Etiket arşivi: erkler ayrılığı

“Yalan terörü” nasıl önlenir?

authorİBRAHİM Ö. KABOĞLU

Kamuoyunu yaz boyu oyalamak için gündemde tuttukları iki konu: Sosyal medya ve seçim barajı düzenlemesi. Anayasa ise, yüzüncü yıl sopası olarak kullanılacak görünüyor; ne pahasına olursa olsun iktidarı sürdürebilmek için.

Covid-19 ölümleri 200-300’lerde seyretse de, İdlib’den şehit haberi gelmeyen gün olmasa da, seçim barajı ve sosyal medya, AKP-MHP gündemi.

Oysa Covid-19’un neden olduğu kitlesel yıkımları onarıcı ‘sağlık ve eğitimle ilgili, toplumsal ve çevresel sorunlar’ bütününde yasal düzenlemeler ivedi; TBMM’nin öncelikli gündemi bunlar olmalı aslında. AKP ve MHP ise seçim barajı (tuzaklar ayrı bir yazı konusu) ile demokratik siyaset görüntüsü vermek istiyor; sosyal medya yasakları ile demokratik muhalefeti bastırmayı meşrulaştırıcı bir araca sahip olmak istiyor. Yani AKP-MHP’ye özgü gündem, seçime yönelik…

Yalan terörü” ile meşrulaştırılmak istenen sosyal medya yasa önerisini özgürlükler hukuku tekniği yönüyle ayrıca ele alacağım. Bu yazı ise, “resmi yalan” üzerine.

Öncelikle, geçen yılki düzenlemeye değinmek, yasama özensizliği ve savurganlığı açısından önemli: İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair 7253 sayılı Kanun (29.7.20)

Öneri, Dijital Mecralar Komisyonu yerine, alelacele Adalet Komisyonu’nda görüşüldü. İçerikle ilgili sakıncaların düzeltilmesine ilişkin öneriler, AKP-MHP ikilisince reddedildi. (Konuyla ilgili yazım: “Sanal” çeşitlilik: medya/demokrasi/yasa, BirGün, 30 Temmuz 2020).

“Unutulma hakkı”nı isteyenler, “lekelenmeme hakkı” sorusu karşısında suspus oldular, lekeleme failleri olarak.

7253 sayılı yasa üzerine Anayasa Mahkemesi kararı beklenirken, yeni öneri ile geçen yılki sakınca yaratan kimi düzenlemeleri düzeltme vaatleri var.

HANGİ YALAN?

Şimdi ise “yalan terörü” diyorlar; bu kez kendilerine “hangi yalan?” sorusu yöneltilmeli.

Onlar, “Saray’da şatafat var, harcama hovardalığı yapılıyor; Saray, yalan üretim merkezine dönüştü” vb sözleri “yalan terörü” olarak niteleyerek savcıları, demokrasi ve özgürlük savunucuları üzerine salacaklar…

Bu nedenle, demokrasi ve özgürlük savunucuları, “resmi yalanlar”ı gündeme getirmeli. Nedir bunlar? Sadece iki örnek: Hayır ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS) yalanları.

“HAYIR TERÖRÜ”

Anayasa değişikliğine karşı çıkanlar, ‘terörist’likle suçlandı; OHAL KHK’leri yoluyla Türkiye, “sivil ölüler ülkesi” yapıldı. Resmi yalan beyanlar ve işlemler, yönetim politikası haline getirildi.

Sadece son başbakanın söz ve işlemlerinden:

OHAL’de referandum olmaz (Ekim 2016).

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifimiz ve gerekçesi ilişikte sunulmuştur. (Aralık 2016)

Kurunun yanında yaş da yanıyor… KHK ek listelerinde kimlerin adının yer aldığını basından haberdar oluyoruz. Komisyon kurduk; hocalar gurur sorunu yapmasın ve başvursun. (Şubat 2017)

Anayasa oy oranını 70 günde, 31’den 51’e çıkardık. (Haziran 2017).

Ya Anayasa yalanları? Ne dendi ve ne oldu? Sadece üç örnek:

Koalisyona gerek kalmayacak ve TBMM özerk olacak:

  • Cumhur İttifakı, TBMM’ye takılan ‘ters kelepçe’ gibi.

Erkler ayrılığı sağlanacak: Yasamayı talimatla yöneten yürütme, yargıyı dualar eşliğinde güdülüyor.

Hızlı karar alınacak: hiç karar alınmıyor; karar düzeneği de yok.

Sonuç: Hepsinin tam tersi oldu…

Özetle, anayasal görev + yetki + sorumluluk gerekleri kötüye kullanılarak resmi yalanlar” eşliğinde her şey kirletildi/lekelendi: bilgi/yasa/anayasa/hukuk/ahlak ve ülke.

Şu halde ne yapmalı?

“CBHS AYRACI KAPATILMADAN…”

CBHS olarak adı bile yanıltıcı olan ‘Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme’ (PBYDBY) ayracı kapatılmadan “yalan terörü” sürecek. Neden? Çünkü

  • resmi yalanlar eşliğinde kurulan CBHS, ancak yenileriyle sürdürülebilir.

Ülkenin geleceği adına CHP-HDP-İYİ Parti eleştirilerini ve yapıcı önerilerini hep geri çeviren AKP-MHP ikilisi, bir süre sonra ‘yanılmışız, düzelteceğiz’ nakaratı ile atağa geçiyor:

Anayasa: 4 yıl önce büyük yalanlarla OHAL ortamında dayattıkları değişiklik yerine şimdi yenisi için yenilerini üretiyor.

Sosyal medya: Geçen yıl, geçmiş ittifaklarını ‘unutturmak’ için dayattıkları düzenlemeyi bu kez, ‘yalan terörü’ ile meşrulaştırmaya çalışıyorlar.

Şu halde yapılması gereken; “yalan üzerine kurulu” PBYDBY yerine demokratik hukuk devletini inşa hedefine kilitlenmek.

Kısacası; “yalan terörü”, ancak CBHS ayracı kapatıldığı zaman sona erer.

10 baro ‘Saray’da adli yıl açılış törenine’ katılmayacağını duyurdu

Güncelleme (17.8.19).. Saraya gitmeyecek Baro sayısı 41’e yükseldi…

Adli yıl açılış törenine 41 baro katılmayacak

Yargıtay Başkanlığının 2 Eylül’de Cumhurbaşkanlığı Sarayında düzenleyeceği Adli Yıl açılış töreni için barolara gönderdiği daveti geri çeviren baro sayısı 26’ya yükseldi.

Törene katılacağını açıklayan Türkiye Barolar Birliği’ne (TBB) ise tepkiler sürüyor. İzmir Barosu TBB’ye “Bizi temsil etmiyorsunuz” ifadeleriyle tepki gösterdi.

İzmir Barosu’ndan Türkiye Barolar Birliği’ne hitaben yapılan açıklamada “İzmir Barosu 111 yıldır olduğu gibi bugün de hiçbir muktedirin önünde eğilmeyerek, temel hak ve özgürlüklerin korunması, demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk ilkelerinin uygulanması için erkler ayrılığı mücadelesini sürdürmektedir. Cumhurbaşkanlığı Kongre ve Kültür Merkezinde yapılacak olan adli yıl açılışına katılma kararı alarak nezdimizde meşruluğunuzu yitirmiş olduğunuzdan, düzenlenecek törende İzmir Barosu’nu temsil etmediğiniz hususunu bilgilerinize sunarız.” denildi.
*****

10 baro ‘Saray’da adli yıl açılış törenine’ katılmayacağını duyurdu

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
İzmir Barosu’nun Yargıtay Başkanlığı’na yazdığı ve kamuoyuyla paylaştığı cevap yazısının ardından İstanbul, Muğla, Antalya, Adana, Aydın, Ordu, Bursa ve Van baroları da Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapılacak yargı yılı açılışına katılmayacaklarını bildirdi. Kocaeli Barosu Başkanı Av. Bahar Gültekin Candemir de twitter hesabından yaptığı paylaşımında açılışa katılmayacaklarını, ”Yürütme erkinin temsilcilerinin sadece ve sadece davetli olarak katılabileceği ‘Adli Yıl’ açılış töreninin Cumhurbaşkanlığı kongre merkezinde yapılacak olması ‘Yürütme’nin ‘Yargı’ya müdahalesini kabulden öteye bir anlam taşımamaktadır” ifadeleriyle duyurdu.

[Haber görseli]

İzmir Barosu’nun ardından İstanbul, Muğla, Antalya, Adana, Aydın ve Ordu Baroları da Yargıtay Başkanlığı’nın 2019-2020 Yargı Yılı açılışı için yolladığı davete olumsuz yanıt verdi.

İstanbul Barosu‘dan yapılan açıklamada, “Yargının kurucu unsuru olan savunmanın meslek örgütü olarak, yeni bir yargı yılının açılışında birlikte olmaktan kıvanç duyabilirdik” denilen cevap yazısında, toplantının Cumhurbaşkanlığı Kongre ve Kültür Merkezinde yapılacak olduğuna işaret edildi ve burada yapılacak bir açılış törenine katılmanın mümkün olamayacağı bildirildi.

İstanbul Barosu Başkanı Avukat Mehmet Durakoğlu’nun imzasıyla yayımlanan cevap yazısı “Tarihe not düşmek adına Başkanlığınızın takdirlerine sunarız” cümlesiyle sonlandırıldı.

MUĞLA BAROSU DA KATILDI

İstanbul Barosu’nun ardından Muğla Barosu da konuyla ilgili katılmayacağını duyurdu. Muğla Barosu Başkanı Avukat Cumhur Uzun’un imzasını taşıyan yanıt yazısında “2019-2020 Adli Yıl Açılış Töreninin Cumhurbaşkanlığı Kongre ve Kültür Merkezinde yapılıyor olması, bu anlayışa (yargının herkese eşit ve tarafsız olduğu) katkı sunmak yerine zarar verici olduğu değerlendirildiğinden, nazik davetinize icabet edemeyeceğimizi üzülerek bildiririz” denildi.

MEKANSAL SORUMLULUĞU BİLE PAYLAŞMAYIZ

Antalya Barosu Başkanı Av. Polat Balkan da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının adli yıl açılışına ilişkin daveti ile ilgili yaptığı açıklamada katılmayacaklarını duyurdu. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2019-2020 Adli Yıl Açılış Töreni ve Adli Yıl Açılış Kokteyli daveti bize de yapıldı. Şu ana dek bu konuyla ilgili kimi baro başkanlıklarınca açıklamalar yapıldı. Açıklamalara katılıyorum. Konuya ilişkim görüşümü özetlemeye çalışayım: Biz, adaletsizliklere, hak ihlallerine, hukuksuzluklara direnenlerdeniz; alkışlayan, boğun eğenlerden değil!
Biz, hukuk devleti ve insan haklarından yana taraf oluruz; iliksiz cübbelerinde düğme arayanlardan, sıraya dizilenlerden değil! Biz,

– gerçek bir hukuk devleti,
– bağımsız ve tarafsız yargı ve
– özgür savunma istiyoruz;

“Yargı denetimsiz iktidar, savunmasız yargı” değil. Yargıya duyulan güveni dibe düşüren, hukuku ve yargı bağımsızlığını hiçe sayan bir anlayış ile mekansal sorumluluğu bile paylaşmayız.”

BURSA BAROSU: BU TÖREN YARGI MEKANLARINDA YAPILSAYDI, KOŞA KOŞA GELİRDİK

Bursa Barosu da Yargıtay’ın adli yıl açılış töreni davetini reddetti. Bursa Barosu Başkanı Av. Gürkan Altun’un Yargıtay Başkanlığı’na yanıtında şu ifadeler kullanıldı:

Yasalar hukuku gerçekleştirme aracıdır ancak yasalar her zaman hukuka uygun olmayabilir veya hukuka uygun yorumlanmayabilir. İşte o zaman adaleti amaç edinmiş hukukun üstünlüğünü şiar edinmiş yargı devreye girer. Ama yargının devreye girebilmesi “bağımsız” ve “tarafsız” olabilmesine bağlıdır. Yoksa gücün elinde araçsallaşır. O nedenle yargıya güvenin zaten sürekli zedelendiği bir toplumda yargının yürütmenin himayesinde olduğu izlenimi ile şekilden öte anlam ve sonuçlar çıkan nazik ama Anayasa’da belirtilen yargının bağımsız ve tarafsız olması ilkesine aykırı bulduğumuz, yürütmeye ait bir mekandaki davetinize, yargının kurucu unsuru olan savunma mesleğinin temsilcisi avukatların meslek örgütü olan Bursa Barosu olarak icabet edemeyeceğimizi üzülerek bildiririz.

Bu tören, keşke yargının ev sahipliğinde ve yargının kurucu unsurlarının bütününe konuşma olanağı sunulacağı; yargının sorunları, kısa, orta ve uzun vadedeki çözüm hedeflerinin konuşulacağı; uzun yargılamalar, uzun tutukluluk sürelerinin eleştirilebileceği, düşünce ve ifade özgürlüğü lehine iletilerin verileceği yargı mekanlarında yapılsaydı koşa koşa gelirdik. Lakin, tören için yargıya değil, yürütmeye ait olan bir mekanın tercihi tüm bunları olanaksız kılmaktadır.

VAN BAROSU DA KATILMAYACAK

Van Barosu da Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada törene katılmama kararı aldığını duyurdu. Barodan yapılan açıklamada, ”Baromuz; Yargıtay Başkanlığı’nın 2 Eylül 2019 Tarihinde ”Cumhurbaşkanlığı Kongre ve Kültür Merkezi”nde yapılacak olan 2019-20 Adli yılı açılış töreni çağrısına, Yönetim Kurulu olarak törene katılmama kararı alarak durum resmi yazı ile Yargıtay Başkanlığı’na bildirmiştir.” denildi.

KOCAELİ BARO BAŞKANI: DAVETE İCABET EDEMEYECEĞİMİZİ BİLDİRDİK

Kocaeli Barosu Başkanı Av. Bahar Gültekin Candemir kişisel twitter hesabından yaptığı paylaşımında açılışa katılmayacaklarını bildirerek şu ifadeleri kullandı:

Kuvvetler ayrılığı ilkesi; adalet, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin güvencesidir. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının tesisi, bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalınmasıyla olanaklı olacaktır. Bu nedenle ‘Yargı Yılı’ açılışının ‘Yürütme’nin idare merkezinde değil Yargı’nın merkezinde/evinde yapılması gerekli, değerli ve önemlidir. Yürütme erkinin temsilcilerinin yalnızca ve yalnızca çağrılı olarak katılabileceği ‘Adli Yıl’ açılış töreninin Cumhurbaşkanlığı kongre merkezinde yapılacak olması ‘Yürütme’nin ‘Yargı’ya müdahalesini kabulden öteye bir anlam taşımamaktadır. ‘Hukuk Devleti’, ‘adalet’, kavramları ile yargılama süreçlerinin ‘Hukukun Evrensel İlkeleri‘ne ne denli değer verilerek yapıldığının tartışma konusu olduğu ülkemizde bu durumun bağımsız savunmanın meslek örgütleri olan Barolar katında kabul edilmesi olanaklı değildir. Bu nedenle Yargıtay Başkanlığı tarafından yapılan nazik ve naif çağrıya icabet edemeyeceğimizi bildirdik.”

İZMİR BAROSU ‘KENDİNİZİ ÖZGÜRLEŞTİRİN, SİZ DE GİTMEYİN’ DEMİŞTİ

Yargı yılı açılışı ile ilgili Yargıtay Başkanlığı’na ilk tepki İzmir Barosundan gelmiş, Baro başkanı Özkan Yücel’in imzasını taşıyan ve kamuoyuna da duyurulan yanıtta;

“Halkın zerre kadar güven duymadığı bir yargı sisteminin parçası olmamak için sizlerin de ‘kendinizi özgürleştirmenizi’ temenni ederiz..” denilmişti.
==============================
Dostlar,

Baroların “red“ yanıtı ve tutumları son derece yerindedir. Gerekçeler de saygıdeğer ve gerçekçidir. AKP iktidarı son derece net biçimde, anti-demokratik ve dinci bir TEK ADAM yönetimini adım adım ve seçim hileleriyle ülkemize ne yazık ki dayatmıştır.

İtiraz salt 2019-20 Adli Yıl açılış töreninin mekanına da değildir. Güçler ayrılığını hiçe sayan eylemli despotik dayatmalara karşı çıkıştır asıl olan..

Hukuk ve savunma göstermelik duruma düşürülmüştür.  Bu törenler Yargının ev sahipliğinde yapılmalı, Yasama ve Yürütme organları yetkilileri Yargı erkini dinlemeli, sorunların çözümü için bilgilenmeli ve ardından gereğini yapmalıdır. Ne var ki, kutsal olan Savunma’nın temsilcisi olan Türkiye Barolar Birliğinin (TBB) başkanının bu törende konuşması, ilgili mevzuatta AKP = Erdoğan‘ın Başbakanlığı döneminde yasaklanmıştır. TBB Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu‘nun konuşmasında eleştirilere katlanamayan dönemin Başbakanı Erdoğan, oturduğu yerden “edepsizlik etme“ biçiminde hakaret etmiş ve yanıtını da hemen almıştı :

  • Edepsizlik eden ben değilim sayın Başbakan…“

Başbakan Erdoğan, Danıştay’ın 146. kuruluş yıldönümü törenleri sırasında (10 Mayıs 2014) TBB Başkanı Prof. Fevzioğlu’nun eleştirilerine tepki gösterip salonu terk etmişti. Cumhurbaşkanı Gül’ün RTE’nin kolundan tutup engellemeye çalışması işe yaramamış ve TBMM Başkanı da dahil protokol salondan ayılmıştı.

Başbakan Erdoğan toplantıyı terk etmek zorunda kalmıştı! Bu tarihsel sahne aşağıdaki erişkeden izlenebilir..

https://www.cnnturk.com/video/turkiye/erdogandan-metin-feyziogluna-sert-tepki 

*****
Ayrıca, İzmir Barosunun Yargıtay Başkanlığının çağrı yazısına yanıtı tarihsel değerdedir ve aşağıda paylaşılmaktadır :
******
İZMİR BAROSU BAŞKANLIĞI
15.08.2019, sayı; 070/ 13579

YARGITAY BAŞKANLIĞI’NA

02.09.2019 tarihinde yapılacak olan Adli Yıl açılış töreni için tarafımıza göndermiş olduğunuz davetiyeye teşekkür ederiz. Bir kişi rahatsız olduğu için, Türkiye Barolar Birliği Başkanının adli yıl açılış törenlerinde konuşma yapmasının önüne geçmek amacıyla yasa değişikliği yapanların salonlarında, avukatları dinleyici olarak törene çağırmanızı ancak naiflik olarak adlandırabiliyoruz. Anlaşılan o ki; halkından kopuk bir yargı sisteminin mimarlarının, vatandaşın adalete erişimini zorlaştıranların, hiçbir canlıya yaşama olanağı tanımayanların, hakimlik ve savcılık
teminatını yok sayanların, hayalleri avukatsız bir yargı olanların salonlarında adli yılı açmak, 2019 yılında da sizlere nasip olacak.
Bu yanıt yazımızla, siyasi kararlarla, mesleki faaliyetlerini gerekçe göstererek yüzlerce mensubunu tutsak ettiğiniz onurlu bir mesleğin temsilcileri olarak, yaptığınız nazik daveti geri çevirmek zorunda olduğumuzu bildiriyoruz.
Bize kalırsa, siz de o salona gitmeyin. Çünkü yapacağınız konuşmada muhtemelen, yargının bağımsızlığından ve tarafsızlığından söz edeceksiniz. Hak mücadelesi veren binlerce kişinin cezaevlerinde olduğunu bilmenize karşın;
kişi özgürlüğü ve güvenliğinden, ifade özgürlüğünden, adil yargılanma hakkından, basın özgürlüğünden dem vuracaksınız. Kimseden emir ve talimat almadığınızı, hukuktan üstün hiçbir şey tanımadığınızı, üstünlerin hukukunu reddettiğinizi, üstüne basa basa tekrarlayacaksınız. Peki nerede? Yürütmenin başının yaşadığı sarayın salonunda. Bizler, insan haklarının korunduğu ve geliştirildiği, hukukun yok sayılmadığı, yargının siyasi iktidarın güdümünden çıktığı günlerde, tam bağımsız bir yargı teşkilatının ev sahipliğinde yapılacak bir törene katılımı, savunduğumuz değerlere daha uygun görüyor ve bu günü umutla bekliyoruz.
Biz avukatlar, yargı bağımsızlığı için tarih boyunca mücadele ettik. Yeni adli yılda da bağımsızlığımızdan aldığımız güç ve tarihimizden gelen kararlılıkla bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Halkın zerre kadar güven duymadığı bir yargı sisteminin parçası olmamak için sizlerin de “kendinizi özgürleştirmenizi” temenni ederiz.

Saygılarımızla.
Avukat Özkan YÜCEL
İzmir Barosu Başkanı
******

Sevgi ve saygı ile. 17 Ağustos 2019, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Günday, A.Ü. Hukuk’ta açılış dersine katılmayı reddetti

Prof. Dr. Günday, A.Ü. Hukuk’ta açılış dersine katılmayı reddetti

Prof. Dr. Günday, A.Ü. Hukuk’ta açılış dersine katılmayı reddetti

Prof. Dr. Metin Günday, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki doktora dersine son verilmesinin ardından aynı fakültenin hocası Prof. Dr. Türkan Sancar’ın kendisine yaptığı açılış dersi davetini geri çevirdi.

AÜ Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Ana Bilim dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Türkan Sancar, Prof. Dr. Günday’ı bu akademik yıldaki açılış dersini vermek üzere okula davet etti. Günday daveti üniversiteye ve fakülteye kırgınlığını ifade ederek reddetti. Gazeteduvar’ın haberine göre, Günday, Sancar’a gönderdiği cevapta, şöyle dedi:

  • Bilim ateşi‘(!)  dedikleri ateşle bir kez daha yaktıkları demokratik ve özerk üniversite umudumuzun külleri üzerinde dans eden bu zevatın- ne zaman olur, maalesef öngöremiyorum – bu görevlerinden uzaklaştıkları/uzaklaştırıldıkları tarihe kadar da ne o üniversitenin ne de o üniversitenin hukuk fakültesinin kapısından içeriye girmeye tenezzül etmeyeceğim.”

Prof. Dr. Metin Günday’ın, Prof. Dr. Türkan Sancar’a teşekkür ederek başladığı yanıtının tam metni şöyle:

“Sevgili Türkan Hocam,

Öncelikle, açılış dersini vermek üzere ilk dersine davetin için çok  teşekkür ediyorum. Hiçbir hukuki dayanağı olmadığı halde ayrıldıktan sonra hiçbir ek ücret talep etmeden Kamu Hukuku doktora programlarında verdiğim İdari Yargı dersinin bu yarıyılda aniden kaldırılmasını, 22 Eylül’de yapılacak bir doktora tez savunmasındaki jüri asli üyeliğinden -üçüncü yedeğe düşürülmek suretiyle- azledilmemi ve de doktora tez danışmanlıkları ve tez izleme komitelerindeki üyeliklerimin de kaldırılmasını, Ankara Üniversitesi Rektörü, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü/yöneticileri ve de Hukuk Fakültesi Dekanı/yöneticilerinin şahsıma yönelik yürüttükleri ortak bir operasyonun sonucu olarak görüyorum. Ayrıca bu operasyonu yürüten zevat, göstermelik bile olsa, şimdiye kadar hiçbir karşılık beklemeden yerine getirdiğim  görevler için bir “teşekkür yazısı” nı dahi benden esirgeyecek kadar akademik nezaketten yoksun olduklarını kanıtlamışlardır.

Üzülerek ifade edeyim ki, 33 yıl öğretim üyesi, İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve Kamu Hukuku Bölüm Başkanı  olarak görev yaptığım  Ankara Üniversitesini de, Hukuk Fakültesini de kendi üniversitem ve hukuk fakültem olarak görmüyorum. ‘Bilim ateşi’ (!)  dedikleri ateşle  bir kez daha yaktıkları demokratik ve özerk üniversite umudumuzun külleri üzerinde dans eden bu zevatın- ne zaman olur, maalesef öngöremiyorum – bu görevlerinden uzaklaştıkları/uzaklaştırıldıkları tarihe kadar da, ne o üniversitenin ve ne de o üniversitenin hukuk fakültesinin kapısından içeriye girmeye tenezzül etmeyeceğim. O üniversitenin ve hukuk fakültesinin bir işlemine gereksinim duyduğumda da (örn. pasaport temditi gibi), o işlemi vekilim aracılığı ile yaptıracağım. Anlayışla karşılayacağına inanıyorum… Sevgiyle…”
=====================================
Dostlar,

Ne diyelim… FETÖ ile savaşıyorsunuz öyle mi? Güldürmeyin insanı..
Erdoğan itiraf etti, “at izi it izine karıştı..” diye..  Karıştırma kardeşim, sen hükümetsin..
15 yıldır tek başına iktidarsın. Devletin tüm gücü elinde.. Bütün yetkiler TEK ADAMDA toplanmış. Hukukun üstünlüğünden ayrılmadan, hakkaniyet temelli adalet anlayışı ile kılı kırk yararak yürütün işlemleri! Bu denli zor mu? Ne istiyorsunuz Prof. Metin hoca’dan..
Bir İdare Hukuku profesörüne de bunu yaparsanız, bu insanlar nasıl hukuk eğitimi verecek??
Gözdağı mı, “.. bak biz idare hukuku profesörüne bile bunu yaparız…” demek için mi?
Bu daha da zavallı hatta sefil bir tutum değil mi??

  • Artık bu kabul edilemez ve de sürdürülemez baskı – dayatma – hukuk dışı zulme bir son vermenin zamanı geldi de geçiyor değil mi??

Metin hocaya gelince; bir an önce sakinleşmesini ve hukuksal uğraş vererek her bakımdan örnek olmasını diliyoruz. Hocalık görevi bu durumda kendi özelinde hak arama savaşımı (mücadelesi) sürdürülmeli, havlu atmak yok.. Sonra yazarsınız okuruz, anlatırsınız öğrencileriniz dinle; tarihçiler not düşer.. Tamam mı değerli Prof. Günday hocam??

İncelik göstererek dayanışma sergileyen Prof. Dr. Türkan Sancar’a biz de teşekkür ediyoruz.

Böylesi ağır travmalarda insanların bağışık sistemi ciddi biçimde zedelenebiliyor. Bu çok tehlikeli. Ordusuz – savunmasız kalan bir beden; tüm fiziksel mental hastalıklara açık duruma düşüyor. Hele yaş da ilerledi ise, beden direnci daha da zayıf olabiliyor. Metin hocanın bu gerçekleri gözardı etmemesini ve pisikiyatrik destek almasını salık veriyoruz bir hekim olarak.
*****
Prof. Günday’ın da imza koyduğu bir akademisyenler bildirisi 9 Mart 2017’de yayınlanmıştı
(https://www.haberler.com/akademisyenlerden-ortak-bildiri-turk-tipi-7053476-haberi/);

“Anayasaya ve demokratik süreçlere saygı”

Türkiye’nin önde gelen hukukçu ve siyaset bilimcileri, erkler ayrılığı çerçevesinde
– parlamentonun etkinliğinin artırılması ve
– yargı bağımsızlığının sağlanmasının
– hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasının ön koşulu olduğunu vurguladı.
Türk usulü başkanlık sistemine bir bildiriyle karşı çıkan akademisyenler, “Bu süreçte, kimi akademisyenlerin anayasa hukuku ve siyaset bilimi verilerini çarpıtarak kamuoyunu yanıltıcı açıklamalar yapması esef vericidir.” dedi.

Anayasaya ve demokratik süreçlere saygı başlığıyla yayınlanan bildiride uluslararası ilişkiler bakımından, demokrasinin uluslararası standartları bir yana bırakılarak “kişiye özgü” bir rejim kurmanın Türkiye’yi dünya sisteminden koparacağı, iktisadi ve sosyal alanda olumsuz sonuçlar yaratabileceği uyarısı yapıldı. “Biz aşağıda imzası bulunanlar, Türkiye’nin, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan demokratikleşme ve hukuk devletinin kurumsallaşmasına dayalı anayasal birikimini hatırlatarak, başkanlık rejimine ilişkin tartışmalar ışığında aşağıdaki noktaları vurgulamayı zorunlu görüyoruz.” denilerek imzalanan bildiri şöyle:

  • “Bugün Türkiye’nin demokrasi düzeyi ve Anayasası gerçek birikimini yansıtmamaktadır. Demokrasi açığının kapatılması amacıyla, başta Anayasa gelmek üzere yeni düzenlemeler, yıllardır üzerinde çalışılan konu ve sorunların başında gelmektedir. Söz konusu sorunları çözmek amacıyla, Türkiye’ye özgü deneyimler ve çağdaş demokrasilerin çözüm biçimleri ışığında üzerinde siyasal ve akademik nitelikte çalışmalar yapılması zorunluluğu bulunmaktadır ve bu yönde, son yıllarda, anayasa raporları ve önerileri ile kayda değer çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Erkler ayrılığı çerçevesinde parlamentonun etkinliğinin artırılması ve yargı bağımsızlığının sağlanması, öncelikli iki hedef olup, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasının ön koşullarıdır. Öte yandan, çok yönlü denge ve denetim düzeneği, çağdaş anayasaların ortak paydasını oluşturmaktadır.‘KİŞİYE ÖZGÜ BAŞKANLIK ANAYASA DIŞI’

    Ne var ki, son aylarda Cumhurbaşkanı güdümünde yürütüldüğü görülen ve kişiye özgü bir başkanlık rejiminin inşasına dayalı çalışmalar, izlenen usul ve hedef bakımından demokratik usullere yabancı olmakla kalmayıp, Anayasa dışıdır. Türkiye’nin Osmanlı’daki parlamenter deneyim ile birlikte 100 yılı aşkın süredir denediği parlamenter rejimi işler kılma yerine, herhangi bir ilke tartışması yapılmasına olanak tanınmaksızın, yeni bir rejim dayatması karşısında bulunuyoruz. Bunun, Anayasa dışı yollarla ve devletin bütün olanakları kullanılarak yapılmaya çalışılması, hukuken kabul edilemez. Bu süreçte, kimi akademisyenlerin anayasa hukuku ve siyaset bilimi verilerini çarpıtarak kamuoyunu yanıltıcı açıklamalar yapması esef vericidir. Uluslararası ilişkiler bakımından, demokrasinin uluslararası standartları bir yana bırakılarak ‘kişiye özgü’ bir rejim kurmanın Türkiye’yi dünya sisteminden koparma riski yanı sıra, iktisadi ve sosyal alanda yaratması muhtemel olumsuz sonuçları göz ardı edilemez. Uzman, akademisyen, hukukçu ve yurttaş kimliğimizle bu süreci kabul etmediğimizi, Türkiye’nin demokratik gelişiminin, hukuk çerçevesinde kalınarak eşit, serbest, katılımcı ve nesnel bilgiye dayalı tartışma ortamında sağlanabileceğine dair inancımızı ve bu konuda her türlü katkı vermeye hazır olduğumuzu beyan ederiz.”

    Bildiriyi imzalayan hukukçular şöyle                   :

    Prof. Dr. Erdoğan Teziç (Anayasa Hukukçusu), Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu (Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Prof. Dr. Bertil Emrah Oder (Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Prof. Dr. Sultan Üzeltürk (Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Doç. Dr. Ayşen Candaş ( Boğaziçi Üniversitesi İİBF), Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu (Sabancı Üniversitesi, Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi), Prof. Dr. Fazıl Sağlam (Yakın Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Anayasa Mahkemesi E. Üyesi), Prof. Dr. Baskın Oran (Ankara Üniversitesi Mülkiye Mektebi, E.), Prof. Dr. Nuray Mert (İstanbul Üniversitesi), Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu (Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Prof. Dr. Meltem Dikmen Caniklioğlu (Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Prof. Dr. Selin Esen (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Prof. Dr. Rona Serozan (İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Prof. Dr. Mustafa Erdoğan (İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Prof. Dr. Osman Doğru(Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Doç. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz (Anayasa Hukukçusu), Prof. Dr. Cevdet Atay (İdare Hukuku Emekli Öğretim Üyesi), Doç. Dr. Başak Çalı (Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Prof. Dr. Nermin Abadan Unat (Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü), Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu (Galatasaray Üniv.Hukuk Fakültesi), Prof. Dr. Sevtap Yokuş (Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Prof. Dr. Büşra Ersanlı (Marmara Üniversitesi SBF), Prof. Dr. İlter Turan (İstanbul Bilgi Üniversitesi İİBF E.Öğretim Üyesi), Prof. Dr. Günay Göksu Özdoğan (Marmara Universitesi SBF), Prof. Dr. Oktay Uygun (Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Prof. Dr. Gencer ÖZCAN (İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü), Prof. Dr. Nihal İncioğlu (İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü), Prof. Dr. Turan Yıldırım (Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi), Doç. Dr. Pınar Uyan (İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü), Prof. Dr. Metin Günday (Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi)
    ******

    Prof. Metin hoca bu çağrıya imza koymanın bedelini ödüyor galiba?!
    Böylesine düşünebilmek bile sürüklendiğimiz yer açısından dehşet vericidir!
    AKP = RTE‘nin ar – tık ülkeyi – rejimi yeniden normalleştirmeye geçmesi ka-çı-nıl-maz-dır!
    Ama ufukta hiçbir ipucu yok… “OHAL döneminde anayasaya aykırı KHK çıkarılabilir..” diye dünya hukuk tarihine geçecek ölçüde saçmalayan Adalet Bakanını Başbakan yardımcısı ve hükümet sözcüsü yaparak adeta ödüllendiriyorsunuz. Oysa hukuk diploması iptal edilip yeniden hukuk lisans eğitimine alınmalı böyleleri; başkaca gençlerin eğitim hakkını da engellemeden..

Sevgi, saygı, ve kaygı ile. 20 Ağustos 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

TÜRK HUKUK KURUMU Basın Açıklaması

turk_hukuk_kurumu

TÜRK HUKUK KURUMU

Association des Juristes Turcs.

Turkish Law Association.
Der Verein des Turkischen Rechts
 
KAMUOYUNA DUYURU

Eğer, bir ülkede Yasama’nın denetim yolları tıkanmış,
etkisiz ve güçsüz kılınmışsa;
Yürütme’de saydamlığa yer verilmemişse;
Yargı’nın bağımsızlığı ve yansızlığı yok edilmiş ve medya,
sahiplerinin ekonomik çıkarlarının sözcüsü haline getirilmiş,
siyasal iktidarın yandaşı olarak işlevinden uzaklaştırılmışsa;
eş, dost, akraba, yandaş ve partili kayırarak zengin etme yolu olan nepotizm iktidar politikası yapılmışsa; bu uygun ortamda yolsuzluklar kaçınılmaz olur.

Eğer, o ülkede, erkler ayrılığına uyulmaz, güç tek adamın elinde toplanır özellikle Yargı Yürütme’nin etkisine terk edilir,
Sayıştay ve teftiş kurullarının yetkileri kısıtlanır ve
toplumun bilgilenme ve tepki gösterme hakkı zedelenirse,
yolsuzluklarla mücadele etme olanağı da yoktur.

Ülkemiz, 17 Aralık’tan bu yana büyük yolsuzluk iddiaları ve
Yargının soruşturma çabalarına iktidarın direnmesi örnekleriyle
karşı karşıyadır. Siyaset, ticaret ve bürokrasi üçgeninin yolsuzluklar konusunda ulaştığı zirvenin, Cumhuriyet tarihinde bir benzeri yoktur.
Rüşvet ve rüşvete aracı olmak, ihaleye fesat karıştırma ve karapara aklama suçlarının şüphelileri, bir kısım Bakanlar, yakınları, bürokratlar ve ticaret adamlarıdır. Soruşturmanın sağlıklı yapılması halinde nereye ve kimlere değeceği belirsizdir. Siyasal iktidarın soruşturmanın başlangıcından itibaren sergilediği tutum ve davranış ise hayal ve umut kırıcı olduğu gibi, son dönemlerdeki soruşturma ve kovuşturmaların
şaibeli haline haklılık kazandırmaktadır.
Özellikle;

I‐ Soruşturma evresindeki usul işlemlerinin gizliliği ve
masumiyet ilkeleri ihlal edilmiştir.

II‐ Oğlu rüşvete aracı olmakla suçlanan İçişleri Bakanı’nın verdiği talimatla
soruşturmaya yardımcı olan adli kolluk görevlilerinin yerlerinin
değiştirilmesi yargıya açık bir müdahaledir.

III‐ Soruşturmanın başlamasından sonra Adli Kolluk Yönetmeliği’nin
değiştirilmesi, Anayasanın 2 nci, 9 ncu ve 138 nci maddeleri bir yana,
CMK’nun 157 nci, 160 ncı, 161 nci, 164 ncü ve 167 nci maddelerine
kesinlikle aykırıdır.

IV‐ Başka bir yolsuzluk soruşturmasına, kendisine verilen yetkiyle başlayan
Cumhuriyet Savcısının talimatlarının ve talep ederek aldığı hakim
kararlarının, Başsavcılıkla ilişkileri bahane edilerek kolluk tarafından
yerine getirilmemesi olayın ürkünçlüğünü daha da artırmaktadır.

Kolluk, bu gücünü ve yargının üstüne çıkma cüretini siyasal iktidardan almaktadır. Anayasanın ve CMK’nun 157 nci, 161 nci, 164 ncü maddeleri ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun 12 nci maddesinin üzerine çıkan
bu sonuçla artık Türkiye “Hukuk Devleti” bir yana;
“Kanun Devleti” de değil sadece bir “Polis Devleti” dir.

Yargıya olması gereken ve sarsılan güven ve inancın yeniden sağlanması için
yargının herhangi bir hesaplaşmaya konu ve araç edilmemesi önkoşuldur.

Türk milleti, yolsuzluklarla birlikte yaşamaya layık ve mahkûm değildir.

Devletin çatırdayan temelini kurtaracak, yeniden hukuk devletini ve
yargının bağımsızlığını sağlayacak olan, milletimizin vereceği karardır.

Kamuoyunun bilgisine saygıyla sunarız. 28.12.2013

Türk Hukuk Kurumu Yönetim Kurulu adına
Başkan
Sabih Kanadoğlu

Ergenekon Davası Kararı yok hükmündedir!


Ergenekon_karari_yok_hukmunde

 

Dostlar,

Yargıçlar Sendikası‘nın son derece cesur ve hukuksal bakımdan sıkı olduğu anlaşılan tarihsel derecede önemli basın açıklaması aşağıda.

  • Ergenekon Davası Kararı yok hükmündedir!

Biz, hukukuçu olmamakla birlikte, açıklamayı yerinde ver doğru buluyoruz.

Bu açıklama paylaşılmalı, okunmalı.

Temel_haklara_iliskin_evrensel_kurallarin_onceligi

Yargıçlar Sendikası’nın yürekli ve birikimli, yurtsever yargıçlarına teşekkür borçluyuz..

Sevgi ve saygı ile.
13.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Ergenekon Davası Kararı yok hükmündedir!

Yargıçlar Sendikası tarafından yapılan açıklama:

yargiclar_sendikasi_logosu

 

İstanbul 13 ncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin iki yedek üye yargıcı, 10 Ağustos 2013 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki beyanlarında özetle;

 

“Ergenekon davasıyla ilgili olarak dosya içeriği bilinmeden konuşulduğunu, kendilerini eleştirenlerin ‘gerekçeli kararı beklemeleri” gerektiğini, 45 gün boyunca her gün 08:00-21:00 saatleri arasında iddiaları (dosyayı) değerlendirdiklerini,

kişilerin durumlarını hassas terazide tartar gibi tek tek incelediklerini; verdikleri karar noktasında vicdanen çok rahat olduklarını, çok isabetli ve hukuksal bir karar verdiklerini, özellikle son hükmün hazırlık aşamasının çok yoğun geçtiğini,
yoğun hararetli bir müzakere dönemi geçirdiklerini, yedek hâkimler olarak
gerekçeye dönük olarak çalıştıklarını”
 belirtmişlerdir.

Bu beyanlarda iki yedek üyenin, “hüküm öncesinde yaklaşık 45 gün süren müzakerelere, asıl heyeti oluşturan başkan ve iki üye yargıç ile birlikte kendilerinin de katıldıklarını, çok sayıda ağır hapis cezalarını içeren hükmün oluşumuna değerlendirme ve görüşleriyle katkı sunmaları nedeniyle vicdanen çok rahat olduklarını, gerekçeli karar yazımına da katılacaklarını” açıkça ifade ettikleri görülmektedir.

Kamuoyunda “Ergenekon Davası” olarak adlandırılan, bir eski Genelkurmay Başkanı, birçok gazeteci, akademisyen, siyasal parti mensubunun da yer aldığı çok sayıda kişinin, çok sayıda suçtan sanık olarak yargılandıkları davada, 5 Ağustos 2013 tarihinde İstanbul 13 ncü Ağır Ceza Mahkemesi’nce açıklanan karar, gerek nitelik ve içerik, gerekse yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti gibi yönlerden ulusal ve uluslararası alanda birçok tartışmalara neden olmuştur.

ÖZEL GÖREV YÜKLENEN MAHKEMELER

İki yedek üyenin açıklamaları, davanın karar sürecine yönelik olup, anılan kararın içeriğini adli yönden denetlemek kuşkusuz görev alanımız dışında ise de,
bu durum tüzüğümüzdeki amaç ve ilkeleri gözeterek açıklama yapmamıza engel değildir.

Temel haklara ilişkin evrensel kuralların, iç hukukta yasalardan öncelikli olarak uygulanması yolundaki Anayasa’nın 90/son maddesi gözetildiğinde,
taraf olduğumuz İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi‘nde ve BM Kişisel ve
Siyasal Haklar Sözleşmesi
‘nde yargılamanın adil yapılmasına, bunu tam anlamıyla gerçekleştirecek bir mahkemenin varlığına işaret edildiğinden, BM İnsan Hakları Komisyonu‘nca 2003 yılında onaylanan ve HSYK tarafından da 2006 yılında benimsenen BM Yargı Etiği Kuralları‘nda, bir mahkemenin mutlaka

  • “bağımsızlık, 
  • tarafsızlık, 
  • doğruluk ve tutarlılık, 
  • dürüstlük, 
  • eşitlik, ehliyet ve liyakat” 

esas ve ilkeleri çerçevesinde oluşması ve görev yapması gerektiği vurgulanmaktadır.
Bu kurallarda, anılan ilkelerin mevzuat boyutuyla sağlanmasının yanında,
uygulamada da yaşama geçirilmesi, yine aksi yolda bir algı ve görüntünün de
ortaya çıkartılmaması ayrıca ifade edilmektedir.

Sendikamız; erkler ayrılığına, yargı bağımsızlığına, adil yargılama ve yargı etiği kurallarına aykırı olarak yapılandırılan ÖGM’lerin kaldırmasını, hukuk devletinin,
hukukun üstünlüğünün, meslek kurallarının korunması adına baştan beri
her düzlemde savunmakta olup, somut bir davanın görüldüğü mahkemede görevli
iki yedek yargıcın açıklamaları, faaliyetlerimizin haklılığını bir kez daha ortaya koymuştur. Bu nedenle aşağıdaki açıklamanın yapılmasında yarar görülmüştür:

YEDEK HAKİMLER HÜKME KATILAMAZLAR

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası‘nın (CMY) 250 nci maddesinde düzenlenen mahkemeler, kendilerine özel görev yüklenen ağır ceza mahkemeleridir.

5235 sayılı Yasa’nın 9/3 ncü maddesi uyarınca, ağır ceza mahkemelerinde
bir başkan ve yeteri kadar üye bulunmaktadır ve bu mahkemeler bir başkan ve
iki üye ile toplanmaktadır.

5271 sayılı Yasa’nın 250 nci maddesinde öngörülen özel görevli mahkemelerde
ayrıca yedek yargıçlar da bulunmaktadır. Bu yedek yargıçlar soruşturma sürecinde, yargıç kararı alınması gereken işlere bakmakla görevlidirler. Kovuşturma yani yargılama sürecinde ise bu yedek yargıçlar, yalnızca heyette süreçte boşluk
ortaya çıkabilmesi olasılığı nedeniyle İHAM kararlarından hareketle, yargılamada yüzyüzelik kuralları gözetilerek yalnızca duruşmayı izlemekle yetinmesi gereken yargıçlar olup, bunun ötesinde bir görevleri bulunmamaktadır. Bu durumda yedek yargıçlar, heyette boşluk olduğunda heyete katılırlar, heyette boşluk olmadığında ise
ne heyete, ne müzakereye ve ne de hükme hiçbir biçimde katılamazlar.

CMY’nin 227/1 maddesi uyarınca (hükmün tartışılıp oylandığı) müzakerede
ancak ve ancak hükme ve karara katılacak yargıçlar bulunabilir.

CMY’nin 229/1 maddesi uyarınca, müzakerede mahkeme başkanı,
kıdemsiz üyeden başlayarak oyları ayrı ayrı toplar ve en sonra kendi oyunu verir.

CMY’nin 232/4 maddesi uyarınca da, karar ve hükümler, karar ve hükme katılan yargıçlar tarafından imzalanır.

Yargı bağımsızlığı, yargının dışa karşı bağımsızlığı yanında yargının kendi içinde de bağımsız olmasını, hiçbir biçimde ne içerden ne de dışardan etki altında olmamasını gerektirmektedir.

CMUY’nın 308 nci maddesinde, mahkemenin yasaya aykırı oluşması,
mutlak bir hukuka aykırılık durumu olup,
bu durum da hükmün esastan incelenmesini engelleyen
usulden mutlak bir bozma nedenidir.

Yapılan açıklamalardan, nihai mahkeme hükmünün tartışılıp oylanarak belirlendiği müzakerelere; hükmü veren heyeti oluşturan ve hükmü imzalayan başkan ve
iki üye yargıcın dışında, iki yedek üye yargıcın da katıldığı, bu sürece etki ve
katkıda bulundukları tartışmasız ortaya çıkmıştır.

Hükmün tartışılıp, hazırlanıp açıklanacağı müzakerelere katılma yetki ve görevleri olmayan bu iki yedek üyenin her ne biçimde olursa olsun müzakere sürecine katılmasıyla, iç hukuk ve tüm evrensel hukuk kuralları gözetildiğinde,

yargı etiğine ilişkin tüm kurallara aykırı hareket edildiği,
yine adil yargılama kurallarının ihlal edildiği,
hukuka uygun bir karar ortamının oluşturulmadığı,

böylece kararın açıklanma sürecinde yaşanan açıklık kurallarına aykırılığın da ötesinde
başkaca çok daha büyük aykırılıkların da yaşanmış olduğu, tartışmasız bir biçimde ortaya çıkmıştır.

KARAR YOK HÜKMÜNDEDİR                                 :

Bu durum müzakereyi de kapsamına alan adil yargılama sürecine müdahale ortamını yaratan heyetin, yine müzakereye katılma yetki ve görevleri olmadığı halde müzakereye katılan yedek üyelerin adli, mesleki, disiplin ve etik sorumluluğunu ortaya çıkardığı gibi;

ÖGM’lerin birçok kaldırılma gerekçesinden biri olarak belirtilen bu mahkemelerde;

  • kural olarak adil yargılamanın yapılmadığı, 
  • adil yargılama ortamının bulunmadığı, 
  • ehliyet ve liyakattan bile yoksun kişilerin görevlendirildiğini de 

ayrıca ve bir kez daha doğrulamıştır.
Yargıtay’ın yerleşik uygulamaları itibarıyla bu süreç usulden mutlak bir bozma nedeni olarak ortaya çıkmakta olup, o boyut temyiz süreci ile ilgili bir konudur.

Mevzuat; hükmün oluşturulduğu müzakerelerde, yalnızca karar ve hükme katılacak yargıçların bulunmasına ve hükmün yalnızca onlar tarafından oluşturulmasına
izin vermekte iken; anılan beyanlar, yedek üye yargıçların da bu sürece katıldıklarını
ortaya koymuştur. Sürece başkaca katılan olup olmadığı henüz bilinmemektedir.
Bu biçimdeki bir hükmün,

  • “yasal görev ve yetkisi bulunmayan yargıçların katılım ve katkısıyla oluşturulup, yasaya uygun müzakere edilmiş gibi tutanağa bağlanarak”

açıklandığı verilen beyanlarla ortaya çıktığından; hukuksal temelde müzakere yapılmadan duyurulan karar nedeniyle, hükmün hukuken doğmadığı,
yani “yok hükmünde olduğu” tartışmaları da hiçbir zaman gündemden düşmeyecektir.

Mahkemenin iki yedek üye yargıcının birbirini doğrulayan beyanları,
ulusal ve uluslararası kamuoyunun ve hukuk çevrelerinin gündeminde olan ve
önem atfettiği böyle bir davada bile,
temel hak ve özgürlüklerin bu mahkemelerde nasıl hiçe sayıldığını
çok açıkça göstermiştir.

Özel Görevli Mahkemeler‘de hukukun üstünlüğünden uzaklaşıldığı için
bu mahkemelere her durumda karşı olduğunu açıklayan Yargıçlar Sendikası,

  • bu mahkemelerde adil yargılama ortamının oluşmadığını,
  • hukukun üstünlüğünün ve yargı etiğinin çok açıkça ihlal edildiğinin 

bir kez daha ortaya çıktığını belirterek;

hukukun üstün, etkin ve egemenliği için

Özel Görevli Mahkemelerin bir an önce kaldırılmasını ifade etmektedir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
(http://www.yargiclarsendikasi.org/Basin_Aciklamalari/Basin_Aciklamasi_1/, 12.8.13)

YARGIÇLAR SENDİKASI YÖNETİM KURULU