardan’ diyecek. Çekmezse ne olabileceğini düşünmek bile istemiyorum.
Çekerse geride AKP’nin 7 yıldır işbirliği yapıp desteklediği ÖSO ve benzeri silahlı gruplar kalır ve Suriye devleti onlardan kurtulmak isteyecektir. Böyle bir durumda onların ideolojik yani dinsel müttefiki AKP ne yapar? Ankara ne yaparsa Tahran ve Moskova yapar!
Uzatmanın anlamı yok.
AKP’nin yapması gereken tek bir şey var o da bir an önce 2011 öncesi duruma dönmek.
Yani Esad ile dost olmak ve onunla birlikte Suriye’nin, Türkiye’nin ve bölgenin tüm sorunlarını çözmektir. Özellikle Amerikalıların Kuzey Suriye’den kovulması.
Sonrası çok kolay. İşte bu nedenle CHP çok önemli. CHP başından beri doğru tutum aldı. Başından beri ‘Suriye’ye bulaşmayın’ dedi. Başından beri ‘Radikal İslamcı terör örgütlerine yardım etmeyin’ dedi. Daha birçok uyarıda bulundu. AKP dinlemedi ve sonuç ortada.
Yeni yönetimiyle CHP şimdi çok daha etkin davranmak zorunda.
AKP şimdiki politikasından vazgeçmezse CHP sokaklara çıkıp gerçekleri halka anlatmalıdır.
Yani Türkiye’yi kısa ve orta vadede bekleyen hayal edilemez riskleri.
CHP; Suriye, Irak, İran, Mısır, Lübnan, Rusya, ABD, Fransa ve ilgili başka ülkelere açılarak Türk halkının dostluk ve barış içinde birlikte yaşama istek ve kararlığını anlatmalı.
Yılmadan, çekinmeden ve heyecanla… Kurultaydaki heyecan dışarı da taşmalı.
Yoksa kurultayın hiçbir anlamı kalmaz. Çünkü CHP bu kurultay sonrasında da halkın beklentilerine karşılık veremezse kendisi de biter. AKP sistemi öyle kurguladı.
Başkanlık sisteminde yalnızca başkanın sözü geçer. Hem de her konuda ve sınırsız yetkilerle.
Bu süreci durdurmak için 2019 seçimleri son şans. Bu şansı kullanmak için de kurultay son şans. Yönetime kim gelirse gelsin.
====================================== Dostlar,
Ortadoğu sorunlarının tartışılmaz yetkin uzmanı, ve dürüst gazeteci – yazar Sn. Dr. Hüsnü Mahalli’ni bu yazısı da 4/4’lük. Kendisini kutluyoruz.
Gerçekler aynen ve neredeyse harfiyen böyledir.
Başta AKP – RTE olmak üzere herkes ama her-kesin ders alması, yararlanması hatta yol haritası olarak benimsemesi gerekiyor. Ulusal bir politika olarak.. Hem de gecikmeden.
Bu gün CHP Meclis grubunda konuşan CHP Gn. Bşk. Sn. Kılıçdaroğlu son derece net ve kararlı, yürekli iletiler verdi. Tüm metni web sitemizde yayımladık. (Lütfen tıklayınız : http://ahmetsaltik.net/2018/02/06/kilicdaroglundan-erdogana-senin-yerliligin-de-batsin-milliligin-de-batsin/)
Bir an önce AKP’de de sağduyunun egemen olması, bu batak ve çıkmaz Suriye politikasından derhal vazgeçilmesi ve hele hele zaten son derece yanlış – tehlikeli dış operasyonların iç politikada sömürülerek “oy” için kullanılması asla yaşanmamalıdır. Türkiye’ye çok yazık olmaktadır. İğneden ipliğe el koymak istediğiniz Türkiye hepimizin ortak vatanıdır. Bu ölçüsüz ve aynı ölçüde de irrasyonel (akıl dışı!) hırs ve ihtiras bir Pirus zaferine dönüşmesin..
Başka Türkiye yok!
Sevgi ve saygı ile. 06 Şubat 2018, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
Meslek okulu mezunu Bin Ali, 1958’de orduya katıldı.
İlk eşinin torpiliyle “güvenlik ve istihbarat uzmanı” olarak yetiştiril- mek üzere Amerika’ya gönderildi. (Bizdeki uşak ruhlu siyasetçilerin Başbakan olmadan evvel ABD’den icazet almak istedikleri gibi! Şüphesiz ki bu talep, ben senin adamın olmayı kabul ediyorum, demekle eşdeğerdir.)
4 yıl sonra Tunus’a döndüğünde cillop gibi bir CIA çocuğu olmuştu Bin Ali. 1977’de İstihbarat Başkanı (Bizdeki Hakan Fidan’ın konumu gibi) 1986’da İçişleri Bakanı oldu. ABD desteğiyle 2 Ekim 1987’de Burgiba, Bin Ali’yi Başbakan atadı ve Bin Ali “Anayasal Sosyalist Parti Genel Başkanı seçildi.” (Bizim Binali’nin seçilmeden Başbakan atanması ve AKP Genel Başkanı seçilmesi gibi)
1 ay 5 gün sonra Bin Ali, Tunus’u bağımsızlığına kavuşturan 1. Cumhurbaşkanı Burgiba’yı “doktor raporuyla” görevden aldı ve yerine geçti. (Tıpkı Saadet Partisindeki kendilerine ‘yenilikçiler’ adını takanların Erbakan’ı artık yaşlandı diye sırtından bıçakladıkları gibi)
Başlangıçta “demokrat” göründü, muhalefet liderlerini Saray’a davet edip görüşlerini aldı. Bu bahar havası 2-2,5 yıl sürdü. Sonra partileri yasakladı, sendika liderlerini tutuklattı, medya üzerinde korkunç baskılar uyguladı.
Ülke tek sesli hale geldi.
Bin Ali’nin akrabaları kısa zamanda çok zengin oldular. Bin Ali’nin ilk eşinden olan ilk kızının kocasının bir kahvehanesi vardı, kısa zamanda ülkenin tüm kahve zincirlerinin sahibi oldu. İkincisi basit bir iş adamı idi, Tunus’un en zengin adamı oldu. Üçüncüsü bir tane benzin istasyonu sahibi idi, ülkenin tek akaryakıt dağıtım şirketinin sahibi oldu.
İkinci eşi Leyla kuaför idi ve 8 kardeşi vardı. Hepsi çok zengin oldular. Artık özel korumaları vardı. Havayolları-özel okullar-hasta- neler -maden ocakları-bankalar-limanlar-gazeteler-televizyonlar-iletişim şirketleri-yeraltı ve yerüstü zenginlikleri 5-6 yandaş müteah- hidin ve 10-15 ailenin elinde idi.
Ordu ve istihbarat tamamen Bin Ali’ye bağlı idi!
Bin Ali, ihale kanununu iki senede 148 defa değiştirdi. (Bizde 72 defa değişti)
Anayasayı değiştirdi. Kendisinin seçilme hakkını dört döneme çıkardı. Anayasaya eklediği bir madde ile “Başkanlık süresinin bitimine bir ay kala herhangi bir nedenden dolayı seçimler ertelenirse, başkan daha sonra yapılacak seçimlere katılabilir” hükmünü koydurdu ve kendisine “Ömür Boyu” Başkanlık yolunu açtı! (BİZDE DE AYNI MI?)
Bin Ali, ülkeyi KHK (Kanun Hükmünde Kararnameler ve olağanüstü hâl altında yönetti. (Bizdekinin tıpkısının aynısı. Üstelik artık KHK’ler TBMM de onaylanmıyor bile! AKP konuşanı hapse attırdı. AKP geldiğinden beri cezaevindeki yurttaş sayısı 4 (DÖRT) kat arttı. Şaibeli bir darbe girişimi gerekçe gösterilerek, 3 ay sürecek denilen olağanüstü hâl şimdilik 16 aydır devam ediyor, kalkacağı da yok.)
Bin Ali ülkeyi 23 yıl baskı ile yönetti. (Bizde henüz 16 yıl oldu)
Her seçimi %98 oyla alıyordu. Seçim Kurulu o derse aynını yapıyordu! Gizli oy-gizli tasnif! Bazen yanlışlıklar olmuyor değildi! Bir keresinde Azerbaycan’da olduğu gibi seçim sonuçları yanlışlıkla bir gün önceden yani henüz oylar kullanılmadan açıklanmıştı! (Bizde her seçimde trafolara kedi giriyor sayım zamanı elektrikler kesiliyor. Yasaya tamamen aykırı olan mühürsüz oylar-mühürsüz zarflar bile geçerli sayılıyor. Hele SEÇSİS diye bir köpek dolabımız var ki evlere şenlik)
Bu baskılar, halkı isyan noktasına getirdi. İşsizlik-Yolsuzluk-yoksulluk her gün artarken yönetenler zenginleşmeye devam ediyordu! En sonunda Buazizi adlı üniversite mezunu bir genç Pazarcılık yaparken polis tarafından dövülüp tezgâhı dağıtıldı. Genç Buazizi meydanda kendini yaktı! Halk ayaklandı. Bin Ali halkı yatıştırmak için 2014 seçimlerinde aday olmayacağını açıkladı ama halk kendisine inanmadı.
Özel uçağına eşi ile binen Bin Ali, önce Fransa’ya orası kabul edilmeyince İtalya’ya, orası da kabul etmeyince Malta’ya inmek istedi. Malta da kabul etmeyince ABD, Suudi Arabistan’a talimat verdi ve Bin Ali Suud Kralına sığındı. Suudiler, uçaktaki 5 Ton altını ve milyarlarca doları aldılar ve Bin Ali ve eşini bir eve kapattılar. Bin Ali kimse ile görüştürülmüyor!
Bin Ali’nin bu uçağını 2016 yılında Türkiye, 82 milyon dolara satın aldı ve Saray’ın emrine verdi! (Sanki Saray’da taşınacak altın-para varmış gibi!)
Sözün özü;
İstediğiniz kadar haram paranız olsun, o haram para sonunda sizi boğar, ya vatanınızdan uzakta ya da dört duvar arasında debelenerek can verirsiniz. Bin Ali ve Reza Zarraf’ın durumları tam ibretlik olaylardır.
Allah kimseyi bunların durumuna düşürmesin…
Dileriz ülkemiz de 3 vakte dek felaha – salaha erişir, “kur – tu – lur” !
“Küçük” (!?) bir ayrıntıya takıldık… Tunus diktatörü Bin Ali’nin makam uçağını 2. el olarak 82 milyon Dolara biz neden satın aldık?? Sürgünde parasız kalan – bırakılan “gariban” (!) diktatör Bin Ali’ye cemile mi yaptık acaba özdeşim (empati) kurarak?
Ya da bu uçakta bilinen beş ton altın ve birkaç milyar dolar servet dışında başkaca önemli saklı – gizli, zulalı servet odakları mı vardı; bir biçimde istihbar edinildi yetenekli istihbaratçılarımız tarafından??
Ya da, ya da bu uçağın çok çekici özel teknik yetenekleri mi var? Menzili gibi, hızı gibi, radara yakalanmama gibi, özel silah donanımı gibi???
Kuşkuculuk ve türevi olarak soru(lar) sormak epey tehlikeli galiba??
Sevgi ve saygı ile. 26 Kasım 2017, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Hatay ilimizin hudut komşusu İdlib Vilayetine bağlı, Halep-Hama-İdlib üçgeninin merkezinde yer alan Han Şeyhun ilçesine “bir kimyasal (Sarin Gazı) saldırı” tertiplendi. Onlarca insan katledildi. Yüzlerce insan kimyasal gazın tahripkâr yaraları ile boğuşuyor. Bir insanlık ve savaş suçu işlendi. Saldırıda hayatını kaybeden sivillere Allah’tan rahmet, gazın yarattığı tahribatla yaralananlara acil şifalar diliyoruz.
Sarin veya başka nevi kimyasalı savaş aracı olarak kullanan, bu saldırıyı teşvik edip cesaretlendiren ve uygulayanları lanetliyoruz. Suriye savaşının bitmesini istemeyen ve bu cehennem adiği 2013 Doğu Ğuta Kimyasal Saldırısı sonucunda Suriye devletinin hedef alındığı ve Obama’dan Suriye’ye açık müdahale istendiğini hatırlıyoruz. Olayın ardından Suriye devletinin elinde bulunan kimyasal silahları BM denetimine açtığı, ona teslim ettiği ve Suriye’nin Kitle İmha Silahları anlaşmasını imzaladığını da biliyoruz. Suriye Genel Kurmay Başkanlığı ile Dışişleri Bakanlığı resmi deklarasyonunda; “Ne geçmişte ne şimdi ne de teşine odun taşıyan çağımızın kravatlı-şalvarlı Abu Leheblerini, barış dili yerine savaş tamtamları çalan, yargısız infaz eden ceride ve kalemşorları kınıyoruz. Kamuoyunu galeyana getiren, sansasyon haberler ile bölgemize fitne tohumu ekenlerin, kardeş kanı dökülmesine vesile olanların ensesinden tarihin ve Allah’ın tokadı eksik olmasın diliyoruz.
DOĞU ĞUTA’YI HATIRLAMAK
Benzer senaryonun sahnelengelecekte Suriye ordusu hiçbir zaman kimyasal silah kullanmadı, kullanmıyor ve kullanmayacak” açıklamasını yaptı. Rus Genel Kurmay Başkanlığı, “Suriye Hava Kuvvetlerine ait savaş uçakları El-Nusra’ya yönelik yaptığı hava operasyonunu esnasında bu örgütün silah depoları da hedef alındı. Meskun mekanda bulunan depolarda mevcut olan Sarin gazını ihtiva eden tüplerin patlaması sonucu çevreye hızlıca yayılan zehirli gazın bir katliama sebebiyet verdiğini” açıkladıktan sonra ellerinde bunu destekleyecek yeterli verilerin olduğunu ifade etti.
NUSRA’NIN KİMYASAL AŞKI
Esad sultasına karşı konumlanan her sulta, mahfil ve örgüt saldırıdan Suriye ordusunu sorumlu tuttu. BM Güvenlik Konseyini acil toplantıya davet etti. Suçlular cezalandırılsın (Esad) talepleri yeniden dillendirildi. Sanki Suriye içinde yeterli devlet, ordular ve örgütler yokmuş gibi, yabancı askeri müdahale çağrıları yapıldı. Muhalefete daha çok silah tedariki tedavüle sokuldu.
Bölgenin en etkili ve en çok yabancı militanı barındıran El-Nusra’nın kimyasal aşkı biliniyor. Suriye’ye sarin gazı tedarik etmeye çalışan bu terör örgütünün birçok mensubu Türk Güvenlik Birimleri tarafından Adana’da tutuklanmıştı. El-Nusra-IŞİD arasındaki işbirliği ve kimyasal gazların Irak’a sevkiyatının yapıldığı bilgisini yerli ve yabancı fitne medyası sorgulama ihtiyacı duymadı. “Hak söz söyler ama batıl arzular” şer prensibine uygun davrandı.
İKİ KAMP OLACAK
Suriye’de yaşanacak her hadise dünyayı ikiye bölecek. Her olayda olduğu gibi bu saldırıyla ilgili dünya yine iki kampa ayrılacak. Olayları aklıselim ve objektif değerlendirenlerin kıymetli yorumlarına itibar edilmeyecek. Neden-sonuç ilişkisi, sorgulama, gazetecilerin görevi olan “şüphe ihtimali” prensibi, “suçu ispatlanıncaya kadar masumdur” karinesi azınlıkta kalan vicdanların sesi olacak. Ancak bu ses daha baskın ve gür olan cüzdanın şer ağırlığı altında ezilecek.
HANGİ ÇERÇEVEDE OKUYALIM?
Afrikalı bilgenin kıymetli ama acı sözleri malumunuz; “Tamahkar ve harami” Beyaz adam geldiğinde elimizde toprak onun elinde bir “din” kitabı vardı. Bize kitabı ve gökyüzüne bakmayı telkin etti. Biz mutluluğu gökyüzünde ararken o çoktan altımızdaki toprağı almıştı. Bizim elimizde onun eseri olan kitap onun elinde toprağımız kaldı.”
Suriye’de sahnelenen yeni “kimyasal senaryo” ile birden fazla kuş avlamak istiyorlar. Olayın vuku bulduğu zaman ve mekan dilimi, neden-sonuç ilişkisi ve saldırının hangi hususların örtbas edilmesi için kullanıldığını idrak etmeli ve hadiseyi bu çerçevede okumalıyız:
** İdlib vilayeti Suriye’nin tüm bölgelerinde sağlanan uzlaşma ve ateşkes sonrasında silah bırakmak yerine idlib’e gitmek isteyen binlerce militanın yeni adresi oldu. Vilayette etkin olan El-Nusra ve ona biat eden örgütlerle, özellikle Türkiye’nin desteğini alan örgütler arasında bölgeye hakim olmak için şiddetli çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalar Suriye ordusunu rahatlattı. Bu çatışmaların durması, El-Nusra ve diğer örgütler arasında sulhun tesis edilmesi ve Suriye ordusuna karşı ortak hareket etmeleri için bölgeye başta CIA, Suudi, Katar istihbaratı yoğun bir çaba içine girdi. Astana sürecine destek veren Türkiye ve bağlı örgütlerin çabaları baltalandı. Kimyasal saldırı ile Türkiye’nin Astana sürecini rafa kaldırması, yeniden Rusya, İran ve Suriye ile kapışmaya zorlanması hedeflenmektedir
Lazkiye, Hama ve Humus üzerinden, El-Nusra ve ona biat eden silahlı örgütlerin merkezi konumundaki İdlib vilayetinin ordunun denetimine geçmesi için hazırlık yapıldı ve operasyona start verildi. Kimyasal saldırı ile bu operasyonlara gölge düşürmek, ordu üzerinde büyük bir siyasi baskı uygulamak ve son merhalede operasyonları engellemek amaçtır
** Kerkük yerel meclisin aldığı Kerkük’ün Kuzey Irak Yönetimine (Kürdistan’a) katılması çağrıların Türk kamuoyunda yarattığı infiali örtmek, kamuoyunu Kimyasal saldırı krizi ile oyalamak. Dünya kimyasal saldırı sahnesini seyrederken, Fiilen işgal edilen Kerkük’ün yasal kılıfla bir oldu bittiye getirmek.
** “Fırat Kalkanı” operasyonu ardından siyasi ve askeri çevrelerde Türkiye hududuna yakın Suriye topraklarında inşa edilen PKK-YPG bölgelerine yönelik planlanan “Fırat Kılıcı” operasyonunu engellemek
** Ankara-Şam arasında başlayan yoğun “sessiz diplomasi” trafiğini yakinen takip eden mahfillerin bu süreç semeresini vermeden engel olmak ve çabalara gölge düşürmek. Ankara’nın Şam ile masaya oturması ve uzlaşması gerektiğine inanan ve bunun hayata geçmesi için samimi olanların çabalarına köstek olmak ve bu çabaları boşa çıkartmak.
Ana taşeron IŞİD, El-Nusra ve onlara biat eden şube örgütler özellikle İsrail’in ulvi amaçlarına müthiş hizmet etti ve etmeye devam ediyor.
Kimyasal silah onların kırmızı çizgisi değil. En mahrem kırmızı çizgileri Ankara-Şam yakınlaşmasıdır.
Bu yakınlaşmanın engellenmesi için kimyasal silah dahil her türlü savaş suçu işlenebilir. ======================================== Dostlar, Prof. Mehmet Yuva tarihçidir ve Şam Üniversitesi öğretim üyesidir. Bölgeyi dünüyle, bugünüyle ve gelecek öngörüsüyle en iyi bilenlerdendir. AYDINLIK‘ta son yıllarda yazageldiklerinde sergilediği tutarlık ortadadır.
O’na kulak vermekte çok yarar vardır.Erdoğan uluorta ve ayaküstü son derece sakıncalı demeçler verMEmelidir.
Büyük YANLIŞLARA düşmektedir, dü-şü-rül-mek-te-dir! Söz ve davranışları Türkiye’nin güvenliği için tehlike yaratmaktadır.
Bu tablo Türkiye için büyük bir talihsizliktir., sürdürülmemelidir, sürdürülemez.
Kaldı ki Erdoğan’ın yürürlükteki Anayasaya göre Türkiye’yi bağlayıcı biçimde demeçler vermeye yetkisi yoktur. Bu ülkenin Hükümeti, Milli Güvenlik Kurulu, daha da önemlisi TBMM’si vardır. Erdoğan bütün sınırları giderek daha çok ve anlaşılmaz bir pervasızlıkla zorlamakta ve kırmızı çizgileri çiğnemektedir. Dün de yazdık, TBMM hemen toplanmalıdır. Erdoğan’ın bu TEK ADAM davranışları açıkça Anayasayı ihlal kapsamındadır ve suçtur. Hele bir de 16 Nisan’da -çıkmayacak ama- evet çıkarsa neler yapacağına açık kanıtlardır.
Saatler içinde acul bir açıklama yaparak, adeta ABD sözcüsü gibi “bize düşen bir görev olursa gereğini yaparız..“ sözleri Türkiye’ye yakışmaz. Hem Anayasaya hem uluslararası hukuka aykırıdır. Hatta turnusol kağıdı gibi Erdoğan’ı dımdızlak ortaya çıkarmakta, elevermektedir!
Türkiye ABD’nin ve kimsenin lejyoner kaynağı 5. sınıf alet bir ülke değildir. 1 damla olsun Mehmetçik kanını kutsal vatan savunması dışında dökmeye asla iznimiz yoktur!
ABD’nin Suriye’de askeri üssü şu ya da bu gerekçe ile bombalama hak ve yetkisi yoktur.
Bu eylem bir haydut devlet saldırganlığıdır ve BM hukukuna göre açık suçtur.
Yapılacak olan BM Güvenlik Konseyi’nin toplanarak yansız uzmanlar eliyle olayın hızla incelemesidir. Verilecek rapora dayalı olarak da kim(ler) sorumlu ise kendi iç hukuku ve uluslararası hukuk bağlamında gereken yapılır.
Erdoğan kendini de ülkemizi de tehlikeli serüvenlere sürüklemekten artık vazgeçmelidir. Hele hele Suriye’de apaçık provokasyon kokan faciadan halkoylamasında oy devşirme girişimleri içinde asla olmamalıdır. Ülkemiz için çok utandırıcı ve çok tehlikelidir bu yol!
Son olarak AKP – RTE’ye soruyoruz : Tartışılmaz Ortadoğu ve Suriye uzmanı, SÖZCÜ Gazetesi yazarlarından Sayın Hüsnü Mahalli nerededir ve neden yaz(a)mamakta, yazdırılmamaktadır? Tutuksuz yargılanması adına yapılan çirkin pazarlıklar ürünü müdür bu infaz?
Bir kalemi daha mı kırdı AKP iktidarı; 150 dolayında gazeteciyi hapiste tutarken? Meğer Türkiye ne tuhaf bir ülke olmuş, gazetecileri hep terör örgütleriyle iç içeymiş de biz uyumuşuz!?
Bir yazar için kalemi kırılmaktan daha ağır ceza olabilir mi?
Hangi demokratik ülkede böyle bir sefalet yaşanabilir??
AKP – RTE bir açıklama yapabilir mi, “Mahalli’nin yazma özgürlüğünün güvencesiyiz” diyebilirler mi? Ama Erdoğan “Türkiye’nin her şeyini sözde anayasa ile koşulsuz isterken”
kendisine güvenmemizi isteyebiliyor.. Güldürmeyin insanı..
Sevgi ve saygı ile. 7 Nisan 2017, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Menfur saldırının failleri deaş, daeş, pkk, pyd, dhkpc, fetö, cia, eset, dış güçler, üst akıl ve cehape’dir. Hükümetimiz haricinde herkes sorumludur.
Reina’da yaşanan terör olayı İsmet İnönü hükümetinin Lozan’daki hataları yüzünden olmuştur. Bu katliamın planlayıcıları, gezi darbesine katılan tiyatroculardan, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan karikatürlerden ve Hüsnü Mahalli‘den cesaret alıyor, milletimiz oynanan büyük oyunu görüyor.
Hem Beşiktaş saldırısının hem de Ortaköy saldırısının cehapeli belediyenin sınırları içinde olması manidardır, yakınlaşmamızdan rahatsızlık duyulan sayın Putin‘in konsolosluğu ak partili belediyenin güvencesi altındayken, Amerikan konsolosluğunun bir başka cehapeli belediyenin sınırları içinde olması tesadüf olamaz, Türkiye’nin şahlanışından rahatsız olan cehapeliler sinsi ilişkilerinin hesabını vermelidir.
Her terör olayından sonra Ak parti hükümetini suçlamak, hedef saptırmaktır, ak parti hükümeti bu elim olayın mağdurudur.
Teröre karşı en güzel cevap, hamdolsun Osmangazi köprüsüdür, Avrasya tünelinden yedikleri tokadın sesi taa pensilvanyadan duyulmuştur. Reina saldırısı hızlı trenle buluşmamızı geciktirir ama engelleyemez, modern havalimanını geciktirir ama engelleyemez, duble yolları yapmamızı engelleyemez, bu bayrak inmez, bu ezan dinmez. Reina kurbanlarının Suudi Arabistanlı, Iraklı, Lübnanlı, Tunuslu, Ürdünlü, Kuveytli ve Suriyeli olması, islamofobinin vardığı noktayı açıkça gözler önüne seriyor.
Ölenler arasında hiç Batılı turist bulunmaması, Türkiye’nin Batılı turistler için ne kadar güvenli bir ülke olduğunun, huzur ve istikrar adası olduğunun kanıtıdır.
Yılbaşını kutlamak için Reina’ya gelenler arasında Suriyelilerin bulunması, Fırat Kalkanı harekatımızın ne kadar başarılı olduğunun göstergesidir, ordumuz niye Suriye’de diye soranlar, mazlum Suriye halkının Reina’ya gelmesini hazmedemeyen elitlerdir, seçkincilerdir.
Saldırganın noel baba kılığına girdiği iddiası tevatürdür, kendisi bildiğiniz teröristtir, terörün dini olmaz, kostümü olmaz, noel demek suretiyle herhangi bir dine atfedilemez.
Terörist, terörle kararlı mücadelemiz karşısında kaçmaktan başka çare bulamamıştır.
Rus büyükelçiye suikast yapan teröristi öldürdük diye eleştirenler, şimdi utanmadan çıkıp, teröristi neden yakalamadınız diye eleştiriyor, yakalayınca beğenmiyorlar, yakalamayınca gene beğenmiyorlar, istemezükçü bunlar, sırf bu çelişkili davranış bile cehapenin kirli yüzünü ortaya koymaya yetiyor.
Beşiktaş’ta 45 vatandaşımız hayatını kaybetti, Kayseri’de 14 vatandaşımız hayatını kaybetti, Reina’da yabancıları saymazsak sadece 11 vatandaşımız hayatını kaybetti, 20 günde 45’ten 11’e inmesine rağmen terörü sanki büyüyormuş gibi göstermek kötü niyetlidir, birliğimizi beraberliğimizi zehirlemeye yöneliktir.
Reina saldırısı bir kez daha göstermiştir ki, başkanlık sistemine karşı çıkmak terör örgütlerinin ekmeğine yağ sürmektir. *Arkadaş, köşeyi başkasına mı kiraladın, nedir bu kepazelik derseniz?
*
Cahil cühela tiplerin Osmanlı sevdasıyla memleketin başını nasıl bi belaya soktuğunu anlatmaya çalıştık senelerdir… Yazılabilecek ne varsa yazdık, sözün bittiği yere geldik.
Bari bu senenin ilk yazısında değişiklik yapalım, yazmadıklarımızı yazalım istedik.
Hiç olmazsa bugünlük yalakalar kadar ahlaksız, yalakalar kadar vicdansız, yalakalar kadar küstah, yalakalar kadar yüzsüz olalım, memleketin haline üzüleceğimize, memleketi süzme salak yerine koyalım, herkese şapşal muamelesi yapalım istedik.
*
Bence bugünlük siz de bana uyun.
Kendinizi yalaka yazarların okurları yerine koyun.
Akılalmaz saçmalıkları makul fikirlermiş gibi okuyun.
Beyninizi hiç kullanmayacağınız için, inanın kafanız hiç olmadığı kadar rahat edecek, ne tasa kalacak, ne dert!
======================================== Dostlar.
Değrli yazar Yılmaz Özdil çok başarılı bir politik hiciv yazısı daha sunmuş oluyor.. SÖZCÜ gazetesine ve yazarına saygı gereği bu yazıyı dün paylaşmadık.
Geldiğimiz yer, Andersen’in “Kral Çıplak” masalından çok daha hazindir.
Dolayısıyla, artık sürdürülebilir zerre yanı kalmamıştır. Sosyal olaylar elbette fen bilimlerinde olduğu ölçüde öngörülebilir değillerdir ve çok geniş zaman dilimlerine yayılabilmektedir. Ancak çok iyi biliyoruz ki; diyalektik olarak, koşulları oluştuğunda çok köklü altüst oluşlara, isyanlara, kalkışmalara, devrimlere.. yol vermektedirler. Kitleler genellikle çok sabırlı davranmakta ancak ayağa kalktıklarında da çok kanlı tablolar oluşmaktadır. Toplumları o kerteye dek germenin ve baskılamanın hiçbir rasyoneli yoktur.
Tayyip bey bu günkü “muhtarlar size söylüyorum, gelinim dinle” toplantısında bindirme kıta, zoraki dinleyici figüran muhtarlara karşı son 15 yılın belki de eeeeeeeen yumuşak (!?) söylemi içinde idi.. Yerseniz tabii.. Post pahalıdır, 21 maddelik teklifin “yemlik” dense bile 3 maddesi Komisyonda feda edilmiştir. TBMM genel kurulunda da ciddi fireler verilecek ve paket tanınmaz bir kadük durumuna bile düşebilecektir. Diyelim ki halkoylmasında da %50,5 ile geçse, bu geröekt bir Pirus zaferi sayılmak gerekmez mi? Hele bir de TBMM’de ya da halkoylamasında reddedilirse!? Erdoğan ne durumlara düşecektir?? Bunlar hesap edildi mi?
MHP açık fireler vermeye başladı. AKP içinde isyanın büyüdüğü artık saklanamıyor. Saklı gizli HDP – İmralı pazarlıkları mı sürdürülüyor?? HDP’nin genel başkanı dahil 9-10 vekili hapistedir. Bu insanlar halkoylaması pazarlığı için rehin midirler? HDP eğer TBMM’de “evet” derse AKP durumu nasıl açıklayacaktır? Haydi HDP’yi anlarız, rehinlerini kurtarsın, federasyon mavi boncuklarına inansın.. AKP bu bağlamda HDP ile gizli bir yazılı metne imza atar mı? Ya sonra u metin açıklanırsa???
Ya MHP AKP – RTE’ye tuzak kuruyorsa, TBMM’de “hayır” deyip Tayyip beyin itibarını 2 paralık etmeyi kuruyorsa??
Ya kripto FETÖ’cüler başta, onlarca AKP’li vekil müritlikten kurtulup acı gerçeği görür ve TBMM genel kurulunda gizli oylamada “hayır” ya da “boş” oy verirlerse RTE’nin hali nice olur?
Tayyip bey şöyle ya da böyle çooooook yetkili bir Cumhurbaşkanı seçilmişken neden kumar oynar ki? Neden tüm ciddi edinimlernin riske sokar ki?? Üstelik ülke de büyük tehlikelerle kuşatılmış iken..
Biz aklıselimin ağır basacağını ve Tayyip beyin sultanlık dayatmasını geri çekeceğini umuyor, diliyor ve hatta düşünüyoruz. Ya da biraz daha gecikme ile TBMM’de yahut son durakta halkta! Halk “hayır” deyince hükümet devam edebilecek midir, Tayyip bey durumu nasıl kurtaracak??
İyisi mi siz de hiç kafa yormayın bu sorularla.. Müritler, biat etmiş öbürleri, akıllarını başkalarına terketmiş milyonlar gibi açın bir renkli TV dizisini, hurafe programını……
6 yaşındaki kız çocuklarıyla evlenmenin nimetlerini (!?), satrancın melanetlerini… izleyin..
Sevgi ve saygı ile.
04 Ocak 2017, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
* Cemil Çiçek: Bu ülke siyaseten ve dinen kandırılmışlar ülkesi; hâlâ bizi kurtaracak tek adamlar arıyoruz!
Eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma ilişkin değerlendirmelerde bulunurken AKP ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘a da göndermeler yaptı.
“Bu ülke, siyaseten ve dinen kandırılmışlar ülkesi. Dinen kandırıldığını gördük” diyen Çiçek,
“Dünyadaki sıkıntılarımızdan kurtulmak için de bir kahraman bekliyoruz. Halbuki demokrasi, doğru kurallarla vasat zekâlı insanların işlettiği bir sistemdir. Ülke meselelerine hep şahıslaştırarak çözüm aramaya çalışıyoruz. Bu kadar savaş görmüş, sıkıntı çekmiş ve rejim değiştirmişiz. 150 sene sonra hâlâ iki cihanda bizi kurtaracak tek adamlar arıyoruz..”
ifadesini kullandı.
2011’deki anayasa değişikliği çalışmalarına başkanlık etmiş olan Çiçek, AKP ve MHP’nin üzerinde uzlaştığı cumhurbaşkanlığı sistemi önerisine ilişkin olarak,
“Mevcut teklifle ilgili alternatif önerilerin getirilmesi faydalı olur. Özellikle yargının yönetimi ile ilgili olarak. Bunun yanında Siyasi Partiler Yasası’na da ihtiyaç var. Sağdan sola tüm partiler tek tip elbise giyiyor. Milletvekilinin kişiliğini ortadan kaldıran faşist bir model,
katı bir disiplin var.” görüşünü dile getirdi.
Çiçek, “Yeni anayasa teklifinde ‘Şunu eksik görüyorum’ dediğiniz bir şey var mı?” sorusuna, “Bunları söylerim, fakat korkarım muhalefet, benim üzerimden partimi vurmaya çalışır.
Sayın Başbakan fikrimi sordu; nerede, ne olması gerektiğini söyledim. Yargı dışında
çeşitli şeyler gözden geçirilebilir.” yanıtını verdi.
“18 yaşa ve yedek vekilliğe olumlu bakmıyorum”
Çiçek “18 yaş maddesi; ‘Gençlere önem veriyoruz’ mesajını vermek için konulmuş bir maddedir. Benim kişisel fikrime göre 25 yaş bile gençtir. Siyaset yapmak zordur. Tecrübe ister. Yedek milletvekilliğine de olumlu bakmam. Bir defa yedek lafı inciticidir. Ama her iki konu da bu sistemin olmazsa olmaz parçası değil, tartışılabilir.” dedi.
=================================
AKP’li CEMİL ÇİÇEK’ten TARİHSEL SAPTAMA ve ÇAĞRI
Sn. Çiçek’in sözleri son derece önemli :
1. Bu ülke siyaseten kandırılmıştır. 2. Bu ülke dinen kandırılmıştır. 3. Sıkıntılarımızdan kurtulmak için bir kahraman bekliyoruz. 4. Ülke meselelerine hep şahıslaştırarak çözüm aramaya çalışıyoruz. 5. … 150 sene sonra hâlâ iki cihanda bizi kurtaracak tek adamlar arıyoruz.
Cemil Çiçek AKP’nin önde gelen kurmaylarındandır ve Adalet Bakanlığı, TBMM Başkanlığı yapmıştır. Konuşmasından çıkardığımız ve yukarıda sıraladığımız 5 tümcenin altı çizilmelidir. Özne açık edilmemekle birlikte, Sn. Çiçek’in partisini de bu süreçte sorumlu tuttuğu görülüyor. Bizler yazıp – söylesek hemen bir suç uydurulur.. En son YURT Gazetesi yazarlarından
Sn. Hüsnü Mahalli‘ye yapılan tam da budur..
Mahalli’yi tutuklama kararı veren Sulh Ceza Yargıcı, “.. serbest kalırsa Mahalli’nin Cumhurbaşkanı üzerinde baskı kurabileceğini..” gerekçe yapabilmiştir! Böylesi bir tutuklama gerekçesi Ceza Yasası, Ceza Yargılaması Yasası başta olmak üzere hangi yasamızda vardır? Dahası, geçelim uygar ülkeleri, hangi ilkel ülkede vardır?? Kanımızca bu yargıç Mustafa bey açıkça hukuk dışına çıkmış, görevini kötüye kullanmıştır. Vahim bir hak ihlali söz konusudur ve adalet ayaklar altındadır. HSYK’nın derhal bu yargıç hakkında yasal işlem yapması ve tedbir olarak da en azından Mahalli davasından çekmesi gerekir. Anayasanın ilgili buyurucu maddesi çok nettir :
Anayasa md. 138/1 :Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.
AKP kurmayı Cemil bey bu sözleri gelişigüzel, rastgele söylemiş değildir. AKP – RTE’nin 21 maddelik Anayasa değişikliği ile eldeki anayasanın 70 maddesini değiştirmek ve totaliter – otoriter bir tek adam yönetimine geçmek üzere başlattığı SİVİL DARBE sürecinde
dile getirme zorunluluğu duymuştur..
Öteden beri yapageldiğimiz çağrılara dönük bir sağduyu “çıkışı” olarak değerlendirilmeldir.
Sn. Çiçek hakkı ve görevi olan bu demokratik çıkışı ile davasına ihanet etmiş de değildir. Tersine, Türkiye’nin hatta AKP – RTE’nin de yararına bir çıkış yapmıştır. Eminiz AKP içinde
Sn. Çiçek gibi sağduyulu ve yurtsever çok sayıda vekil vardır. 1 Mart 2003 tezkeresine yüz dolayında AKP’li vekil “hayır” oyu vermiş ve ülkemizin Irak’a müdahale bahanesiyle ABD tarafından sıcak işgalini önlemişlerdi.. Günümüzde de son derece tehlikeli bir kavşaktayız.
Tayyip beyin sınır tanımayan anti – demokratik ve irrasyonel ihtirasına “gönüllü köle” olmadıklarından emin bulunduğumuz 317 vekilin seslerini çıkarmalarının ve itirazlarını dillendirmenin zamanıdır. Türkiye için iç savaş ve bölünmeye dek varabilecek bu çılgın Başkanlık dayatmasından, Sn. Çiçek’in haklı deyimiyle ülkemizi 150 yıl geriye savuracak inatlaşmadan vazgeçilmelidir. Çok değil 10-20 kıdemli ve ağırlıklı vekilin itirazlarını uygun bir dille Tayyip beye iletmeleri yeterli olacaktır. Bu aklıselim manevra orta ve uzun erimde
önce ülkemizin sonra da AKP – RTE’nin hayrına olacaktır.
Sayın Çiçek’in sorumlu ve ağırbaşlı bir siyasetçi olarak yaptığı çağrıyı aynen paylaşıyoruz.
AKP – MHP’den vekillerin de benzer açıklamalarını bekliyor ve ülkemiz için bu çok sakıncalı anayasa değişikliğini mutlaka durdurmaya çağırıyoruz.
Ülkemiz yangın yeridir. Can ve mal güvenliği kalmamıştır. Her gün çok sayıda masum yurttaşımız yaşamını yitirmektedir. Öyle ki, polis ve askerin bile can güvenliği yoktur!
Dün öldürülen Rusya Büyükelçisi Andrei Karlov, sorunlarımızın tuzu – biberi olacaktır. Ülkemize mutlaka bir fatura çıkarılacaktır. Teslim olunan tek bir kişinin hatalı kararlarına ülke ve yurttaşın geleceği emanet edilemez, feda edilemez. Çağımız giderek DOĞRUDAN DEMOKRASİ’ye evrilmektedir. Dijital teknoloji ile sıklıkla millete sormak, halkoylaması ile yasalar çıkarmak teknik olarak olanaklı duruma gelmiştir. Hal böyle iken tek 1 kişiye sınırsız yetkiler vermenin savunulacak zerrece yanı olamaz..
Dimyat’a pirince giderken eldeki (evdeki) bulgurdan olmak da vardır.
TBMM’den geçmeyen ya da halkoylamasında reddedilen bir anayasa değişikliği sonrasında Erdoğan’ın statüsü, siyasal saygınlığı…. yerle bir olmayacak mıdır??
Sevgi ve saygı ile. 20 Aralık 2016, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
(22.12.16’da manşete de kondu..)
BAŞKANLIK REJİMİ; TÜRKİYE’de DİNCİ FAŞİZMİN ve PARÇALANMANIN KAPISININ ANAHTARIDIR!
Herkes bu çıplak, vahim ve yakın tehlikeyi bir an olsun aklından çıkarmadan konumunu belirlemek ve bu yıkıcı emperyalist planı bozmak için vargücüyle çalışmak zorundadır..
Gerçek MHP’liler – Ülkücüler ve sağduyulu yurtsever AKP’liler de dahil, hatta en önde ..
AKP – RTE, söz konusu değişiklik teklifini, içine sürüklendiğimiz ağır hatta vahim koşulları da dikkate alarak, kör inadı bırakarak, ülkemizin ve ulusumuzun yüksek yararı adına
mutlaka ve hemen geri çekmelidir. Bu apaçık bir sivil darbedir ve suçtur!
‘Ekonomiye dair bildiğiniz tüm gerçekleri unutun!’
ASLI AYDIN
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
TÜİK büyüme verilerini ne kadar değiştirirse değiştirsin, dış dünya bu suni iyimser havaya
pek ikna olacağa benzemiyor. Nedeni ise basit; üretim, yatırım ayağı çökmüş bir ekonomi…
Güne bir uyanıyoruz, bir de bakıyoruz ki geçmişe dair bütün veriler neredeyse sıfırlanmış.
2015 yılındaki kişi başına milli gelir 9,2 bin dolardan 11 bin dolara fırlamış, uluslararası kuruluşların ve derecelendirme kuruluşlarının durgunluk tespitleri dış kamuoyuna yerleşmişken, tek bir gecede en hızlı büyüyen ekonomiler arasına oturmuşuz. Bildiğimiz tüm gerçekleri unutmamızı buyuran bir yöntem değişikliği ile ekonominin gerçekleri ile göstergeleri arasındaki bağ daha da kopmuş durumda.
Neler değişti?
Türkiye İstatistik Kurumu, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) hesaplarında ciddi bir yöntem değişikliği yaptı. Öncelikle neredeyse tüm kalemlerde değişikliğe gidildi. Sanayinin, tarımın ve diğer sektörlerin milli gelir içindeki payları, kamu harcamaları ve tasarruflara kadar birçok hesap, yeni yöntemle değişti. Eski seriler artık tarih oldu, kullanışsız hale getirildi. Eskiyle bugünün arasındaki bağı koparan yöntem değişikliği, dönemsel analizi de olanaksız hale getiriyor. TÜİK’in zaman zaman önemli göstergeler üzerinde yaptığı bu tür revizyonlar,
dikkat ederseniz hep ekonomiyi olduğundan daha iyi göstermeye yönelik oluyor. “Uluslararası standartlara uygunluk” gerekçesi ne var ki işler hep çok ters gittiğinde ortaya çıkıyor ve sorunu çözmek yerine “bir sorun yok” anlayışını bir kez daha karşımıza çıkarıyor.
Çok uzun zaman önce değil, bir başka can yakan reel gösterge olan işsizlik hesaplamasında da hatırlanacağı üzere revizyona gidilmişti. 2014’ün şubat ayında yeni bir hesaplama serisi kullanmaya başlayan TÜİK, temel olarak işsizliğin tanımını değiştirdi, işsizlik kapsamına daha az işsizin girmesine yola açacak yöntem değişikliğini hayata geçirdi. Önceki uygulamada son üç ay içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış durumda olanları işsiz sayarken, yeni uygulamayla birlikte üç ayı bir aya indirdi, geri kalan işsizleri işsiz bile saymamaya başladı.
Şimdi milli gelirdeki yöntem de aynı anlayışla değiştirildi. Tasarruf oranı % 24’lere fırladı,
reel büyümenin yerini üçer aylık milli gelir rakamları ortalaması şeklinde “Zincirleme Hacim Endeksi” aldı, büyüme arttı; cari açığın, dış borcun, bütçe açığının milli gelire oranları azaldı!
Yeni seriye göre geçmiş yılların büyüme verisi yukarı taşınırken ne var ki 2016 üçüncü çeyrek verilerine bu iyimser hava yansımadı. Hanehalkı tüketim harcamalarında bir önceki yılın aynı dönemine göre (zincirleme hacim endeksi) % 3,2 düşüş gözlenirken, sanayi sektörünün toplam katma değeri % 1,4 azaldı. 2016’nın üçüncü çeyreğinde sektörler arasında tek yukarı yönlü olan inşaat sektörünün olması elbette kimseyi şaşırtmadı, sanayinin azalan payını kapmışçasına katma değerini % 1,4 artırdı.
Kimse ikna olmuyor… TÜİK büyüme verilerini ne kadar değiştirirse değiştirsin, Dünya Bankası, OECD gibi kurumlar başta olmak üzere dış dünya bu suni iyimser havaya pek ikna olacağa benzemiyor. Son olarak JP Morgan Türkiye’ye ilişkin beklentilerini aşağı yönlü revize etmekle bu olumsuz beklentileri sürdürmüş oldu. JP Morgan’ın geçtiğimiz günlerde bu revizeye ilişkin açıklaması dikkat çekiciydi; “3. çeyrek GSYH verisinin yarattığı büyük hayal kırıklığı bize 2016 ve 2017 için büyüme tahminlerimizi revize etmeye zorladı.” ifadelerini kullanan JP Morgan, 2016 için GSYH büyüme tahminini % 2,8’den 2,5’e düşürdü.
Nedeni ise basit; üretim, yatırım ayağı çökmüş bir ekonomi… – Dış borçla bugüne kadar yelkenini şişirmiş ve şimdi alabora olmaya doğru ilerliyor. – İhracatı gerileyen, buna rağmen yüksek dış bağımlılık nedeniyle ithalatı artan, – Gelirden çok gideri olan, – Açığını borçla kapatan, – Her geçen gün artan riskler nedeniyle borçlarına daha fazla faiz ödeyen
bir ekonomi kime ne vaat etsin ki? Vaat konusunda seslendiği tek yer yüksek volatilite nedeniyle kısa zamanda yüksek getiri arayan finans spekülatörleri. Yeni yöntemin getireceklerinden birine ilişkin ekonomi yönetiminden gelen ‘artık büyüme de daralma da daha yüksek olacak’ açıklaması da buna ilişkin. Bizlere bu iniş ve çıkışların daha sert olacağına şimdiden alışmamızı söylerken, aynı zamanda Dolar üzerinde de bu oynaklığı göreceğimizi şimdiden tayit ediyorlar. Bu bizlere bir uyarıyken aynı zamanda spekülatörlere de çağrı niteliğindedir. Fakat orada bile çok işe yaramış gözükmüyor orası ayrı.
(http://www.birgun.net/haber-detay/ekonomiye-dair-bildiginiz-tum-gercekleri-unutun-139567.html)
=================================== Dostlar,
Türkiye’nin son 45 yılını, 1971’de Hacettepe Tıp Fakültesinde eğitime başladığımızdan bu yana aklımızın erdiğince izliyoruz. Bu denli kötü yönetim görmedik! Bunca kritik bir duruma Türkiye’nin düşürüldüğünü de..
Öte yandan itiraf edelim ki, AKP – RTE, her zor duruma kendilerince “çare” üretiyorlar!
Ülke darbe ile karşılaşıyor, “beraber yürüdükleri yolda” paylaşım kavgası iç savaşa sürüklüyor halkı ama “Milletim ve Allah bizi affetsin..” deyip müthiş bir pişkinlikle sıyrılmaya çalışıyorlar.
12 Mart’a ve 12 Eylül’e sürüklenirken yaşanandan daha çok can yitiği bu siyasal kadroların
15. yılına giren tek başına iktidarlarında yaşandı. Bütün komşularla kavgalı oldu,
PKK ile masaya oturdu bu iktidar.. Yüzü aşkın gazeteci hapiste, aykırı sesler hemen boğuluyor! Hüsnü Mahalli bile.. Oysa dış politika danışmanı yapılması gereken bir Ortadoğu uzmanı!
Kimi genel yayın yönetmenleri yurt dışına kaçmak zorunda bırakıldı, adeta sürgün edildi!
En son İstanbul’da 44 yurttaş teröre kurban verildi, Tayyip bey, bilmem kaçıncı muhtarlar tiyatrosunda bu kez de sorumluluktan kaçtı ve “sefereberlik” çağrısı yaptı! Oysa ülke OHAL rejimi altında inletiliyor.. ama rejim değişikliği getiren anayasa değişikliği dayatılıyor; Tayyip bey padişah yetkileri istiyor, 3. Abdülhamit rüyaları görüyor.!?
Şimdi sıra ekonomideki perişan çöküşü ve yangını makyajlamaya geldi..
TL, hastalıklı, cılız, üretemeyen, borca ve yolsuzluklara batmış bir ülkenin parası olarak
hızla eriyor hemen hemen tüm yabancı paralar karşısında ama utanmaz bir algı saptırması ile “Dolar rekora doymuyor” benzeri şizofrenik tümceler kuruluyor. Bu çarpıcı gerçeklik bile Batı’nın AKP – RTE’ye operasyonu gibi sunulup mağdur rolü oynanıyor..
Nicoolo Machiavelli bile bu denli siyaset ustası (!) olamazdı!
*****
Efendiler, ne yaparsanız yapın; bu mızrak bu çuvala sığmaz.. Ekonomiyi tükettiniz.
Ekonominin nabzı TÜİK’in süslü raporlarında ve alacalı tablolarında – grafiklerinde değil,
çarşı pazarda atıyor. Cüzdanlardaki madeni paralarda atıyor, birkaç ekmek parasını bile
kredi kartı ile öteleyen insanlarımın dramında….. atıyor..
TÜİK’in bu davranışı açıkça etik dışıdır; Bilim ahlakına sığmaz!
Halkın bilme hakkını çiğnemektir, demokrasiye ve saydam yönetime aykırıdır;
halkı – dünyayı kendi küçük aklınca aldatmaya çalışma kurnazlığı ve zavallılığıdır.
Devekuşu tavrı çok masum kalmaktadır bu tutumun yanında.
Ayrıca geçmişe – geleceğe dönük karşılaştırmalı iktisadi analizi olanaksız kılarak
iktisat tarihi belleğimizi sıfırlayan bir tehlikeli ve sorumsuz bir ucubedir yeni teknik (!). TÜİK yöneticileri, siyasal otoritenin direktifine uymak zorunda kaldıkları masalına sığınmasınlar sakın; İSTİFA diye insan onurunu ve halkı koruyan saygın bir kurum vardır.
Merhum Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay, dönemin cumhurbaşkanı T. Özal’ın “1 koyup 3 alma” serüvenciliğine karşı çıkarak TSK’yı Irak’ta savaşa sürmemiş, istifa ederek ülkemizi
bu kanlı tuzaktan korumuştu (1991). Irak’a o saldırı yapılsa idi belki yüzlerce – binlerce Mehmetçik telef edilecek ama halkımıza da “şehit” masalları anlatılacaktı.. Halen yapıldığı gibi..
*****
Akademik yılın açılışında bile kaçak sarayda rektörlere, dekanlara, YÖK üyelerine 2023’te Türkiye’nin ilk dünyada 10 ekonomi içine gireceği masalı anlatıldı ve ne hazindir ki, hocalardan alkış aldı!? Birkaç yıl önce biz, bu masalın matematiksel olarak olanaksızlığını hesaplayarak sitemizde yayımlamıştık :
TÜRKİYE 2023’te EN BÜYÜK 10 EKONOMİDEN BİRİ OLABİLİR Mİ?
10 yıl boyunca kesintisiz %19-20 hızla büyümesi gerekiyordu Türkiye’nin başkaca her şey sabit sayıldığında (iktisatta ceteris paribus varsayımı) ..
Hindistan %7 büyümeyi sürdürecek ve Türkiye Hindistan’ı yakalayıp onun yerine geçecek..
Son birkaç yıldır bırakalım %19-20 büyümeyi %5’i bulabildik mi?
Haberiniz olsun; bu kez dipten gelen kocaman bir dalga ekonomideki yıkım..
Korkarız katıp önüne götürecek her bir şeyi.. Bu yıl reel büyüme “negatif” bile olabilir!
Öylesine kirlendiniz ve kirlettiniz ki; sizi tarih baba bile asla bağışlayamayacak..
Yazıklar olsun yazıklar!
Sevgi ve saygı ile.
15 Aralık 2016, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com