Etiket arşivi: Atatürk ve İnönü

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

Alev Coşkun
Alev Coşkun

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

18 Aralık 2022, Cumhuriyet

Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen siyasal içerikli haksız ceza bir kez daha “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni tartışmaya açtı. Tüm yetkilerin bir kişide toplandığı, Meclis’in yetkilerinin budandığı, yargının, başkanlığını adalet bakanının yaptığı Hâkimler ve Savcılar Kurulu aracılığıyla siyasal gücün etkisinde kaldığı bir kez daha ortaya çıktı.

Bu hafta demokrasiyle ters düşen bu ucube sistemin, “partili cumhurbaşkanı” yönünü öne çıkararak ele alacağız. 6 siyasi parti lideri, 6’lı Masanın önemli uzlaşı konusu olan güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili anayasa değişikliği önerilerini 28 Kasım 2022’de açıkladılar. Bu tasarıda en önemli değişiklik “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen ve dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan ucube modelden vazgeçilmesidir.

Bu anayasa tasarısında cumhurbaşkanına verilen yetkiler tırpanlanıyor, parlamenter sisteme dönülüyor, partili cumhurbaşkanı sistemi kaldırılıyor, cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıl ile sınırlandırılıyor. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin “partisi ile ilişkisi kesiliyor”. Partili cumhurbaşkanlığı sistemi terk ediliyor. (AS: AY m. 101/5 anlamsız, çünkü Milletvekili ve CB seçimi aynı gün yapılıyor: AY md. 77/1: “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır.” Dolayısıyla bir kişinin MV sıfatı ile CB seçilme olasılığı yok!)

(2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü)

Partili cumhurbaşkanlığı, Türk siyasal tarihinde tartışmalı bir konu olarak yer almıştır. 1921 Anayasası Kuvayı Milliye’yi yürütmek için kabul edilmişti ve anayasada devlet başkanlığı maddesi yoktu.

1924 Anayasası, Cumhuriyet ilkelerini getiren anayasadır. Sistem tek parti olduğu için 1924 Anayasası’na göre cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisinden istifa etmesine gerek yoktu.

Türkiye çok partili sisteme 1946 yılında girdi. Yeni kurulan Demokrat Parti için partili cumhurbaşkanlığı konusu en önemli siyasal konu olarak öne çıkmıştı. Cumhurbaşkanının partili olması şiddetle eleştiriliyor, cumhurbaşkanının tarafsız olması ısrarla isteniyordu. Yeni kurulan Demokrat Parti’nin 1946 seçim bildirgesinde bu konu açık bir biçimde yer almıştı.

1923’ten 2017’ye dek 94 yılda 12 cumhurbaşkanı görev aldı.

Bunlardan beşinin zaten siyasal parti ile ilgileri yoktu. (Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren ve Ahmet Necdet Sezer) Atatürk ve İnönü tek parti döneminde, Celal Bayar ise 1950-1960 arası 10 yıl cumhurbaşkanlığı yaptı. 1989’dan bugüne Özal, Demirel ve Gül seçildiklerinde anayasaya uyarak partilerinden istifa ettiler. 2017’de kabul edilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi nedeniyle, Erdoğan partili cumhurbaşkanı olarak görevine devam ediyor.

EVRENSEL KURAL

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ve ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Siyaset bilimi ve anayasa kitapları konuyu şöyle ortaya koyuyorlar:

  • “Devlet başkanının siyasal bakımdan sahip olduğu mutlak sorumluluk, onun mutlak siyasal tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı müddetçe parti adamı değildir. Partiler üstü objektif, tarafsız bir kişidir. Çünkü devlet temsilcisi, milletin başıdır. Bu nedenle asla bir partizan gibi konuşamaz ve hareket edemez. Memleketin iç ve dış politikasında belirli bir partiyi, zümreyi veya kişiyi açıkça tutan ya da yeren açıklamalarda bulunamaz. Rolü ayırıcı değil, birleştiricidir. Eleştiri ya da onaylama değil, uyarma ve doğru yolu göstermektir, gerektiğinde millet adına hakemlik yapmaktır. Daha çok manevi rolü vardır ve tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde etkinlik ve ‘meşruluk’ kazanır.”

Bu tanımlamaya göre devlet başkanı, partiler üstü, yansız bir kimliğe bürünüyor. Bu nedenle devlet başkanından partizan yaklaşımlar ve hareketler beklenmez. İşte bu nitelikler yansız devlet başkanını etkin ve güçlü kılar.

DP, PARTİLİ CUMHURBAŞKANINA ŞİDDETLE KARŞI

8 Temmuz 1946’da yapılan genel seçimler, çok partili sistemin ilk seçimidir. Bu seçimde, DP seçim bildirgesinde açıkça partili cumhurbaşkanlığına karşı çıkmıştır.

DP’nin bu bildirisinde açıkça cumhurbaşkanlığı makamının tarafsız olması isteniyordu.

AKP siyasal köklerini DP’de görür. Sürekli kendisini DP’ye bağlamak isteyen AKP, DP’nin bu bildirisi ve düşüncelerinden ders almalıdır. Bugünkü tabloya bakarak 75 yıl önceki DP’nin söyledikleri ile AKP’nin uygulamaları birbirinin tamamen karşıtıdır.

(DP’li Başbakan Adnan Menderes)

DP’NİN PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞINA KARŞI SEÇİM BİLDİRGESİ

“Devlet başkanının fiilen bir partinin başkanlığında bulunması ve bütün milletin malı olması gereken devlet başkanlığı yüksek makamının bütün yüksek dokunulmazlık ve yetkileriyle bir partinin yanında yer alması öbür partileri oldukça nazik ve zor bir mevkide bulundurmakta ve partilerin eşit hak ve şartlar altında çalışabilmeleri ilkesine aykırı durumlar yaratmaktadır. Cumhurbaşkanı partili değil, tarafsız olmalıdır.”
(19 Haziran 1946, DP Seçim Bildirisi)

İNÖNÜ’NÜN YANSIZLIĞI

İnönü, cumhurbaşkanı olarak 12 Temmuz 1947 beyannamesiyle partisiz olunması gerektiğini eylemli olarak göstermişti. Olay kısaca şöyledir :

Henüz çok partili sisteme adım atılıyordu. Sertlik yanlısı Başbakan Recep Peker’le muhalefet partisi DP arasında sert tartışmalar oluyordu. Cumhurbaşkanı İnönü, CHP ile DP arasındaki çatışmaya el attı. Başbakan Recep Peker ile DP Genel Başkanı Celal Bayar’ı Çankaya’ya çağırdı. Onlarla görüştü ve sonunda 12 Temmuz 1947’de ünlü 12 Temmuz bildirisini yayımladı. Bildiride cumhurbaşkanı olarak muhalefet partisini tutuyor ve aynen şöyle deniyordu:

“…Bir yasal siyasi partinin metotlarıyla çalışan muhalefet partisinin, iktidar partisinin imkân ve şartlarına uygun çalışmasını sağlamak lazımdır. Bu noktada, bir devlet başkanı olarak kendimi her iki partiye karşı eşit mesafede görürüm… Amaç, başlıca iki parti arasında temel şartın yani güvenin yerleşmesidir.”

(13 Temmuz 1947, Cumhuriyet gazetesi)

1950 SONRASI

DP iktidara geldikten sonra, muhalefette iken ısrarla savunduğu cumhurbaşkanının yansız olmasını gerektiren anayasa değişikliklerini yapmadı. Tersine, Bayar yansız cumhurbaşkanlığı yerine her zaman DP’li olduğunu gösteren bir tutum içine girdi. Özellikle 1957 seçiminden sonra Cumhurbaşkanı Bayar, DP simgesi taşıyan bastonla halkın arasına girip konuşmalar yaptı. Oysa yansız cumhurbaşkanlığı niteliğine sahip olsaydı, iktidar-muhalefet arasında uzlaşma sağlanabilir, hatta 27 Mayıs askeri hareketi önlenebilirdi.

1960 askeri hareketinden sonra Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın partiler üstü cumhurbaşkanı gibi davranıp tarafların uzlaşmasını sağlayacak bir seçim programı geliştirmek yerine çatışmayı körüklemiş olmasını kitabında eleştirmiştir. (Aydın Menderes, Babam Adnan Menderes, s. 87-88)

Aydın Menderes, “Bayar da İnönü’nün ‘12 Temmuz’ beyannamesindeki tutumunu örnek almalı, öyle yapmalıydı” diyor. Aydın Menderes, açıkça İnönü’nün 12 Temmuz 1947’deki girişimine ve ünlü bildirisine gönderme yaparak Celal Bayar’dan da aynı davranışı görmek istediğini belirtiyor. 1960 öncesi günlerde Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ile muhalefet lideri İnönü’yü bir masa çevresinde toplayıp uzlaşma yaratabilirdi. Böylesi bir yansız cumhurbaşkanlığı rolünü üstlenebilirdi. Ancak güncel ve kısır politik tutumlar politikada bu geniş düşünce sistemini engelliyordu.

1961 ANAYASASI

1960 sonrası seçimle oluşan Kurucu Meclis, 2. Dünya Savaşı sonrası Batı’daki evrensel demokrasi gelişmelerini dikkate alan yeni bir anayasa yaptı ve bu anayasa halkoylamasıyla kabul edildi. 1961 Anayasası’nın, dünyanın en ileri ve demokratik anayasalarından birisi olduğu kabul edilmiştir. 1961 Anayasası ile devlet başkanı yansız ve partisiz konuma getirilmiştir. (Madde 35)

1982 Anayasası da 1961 Anayasası’nın yansız cumhurbaşkanı kuralını benimsemiştir. 1961’den sonra cumhurbaşkanı seçilen Gürsel, Sunay, Korutürk ve Sezer zaten partili değildiler. Özal, Demirel, Gül cumhurbaşkanı seçilince partilerinden istifa ettiler.

TEK ADAM YÖNETİMİ

16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasıyla “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bir modele girildi. O günden bugüne uygulanan ve tek adamlığı getiren, gücü tek elde toplayan bu model dünyanın hiçbir yerinde yoktur.

  • Hukuk devleti ve demokrasinin temeli Güçler Ayrılığı ilkesidir.

2017’de getirilen sistem, Güçler Birliği ve “tek adam yönetimi” oluşturmuştur.

Güçler ayrılığı ilkesinin işlediği hukuk devleti bir yana bırakılmış “ucube” bir sistemle tek adam rejimine geçilmiştir. Siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu sisteme, “neo-patrimonyal sultanizm” adını vermektedir. Prof. Dr. Emre Kongar da bu modele “şahsım devleti” adını veriyor.

GÜÇLER AYRILIĞI

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Ancak bir siyasal partinin aynı zamanda genel başkanı olan bir cumhurbaşkanının yansızlığından söz edilemez.

Parlamenter sistemde, Yürütme’nin eylem ve işlemlerinden Başbakan ve Bakanlar sorumludur. Devlet Başkanının siyasal açıdan mutlak sorumsuzluğunun nedeni onun yansızlığının sağlanmasıdır. Devlet başkanı aynı zamanda tüm halkın, milletin başıdır. Bu nedenle asla partili gibi hareket edemez. O’nun temel yükümlülüğü ayırıcı değil, birleştirici olmasıdır. Yansızlığı titizlikle uyguladığı ve saygı gösterdiği ölçüde etkinliği artar. (H. N. Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, s. 376)

Demokrasinin en önemli ilkesi, Yürütmenin denetlenmesidir. Ünlü düşünür Montesquieu şöyle diyor:

  • Amaç bireyin özgürlüğüdür.
  • Özgürlüğün sağlanması için Yürütmenin otoriterliğinden ve despotluğundan sakınılmalıdır.
  • Bunun da siyasal yolu Güçler Ayrılığı ilkesinin uygulanmasıdır.
  • Yasama, Yürütme, Yargı birbirlerinden ayrılacaktır ve birbirlerini denetleyeceklerdir.”

YASAMANIN GELECEĞİ

Yukarıda belirtildiği gibi 2017’de yapılan anayasa değişikliği ile Türkiye, demokrasinin temeli “Güçler Ayrılığı” ilkesini terk etti. Dünya demokrasi sıralamasında en gerilere düştü. Tüm bunların sorumlusu olarak AKP, demokrasi ilkelerini bozan bir siyasal kuruluş olarak olumsuz yönde siyasal tarihe geçecektir.

6’lı Masa‘nın uzlaşarak kabul ettiği anayasa tasarısının en önemli niteliği, otoriter başkanlık sistemine son verilecek ve parlamenter sistemin yeniden kurulacak olmasıdır. Böylece Yasama yeniden güç kazanacak; hükümet icraatının denetlenmesi yeniden sağlanacaktır.

Bu noktada bir konuya da açıklık getirmemiz gerekir: Tasarının 101. maddesine göre cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Bu durum ister istemez cumhurbaşkanı ile parlamentoyu karşı karşıya getirecektir. Parlamenter sistemi güçsüzleştirecektir. Seçimlerden sonra anayasa tasarısı Meclis’te görüşülürken bunun düzeltilmesi gerekir.

Her şey önümüzdeki seçime ve halkın inançla gerçek demokrasiye sahip çıkmasına bağlıdır.

KAYNAKLAR

  • Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yay., 1998.
  • Alev Coşkun, Tarihi Unutmamak Günceli Yakalamak, Cumhuriyet Kitapları, 2010.
  • Hüseyin Nail Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, İÜHF Yayını, 1971, s. 376.
  • M. Duverger, Siyasi Partiler, (çev. E. Özbudun), Bilgi Yay., 1974.

Gönül Pınar ATACI şiiri : LOZAN ANDLAŞMASI

Gönül Pınar ATACI’dan şiir…

LOZAN ANTLAŞMASI


Lozan Andlaşması, Türkiye’nin tüm kutsallarının en ulu kutsalı,

Lozan Andlaşması, bütün yurdun ve ulusun en olmazsa olmazı.
Lozan, bizim hepimizin ulu canı ve ciğeri.
Lozan, tüm ülke ve ulusun kanı ve yüreği.

Lozan’ı delmek, bu ulusa yapılabilecek en menfur ve kalleş bir melanet.
Lozan’ı deldirmek, tüm yurtta tarihte bugüne dek hiç görülmemiş ihanet.
Lozan’a dil uzatmak, Atatürk’e ve İnönü’ye yapılacak alçak bir hakaret.
Lozan’dan vazgeçmek, bütün yurda ve ulusa yönelmiş ağır bir cinayet,

Lozan’a içerde ve dışarda çok açık ve süper gizli bir sürü düşman var.
Ve o zamanlardan bugüne dek Lozan karşıtı karanlık planlar yaparlar.
Bunlar tüm o eski ve yeni haçlılar, Sevr artıkları ve beşinci kolculardır,
Onlar ve bunlar, o Muaviye’ci gericiler, yobazlar ve bölücü yolculardır.

Lozan’ın değeri yüzbinlerce şehidimizin can çarpanıyla hesaplanır .
Lozan’ın ederi on binlerce gazimizin ulu kanı eklenerek faturalanır.
Lozan’ı satmaya cüret edebilecek bir hain çıkmadı, çıkmaz, çıkmayacak.
Lozan’ı satın almaya gücü yetecek bir kişi doğmadı, doğmaz, doğmayacak.

Lozan, tüm ulusun en dokunulmaz arı namusudur.
Lozan, yüce Atatürk’ce çıkarılmış vatan tapusudur.
Lozan, asla ve kat’a satılamaz, yırtılamaz, delinemez ve deldirilemez.
Lozan’ı satın almaya ve yok saymaya hiçbir güç yetmez ve yetemez.

Lozan, kutsal ve en ulusaldır
Lozan, en ulu ve toplumsaldır.
Lozan’a uzanan eller eski ve yeni BOP’cudur.
Lozan’ı karalayan kişiler iç ve dış KOL’cudur.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 23 Eylül 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 23 Eylül 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

UZAK

CHP lideri 3 milyon öğrencinin internetsiz, 754 bin öğrencinin televizyonsuz olduğunu açıkladı.
Uzaktan eğitime uzaklık…

TARİH

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu,

“Meis’i İtalyanlar’a vermişiz, onlar da Yunanistan’a vermiş. Yanıbaşımızdaki adaları vermişiz, geçmişteki anlaşmaları büyük bir başarı öyküsü diye bize ders kitaplarında ilkokulda anlatmaya çalıştılar bizlere ama maalesef işte görüyoruz.”

Lozan’dan önce Osmanlı’nın verdiği adalarda suçu Atatürk ve İnönü’ye yüklemek için söylenen yalan mıdır?

Tarih bilmemekten gelen yanlış mıdır?

Hangisi daha ayıptır?…

AŞI

Aydın İl Sağlık Müdürlüğü, yurt dışına çıkacak olan yerli ve yabancı turistlerin yaptırması zorunlu olan ve kişi başı 30 Euro olan ‘Covid-19 PCR testi numune alım noktası’ olarak AKP Milletvekili Metin Yavuz’un EGEMED Hastanesi’ni görevlendirdi.

Kazan kazan…

GİDİŞ

Yunanistan’da yayın yapan Dimokratia gazetesi 18 Eylül başlığında ‘S…. git Erdoğan’ ifadelerini kullandı.

Yunan öyle gitmişti…

MENZİL

Gavs’a Aşık Sofiler” adlı Facebook hesabından yapılan paylaşımda, Menzil ekmeğinin şifalı olduğu, ekmeğin hamuru ve tarifinin Hz. Hatice’ye ait olduğu ve sadece Menzil’de “Gavs’ın evinde yapıldığı iddia edildi.

Menzil MS 600, devam…

AÇIKGÖZ

AKP İlçe kongresinin ardından Malkara İlçe Jandarma Komutanı Teğmen İsmail Erdoğan, AKP İlçe Başkanı Şentürk’ü parti binasında ziyaret etti ve “hayırlı olsun” dedi.

Jandarma dediğin açıkgöz olur…

SAHTECİLİK

Yerel seçimler öncesi sahtecilikle karalanan Mansur Yavaş aklandı. İftiraları atan, hükümlü, AKP’nin saygın iş adamı(!) ise yedi aydır yakalan/a/madı.

AKP’nin A’sı…

YERLÜF?

İçişleri Bakanı Soylu, AYM ile ilgili sözlerine tepki gösterenleri değerlendirirken,

“…yıllardan beri bu ülkenin değerlerini yerlüf etmek (Tarumar etmek, silmek, süpürmek) isteyenler hepsi bir cephe oldular, hepsini bir fotoğrafta Allah, göstermek nasip etti.” dedi.

En önemli değerimiz Türkçemizi o dediğinden etti…

SOPA

Almanya’nın Atina Büyükelçisi Ernst Reichel, “Türkiye yakında Avrupa Birliği (AB) Konseyi’nin sopasını görecek” dedi.

Ucundaki şekeri yalaya yalaya sapına mı geldik?…

HAYIRSEVER

  • AKP’nin hayırsever iş adamı Zarrab, siyasilere 800 milyon dolar rüşvet vermiş.

Hayırseveri severler tabi…

MÜLAKAT

Kocaeli Üniversitesi doktora-yüksek lisans öğrencisi alımında, bitirme ve yazılı notları yüksek olanlar mülakatta elendi, düşük notlular mülakatta 100 tam puan verilerek öne geçirildi.

Mülakat,  torpil kat kat…

Kılıçdaroğlu nereye koşuyor?

Kılıçdaroğlu nereye koşuyor?

Örsan K. Öymen
24 Ağustos 2020, Cumhuriyet

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, geçen hafta, Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda yaptığı açıklamalar, CHP’deki tartışmaları azaltacağına, daha da alevlendirdi. Kılıçdaroğlu’nun, AKP’li Abdullah Gül’ün CHP tarafından Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi konusunda kapıları kapatmak yerine, “Abdullah Gül’den neden bu kadar korkuyorlar?” biçiminde bir ifade kullanması, ayrıca daha önce Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesini savunmaya devam etmesi, parti tabanında tepkiye yol açtı.

CHP tabanının ve seçmeninin, Gül’ün Cumhurbaşkanı adaylığını desteklemeyeceği açıktır. Doğru olan da budur. Çünkü Gül, Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte, ülkeyi bugünkü hale getiren baş aktörlerden birisidir.

  • Türkiye bugün bir sivil dikta rejimi altında yaşıyorsa, bundan Erdoğan kadar, Gül de sorumludur.

Nitekim, AKP’nin baskıcı politikaları, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte hız kazanmıştır. Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV”, “Casusluk” adlı sahte yargı süreçleri üzerinden gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, siyasetçilerin, askerlerin haksız yere hapse atılması da bu dönemde gerçekleşmiştir.

  • Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Fethullah Gülen, demokratik, laik, hukuk devletini ve TSK’yi yıkmaya yönelik bu operasyonun baş mimarlarıdır.

Kılıçdaroğlu’nun, “Abdullah Gül’den neden bu kadar korkuyorlar?” ifadesi, yakın tarihle birlikte, CHP’nin ilkelerini de yok sayan bir açıklama niteliğindedir.

Kılıçdaroğlu şunu bilmelidir ki; CHP seçmeni bu sefer, tepeden dayatılan ve CHP’nin ilkeleriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir aday için sandığa “tıpış tıpış” gitmeyecektir.

Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi planlarını ve hesaplarını şimdiden ona göre yapmalıdır.

***

Kılıçdaroğlu’nun, “CHP’yi rakı sofrasında eleştirmeyi kabul etmem” biçimindeki açıklaması da ayrıca talihsizdir. Kılıçdaroğlu bu açıklamayı son yıllarda sık sık kullanmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun partiye yönelik eleştiriyi rakı sofrasıyla ilişkilendirmesi, örneğin, “CHP’yi rakı sofrasında veya kahvehane masasında eleştirmeyi kabul etmem” demek yerine, sadece rakı sofrasına odaklanması, anlaşılır bir şey değildir.

CHP’nin kurucusu ve ilk Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün rakı sofralarında, siyasi tartışmaların da yapıldığı dikkate alınacak olursa, bu açıklamalar daha da sevimsiz hale gelmektedir. Bu tür açıklamalar, Erdoğan’ın, Atatürk’ün ve İnönü’nün rakı sofralarını kastederek onlar için “iki ayyaş” ifadesini kullanmasına hizmet etmek dışında, hiçbir işe yaramaz. Kılıçdaroğlu’nun muhafazakâr “dostlarıyla” yakınlaşmak için kendi kökenlerinden uzaklaşması, partiye zarar vermektedir.

***

Kılıçdaroğlu, söz konusu röportajda, kendisini eleştirenleri de parti yönetimine kattığını ifade ederek parti içi demokrasiyi sağladığını öne sürmüştür. CHP’deki parti içi demokrasinin, AKP’den ve MHP’den daha ileri bir seviyede olduğu kesindir. Ancak bugün CHP’deki parti içi demokrasi, 1970’li, 1980’li, 1990’lı yılların çok gerisindedir.

Selin Sayek Böke gibi birkaç örnek üzerinden, parti içinde demokrasinin var olduğunu savunmak olanaklı değildir. Bugün CHP’de, göreve hazır olan, ancak buna rağmen partide yer bulamayan ve görev alamayan binlerce değerli partili vardır. Bu kesimler yıllardır, liste ve delege entrikalarıyla ve çeşitli baskılarla, yönetim tarafından saf dışı bırakılmaktadır.

***

Kılıçdaroğlu’nun en büyük çelişkilerinden birisi de bir taraftan çağdaş uygarlık seviyesini hedeflediklerini açıklaması, bir taraftan da laiklik ilkesini kendi tabanına unutturmaya çalışmasıdır.

  • Oysa, laiklik ilkesini savunmadan ve onun gereğini yerine getirmeden, çağdaş uygarlık seviyesinin yakalanamayacağı açıktır! Tarihte bunun aksine dair tek bir örnek yoktur.
  • Laiklik ilkesini bertaraf edenler, çağdaş uygarlık seviyesine değil, ortaçağ karanlığına ulaşırlar.

Laikliğin olmadığı yerde demokrasi değil, teokrasi olur.

Dinin, devlet, siyaset, kadrolaşma, hukuk, eğitim alanlarını esir aldığı yerde, bilim, felsefe, sanat ve demokrasi gelişmez!

Anlaşılan, Kılıçdaroğlu’na bu konuda “akıl-fikir” verenlerin, aklı da yoktur, fikri de yoktur!

CHP NASIL İKTİDAR OLABİLİR?

CHP NASIL İKTİDAR OLABİLİR?

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com, 04.08.2020

Muharrem İnce hırsına yenilip yeni bir parti kurar ve CHP’den bir dilimi koparırsa bu partinin iktidar olma hayalleri şimdilik suya düşer. Oysa Parti,  son kongresinin adını “İktidar Kurultayı” koymuştu. İktidara geleceği vaadi ve bunun çabası yeni değilse de bu kurultayın iktidar hedefine bağlanması, Parti yöneticilerinin bu konuda iyice umutlandığını gösteriyor.

CHP’yi umutlandıran gelişmeler de yok değil. AKP’nin 18 yılda uğradığı kendi ifadesiyle “metal yorgunluğu”, CHP’nin Büyük kentlerdeki yerel seçimlerde, hele İstanbul’da gösterdiği başarı bu umutları artıran olgulardır. Üstüne son ekonomik erimeyi, partizanlığın açtığı sosyal yarayı ve Tek Adam kibrinin yarattığı tepkiyi de koyun. Bunlar en büyük muhalefet partisinin iktidar iştahını açmaz da ne yapar?

Bütün bu gelişmelere karşın, CHP tek başına iktidara gelemeyeceğini biliyor. Bu nedenle son seçimlerde kurduğu Millet İttifakı’na güveniyor. Kamuoyu araştırmalarında partilerin oy oranları inip çıkıyor. Dolayısıyla iktidarın bu yolla ele geçirileceğinin de garantisi yok. AKP, seçimlerde çoğunluğu kaybetmemek için sürekli yeni çareler üretme peşinde. Seçimleri yitirse bile iktidarı bırakmayacağı kuşkuları da zihinlerde gitgide daha çok yer buluyor. AKP (Erdoğan), şimdiye kadar Türkiye’nin gördüğü partilerden çok farklı. Bu partinin yöneticileri, kendilerini İslam’ın hamisi olarak görüyorlar. Böyle yüz yılda bir doğan fırsatı seçim, millî irade, demokrasi gibi kavramlara rıza gösterip kaçırmak istemiyorlar. Bunun için sürekli politikalar üretiyorlar.

CHP’NİN TARİHSEL ŞANSSIZLIĞI

CHP günümüz ihtiyaçlarına yanıt veren Politikalar üretmeye çalışıyor.  Bazılarının sandığının aksine Partide liderlik sorunu da bulunmuyor. Genel Başkan Kılıçdaroğlu görevini bir başkasına bıraksa, CHP’nin bu kadar bile oy alabileceğinin garantisi yok.

CHP’nin şanssızlığı bagajıdır. Geniş halk kitlelerinde, yani yoksullarda Tek Parti Döneminden kalan olumsuz izlenimlerdir. Devletin partisi olarak CHP o dönemde Türk ve Kürt eşraf ve ağalarının çıkarlarını korumuş, onların zenginliklerinin artmasına ve topraklarının genişlemesine yardım etmiştir. Demokrasi ve kuvvetler ayrılığı konusunda o döneme ilişkin sicili de parlak değildir. Gerçi ülkemiz aydınlarının bir kısmında o döneme hayranlık duyanlar az değildir. Bunları Tek Parti Dönemi’nde devlet görevlerinde bulunanlar (memurlar), devletle özdeşleşmiş kentli zenginler teşkil eder. Yoksulluk çekmiş hatta kendi dergâhları kapatılmış olmakla birlikte, Sünnî gericiliğe karşı tutum aldığı için CHP ile bütünleşen Aleviler de onun doğal seçmeni durumundalar. Fakat bu kesimlerin sayısı, CHP’yi iktidara taşımaya yetmiyor. Oran, %30’a %70, haydi haydi % 35’e %65 olarak kendini gösteriyor.

SAĞA MI AÇILSIN SOLA MI?

Bu dengeler nasıl değiştirilecektir? Bir merkez veya merkez sol partisi olan CHP, Sağa açılarak mı oylarını artırabilir, yoksa biraz daha sola yaklaşarak mı?

Sağa açılmak bir süreden beri deneniyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhurbaşkanı seçimlerinde İttifakın da oyunu alabilmesi için muhafazakâr bir aday gösterilmesi, Meclis grubunu eski sağcı veya liberal şahsiyetlerle takviye etmesi, laiklik tanımında ve uygulamasındaki yumuşama “sağa açılma” politikası olarak kabul ediliyor.

Fakat iktidar olmak için bunların yeterli olmadığı da görüldü. Çünkü sağın sahibi var ve tarihsel geçmiş nedeniyle bu bloklaşmayı bozmayı neredeyse olanaksız duruma getirmiş.

CHP sola daha çok yaklaşsa, örneğin Sol Parti veya TKP’nin programını benimsese iktidar olabilir mi? Bu partilerin programları oy getirseydi, önce kendileri ayağa kalkarlardı. Bir süreden beri zaten bütün dünyada sağcılık ve popülizm revaçtadır. Kitlelerin ayağa kalktığı 1960 ve 1990’larda değiliz.

UMUT Z KUŞAĞINDA MI?

Çaresizlik kokan bu arayışlar arasında, bazı politikacılar ve araştırmacıların “Z Kuşağı” denen gençlere umut bağladığı görülüyor. Aksine, dünya yansa bir kalbur samanı yanmayan apolitik bu kuşağın da kendine hayrı yok.

Askerî ve sivil bürokrasinin, yargının, basının artık iktidarı dengeleyici bir rolü kalmadı. Bunlar aksine, günümüzde Tek Parti Rejimini ayakta tutmanın araçlarıdır.

  • CHP’nin iktidar için elinde tutabileceği en güçlü koz, yoksulların yaşamını ekonomik olarak iyileştirilecek bir programı içtenlikle savunmak ve kitleleri bu konuda ikna etmektir.

Unutulmamalıdır ki, AKP, bu politikalarıyla seçimleri kazandı ve artık yoksullara verecek bir şeyi kalmadıysa da uyguladığı o eski politikanın ekmeğini yemeye devam ediyor. Yoksullar, aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen Tek Parti döneminin yoksulluk ve hürriyetsizliğini nasıl unutmuyorlarsa, AKP’nin uyguladığı sosyal politikaları da unutmuyorlar.

CHP’yi güçlendirecek olan böyle bir programdır ve asıl sola açılma budur. Parlamentarizme geri dönme, özgürlük ve demokrasinin gerçekleşmesi, din ve devletin ayrılması bu politikanın üzerine bina edilebilir. Bunu fark edemeyen bir CHP’nin iktidar şansı yok ve son kurultay nedeniyle parti merkezine yöneltilen eleştiriler, bunu anlayamayanların parti içinde ve dışında varlığını gösteriyor. Eğer bir parti kurup seçime girerse, Muharrem İnce ve ekibinin yaşayacağı da büyük bir hayal kırıklığıdır.

Son olarak    : AKP nasıl Celal Bayar’ın, Adnan Menderes’in partisi değilse; CHP de doğal olarak artık Atatürk ve İnönü’nün partisi değildir. Köprülerin altından çok sular aktı. Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlarına saygıda kusur etmeden Tek Parti döneminin uygulamalarını tartışmaya bırakmak, hatta bunların içinde olumsuz olanları bizzat CHP’nin eleştirmesinde yarar var. Bunları gözü kapalı olarak savunmak, CHP’ye oy getirmeyeceği gibi onun şimdiki özgürlükçü karakterini de gölgeler.

 

OSMANLICA DAYATMASI GÜNDEM OYUNU da AKP – RTE’yi Kurtarmaya Yetmeyecek..

OSMANLICA DAYATMASI GÜNDEM OYUNU da
AKP – RTE’yi Kurtarmaya Yetmeyecek..

Dostlar,

Osmanlıca dayatması gündeme oturtuldu tam da kurgulandığı üzere..

AKP cenahı, kendi gündemini hızla ve kararlılıkla yürütürken,
kamuoyunun algı yönetimini de ne acı ki ustalıkla yürütmekte eşanlı olarak.

Kaçak AK-SARAY‘ı,
– yakıcı yaşam pahalılığı ve işsizliği,
– memur – işçi ücretleri komik zammını,
– kırk yamalı ucube ve açıklı Bütçeyi,
– yaklaşan yıl sonu verilerini (düşük büyüme ve yüksek enflasyon ve cari açık – dış ticaret açığı)
– kaçıncı kez paralı askerliği ve kanatılan kamu vicdanını
– polis devleti getiren geçen yılki düzenlemelerin tam tersini..
– Milli Eğitim Kurultayı’nda RTE’nin söylediği yenilir – yutulur olmayan sözleri ve Cumhuriyet’e  –
laikliğe cepheden saldırısını…….

Hangisini, hangisini..

Nasıl savuşturacak ve Haziran 2015’e dek soluksuz kalmadan genel seçimlere erişecek?

Bir yandan da AKP’yi iktidara getiren ve orada tutan stratejik – yaşamsal önemde % 10 barajının AYM’nce iptali olasılığı varken..

AB – ABD – Rusya ilşkiler dengesi, Güneyde Irak – Suriye ile süregenleştirilen ağır sorunlar
veee ille de AÇILIM – SAÇILIM AKP’nin başını fena halde ağrıtmakta..

İktidarlarının 13. yılında üretime dönük elle tutulur hemen hemen hiçbir yatırım yapmadılar! Borç – sıcak para ile tüketim üstünden büyüme ve sorunları hep ileriye öteleme..
Taa ki 2023 örtük ve de artıl apaçık gündemi gerçekleştirile..

Anadolu Federe İslam Devleti, Misak-ı Milli sınırları parçalanarak gerçekleştirile
ve Bay RTE Halife Sultan ola!?

Ham hayal elbete ancak ülkeye faturası ağır.
By RTE, Gezi eylemleri öncesi (31 Mayıs 2013) ülkede gerilimi tepeye sıçratan eylemlerde bulunmuştu. Atatürk ve İnönü için vicdansızca ve asılsız bir suçlama ile hakaret etmiş ve
“2 ayyaş” nitelemesini kullanmıştı!?

Ayrıca Taksim’e kışla ve cami dayatmasını son kerteye taşımıştı ve halkın sabrını taşırmıştı.. Tabii “darbe girişimi” diyerek kamuoyu yanıltılmaya çabalandı ve fatura çok kanlı oldu.. Bu faturanın bedeli daha ödenmedi.

17 – 15 Aralık devasa yolsuzluklarının yıldönümü gelirken yeni gündem oyunları gerek.. Şimdi CB makamını işgal eden Bay RTE, geçmişten hiç ders almadan, güç sarhoşluğu içinde
aynı tehlikeli oyuncağı gene eline almış görünüyor.. Aynı dayatma söylemi :

İsteseler de istemeseler de OSMANLICA öğrenilecek ve öğretilecek!

Bu davanış apaçık ve koyu bir faşizm dayatmasıdır.
Hatta insanlığa karşı suçtur!
Türk toplumu bu çirkin saldırıyı da defetmesini bilecektir ancak ateşle dansa kalkışanların
son tangoya hızla sürüklendiklerini saptamak zorundayız.

Çanlar, ülkemizin RTE – AKP kabusu için çalıyor..
Kurtuluş hiç de uzak olmasa gerektir.
Yasal hesabın sorulacağı günlerin de..
Fetret devrinin sonuna gelinmiştir.

Muhalefet muhalefet olsa ve Türkiye’yi ayağa kaldırsa, 2 sıkı sallama ile gitti gider AKP
ve sonra da RTE..

Sevgi ve saygı ile.
05:43, 14.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net