Etiket arşivi: HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ

Yarın 23 Nisan!

Hikmet Altınkaynak

Geçen cumartesi Köy Enstitülerinin kuruluşunun 81. yıldönümü kutlandı. Gazetemizin “Olaylar  ve Görüşler” sayfasında da bu konuyu Mustafa Gazalcı, Erdal Atıcı, Hadi Olcay Taşlı, Hilmi Taşkın, aydınlatıcı yazılarıyla ele aldılar, okumuşsunuzdur. Ellerine, yüreklerine sağlık. (Kutlama bu gün de Cumhuriyet Kitap’ta var.)

Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı, yazar Erdal Atıcı’nın yazısı birinci sayfadan “79 yıllık fotoğrafın hikâyesi” başlığıyla öne çıkıyordu. Çünkü Enstitü tarihinde çok önemli bir belgeydi. Atıcı’nın aktardığı fotoğraf ve anlattığı hikâye de Köy Enstitülerinin önemini canlı tanıklarıyla, görsel olarak da gündeme taşıyordu. Çok sevdim.

Bu fotoğraf, 17 Nisan 1942’de Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde öğrenci Aşir Bölük tarafından çekilmiş. Fotoğrafta kutlama için Enstitüye gelen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile okul müdürü Hürrem Arman var. Fotoğrafı çekenin kardeşi, 13 yaşındaki Meliha Bölük, konuklar için yazdığı şiiri defterinden okuyor. Her iki kardeş de yıllarca öğretmenlik yapmışlar, ikisi de 90’ı aşan yaşta, yaşıyorlar.

İşte bu fotoğrafın/hikâyenin ortaya koyduğu gerçek eğitime, kız öğrencilere, sanata, edebiyata, kültüre önem veren bir anlayışın öğrenciden cumhurbaşkanına kadar içtenlikli/yücegönüllü tablosuydu, Cumhuriyet yönetiminin başarısıydı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün mucizesiydi…

Hasan Âli Yücel

Cumhuriyet yönetiminin efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel şairdi, yazardı, dilciydi, eğitimciydi, felsefe öğretmeniydi. Alev Coşkun’un bir kitabına verdiği adla “Aydınlanmanın Devrimcisi”ydi.

Yücel, Köy Enstitülerini kuran Bakandı. Atatürk’ün yaptığı devrimlerin kökleşmesini, kurumsallaşmasını sağlamak için uğraştı. Eğitimde, üniversitede reformun, “Anadolu  Rönesansı” nın mimarıydı.

  • Dünya klasiklerini Türkçeye kazandırandı.
  • Türkiye O’nun çabalarıyla UNESCO’ya üye oldu.

Yarın kutlayacağımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için “23 Nisan” şiirini yazandı:

Yirmi üç Nisan…
Yurdu koruyan
Yarını kuran
Sen ol çocuğum!..

Eskiyi unut,
Yeni yolu tut.
Türklüğe umut
Sen ol çocuğum!..

Bizi Kurtaran
Öndere inan.
Sözünü tutan
Sen ol çocuğum!..

Küçücüksün bugün,
Yarın büyürsün.
Her işte üstün
Sen ol çocuğum!..

Çalışıp öğren;
Her şeyi bilen,
Yurduna güven
Sen ol çocuğum!”

TBMM’nin açılışı

  • TBMM, 23 Nisan 1920’de, 101 yıl önce Milli Mücadele sırasında açıldı ve babadan oğula geçen 700 yıllık Osmanlı hanedanlığı, tarih sahnesinden silindi.

Ardından 29 Ekim 1923’te “Cumhuriyet” ilan edildi ve TBMM ilk cumhurbaşkanı olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü seçti. Böylece,

  • 23 Nisan hem ulusal egemenliğin tek kişiden millete geçmesinin hem de yıllardır savaş yüzünden kimsesiz kalan çocuklarımızın bayramı oldu.

Cumhuriyet, henüz ilan edilmeden Mustafa Kemal, 2 Kasım 1922’de Petit Parisien muhabirine “Yeni Türkiye’nin Eski Türkiye ile hiçbir alakası yoktur. Osmanlı hükümeti tarihe geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuştur” demecini verdi. (Atatürk, Söylev ve Demeçler, c.3, s 50-51, TTK Yayınları, 1954)

Bir yıl sonra, 17 Şubat 1923’te de İzmir İktisat Kongresi’ni açarken Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopuşu şu sözlerle açıkladı:

  • “…Teşkilat-ı Esasiye Kanunu da Osmanlı İmparatorluğu’nun, Osmanlı devletinin öldüğünü idrak ve ifade eden ve onun yerine yeni Türkiye Devleti’nin kaim olduğunu ilan eyleyen bir kanundur ve bu devletin hayatının bilakaydüşart hâkimiyetin milletin uhdesinde kalmasiyle mümkün olacağını ifade eden bir kanundur.” (Atatürk, Söylev ve Demeçleri C.2, s.106, 1952)

Ama hâlâ Osmanlı Devleti’nin öldüğüne inanmayan, dogmatik uykusunda uyuyanlar var!?

Bir de şimdi Söylev’i (Nutuk) yasaklama cüreti gösterenler çıktı! Tam bir kâbus!

İşte bu bayram, ulusal egemenliğin tek kişinin değil milletin olduğunu belgeleyen bir bayram.

İşte bu bayram, çocukların geleceğimiz demek olduğunu, onlara verilen değeri gösteren bir bayram.

Hangi ülkenin böylesine güzel, bir günde yaşadığı çifte bir bayramı var ki?

Bayramımız hepimize kutlu olsun!

Köy Enstitüleri, bir mektup ve fotoğrafın hikâyesi

Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Erdal Atıcı - 24SaatGazetesi

Erdal ATICI
KÖY ENSTİTÜLERİ VE ÇAĞDAŞ EĞİTİM VAKFI BAŞKANI

Cumhuriyet, 17 Nisan 2021

Türk eğitim tarihinin en önemli fotoğraflarından biridir bu fotoğraf. Aynı zamanda Cumhuriyetin eğitime, özellikle de kızların eğitimine verdiği önemin belgelerinden biridir.

Yer: Hasanoğlan Köy Enstitüsü

Köy Enstitülerinin kurucuları, Cumhurbaşkanı İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Enstitünün idare binasının önünde oturmuşlar, kız öğrencilerden biri onlara şiir okuyor, hepsi dikkatle dinliyor…

Yüzleri aydınlık ve umutlu…

Bu fotoğraf Köy Enstitülerinin arkasındaki çelik gibi sağlam iradenin fotoğrafıdır bir bakıma…

Bu belleğimize kazınan ve çok yerde karşılaştığımız fotoğrafın izini sürüyordum kaç zamandır. Fotoğrafı kimin çektiği belli değildi, kız öğrenci kimdi, merak ediyordum.

Köy Enstitüleri ile ilgili fotoğrafların birçoğunu Tonguç kendi fotoğraf makinesiyle (o makine İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfı’nda sergilenmektedir) çekmiştir. O nedenle, kendi yoktur fotoğraflarda. Bir de Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğretmenlerinden Mustafa Güneri’nin fotoğrafları anlatır bize Enstitülerdeki destansı çalışmaları…

Bu fotoğrafın onlara ait olmadığını saptamıştım.

Geçtiğimiz günlerde, Hasanoğlan Köy Enstitüsü çıkışlı, Aşır Ergin Bölük’ten bir mektup aldım. Bölük, mektubunda önce Avanos’a bağlı Genezin (Özkonak) köyünden Eğitmen Cemal Bölük’ün oğlu olduğunu, kendisinden başka üç kardeşinin de (Meliha, Faruk, Mustafa) Köy Enstitülerinden mezun olduğunu anlatıyor. Sonra da Enstitüye girişinden ve öğrenciliğinden söz ediyordu.

Aşır Bölük, köyünden 5 arkadaşıyla birlikte 10 Ağustos 1940 tarihinde Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü’ne kayıt yaptırıyor. İkinci sınıftayken, yeni kurulmakta olan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne 20 kişilik bir ekiple katılıyorlar. Pazarörenliler adına bir bina yapıp teslim ediyorlar. Ödül olarak, Eskişehir, Balıkesir, Savaştepe Köy Enstitülerine bir gezi yapıyorlar. Bu arada, Hasanoğlan’da öbür Enstitülerden gelen ekiplerden, türkü, şarkı, halk oyunları öğrenip, Pazarören’e döndüklerinde bir eğlenti düzenleyip öğrendiklerini sergiliyorlar.

BELGE NİTELİĞİNDE MEKTUP

Bugün Nevşehir’e bağlı Özkonak, o zamanlar Kırşehir’e bağlı. Hasanoğlan Köy Enstitüsü açılınca, Pazarören’de okuyan Kırşehirliler, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne aktarılıyor. Aşır Bölük de 3. sınıfta Hasanoğlan’a geliyor…

Aşır Bölük mektubunda önce fotoğraf makinesini nasıl aldığını, sonra da o fotoğrafı nasıl çektiğini anlatıyor:

“1942 yılı, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde okul eğitim amaçlı tüfekle atış yaptırdı. Bu atışta 800 öğrenci içinde 3 mermide hedefe atışla 11-12-12 vurdum ve birinci seçildim. O zaman okul bana törenle bir Agfa fotoğraf makinesi hediye etti. Arkadaşların resmini çekerdim. Bu arada Abdullah Özkucur Ağabeyimin de çok resmini çektim. Yine 1942 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, büyük eğitimci İsmail Hakkı Tonguç geldiler, kız kardeşim Meliha Bölük öğrenci, konuklara okumak için bir şiir yazmış, o şiirini okurken, ben de o anın resmini çekme şansı buldum.

Şiirinin bir bölümü şöyleydi:

‘Atamız geliyor hele bir bakın
Yolunda engeller gelmesin sakın,
Atamız geliyor ileri akın,
Ulu önderimize gidelim.’

İnönü, bir çam fidanını göstererek bana menşeini sordu. ‘Barajdan geldi efendim’ dedim.”

Aşır Bölük bundan sonra o fotoğrafın birçok yerde kullanılmasından duyduğu mutluluğu da dile getiriyor ve “Enstitüler, on yıl daha devam etseydi memleketin çehresi değişirdi” diyor.

Bugün Marmaris’te yaşayan Aşır Bölük’ün bu güzel ve belge niteliğini taşıyan mektubunu aldıktan sonra kendisini telefonla aradım. 94 yaşında olan bu değerli öğretmenimizden fotoğraftaki kız öğrencinin, kız kardeşi Meliha Bölük’ün de hayatta olduğunu öğrendim.

Geçtiğimiz hafta O’nu da aradım. Bugün 90’lı yaşlarında olan Meliha öğretmenimizden o günün, (şiiri okuduğunda 13 yaşındaymış) anısını dinledim.

AYDINLANMA SAVAŞÇILARI

Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde 1942-1947 yılları arasında öğrencilik yaptığını, o şiirlerin çocukça şeyler olduğunu, daha sonraları da şiir yazdığını, ama kitap olarak toplamadığını, o gün okul müdürü Hürrem Arman’ın gelen konuklara şiir okumasını önerdiğini, mutlulukla kabul ettiğini söyledi…

“O kadar yakın davrandılar ki hiç yabancılık çekmedim. Dikkatle dinlediler ve beni tebrik ettiler. Gurur duydum yalnızca… O yılın 17 Nisan törenlerinde Hasanoğlan Köy Enstitüsü orta kısım adına da bir şiir okumuştum, yine törende İnönü, Yücel ve Tonguç Baba vardı.”

Hem Meliha hem de Aşır öğretmenlerimiz ilerleyen yaşlarına karşın, enstitülerde yaşadıklarını hiç unutmamışlar. Köy Enstitülerinin kuruluşunun 81. yılını kutladığımız bugünlerde biz de enstitüleri ve enstitülerin her aşamasında katkı koyan iş kahramanlarını, aydınlanma savaşçılarını hiç unutmayalım, unutturmayalım

Kuruluşunun 80. yılında yaşayan efsane: Köy Enstitüleri

Kuruluşunun 80. yılında yaşayan efsane: Köy Enstitüleri

Ayşe Gülsün Bilgehan kimdir? - Yeni Akit Gazetesi

Gülsün Bilgehan
İnönü Vakfı Başkan Yardımcısı
18 Nisan 2020, Cumhuriyet

2020 yılında koronavirüs salgını dünyaya ilim ve bilime olan gereksinimin önemini tekrar hatırlattı. Her şeyi yeniden düşünüp geçmişten ders almanın tam zamanı.

Bundan tam bir yıl önce, Köy Enstitülerinin kuruluşunun 79. yıldönümü etkinliği, eğitimci-müfettiş Mehmet Ayhan’ın girişimi ile Pembe Köşk’te yapıldı.

“Atomu parçalamaktan zor olan halkın aydınlatılmasını ve geliştirilmesini amaçlayan bu kurumların yaşama geçirilmesinde, eğitime, sanata yönelik tutum ve davranışıyla 1. derecede yetkili ve etkili 2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün bıraktığı canlı kültür ortamında, yaşadığı evde ve piyanosu başında, ona saygı ve şükranlarımızı sunmak içindir” diye açıklamıştı günün programını Ayhan. 80. yılda buluşmak üzere sözleşirken, dünyayı kasıp kavuracak bir virüsün tüm yaşamları vuracağını kimse bilmiyordu.

Halk imecesi katkısı

1939 yılının son günlerinde, Türkiye yine büyük bir doğal felaket yaşamıştı. Erzincan depreminde 16 bin can kaybı vardı. Diğer yandan dünya yeni bir büyük savaşın içine girmişti. 17 Nisan 1940 Çarşamba günü, 429 kişilik TBMM’den 287 milletvekilinin oyları ile kabul edilen 3803 sayılı Köy Enstitüleri yasası bu zor koşullarda hazırlanmıştı.

Atatürk’ün direktifleri ile köylere hizmet götürmek için 1936’da başlatılan Köy Enstitüleri hareketi, ülkenin o günkü gerçeklerinden ve gereksinmelerinden yola çıkılarak, kendi yönetici ve eğitimcilerimizce, öğretmen öğrenci katılımı ve halk imecesi katkısıyla, kalkınmayı ve demokratikleşmeyi destekleyici yerli bir eğitim düzenlemesiydi. Yasa tasarısı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in gayretleriyle hazırlanmış, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün büyük desteği ile güç kazanmıştı. Tonguç, “O’nun konuyu benimsemesi, desteklemesi, siyasal ağırlığını koyması, tarihsel bir önem taşıyordu. Bu olmadan Köy Enstitülerini, ilköğretim atılımını gerçekleştirmek söz konusu olamazdı.” diyordu. Erdal İnönü, “babasının Köy Enstitüsü raporunu günlerce yanında taşıdığını, tekrar tekrar incelediğini” anlatacaktı.

‘Kamuoyunda bir değer’

“İyi niyetli, maksadı belli olan bir eğitim yasasına kimsenin karşı çıkmayacağını sanmıştım. Ama akşam sofrada Yücel’den duyduk ki bazı milletvekilleri yasanın uygulama planına itirazlar yöneltmişler. Bu eleştirileri değerlendirirken Yücel’in de babamın da vardıkları ortak kanı, bu itirazları yapanların aslında büyük bir vatandaş kitlesinin okumasını, aydınlanmasını istemedikleri şeklinde idi. ‘Asıl engel yine aydınlardan geliyor’ demişti babam ve ben bu söze çok şaşırmıştım. ‘Aydın olur da halkının iyiliğini istemez mi?’ diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum. Sonradan çıkar çatışmalarının çeşitli etkilerini gördükçe bu şaşkınlığım geçti ve eğitimcilerimizin hangi zorluklarla karşı karşıya olduğunu daha iyi anladım” diye yazacaktı yıllar sonra anılarında.

İnönü, tarihten edindiği deneyimlerle, sürecin ne kadar acil olduğunu görüyordu. İki yıl sonra Tonguç’a: “Köy Enstitülerinin sayısı neden 25’e kadar çıkarılıp orada kalacak?” diye sordu. “Enstitü sayısını 60’a çıkarmak gereklidir. Buralarda bir kısım öğrenciler tarımcı olarak yetiştirilmelidir. Para sorunu diye bir şey ileri sürme” dedi ve en çok önem verdiği konuyu belirtti: “Köy kızlarını, köy kadınını işte bu feci durumdan kurtarmak için haysiyetli insanlar olarak yetiştirmemiz lazım. Bu kızları çok tutacağız gerekirse. Cumhuriyet kızları gibi özel bir ad vererek onları kamuoyunda bir değer durumuna sokmaya çalışacağız.”

‘Bir iz, bir söz’

Cumhurbaşkanı İnönü, özellikle Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne eşi Mevhibe Hanım ve kızı Özden’le birlikte gidiyordu. “İnönü’nün konukluğu, Enstitülere büyük bir zenginlik katar, gittiği her Enstitüde bir iz, bir söz bırakırdı. Bu zengin görünümün bir yanı, devletçe bize önem verildiğini yansıtan bir güven yaratmasıydı. Bunu duyumsamak biz öğrencilerin yurt ve ulus sevgimizi kamçılar, gururlanırdık” diye anlatıyor Aksu ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu Pakize Türkoğlu. “O yıllarda gerek İnönü’nün, gerek öteki büyük adamların eşlerinin hali tavrı da başkaydı. Bu bizim çok ilgimizi çekerdi kız öğrenciler olarak. Giyim kuşamlarında bile başkalık vardı. Devlet büyüğü eşi olduklarını yansıtan bir tavır içinde olurlar, şapkalarıyla, taranmış açık başlarıyla eşlerinin yanında saygıyla yer alırlardı.

Özellikle Mevhibe Hanım, modernlikle kendi kültürümüzün bireşimini kişiliğinde olduğu kadar, giyim kuşamıyla da yansıtan bir örnekti. Eğitmenler, öğretmenler, öğrenciler enstitülerde canla başla, şevkle çalışıyorlardı. O günleri unutmadılar: “Genç, yaşlı, kadın ve erkek profesörlerin, doçentlerin, ses telleri kıymetli şan ustalarının, piyanistlerin, tiyatrocuların, bilim kültür ve sanat insanlarının, değerli eğitimcilerin, karda kışta, Hasanoğlan kırına nasıl koştuklarını hâlâ konuşuruz arkadaşlarımızla.” Hasan Âli Yücel, Cumhuriyet tarihinin görevde en uzun süre kalan Milli Eğitim Bakanı oldu (1938-1946). İsmail Hakkı Tonguç, 11 yıl boyunca bütün Türkiye’yi gezdi.

En büyük pişmanlığının, İnönü’nün enstitülerin çoğaltılması ve tarımcı yetiştirilmesi konusundaki beklentisini karşılayamamak olduğunu söyleyecekti: “Bir süre sonra, Yücel’le birlikte, İnönü’ye işin ne yazık ki olamayacağını bildirmek zorunda kaldık. İnönü’nün yanıtını yaşamım boyunca unutmadım: İleride çok pişman olacaksınız. Savaştan sonra bu işlerin hiçbirini bize yaptırmayacaklardır. En önemli olanağı kaçırıyorsunuz!”

İlk kurban Köy Enstitüleri

Sıcak savaş bitmiş, Soğuk Savaş başlamıştı. CHP içindeki fikir ayrılıkları özellikle Toprak Reformu görüşmelerinde belirginleşmişti. Bu sıralarda Stalin liderliğindeki Sovyet Rusya’nın Boğazlar üzerinde egemenlik hakkı istemesi ve doğu sınırımızdan toprak talepleri eğitim çabalarının sürdürülebilmesi için gerekli ortamı değiştirmişti. Erdal İnönü’ye göre: “Köy okullarının yapımında köylülerin bazı yerlerde zorla çalıştırılmış olmaları, Köy Enstitülerinde verilen kültürün evrensel ve hümanist karakterinin yadırganması, solculuk hatta komünistlik suçlamaları, hepsi bir araya gelince çok partili rejimin ilk kurbanlarından biri Köy Enstitüleri oldu.”

Ders alma zamanı

İsmet İnönü de, yıllar sonra, gazeteci Mustafa Ekmekçi’ye, “Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve sevgilisi” diye nitelediği Köy Enstitüleri konusunda şunları söylemişti: “Ben Köy Enstitüsü düşününe inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür; idealizmde, felsefede bu böyledir ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben gücüme göre, gücümün var olduğu yerde, gücümü gösterebilirim. Ben dâhi değilim, gücümle, deneyimimle, ülke çıkarlarını en üst düzeyde tutarak sorunlara çözüm bulurum.

Köy Enstitüsü konusu da böyle olmuştur. Benim gücüm o zaman nereden geliyordu? Partiden, parti meclis grubundan. Bu konuda, tüm organlarda gücümü yitirmiştim. Ordunun üst kademesinde de huzursuzluk başlamış, onun için bir süre, bu konuda en çok saldırıya uğrayan, Yücel’le Tonguç’u, onların da gönlünü alarak, bir süre için bu şimşekleri bu olay üzerinden uzaklaştırmak istedim. Fakat sonradan demokratik hareketler de başlatılınca, olaylar öyle gelişti ki, kendi akımında yürüdü ve bir an geldi ki artık Köy Enstitülerini eski gücüyle, eski ruhuyla sürdürmek olanakları benim elimden çıktı. Bugün, şimdi yeniden bu kurumları, daha gelişmiş, aradan geçen zaman içinde, daha bugüne uygun bir biçimde kurmak için hep birlikte çalışacağız.” Kim bilir, belki de o gün gelmiştir!

  • 2020 yılında koronavirüs salgını dünyaya ilim ve bilime olan gereksinimin önemini tekrar hatırlattı.
  • Her şeyi yeniden düşünüp geçmişten ders almanın tam zamanı.

BİR 17 NİSAN DAHA GELDİ

BİR 17 NİSAN DAHA GELDİ!

ZEKİ KENTEL

17 NİSAN KÖY ENSTİTÜLERİ…!
Köy Enstitüleri’ni kimin kapattığı, kimin kapatmaktan beter ettiğini…
ANADOLU’NUN DİNAMİĞİ ÜLKENİN KALKINMASINA NASIL KATILACAK…?
KÖYE RAĞMEN KÖY İÇİN, MİLLETE RAĞMEN MİLLET İÇİN NASIL OLUR…?
17 NİSAN KÖY ENSTİTÜLERİ...!

Değerli Dostlar,

1940’lı yılların başındayız… Alman orduları; Volga kıyılarında Stalingrad’ta, Bulgaristan’da, Yunanistan da Türkiye sınırlarında, Meriç kıyılarında. Türkiye; yurdun savunması ve bir Alman işgali yaşamamak için 20 yaş kesimi (1317 – 1336 / 1901 – 1920 doğumluları) insanını silâh altına almış. Kahraman ordu, Trakya’da insan boyu kar, diz boyu çamurda yüzbinlerin üzerinde Mehmetçiği ile çadırlı ordugâhta… Ordugâhın savaş hazırlıkları ve yer değişimleri Mehmetçik yaya, malzeme ve mühimmat öküz arabaları, talikalar ve katırlar ile büyük zorluklar içinde yapılıyor. Milli Mücadele’nin yaralarını saramamış yeni devlet, 2. Dünya Savaşı’na girmeden savaşa girmiş kadar zor koşullar içinde. Ekmek, aş yok… Hayvana sap yok, saman yok… Kışın soğuğundan, yazın sıcağından barınacak yer yok…! Cephane var mı, yok mu bilmem ama asker süngü hücumu ile saldırı ve savunma ağırlıklı talim ve terbiye görüyor…!

Haydarpaşa Asker Hastanesi tüm katları, koğuşları ve koridorları; iki katlı ranza, iki katlı kereste raflarda ot yataklarda; soğukların, yoklukların hastalıkların içinde (tifus, ciğer, uyuz, sıtma, zafiyet vb.) şifa bekleyen Mehmetçiklerle koyun koyuna dop dolu. Yeni gelen hastalara boş yatak yok. İlâç yok. Yerli aspirin taklitleri. Kaput bezinden sargılar. Şifayap olan da yok. Eli ayağı tutan memleketine 6 aylık hava değişimi ile gönderiliyor.

İşte bu yokluk ve yoksulluk içinde devlet, bu yokluk ve yoksulluğu kırmak için köye okul götürmek, köylüyü okutmak istiyor. Cumhuriyetle birlikte ülkenin gelişip zenginleşmesinin, kalkınmasının başlangıç noktasının köy olacağı kafalara DANK etmiş durumda. 17 Nisan 1940, Köy Okullarına öğretmen ve eğitmen yetiştirme, yöre kalkınmasında etkin bir görev üstlenmek üzere Türkiye koşullarına özgü eğitim kurumları yasası TBMM’de kabul ediliyor.

Zeki Kentel’in babası Trakya’da bu çadırlı orduğâhta iki yıl geçirdi ve çevresinin diz boyu çamur ve insan boyu karla kaplı o çadırda genç yaşta ömrünü tamamladı. Şehirde yaşama şansımız kalmamıştı. İlkokul diplomamı babama göstermek kısmet olmadı. Annem ile köye, eğitmen olan dayımızın yanına döndük… Dayının çocuklarıyla birlikte kendine zor yeten çorbasına şehirden iki kaşık daha katılmıştı. Babasız yetim kalışının ardından okumak için çırpınan, ailenin de okutmak için çırpındığı, tek suçu şehir ilkokulu mezunu olduğu için Zeki Kentel, KEPİRTEPE KÖY ENSTİTÜSÜ‘nün kapısından geri döndürüldü… Belki tüm yaşamı boyunca KEPİRTEPE özlemini, ülke kalkınmasının, köy kalkınmasının rüyalarını süsleyen coşkularının sıcaklığını ve bilincini hiç yitirmeden yaşayan ve yaşatan, ileri yaşında ülke sorunlarına aykırı ve sıradışı yaklaşım içinde bir Zeki Kentel, KÖY ENSTİTÜLERİ gerçeğine aykırı ve sıradışı bir yaklaşım ile karşınızda. Cumhuriyet Türkiyesi’nin ülke gerçeğine, kendi öz kaynaklarına dayalı olarak kurduğu bir eğitim sisteminin adıdır KÖY ENSTİTÜLERİ. Yabana muhtaç olmadan kendini yeniden üreten, kendini, kendi kendine üretken bilgi ve beceriyle donatan bir eğitim kurumunun adıdır KÖY ENSTİTÜLERİ.

O günlerin KEPİRTEPE KÖY ENSTİTÜSÜ’nün basit yün-aba giysileri içinde köy çocukları, Ankara HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ‘nün temelinde, kerpicinde, duvarında, çatısında emeği olan köy çocukları, ülkenin imarına ellerinin nasırlarını bıraktıkları, yeni nasırlar kazandıkları, ülkede büyük bir hızın, büyük bir değişimin kıvılcımları olmuşlardır. Her yıl 17 Nisanlarda panelde, söyleşide, köşe yazısında, ekranda KÖY ENSTİTÜLERİ üzerine konuşulanları dikkatle izlerim ama sadece izlerim. Bu izlediklerimden kendi dağarcığıma hemen hemen hiçbir şey girmez. Onlar bir kulağımdan girip diğerinden çıkan nostaljilerini, özlemlerini, masallarını anlatırlar. Bunları izlerken gözlerimin önünde hangi anıların, hangi acı gerçeklerin ve hangi özlemlerin dolaştığını sizlere ifade edecek bir gücüm yoktur. Yaşamını, geçimini, çocuklarının yetişmesini sanat okulunun verebildiği üretken bilgi ve elbecerisi ile sağlamış bir kişiden edebi benzetmeler elbette kimse beklemeyecektir.

30-40 senedir bu konuda KÖY ENSTİTÜLERİ hakkında sadece özlemleri dile getirenleri yadırgadığımı da, belki yazımın en sonunda söylenmesi uygun olacak bir sözü yeri geldiğinde yazımın başında da söylemekten çekinmeyeceğimi ve aykırı olacağımı belirtmeliyim. EVET, 1936’larda askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan köy çocukları 6 ay süreli tarımsal uygulamalı kurslarda yetiştirilerek köylerinde eğitmen oldular. Bu deneyimlerin ardından, uygulamaların olumlu sonuçlar vermesi üzerine ülke eğitimine daha köklü çözüm getirmek amacıyla 17 Nisan 1940, Köy Okullarına öğretmen ve eğitmen yetiştirme, yöre kalkınmasında etkin bir görev üstlenmek üzere Türkiye koşullarına özgü eğitim kurumları yasası TBMM’de kabul edilmiştir. Köye okul girişi 1937 ve 1939 yıllarında Saffet Arıkan‘ın ve Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı ve İsmail Hakkı Tonguç‘un ilköğretim Müdürlüğü dönemlerinde etkin olarak ülke gündeminde kendine lâyık olduğu yeri almıştır. KÖY ENSTİTÜLERİ’ne 5 yıllık köy ilkokulunu bitirenlerle, köyün kendi, sadece okuma yazma bilen insanından 6 ayda eğitmen olarak yetiştirilenlerin okuttukları 3 yıllık köyokullarından çıkan 2 yıllık hazırlık sınıfı okuyan sadece ve sadece köy çocukları alınıyordu.

Sayıları 20’ye ulaşan KÖY ENSTİTÜLERİ’nde genel bilgi ve kültür derslerinin yanı sıra tarımsal ve teknik üretken bilgi ve beceriler kazandırmaya yönelik uygulamalı dersler ağırlıklı idiler. Böylece ENSTİTÜLERİ’N kendi altyapı sorunları da devlete yük olmadan kendi üretkenliği içinde çözülmüs oluyordu. Evet, idealler güzeldi. Fakat bu güzel ideallerın yanında sosyal güvenlik başta olmak üzere birçok eksiklikler vardı. Bu çocuklar kendilerini vatan ve millet için bir kurbanlık görmenin ezikliği içinde idiler. Yasada, zorunlu yirmi yıllık göreve karşılık olarak, değişmez yirmi lira aylık ile hiçbir zaman uygulamaya konulamayan, ekip biçebileceği kadar arazi, hayvan ve araç – gereç verileceği yazılı idi. Cumhuriyetin üzerine kurulduğu mantık içinde, içinden çıktıkları köyün geleneğinden, örflerinden koparılmışlardı. Sanki köydeki kalkınma köylüsüz olacaktı. Sanki köye rağmen köy için mantığı ile yetiştirilmişlerdi. Köyde bir şeyleri kırmak istiyorlardı. Kendilerine öğretilenlere göre belki haklıydılar ama alacakları yoktu. Kendi öz köyünde kendi öz köylüleri ile, kendi insanları ile çatışmalar yaşadılar. Köy ile, Anadolu ile bütünleşmeleri zayıf kalmıştı. Ayni dili konuşamıyorlardı.

Aslolan köyünden kopmadan köylü ile birlikte olmanın sırrı öğretilememişti. Köylünün, kendi çocuklarına sahip çıkması için gerekli ortamın sırrı, davranış biçimi henüz keşfedilmemiş ve öğretilmemişti. Millete mal edilemediler. Kendilerini içinden çıktıkları köye kabul ettirebilmelerinde karşılarına büyük zorluklar çıktı. Bunun için de daha yeşermeden, çevresini yeşertmeden Anadolu’nun dinamiğini ülkenin kalkınmasına katacak Anadolu kırsalının gençliğine karşı acımasız saldırılar yapıldı. Bu acımasız saldırılara karşı hiç kimsenin ama hiç kimsenin gıkı çıkmadı. Evet bir yanlışlık ve bir eksiklik vardı ama kimse buna kafa yormadı, kimse bu soruya yanıt vermek için kendisini üzmedi…. Anılan süreçte, ülkede sürüp giden komünist suçlamasından bu okullar en ağır şekilde nasiplerini aldılar. Kenan Öner-Hasan Ali Yücel davası bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Türk Milli Eğitimine büyük destek veren ve bu okulların kuruluşuna büyük katkısı olan İsmet Paşa bile Hasan Ali Yücel’i ve kendi eseri olan okulları savunmadı. Hasan Ali Yücel bu okullar yüzünden komünizmden suçlu bulundu ve ceza yedi.

Bulunduğum okula, amacı ülkeye kaliteli ve kalifiye işçi yetiştirmek olan bir okula, mezunu olmakla kıvanç duyduğum bir okula, bir spor karşılaşması için beyaz yün ceket-pantolon içinde gelen kız-erkek Anadolu pırlantaları karşılaşma süresince, onlar kadar çulu olmayan sınıf arkadaşlarım tarafından Moskof …., vb. hakaretlere maruz kaldılar. Köylülük bilinci ile karşı çıkışıma bir meydan dayağım eksik kalmıştı. Bugün kuruluş yıldönümlerinde ağıtlar yakan gazetelerin köşelerinin ve manşetlerinin 1950 öncesinde ve sonrasında Kenan Öner’den geri kalan yanları yoktu. Demokrat Parti‘den mebus olmak isteyen, hızlı Atatürkçü (açık olarak yazıyorum, Nadir NadiCumhuriyet, SESSIZ KALARAK) ve başkaları bu saf Anadolu çocuklarına ve okullarına en ağır suçlamaları yaptılar. Bu pırlantalar, askerlik görevini yapmak üzere geldikleri yedek subay okullarında komünist ön yargısı ile “Gözün üstünde kaşın var” kabilinden suçlamalarla kıtalara onbaşı – çavuş olarak çıkarıldılar. Ne yani ayak takımı başımıza bir de subay mı, amir mi olacaktı…!

1946’lı yıllarda İsmet Paşa’nın ülkeye bela ettiği demokrasi! ilkönce bu okulların başını yedi. Öyle ki, KÖY ENSTİTÜLERİ’ne karşı yapılan acımasız saldırılarda okulların kurucusu olan CHP hükümetleri bu okulların yıkımlarının öncüsü oldular. Köy Enstitüleri kapatılırken bu kurumlarla bütünleşmiş olan bir avuç insanın ve Anadolu çocuğunun içine düştükleri acılarından hiç kimsenin ama hiç kimsenin haberi olmadı. Şimdi bana kızacaklar olabilir. Ama işte gerçek bu. Ben KÖY ENSTİTÜLERİ üzerine en az 40 yıldır doğru veya yanlış konuşan, arada sırada da bir şeyler yazan kişi olarak, maalesef gerçek bu. Bana, İsmet İnönü başta olmak üzere, Halide Edip Adıvar, Nadir Nadi, Fethi Okyar, Makbule Atadan, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Şemsettin Günaltay, Celal Bayar ve başka birçok Milli Mücadele adamının (Gazi Mustafa Kemal‘in devrimlerinin en yakın arkadaşlarının) aynı çelişkiyi yaşamadıklarını kim söyleyebilir? Geride başka adam mı kaldı ki….?

BUNLARIN HANGİSİ KÖY ENSTİTÜLERİNİ SAVUNDU…? HİÇ KİMSE SAVUNMADI…!
BUGÜNKÜ KÖY ENSTİTÜLERİ SAVUNUCULARININ HEPSİ, O GÜNLERİ YAŞAMAYANLARIN HEPSİ SADECE BİR NOSTALJİYİ, BİR HAYALİ, BİR ÖZLEMİ, BİR HİKAYEYİ SAVUNUYORLAR…… EVET…. KÖY ENSTİTÜLERİ, Türkiye’nin çağdaşlığı yakalaması için gerekli Samurayları yetiştirecek kurumlar olmamaları için bir neden yoktu… Ama bildiğiniz gibi Japon mucizesi, kaynağını kendi dinamiklerinden, kendi geleneğinden, örfünden alıyordu. KÖY ENSTİTÜLERİ, KÖYLÜ VEYA ANADOLU HALKI İSTEDİ DİYE KURULMAMIŞTI. KAPATILMALARI DA YİNE KÖYLÜ VEYA ANADOLU HALKI İSTEDİ DİYE KAPATILMADI. BURADA ANADOLU GERÇEĞİNDEN SOYUT BAZILARI AĞALARDAN, KIRSALIN AĞALARINDAN SÖZ EDERLER. BURADA SÖZÜ EDİLECEK AĞA KIRSALIN KENDİSİNDEN HESAP SORACAĞI KORKUSUNU YAŞAYAN EGEMEN OLİGARŞİNİN AĞASIDIR. KİMLER KURDU İSE KAPILARINA KİLİT VURULMASI DA ONLAR ELİYLE OLDU! KÖY ENSTİTÜLERİNİN BAŞARISIZLIKLARI KÖYE RAĞMEN KÖY İÇİN YANLIŞLIĞINDAN KAYNAKLANMAKTADIR.

BİZ SEKSEN YILDIR BİR ÇUVALDIZ BOYU YOL ALAMADIYSAK, BUNUN EN BAŞTA GELEN NEDENİ MİLLETTEN SOYUT, ONUN DİNAMİĞİNDEN HABERSİZ KENDİ İÇİMİZDEN ÇIKARDIĞIMIZ, ÖZÜMÜZE YABANCI YETİŞTİRDİĞİMİZ EGEMEN OLİGARŞİDİR. Demokratlığı kimseye bırakmayanlar, KÖY ENSTİTÜLERİ’ne ağıt yakanlar durumu bir kez de Anadolu insanının bakış açısından yeniden değerlemelidir. KÖY ENSTİTÜLERİ’nin bunu gerçekleştirememelerinin nedeni, Anadolu’yu çağa dönüştürme yolunda, kurucuların hareket noktalarının maddi gerçekleri doğru olmakla birlikte; Anadolu’nun sahip olduğu dinamikten, bu dinamiğin çıktığı kültür, örf ve gelenekten soyut olmalarından kaynaklanmaktadır. Hasan Ali Yücel de CHP iktidardan düştükten sonra yayınladığı yazılarda bu somut gerçeğe uzak olduklarını vurgulamıştı. Anadolu’dan soyut bir radikal hareketin, zayıf da olsa varolan demokratik koşullarda başarılı olması mümkün değildir. Bugün dünyada komünizm öcüsü kalmadı ama yeni başka öcüler üretildi. Bugün de vatana büyük katkısı olacak Anadolu dinamiği ve gençler (aynı kırsalın çocukları) benzer dışlanma ile karşı karşıya bulunuyor.

Sonuç olarak bilmemiz gereken, eğer tarihten ibret alacaksak, KÖY ENSTİTÜLERİ komünist yuvasıdır diyenler kimlerdi…? O saf Anadolu çocuklarını Yd. Sb. okullarından gözünün üstünde kaşın vardır denilerek kıtalara er veya onbaşı olarak çıkaranlar kimlerdi…? Hasan Ali Yücel`i bu okullar nedeniyle komünizmden mahkum olmasına seyirci kalanlar kimlerdi? İnönü`nün Yargıtay Başkanı Halil Özyörük DP’den Mebus olmak için Menderes`in yanında idi ve Adalet Bakanı oldu. Atatürkçülüğü kimseye bırakmayan CUMHURİYET’in Nadir Nadi‘si Menderes`in koltuğunun altında MEBUS oldu. Köy Enstitüleri kapatılırken tek bir kişi evet tek bir kişi karşı çıkmadı. Bugün Köy Enstitüleri gerceğini çok az da olsa kıyısından, köşesinden özlemle AAHHH..AAAHHH….! edebiyatını yapanlar işte o suçluların torunlarıdır. O gün bu okulları suçlayanların çocukları, dedelerinin görevlerine devam ediyorlar. Yine bir başka okulda ama Anadolu`nun kendi kurduğu okullara giden çocuklara hiçbir yol göstermeksizin ve yardım etmeksizin Sen okumayacaksın! Senin okumaya hakkın yok! Sen cahil kalacaksın!” dayatmasını yapıyorlar.” Çünkü onlar köylü, onlar şopar, onlar zenci…!!!

ONLAR AŞAĞILIK KASTIN VE ORADA KALMASI GEREKEN ÇOCUKLARI….!
Üstelik Anadolu’dan köyden çıkıp da, kendi özümüze yabanci bir eğitimle yetiştikten sonra Ankara’da sistemle bütünleşince kendi köylüsüne aynı zenci muamelesini yine onlar yapıyor…! Sistem kendi özünü, kendi kökünü yadsıdığı sürece biz bu kör döğüşüne devam edeceğiz. Dün ülkede egemen oligarşinin iç düşman olarak gördüğü komünist yuvaları KÖY ENSTİTÜLERİ ile komünizm temizlendi. Nazım, Said-i Nursi, vb. içdüşmanlar zindanda çürütüldüler. Bugün yeni içdüşmanlaımız yetişti. Aynı egemen kadro İmam Hatipler ve başörtüsü ile kafayı öyle bulmuş ki, ülkenin kalkınması yolunda, Anadolu kırsalının dinamiğinin ülkenin kalkınmasına katma yolunda gündeminde tek bir önerisi yok… Biz sürekli düşman üretiriz. Dış düşmanımız kalmayınca içeride komünistler ve şeriatçılar sıra ile baş düşmanımız oldular. Dün şeriatçıların desteği ile komünistleri temizledik. Bugün de eski tüfeklerin desteği ile şeriatçıları temizleme savaşı veriyoruz. Ülkenin kalkınmasına sıra ne zaman gelecek….? Ülkenin kalkınmasının projelerini bilen var mııııı…?

Bu yanıtsız soruların karşısında Zeki Kentel de aykırı düşünmeye, eğer fırsat verilirse aykırı söylemeye ve aykırı yazmaya devam edeceğe benziyor.! Bilmem anlatabiliyor muyum ? KÖY ENSTİTÜLERİ, Türkiye Cumhuriyeti‘nin en büyük ve en parlak başarılarından biridir. Ne yazık ki, aynı zamanda da en büyük bozgunlarından biri olmuştur. Milleti adam yerine koymayan bu kafa, bu egemen oligarşi, devam ettiği sürece bu bozgunlar devam edecektir.

Saygılarımla, 14.4. 2016

======================================

Dostlar,

Sayın Zeki Kentel‘in yazısı yeterince uzun ve yeterince “hazin“..
Biz birşey eklemeyelim.. Sitemizde Köy Enstitüleri hakkında epey yazı – sunu var ayrıca..
İkisinin erişkesi aşağıda..

http://ahmetsaltik.net/2015/11/26/24-kasim-ogretmenler-gunu-kutlamasi-kurulusunun-75-yilinda-koy-enstituleri/

http://ahmetsaltik.net/2016/03/18/ulusal-egitim-dernegi-konferansi-koy-enstituleri-sistemi/

Bu örnek kurumları yaratan Mustafa Kemal ATATÜRK’e, İsmet İnönü’ye, Hasan Ali Yücel’e, Saffet Arıkan’a, adsız kahramanlara, sayıları 20 bine varan her biri birer bilge olan mezunlarına selam olsun, aşk olsun!

Koy_Enstituleri

1930 sonları – 1940’lar cehennemi boyunca sayıları 500’e varan Batı Klasiklerini, çok sınırlı dil bilenlere karşın Türkçe’ye kazandırarak basan, ücretsiz dağıtan, Köy Enstitüsü öğrencilerine , Halkevleri ve Halkodalarında halkımıza akıllıca teşviklerle okutan, tahta bavullarında yavan kuru ekmeğe kitabı katık yapan, insanımızın evrensel kültüre açılımını sağlayan… “Türk Irkçı – Milliyetçilerine” (!?!), başta Hasan Ali Yücel ve Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ olmak üzere “teessüf ediyoruz” (!?!)…Sevgi ve saygı ile.
17 Nisan 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Ulusal Eğitim Derneği Konferansı : KÖY ENSTİTÜLERİ SİSTEMİ