Etiket arşivi: Ekmeleddin İhsanoğlu

Erdoğan’a anayasa çiğnetme muhalefeti

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
26 Ocak 2023, Cumhuriyet

Türkiye’nin son 20 yılının çok kısa siyasi tarihi şöyledir:

– Tayyip Erdoğan 2003’te nasıl milletvekili ve başbakan olabildi?
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın kolaylaştırıcılığında yasa (AS: Anayasa!) değiştirilerek.

– Abdullah Gül 2007’de nasıl cumhurbaşkanı olabildi? Kendisi bile umudu kesmişken
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 367 kolaylığı sağlamasıyla.

– Erdoğan 2014’te nasıl cumhurbaşkanı olabildi? Erdoğan’ın muhalifleri olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ortaklığında karşısına “kazanamayacak” Ekmeleddin İhsanoğlu çıkarılarak.

AKP 2017’de anayasaya nasıl darbe yaptı ve rejimi yıkabildi?
MHP Genel Başkanı Bahçeli“Madem Erdoğan anayasaya uymuyor, anayasayı Erdoğan’a uyduralım” deyip, referandum (halkoylaması) yolu açarak.

– Erdoğan 2018’de nasıl cumhurbaşkanı oldu?
CHP ve adayı Muharrem İnce’nin karşılıklı hatalarıyla…

‘NASIL OLSA’CILIK

Dikkat ederseniz, bu kısa Türkiye tarihi, aynı zamanda muhalefetin Erdoğan’a
anayasa çiğnetme tarihidir.

Muhalefet Erdoğan’ın karşısında “Sana anayasayı çiğnetmem” kararlılığında durmamış, tersine Bahçeli örneğinde olduğu gibi “çiğnetmemek adına (için) anayasanın Erdoğan’a uydurulmasına” olanak sağlamış ve rejimin yıkılmasına araç olmuştur.
Bu süreçte de dönüşerek muhalefetken iktidar ortağı olmuştur.

Bugün de aynı hataya düşülüyor.

  • Anayasa açık, anayasa hukukçuları net: Erdoğan üçüncü kez seçilemez!

Erdoğan’ın “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir” şeklindeki anayasanın 101. maddesini çiğneyerek 3. kez aday olmasına karşı “ama”sız hukuku savunmak tüm siyasal partilerin ve seçmenlerin görevidir.

Ancak muhalefetin çoğunluğunda tersi yaklaşım var. Erdoğan’a “mağduriyet kozu vermemek adına (için), anayasanın çiğnenmesine göz yumularak Erdoğan’ın anayasaya aykırı 3. kez cumhurbaşkanı adaylığına onay veriliyor!

Kılıçdaroğlu’nun gerekçesi de şu: “Diyelim ki ses çıkardık, nereye gidecek? YSK üyelerini atayan kim? Erdoğan. İtiraz edeceğin hiçbir yer yok.”

Benzer bir gerekçeyi kısa bir süre önce de dile getirmiş, sansür yasasının TBMM’de görüşüldüğü bir süreçte neden ABD’de olduğu konusundaki eleştirilere, “Saray TBMM’deki çoğunluğuyla yasayı nasıl olsa geçirecekti.” yanıtı vermişti!

TESLİMİYETÇİ ÇİZGİYLE SEÇİM KAZANILMAZ

20 yılın özetidir: “Nasıl olsa…” anlayışıyla ve “Adam kazandı” tutumuyla AKP’ye karşı seçim kazanılmaz, tersine bu teslimiyetçilikle Erdoğan’a yine “Atı alan Üsküdar’ı geçti” kozu verilir.

  • Türkiye’nin Erdoğan’a atın yularını verdirmeyecek birikimi vardır;
    yeter ki o birikimi harekete geçirecek bir lider kararlılığı sergilenebilsin!

“Yine mi muhalefete eleştiri” diye dudak bükenlere de anımsatalım:
20 yıldır seçimlerin nasıl yitirildiğine işaret ederek bu seçimin nasıl kazanılabileceğine
ışık tutmaya çalışıyoruz. Yani bu eleştirileri Muhalefet seçim kazansın diye yapıyoruz!

(Okuma önerisi: Şeyda TalukSeçim Nasıl Kazanılır?, Kırmızı Kedi Yayınevi)

Erdoğan’ın şansı

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet, 07 Şubat 2022 Pazartesi

 

“AİHM ne demiş, bizi ilgilendirmiyor” diyen Erdoğan, aldığı 10 ay hapis cezası için, daha sonra o cezanın adli sicil kaydından silinmesi konusunda, ardından Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) “milletvekili olamaz” kararına itirazında AİHM’ye başvurmuştu. Ancak gerek kalmamıştı.

2003… CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Erdoğan’ın imdadına yetişti! “Demokrasi” güzellemeleri içinde anayasada değişikliğe gidildi ve Erdoğan’a milletvekili olma yolu açıldı. Özetle, Erdoğan’ı başbakan yapan Deniz Baykal’dı. Demokrasinin geldiği yer ise ortada!

2007… AKP’nin cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’dü. Ancak TBMM’de 367 bulunamadığı için seçilemiyordu. Öyle ki Gül artık umut görmüyor ve cumhurbaşkanı olma sevdasından vazgeçiyordu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Gül’ün imdadına yetişti. MHP milletvekilleri TBMM’de 367’yi sağladı ve Gül cumhurbaşkanı seçildi. Özetle Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı yapan, Bahçeli’ydi.

KILIÇDAROĞLU – BAHÇELİ İKİLİSİNİN ROLÜ

2014… Kılıçdaroğlu ve Bahçeli Cumhurbaşkanlığı seçiminde ittifak yaptı ve Erdoğan’ın karşısına Ekmeleddin İhsanoğlu’nu çıkardı. Erdoğan kadar dinci bir adayla Erdoğan’ı yeneceklerini sandılar.

Ne dediğimizi anlatabilmek için öncesini anımsayalım: Türban konusu 2006’da hukuken kapanmış ve Erdoğan konuyu rafa kaldırmışken imdadına CHP’nin “özgürlükçü” yeni genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yetişti. 22 Ağustos 2010’da “Türbanı biz çözeriz” dedi, 22 Eylül 2010’da Laiklik tehlikede değil dedi, 24 Ocak 2011’de “Siyaset yapmayan tarikatlara ve cemaatlere saygılıyım” dedi.

Sonuç? Türban, bırakın üniversiteleri, ilkokullara kadar girdi, “Türbana özgürlük” sloganı atanlar bugün “etek boylarına” karışıyor. Yasal olmadığı halde tarikat ve cemaatler yaygınlaştı. Şimdi Türkiye, çocuklarını tarikatlardan kurtarma sorununu tartışıyor.

Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesinin gerekçesi şuydu: Erdoğan’ın elindeki kozu almak! Oysa alındığı sanılan koz, hayata geçiyordu. İşte Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı da aynı mantığın sonucuydu. Tabii aslı varken kopyası işe yaramadı, Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi. Özetle, Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yapan Kılıçdaroğlu-Bahçeli ikilisiydi.

BAHÇELİ BAŞKANLIK YOLU AÇTI

1 yıl sonra… 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP hükümet kuracak çoğunluğu sağlayamadı. Başbakan Davutoğlu koalisyon arıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim tekrarı istiyordu. Erdoğan’ın imdadına yine Bahçeli yetişti; önce hükümet kuramayan AKP’ye TBMM Başkanlığı kazandırdı, ardından koalisyon seçeneklerini baltalayarak erken seçimle AKP’nin hükümet kurabilme sayısına ulaşmasını sağladı.

1 yıl sonra… Bahçeli 11 Ekim 2016’da “Madem Erdoğan anayasaya uymuyor, fiili durum yaratıyor, o zaman anayasayı Erdoğan’a uyduralım” diyerek Erdoğan’a başkanlık yolu açtı.

Daha iki yıl önce miting meydanlarında birbirlerine en ağır hakaretleri savuran Erdoğan ve Bahçeli, Cumhur İttifakı’nı kurdu. Ardından yargıya baskıyı, “Anayasa Mahkemesi kapatılmalı” seviyesine çıkardılar.

KILIÇDAROĞLU’NUN SON DESTEĞİ

2018… CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’ydi. AKP’nin elindeki olanakları kullanarak emrivaki yaptığı şartlarda CHP’nin sandıkları, tutanakları iyi denetlemesi hatta sonuç açıklama işine de el atması gerekiyordu. Beceremedi. Bugün o süreçle ilgili İnce, Kılıçdaroğlu’nu, Kılıçdaroğlu, İnce’yi suçluyor ancak iki tarafın da hatalı olduğu görülüyor. Sonuçta CHP sandık tutanaklarının önemli bir kısmını alamadı, CHP’nin sonuç açıklama sistemi çuvalladı, İnce“Adam kazandı” mesajı atarak ortadan kayboldu. Oysa bir yıl önceki referandumda Erdoğan’ın “Atı alan Üsküdar’ı geçti” demesinden bile CHP’nin çok ders çıkarması gerekiyordu.

Ve bugün… CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Erdoğan’ın 3. dönem adaylığına itirazımız yok” diyor! Oysa anayasanın 101. maddesi açık: “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir.”

Ana muhalefet partisi liderinin anayasayı takmayanlar kervanına katılması, YSK’nin Erdoğan’ın adaylığını kabul etmeme olasılığını iyice azaltmış oldu. Dahası kamuoyunun bu yönde yapacağı baskıyı da şimdiden frenlemiş oldu.

Kısacası, Erdoğan şanslı!

‘Millet İttifakı’nın adayı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 15 Kasım 2021

 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun veya Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın “Millet İttifakı”nın cumhurbaşkanı adayı olmasını doğru bulmadığını açıklaması, hem CHP tabanında hem de “Millet İttifakı” tabanında büyük rahatsızlık yarattı.

Kamuoyu araştırmalarına göre “Cumhur İttifakı”nın cumhurbaşkanı adayı AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı sandıkta yenebilen iki olası aday olan Ekrem İmamoğlu’nun ve Mansur Yavaş’ın bertaraf edilmeye çalışılmaları, 2023 seçimlerini “Millet İttifakı”nın kazanmasını tehlikeye atmıştır. Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasına en çok sevinen siyasi partiler AKP ve MHP olmuştur.
***
“Millet İttifakı”nın cumhurbaşkanı adayının Kemal Kılıçdaroğlu olması durumunda, yeni seçim sistemine göre, “Millet İttifakı”nın seçimi kazanması zorlaşır. Çünkü yeni sisteme ve Türkiye’deki sağ ve sol oy oranlarına göre, cumhurbaşkanı olacak kişinin merkez sağ seçmenden de oy alabilmesi gerekmektedir.

Kılıçdaroğlu’nun dürüstlüğü, çalışkanlığı ve siyasi tespitlerinin birçoğundaki haklılığı, O’nun 2023 seçimlerini kazanacağı anlamına gelmez.

Kılıçdaroğlu’nun merkez sağ seçmende oy tabanı bulunmamaktadır. Nitekim CHP, Kılıçdaroğlu’ nun liderliğinde %23-28 aralığını aşamamıştır. Karadeniz, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu ve Marmara CHP’nin en zayıf olduğu bölgelerdir. CHP sadece Ege’nin ve Akdeniz’in kıyı kentlerinde, Trakya’da, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerde yüksek oranda oy alabilmektedir.

Kılıçdaroğlu, aday olması durumunda, bu bölgelerdeki CHP oylarını korur, HDP’nin desteğiyle Güneydoğu Anadolu’dan da oy alabilir, ancak Karadeniz, İç Anadolu, Doğu Anadolu, Marmara bölgelerindeki ve Ege’nin, Akdeniz’in iç kesimlerindeki muhafazakâr seçmenden yeterli oyu alması oldukça zordur.
***
Türkiye’de din, mezhep ve etnik kimlik temelli önyargıların ne yazık ki hâlâ etkili olması, Anadolu’daki muhafazakâr çevrelerde Alevi adaya oy vermeyiz biçimindeki ayrımcı anlayışın hâlâ yaygın olması, Kılıçdaroğlu’nun önündeki en büyük engellerden birisidir. CHP tabanı bu ölçütlere göre oy vermese de muhafazakâr partilerin tabanlarında birçok kişi hâlâ bu ilkel anlayışlar üzerinden oy kullanmaktadır.

Türkiye’nin sosyolojik acı gerçekleri dikkate alınmadan Ankara’da masa başında yapılacak hesaplar, “Millet İttifakı”nın hezimetiyle sonuçlanabilecektir. Kılıçdaroğlu’nun İYİ Parti, SP, GP, DEVA tabanlarından fire verebileceği dikkate alınmalıdır.

CHP’nin belediye seçimlerini kazandığı İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya gibi kentlerin demografik ve sosyolojik yapısı üzerinden 81 il ve 922 ilçe konusunda bir genelleme yapılamaz.

Kaldı ki CHP’nin belediye seçimlerini kazandığı bu kentlerde de seçmen, belediye başkan adaylarına oy vermiştir, Kılıçdaroğlu’na oy vermemiştir. Kılıçdaroğlu’nun bu seçimlerdeki etkisi, sadece doğru adayları göstermiş olmasıdır.
***
Bugüne kadar, “Seçimlerin ikinci turuna Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun kalması durumunda kime oy verirsiniz” sorusunun sorulduğu yeterli sayıda kamuoyu araştırması yapılmamıştır. Böyle bir bilimsel araştırma yapılmadan Kılıçdaroğlu’nun “Millet İttifakı”nın cumhurbaşkanı adayı olarak hazırlanması acaba nasıl açıklanabilir?!

Seçimden sonra tahsis (AS: tashih, düzeltme) edilecek olan parlamenter sistemde “Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı, Akşener Başbakan” formülünün gerçekleşebilmesi için de önce Kılıçdaroğlu’ nun seçilebilmesi gerekir.

Öte yanda İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in seçimden önce ilan edilen başbakan adaylığına HDP tabanının nasıl yaklaşacağı da ayrı bir tartışma konusudur. Kılıçdaroğlu bundan dolayı HDP tabanından da fire verebilir.

Özetle, ortak aklın devre dışı kaldığı bir ortamda ortak aday bulmak olanaksızdır! CHP yönetimi halka sahte umutlar vereceğine, ortak aklı devreye sokmalıdır!

Kılıçdaroğlu nereye koşuyor?

Kılıçdaroğlu nereye koşuyor?

Örsan K. Öymen
24 Ağustos 2020, Cumhuriyet

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, geçen hafta, Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda yaptığı açıklamalar, CHP’deki tartışmaları azaltacağına, daha da alevlendirdi. Kılıçdaroğlu’nun, AKP’li Abdullah Gül’ün CHP tarafından Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi konusunda kapıları kapatmak yerine, “Abdullah Gül’den neden bu kadar korkuyorlar?” biçiminde bir ifade kullanması, ayrıca daha önce Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesini savunmaya devam etmesi, parti tabanında tepkiye yol açtı.

CHP tabanının ve seçmeninin, Gül’ün Cumhurbaşkanı adaylığını desteklemeyeceği açıktır. Doğru olan da budur. Çünkü Gül, Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte, ülkeyi bugünkü hale getiren baş aktörlerden birisidir.

  • Türkiye bugün bir sivil dikta rejimi altında yaşıyorsa, bundan Erdoğan kadar, Gül de sorumludur.

Nitekim, AKP’nin baskıcı politikaları, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte hız kazanmıştır. Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV”, “Casusluk” adlı sahte yargı süreçleri üzerinden gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, siyasetçilerin, askerlerin haksız yere hapse atılması da bu dönemde gerçekleşmiştir.

  • Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Fethullah Gülen, demokratik, laik, hukuk devletini ve TSK’yi yıkmaya yönelik bu operasyonun baş mimarlarıdır.

Kılıçdaroğlu’nun, “Abdullah Gül’den neden bu kadar korkuyorlar?” ifadesi, yakın tarihle birlikte, CHP’nin ilkelerini de yok sayan bir açıklama niteliğindedir.

Kılıçdaroğlu şunu bilmelidir ki; CHP seçmeni bu sefer, tepeden dayatılan ve CHP’nin ilkeleriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir aday için sandığa “tıpış tıpış” gitmeyecektir.

Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi planlarını ve hesaplarını şimdiden ona göre yapmalıdır.

***

Kılıçdaroğlu’nun, “CHP’yi rakı sofrasında eleştirmeyi kabul etmem” biçimindeki açıklaması da ayrıca talihsizdir. Kılıçdaroğlu bu açıklamayı son yıllarda sık sık kullanmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun partiye yönelik eleştiriyi rakı sofrasıyla ilişkilendirmesi, örneğin, “CHP’yi rakı sofrasında veya kahvehane masasında eleştirmeyi kabul etmem” demek yerine, sadece rakı sofrasına odaklanması, anlaşılır bir şey değildir.

CHP’nin kurucusu ve ilk Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün rakı sofralarında, siyasi tartışmaların da yapıldığı dikkate alınacak olursa, bu açıklamalar daha da sevimsiz hale gelmektedir. Bu tür açıklamalar, Erdoğan’ın, Atatürk’ün ve İnönü’nün rakı sofralarını kastederek onlar için “iki ayyaş” ifadesini kullanmasına hizmet etmek dışında, hiçbir işe yaramaz. Kılıçdaroğlu’nun muhafazakâr “dostlarıyla” yakınlaşmak için kendi kökenlerinden uzaklaşması, partiye zarar vermektedir.

***

Kılıçdaroğlu, söz konusu röportajda, kendisini eleştirenleri de parti yönetimine kattığını ifade ederek parti içi demokrasiyi sağladığını öne sürmüştür. CHP’deki parti içi demokrasinin, AKP’den ve MHP’den daha ileri bir seviyede olduğu kesindir. Ancak bugün CHP’deki parti içi demokrasi, 1970’li, 1980’li, 1990’lı yılların çok gerisindedir.

Selin Sayek Böke gibi birkaç örnek üzerinden, parti içinde demokrasinin var olduğunu savunmak olanaklı değildir. Bugün CHP’de, göreve hazır olan, ancak buna rağmen partide yer bulamayan ve görev alamayan binlerce değerli partili vardır. Bu kesimler yıllardır, liste ve delege entrikalarıyla ve çeşitli baskılarla, yönetim tarafından saf dışı bırakılmaktadır.

***

Kılıçdaroğlu’nun en büyük çelişkilerinden birisi de bir taraftan çağdaş uygarlık seviyesini hedeflediklerini açıklaması, bir taraftan da laiklik ilkesini kendi tabanına unutturmaya çalışmasıdır.

  • Oysa, laiklik ilkesini savunmadan ve onun gereğini yerine getirmeden, çağdaş uygarlık seviyesinin yakalanamayacağı açıktır! Tarihte bunun aksine dair tek bir örnek yoktur.
  • Laiklik ilkesini bertaraf edenler, çağdaş uygarlık seviyesine değil, ortaçağ karanlığına ulaşırlar.

Laikliğin olmadığı yerde demokrasi değil, teokrasi olur.

Dinin, devlet, siyaset, kadrolaşma, hukuk, eğitim alanlarını esir aldığı yerde, bilim, felsefe, sanat ve demokrasi gelişmez!

Anlaşılan, Kılıçdaroğlu’na bu konuda “akıl-fikir” verenlerin, aklı da yoktur, fikri de yoktur!

Melih Aşık : Proje kimin?


Dostlar,

Sayın Melih Aşık, her zamanki gibi zarif üslubu ile keskin değerlendirmelerde bulunmakta.. “Zor sorular” sormakta..

Okuyucu notlarına da yer veriyor ve köşesi zenginleşiyor..

Sevgi ve saygı ile.
12.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Melih Aşık : Proje kimin?

epYG2n
m.asik@milliyet.com.tr
Milliyet, 12.8.2014

Kemal Kılıçdaroğlu kendisi adına tatsız biten seçimin ardından:

Bugün seçim olsa yine Sayın İhsanoğlu’nu aday gösterirdim.
– Tatilciler, boykotçular olmasaydı Erdoğan %51 oy oranını bulamayacaktı…
– Erdoğan’ı %55-57 gösteren o araştırmalar, yurttaşlarımızın sandığa gitmesini engelledi.

Gibi tesellilere yöneldi. Ama bunlar boş teselliler.
Aslında sorun seçim sonucunun da ötesinde bir yerde duruyor…
Sorun Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday gösterilme biçimidir.
Malum… Ekmeleddin İhsanoğlu adı ne CHP yetkili kurullarının toplantılarında… Ne Kemal Kılıçdaroğlu’nun sivil toplum kuruluşlarıyla yaptığı toplantılarda geçti.
Tek bir kişinin bile aklına “Ekmeleddin” adını telaffuz etmek gelmedi.
Kemal Bey son gün Devlet Bahçeli ile görüştükten sonra elini şapkanın içine soktu, oradan tavşan çıkarır gibi İhsanoğlu adını çıkarıp masaya koydu…

Genel Başkan, eğer CHP’de görevine devam edecekse Ekmeleddin İhsanoğlu adının kendisine hangi çevrelerden fısıldandığını hatta dayatıldığını açıklamalıdır. Yoksa partililer ve seçmenler şöyle düşünecekler…

“Demek ki bu partinin bir görünen yetkili kurulları var… Bir de perde arkasında görünmeyen beyinleri. Kritik zamanlarda o meçhul kaynaklar Genel Başkan’ın kulağına kimi isimler veya siyasetler fısıldıyor. Genel Başkan da o kaynakları partinin yetkili kurullarının önüne geçirerek gelen talimatı uyguluyor.”

Partililerin ve seçmenin bu kuşkulara kapılmaması için sebep var mı?
O yüzden Kemal Bey, Ekmel Bey projesinin kaynağını açıklamalıdır.

Mahşere doğru…

İktidar partisinde itişme ve çekişme beklenenden önce başladı…
Abdullah Gül görevi bitince partiye döneceğini dün açıklarken…
Tayyip Erdoğan olağanüstü genel kurul tarihini Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını devredeceği 28 Ağustos’tan bir gün önceye aldı. Böylece Gül’ün kongreye katılımının önünü kesti. Peki Gül daha önce istifa edip olağanüstü kongrede başkanlığa adaylığını koyar mı? Tartışmalar bu soru üzerinde odaklandı dün…
Bu arada önemli bir başka sorun var… Cumhurbaşkanlığı Seçim Kanunu diyor ki;

  • ”Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.” 

Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği YSK tarafından kesin olarak … Ağustos’ta açıklanacak…
Bu durumda Tayyip Erdoğan’ın partisi ile ilişiğinin o gün kesilmesi, milletvekilliğinin düşmesi gerekiyor. Bu şartı son olarak Tarhan Erdem CNN’de ifade etmişti.
Ancak Erdoğan bunu kabul etmiyor. Kendi hukukçu arkadaşlarına dayanarak diyor ki:
– 28 Ağustos’ta mazbata alınır, devir teslim töreni yapılır, başbakanlık ve milletvekilliği o zaman biter..
Erdoğan, Kongreye partisinin başında girmek istiyor. Bu konunun da açıklığa kavuşması gerekiyor.

**************

ŞİŞİR

Anket şirketleri seçim kestirimlerinde nal topladı.

İşte şirketlerin Erdoğan kestirimleri:

KONSENSÜS: %58,2.

GENAR: % 57,6.

KONDA: %57

A&G: %55.

DENGE: %54,9.

GEZİCİ: %55,3.

ANDY-AR: %53.

SONAR: %53.

OPTİMAR: %53.

Bu şirket yöneticileri dün çeşitli mazeretler ürettiler.

Muhteremler; eğer siz bu yanlış tahminleri Tayyip Erdoğan aleyhine yapsa idiniz işiniz o zaman bitikti. Erdoğan lehine tahmin şişirmenin zararı değil geleceğe dönük faydası olacağını nasıl olsa biliyordunuz… Şişirdiniz…

*****

Cumhurbaşkanlığı artık protokol makamı olmayacakmış!
Evet! Değişen roller gereği artık Başbakanlık protokol makamı olacak…

***

Kılıçdaroğlu hâlâ “Yolsuzlukların peşindeyiz” diyor. Hırsızı yakaladıklarında teslim edecekleri polis ya da savcı bulabilecekler mi acaba?
Akif Kökçe

ÇEREZ

Reza Zarrab pazar günü oy kullanmaya neden üzerinde beyaz tişörtla gitti?
Çiğdem Toker sütununda açıklıyor:
“Beyaz tişört temizliğin ve saflığın sembolü…”
***
Günümüzün yükselen yıldızlarından Acun Ilıcalı için Perihan Mağden’in tanımı:
“Başbakan’ın fiks menü yüzlü Propaganda Bakanı.”

ABDÜL

Eskişehir Mihalgazi’nin AKP’li Belediye Başkanı Zeynep Akgün demiş ki:

“Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ile 2. Abdülhamit Han’ın yeniden doğuşunu hep birlikte göreceğiz.”

İleri demokrasi tramvayı bizi sonunda Abdülhamit dönemine götürdü demek ki…

Ali Rıza Aydın : SEÇİM OYUNU


Dostlar,

Anayasa Mahkemesi Emekli Raportörlerinden değerli dostumuz
Sayın Ali Rıza AYDIN‘ın “SEÇİM OYUNU” adlı yorumunu paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygıyla
07.8.2014, Amasya

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

=========================================

Seçim oyunu

portresi

 

Ali Rıza Aydın
Anayasa Mahkemesi Em. Raportörü
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ali-riza-aydin/secim-oyunu-95501, 7.8.14

 

Seçimlerde iki konu alışkanlık durumu yaratmaya başladı. Birincisi, iktidara ve liderine göre aday ve seçim taktiği belirleme; ikincisi de başlangıçta tepki gösteren sol seçmeni bu adaya ve taktiğe uyarlama… Genel ve yerel seçim fark etmiyor, sonuçta AKP iktidarda… Şimdi aynı alışkanlık, Erdoğan’a bağlı olarak Cumhurbaşkanı seçiminde yineleniyor.

Güncel konunun “Cumhurbaşkanı adaylığı ve seçimi” değil, AKP ve Erdoğan Hükümetinden kaynaklı “meşruiyet” ve “hesap verme” sorunu olduğunu, bu sorunun da yağ lekesi gibi büyüyerek yargı ve özellikle de yasama organını sardığını soL’un birçok yazarıyla birlikte sürekli vurguladık.

Yanlışlar üst üste biriktirildi. Bir yandan AKP meşru değil ama Meclis meşru denildi, öbür yandan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığı merkez yapılarak aday arayışına girişildi.

İslam Konferansı Örgütü (Haziran 2011’den sonra İslam İşbirliği Teşkilatı)
Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, CHP/MHP çatı adayı olarak açıklandığında ve küçük burjuva partilerinin desteğiyle de pompalandığında tepki büyük iken,
şimdi “çaresizlik” yumuşaması başladı.

Özgeçmişi malum İhsanoğlu’na, “Erdoğan’ı yenecek aday” gibi yüzeysellikten daha derinlere inerek bakmak gerekiyor. Aslında aynı derin bakış, solun oylarına talip Selahattin Demirtaş için de gerekli.

İhsanoğlu’nun özgeçmişi okunduğunda, 2005’te İKÖ Genel Sekreterliği için AKP ve ABD’nin çabaları anımsandığında, Cumhurbaşkanı adaylığı için üç sözcük yeterli:

ABD’nin aradığı kan

Kafaları karıştıran sorunun yanıtı ise ABD’de ve ABD’nin CHP üzerinde oynadığı oyunda…

IŞİD – Suudi Arabistan – Türkiye üçgenindeki ilişkiler ve bu ilişkilerin
ABD bağlantısı soL Dergi’nin ilk sayısında yazıldı. ABD’nin, Suriye özelinde,
Orta Doğu genelinde Erdoğan güvensizliği de ortada.

Sonuç olarak, ABD’nin “ılımlı İslam” politikası kriz içinde

Geçmişteki ABD/İsrail alerjili İKÖ değişime uğradı. 1997’de Tahran’daki İKÖ doruğunda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, ABD/İsrail yakınlığı nedeniyle
eleştiri konusu yapıldığı ve toplantıyı terk ettiği belleklerdedir.

Köprünün altından çok sular aktı. İKÖ, Türkiye’nin de çabasıyla “ılımlı”, “uyumlu” İslam örgütü oldu. İslam dünyasının yalnızca ABD ile değil Avrupa Birliği ile de yakınlaşması için görev üstlendi. 2005, bu değişimin onaylandığı ve AKP’nin desteklediği Ekmeleddin İhsanoğlu’nun sözde demokratik yolla Genel Sekreter olduğu tarih…
Yine belleklerde olan bir konu da İKÖ yönetiminde “saydam bir demokratik sürecin kurulması” için Gül ve Erdoğan’ın, hem İKÖ içinde hem de ABD’de takdir toplaması…

İslam dünyasında “demokratik, açık, ılımlı ve reformist” gündem ve İKÖ’de “aktivist icracı sekreterya” öneren Davutoğlu ile Erdoğan/Gül buluşmasına 2005’te
İhsanoğlu eklendi. Bu dörtlü buluşma ABD buluşması ile tamamlandı.
Erdoğan-İhsanoğlu arasındaki Mısır ve Suriye gerginliği ise ABD-Erdoğan gerginliği ile koşuttur; o kadar…

Buradan, İhsanoğlu’nun AKP tarafından önerilebilecek bir aday olduğu sonucu da çıkar.

İhsanoğlu adaylığının halihazırdaki okuması, ABD ve emperyalizm kokmasıdır.

ABD’nin terörle mücadele politikası adı altında yaşananlar, İslam dünyasını
ABD politikaları ile uyumlaştırma hedefiyle koşut yürürken, Türkiye’ye biçilen “ılımlılaştırıcı / uyumlaştırıcı” rolde İKÖ ve İhsanoğlu etkin görev üstlenmiştir.
Bu etkinlik, ABD yönünden Erdoğan-İhsanoğlu gerginliğinin altında ezdirilmeyecek kadar anlamlıdır.

ABD’nin, bölgedeki krizlerin karmaşıklaşarak artması karşısında,
Erdoğan’lı AKP’nin beceremediğini becerecek bir yönetime sıcak bakması olağandır. Bunun bir başka okuması, “AKP’yi imar”la birlikte muhalefetin geniş kesimini
uzlaşma havuzuna alma yoluyla bir taşla birkaç kuş vurulmasıdır.

Türkiye’nin ve halkın geleceğinin kimlerin güdümünde yürüdüğünün görülmesi ve “Erdoğan’ı böyle bir aday yener” diyen saf uzlaşmacıların uyarılması solun asli gövleri arasındadır. Emperyalizmin “Arap Baharı aldatmacası” gibi, halkın seçeceği “mülayim” ya da “sertliği törpülenmiş” Cumhurbaşkanı aldatmacası ile karşı karşıya olduğumuz konusunda duraksama yoktur.

Sonuçta, kim kazanırsa kazansın sömürü düzeninin değişmeyeceği bir Türkiye dayatılırken, Türkiye’nin İslam sermayesi ve dünyası üzerindeki arabulucu rolünün
ve emperyalist ilişkinin sürdürülmesi hedeflenmektedir. Bu da daha çok gericilik,
daha çok piyasacılık, daha çok sömürüdür.

Erdoğan’a sözde kızılıp, Ekmeleddin’in (dinde daha üst düzeyde olanın) Cumhurbaşkanı adayı olarak önerilmesi, emperyalizm için “dinden daha üst düzeyde yararlanmak” anlamına gelir. İş buraya gelip dayandığında emperyalizm, gerçek ile sahteyi, az yararlanılacak ile çok yararlanılacağı, yaramaz ile usluyu ayırma ve seçme konusunda uzmandır.

Cumhurbaşkanı seçimi, sertin karşısına mülayimi çıkarma veya mülayim yardımıyla serti hizaya getirme arasında bir işlevle ve solu yanına çekecek Kürt oyları pazarlığıyla halka dayatılırken, bu oyunun parçası ya da izleyicisi olmamak gerekir.

Yapılması gereken, artık meşruiyet tartışmalarından bile uzaklaşan bir Meclis’in,
ne şiddet ve sertliği kalıcı hale gelen Erdoğan’ı ne de O’nun mülayimi bir adayı halka dayatmasına izin vermemek, Cumhurbaşkanı seçimini gayri meşruluk havuzuna itip boğmak, halkı ayağa kaldırmaktır.

Operasyon sırası onlarda!


Operasyon sırası onlarda!

posteri_AYDINLIK_ile

 

 


 

 

AYDINLIK, 23 Temmuz 2014
sonkibar@gmail.com 

Tayyip Erdoğan‘ın ama 17 Aralık (2013) intikamı ama gündem değiştirme ama ulusalcı ve milliyetçi oylara göz kırpma adına ne olursa olsun yaptığı
F tipine operasyonu destekliyorum.

Niye mi?

Devlete sızan emperyal ve alçak bir örgütün tasfiyesi adına!

Evet her şerden bir hayır doğar misali,
AKP şerrinden F Tipi örgütün tasfiyesi hayrı doğsun istiyorum.

Başkentteki fısıltılara göre bu operasyon seçimlere dek sürecek ve kimi yargı mensupları ile bürokratlar, gazeteciler, işadamları ve
TSK mensupları tutuklanacaklar
.

Dahası, açılacak örgüt davası ile pek çoğunun devletle ilişkisi kesilecek ve Cemaatin finans kaynakları kurutulacak.

Tayyip Erdoğan, Ekmeleddin İhsanoğlu‘nun aday yapılması sonrasında küresel irade tarafından üstünün çizildiğini düşünerek emperyalizmin tabancası olan F tipi örgüte karşı harekete geçti ki, bu konuyu seçim sürecinde alanlarda yine kullanacaktır.

Benim gibi kimi okurlarımın hep ihtiyatla yaklaştığı bu operasyon,
Sulh Ceza mahkemelerindeki son düzenlemelerle (AS: Sulh Ceza Mahkemeleri kaldırılarak tek yargıçlı Sulh Ceza Yargıçlıkları kuruldu) birlikte ciddiyet arz etmeye başladı. Dileriz yanılmayız.

Tam bu noktada söyleyeceğimiz CHP ile MHP’nin F tipi örgüte
kalkan olma garabetidir
.

MHP sözcüsünün dünkü arka çıkan ifadesi, örgütle dayanışma ve
dahası hainle işbirliğidir.

Evet, F tipi örgüt bu ülke için PKK misali tehlikelidir.

Keza CHP’liler de bu rezil örgütün pisliklerini sahiplenir konuma girmemelidir.

Son satırlarım, F Tipi örgüt medyasının sahurda da gözaltı olur mu acındırmasıdır!

Bre utanmazlar; o kelepçelenenlerle türdeşleri değil miydi Ergenekon ve Balyoz tertiplerinde yaşı 80’e gelmiş kahramanlara gece yarıları zulmeden!

Bir şey daha:

Bugün cemaat yarın AKP yaptıklarının hesabını bir bir verecekler bundan emin olun!..

ZIRHLI ARABAYI SEN VERMEDİN Mİ?

Bir savcı Başbakan’ı Twitter ile nasıl tehdit edermiş!

Tayyip Erdoğan, Zekeriya Öz için bunu söylüyor!

Pardon ama aynı Zekeriya Öz Türk Ordusu’na terör örgütü, Genelkurmay Başkanı ile generallerine terörist derken O’nu kahraman ilan edip
zırhlı araba ile ödüllendiren kimdi acaba?

Devam edelim; o Zekeriya Öz 17 Aralık soruşturmasını yapmasa
Tayyip Erdoğan bugünkü noktada olur muydu?

Evet, Zekeriya Öz mutlaka ama mutlaka adaletin önüne çıkarılıp yaptığı hukuksuzlukların hesabını vermeli ama o hukuksuzluk sürecinde Zekeriya ile bizzat ortaklık yapan Tayyip Erdoğan, böylesi beyanlarla ortak olan günahlarından kendini arındıramaz. Zira beraber işlediler o günahları ki bunu itiraf eden Ali Fuat Yılmazer‘dir…

KATİL PKK’YI KAÇAKÇI DİYE GİZLİYORLAR!

PKK önceki akşam Ceylanpınar’da iki askerimizi şehit etti.

Valilikten hemen açıklama:

– “Asker kaçakçı ile çatıştı ve iki erimizi kaybettik.”

Genelkurmay dün bu açıklamaya yalan dedi ve
katilin PKK olduğunu açıkladı.

  • Evet, artık askerlerimizin kiminle çatıştığı ve kimler tarafından şehit edildiği bizzat iktidar ve onun valileri tarafından gizleniyor.

Sahi Güneydoğu’da PKK bayrağını dikip Apo posteri açanlar da
yoksa kaçakçılar mı?

Tayyip Erdoğan’a şirinlik adına PKK’yı gizleyen valiler bilsinler ki
gün gelecek, F tipi örgüt örneği bu yaptıklarının hesabını
adalet önünde verecekler.

TAYYİP, GÜL’Ü ÇÖPE ATTI!

Tayyip Erdoğan’ın havuz başyazarı Mehmet Barlas ile yaptığı
komik TV programında 
haber değeri taşıyan iki açıklamasından biri
Abdullah Gül’ü çöp tenekesine atmasıydı.

Erdoğan’a göre Gül geçiş sürecinde değil ama isterse ileride
AKP’ye katılabilirmiş!

Bu beyan ile Abdullah Gül’ün Başbakan’ın gündeminde olmadığı
kendi ifadesi ile ortaya konmuş oldu.

Evet isterse ileride katılabilir sözü, Gül ile Erdoğan’ın geleceğe ilişkin
ortak bir planlarının olmadığının kanıtıdır.

Bu durumda Gül ile 3 dönemin sonuna gelen kimi arkadaşlarının
yeni arayışlara girecekleri kesindir ki, bu da siyasetin sonbaharda
çok ısınacağını gösteriyor.

Bütün bunları hesap edecek olan Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda baskın bir seçime gitmesi, “hayır” dese bile hâlâ güçlü olasılıktır.

Danışıklı TV programında haber değeri olan 2. beyan ise Başbakan’ın Obama tarafından dışlandığı, yani adam yerine konmadığını ağzından kaçırmasıydı ki; bu Türkiye Cumhuriyeti devleti adına utanç vericidir.

BU AİLEYİ ÇANKAYA’ya GÖNDERMEMİZİ KOŞULLAR ZORUNLU KILIYOR..

Dostlar,

İnternette dolaşan ve bize de ulaşan bir ileti aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
19.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================

 

BU AİLEYİ ÇANKAYA’ya GÖNDERMEMİZİ
KOŞULLAR ZORUNLU KILIYOR..


Fotoğraftaki bu değerli insanların…;  Modern…Laik…Kültürlü… Tahsilli…Görgülü…Varlıklı…Dürüst…

Ve inançlı bir Türk Ailesi olduğuna inanıyorum… İçinde bulunduğumuz koşullar ve Ekmel Bey’in alternatifleri…
BU AİLEYİ ÇANKAYA’ya GÖNDERMEMİZİ ZORUNLU KILIYOR…
Her görüşe saygılıyım… Ama bu benim görüşüm ve burası benim sayfam…
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, eşi Füsun İhsanoğlu, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunu. Ailenin en büyük oğlu Tuğrul İhsanoğlu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Boston Üniversitesi’nde banka ve finans masterı yaptı, yurt dışında yaşıyor.
Ortanca oğul Aziz İhsanoğlu, Northwestern Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra INSEAD’da işletme masterı yaptı. İstanbul’da yaşayan Aziz İhsanoğlu, finansal danışmanlık yapıyor.
En küçük oğul Orhan İhsanoğlu,

University of Warwick’de Foundation’dan ardından da University of Kent İletişim Fakultesi’nden mezun oldu. Şu anda uluslararası ticaret alanında faaliyet gösteriyor.
Ailenin tek gelini, Aziz İhsanoğlu’nun eşi Başak İhsanoğlu ise Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, New York Üniversitesi fikri mülkiyet hukuku sertifika programını ve Yale Üniversitesi ticaret hukuku programını tamamladı. İstanbul’da özel bir hukuk bürosunda çalışıyor.”

 

10_Agustos'ta_tatile_cikarsan..

 

esiyle

 

ailesiyle1

BİR İHTİMAL DAHA VAR!


BİR İHTİMAL DAHA VAR!

İşçi Partisi, Aydınlık ve Ulusal Kanal çevresinin Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan, İhsanoğlu ve Demirtaş’ın dışında Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin tercih edebileceği bir üçüncü aday çıkarmak için son dakikaya kadar mücadele ettiği biliniyor. Bu bağlamda CHP içinden bazı milletvekillerinin de desteğiyle Emine Ülker Tarhan’ın adaylığı gerçekleştirilmeye çalışıldı, ama aday olmak için gerekli olan 20 milletvekilinin desteği sağlanamadığından bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Dolayısıyla Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı yarışı bir “BOP eş başkanı”, bir “Osmanlı hayranı İslamcı” ve bir “bölücünün” arasında olacak ne yazık ki…

Peki, Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçler ne yapacak? Her şey bitti mi artık?

Örneğin Cumhuriyetçi güçler de 4 Temmuz akşamı Can Ataklı’nın Ulusal Kanal ekranlarından yaptığı gibi, isim vermeden, ama diğer bütün seçeneklerin olmazlığını vurgulayarak sonunda Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vereceğini mi ilan etmeli?

Cumhuriyetçi güçlerin kendilerine dayatılan Ekmeleddin İhsanoğlu seçeneği karşısında Can Ataklı gibi boyun eğmek dışında başka bir seçenekleri yok mu gerçekten?

Bu soruya bir yanıt vermeden önce, bir an için seçime Cumhuriyetçi güçlerin de bir adayla katıldığını varsayalım. Örneğin bir an için, Emine Ülker Tarhan’ın aday olması için gerekli olan 20 milletvekilinin imzasının elde edildiğini ve Tarhan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimine 4. aday olarak katılma hakkını elde ettiğini düşünelim.

Peki, o zaman ne olacaktı?

10 Ağustos günü, sandık başına gidecek ve Emine Ülker Tarhan için oy kullanacaktık. Amaç, Emine Ülke Tarhan’ın Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan daha fazla oy alarak ikinci tura kalmasını sağlamak ve böylece ikinci tur oylamada Erdoğan’a karşı Cumhuriyetçi oyların toplanacağı bir direniş cephesi yaratabilmekti. Emine Ülker Tarhan’ın adaylığının tartışıldığı günlerde, Erdoğan’ı durdurabilmenin tek formülü olarak, özelikle
Doğu Perinçek tarafından savunulan görüş bu değil miydi?

Bugün artık kesinleşti ki Cumhurbaşkanlığı seçimi sadece üç adayın katılımı ile yapılacak ve ne yazık ki bu stratejinin uygulanması mümkün değildir. Ama her şey yine de bitmiş değil.

Eğer Emin Ülker Tarhan seçime aday olarak katılsaydı, sandığa gidip onun birinci turda en çok oy alan iki adaydan biri olması için oy kullanacak olanlar, bence bugün de hâlâ bir şeyler yapabilirler. 10 Ağustos günü, yine sandığa gider ve BOŞ OY kullanırlar! Kısacası biz Cumhuriyetçi, laik demokrat güçlerin Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayımız “BOŞ OY” olur!

Mesela bu şekilde davranılacak bir seçimde birinci tur sonunda şöyle bir sonuç ortaya çıkarsa bu nasıl yorumlanmalıdır?

ERDOĞAN: % 45

İHSANOĞLU: %22

DEMİRTAŞ: %7

BOŞ OY: %26

Bu durumda yasal olarak ikinci tur oylamaya Erdoğan ve İhsanoğlu katılma hakkını elde ederler. Ama birinci tur öncesinde Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin birinci tur oylamada sandığa gidip BOŞ OY kullanacaklarının propagandası iyi yapılırsa,
şu açık bir şekilde görülecektir ki, yasal sonuç ne olursa olsun bu, toplumsal gerçeği yansıtmamaktadır.

Böyle bir davranış tarzının iki sakıncası vardır: 

Birincisi, açıktır ki hukuksal sonuç almak olanaklı olmayacaktır.
Yani en nihayetinde ikinci tur oylama yine Erdoğan ile İhsanoğlu arasında olacaktır.

İkincisi de bu biçimde BOŞ OY kullanmak amacıyla sandığa gidip bir anlamda gövde
gösterisi yapılsa bile, bu davranış en sonunda bu düzmece seçime, bu danışıklı dövüşe bir tür hukuksal geçerlilik, bir meşruiyet kazandıracaktır.

Ne var ki bu olumsuzlukların yanında elde edilecek bir kazanım vardır ki,
bence ilk iki sakıncayı dengeler.

Eğer Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda BOŞ OY’ların sayısı en azından sıralamada ilk iki arasında yer alırsa, başka bir anlatımla BOŞ OY’lar Ekmeleddin İhsanoğlu’na verilecek oylardan daha çok olursa,  o zaman bu ülkede Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin hâlâ var olduğu; bu tür düzmece seçimlerle, dayatmalarla Cumhuriyeti tasfiye etme girişimlerine kimsenin meşruiyet kazandıramayacağı bütün dünyaya gösterilmiş olur.

Böyle bir seçenek Can Ataklı gibi, en sonunda boyun eğip “ne yapalım başka yapacak bir şey yok ki?” demeye getirerek üstü kapalı bir şekilde Ekmeleddin İhsanoğlu için destek vereceğini açıklamaktan çok daha onurlu ve çok daha işlevseldir.

Bu önerdiğim seçeneğin daha radikal olanı, hiç sandığa gitmemek ve seçime katılım oranını en azından yüzde 70 altına düşürmektir. Bu ikinci seçeneğin daha az göze batıcı ve ses getirici olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, eğer kitlesel olarak yapılabilirse ve sonunda boş oylar en azından % 20’ler düzeyine çıkarılabilirse,
sandığa gidip BOŞ OY kullanmanın da aslında Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin sesini duyurması için etkin bir yol olduğu açıktır.

Ayrıca böyle bir seçenek, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında gündeme gelecek CHP Olağanüstü Kurultay’ında Cumhuriyeti güçlerin elini güçlendirecek, Kılıçdaroğlu ve ekibinin tasfiyesini daha da kolaylaştıracaktır.

Kısacası, her şey bitmiş değil. Mücadele son dakikaya kadar sürmelidir. Hele ki sözkonusu olan Cumhuriyet, laiklik ve demokrasi mücadelesi ise umutsuzluğa kapılmak, teslim olmak asla düşünülmemelidir.

Ne güzel diyordu Nazım:

Mesele esir düşmekte değil,
Teslim olmamakta tüm mesele…

SERDAR ANT
5.7.2014

Nur SERTER : Tabanın sessizliği çığlığın habercisi!


Nur SERTER : Tabanın sessizliği çığlığın habercisi!

Dostlar,

CHP İstanbul Milletvekili sevgili arkadaşımız Sn. Prof. Nur SERTER‘in aşağıdaki açıklaması çok öğretici, yapıcı ve düşündürücü.

Dileriz CHP yönetiminde hakettiği karşılığı bulur ve elzem bir eksen değişikliği
geç de olsa sağlanır..

Sevgi ve saygı ile.
5.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

CHP İstanbul Milletvekili Prof. Nur Serter’den sert açıklama:

Tabanın sessizliği çığlığın habercisi!

nuraciklama

Ekmeleddin İhsanoğlu’na imza vermeyen ve Emine Ülker Tarhan’ı destekleyen
Prof. Nur Serter, ‘CHP inanç üzerinden siyaset üreten parti konumuna sürüklendi’ diyerek tabanda biriken tepkiye işaret etti

CHP İstanbul Milletvekili Porf. Dr. Nur Serter, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı için sert bir açıklama yaptı. “CHP’ye gönül verenlerin suskunluğu bir çığlığın habercisidir.” diyen Sertel şöyle devam etti:

“Cumhurbaşkanlığı adaylık süreci tamamlandı. CHP, sürece “çatı aday” la katılıyor. Pekiyi, CHP seçmeni ne düşünüyor?

Halkı kucaklayacak, dürüst, saygın, halka yalan söylemeyen, inançlı (ne demekse?)
bir adayın, CHP dışından aranması ve bunun Partinin genel başkanı tarafından
ilan edilmesi CHP yönetiminin CHP’yi inkârı olmuştur. CHP bir kitle partisi değil midir?

DÜRÜSTLÜK CHP’DE BULUNMUYOR MU?

CHP’li bir aday, halkı kucaklayamıyorsa, CHP’nin, kitle partisi olduğu
açıkça inkâr mı edilmektedir?

CHP ilkelerine bağlı kalarak, uzun yıllar süre gelen muhalefetin yıpratıcı etkilerine karşın partisinin ideallerinden ödün vermeden mücadele eden her CHP’li,
siyasetteki konumu ne olursa olsun “saygın” değil midir?

– Siyasal İslam’a boyun eğmeyen,
– Ulus devletten ödün vermeyen,
– Atatürk’ün ışığından güç alan ve “
– Altı Ok”a gönül ve ömür vermiş

özverili onurlu CHP’liler en büyük saygıyı hak edenler değil midir?

CHP, “inançlı” adayları, kendi dışında mı aramak zorundadır?
Bu arayışın, CHP’lilerin “inkârcı” olduklarını iddia edenlere destek anlamı taşıyacağı
hiç mi düşünülmemiştir? CHP, “inanç üzerinden siyaset üreten bir parti” konumuna
nasıl sürüklenmiştir? Dürüstlük, CHP içinde çok zor bulunan bir değer haline mi dönüşmüştür?

Bu nedenle mi “dürüst” adayın ithal edilmesine gerek duyulmuştur?

CHP seçmeni bu soruları sormakta ve uzunca bir süredir, CHP yönetiminin aldığı kararlar nedeniyle, “bağrına bastığı taşın” ağırlığı altında ezilmektedir.

CHP İÇİN ‘YENİ YÖNETİM’ MESAJI

CHP’liler AKP ile tehdit edilerek, ilkelerinden ödün vermekten yorulmuşlardır.

İlkelerine bağlılıklarını ifade ettiklerinde “hain” ilan edilmekten yaralanmışlardır. Tepkilerinin dikkate alınmamasından umutsuzluğa düşmüşlerdir.

CHP’lilerin iç dünyalarında yaşanan fırtınaları görmek ve feryatları duymak istemeyenler artık CHP seçmenine kulak vermek, onlara en az CHP’li olmayan seçmenler kadar saygı göstermek zorundadır.

  • Unutulmamalıdır ki, CHP’ye gönül verenlerin partilerine duydukları bağlılığın yarattığı saygı dolu suskunluk, bir çığlığın habercisidir.

Halkı kucaklamak isteyenlere, CHP’lilerin de kendilerini kucaklayacak ve 90 yıllık mücadeleleri için bağrına basacak bir yönetim özlemi içinde olduklarını hatırlatmak için, umarım çok geç kalınmamıştır.” (AYDINLIK, 4.7.14)