Etiket arşivi: Çarlık Rusya’sı

Tarihi kaşımak…

authorZAFER ARAPKİRLİ

Tarihi kaşımak…

21 Şubat Pazartesi gecesi ve dün yani perşembe sabaha karşı Vladimir Putin’in yaptığı açıklamalarda sık sık başvurulan bir yöntem (bir tema) dikkat çekiciydi. Rusya lideri bugün atacağı, daha doğrusu dün sabahtan itibaren fiilen atmaya başladığı adımlara dayanak ve gerekçe olarak “Yakın, orta ve uzak tarihte” yaşananları gösteriyordu.

Çarlık Rusyası’ndan girdi, Bolşeviklere getirdi lâfı, oradan V.I. Lenin’e J. Stalin’e “şöyle bir dokunup” geçti. Ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne, o “imparatorluğun mirası” sayılan topraklardaki kendince “istenmeyen” toprak statüsü değişkenliklerine değindi.

Ancak, bütün bu “tarihi tarama”, röntgen, MR ve ultrason (bence bir anlamda kaşıma) faaliyetinde ana tema mealen şuydu:

“Ecdadımızın kanları ile sulanmış bu topraklarda başkalarının çizmesini görmeye tahammül edemeyiz.”

Bu görüşlerini şu cümlelerle de (aynen aktarıyorum) ifade etti:

“Babalarınız, dedeleriniz, büyük-büyük babalarınız Ukrayna’da bugünkü neo-Naziler iktidarı ele geçirsin diye Nazilerle çarpışıp ortak anavatanımızı Nazilere karşı savunmadı.”

Putin’in bu sözleri hiç kuşkusuz, dünyanın hemen her yerinde, her yönetimin, benzer durumlarda, özellikle de “milli dürtülerle” ve “ecdat vurgusu” ile yaptığı ve yapabileceği açıklamaları hatırlattı.

Putin’in haklı olarak işaret ettiği bir gerçek ise 1980’lerin son günleri ve 90’ların başlarında “Sovyet İmparatorluğu”nun çöküşünden itibaren, NATO’nun büyük bir iştahla o coğrafyadaki halkları birer birer (sözde) “Hür Dünya”ya katmak için kolları sıvama çalışmasıydı. Eski “Sovyet Hinterlandı”ndaki bazı devletleri bizzat NATO’ya katarak, bazılarını da “Barış için Ortaklık” formülleri ile kendine bağlı-bağımlı-iltisaklı yönetimler üzerinden Moskova ile yabancılaştırma çabalarına hız vermesiydi.

Geçen 30 yılın birikimi olan huzursuzluklar, geçen 10 – 15 yıldır hep sıcak çatışmalar şeklinde kendini gösteriyor.

Buna bir de önemli ölçüde başarıya da ulaştığı görülen “Yeniden Süper Güç” haline evrilme çabasındaki Rusya’nın, Batı Bloku’nun Balkanlar, Akdeniz ve Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın başka yörelerindeki işgal ve bölme-bölüşme şeklindeki adımlarına “Rövanş” veya “Kontratak” harekâtları eklenince, zaten bugünkü noktaya gelinmesi kaçınılmazdı.

Ünlü bir meseldir ya: “Bir oyunda, duvarda bir silah asılıysa, o silahın patlaması mukadderdir” denir.

Üstelik de, “duvarda” asılı duran ve çok şükür bugüne kadar patlatılmamış, nükleer silahların da bulunduğu bir yığın ölümcül silah, işi daha da korkunç hale getiriyordu.

Bugün gelinen noktada, Donbass bölgesindeki Rusya yanlısı hareketlerin etkinliğindeki devletçikleri bahane eden Rusya, silahların tetiğine parmağını uzatmış ve maalesef ateşlemeye başlamıştır.

İlk mermi sıkıldıktan sonra işin nereye doğru evrilebileceğini söyleyebilmek değil beni, dünyanın en deneyimli diplomatlarını ya da gözlemcilerini ve askeri-diplomatik analistlerini bile aşar bir durumdur.

Sadece temennilerimizi dile getirebiliriz.

O da, başta Türkiye olmak üzere bütün ülkelerin, sahada çatışan tarafları yatıştırmaya çalışmasıdır. Özellikle son 20 yılda etkili bir bölge gücü olma vasfını, hem devlet olarak tüm mekanizmalarını hem de silahlı kuvvetlerini aşırı boyutlarda zayıflatmış bugünkü yönetimin bunu başarabilmekle ilgili zorlukları malumdur. Zaten bu yüzden de Türkiye, belki de böyle bir krize “mümkün olan en zayıf ve beceriksiz bir yönetim anlayışı ve kadrosu” ile yakalanmıştır.

Yapabileceğimiz şey, itidalin doruklarında davranmak, çatışan ülkelerle ve “dışarıdan müdahil (NATO) güçlerle son derece hayati bağlarımızı unutmadan”, en önemlisi de (haklılığımız nihayet anlaşıldığı üzere) Montrö’den kaynaklanan güç ve avantajımızı akıllıca kullanarak çözüme katkıda bulunmanın yollarını aramaktır.

Çıkarılacak ders ise (hem bizim hem de dünyanın) “tarih kaşımanın” sonunun pek “tekin” olmayacağını hiç aklımızdan çıkarmamaktır.

Tarihsel haklılıklarımız ve mağduriyetlerimiz, her zaman bugünün ve yarının yanlış adımlarını geçerli ve mazur kılmayabilir.

Tarih kaşımak, “sol ve barışçı kafa” için her zaman “ileriye dönük doğruların dersi”, ama “sağcı ve antidemokratik kafalar” için saldırganlığın, kaosun ve belanın mazereti olmuştur.

Ukrayna-Rusya savaşı ve verdiği dersler

Barış Doster
Barış Doster
Cumhuriyet, 26 Şubat 2022

 

Ukrayna’da son üç günde yaşananlar, her açıdan derslerle dolu. Bu derslerin tarihi, siyasi, iktisadi, coğrafi, askeri, diplomatik, stratejik, jeopolitik yönleri var. Madde madde tartışalım.

Birinci ders: Liderler, siyasetçiler, devlet yönetiminde sorumluluk alanlar çok iyi tarih, coğrafya, iktisat, siyaset bilmelidir. Satrançta usta olmalıdır. Rakibi, düşmanı, hasmı çok iyi tanımalı, tartmalıdır. Yönettiği ülkenin devlet kapasitesini, dayanma gücünü çok iyi ölçüp biçmelidir. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, belli ki bu konularda çok yetersiz. Bırakın uzak geçmişi, Çarlık dönemini, Soğuk Savaş yıllarını, 2008’de Rusya ve Gürcistan arasındaki savaştan gerekli dersi çıkarsaydı, ülkesi bu duruma düşmezdi.

İkinci ders: Rusya son 100 yılda üç kez isim, üç kez rejim, üç kez siyasi harita değiştirdi. Çarlık Rusyası, Romanov Hanedanlığı yıkılıp, 1917 Ekim Devrimi sonrasında 1922’de SSCB, komünist rejim kuruldu. 1991’de SSCB dağıldı. Federal bir cumhuriyet, yarı başkanlık sistemi, kapitalist ekonomi kuruldu. Fakat Rusya’nın jeopolitik arzuları ve duyarlılıkları, devlet deneyimi, diplomatik hafızası hiç değişmedi.

Üçüncü ders: Rusya, Gürcistan’la 2008’de savaştı. Gürcistan toprak kaybetti. Rusya, Ukrayna’yla savaşıyor. Ukrayna toprak kaybetti. Bu durum şunu gösterdi:

  • Rusya’nın kabul etmediği hiçbir bölge ülkesi, NATO’ya üye olamaz.
  • Rusya, NATO’nun Rusya’ya dönük kuşatma, çevreleme adımlarına bir kez daha silahla karşı koydu çünkü.

Dördüncü ders: ABD, NATO, Avrupa Birliği ve İngiltere’nin, ne Ukrayna için savaşması ne de Rusya’ya karşı savaşması söz konusuydu. Çünkü böyle bir güçleri yok. NATO’nun 5. maddesi de Ukrayna için işlemez. Zira Ukrayna, NATO üyesi değil. Rusya’ya karşı açıkladıkları ekonomik yaptırımlar ise Rusya’yı caydırmaktan, Rusya lideri Putin’e geri adım attırmaktan çok uzak.

UKRAYNA’YI YÖNETENLER BUNLARI GÖREMEDİ

Beşinci ders: Almanya başta, Avrupa’nın Rus doğalgazına olan yüksek bağımlılığı, Avrupa’nın Rusya’ya karşı elini zayıflatıyor. Bugünden yarına, akşamdan sabaha doğalgaz yerine başka bir enerji kaynağı ikame etmek, Rusya gibi büyük bir enerji tedarikçisi yerine başka bir ülke koymak da olanaksız. O nedenle Almanya’nın durdurduğu Kuzey Akım 2 projesi, Rusya açısından gelir kaybına sebep olsa da Almanya açısından da büyük bir sorun yaratacaktır.

Altıncı ders: Rusya lideri Putin, kendisini adeta yeni bir kurucu lider olarak görüyor, tarihe böyle geçmek istiyor. Ülkesini yönettiği 2000 yılından beri, önce Rusların hayli incinmiş, örselenmiş olan ulusal gururunu tamir etti, ülkesinin yakın çevresinden başlayarak, ardından daha geniş bir coğrafyaya yönelerek güvenliğini sağladı. Otoriter yönetimiyle ekonomide, diplomaside, bürokraside, güvenlikte önemli adımlar attı. Birkaç gün önceki konuşmasında Lenin’i eleştirmesi, Çarlık Rusya dönemine dikkat çekmesi, Soğuk Savaş yıllarından bahsetmesi, bu iddiasının kanıtı. Karşısındaki liderlerin (ABD’de Biden, İngiltere’de Johnson, Almanya’da Scholz) Putin’le kıyaslanabilecek bilgi birikimi, bürokratik deneyimi, devlet tecrübesi yok. Putin; Rusya’nın, ekonomik gücünün ve sınırlarının çok ötesinde, geniş bir alanda politik ve diplomatik nüfuza ulaşmasını sağladı. Suriye, Libya, Dağlık Karabağ, Doğu Akdeniz, Kazakistan, Çin’le kurulan stratejik ilişkiler bunlardan sadece birkaçı.

Yedinci ders:

  • Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ne denli vazgeçilmez ve yaşamsal olduğu bir kez daha görüldü.

Sekizinci ders: Rusya; Türkiye’nin üç büyük dış ticaret ortağından biri, en büyük doğalgaz tedarikçisi, en çok turist yollayan ülkeler arasında, en fazla buğday ithal ettiğimiz ülke. Dahası, Türkiye; Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldı. Rusya, Mersin Akkuyu’daki ilk nükleer santralı yapıyor ve çalışacak Türk personeli eğitiyor. Tüm bunlar, Rusya’nın Türkiye’nin ekonomisi, ticareti, enerji kullanımı, savunması üzerindeki gücünü gösteriyor. O nedenle Türkiye çok dikkatli olmak zorunda.

Kısacası; devlet yönetmek zor, milletin sorumluluğunu üstlenmek çok zor iştir. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle “Mesuliyet yükü her şeyden, ölümden de ağırdır”.

Çanakkale Utkusu’ndan 100 yıl sonra birlikte barış için yüzdüler!

 

(AYDINLIK Gazetesi haber kapısı (portalı) 2.8.2015)

100 yıl sonra birlikte barış için yüzdüler
Özge Öztürk / Gelibolu

Dünya tarihinin en kanlı çarpışmalarından birisinin yaşandığı Çanakkale,
Büyük Zafer’in 100. yılında dünyaya barış mesajı sunan bir uluslararası bir yüzme etkinliğine
ev sahipliği yaptı. Çanakkale Anzak Koyu’ndaki kitabelerde olduğu gibi, Yeni Zelanda ve Avustralya’da bulunan savaş anıtlarında da yer alan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1934 yılında söylediği evrensel barışa örnek sözlerinden yola çıkarak, ‘Dostluk ve Barış’ temasıyla bir anma etkinliği düzenlendi. ‘Gelibolu 1915’ adı verilen yüzme etkinliği büyük ilgi gördü.

ANZAK KOYUNA BARIŞ ÇELENGİ BIRAKTILAR

Yerli ve yabancı 700’ü aşkın yüzücünün katılımıyla, dün saat 11:00’de ‘Kulaçlar Barışa’ temasıyla düzenlenen yüzme etkinliği; Çanakkale Savaşı sırasında Anzakların Gelibolu Yarımadası’nda çıkarma yaptıkları, uluslararası öneme sahip tarihi Anzak Koyu’nda düzenlendi. Etkinlik, yüzücülerin kıyıdan 1915 metre açıkta gemiden atlamasıyla başladı. Başlama sireninin hemen öncesinde suya 100 adet barış çelengi bırakıldı. Ardından ‘Savaşa Hayır’ pankartları açıldı.

DEDELERİ BU TOPRAKLARDA ÖLDÜ

Ermeniler yıllarca 2015’i beklediler. Ancak amaçlarına ulaşamadılar.

İnsanların vatan toprağı için kanını döktüğü bu şehirde, ataları burada can vermiş
yabancı yüzücüler de vardı. Yeni Zelandalı bir yüzücü iki dedesinin de Çanakkale’de yattığını söyledi. Avustralyalı bir başka yüzücü ise duygularını şöyle dile getirdi:

– “Burası görkemli! Bu sabah düşünüyordum; genç, masum ve cesur adamlar burada savaştı. Burada olduğum için çok şanslıyım ve onurlu hissediyorum. Önceden atalarımızın savaştığı
o insanların torunlarıyla birlikte kardeşlik ve barış mesajı verdik, yan yana yüzdük.
Çanakkale önemli bir yer. Atmosferi duygusallaştırdı. Türkiye güçlü bir ülke”
şeklinde konuştu. Yüzücü
-“100. yıl için yüzmek bizim için gururlandırıcı. Hiç bitmesin istedik. Yüzerken buranın
o dönemdeki halini hissederek yüzdük. Çok duygulandırıcıydı. 100 yıl önce toprak için yapılmış bir savaş var ve üzerinden 100 yıl geçmiş. O topraklara sahip çıkan milletin insanlarıyla
barış için yüzüyorsunuz... Bu çok önemli bir adım.” ifadelerini kullandı.

===========================================

Dostlar,

Çanakkale savunmaları bir destandır.
Hakkında onbinlerce sayfa belgesel yazılmıştır.
Yaklaşık yarım milyon genç insana, ince uzun Gelibolu yarımadası mezar olmuştur.
Yarımadanın manevi iklimi ağır ve kuşatıcıdır; orada şehitlerin ruhu hala dolaşmaktadır!
Tarihin çok önemli kırılma noktalarından biridir.
1915’te Çanakkale’yi geçemeyen, dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun
10 Ağustos 1920’ye (Sevr Andlaşması) dek 5 yıl daha uzatmalı bitkisel
(=işgal altında açık sömürge!) olarak yaşamına izin veren bir tarihsel ayraçtır (parantezdir).

Ayrıca, İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya vd.) Çarlık Rusyasına yardım ulaştıramamış ve bu sayede Ekim 1917 Rus Devrimi gerçekleştirilerek Bolşevikler Menşevikleri yönetimden uzaklaştırmış Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini (SSCB) kurabilmişlerdir.

Yeni Sosyalist yönetim, Batı emperyalizmi ile boğuşan Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Kuvvayı Milliyecilere çok anlamlı destekler sağlamıştır. Moskova Andlaşması ile (Sovyet Rusya ile TBMM Hükümeti arasında 16 Mart 1921Doğu cephesi sağlama alınmış, Sovyetler Türklere mali ve askeri yardımda bulunmuşlardır. Bir vefa borcu  bağlamında, 1. Büyük Paylaşım Savaşı öncesinde Batılı emperyalistlerle yaptıkları Osmanlı topraklarının gizli paylaşım planı
Sykes-Picot Andaşmalarını açıklayarak geri çekilmişlerdir.

*****

Savaştan sonra Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün Anzak Koyu’na evlatlarının mezarlarını ziyarete gelen annelere verdiği
kısa ve son derece özlü eşsiz söylev, insanlık tarihinde bir dönemeçtir, bir belgedir :

Ataturk'un_Anzaklara_soylevi
Bir askerdir bu sözlerin sahibi..
Hümanist bir asker Mustafa Kemal Paşa
Nice kanlı savaşlardan geçen, askerlerine Conkbayırı’nda “savaşmayı değil ölmeyi emrederek” dünya savaş literatürüne geçen yengin (muzaffer) bir komutan..
Milyonlarca vatan evladının yitiminden, ülkesinin paramparça ve viran duruma düşürülmesinden sorumlu emperyalizmin paralı – kiralık ANZAK Kolordusu‘nun ölen askerlerinin anababalarına söylenen insancıl – barışçıl – sağduyulu – ileriye dönük sözlerdir. Bu askerler ki, dönemin üzerinde güneş batmayan sömürge imparatorluğu İngilteresinin taaa Avutralya ve
Yeni Zelanda’dan devşirdikleri dev yapılı savaş canavarlarıdır
(ANZAC : Australia and New Zealand Army Corps).
İngiliz hükümetinin siparişi ile “The Blue Book” adlı kara propaganda kitabını yazan
ünlü tarihçi Arnold Toynbee,
“Barbar Türkler Konstantinapol’de ayaklandılar.. Uygarlığı yok edecekler..” 
yalanını uydurarak Çanakkale cephesine gönüllü – lejyoner – zorlama.. asker toplamışlardır. Ritmik savaş müzikleri eşliğinde eğiterek saldırgan kişiliklerini beslemişlerdir (Haka dansı!). Devasa adamlardır.. Mehmetçik ise, Tokat’ın “Hey 15’lileri” dahil, 45+ kg tüm “erkekler”den oluşmaktadır. Karnını bile doyuramamaktadır Mehmetçikler..

Canakkale'de_Mehetcik_ne_yedi

Mustafa Kemal Paşa bağrına taş basarak belki de, BARIŞ’a olan vazgeçilmez gereksinim nedeniyle kin – intikam – rövanş vb. ilkel duygulanımlarını bastırmış ve BARIŞA sahip çıkmıştır. 1934’ler, yeni Türkiye’yi kurma yıllarıdır. 1. Sanayi Planı uygulanmaktadır.

Daha sonra aynı Arnold Toynbe Atatürk için şunları yazacaktır :

Arnold_Toynbee'nin_ATATURK_Hakkinda_Sozleri

– “ATATÜRK, Batı dünyasındaki Rönesans, Reformasyon, bilim ve düşünce devrimi, Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi’ni, ATATÜRKbir insan ömrüne sığdırmıştır.”

*****

Görüldüğü gibi en azılı düşmanları bile Büyük ATATÜRK‘ün hakkını yerinde teslim ediyor.
Atatürk hakkında birkaç sayfacık olsun namuslu kaynakları okumamışların (Türk Milli Eğitim Sistemi ne yapar sahi???) O’na ve Devrimlerine en ağır biçimde saldırmaları ne hazin bir çelişki değil mi??

Çanakkale Utkusu‘nun 100. yılında böylesine bir etkinlik hoş olmuştur.
Emek verenlere teşekkür eder, sürdürülmesini dileriz.

Bu arada başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere tüm şehitlerimizi sonsuz bir şükranla
bir kez daha anıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
2 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ÇANAKKALE ZAFERİ


ÇANAKKALE ZAFERİ

Aslında bugün bir vatanımız varsa ve bizler bu topraklarda özgürce yaşayabiliyorsak, bunu her şeyden önce, Kurtuluş Savaşı öncesinde kazandığımız ve yokluklara rağmen düşmanı nasıl bozguna uğratabileceğimizin kanıtı niteliği taşıyan Çanakkale Savaşı’na borçluyuz.

Zira bu savaş 20. yüzyılın bir dönüm noktası niteliğindedir.

Çanakkale Savaşı’nda o güne kadar eşi benzeri görülmemiş deniz gücü olan İngiliz ve Fransız donanması, Doğu’nun ilk kapısı olan Çanakkale Boğazı önüne 18 Mart 1915 günü girerlerken en büyük amaçları İstanbul’a yerleşmekti. İki amaçları vardı burada. Görünürdeki ilk ve acil amaçları, zor durumda kalan Çarlık Rusya’sına yardım yetiştirebilmek, ama uzun vadeli olan asıl amaçları olanı ise Boğazları kontrol altında tutarak tüm Doğu’ya rahatça hükmedebilmekti. Her ne kadar görünürde başka bir neden olsa da asıl amaç Boğazları ele geçirmekti.

Bu nedenle de o daracık Boğaza, o küçücük yarımadaya neredeyse tüm dünya askerleri gelmiş, getirilmişti. Kimler mi vardı? Sayalım; İngilizler, Fransızlar, İskoçyalılar, İrlandalılar, Mısırlılar, Sudanlılar, Cezayirliler, Nepalliler, Senegalliler, Hintliler, Avusturyalılar, Yeni Zelandalılar, Filistin Musevileri ve daha sayamadığımız diğerleri… Kendilerince müthiş bir ordu ve donanmaya sahiptiler. Bu nedenle de Boğazları çok rahat alacaklarına, amaçlarına çok rahat ulaşacakları kanaatine sahiptiler. Zira karşılarına geçecek ordu “hasta” bir ülkenin “çaresiz” ordusuydu. Yani kendilerince zafer kaçınılmazdı. Aksi düşünülemezdi.

Evet, ordumuz  zor durumdaydı. Yarı aç, yarı çıplak ve donanımsızdı. Ancak yine de bu ordu, karada, denizde ve havada 259 gün süren öylesine müthiş bir direniş örneği gösterdi ki; düşman adeta kaçarcasına gitmek durumunda kaldı. Yani 9 Ocak 1916 tarihinde bu kahraman askerler tüm dünyaya Çanakkale’nin asla geçilemez olduğunu  öğretti. İnanılmazı başarmışlardı. Ancak yazıktır ki düşman, amacına top tüfek kullanmadan 30 Ekim 1918 yılında Mondros Antlaşması’yla İstanbul’a gidip yerleşti. Koca İmparatorluk zorbaya boyun eğmişti; üstelik resmi bir yazı ile….

Boşuna mı yapılmıştı bu direniş? Çanakkale’de onca şehit boşuna mı verilmişti?

Şehit sayısı hep tartışmalıdır. Ancak tespit edilen künye sayısı 55 bin 801 dolayında olmak üzere toplam şehit 211000 kişidir. Peki…. “Çoğunluğu daha yeni subay olmuş
on binlerce gencin ölümüne neden olan, bir kuşağını
Gelibolu bayırlarına gömen bu direnişin ülkemize yararı neydi?” diye sormadan da geçemiyor insan.

  • Bugün Türkiye Cumhuriyeti varsa, Çanakkale Savaşı sayesindedirsonuçlar tüm dünya halklarını ilgilendiren olayların başlangıcı olmuştur. 

Zira bu savaş ve zafer ulusal onuru ve bilinci canlandırmış, özgüveni tazelemiştir.
O özgüvenle girişilen
Kurtuluş Savaşı da bu sayede kazanılmıştır.

Bu zafer yalnız ülkemizin geleceği üzerinde etkili olmamıştır.
Bu zaferin yarattığı Çanakkale önüne gelen müttefik güçlerin amacı Çarlık Rusya’sına yardım edebilmekti. Ancak savaş kaybedilince bu yardım ulaşamadı. Dolayısıyla da Rusya’da toplumsal kriz büyüdü ve 1917 yılında halk ayaklanarak Çar’ı devirdi.
Böylece de tüm dünyayı sarsan bir süreç başlamış oldu. Kısacası bu olaydan sonra Batı’nın sömürge çarkı büyük bir kırılma yaşadı. Rusya’nın bizlere karşı sergilediği ezeli düşmanlık son buldu, yerini dayanışmaya bıraktı.

Çanakkale direnişi 20. yüzyıla yeni bir umut kazandırmıştı. Bağımsızlık  umuduydu bu…. Zira Batı’nın üstün donanıma sahip koloni ordusunun yenilebilirliği ispatlanmış oluyordu. Türkiye’de ulusal kurtuluş için bir umut doğdu. Tarih, Çanakkale Zaferi’nin dünyanın tüm mazlum ulusları lehine değiştiğini ve 20. yüzyılın yolunun çizilmesinde etkin olduğunu yazdı. Tüm Doğu ülkeleri tehlikenin nerelerden gelebileceğini ve mücadele yollarını öğrendi bu zaferle.

Ayrıca bu zaferle yepyeni bir ulusal bilinç yanında büyük bir önderi çıkarmıştı dünya sahnesine: Mustafa Kemal… 1. Dünya Savaş’ında türlü oyunlarla Alman’ların safına itilmiş Osmanlı Devleti’nin ordu yönetimi de alman komutan Liman Von Sanders’in elindeydi. Bu bağımlı koşullarda bile Mustafa Kemal’in tek bir öngörüsü dahi yanlış çıksaydı bugün esamesi dahi okunmayacaktı. Daha doğrusu kendi yaptığı planı değil de Alman karargahında yapılan planları uygulasaydı, ordusuyla birlikte yok edilecekti. Zira Mustafa Kemal biliyordu ki, ulusal yazgının çizileceği zaman dilimi bir an kadar kısaydı aslında ve kararını çabuk verdi bu nedenle. Böylece de hem zafere imzasını attı, hem de tüm dünyaya nasıl bir olunacağını göstermiş oldu.

Aradan bunca yıl geçmiş olmasına karşın Çanakkale Zaferi’nin anlamı, çağrışımları, duygusu ve bilinci bugün bile ülkemizin dünya ile olan ilişkileri ve geleceği açısından
bir ders niteliğindedir.

Bugün ülkenin pek çok yerinde bu zafer kutlanıyor, şehitlerimiz saygıyla anılıyor.
Ancak bu anma törenlerinin çoğu lüks salonlarda yapılıyor. Oysa Anzak gençleri her yıl ülkemize gelerek atalarının savaştığı o topraklarda gecenin ayazına rağmen sabahlayıp onların o savaş ortamındaki hislerini anlamaya çalışıyor. Bizlerse lüks salonlarda,
şık giysilerle anıyoruz atalarımızı. Oysa o savaş alanında hissedilenleri anlamadıkça, oralarda Anzak gençlerinin yaptığı gibi sabahlamadıkça, soğukta tir titrerken,
şiirlerle, ağıtlarla onları yad etmedikçe gerçekten anlatamayız çocuklarımıza.
Bunu anlatamadığımız çocuklarımızdan da olmaz bir beklentimiz. Bu yıl ve bundan sonraki yıllarda bu anma etkinlikleri umarım ki Çanakkale kıyılarında olur. Atalarımız gibi o gece soğuğunu hissederek, orada can verirken hissettiklerini toprağın kokusunu duyarak, o havayı soluyarak anlar ve anlatır.

Tüm bu inançlarla şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun…

Arzu Kök
18 Mart 2013