Etiket arşivi: “İslam Devleti”

İslam devleti, vicdani ret ve en sonuncu kavga

  • Habere göre Bursa Bölge Adliye Mahkemesinin bir kararında laik nitelikli “Cumhuriyet” olan “Türkiye Devleti”, “İslam devleti” olarak tanımlanıyor.

İslam devleti, vicdani ret ve en sonuncu kavga


ALİ RIZA AYDIN
Anayasa Mahkemesi Em. Raportörü

Türkiye bir İslam devleti mi?
“Bu soru da nerden çıktı” denilmeli haklı olarak.

Cumhuriyetin ilerlemeci ve aydınlanmacı değerleriyle gelişen yönetsel ve anayasal gelişme tezlerine ve yürürlükteki Anayasaya göre sorunun yanıtı açık ve net: Hayır!

Tarikat ve cemaatlerle de desteklenen kimi dinsel kişi ve kesimler, kimi siyasiler “% 90 üstünde” bir niceliksel değeri de kullanarak İslam devleti diyor; kimileri de bu savlarını din özgürlüğüyle ilişkilendirerek, İslam devleti demeden işine ve ihtiyacına göre çifte kullanım yapıyor.

Kimi mahkeme kararlarında din özgürlüğünün diğer tüm hak ve özgürlüklere (AS: ağır) bastığını, onları ikincilliğe ittiğini; kimi kararlarda da dinselliğe dayalı gerekçelerin kullanıldığını görüyoruz.

Anayasa ve diğer hukuk kuralları yanına yapılan eklemelerle ya da yargıcın vicdani kanaatiyle dinsel davranış kurallarından destek alınması laik hukuk devletine, laik cumhuriyet ilkelerine aykırı.

Laiklik din özgürlüğüne değil, din özgürlüğü laikliğe dayanması gerekirken; laiklik temel ilkesi, din özgürlüğünün altına itilip yok ediliyor.

AKP’nin başlattığı ve düzen içi siyasetin de benimsemekten kaçınmadığı sözde genişletilmiş, esnetilmiş laiklik nitelendirmesi “din özgürlüğü” başlığı altında, Anayasa Mahkemesinin de desteğiyle olağanlaştırıldı.

Bu genel değerlendirmelerle birlikte (Sabah Gazetesi kaynaklı, Dilek Yaman Demir imzalı, soL’da bizim de aktardığımız bir haber durumu din özgürlüğünden başka bir zemine taşıyor. Haberdeki karara ulaşamadık ama -ki böyle bir karar varsa ulaşamamak da haberdir, yoksa haberin nedeni ve amacı haber olur- bu başlıklardan hareketle birkaç notun aktarılmasında yarar var. Habere göre

  • Bursa Bölge Adliye Mahkemesinin bir kararında laik nitelikli “Cumhuriyet” olan “Türkiye Devleti”, “İslam devleti” olarak tanımlanıyor.

Bir yurttaşın dinsel inancı gereği askere gitmeyi reddetmesine ilişkin davada

  • “Türkiye Cumhuriyeti her ne kadar İslam devleti olsa da diğer dinlere de hoşgörülüdür

denilerek vicdani redde onay verilirken yapılıyor bu tanımlama. Hukuktan, meşruiyetten uzaklaşan sakatlıklar dikkat çekici.

Birincisi, vicdani reddi insan hak ve özgürlüğünden uzaklaşarak dinsel hoşgörüye -haberde İslam dini hoşgörüsüne- bağlamak hukuksal dayanaklardan uzaklaştırır ve dinsel inanç temelli gerekçeye oturtur.

Hukuk ve toplumsal yaşam bir dine dayandırıldığı an o dinin çıkarına gelip dayanır ki burada hoşgörü soyutlaşır, din özgürlüğü de biter, hak ve özgürlükler de…

İkincisi, din özgürlüğü dinsel inancı içerdiği gibi inanmamayı da içerir ki vicdani ret konusunda yalnızca başka bir dine hoşgörüyü esas almak din özgürlüğünü sınırlandırmış olur. Zorunlu din dersinden muafiyet konusunda da aynı yaklaşım vardı.

Üçüncüsü ve en önemlisi de, konunun içinde geçtiği devletin, hem laiklik ilkesine, hem din özgürlüğüne hem de kaynağını aldığı Anayasaya aykırı olarak bir din devleti, İslam devleti olarak tanımlanması; böylece devletin temel düzeninin din kurallarına dayandırılması.

Cumhuriyet din konusunu zamana yayılan bir geçişle çözdü. Özü şuydu ki, İslam bir dönem devletin dini olarak tanımlansa bile, 1923’den başlayarak devletin şekli “Cumhuriyet”ti, “İslam devleti” değildi.

  • İslam devleti tanımlamasının yapılması hem açık bir reddi/tanımamayı, hem siyasal İslam iktidarının nitelendirmesini hem de ilerlemeci ve aydınlanmacı Cumhuriyete karşı yerine konulacağı anlatır. 2023 provası gibi de okunabilir.

Dine müdahale edilmeyecek ama din her alana müdahale edebilecek; yeni laiklik tanımları bu. Buradan İslam devleti sözcüklerini kullanmak zor olmuyor. Biri özgürlük diyor, diğeri din devleti;  eşitsizlik dinle beslenerek yaşamını sürdürüyor, sınıf mücadelesi dinle kırılıyor. Burjuva devletinin laiklik tanımı bir öyle, bir böyle… Halka ait olanla değil sömürücü egemenin ihtiyacına göre dönüp duruyor.

Vicdani ret konusu ise uluslararası sözleşmelerde ve kimi anayasalarda yer alması ya da yorumlanması zamana bağlı olarak kabul gören, zorunlu askerliğin reddine dayalı bir insan hakkı. Burjuva düzeninin genel yaklaşımı burada da söz konusu; vicdani ret bireysel. Politik görüşe, ahlaki değere, dinsel inanca dayandırılabiliyor ama ağırlık dinsel inançta.

  • Birleşmiş Milletler devletleri vicdani ret hakkını tanımaya davet ederken,
    konuyu inanç özgürlüğünün bir parçası olarak görüyor.
  • İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinden İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine dek birçok sözleşmede inanç özgürlüğü kapsamında değerlendiriliyor.
  • Türkiye’de yasaklama yok ama düzenleme de yok.

Dinsel inanç özgürlüğü, sınıfsallıktan kaynaklanan nedenlerle eşitsizliklerle, ayrımcılıklarla birlikte yaşıyor.

  • Dinselliğin devlete, hukuka, siyasete, bireysel ve toplumsal yaşam tarzına yönelik müdahaleleri, baskı ve saldırıları, istismarları saymakla bitmez. Adına da “özgürlük” denir. Oysa burjuvazinin “özgürlükçülük oyunu”dur oynanan ve bu alanda sermaye sınıfıyla dinsellik birlikte hareket eder.

Askerliğin reddine kapitalist/emperyalist düzende bakışın süreci uzun, değişen koşullara göre öyküsü de karmaşık. Konunun bireyselliğe, dinselliğe, inanca bağlanması sömürücü düzenin ve savaşa bakışının istediği durum. Buradaki hoşgörünün sınırını da kapitalizmin, emperyalizmin, milliyetçiliğin, dinselliğin bütünsel savaş ve sömürü ihtiyacı belirliyor. Emekçilere, eşitsizlikle beslenen ve sermaye sınıfı tarafından çerçevelenen bir hak ve özgürlük tanınıyor yalnızca. Emperyalist savaşlar için duydukları ihtiyaç da aynı sömürünün parçası.

Komünistlerin bu konuya bakışı bireysellikten, bireysel insan hakkından, dinsel inanç özgürlüğünden, sömürücü düzenin göstermelik kararlarından, özgürlükçülük oyunlarından çok ötede, diliyle ve özüyle çok farklı.

  • Sömürücülere, emperyalist paylaşımlara, savaş ve işgallere, kanla sulanan düzene, insanca ve eşit yaşamayı yok edenlere,
  • Düzenleri için emekçileri emekçilerle savaştırmaya kalkışanlara karşı çıkış sömürücülere karşı sınıfsal mücadeleyi gerektiriyor.

“Bu kavga en sonuncu kavga” olacak ve Enternasyonal’le kurtulacak insanlık…

Kim Hitlere Benziyor?


Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Mahmut Adem, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin
emekli öğretim üyelerindendir. Ülkemizin eğitim tarihini iyi bilenlerdendir. Bu yazısında salt eğitim tarihimizden örneklerle Başbakan RTE’nin nasıl gerici adımlar dayattığını ve Anayasa’yı, Devrim Yasalarını (md. 174) çiğneyerek eğitimi dincileştirdiğini işliyor.
Bir yanda Yüce Atatürk ve en yakın dava ve silah arkadaşı İsmet İnönü’nün devrimci ve ilerici adımları, bir yandan RTE’nin despot – dinci dayatmaları..
Hitler’e kim benziyor??

Sevgi ve saygı ile.
27.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================

Kim Hitlere Benziyor?

portresi
Prof. Dr. Mahmut Adem
Atatürkçü Düşünce Derneği
Yazı Kurulu ve Bilim Danışma Kurulu Üyesi

Gezi Parkı direnişi konusunda Başbakan Erdoğan’ın yaklaşımına, Almanya’nın önde gelen bir haftalık gazetesi, RTE’ye Hitler bıyığı takıp saçlarını da onunki gibi taranmış bir fotoğraf yayınlamış, “yeni diktatör” başlığını atmış. Benzer bir karikatür de Fransa’da

Le Monde gazetesinde yayınlanmış.

Hiç kuşku yok, bunun yorumunu okuyucu yapacaktır.

CHP genel başkanı ve öbür yöneticiler Başbakan’a “diktatör” deyince onlara yüklenmek, hatta belki de Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’yü halkın gözünden düşürmek için zaman zaman tek parti dönemini kötülemeye girişir. Çoğuna söylediği “diktatör mü arıyorlar, aynaya baksınlar, sizin geçmişiniz belli, genel başkanınız İsmet İnönü’nün bıyığı da Hitler’in bıyığına benziyordu..” vb.

  • “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…”
Bizce burada önemli olan kişinin ne yaptığıdır. Bu bağlamda ben şu konu üzerinde durmak istiyorum:
Eğitimde, özellikle yükseköğretimde İsmet Paşa ne yaptı? RTE ne yapıyor?Bu bağlamda geçmişten ve günümüzden kimi kesitler sunacağım. Amacım, kesinlikle İsmet İnönü ile RTE’yi karşılaştırmak değildir.Çünkü;
Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşı,
– Kurtuluş Savaşı’nın Batı Cephesi komutanı,
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı,
Lozan barış görüşmelerinin Başdelegesi,
– 2. Cumhurbaşkanı,
– ülkemizi 2. Dünya Savaşı dışında tutan büyük devlet adamı,
– çok partili demokratik düzene geçişi büyük bir özen ve başarı ile gerçekleştiren,
– daha açık deyişle ülkemizin çok partili demokrasiye geçişini gerçekleştiren
(hiç kuşku yok, RTE’nın başbakan olmasının önünü açan) devlet başkanı…
1972 yılında kurultayca partisinin genel başkanlığına seçilen Bülent Ecevit’i, demokrasiye olan inancı ve ulusal iradeye saygısı gereği ceketini düğmeleyip kutlayarak bir demokrasi destanı yazmış, dolayısıyla tarihe mal olmuş
İsmet Paşa ile RTE hiçbir biçimde karşılaştırılamaz.
Eskilerin deyişi ile RTE, İsmet Paşa’nın eline su bile dökemez.
  • Bir ulus bireyleri ancak bir türlü eğitim görebilir.
    Bir ülkede iki türlü eğitim, iki tür insan yetiştirir.
    Bu ise; duygu ve düşünce birliğini ve dayanışma amaçlarını
    bütünüyle yok eder.”
İşte bu gerekçe ile Büyük Önder’in öncülüğünde İnönü Hükümeti, ulusal birliği güçlendirmek ve pekiştirmek amacıyla 1924’te Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) yasasını çıkarmıştır.RTE hükümeti;
– ulusu dindar-kindar / laik,
– türbanlı/ çağdaş,
– alevi/ sünni vb.
ayrıştırmak ve hayal kurduğu İslam devletine uygun insan yetiştirmek için
4+4+4 gece yarısı yasasını dayatmıştır.
Böylece 89 yıl önceki iki kanallı eğitime dönülmüş,
iki tür insan yetiştirilmeye başlanmıştır.
Bununla da yetinilmemiş, “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alıyorum.” demesiyle
RTE, 10,5 yıldır yaptıklarının üstüne tuz biber ekmiş, ulusal birliği temelinden sarsmıştır.İnönü Hükümeti;- başta Öğretim Birliği,
– hukuk devrimi,
– harf devrimi,
– dil devrimi,
– üniversite reformu…
olmak üzere gerçekleştirdiği devrimlerle, çağdaş uygarlığın yapı taşlarını birer birer örmüştür. Devrimlere karşı çıkan, hatta büyük taarruzdan birkaç ay önce Konya’da bir medrese talebelerinin askere alınmamalarını bizzat Başkomutan Mustafa Kemal’den isteyen Osmanlı medresesi kapatılmıştır. Ve evrensel ölçülerde bilim ve araştırma kurumu olan yeni bir üniversite kurulmuştur. İşte bugünkü AKP kadroları, anılan bu cumhuriyet okullarında yetişmiştir!Din eğitimi vermek için okullarda
anayasal olarak zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi okutuluyor.RTE iktidarında resmi ve kaçak Kuran kursları Milli Eğitim Bakanlığı denetiminden çıkarılmış ve
Kuran kurslarına gitmek isteyenlerin yaş sınırını kaldırılmıştır.

Buna karşın okullara

– “zorunlu” seçmeli Kuranı kerim,
– Hz. Muhammet’in hayatı,
– temel dini bilgiler,
– Arapça… vb. dersler konulmuştur.

  • Böylece bir tür herkese Arap alfabesi öğrenme zorunluluğu getirilmiş,
    Harf Devrimi yok sayılmıştır!
Kendi kendime soruyorum:
Hangi Arap ülkesinde Türkçe, okullarda ders olarak okutuluyor?
  • RTE hükümeti,
    Abdullah Gül’ün de koşulsuz onayı ile bilim yuvası çağcıl üniversiteyi
    yeniden “medreseleştirmiştir”.
– Bir üniversite, 33 yıl Osmanlı’yı gaddarca yöneten “Abdülhamit”e “fahri doktora” unvanı vermiştir.
Başka bir rektör de, mensubu olduğu tıp fakültesi için “ben buranın kimyasını değiştireceğim..” diyebiliyor.
Bu gücü kimden alıyor?
  • İslami eğitim veren sibyan medreseleri kaçak olarak kurulabiliyor.
Denetleyen var mı? Bir sonraki hedefleri, var olan İslam üniversitelerine ek olarak, yoğun şeriat eğitimi verilen ve Mısır’daki “Müslüman kardeşlerin” yetiştirildiği
El Ezher Medresesini Türkiye’de açmak mı?
Cumhurbaşkanı İnönü yönetiminde;
– ulusal,
– bilimsel,
– laik,
– karma ve
– uygulamalıeğitim verilen Eğitmen Kursları açılmış ve Köy Enstitüleri kurulmuştur.
Bu kurumlarda Cumhuriyetin öğretmenleri yetiştiriliyordu. Hedef ülke nüfusunun
% 80’inin yaşadığı 40 bin dolayındaki köyde yaygın olan bilisizliği (cehaleti) tümüyle ortadan kaldırmaktı. O günlerde ilköğretim sorununu şöyle değerlendiriyor Cumhurbaşkanı İnönü:

  • “İlköğretimi olmayan ülkelerde ortaçağ yönetimi tüm şekilleriyle sürer. Bilmeyen, siyasi güç sahiplerinin elinde, Ortaçağ”da olduğu gibi köle hayatı sürer. Hür vatandaşlardan birleşik bir millet olmanın çarelerinin başında, ilköğretim çaresi vardır. Davayı bu kadar geniş ve derin görmeliyiz.
    İlköğretim davası insan olmak, millet olmak davasıdır…” 

Oysa RTE yönetimi, temel yurttaşlık eğitiminin verildiği 8 yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretimi 4+4+4 ucube yasası ile kesintili duruma getirmiş, böylece
imam-hatiplerin orta kısmını yeniden açmıştır.

Burada amaç, imam-hatiplerin gözde okullar olmasını sağlamaktır.
Ayrıca bu okul mezunlarının üniversitelerin tüm bölümlerine girmeleri sağlanmıştır.

Bu, Anayasa’nın 174. maddesine göre korunacak devrim yasalarının ilki olan
Öğretim Birliği yasasını yok saymaktır.

Çünkü bu yasada imam-hatip okullarının amacı, “imamlık ve hatiplik gibi dinsel hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli memurlar yetiştirmektir”.Cumhurbaşkanı İnönü yönetiminde 1946’da çıkarılan üniversiteler yasası ile,
ilk kez üniversitelere bilimsel ve yönetsel özerklik verilmiştir (A. S. 4936 sayılı yasa). Üniversite öğretim üyelerine, rektör-dekan vb. yöneticilerini seçme hakkı tanınmıştır.1956’da Demokrat Parti iktidarının üniversite özerkliğine müdahalesi üzerine
ana muhalefet lideri İnönü şöyle diyor:
  • “Özerk üniversiteyi rejimin temel öğelerinden biri sayarız.
    İktidar (DP), özerk üniversiteyi dili olmayan, işe yaramayan bir unsur haline getirmek istiyor. Bu yanlıştır, zararlıdır. ”

Bugün üniversitelerde rektör olmanın en önemli ölçütleri, AKP’den milletvekili aday adayı olmak, türbana yandaş olmak vb. Bu, RTE iktidarının amacı, üniversiteyi işe yaramayan bir kurum haline getirmek değil de nedir?

1960 askeri yönetimi Milli Birlik Komitesince çıkarılan bir yasa ile görevden alınan 147 öğretim üyesi, İsmet İnönü hükümetince çıkarılan başka bir yasa ile 1962’de yeniden eski görevlerine dönmüşlerdir.

12 Mart 1971 askeri müdahalesinden sonra başta Genel Kurmay Başkanı Tağmaç olmak üzere askerler üniversite özerkliğini kaldırmak istiyor. Ancak CHP lideri İnönü
şu gerekçe ile karşı çıkıyor:

“Üniversitedeki elemanlar Türkiye’nin en iyi eğitim görmüş, en iyi yetişmiş insanlarıdır. Oların kendilerini yönetemeyeceklerini nasıl kabul edebiliriz?”12 Eylül 1980 darbesini yapan generallerden yaşayan ikisinden yargıda darbenin hesabını sormak isteyen RTE iktidarı, darbe yasası YÖK’ü kullanarak üniversiteyi medreseleştiriyor.
Rektörler, Profesörler düzmece iddialarla 5 yıldır Silivri zindanında tutuklular.
  • RTE iktidarı, 11 yıldır adım adım ulusal, bilimsel, laik ve karma eğitimi dinselleştiriyor.

Buna karşı olan bilim insanları, aydınlar, gazeteciler, askerler Silivri zindanında.
Neden?
Çünkü onlar yurtsever, demokrat, laik, cumhuriyetçi, Atatürkçü.

Bu örnekler, bu yazının boyutu aşacak biçimde çoğaltılabilir.
Sonuçta eğitimde izlediği politikalara ve yaptığı uygulara bakıldığında İsmet Paşa mı diktatör Hitlere benziyor, Başbakan Erdoğan mı?

Buna okuyucu karar verecek. Bizden söylemesi.

Rifat SERDAROĞLU : Şşşşt, bir bak hele!

 

Şşşşt, bir bak hele!
Rifat SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@superonline.com 
portresi3 
*Cumhuriyet yanlış temeller üzerine kuruldu.
*Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (Atatürk diyemez, dili kurur) 
Dersim’de Katliam yaptı. İnsanları mağaralarda sinek gibi öldürttü.
*Cumhurbaşkanı İnönü aynı Hitler(Tarihteki en gaddar katil) gibidir.
Bunların kökü budur.
*Cumhurbaşkanı Demirel, İşçi Partisinin koyunu oldu.
*Kılıçdaroğlu, katil Esed’le kol kola.
*Bahçeli, kandan-şehit cenazelerinden beslenir.

T.C Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan..
bunların tamamını, 
hatta çok daha ağırlarını siz söylediniz.
Hakkın rahmetine kavuşmuş Devletimizin kurucularına-Devlet Büyüklerimize, 
zekâsının gölgesi bile sizden daha akıllı olan Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiniz. 
Türk Vatanı uğruna can vermiş şehitlerimize “Kelle” diyerek küfür ettiniz.
Kalp kırdınız, ah aldınız.
 
Şimdi lütfen beni iyice dinleyin ve diyeceklerimi vicdanınızda tartın, 
sonra konuşalım;-Siz Demokratik Rejim sayesinde Başbakan oldunuz.
Ağır hakaret ettiğiniz Cumhuriyetin kurucuları Türk Devletini kurmasalar

ve sonra gelen Devlet Adamlarımız Demokratik Rejime geçmeselerdi, 
sizin şimdi geri getirmek için uğraştığının “İslam Devleti” devam etseydi, 
siz şimdi ofis olarak sülalece kullandığınız Dolmabahçe Sarayına, 
ziyaretçi olarak dahi girebilir miydiniz?
 
-Atatürk’ten bu yana görev yapan Siyaset ve Devlet Adamlarımız da, 
sizin gibi seçimle işbaşına geldiler. Her şartta Demokratik Rejimi 
korumaya çalıştılar, Türk Vatanının birliğini-bütünlüğünü-Türkçenin tekliğini 
asla pazarlık konusu yapmadılar. Dış güçler tarafından başımıza bela edilen 
terörle mücadele ettiler. 54 Bin insanımızı öldürten Narko-Terör Örgütünün 
emrine girmediler.

-Hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımız kezlerce darbelere maruz kalmalarına 
karşın, içlerinden hiçbirinin zamanında, Türk Ordusu’nun Genelkurmay Başkanı 
“Terör Örgütü Önderi” olarak zindana atılmadı.

-Sizden evvel görev yapan ve bugün sizin hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımız, 
servetlerinin ve yaptıkları hizmetlerinin hesabını verdiler ve görevlerini açık alınla kendilerinden sonra gelenlere teslim ettiler. Siz ve çocuklarınız servetlerinizdeki 
olağanüstü artışı açık-net bir şekilde açıklayabiliyor musunuz?
“Velinimetiniz” Erbakan-“Önderim” dediğiniz Barzani dostu Federasyoncu Özal
ve
“Ablam” dediğiniz Çiller servetlerinin kaynaklarını açıklayabiliyorlar mı?
-Bilerek hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımızın tümünün savaş yılları dâhil 
kullandığı örtülü ödenek tutarı, sizin tek başınıza kullandığınız örtülü ödenek
tutarı kadar değildi. Bunların hiçbiri devletin uçağıyla, çoluk-çocuk, torun-torba,
konu-komşu kızlarının diploma törenine gidip, haram yemediler.
-Katil-Faşist-Diktatör-Koyun dediğiniz Devlet Adamlarımızın hiçbirinin zamanında 
Türk Bayrağı taşımak, Atatürk’ün Türk Gençliğine Hitabesini okumak suç olarak gösterilemedi, TC kaldırılmadı, Ne Mutlu Türküm Diyene ilkesi silinmedi, 
PKK paçavrası taşımak suç olmaktan çıkarılmadı.

  • TC Başbakanı Erdoğan;

Yazılanları okuduktan sonra şu soruya da vicdanınızda cevap verin lütfen :

Uludere’de yaşanan vahşet, İnönü’nün zamanında yaşansaydı, ne diyecektiniz?

Reyhanlı’da yaşanan katliam-facia, Demirel zamanında yaşansaydı,
ne diyecektiniz?

TC Başbakanı Erdoğan, sizin Türk Milleti ile olan hesabınız çok kabarık.
Allah ömür verirse, mutlaka ve mutlaka Türk Tarihine, Türk Milletine Türk Yargısına bu dünyada iken hesap vereceksiniz.

Öteki dünyada kimin nasıl hesap vereceğini sadece Allah bilir.
Ama sizi orada da 
Suriye Müftüsü bekleyecek. 
 
Müftü;
  • Erdoğan Allahın huzuruna çıktığında, ben de orada olacağım.
    O’ndan, ellerine silah verip üzerimize gönderdiği eşkıyalar vasıtasıyla 
    Suriye’de 40 Bin Müslüman’ın öldürülmesine sebep olduğu için şikâyetçi olacağım.”
     diyor!
Sırada, “Sağ-salim ülkenize dönmeniz için dua ediyorum” dediğiniz
Amerikan askerlerinin öldürdüğü-tecavüz ettiği Irak ve Afganistan’daki 
milyonlarca Müslüman’ın hakları var.
 
Sizin hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımız, başta Büyük Atatürk olmak üzere, 
tamamı bu İslam ülkelerinde hala hayır-dua ile anılmaktadırlar.Yetti mi Türkiyeli?