Etiket arşivi: Cumhurbaşkanı İnönü

Halk ‘Yeter’ Diyecek…

Halk ‘Yeter’ Diyecek…

Cumhuriyet, Başmakale, 19 Ocak 2023


Erdoğan, 1950’de DP’nin kullandığı “Yeter söz milletindir” sloganından medet ummaktadır. Buna uyarak “Yeter, söz de karar da milletindir” sloganına sarıldıklarını belirtiyor. 

Son 20 yıldır iktidarda olan AKP,

  • Millet Meclisi’nin yasama ve egemenlik yetkilerini elinden almıştır.
  • Meclis, Erdoğan’ın kararlarını uygulayan bir araç durumuna getirilmiştir. 

Demokrasinin temeli olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesi terk edilmiş,

  • Her kararı tek kişinin verdiği, tek kişinin egemen olduğu “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ne geçilmiştir.
  • Böyle “ucube” bir sistem dünyanın hiçbir yerinde yoktur.

Halk önümüzdeki seçimlerde, bu vesayet sistemini, bu tek adam modelini reddedecektir. 

Halkımız bu ucube sisteme, kuvvetlerin bir elde toplanmasına “Yeter” diyecektir. Evet,

  • Halkımız Erdoğan’a “Artık yeter” diyecektir.

1950 seçimleri, Türkiye’de ilk kez yargıç denetiminde, dürüst ve hukuka bağlı olarak yapılan seçimdir. Bütün dünya bu seçimlerin dürüstlüğünü kabul ediyor.

Adil, tüm partilere eşit olan 1950 seçim yasası, Meclis’te CHP ve DP’nin ortak çalışması sonunda oluştu. DP Grup Sözcüsü Adnan Menderes, dürüst ve adil seçim yasasının kabul edildiği celsede CHP ve Cumhurbaşkanı İnönü’ye bu seçim yasası nedeniyle teşekkür etti. 

Ancak çoğunluk sisteminin kabul edilmiş olması 1950 seçim yasasının hatalı yanıdır.

Buna göre, bir ilde oyların %51’ini alan parti tüm milletvekillerini kazanıyor, % 49’da kalan parti bir tane bile milletvekili çıkaramıyordu. CHP seçimde çoğunluk sistemini kabul ederek iktidarını sürdüreceğini düşünmüştü. 

Bu görüş yanlıştı ve CHP iktidarı yitirdi. Rakamlar çok çarpıcıdır. 1950 seçimlerinde CHP % 39.6 oyla yalnızca 69 sandalye alırken, DP %55.2 oyla 416 sandalyeye sahip olmuştur. Bu çok adaletsiz durum, seçim yasasının çoğunluk sistemini kabul etmesinden doğuyordu. 

AKP ve Cumhur İttifakı, önümüzdeki seçimlere kazanma düşüncesiyle girmektedir. “Çok iş yaptık, millet bizi yeniden iktidar yapacaktır.” diyorlar. Ancak 1950’de CHP’nin karşılaştığı durumla karşılaşabilir. Bu koşullarda halk, Cumhur İttifakı’nı iktidardan oylarıyla indirebilir.

1950 seçiminde halkın tercih etmesi gereken konu, tek parti, çok parti sistemiydi. Halk tek partili sistem yerine çok partili demokratik sistemi seçti. 2023 Mayıs ayında halkın önünde, “tek adam” ya da “çoğulcu parlamenter sistem” tercihi vardır.

  • Halkın tüm gücün ve egemenliğin tek elde toplandığı tek adam sistemini terk edip,
  • Çoğulcu demokratik parlamenter sistemi tercih etme olasılığı yüksektir.

Tüm yetkilerin tek adamda toplandığı “Erdoğanizm” yerine;

  • Millet Meclisi’nin egemen olduğu,
  • Çoğunlukçu parlamenter sisteme geçişin önü açıktır.

Halkın tek adam sistemine “Yeter söz milletindir” demesi toplumun özgürlük ve demokrasiye olan inancının göstergesi olacaktır.

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

Alev Coşkun
Alev Coşkun

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

18 Aralık 2022, Cumhuriyet

Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen siyasal içerikli haksız ceza bir kez daha “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni tartışmaya açtı. Tüm yetkilerin bir kişide toplandığı, Meclis’in yetkilerinin budandığı, yargının, başkanlığını adalet bakanının yaptığı Hâkimler ve Savcılar Kurulu aracılığıyla siyasal gücün etkisinde kaldığı bir kez daha ortaya çıktı.

Bu hafta demokrasiyle ters düşen bu ucube sistemin, “partili cumhurbaşkanı” yönünü öne çıkararak ele alacağız. 6 siyasi parti lideri, 6’lı Masanın önemli uzlaşı konusu olan güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili anayasa değişikliği önerilerini 28 Kasım 2022’de açıkladılar. Bu tasarıda en önemli değişiklik “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen ve dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan ucube modelden vazgeçilmesidir.

Bu anayasa tasarısında cumhurbaşkanına verilen yetkiler tırpanlanıyor, parlamenter sisteme dönülüyor, partili cumhurbaşkanı sistemi kaldırılıyor, cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıl ile sınırlandırılıyor. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin “partisi ile ilişkisi kesiliyor”. Partili cumhurbaşkanlığı sistemi terk ediliyor. (AS: AY m. 101/5 anlamsız, çünkü Milletvekili ve CB seçimi aynı gün yapılıyor: AY md. 77/1: “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır.” Dolayısıyla bir kişinin MV sıfatı ile CB seçilme olasılığı yok!)

(2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü)

Partili cumhurbaşkanlığı, Türk siyasal tarihinde tartışmalı bir konu olarak yer almıştır. 1921 Anayasası Kuvayı Milliye’yi yürütmek için kabul edilmişti ve anayasada devlet başkanlığı maddesi yoktu.

1924 Anayasası, Cumhuriyet ilkelerini getiren anayasadır. Sistem tek parti olduğu için 1924 Anayasası’na göre cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisinden istifa etmesine gerek yoktu.

Türkiye çok partili sisteme 1946 yılında girdi. Yeni kurulan Demokrat Parti için partili cumhurbaşkanlığı konusu en önemli siyasal konu olarak öne çıkmıştı. Cumhurbaşkanının partili olması şiddetle eleştiriliyor, cumhurbaşkanının tarafsız olması ısrarla isteniyordu. Yeni kurulan Demokrat Parti’nin 1946 seçim bildirgesinde bu konu açık bir biçimde yer almıştı.

1923’ten 2017’ye dek 94 yılda 12 cumhurbaşkanı görev aldı.

Bunlardan beşinin zaten siyasal parti ile ilgileri yoktu. (Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren ve Ahmet Necdet Sezer) Atatürk ve İnönü tek parti döneminde, Celal Bayar ise 1950-1960 arası 10 yıl cumhurbaşkanlığı yaptı. 1989’dan bugüne Özal, Demirel ve Gül seçildiklerinde anayasaya uyarak partilerinden istifa ettiler. 2017’de kabul edilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi nedeniyle, Erdoğan partili cumhurbaşkanı olarak görevine devam ediyor.

EVRENSEL KURAL

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ve ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Siyaset bilimi ve anayasa kitapları konuyu şöyle ortaya koyuyorlar:

  • “Devlet başkanının siyasal bakımdan sahip olduğu mutlak sorumluluk, onun mutlak siyasal tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı müddetçe parti adamı değildir. Partiler üstü objektif, tarafsız bir kişidir. Çünkü devlet temsilcisi, milletin başıdır. Bu nedenle asla bir partizan gibi konuşamaz ve hareket edemez. Memleketin iç ve dış politikasında belirli bir partiyi, zümreyi veya kişiyi açıkça tutan ya da yeren açıklamalarda bulunamaz. Rolü ayırıcı değil, birleştiricidir. Eleştiri ya da onaylama değil, uyarma ve doğru yolu göstermektir, gerektiğinde millet adına hakemlik yapmaktır. Daha çok manevi rolü vardır ve tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde etkinlik ve ‘meşruluk’ kazanır.”

Bu tanımlamaya göre devlet başkanı, partiler üstü, yansız bir kimliğe bürünüyor. Bu nedenle devlet başkanından partizan yaklaşımlar ve hareketler beklenmez. İşte bu nitelikler yansız devlet başkanını etkin ve güçlü kılar.

DP, PARTİLİ CUMHURBAŞKANINA ŞİDDETLE KARŞI

8 Temmuz 1946’da yapılan genel seçimler, çok partili sistemin ilk seçimidir. Bu seçimde, DP seçim bildirgesinde açıkça partili cumhurbaşkanlığına karşı çıkmıştır.

DP’nin bu bildirisinde açıkça cumhurbaşkanlığı makamının tarafsız olması isteniyordu.

AKP siyasal köklerini DP’de görür. Sürekli kendisini DP’ye bağlamak isteyen AKP, DP’nin bu bildirisi ve düşüncelerinden ders almalıdır. Bugünkü tabloya bakarak 75 yıl önceki DP’nin söyledikleri ile AKP’nin uygulamaları birbirinin tamamen karşıtıdır.

(DP’li Başbakan Adnan Menderes)

DP’NİN PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞINA KARŞI SEÇİM BİLDİRGESİ

“Devlet başkanının fiilen bir partinin başkanlığında bulunması ve bütün milletin malı olması gereken devlet başkanlığı yüksek makamının bütün yüksek dokunulmazlık ve yetkileriyle bir partinin yanında yer alması öbür partileri oldukça nazik ve zor bir mevkide bulundurmakta ve partilerin eşit hak ve şartlar altında çalışabilmeleri ilkesine aykırı durumlar yaratmaktadır. Cumhurbaşkanı partili değil, tarafsız olmalıdır.”
(19 Haziran 1946, DP Seçim Bildirisi)

İNÖNÜ’NÜN YANSIZLIĞI

İnönü, cumhurbaşkanı olarak 12 Temmuz 1947 beyannamesiyle partisiz olunması gerektiğini eylemli olarak göstermişti. Olay kısaca şöyledir :

Henüz çok partili sisteme adım atılıyordu. Sertlik yanlısı Başbakan Recep Peker’le muhalefet partisi DP arasında sert tartışmalar oluyordu. Cumhurbaşkanı İnönü, CHP ile DP arasındaki çatışmaya el attı. Başbakan Recep Peker ile DP Genel Başkanı Celal Bayar’ı Çankaya’ya çağırdı. Onlarla görüştü ve sonunda 12 Temmuz 1947’de ünlü 12 Temmuz bildirisini yayımladı. Bildiride cumhurbaşkanı olarak muhalefet partisini tutuyor ve aynen şöyle deniyordu:

“…Bir yasal siyasi partinin metotlarıyla çalışan muhalefet partisinin, iktidar partisinin imkân ve şartlarına uygun çalışmasını sağlamak lazımdır. Bu noktada, bir devlet başkanı olarak kendimi her iki partiye karşı eşit mesafede görürüm… Amaç, başlıca iki parti arasında temel şartın yani güvenin yerleşmesidir.”

(13 Temmuz 1947, Cumhuriyet gazetesi)

1950 SONRASI

DP iktidara geldikten sonra, muhalefette iken ısrarla savunduğu cumhurbaşkanının yansız olmasını gerektiren anayasa değişikliklerini yapmadı. Tersine, Bayar yansız cumhurbaşkanlığı yerine her zaman DP’li olduğunu gösteren bir tutum içine girdi. Özellikle 1957 seçiminden sonra Cumhurbaşkanı Bayar, DP simgesi taşıyan bastonla halkın arasına girip konuşmalar yaptı. Oysa yansız cumhurbaşkanlığı niteliğine sahip olsaydı, iktidar-muhalefet arasında uzlaşma sağlanabilir, hatta 27 Mayıs askeri hareketi önlenebilirdi.

1960 askeri hareketinden sonra Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın partiler üstü cumhurbaşkanı gibi davranıp tarafların uzlaşmasını sağlayacak bir seçim programı geliştirmek yerine çatışmayı körüklemiş olmasını kitabında eleştirmiştir. (Aydın Menderes, Babam Adnan Menderes, s. 87-88)

Aydın Menderes, “Bayar da İnönü’nün ‘12 Temmuz’ beyannamesindeki tutumunu örnek almalı, öyle yapmalıydı” diyor. Aydın Menderes, açıkça İnönü’nün 12 Temmuz 1947’deki girişimine ve ünlü bildirisine gönderme yaparak Celal Bayar’dan da aynı davranışı görmek istediğini belirtiyor. 1960 öncesi günlerde Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ile muhalefet lideri İnönü’yü bir masa çevresinde toplayıp uzlaşma yaratabilirdi. Böylesi bir yansız cumhurbaşkanlığı rolünü üstlenebilirdi. Ancak güncel ve kısır politik tutumlar politikada bu geniş düşünce sistemini engelliyordu.

1961 ANAYASASI

1960 sonrası seçimle oluşan Kurucu Meclis, 2. Dünya Savaşı sonrası Batı’daki evrensel demokrasi gelişmelerini dikkate alan yeni bir anayasa yaptı ve bu anayasa halkoylamasıyla kabul edildi. 1961 Anayasası’nın, dünyanın en ileri ve demokratik anayasalarından birisi olduğu kabul edilmiştir. 1961 Anayasası ile devlet başkanı yansız ve partisiz konuma getirilmiştir. (Madde 35)

1982 Anayasası da 1961 Anayasası’nın yansız cumhurbaşkanı kuralını benimsemiştir. 1961’den sonra cumhurbaşkanı seçilen Gürsel, Sunay, Korutürk ve Sezer zaten partili değildiler. Özal, Demirel, Gül cumhurbaşkanı seçilince partilerinden istifa ettiler.

TEK ADAM YÖNETİMİ

16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasıyla “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bir modele girildi. O günden bugüne uygulanan ve tek adamlığı getiren, gücü tek elde toplayan bu model dünyanın hiçbir yerinde yoktur.

  • Hukuk devleti ve demokrasinin temeli Güçler Ayrılığı ilkesidir.

2017’de getirilen sistem, Güçler Birliği ve “tek adam yönetimi” oluşturmuştur.

Güçler ayrılığı ilkesinin işlediği hukuk devleti bir yana bırakılmış “ucube” bir sistemle tek adam rejimine geçilmiştir. Siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu sisteme, “neo-patrimonyal sultanizm” adını vermektedir. Prof. Dr. Emre Kongar da bu modele “şahsım devleti” adını veriyor.

GÜÇLER AYRILIĞI

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Ancak bir siyasal partinin aynı zamanda genel başkanı olan bir cumhurbaşkanının yansızlığından söz edilemez.

Parlamenter sistemde, Yürütme’nin eylem ve işlemlerinden Başbakan ve Bakanlar sorumludur. Devlet Başkanının siyasal açıdan mutlak sorumsuzluğunun nedeni onun yansızlığının sağlanmasıdır. Devlet başkanı aynı zamanda tüm halkın, milletin başıdır. Bu nedenle asla partili gibi hareket edemez. O’nun temel yükümlülüğü ayırıcı değil, birleştirici olmasıdır. Yansızlığı titizlikle uyguladığı ve saygı gösterdiği ölçüde etkinliği artar. (H. N. Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, s. 376)

Demokrasinin en önemli ilkesi, Yürütmenin denetlenmesidir. Ünlü düşünür Montesquieu şöyle diyor:

  • Amaç bireyin özgürlüğüdür.
  • Özgürlüğün sağlanması için Yürütmenin otoriterliğinden ve despotluğundan sakınılmalıdır.
  • Bunun da siyasal yolu Güçler Ayrılığı ilkesinin uygulanmasıdır.
  • Yasama, Yürütme, Yargı birbirlerinden ayrılacaktır ve birbirlerini denetleyeceklerdir.”

YASAMANIN GELECEĞİ

Yukarıda belirtildiği gibi 2017’de yapılan anayasa değişikliği ile Türkiye, demokrasinin temeli “Güçler Ayrılığı” ilkesini terk etti. Dünya demokrasi sıralamasında en gerilere düştü. Tüm bunların sorumlusu olarak AKP, demokrasi ilkelerini bozan bir siyasal kuruluş olarak olumsuz yönde siyasal tarihe geçecektir.

6’lı Masa‘nın uzlaşarak kabul ettiği anayasa tasarısının en önemli niteliği, otoriter başkanlık sistemine son verilecek ve parlamenter sistemin yeniden kurulacak olmasıdır. Böylece Yasama yeniden güç kazanacak; hükümet icraatının denetlenmesi yeniden sağlanacaktır.

Bu noktada bir konuya da açıklık getirmemiz gerekir: Tasarının 101. maddesine göre cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Bu durum ister istemez cumhurbaşkanı ile parlamentoyu karşı karşıya getirecektir. Parlamenter sistemi güçsüzleştirecektir. Seçimlerden sonra anayasa tasarısı Meclis’te görüşülürken bunun düzeltilmesi gerekir.

Her şey önümüzdeki seçime ve halkın inançla gerçek demokrasiye sahip çıkmasına bağlıdır.

KAYNAKLAR

  • Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yay., 1998.
  • Alev Coşkun, Tarihi Unutmamak Günceli Yakalamak, Cumhuriyet Kitapları, 2010.
  • Hüseyin Nail Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, İÜHF Yayını, 1971, s. 376.
  • M. Duverger, Siyasi Partiler, (çev. E. Özbudun), Bilgi Yay., 1974.

Köy Enstitüleri, bir mektup ve fotoğrafın hikâyesi

Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Erdal Atıcı - 24SaatGazetesi

Erdal ATICI
KÖY ENSTİTÜLERİ VE ÇAĞDAŞ EĞİTİM VAKFI BAŞKANI

Cumhuriyet, 17 Nisan 2021

Türk eğitim tarihinin en önemli fotoğraflarından biridir bu fotoğraf. Aynı zamanda Cumhuriyetin eğitime, özellikle de kızların eğitimine verdiği önemin belgelerinden biridir.

Yer: Hasanoğlan Köy Enstitüsü

Köy Enstitülerinin kurucuları, Cumhurbaşkanı İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Enstitünün idare binasının önünde oturmuşlar, kız öğrencilerden biri onlara şiir okuyor, hepsi dikkatle dinliyor…

Yüzleri aydınlık ve umutlu…

Bu fotoğraf Köy Enstitülerinin arkasındaki çelik gibi sağlam iradenin fotoğrafıdır bir bakıma…

Bu belleğimize kazınan ve çok yerde karşılaştığımız fotoğrafın izini sürüyordum kaç zamandır. Fotoğrafı kimin çektiği belli değildi, kız öğrenci kimdi, merak ediyordum.

Köy Enstitüleri ile ilgili fotoğrafların birçoğunu Tonguç kendi fotoğraf makinesiyle (o makine İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfı’nda sergilenmektedir) çekmiştir. O nedenle, kendi yoktur fotoğraflarda. Bir de Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğretmenlerinden Mustafa Güneri’nin fotoğrafları anlatır bize Enstitülerdeki destansı çalışmaları…

Bu fotoğrafın onlara ait olmadığını saptamıştım.

Geçtiğimiz günlerde, Hasanoğlan Köy Enstitüsü çıkışlı, Aşır Ergin Bölük’ten bir mektup aldım. Bölük, mektubunda önce Avanos’a bağlı Genezin (Özkonak) köyünden Eğitmen Cemal Bölük’ün oğlu olduğunu, kendisinden başka üç kardeşinin de (Meliha, Faruk, Mustafa) Köy Enstitülerinden mezun olduğunu anlatıyor. Sonra da Enstitüye girişinden ve öğrenciliğinden söz ediyordu.

Aşır Bölük, köyünden 5 arkadaşıyla birlikte 10 Ağustos 1940 tarihinde Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü’ne kayıt yaptırıyor. İkinci sınıftayken, yeni kurulmakta olan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne 20 kişilik bir ekiple katılıyorlar. Pazarörenliler adına bir bina yapıp teslim ediyorlar. Ödül olarak, Eskişehir, Balıkesir, Savaştepe Köy Enstitülerine bir gezi yapıyorlar. Bu arada, Hasanoğlan’da öbür Enstitülerden gelen ekiplerden, türkü, şarkı, halk oyunları öğrenip, Pazarören’e döndüklerinde bir eğlenti düzenleyip öğrendiklerini sergiliyorlar.

BELGE NİTELİĞİNDE MEKTUP

Bugün Nevşehir’e bağlı Özkonak, o zamanlar Kırşehir’e bağlı. Hasanoğlan Köy Enstitüsü açılınca, Pazarören’de okuyan Kırşehirliler, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne aktarılıyor. Aşır Bölük de 3. sınıfta Hasanoğlan’a geliyor…

Aşır Bölük mektubunda önce fotoğraf makinesini nasıl aldığını, sonra da o fotoğrafı nasıl çektiğini anlatıyor:

“1942 yılı, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde okul eğitim amaçlı tüfekle atış yaptırdı. Bu atışta 800 öğrenci içinde 3 mermide hedefe atışla 11-12-12 vurdum ve birinci seçildim. O zaman okul bana törenle bir Agfa fotoğraf makinesi hediye etti. Arkadaşların resmini çekerdim. Bu arada Abdullah Özkucur Ağabeyimin de çok resmini çektim. Yine 1942 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, büyük eğitimci İsmail Hakkı Tonguç geldiler, kız kardeşim Meliha Bölük öğrenci, konuklara okumak için bir şiir yazmış, o şiirini okurken, ben de o anın resmini çekme şansı buldum.

Şiirinin bir bölümü şöyleydi:

‘Atamız geliyor hele bir bakın
Yolunda engeller gelmesin sakın,
Atamız geliyor ileri akın,
Ulu önderimize gidelim.’

İnönü, bir çam fidanını göstererek bana menşeini sordu. ‘Barajdan geldi efendim’ dedim.”

Aşır Bölük bundan sonra o fotoğrafın birçok yerde kullanılmasından duyduğu mutluluğu da dile getiriyor ve “Enstitüler, on yıl daha devam etseydi memleketin çehresi değişirdi” diyor.

Bugün Marmaris’te yaşayan Aşır Bölük’ün bu güzel ve belge niteliğini taşıyan mektubunu aldıktan sonra kendisini telefonla aradım. 94 yaşında olan bu değerli öğretmenimizden fotoğraftaki kız öğrencinin, kız kardeşi Meliha Bölük’ün de hayatta olduğunu öğrendim.

Geçtiğimiz hafta O’nu da aradım. Bugün 90’lı yaşlarında olan Meliha öğretmenimizden o günün, (şiiri okuduğunda 13 yaşındaymış) anısını dinledim.

AYDINLANMA SAVAŞÇILARI

Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde 1942-1947 yılları arasında öğrencilik yaptığını, o şiirlerin çocukça şeyler olduğunu, daha sonraları da şiir yazdığını, ama kitap olarak toplamadığını, o gün okul müdürü Hürrem Arman’ın gelen konuklara şiir okumasını önerdiğini, mutlulukla kabul ettiğini söyledi…

“O kadar yakın davrandılar ki hiç yabancılık çekmedim. Dikkatle dinlediler ve beni tebrik ettiler. Gurur duydum yalnızca… O yılın 17 Nisan törenlerinde Hasanoğlan Köy Enstitüsü orta kısım adına da bir şiir okumuştum, yine törende İnönü, Yücel ve Tonguç Baba vardı.”

Hem Meliha hem de Aşır öğretmenlerimiz ilerleyen yaşlarına karşın, enstitülerde yaşadıklarını hiç unutmamışlar. Köy Enstitülerinin kuruluşunun 81. yılını kutladığımız bugünlerde biz de enstitüleri ve enstitülerin her aşamasında katkı koyan iş kahramanlarını, aydınlanma savaşçılarını hiç unutmayalım, unutturmayalım

Yalanlar, Algılar ve Koltuklar

Yalanlar, Algılar ve Koltuklar

Alev Coşkun
Cumhuriyet, 22 Kasım 2020

Bugünlerde MacDonald’ın, Truth (Gerçek) adlı kitabıyla ilgileniyorum. Hangi gerçekler ve farklı gerçekler konusu tartışılıyor.

Bu kitapta kimi yalanların nasıl doğru ve kimi doğruların nasıl yalanlaştırıldığı üzerinde duruluyor.

Yazar, “kısmi doğrular”, “öznel doğrular”, “yapay doğrular” ve “bilinmeyen doğrular” üzerinde duruyor.

Ayrıca Yalın Alpay’ın “Yalanın Siyaseti/ Post-Truth, Truth” kitabı var… Yalanın meşrulaştırılması, gerçeklerin önemsizleştirilmesi ve hileli akıl yürütme üzerinde duruluyor…

Değişik düşünceler, değişik kökenler, değişik inançlar, daima farklı bakış açıları yaratacaktır. Değişik bakış açılarına ve değişik görüşlere saygı duymak, uygar bir toplumun temel ilkesidir.

Siyasal iktidarlar çoğu zaman daima kendi görüşlerinin doğru olduğunu ileriye sürerler. Bu yargı, kuşkusuz ülkemiz için de geçerlidir.

Bir başka gerçek şudur:

Siyasal iktidarlar zayıflayıp kamuoyunda destekleri azaldıkça hırçınlaşırlar.

Böylesi durumlarda, siyasal liderler hep kendilerinin söylediklerinin ve düşündüklerinin doğru olduğunu ileriye sürer. “Ya benim gibi düşünürsün ya da karşısın, düşmansın” ayrımcılığı ortaya çıkar.

ALGI OPERASYONU

Siyasal iktidarlar, koltuklarında kalabilmek için çoğu zaman algı operasyonlarını kullanmıştır.

1930’larda İtalya’da Mussolini ve Almanya’da Hitler’in yaptıkları unutulmamalıdır. Hitler’in propaganda Bakanı Goebbels’in yalanları nasıl doğru gibi takdim ettiği tarihe geçmiştir.

Faşist ve Nazi dönemlerinde yalanlar bir devlet doğrusu gibi takdim edilmişlerdir.

Çoğu zaman liderlerin söylediği, “devlet projesi” olarak sunulmuştur.

Geçen hafta ülkemizde de “devlet projesi” görüşü ortaya atıldı. Buna göre, Kanal İstanbul devlet projesidir ve buna karşı çıkmak lidere karşı çıkmaktır, devlete karşı çıkmaktır.

Kanal İstanbul, Milli Güvenlik Kurulu’nda konuşuldu ve devletin resmi strateji belgesine girdi de haberimiz mi yok?

YALANLAR VE İSTATİSTİKLER

Yalanlarla ilgili olarak genel kabul görmüş bir sloganı unutmayalım. Şöyle ki; “Yalanlar, çok büyük yalanlar ve istatistikler.” Bu slogan, bugünlerde ülkemizde yoğun bir biçimde uygulanıyor.

Hele sonuncusu, TÜİK’in Türkiye ekonomisi ile ilgili istatistiklerine, gelir dağılımı ve işsizlikle ilgili rakamlarına ne demeli? TÜİK’e göre ekonomi çok güzel ve yerinde, Sağlık Bakanlığı’na göre Covid-19’un sayıları çok düşük.

Hangisine inanacağız, gerçek nerede?

KOLTUĞA YAPIŞMAK

Bir konu daha var ki epeyce güncel. Politikacılar ister iktidarda ister muhalefette elde ettikleri makamları, oturdukları koltukları terk etmek istemiyorlar. İşte ABD Başkanı Trump, koltuğu için dört bir yana saldırıyor. Seçim sonuçlarını kabul etmek istemiyor. Eğer Amerikan siyasal sisteminin, 200 yılı aşkın geçmişi ve oturmuş kurumları olmasa, Seçimler hilelidir, bu nedenle başkanlığı terk etmiyorum, sürdürüyorum” diyecek.

Ülkemizde de bunun örnekleri yaşanmadı mı? Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde anayasa ve seçim yasası bir yana itilerek mühürsüz oy pusulaları geçerli sayılmadı mı?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde, “Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu” gibi tarihe geçecek ilginç bir açıklamayla, seçim iptal edilip yenilenmedi mi? Ancak 16 bin olan fark 800 bine çıkınca söyleyecek bir şeyleri kalmadı. Açık fark karşısında sonuçları kabul ettiler.

1950 UNUTULMASIN

İşte bu noktada, 14 Mayıs 1950 seçimlerini hatırlatmak istiyorum. 1950’de, bundan 70 yıl önce, iktidarın barış içinde, yeni kurulmuş ve seçimi kazanmış olan DP’ye devredilmesi çok önemlidir. Adeta bir sınır taşıdır.

“Canım, seçim yapılmış ve DP kazanmış, devretmeyecekti de ne yapacaktı?” Bu soru sorulabilir. Ancak olay bu kadar basit değil… DP Genel Başkanı Bayar’ın, “iki jandarma ile bizi tutuklayabilirlerdi” dediği söylenir.

Günün koşulları unutulmamalı… Bir imparatorluk yıkılmış. Bağımsızlık savaşı kazanılmış. Bir ihtilal olmuş, yeni bir idare ve Cumhuriyet kurulmuş.

İsyanlar çıkmış (Şeyh Sait, Dersim gibi) bastırılmış, kan dökülmüş.

Çağdaşlaşma hareketleri olmuş, devrimler yapılmış… Birçok kişi tutuklanmış, cezalandırılmış. Ve tek parti, 27 yıldır iktidarda.

O nedenle barış içinde, kimsenin burnu kanamadan devir-teslim çok önemli.

21. yüzyılın 20. yılında, 2020’de, ABD’de başkan koltuğu bırakmamak için türlü yollara başvururken; 20. asrın ortalarında, 1950’de, daha önce pek de etkin bir siyasal deneyimi olmayan bir ülkede, tek partinin iktidarının hiç itiraz etmeden, barış içinde siyasi iktidarı devretmesi çok önemlidir…

BEYAZ İHTİLAL

Saygın siyasetbilimci Prof. Maurice Duverger, ünlü kitabı Siyasal Partiler’de işte bunun için şöyle diyor:

“…Türk tek parti sistemi, hiçbir zaman bir tek parti doktrinine dayanmamış; tekele resmi bir nitelik vermemiş, liberal demokrasiyi ortadan kaldırma arzusuyla meşrulaştırmaya çalışmamıştır. Sahip olduğu tekelden daima rahatsızlık, utanç duymuştur.” (s.360)

Duverger, kitabının “Tek Parti ve Demokrasi” bölümünde, Atatürk Türkiyesi’ne önemli bir yer ayırmıştır. Duverger şöyle diyor: “1923 sonrası Türk Devrimidir. Türkiye engelsiz ve sıkıntısız şekilde tek parti sisteminden plüralizme (çoklu sisteme) geçmiştir. Bugün, Ortadoğu devletlerinin en demokratik olanıdır.” Duverger’e göre, “basiretle uygulanan bir tek parti yönetimi, bugün gerçek bir demokrasinin kuruluşunu mümkün kılacak…” çalışmalar yapmıştır. (s.364)

Batı dünyasının tüm siyasetbilimcileri, 1950 seçimlerini ve iktidarın barış içinde devir-teslimini “beyaz ihtilal” olarak niteliyor.

Demokrasi, bir erdem rejimidir. Muhalefete ve karşı düşünceye saygı duyacaksın. Demokrasinin evrensel ilkelerini kabul edeceksin. Halkın oyuna inanacaksın.

Tek parti, tek parti diye her gün itibarsızlaştırmaya çalıştıkları parti, işte bu demokratik hareketi yapmıştır.

Diktatör, diktatör dedikleri Cumhurbaşkanı İnönü, tarihe geçen bu demokratik hareketi gerçekleştirmiştir.

İki ayyaş diye itibarsızlaştırmak istedikleri İnönü, işte böyle demokrasiye inanmış bir liderdi.

Yalanlar, algılar, koltuğa yapışmalar ayrı, gerçekler ayrıdır…

“KÜRT SORUNU”nun ÇÖZÜMÜ TOPRAK REFORMU!

“KÜRT SORUNU”nun ÇÖZÜMÜ TOPRAK REFORMU!


Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net,
profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı’nın çok önemli bir yazısı, AYDINLIK Gazetesi haber kapısında (portalı) 02.11.2015 günü yayımlandı : (http://www.aydinlikgazete.com/ozgurluk-meydani/ulkede-topraksiz-ciftci-birakilmamalidir-h78146.html)

 – Ülkede topraksız çiftçi bırakılmamalıdır..

Son zamanlarda okuduğumuz en iç açıcı yazılardan biri.. Sayın Prof. Mustafa Kaymakçı, uzun yıllardır tanıştığımız bir bilim emekçisi. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden emekli.. Bu önemli yazıyı biz de web sitemizde paylaştık ve alt bölümünde irdelemelerimiz oldu.
(http://ahmetsaltik.net/2015/11/03/ataturk-ulkede-topraksiz-ciftci-birakilmamalidir/)

Sayın Prof. Kaymakçı, ufuk açan bu önemli yazısını şu önerilerle bağlıyor :

Özetle çözüm                   :

Emek ekseninde, emek ve sermaye ilişkisinde aranmıyor. Aslında hiçe sayılan ya da
emeği ile üreten Türk ve Kürt kökenli yurttaşlarımızın çıkarları ortak.
Bu konunun farkına varıldığında çözüm kendiliğinden gelecektir.

Ancak Kürt sorununun çözümü, egemenler arasında etnik kökenli kültürel zeminde ve kimi zamanlar açıkça dile getirilen ucu açık özerk yapılanmalarda aranıyor. Sanki bunlar gerçekleştirildiği zaman Kürt kökenli yurttaşların yoksulluk sorunları çözülecekmiş gibi bir görüntü yaratılıyor.

Çözüm; kırsallığın ağır bastığı

  • Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da toprak devrimi temelinde ve Kooperatifleşmeyle sağlanabilecektir.

Bu durum Türkiye’nin başka bölgelerine de örnek olabilecektir.
Ancak bu örnek, Kürt egemenleri kadar en az Türk egemenleri tarafından istenmeyen
bir örnektir.

Köylülerin örgütlenmesi, işçilerin de, diğer emeği ile geçinenlerin de örgütlenmesine
hız getirecek ve daha eşitlikçi bir düzeni Türkiye’de oluşturacaktır.

*****

Gördünüz mü AÇILIMCILAR, burnundan kıl aldırmayan akiller,
yarı tanrı (!) politikacılar??

Ülkemizin; kökleri çok gerilerde, Osmanlı’da yatan ve kapitalistlerle – feodal toprak ağalarının işbirliği ile günümüze dek bilerek çözülmeyerek,
halkımızın kanlı bir iç savaşla bölünmesi için kama olarak kullanılan
yapay bir sorun! Çözüm önerisi de yurtsever bir Ziraat Mühendisinden geliyor!

Yüce ATATÜRK, yaşamı boyunca TOPRAK REFORMU için çabaladı. Ancak verili koşullar bu tasarımını yaşama geçirmesine olanak vermedi. Cumhurbaşkanı İnönü
önderliğinde Atatürk’ün partisi CHP 1945’te son bir atak yaptı, 4753 sayılı
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu kabul edildi ancak
o da mütegallibe ittifakı ile ne yazık ki kadük edildi.

Günümüzde “KÜRT SORUNU” diye utanmazca adlandırılan ve yüz kızartıcı biçimde sömürülen yapay sorun, aslında bir ekonomik-politik demokrasi sorunudur ve sorumlusu başta Kürt toprak ağaları ile onları açıktan destekleyen sermaye sınıfıdır.

Ne hazindir ki, günümüzde özerklik – bölünme uğruna emperyalizm adına vekaleten savaşan HDP – PKK ve öbür yapılanmalar hiçbir biçimde

* Doğu – Güneydoğuda toprak reformundan, feodalitenin tasfiyesinden söz etmiyorlar!?

“Kürtlerin Kürtçü önderleri”nin (!) binlerce dönüm toprakları, onlarca köyleri ve
binlerle marabaları (toprak köleleri, reaya) vahşice sürdürülüyor.

  • Ahmet Türk’ün Mardin’de, E. Sedat Bucak’ın Urfa’da… uçsuz bucaksız toprakları kilometrelerce / otomobille saatlerce git git bitmiyor!? Niçin ??
  • Narko- Dolarlar Narko-sektör boyutuna vardı ve PKK’nın başlıca finansman kaynağı oldu..
  • T.C. Devleti neden bu sefil halkaları kırmıyor da “AÇILIM” tiyatrosu oynuyor onyıllardır??
  • Üstelik 30 yıldır onbinlerce masum cana, yüzmilyarlarca dolar korkunç faturaya karşın??

Öcalan, Demirtaş vd. neden bu konuda tek bir tümce (cümle) kurmuyor, kurAmıyorlar??

Üsüne üstlük, emperyalizmin taşeronu bölücü terör örgütleri, T.C. Devletinin bölge insanına götürdüğü kamu yatırımlarını engellemeye çabalıyor, okulları, dozerleri… yakıp yıkıyor, inşaatlarda çalışan yoksul Kürt işçileri öldürüyor!

Bu son olgu bile, oynanan oyunun gerçek niteliğini tüm çıplaklığıyla ortaya koymuyor mu?

Hal böyle iken, “başka başka notalar“dan çalanlar için geriye 2 hazin trajik damga kalıyor..

Aptal ve / veya Hain!

Sevgi ve saygı ile.
04 Kasım 2015, Ankara

PEMBE KÖŞKE (İSMET İNÖNÜ EVİ) ZİYARET ÇAĞRISI..

PEMBE KÖŞKE (İSMET İNÖNÜ EVİ)
ZİYARET ÇAĞRISI..

Değerli Dostlarımız, 

“29 Ekim Cumhuriyet Bayramı”  nedeniyle, Pembe Köşk olarak bilinen 
İSMET İNÖNÜ EVİ,  24 Ekim – 29  Kasım 2015 arasında her gün saat 10.00-12.00 ve 13.00-17.00 arasında okullarımızın ve halkımızın ziyaretine
ücretsiz olarak açılacaktır. 

Pembe Köşk yılda 2 kez ziyarete açılıyor ve her kezinde değişik konular işleniyor. 

Bu yıl sergimizin adı; “İkinci Dünya Savaşının Sona Erişinin 70. Yıldönümü” 

1939’dan 1945 yılına dek süren 2. Dünya Savaşı sürecinde dünyada ve bu savaşa girmemeyi başaran Türkiye’de yaşananları anımsatmak istedik. 

2015 aynı zamanda 1. Dünya Savaşından sonra, bütün dünyaya karşı açtığımız Kurtuluş Savaşımızın utkuyla sonuçlanması sayesinde kurulan
Türkiye Cumhuriyeti’nin 92. yıldönümü.

 Sergimizde bu iki savaşla ilgili elimizde olan fotoğrafları, belgeleri, nesneleri bulacaksınız. 

Kurtuluş Savaşında Akşehir Karargahı’nın kapısında asılı olan Osmanlıca
Garp Cephesi Kumandanlığı” yazısının seramikten yapılmış özgününü
ilk kez sergiliyoruz. 

Kurtuluş Savaşında çekilmiş çoğu 1922 tarihli fotoğrafları ve o dönemde kullanılan silahları da görebileceksiniz. 

2. Dünya Savaşının dünyayı nasıl kasıp kavurduğunu ve bu dönemde savaşa girmemeyi başaran Türkiye’de ne sıkıntılar yaşandığını anlatmaya da çalıştık. 

2. Dünya Savaşı sırasında Cumhurbaşkanı İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı Köşkündeki kütüphanesinde çalışmalarını gösteren fotoğraf ve nesneleri sergimizde bulacaksınız.  

Bunların arasında  özel kütüphanesinin raflarında sıralanmış 8.000 kitaptan
örnekler de var. 

Her sergide olduğu gibi İnönü ailesinin özel yaşantısını yansıtan elbiselerini, eşyalarını sergilemeyi de unutmadık.                       

24 Ekim Cumartesi günü saat 10.00’da başlayarak ziyaretinizi bekler,
saygılar sunarım.

Özden TOKER
İnönü Vakfı Başkanı

=============================

Dostlar,

2. Cumhurbaşkanımız Saygın Devlet adamı İsmet İNÖNÜ‘nün kızı
Sayın Özden TOKER, İnönü Vakfı Başkanı olarak her yıl aile adına bu çağrıyı yapıyor..

Pembe Köşk bir tarih ve anı mekanı.

portre

İsmet Paşa, Büyük Atatürk‘ün sağ kolu ve en yakın dava  ve silah arkadaşı. Kurtuluş Savaşımızda ve Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında imza attığı dev başarılar ve hizmetler saymakla bitmez.. Örn. 2. Dünya Paylaşım Savaşı kıyametine ülkemizi sokmayışı.. W. Churchill gibi bir siyaset dehasını aşarak..

 

1946’da çok partili yaşama sancısız geçiş ve iktidarı, Cumhurbaşkanlığını devri gibi..

Öncesinde Lozan Kahramanlığı gibi..

Daha öncesinde Kurtuluş Savaşında 1. ve 2. İnönü Utkuları gibi..
Sakarya’da ve Kocatepe’de Başkomutan ATATÜRK‘ün sağ kolu oluşu gibi.

Tüm bu özverilere ve üstün komutanlık – devlet ve siyaset adamlığı başarımına (performansına) karşın gördüğü değerbilirsizlikler hatta gadirler de az değildir.

Pembe Köşk ne denli alçakgönüllüdür (mütevazidir)!
Binlerce kitap – belge içermektedir Saygın İnönü tarafından okunan..

Pembe_KoskŞimdiki yasa – hukuk dışı KAÇAK SARAY‘ın yoksul halkımızın sırtından muazzam şatafatına bakıyoruz da midemiz bulanıyor.. Bay RTE en son hangi kitabı okudu acaba? Bir yabancı gazete, haber ajansında birşeyler işledi mi? Yabancı dil bilmez ki! Okumaz ki, okuyamaz ki!

 

Kendisini eleştiren akademisyenlere, Bn. Merkel gelmesin.. diyen aydınlara “Mankurt” diye hakaret etmeyi kendine hak görecek bir devlet başkanı durumdadır..  Yurttaşlar ağzını açınca da hakaret davaları saniye gecikmiyor..

*****

Pembe Köşk…

“29 Ekim Cumhuriyet Bayramı” nedeniyle, Pembe Köşk olarak bilinen 
İSMET İNÖNÜ EVİ, 24 Ekim – 29 Kasım 2015 arasında her gün saat 10.00-12.00
ve 13.00-17.00 arasında okullarımızın ve halkımızın ziyaretine ücretsiz olarak açılacaktır.

Bu fırsatı değerlendirmek, çok değerli tarihsel belgeleri görmek, çocuklarımıza
tarih bilinci kazandırmak, İnönü ailesine bir tür vefa borcu ödemek adına..
Pembe Köşk’ü (İNÖNÜ EVİ’ni) ziyaret çağrısına karşılık verelim..

Sevgi ve saygı ile.
19 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kim Hitlere Benziyor?


Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Mahmut Adem, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin
emekli öğretim üyelerindendir. Ülkemizin eğitim tarihini iyi bilenlerdendir. Bu yazısında salt eğitim tarihimizden örneklerle Başbakan RTE’nin nasıl gerici adımlar dayattığını ve Anayasa’yı, Devrim Yasalarını (md. 174) çiğneyerek eğitimi dincileştirdiğini işliyor.
Bir yanda Yüce Atatürk ve en yakın dava ve silah arkadaşı İsmet İnönü’nün devrimci ve ilerici adımları, bir yandan RTE’nin despot – dinci dayatmaları..
Hitler’e kim benziyor??

Sevgi ve saygı ile.
27.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================

Kim Hitlere Benziyor?

portresi
Prof. Dr. Mahmut Adem
Atatürkçü Düşünce Derneği
Yazı Kurulu ve Bilim Danışma Kurulu Üyesi

Gezi Parkı direnişi konusunda Başbakan Erdoğan’ın yaklaşımına, Almanya’nın önde gelen bir haftalık gazetesi, RTE’ye Hitler bıyığı takıp saçlarını da onunki gibi taranmış bir fotoğraf yayınlamış, “yeni diktatör” başlığını atmış. Benzer bir karikatür de Fransa’da

Le Monde gazetesinde yayınlanmış.

Hiç kuşku yok, bunun yorumunu okuyucu yapacaktır.

CHP genel başkanı ve öbür yöneticiler Başbakan’a “diktatör” deyince onlara yüklenmek, hatta belki de Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’yü halkın gözünden düşürmek için zaman zaman tek parti dönemini kötülemeye girişir. Çoğuna söylediği “diktatör mü arıyorlar, aynaya baksınlar, sizin geçmişiniz belli, genel başkanınız İsmet İnönü’nün bıyığı da Hitler’in bıyığına benziyordu..” vb.

  • “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…”
Bizce burada önemli olan kişinin ne yaptığıdır. Bu bağlamda ben şu konu üzerinde durmak istiyorum:
Eğitimde, özellikle yükseköğretimde İsmet Paşa ne yaptı? RTE ne yapıyor?Bu bağlamda geçmişten ve günümüzden kimi kesitler sunacağım. Amacım, kesinlikle İsmet İnönü ile RTE’yi karşılaştırmak değildir.Çünkü;
Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşı,
– Kurtuluş Savaşı’nın Batı Cephesi komutanı,
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı,
Lozan barış görüşmelerinin Başdelegesi,
– 2. Cumhurbaşkanı,
– ülkemizi 2. Dünya Savaşı dışında tutan büyük devlet adamı,
– çok partili demokratik düzene geçişi büyük bir özen ve başarı ile gerçekleştiren,
– daha açık deyişle ülkemizin çok partili demokrasiye geçişini gerçekleştiren
(hiç kuşku yok, RTE’nın başbakan olmasının önünü açan) devlet başkanı…
1972 yılında kurultayca partisinin genel başkanlığına seçilen Bülent Ecevit’i, demokrasiye olan inancı ve ulusal iradeye saygısı gereği ceketini düğmeleyip kutlayarak bir demokrasi destanı yazmış, dolayısıyla tarihe mal olmuş
İsmet Paşa ile RTE hiçbir biçimde karşılaştırılamaz.
Eskilerin deyişi ile RTE, İsmet Paşa’nın eline su bile dökemez.
  • Bir ulus bireyleri ancak bir türlü eğitim görebilir.
    Bir ülkede iki türlü eğitim, iki tür insan yetiştirir.
    Bu ise; duygu ve düşünce birliğini ve dayanışma amaçlarını
    bütünüyle yok eder.”
İşte bu gerekçe ile Büyük Önder’in öncülüğünde İnönü Hükümeti, ulusal birliği güçlendirmek ve pekiştirmek amacıyla 1924’te Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) yasasını çıkarmıştır.RTE hükümeti;
– ulusu dindar-kindar / laik,
– türbanlı/ çağdaş,
– alevi/ sünni vb.
ayrıştırmak ve hayal kurduğu İslam devletine uygun insan yetiştirmek için
4+4+4 gece yarısı yasasını dayatmıştır.
Böylece 89 yıl önceki iki kanallı eğitime dönülmüş,
iki tür insan yetiştirilmeye başlanmıştır.
Bununla da yetinilmemiş, “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alıyorum.” demesiyle
RTE, 10,5 yıldır yaptıklarının üstüne tuz biber ekmiş, ulusal birliği temelinden sarsmıştır.İnönü Hükümeti;- başta Öğretim Birliği,
– hukuk devrimi,
– harf devrimi,
– dil devrimi,
– üniversite reformu…
olmak üzere gerçekleştirdiği devrimlerle, çağdaş uygarlığın yapı taşlarını birer birer örmüştür. Devrimlere karşı çıkan, hatta büyük taarruzdan birkaç ay önce Konya’da bir medrese talebelerinin askere alınmamalarını bizzat Başkomutan Mustafa Kemal’den isteyen Osmanlı medresesi kapatılmıştır. Ve evrensel ölçülerde bilim ve araştırma kurumu olan yeni bir üniversite kurulmuştur. İşte bugünkü AKP kadroları, anılan bu cumhuriyet okullarında yetişmiştir!Din eğitimi vermek için okullarda
anayasal olarak zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi okutuluyor.RTE iktidarında resmi ve kaçak Kuran kursları Milli Eğitim Bakanlığı denetiminden çıkarılmış ve
Kuran kurslarına gitmek isteyenlerin yaş sınırını kaldırılmıştır.

Buna karşın okullara

– “zorunlu” seçmeli Kuranı kerim,
– Hz. Muhammet’in hayatı,
– temel dini bilgiler,
– Arapça… vb. dersler konulmuştur.

  • Böylece bir tür herkese Arap alfabesi öğrenme zorunluluğu getirilmiş,
    Harf Devrimi yok sayılmıştır!
Kendi kendime soruyorum:
Hangi Arap ülkesinde Türkçe, okullarda ders olarak okutuluyor?
  • RTE hükümeti,
    Abdullah Gül’ün de koşulsuz onayı ile bilim yuvası çağcıl üniversiteyi
    yeniden “medreseleştirmiştir”.
– Bir üniversite, 33 yıl Osmanlı’yı gaddarca yöneten “Abdülhamit”e “fahri doktora” unvanı vermiştir.
Başka bir rektör de, mensubu olduğu tıp fakültesi için “ben buranın kimyasını değiştireceğim..” diyebiliyor.
Bu gücü kimden alıyor?
  • İslami eğitim veren sibyan medreseleri kaçak olarak kurulabiliyor.
Denetleyen var mı? Bir sonraki hedefleri, var olan İslam üniversitelerine ek olarak, yoğun şeriat eğitimi verilen ve Mısır’daki “Müslüman kardeşlerin” yetiştirildiği
El Ezher Medresesini Türkiye’de açmak mı?
Cumhurbaşkanı İnönü yönetiminde;
– ulusal,
– bilimsel,
– laik,
– karma ve
– uygulamalıeğitim verilen Eğitmen Kursları açılmış ve Köy Enstitüleri kurulmuştur.
Bu kurumlarda Cumhuriyetin öğretmenleri yetiştiriliyordu. Hedef ülke nüfusunun
% 80’inin yaşadığı 40 bin dolayındaki köyde yaygın olan bilisizliği (cehaleti) tümüyle ortadan kaldırmaktı. O günlerde ilköğretim sorununu şöyle değerlendiriyor Cumhurbaşkanı İnönü:

  • “İlköğretimi olmayan ülkelerde ortaçağ yönetimi tüm şekilleriyle sürer. Bilmeyen, siyasi güç sahiplerinin elinde, Ortaçağ”da olduğu gibi köle hayatı sürer. Hür vatandaşlardan birleşik bir millet olmanın çarelerinin başında, ilköğretim çaresi vardır. Davayı bu kadar geniş ve derin görmeliyiz.
    İlköğretim davası insan olmak, millet olmak davasıdır…” 

Oysa RTE yönetimi, temel yurttaşlık eğitiminin verildiği 8 yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretimi 4+4+4 ucube yasası ile kesintili duruma getirmiş, böylece
imam-hatiplerin orta kısmını yeniden açmıştır.

Burada amaç, imam-hatiplerin gözde okullar olmasını sağlamaktır.
Ayrıca bu okul mezunlarının üniversitelerin tüm bölümlerine girmeleri sağlanmıştır.

Bu, Anayasa’nın 174. maddesine göre korunacak devrim yasalarının ilki olan
Öğretim Birliği yasasını yok saymaktır.

Çünkü bu yasada imam-hatip okullarının amacı, “imamlık ve hatiplik gibi dinsel hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli memurlar yetiştirmektir”.Cumhurbaşkanı İnönü yönetiminde 1946’da çıkarılan üniversiteler yasası ile,
ilk kez üniversitelere bilimsel ve yönetsel özerklik verilmiştir (A. S. 4936 sayılı yasa). Üniversite öğretim üyelerine, rektör-dekan vb. yöneticilerini seçme hakkı tanınmıştır.1956’da Demokrat Parti iktidarının üniversite özerkliğine müdahalesi üzerine
ana muhalefet lideri İnönü şöyle diyor:
  • “Özerk üniversiteyi rejimin temel öğelerinden biri sayarız.
    İktidar (DP), özerk üniversiteyi dili olmayan, işe yaramayan bir unsur haline getirmek istiyor. Bu yanlıştır, zararlıdır. ”

Bugün üniversitelerde rektör olmanın en önemli ölçütleri, AKP’den milletvekili aday adayı olmak, türbana yandaş olmak vb. Bu, RTE iktidarının amacı, üniversiteyi işe yaramayan bir kurum haline getirmek değil de nedir?

1960 askeri yönetimi Milli Birlik Komitesince çıkarılan bir yasa ile görevden alınan 147 öğretim üyesi, İsmet İnönü hükümetince çıkarılan başka bir yasa ile 1962’de yeniden eski görevlerine dönmüşlerdir.

12 Mart 1971 askeri müdahalesinden sonra başta Genel Kurmay Başkanı Tağmaç olmak üzere askerler üniversite özerkliğini kaldırmak istiyor. Ancak CHP lideri İnönü
şu gerekçe ile karşı çıkıyor:

“Üniversitedeki elemanlar Türkiye’nin en iyi eğitim görmüş, en iyi yetişmiş insanlarıdır. Oların kendilerini yönetemeyeceklerini nasıl kabul edebiliriz?”12 Eylül 1980 darbesini yapan generallerden yaşayan ikisinden yargıda darbenin hesabını sormak isteyen RTE iktidarı, darbe yasası YÖK’ü kullanarak üniversiteyi medreseleştiriyor.
Rektörler, Profesörler düzmece iddialarla 5 yıldır Silivri zindanında tutuklular.
  • RTE iktidarı, 11 yıldır adım adım ulusal, bilimsel, laik ve karma eğitimi dinselleştiriyor.

Buna karşı olan bilim insanları, aydınlar, gazeteciler, askerler Silivri zindanında.
Neden?
Çünkü onlar yurtsever, demokrat, laik, cumhuriyetçi, Atatürkçü.

Bu örnekler, bu yazının boyutu aşacak biçimde çoğaltılabilir.
Sonuçta eğitimde izlediği politikalara ve yaptığı uygulara bakıldığında İsmet Paşa mı diktatör Hitlere benziyor, Başbakan Erdoğan mı?

Buna okuyucu karar verecek. Bizden söylemesi.

Rifat SERDAROĞLU : Şşşşt, bir bak hele!

 

Şşşşt, bir bak hele!
Rifat SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@superonline.com 
portresi3 
*Cumhuriyet yanlış temeller üzerine kuruldu.
*Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (Atatürk diyemez, dili kurur) 
Dersim’de Katliam yaptı. İnsanları mağaralarda sinek gibi öldürttü.
*Cumhurbaşkanı İnönü aynı Hitler(Tarihteki en gaddar katil) gibidir.
Bunların kökü budur.
*Cumhurbaşkanı Demirel, İşçi Partisinin koyunu oldu.
*Kılıçdaroğlu, katil Esed’le kol kola.
*Bahçeli, kandan-şehit cenazelerinden beslenir.

T.C Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan..
bunların tamamını, 
hatta çok daha ağırlarını siz söylediniz.
Hakkın rahmetine kavuşmuş Devletimizin kurucularına-Devlet Büyüklerimize, 
zekâsının gölgesi bile sizden daha akıllı olan Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiniz. 
Türk Vatanı uğruna can vermiş şehitlerimize “Kelle” diyerek küfür ettiniz.
Kalp kırdınız, ah aldınız.
 
Şimdi lütfen beni iyice dinleyin ve diyeceklerimi vicdanınızda tartın, 
sonra konuşalım;-Siz Demokratik Rejim sayesinde Başbakan oldunuz.
Ağır hakaret ettiğiniz Cumhuriyetin kurucuları Türk Devletini kurmasalar

ve sonra gelen Devlet Adamlarımız Demokratik Rejime geçmeselerdi, 
sizin şimdi geri getirmek için uğraştığının “İslam Devleti” devam etseydi, 
siz şimdi ofis olarak sülalece kullandığınız Dolmabahçe Sarayına, 
ziyaretçi olarak dahi girebilir miydiniz?
 
-Atatürk’ten bu yana görev yapan Siyaset ve Devlet Adamlarımız da, 
sizin gibi seçimle işbaşına geldiler. Her şartta Demokratik Rejimi 
korumaya çalıştılar, Türk Vatanının birliğini-bütünlüğünü-Türkçenin tekliğini 
asla pazarlık konusu yapmadılar. Dış güçler tarafından başımıza bela edilen 
terörle mücadele ettiler. 54 Bin insanımızı öldürten Narko-Terör Örgütünün 
emrine girmediler.

-Hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımız kezlerce darbelere maruz kalmalarına 
karşın, içlerinden hiçbirinin zamanında, Türk Ordusu’nun Genelkurmay Başkanı 
“Terör Örgütü Önderi” olarak zindana atılmadı.

-Sizden evvel görev yapan ve bugün sizin hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımız, 
servetlerinin ve yaptıkları hizmetlerinin hesabını verdiler ve görevlerini açık alınla kendilerinden sonra gelenlere teslim ettiler. Siz ve çocuklarınız servetlerinizdeki 
olağanüstü artışı açık-net bir şekilde açıklayabiliyor musunuz?
“Velinimetiniz” Erbakan-“Önderim” dediğiniz Barzani dostu Federasyoncu Özal
ve
“Ablam” dediğiniz Çiller servetlerinin kaynaklarını açıklayabiliyorlar mı?
-Bilerek hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımızın tümünün savaş yılları dâhil 
kullandığı örtülü ödenek tutarı, sizin tek başınıza kullandığınız örtülü ödenek
tutarı kadar değildi. Bunların hiçbiri devletin uçağıyla, çoluk-çocuk, torun-torba,
konu-komşu kızlarının diploma törenine gidip, haram yemediler.
-Katil-Faşist-Diktatör-Koyun dediğiniz Devlet Adamlarımızın hiçbirinin zamanında 
Türk Bayrağı taşımak, Atatürk’ün Türk Gençliğine Hitabesini okumak suç olarak gösterilemedi, TC kaldırılmadı, Ne Mutlu Türküm Diyene ilkesi silinmedi, 
PKK paçavrası taşımak suç olmaktan çıkarılmadı.

  • TC Başbakanı Erdoğan;

Yazılanları okuduktan sonra şu soruya da vicdanınızda cevap verin lütfen :

Uludere’de yaşanan vahşet, İnönü’nün zamanında yaşansaydı, ne diyecektiniz?

Reyhanlı’da yaşanan katliam-facia, Demirel zamanında yaşansaydı,
ne diyecektiniz?

TC Başbakanı Erdoğan, sizin Türk Milleti ile olan hesabınız çok kabarık.
Allah ömür verirse, mutlaka ve mutlaka Türk Tarihine, Türk Milletine Türk Yargısına bu dünyada iken hesap vereceksiniz.

Öteki dünyada kimin nasıl hesap vereceğini sadece Allah bilir.
Ama sizi orada da 
Suriye Müftüsü bekleyecek. 
 
Müftü;
  • Erdoğan Allahın huzuruna çıktığında, ben de orada olacağım.
    O’ndan, ellerine silah verip üzerimize gönderdiği eşkıyalar vasıtasıyla 
    Suriye’de 40 Bin Müslüman’ın öldürülmesine sebep olduğu için şikâyetçi olacağım.”
     diyor!
Sırada, “Sağ-salim ülkenize dönmeniz için dua ediyorum” dediğiniz
Amerikan askerlerinin öldürdüğü-tecavüz ettiği Irak ve Afganistan’daki 
milyonlarca Müslüman’ın hakları var.
 
Sizin hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımız, başta Büyük Atatürk olmak üzere, 
tamamı bu İslam ülkelerinde hala hayır-dua ile anılmaktadırlar.Yetti mi Türkiyeli?