Etiket arşivi: Vladimir Putin

Yeni dünya düzeni bildirisi

Mehmet Ali GüllerMehmet Ali GÜLLER
23 Mart 2023, Cumhuriyet

 

Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping ile Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 40. buluşması tarihi önemdeydi. İki lider, “Yeni Bir Çağ İçin Rusya-Çin Kapsamlı Ortaklığının ve Stratejik İşbirliğinin Derinleştirilmesi Ortak Bildirisi”ni imzaladılar.

Doğrudan belirtelim: 21 Mart 2023 tarihli bu bildiri, 4 Şubat 2022 tarihli bildirinin geliştirilmiş ve derinleştirilmiş devamıdır; ikisi birden, “yeni dünya düzeni” bildirisidir.

Çok kapsamlı bu bildirinin öne çıkan mesajlarını incelersek neden “yeni dünya düzeni” bildirisi dediğimiz belki daha iyi anlaşılır:

Yeni bir çağa girilirken

-Bildiri, “çok kutuplu, ekonomik küreselleşmenin sağlandığı ve uluslararası ilişkilerin demokratikleştiği” yeni bir çağa işaret ediyor. Ve bu çağ şu ilkelerin üzerinde inşa olacak:

  • Hiçbir ülke diğerinden üstün değil,
  • hiçbir yönetim modeli evrensel değil ve
  • hiçbir ülke uluslararası düzeni dikte edemez.

-Bildiri, Çin ve Rusya ilişkilerini Soğuk Savaş dönemi modelini aşan türden bir ilişki olarak niteliyor.

-Bildiri, her ülkenin kendi kalkınma modelini seçme hakkına sahip olduğunu belirterek ABD’nin sözde ülkeleri “demokrasi-otokrasi” şeklinde cepheleştirmesine itiraz ediyor.

-Çin Avrasya Ekonomik Birliği’ni, Rusya Kuşak ve Yol’u destekliyor; taraflar ikisinin entegrasyonunu ve Büyük Avrasya Ortaklığı’nı savunuyor.

Renkli darbelere karşı işbirliği

-Bildiri, “renkli devrimlere” karşı kolluk kuvvetlerinin işbirliğini artıracağına işaret ediyor. İki ülkenin, Orta Asya’ya “renkli devrimler” ithal etme girişimlerini ve bölge işlerine dış müdahaleyi kabul etmediklerini ilan ediyor.

-İki ülke, Doğu Türkistan İslami hareketi de dahil olmak üzere “üç şer güç ile mücadelede ilgili bakanlıkların yıllık toplantılara başlamasını kararlaştırdı.

-İki ülke, enerji başta pek çok alanda işbirliğini geliştirecek.
-Bildiri, Kuzey Akım boru hattına sabotajın tarafsız bir şekilde soruşturulmasını savunuyor.

Küredeki sorunlara çözüm kararlılığı

-Rusya, Çin’in Ukrayna krizinin çözümü için inisiyatif almasını memnuniyetle karşılıyor ve Çin’in önerdiği 12 maddelik barış planına olumlu baktığını belirtiyor.

-Bildiri, Suudi Arabistan-İran normalleşmesini memnuniyetle karşılıyor; Filistin sorununun iki devletli çözümünü, Suriye’de siyasi çözümü, Libya’nın bütünlüğünün korunmasını, Basra Körfezi bölgesi için kolektif güvenlik mimarisi oluşturulmasını savunuyor.

-Çin ve Rusya; Afrika, Latin Amerika ve Karayipler ile ilgili konularda koordinasyonu güçlendirme kararı aldı.

-İki ülke, Kuzey Kutbu’nun barış, istikrar ve yapıcı işbirliği bölgesi olarak korunmasını savunuyor. ABD ve müttefiklerine uyarı
-Tayvan, Çin topraklarının devredilemez bir parçasıdır.
-ABD, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin meşru taleplerine yanıt vermeli ve yeniden diyalog başlamalı.
-Japonya, nükleer deniz kazası ve etkileri nedeniyle Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimini kabul etmeli.

-Çin ve Rusya, AUKUS (Avustralya, İngiltere ve ABD) konusunda ilgilileri uyarıyor.

-ABD’nin ülke içinde ve dışındaki biyolojik askeri programları dünyayı tehdit ediyor. ABD, Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’ni ihlal eden faaliyetlerine derhal son vermeli.

-NATO, öbür ülkelerin egemenliğine saygılı olmalı, Asya-Pasifik ülkeleriyle askeri güvenlik bağlarını güçlendirmeye son vermeli

Tarihi kaşımak…

authorZAFER ARAPKİRLİ

Tarihi kaşımak…

21 Şubat Pazartesi gecesi ve dün yani perşembe sabaha karşı Vladimir Putin’in yaptığı açıklamalarda sık sık başvurulan bir yöntem (bir tema) dikkat çekiciydi. Rusya lideri bugün atacağı, daha doğrusu dün sabahtan itibaren fiilen atmaya başladığı adımlara dayanak ve gerekçe olarak “Yakın, orta ve uzak tarihte” yaşananları gösteriyordu.

Çarlık Rusyası’ndan girdi, Bolşeviklere getirdi lâfı, oradan V.I. Lenin’e J. Stalin’e “şöyle bir dokunup” geçti. Ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne, o “imparatorluğun mirası” sayılan topraklardaki kendince “istenmeyen” toprak statüsü değişkenliklerine değindi.

Ancak, bütün bu “tarihi tarama”, röntgen, MR ve ultrason (bence bir anlamda kaşıma) faaliyetinde ana tema mealen şuydu:

“Ecdadımızın kanları ile sulanmış bu topraklarda başkalarının çizmesini görmeye tahammül edemeyiz.”

Bu görüşlerini şu cümlelerle de (aynen aktarıyorum) ifade etti:

“Babalarınız, dedeleriniz, büyük-büyük babalarınız Ukrayna’da bugünkü neo-Naziler iktidarı ele geçirsin diye Nazilerle çarpışıp ortak anavatanımızı Nazilere karşı savunmadı.”

Putin’in bu sözleri hiç kuşkusuz, dünyanın hemen her yerinde, her yönetimin, benzer durumlarda, özellikle de “milli dürtülerle” ve “ecdat vurgusu” ile yaptığı ve yapabileceği açıklamaları hatırlattı.

Putin’in haklı olarak işaret ettiği bir gerçek ise 1980’lerin son günleri ve 90’ların başlarında “Sovyet İmparatorluğu”nun çöküşünden itibaren, NATO’nun büyük bir iştahla o coğrafyadaki halkları birer birer (sözde) “Hür Dünya”ya katmak için kolları sıvama çalışmasıydı. Eski “Sovyet Hinterlandı”ndaki bazı devletleri bizzat NATO’ya katarak, bazılarını da “Barış için Ortaklık” formülleri ile kendine bağlı-bağımlı-iltisaklı yönetimler üzerinden Moskova ile yabancılaştırma çabalarına hız vermesiydi.

Geçen 30 yılın birikimi olan huzursuzluklar, geçen 10 – 15 yıldır hep sıcak çatışmalar şeklinde kendini gösteriyor.

Buna bir de önemli ölçüde başarıya da ulaştığı görülen “Yeniden Süper Güç” haline evrilme çabasındaki Rusya’nın, Batı Bloku’nun Balkanlar, Akdeniz ve Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın başka yörelerindeki işgal ve bölme-bölüşme şeklindeki adımlarına “Rövanş” veya “Kontratak” harekâtları eklenince, zaten bugünkü noktaya gelinmesi kaçınılmazdı.

Ünlü bir meseldir ya: “Bir oyunda, duvarda bir silah asılıysa, o silahın patlaması mukadderdir” denir.

Üstelik de, “duvarda” asılı duran ve çok şükür bugüne kadar patlatılmamış, nükleer silahların da bulunduğu bir yığın ölümcül silah, işi daha da korkunç hale getiriyordu.

Bugün gelinen noktada, Donbass bölgesindeki Rusya yanlısı hareketlerin etkinliğindeki devletçikleri bahane eden Rusya, silahların tetiğine parmağını uzatmış ve maalesef ateşlemeye başlamıştır.

İlk mermi sıkıldıktan sonra işin nereye doğru evrilebileceğini söyleyebilmek değil beni, dünyanın en deneyimli diplomatlarını ya da gözlemcilerini ve askeri-diplomatik analistlerini bile aşar bir durumdur.

Sadece temennilerimizi dile getirebiliriz.

O da, başta Türkiye olmak üzere bütün ülkelerin, sahada çatışan tarafları yatıştırmaya çalışmasıdır. Özellikle son 20 yılda etkili bir bölge gücü olma vasfını, hem devlet olarak tüm mekanizmalarını hem de silahlı kuvvetlerini aşırı boyutlarda zayıflatmış bugünkü yönetimin bunu başarabilmekle ilgili zorlukları malumdur. Zaten bu yüzden de Türkiye, belki de böyle bir krize “mümkün olan en zayıf ve beceriksiz bir yönetim anlayışı ve kadrosu” ile yakalanmıştır.

Yapabileceğimiz şey, itidalin doruklarında davranmak, çatışan ülkelerle ve “dışarıdan müdahil (NATO) güçlerle son derece hayati bağlarımızı unutmadan”, en önemlisi de (haklılığımız nihayet anlaşıldığı üzere) Montrö’den kaynaklanan güç ve avantajımızı akıllıca kullanarak çözüme katkıda bulunmanın yollarını aramaktır.

Çıkarılacak ders ise (hem bizim hem de dünyanın) “tarih kaşımanın” sonunun pek “tekin” olmayacağını hiç aklımızdan çıkarmamaktır.

Tarihsel haklılıklarımız ve mağduriyetlerimiz, her zaman bugünün ve yarının yanlış adımlarını geçerli ve mazur kılmayabilir.

Tarih kaşımak, “sol ve barışçı kafa” için her zaman “ileriye dönük doğruların dersi”, ama “sağcı ve antidemokratik kafalar” için saldırganlığın, kaosun ve belanın mazereti olmuştur.