Etiket arşivi: Topçu Kışlası

Can / Çiğdem / Hakan / Mine / Mücella / Osman / Tayfun

GÜNCEL18.08.2022, BİRGÜN

“Sonuç olarak, anayasal düzeni ülke genelinde korumayı amaçlayan eylemler dizisinin kalbi olan Gezi, demokrasinin post-modern mantığı olarak, PBDBY tarafından yeniden başlatılan bilgi kirliliği ile örtülemez ve kaçak Saray güdümündeki yargıçlarla yaptırıma tabi tutulamaz.

O. Kavala, C. Atalay, M. Yapıcı, T. Kahraman, Ç. Mater, H. Altınay, M. Özerdem’in bir an önce özgürlüklerine kavuşması dileğiyle Türkiye’ye gelecek olsun!” ( İ. Kaboğlu, “Anayasal ve siyasal açıdan Gezi”, Politikyol, 1 Mayıs).

2013

Ülke/insan ve siyasal iktidar sıralamasında devlet, yaşam kaynağı olan yeryüzü parçası üzerinde hak özneleri olarak insanların gerçekleştirdiği bir siyasal örgütlenmedir.

Varlık nedeni, ‘ ülkeyi ve toplumu korumak’:

Ülke ve çevre için, önlemek/korumak/geliştirmek,

İnsan hakları için, saygı göstermek/korumak/geliştirmek.

Bu yükümlülükler dizisi, Anayasa güvencesi altında.

“Gezi’de AVM yapılacak” diyen ve özellikle 2011 seçimleri ardından hemen her istediğini yaptıran (Cemaat’in her istediğini de veren) Başbakan’ın öznel tasarrufları, ikili ihlaller zinciri oluşturuyordu:

-Ülke, çevre, tarihsel ve kültürel değerler;

-İnsan hakları; yaşam tarzından demokratik hak ve özgürlüklere kadar.

Dengeli ve sağlıklı çevre için Devlet’in ‘önleme, koruma ve geliştirme’ yükümlülüğü, yurttaşlar için ödev-hak ikilemine dönüşmekte. Bu anayasal güvence, yurttaşlara ve sivil toplum örgütlerine, doğayı bozucu etkinliklere karşı çıkma olanağı tanır; bu eylemlere karşı kolluk güçleri, “kamu düzeni” adına zor kullanamaz. Zira yurttaşların, çevresel ve kentsel kamu düzeni adına koruduğu, toplum yararını aşarak gelecek kuşakları da kapsayan ülkesel kamu yararıdır. (AS: Anayasa md. 56/2)

Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası kamuflajı ile bir AVM yapımının ilk adımı olan ağaçların sökülmesine gösterilen ve çığ gibi büyüyen tepki, siyasal krizleri kendi varlığını sürdürme aracı olarak gören AKP’nin Anayasa dışı yönetimine karşı demokrasinin post-modern mantığı ile verilen toplumsal yanıttı.

Kente karşı işlenmekte olan suçları önlemek için kitlelerin siyasal ayrışmaları aşarak, ülkesel anayasal düzeni toplumsal sahiplenme idi. Daha somut deyişle, siyasal aktörlerin anayasa dışı söylem-işlem ve eylemlerine karşı toplumun anayasa yoluyla tarihsel-kültürel-doğal ortak yaşam alanlarını koruması ve yaşam tarzına müdahaleyi reddetmesi idi.

Belli siyasal akımlara, toplumsal grup ve katmanlara indirgenemeyecek çok geniş yelpazeli ülke genelindeki toplu hareket, lideri olmayan eylemler zinciri olup, toplumbilim ve siyaset bilimi verilerine göre, böyle kendiliğinden ve çok yönlü çoğulcu bir toplu eylem bir kişi öncülüğünde gerçekeşemez.

2022

Bu nedenle Gezi kararları, adil yargılanma hakkının zincirleme ihlalleri ötesinde, demokratik hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı kurallarını hiçe sayan siyasal kurgu ürünüdür.

İktidar bekasına yönelik toplu siyasal davalardan, artık, “kandırıldık, bu bir kumpastı” vb. bahanelerle sıyrılma olanağı da yok. Ne var ki, hukuk işletilemediği için, -Gezi tutsaklarından bir danışma birimi olan MGK üzerinden Ahmet Çörekçi ve arkadaşlarına, seçilmişler Selçuk Mızraklı’dan Selahattin Demirtaş’a- çok sayıda tutuklu için tek umut ışığı, seçimlerde siyasal iktidarın eldeğiştirmesi.

Bu konuda, ‘hak, hukuk ve adalet’ öncüsü CHP, tarihsel sorumluluk üstlenmiş durumda. Bu adaletsizlik sarmalı, 6’lı Masa gündeminin de merkezinde yer almalı.

Bilinmelidir ki, saltanatları için diktikleri kaçak saraylar yanında, demokratik toplumu sönümlendirmek için kullandıkları Adalet Saray’ları ile yarattıkları hukuk enkazları, demokratik Cumhuriyetçilere ağır sorumluluklar yüklüyor.

RG’de yayımlanan kamu arazilerini satış kararları ile Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY),

  • Beştepe Sarayı’nı, ‘Türkiye ülkesini satış ofisi’ ne dönüştürdü:
  • anayasal düzeni ihlalde süreklilik!

Bu nedenle, Türkiye ve Türkiye Devleti için, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının uyanıklığı, her zamankinden çok daha yaşamsal!

Anayasal ve siyasal açıdan Gezi

  • AKP iktidarının kara propagandasına karşılık Gezi hareketi sadece toplumsal bir hakkın kullanımına değil Anayasal gerekçelere de dayanıyor.

TBMM Üyesi, Anayasa Komisyonu CHP Grup Sözcüsü, hukukçu Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu yazdı.

Gezi, zaman ve mekân, anayasal düzen ve yönetim tarzı ışığında elden geldiğince bütüncül bir bakış açısı ile değerlendirilebildiği ölçüde, Türkiye’nin demokratik hukuk devleti yolculuğuna katkı sağlayabilir.

ANAYASAL DÜZEN SACAYAĞI: ÜLKE/İNSAN/DEVLET

ÜLKE:  Kentsel-kırsal ve kültürel çevre, tarihsel-kültürel ve doğal değerler, ülkesel ve/ya çevresel anayasal haklar olarak korunur.

İNSAN: Özgürlük ve haklar, ödev ve sorumluluklar, Anayasa ile özdeştir.

DEVLET: Ülkeyi ve çevreyi, özgürlükleri ve hakları koruma ‘görev, yetki ve sorumluluk’  üçlüsünde; kuralı koyan (yasama) , kuralı uygulayan (yürütme)  ve uyuşmazlıkları çözen (yargı)  olmak üzere erkler ayrılığında somutlaşır.

Ülke/insan ve devlet sıralaması bakımından Devlet, yaşam kaynağı yeryüzü parçası üzerinde hak özneleri olarak insanların gerçekleştirdiği örgütlenmedir.

  • Devletin varlık nedeni, ‘ ülkeyi ve toplumu korumak’.

Anayasa, bu amaçla;

Ülke ve çevre için, önlemek/korumak/geliştirmek,

İnsan hakları için, saygı göstermek/korumak/geliştirmek,

Yükümlülüklerini öngörüyor.

Bu yükümlülükler dizisi, ‘Anayasa neden ekmek, su ve hava kadar önemli?’ sorusunun da yanıtı.

ANAYASASIZLAŞTIRMA VE GEZİ

Görev, yetki ve sorumluluk sahiplerinin yükümlülüklerine ilişkin kuralları ihlâl süreci olarak anayasasızlaştırma, 2013’te görünür hale geldi.

Gezi olayları ile örtüşen anayasasızlaştırma, Gezi’den sonra ivme kazandı:
– 17-25 Aralık 2013 süreci;
– 15 Temmuz (2016) başarısız darbe girişimi ve
– 16 Nisan (2017) Anayasa halkoylaması, (iktidar içi kavga, silahlı kalkışma ve OHAL koşullarında Anayasa değişikliği dayatması)

anayasal düzeni ihlâl ve ilga girişimleridir.

“Gezi’de AVM yapılacak” diyen Başbakan’ın, özellikle 2011 seçimleri ardından hemen her istediğini yaptırdığı dönemdi. Öznel tasarrufları, ikili ihlâller zincirinde şekilleniyordu:

-Ülke, çevre, tarihsel ve kültürel değerler;

-İnsan hakları; yaşam tarzına müdahaleden demokratik hak ve özgürlüklere kadar.

İşte, Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası kamuflajı ile bir AVM inşasının ilk adımı olan ağaçların sökülmesine gösterilen ve çığ gibi büyüyen tepki, siyasal krizleri varlığını sürdürme aracı olarak gören AKP’nin Anayasa dışı yönetimine karşı demokrasinin post-modern mantığı ile verilen toplumsal yanıttır. Gezi açısından Anayasa düzeni neyi ifade eder?

ANAYASAL DÜZEN VE KORUNMASI

Ülke ile ilgili kurallar, ilkeler ve değerler bütünü, Anayasa güvencesi altında.

Türkiye: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” (md.3) kuralı ile vurgulanan, yalnızca ülkesel bütünlük olmayıp, “bütün ülke” ve “ülkenin bölünmezliği” (md.5) vurgusu ile nitelikli bütün ülkedir.

-“Kamu yararı” gerekleri: kıyılardan yararlanma (md.43), toprak mülkiyeti (md.44) ve tarım, hayvancılık (md.45) gibi alanlar, kamu yararındandır.

Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması: Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korur; bu amaçla düzenleyici ve özendirici tedbirleri alır (md.63).

-Doğal kaynaklar: Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır (md.168).

Ormanlar: Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli yasaları koyar ve tedbirleri alır (md.169).

Planlama: Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayi ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli biçimde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir (md.166).

Kentsel kamu düzeni, “sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak” ve “şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten planlama” yükümlülüklerinde somutlaşır (md.23 ve 57).

Anayasa, aktarılan farklı hükümleriyle bir yandan, kentsel, kültürel ve kırsal çevre üçlüsünde, öte yandan doğal, kültürel ve tarihsel çevre üçlüsünde bütünleşik çevresel bakış lehine yorum için gerekli ögeleri içermektedir.

ÖNLEMEK/KORUMAK/GELİŞTİRMEK

Devletin çevre kirliliğini önleme, çevreyi koruma ve geliştirme ödevi, genel olarak insan hakları karşısındaki üçlü yükümlülüğü ile örtüşür: saygı göstermek, korumak ve geliştirmek.

  • Anayasa madde 56, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı güvencesi olarak üçlü yükümlülüğü öngörür.

Çevre kirlenmesini önlemek: Çevreyi bozan veya çevre üzerinde olumsuz etkilere yol açma riski yaratan faaliyetler (planlama, ilgili kararlar ve uygulamaya koyma) için çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) önkoşuldur.  ÇED uygulaması ve etkililik derecesi, Devletin önleme yükümlülüğünü yerine getirme aracıdır.

Bu anayasal dayanak, yurttaşlara ve sivil toplum örgütlerine, doğayı bozucu etkinliklere doğrudan müdahale hakkını verir; bu eylemlere karşı kolluk güçleri,
kamu düzeni” adına zor kullanamaz.

Çevre sağlığını korumak: Devletin koruma yükümlülüğü, uyumlu ve dengeli bir çevre korumasını da kapsamına almaktadır. Bu yükümlülük, çevre hukukunun farklı alanlarını da kapsar: tarihsel, kültürel ve doğal miras, kıyılar, doğal servetler ve kaynaklar; ormanlar…

Çevreyi geliştirmek: Devletin bu yükümlülüğü, genel dayanağını madde 5’te bulur: “… kişinin hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak”.

  • Önlemek,
  • Korumak ve
  • Geliştirmek

biçimindeki üç aşamalı yükümlülük, Devlet adına karar alan kamu makamları için olduğu kadar, onların denetimi altında faaliyette bulunan özel sektör kuruluşları ve yurttaşlar açısından da geçerli. Kuşkusuz ödev-hak ikilemi, çevre kirliliğinin önlenmesi, ülkenin doğal dokusunun korunması ve çevrenin geliştirilmesi konusunda bireyin konumunu pekiştirdiği gibi, sivil toplum örgütlerinin girişimleri için de anayasal temel sağlamaktadır.

  • Bu anayasal dayanak, yurttaşlara ve sivil toplum örgütlerine, doğayı bozucu etkinliklere doğrudan müdahale hakkını verir; bu eylemlere karşı kolluk güçleri, “kamu düzeni” adına zor kullanamaz.

Zira yurttaşların, kentsel kamu düzeni ve çevresel kamu düzeni adına bekçiliğini yaptığı, nitelikli bir ülkenin bütünlüğüdür. Bu çerçevede kamu yararı, toplum yararının ötesine geçen ve -gelecek kuşaklar dahil- ülkesel yararı da kapsamına alan üst bir kavramdır.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının bu çerçevede öne çıkmaları, “mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak” anayasal amacı ile örtüşmektedir (md.135).

 ÖZGÜRLÜK ÖLÇÜTLERİ EKOSİSTEM İÇİN DE GEÇERLİ

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” (md.13)

Bu genel hüküm ışığında; çevre üzerinde bozucu etki yaratan faaliyetler, çevresel denge ve uyum bakımından ölçülü olup olmadığı ve hakkın özüne dokunup dokunmadığı yönünden irdelenmeli; yaşam hakkının, “sağlıklı ve dengeli çevre” bağlamında çiğnenip çiğnenmediği de araştırılmalıdır.

Denge ve sağlık” kavramları, beşerî varlığı aşan türler olarak hayvan (fauna) ve bitkileri (flora) de kapsamına alır.

Daha genel olarak; Devletin önleme, koruma ve geliştirme ödevini etkili kılmada, “demokratik sosyal hukuk devleti” ilkesi, çevresel düzenlemelerin de genel ölçütü olarak uygulanmalı. Zira katılımcılık, demokratik sosyal devlet ilkesinin gerekleri arasında, çevre korumasında büyük önem taşır.

Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” hükmü de ülke bütünlüğünün niteliksel olarak da korunması gereğini içerir şekilde yorumlanmalıdır.

Yine Devlet, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlama ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama yükümlülüğünü, ancak bütünlüğünü güvence altına aldığı nitelikli bir ülkede yerine getirebilir.

Ülkenin doğal, kültürel ve tarihsel mirasını bozan ve yağmalayan düzenleme ve uygulamalara yöneltilen eleştiriler, en geniş fikir ve ifade özgürlüğünden yararlanır (md.25-26, 28 vd.).

Yaşama hakkı (md. 17), özel ve ailevi hayata saygı hakkı (md. 20), mülkiyet hakkı (md. 35), çevre hakkını korumak için dayanılabilecek hükümlerdir.

Hak arama özgürlüğü (md.36) ve yargı bağımsızlığı (md.138), “çevresel adalet” (ekolojik adalet) hizmetindeki anayasal güvencelerdir.

Hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa maddeleri, fikir-hareket ve toplu eylem zincirinde çevre hakkı hizmetine konulmaya elverişlidir. Ülkenin doğal, kültürel ve tarihsel mirasını bozan ve yağmalayan düzenleme ve uygulamalara yöneltilen eleştiriler, en geniş fikir ve ifade özgürlüğünden yararlanır (md.25-26, 28 vd.). Toplanma ve gösteri özgürlükleri ile dernekleşme hakları (md.33 ve 34), üstün kamu yararı ereğinde çevresel değerlerin korunmasına yönlendirilir.

GERİYE GÖTÜRÜLMEZLİK NE DEMEKTİR?

Geriye götürülmezlik ilkesi, çevre hukukunun genel ilkesi olup, var olan durumun gerisine götürecek düzenleme ve faaliyetlere olanak tanınmaması anlamına gelir. Çevresel hukuk, yalnızca Anayasa’da ve uluslararası belgelerde yazılı olan kurallardan ibaret olmayıp, onların yorumu ve uygulanması ile birlikte bir bütün oluşturur. Çevresel kazanımları zedeleyici düzenlemeler, geriye götürülmezlik ilkesi ile bağdaşmayacağından, bütüncül yorum, önemli ve gereklidir.

Yükümlülüklerini yerine getirmeyen kamu görevlilerine karşı, bütünleşik çevre koruması ereğinde barışçıl yurttaş eylemleri, -aynı zamanda gelecek kuşaklara karşı– hak ve ödev birlikteliğinde güçlü bir korumadan yararlanır ve yaptırıma tabi tutulamaz.

ANAYASAL DÜZENİ, POST MODERN DEMOKRASİ MANTIĞI İLE KORUMAK

Anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmasıyla yine anayasaca güvence altına alınan değer ve varlıkların korunması, esasen, yürütme-yasama-yargının, “önlemek/saygı göstermek, korumak ve geliştirmek” yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle yurttaşların, yurttaş girişimlerinin ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının anayasal hak ve ödevlerini yerine getirmeleridir. Bu bakımdan

  • Gezi sahiplenmesi, anayasal düzenin korunmasıdır.

Kente karşı işlenmekte olan suçları önlemek için kitlelerin siyasal ayrışmalar ötesi müdahalesi, Anayasa dışı siyasete karşı, ülkesel anayasal düzeni toplumsal sahiplenmedir. Daha somut deyişle;

  • Siyasal aktörlerin anayasa dışı söylem-işlem ve eylemlerine karşı toplumun anayasa yoluyla tarihsel-kültürel-doğal ortak yaşam alanlarını sivil itaatsizlik ve direnişle koruması ve yaşam tarzına müdahalesini reddetmesidir.

Belli siyasal akımlara, toplumsal grup ve katmanlara indirgenemeyecek çok geniş yelpazeli ülke genelinde toplu hareket, lideri olmayan eylemler zinciridir. Sosyolojik ve siyaset bilimi açısından, eğer lideri olsaydı, böyle spontane (AS: kendiliğinden) ve çok yönlü çoğulcu bir toplumsal eylem gerçekleşemezdi.

Bu nedenle 25 Nisan (2022) günü verilen Gezi davası kararlarını, adil yargılanma hakkının zincirleme ihlâlleri olarak nitelemek, pek hafif kalır. Demokratik hukuk devleti (md.2) ve yargı bağımsızlığı (md.138) kurallarını hiçe sayan ve hukuk skandalları ile bezeli dosyalar aracılığıyla, bütün başkanlık unvanlarını uhdesinde toplayan kişinin 2023 seçimlerine yönelik beklentileri doğrultusunda verilen kararlar, “anayasasızlaştırma süreci”nin, AKP iktidarının 2. On yılında ve Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY)’nin, 4 yılda Türkiye’yi getirdiği eşiği göstermesi bakımından ibret vericidir.

Kente karşı işlenmekte olan suçları önlemek için kitlelerin siyasal ayrışmalar ötesi müdahalesi, Anayasa dışı siyasete karşı, ülkesel anayasal düzeni toplumsal sahiplenmedir.

Sonuç olarak : Anayasal düzeni ülke genelinde korumayı amaçlayan eylemler dizisinin kalbi olan Gezi, demokrasinin post-modern mantığı olarak, PBYDBY tarafından yeniden başlatılan bilgi kirliliği ile örtülemez ve kaçak Saray güdümündeki yargıçlarla yaptırıma tabi tutulamaz.

O. Kavala, C. Atalay, M. Yapıcı, T. Kahraman, Ç. Mater, H. Altınay, M. Özerdem ve Y. Ekmekçi’nin bir an önce özgürlüklerine kavuşması dileğiyle Türkiye’ye gelecek olsun!

Kısa özgeçmiş              :

CHP İstanbul Milletvekili, Anayasa profesörü İbrahim Özden Kaboğlu, 1986-2017 yılları arasında yurt dışındaki çok sayıda üniversitede öğretim üyesi olarak görev yaptı. 70’in üzerinde bilimsel makalesi ve Anayasa hukuku alanında 25’in üzerinde kitabı bulunan Kaboğlu 27.dönemde milletvekili seçilerek TBMM’ye girdi. Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği (ANAYASA-DER) Başkanı ve Anayasa Hukuku Dergisi yayın yönetmeni olarak da görev yapan Kaboğlu aynı zamanda TBMM Anayasa Komisyonu üyesidir.

 

GEZİ’nin ANLAMI

GEZİ’nin ANLAMI

file:/Users/apple/Desktop/1427%20pazar/indd/28PD05/%2028%20TEMMUZ%202013:CALISMALAR:LOGOLAR%20ICIN:PAZARINPENCERESINDEN-2SATIR.jpg
file:/Users/apple/Desktop/1427%20pazar/indd/28PD05/%2028%20TEMMUZ%202013:KELLE%20FOTOLAR:DSELCUK.jpg

Prof. Dr. SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

Yaşamımın önemli bir bölümü Taksim Gezi Parkı’nın yakınlarında geçti.

Neler gördüm?

1943’te, İnönü Cumhurbaşkanıyken, buraya büyük bir heykel kaidesi yerleştirildi.

Anıtın kaidesinin bir yanına, Atatürk’ün, İsmet Paşa’nın “Milletin kötü talihini” yendiğini belirten sözleri yazılmıştı. Öbür yanına ise “Milli Şefimiz İsmet İnönü’ye İstanbul şehrinin sevgi, saygı ve minnet duygularıyla” diye biten bir cümlenin sarı pirinç harfleri kakılmıştı.

Bu kaide, herhalde halk arasında desteğini yitirmekte olan iktidar başına “sevgi ve minnet duyguları” hissedilmesi, gerçeklerle pek bağdaşmamaya başladığından orada, uzun süre tek başına, heykelsiz bekledi. İktidar değişince, kaidenin etrafı tahta perdelerle kapatıldı. Yeni iktidar, muhalefet partisi başkanının başarılarını anımsatan satırların okunmasını istemedi. 1960 darbesinden sonra tahta perdeler yıkıldı ama İsmet Paşa’nın heykeli buraya getirilmedi. Bir süre sonra kaide de, heykel de
Maçka Park’ında -gelen geçenin görmemesini istediklerinden olmalı-
ağaçlar arasında kalan kuytu bir yere yerleştirildi.

Darbeden sonra Taksim Meydanı’nın ortasına yirmi metrelik bir süngü dikmişlerdi.
Biz o tarihten 1981’e gelinceye dek bu antidemokratik simgeyi görür, bu zevksizliğin bir an önce ortadan kaldırılmasını dilerdik.

1 Mayıs 1977 İşçi Bayramı’nda kalabalıklar Taksim Meydanı’nı doldurmuştu.

DİSK Başkanı Kemal Türkler
konuşurken etraftan silahlar patladı:
Sular İdaresi binasının üstünden ve meydandaki otelden hâlâ gizlenenlerce açılan ateş sonucu ve sıkışıp ezilme nedeniyle 34 insan yaşamını yitirdi.

Taksim Meydanı ve gezisi, demokrasi tarihimizin her devrini bir köşesiyle yansıtan bir alandır. Bu yaz, bu niteliği daha da önem kazandı: Gezi‘nin yok edilip yerine sözde bir Topçu Kışlası kondurulmaya kalkıldığında, çok sayıda genç vatandaşımızın demokrasi tarihimizin nirengi noktalarından birinin ve önemli bir yeşil alanın yokedilmesine karşı çıkması, gaza, plastik kurşuna vb. direnmesi, burasını tarihimiz açısından daha da önemli bir konuma getirmiştir. Bu nedenle de olduğu gibi korunmalıdır!

Neyi anımsatıyor?

Paris’te, despotluğun simgesi haline gelmiş olan Bastille Hapishanesi’nin
1789 Devrimi’nde halk tarafından basılmasından sonra olanları:

Devrim’den on beş yıl sonra Fransa’nın başına geçen Napoleon, yıkılan hapisanenin yerine devrimi değil kendi başarılarını anımsatan 24 metre yüksekliğinde bir fil heykeli kondurmaya kalkmıştı. Heykelin ancak alçıdan yapılmışı alana yerleştirilebilmiş, Napoleon devrildikten sonra 1840’ta bir despotu ve zevksizliğini anımsatan
bu fil kaldırılmış, 1840’ta alana, Devrim’in kimliğini yansıtacak bir abide dikilmişti.

Gezi direnişini anlamak için hem çağımızın gençleri gibi düşünebilmek
hem de tarih bilmek gerekir.

(Cumhuriyet PAZAR Eki, 28.7.13)

Anlayana Sivrisinek Saz…


Anlayana Sivrisinek Saz…

Gurkut_Acar_portresi

Av. GÜRKUT ACAR
CHP Antalya Mikletvekili
Padişahlara özenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
her sıkıştığında CHP’nin geçmişine saldırır.

Başbakan’ın “iki ayyaş” dediği o insanlar “akıl ve bilime dayalı laik, demokratik Cumhuriyet’i kurarak, kendisinin Başbakan seçileceği bir sistemi yaratmışlardır.

  • Oysa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin çekirdek kadrosu,
    demokratik rejimden bir diktatörlük yönetimi yaratmışlardır.

Çünkü, Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin tek elde toplanmasının adı diktatörlüktür!

Yüz elli yıldan fazla tarihi bulunan Danıştay’da başkanlık seçimi için aday çıkmaması
bu baskının ne kadar büyük olduğunun bir kanıtıdır.

Siyasette bu yetkileri elinde tutanlar Osmanlı Padişahlarıydı.

Onlar bile 1808 yılından yani “Sened-i İttifak” tan itibaren bu yetkileri paylaşmayı
kabul etmişlerdir.

1876’da ilan edilen “Meşrutiyet” ile başlayan süreçte ise,
artık bir meclisle, iktidarın ortağı “halk” olmuştur.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Taksim’e dikmek için güzelim ağaçları söktürdüğü “Topçu Kışlası”nda çıkan 31 Mart 1909 gerici ayaklanmasından sonra
ne olmuştur?Harekat Ordusu İstanbul’a girmiştir.Çarpışmalarda 400 kişi ölmüş, 800 kişi yaralanmıştır.
Ya sonra?
“26 Nisan 1909 günü 240 Milletvekili ve 34 Ayan Meclisi üyesi İstanbul’da toplanmıştır.Padişah 2. Abdülhamit’in durumu hakkında gizli bir değerlendirme toplantısı yapmıştır.

Sonuçta Abdülhamit’in tahttan indirilmesine oybirliğiyle karar verilmiştir (٭).

“Topçu Kışlası”nı çok iyi bilen, orada başlayan gerici ayaklanmanın anıtını dikmeye çalışan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bundan sonra olanları bilmiyor mu?

Elbette biliyor.

Abdülhamit gibi “tahttan indirileceği !” korkusu ile telaş içinde “karşı mitingler” düzenliyor.

Halkın ayak sesleri ödünü patlattı. Kabadayılığı ondan…

Abdülhamit kuşkusuz demokrasi yoluyla, seçim yoluyla gelmiş bir devlet başkanı değildi. Ama o padişahlığı üstlenebilmek için özgürlükçü bir anayasayı yürürlüğe koymayı taahhüt etmişti. Bakanlar Kurulu bu anlayışla O’nun padişahlığını desteklemişti. Ama O kısa zamanda meclisi kapatmış, anayasayı işlemez hale getirmiş ve koyu bir istibdat yönetimi kurmuştu. O da dünya tarihindeki benzerleri gibi iktidarını sürdürmeyi, ülkeyi özgürleştirme hedefine tercih etmişti. Yeniden anayasayı yürürlüğe sokması ve Meclisi toplaması İttihat ve Terakki’nin askeri güç kullanarak yaptığı baskıların sonucu olmuştu.

Osmanlı İmparatorluğu, İspanya’nın aynı tarihlerdeki 1. Cumhuriyet denemesinde olduğu gibi eline geçen özgürleşme ve çağdaşlaşma şansını kullanamamıştı.(٭٭)Recep Tayyip Erdoğan da aynı vaatlerle geldi.Ama Anayasayı kezlerce ihlal etti, kurduğu parti Anayasa Mahkemesi tarafından
“Laiklik karşıtı odak” olarak mahkûm edildi.
  • Yargıyı, başka maddelerin arasına gizlenmiş maddelerle,
    hile ve halkı kandırmak suretiyle bağımsız olmaktan çıkardı.
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi ne yazık ki yalnızca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın emirlerine göre karar veren bir Meclis durumundadır.
Padişahlara diz çöktüren Türk Milleti, bunca demokrasi deneyiminden ve
90 yıllık Cumhuriyet döneminden sonra Recep Tayyip Erdoğan’a
kulluk etmeyecektir. 
1909 yılının Ağustos ayında Padişaha Meclis önünde Anayasaya uyacağına dair
yemin ettiren bir Millet; şimdi Anayasayı çiğneyen bu irticacı çekirdek kadroya mı
teslim olacaktır?
Aynı gün Başbakanı ve şeyhülislamı tayin yetkisinin kendisinde olduğunu kabul eden Padişah; bakanların atamasını başbakana bırakmak, Meclisin kendi başkanını ve başkan yardımcısını seçmesini ve antlaşmaları onaylama yetkisinin Mecliste olduğunu kabul ederek, kendisince zararlı gördüğü kişileri sürgüne gönderme hakkından vazgeçmek zorunda kalmıştır.(٭٭٭)Şimdi hem Cumhurbaşkanı olmayı hem de başbakan yetkilerini kendisinde toplamayı isteyen ve kendi kafasındaki teokratik devleti kurmayı hayal eden Recep Tayyip Erdoğan bilmelidir ki; Türk halkı 1909’dan geri gitmeyi yani yeni bir diktatörle yönetilmeyi asla kabul etmeyecektir…

Gezi Parkı direnişiyle de bu iradesini açık ve kesin olarak ortaya koymuştur.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az…

(٭) Onur Öymen; Demokrasiden Diktatörlüğe
İktidar Uğruna Demokrasiyi Feda Edenler,
Remzi Kitabevi, 2. bs. syf. 315
(٭٭)age syf. 316
(٭٭٭)age syf.316-317

Türkiye Barolar Birliği’nin Avrupa Konseyi’ne Başvurusu Üzerine

Dostlar,

TBB (Türkiye Barolar Birliği), Avrupa Konseyi‘ne başvuruda bulunarak
Türkiye’de halka uygulanan ölçüsüz polis şiddetinin kınanmasını ve
uluslararası hukuka uygun yasal girişimlerde bulunmasını İVEDİ kaydıyla istedi 17.6.2013). Bu girişim AİHS’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) 52. maddesine dayandırılmakta ve 3, 5, 10 ve 11. maddelerin çiğnemi (ihlali) sorgulanmakta.

Şöyle girilmekte :

tbb_logosu

“Ekselansları Sayın Jagland, 

  • Sizi Türkiye’de son dönemdeki bazı gelişmeler hakkında bilgilendirmek istiyorum;
  • 1. Topçu Kışlası inşası için 27 Mayıs 2013 gecesi İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nın bir duvarının yıkılmaya başlanması ve bazı ağaçların taşınması üzerine yaklaşık 50 kişi Gezi Parkı’na giderek tamamen barışçıl ve kimseye zarar vermeyecek şekilde gösteriler ile parkın yıkımına engel olmak istemişlerdir…”

Şöyle bağlanmakta :

UCHR

  • “…Buna göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 52 nci maddesi uyarınca, “Her Yüksek Sözleşmeci Taraf, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’nin istemesi üzerine, bu Sözleşme’nin bütün hükümlerinin fiilen uygulanmasının kendi iç hukukunca nasıl sağlandığı konusunda açıklamalarda bulunur.” Taksim Gezi Parkı protestoları kapsamında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3 üncü, 5 inci, 10 uncu ve 11 inci maddelerinin fiilen nasıl uygulandığı konusunda, Yüksek Sözleşmeci Taraf Türkiye Cumhuriyeti’nden açıklama talep etmenizi ve buna göre gereğinin yapılmasını saygılarımızla dileriz…”

Bu başvuru metni (Türkçe ve İngilizce) pdf dosyası olarak tümüyle aşağıda..

Avrupa_Konseyi’ne_Basvuru_17.6.2013

Avrupa_Konseyi’ne_Basvuru_Ingilizce_17.6.2013

Sn. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu başkanlığındaki Barolar Birliği’ne teşekkür borçluyuz.

İnsan hakları şampiyonu Avrupalı dostlarımızın içtenlikli tutumlarını bekliyoruz.

Umarız düşkırıklığına uğramayız.

2 çift sözümüz de içişlerimize karışma ile ilgili :

  • İNSAN HAKLARI EVRENSELDİR!

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 10 Aralık 1948‘de yayımlanmıştır.

UDHR_IHEB

Avrupa Konseyi, Türkiye’nin de kurucusu olduğu bir uluslararası kurumdur.

Ülke içinde 3 haftadır en vahşi biçimde kolluk şiddeti milyonlarca insana uygulanacak;

Bilinen 4 +1 genç insan insan yitiğimiz olacak!

10’u aşkın insan kör olacak!

10’u aşkın insan kalıcı olarak engelli olacak!

Onlarca ağır yaralı hala sağaltımda olacak!

  • Plasitk mermiler ve gaz bombaları hedef gözetilerek
    insanların yüzüne – gözüne sıkılacak..

TOMA‘lar suya kimyasal madde karıştırarak yüksek basınçla doğrudan halka sıkacak; apaçık insanlık suçu işleyecek

  • Çivili sopalarla polisin içine sızan birileri, hallkı acımasızca dövecek!

Evlere baskın yapılarak insanlar gözdağı için toplanacak!
Çok sayıda insan “kayıp” olacak, günlerdir hiçbir haber alamayacaksınız!

Sosyal medya iletişimi baskılanacak!

Hastanelere, otellere, revirlere bile gaz sıkılacak;
gaz kullanımı AİHM kararlarıyla suç sayılmışken, Türkiye mahkum edilmişken..

Devletin yapması gereken yerinde acil sağlık hizmetini, meslek örgütleriyle gönüllü – ücretsiz veren hekimlerin ellerini arkadan kelepçeleyecek;
Savaş hukukunu bile çiğneyeceksiniz!

Çağlayan Adliyesinde görev başındaki avukatları cübbelerinden tutup
yerlede sürükleyecek ve kelepçeleyeceksiniz..

**********

Bunların yakın benzeri daha önce hangi açık faşist rejimde görüldü?

Ve çağdaş dünya olup bitenleri seyredecek.. Hem de meşhur Küreselleşme çağında!?

Dahası, AB Avrupa Parlamanentosu‘nun sayısız onur kırıcı kararını – dayatmasını geçmişte yutmuş olacaksınız; 500’ü aşkın yasa ile içselleştirmiş olacaksınız!

******************

Bu denli iki yüzlülüğü, çifte standardı tarihte göstermek neredeyse olanaksız..

Evet, Batılı dostlar, içişlerimize karışmadan, uluslararası hukukun gereklerini yerine getirmek..

Anayasa madde 90                                :

D. Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma

Madde 90 –  ……………………….

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

İşte sizin sınavınız..

Biz Türkiye’de direnmeye devam ediyoruz. Kendi göbeğimizi de keseriz.

“DURAN TÜRKLER”.. daha nice yaratıcı eylemler sergileyerek haklarını savunacak ve alacaklar..

Duran_adam

Üstelik dünyaya da örnek olarak..

Sevgi ve saygı ile.
21.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Bekir Coşkun : Meydanlar..


Bekir COŞKUN

portresi_gulen

MEYDANLAR..

Meydanları sevmiyorlar…
Çünkü insanlar oralarda toplanıp ileri geri konuşurlar…
*
Bu nedenle meydanları eninden boyundan daralttılar…
Ortalarına süs havuzları koydular…
Ki toplananlar içine düşsün…
*
Binalar yaptılar meydanlara, küçülsün…
Kimi meydanlar yıldızlı kurabiye şeklinde oldu…
Bazılarını çiçeklik ve otobüs duraklarıyla bölerek labirent şeklini verdiler…
Orada toplantı yapanlar birbirlerini göremedikleri için, yalnızlık duygusuna kapılıp
eve gitsinler diye…

*
Meydanları sevmiyorlar…
Taksim Meydanı diyelim…
Bugün için ortasında çukur var ama yarın da Topçu Kışlası’nı yapacak meydana,
altı otopark, ortası AVM, üstü rezidans…
Üstelik “tarihi eser” diyor buna…
Söyleyin:
Henüz yapılmamış tarihi eser duydunuz mu hiç?..
*
Maksat…
Emekçilerin elinden meydanı almak
*
Şüpheleniyorlar meydanlardan…
Görünce aklına oraya toplanmış insanlar, kalabalıklar, yığınlar, pankartlar, bayraklar, haykırışlar, itirazlar, tepkiler geliyordur…
Sesler duyuyordur kulağında…
Sıkılmış yumruklar ve yürüyen ayaklar…
O zaman emrediyordur:
Meydanı meydandan kaldırın…”
*
Meydanlar muhalefettir…
Siyasi muhalefetin meydanda olmadığı zamanlar daha da lazım meydan…
Nasıl ki medya meydandan kalkınca, sosyal medya meydana çıktı… Siyasi muhalefet meydanda gözükmeyince, meydan muhalefeti meydanlarda daha da elzem…
*
Meydan taleptir…
Orada bir ağızdan ister insanlar; demokrasiyi, hukuku, adaleti, insan haklarını, barışı, yarınını, geleceğini…
Sevmiyor tabii…
Elinden gelse meydanları da tutuklatacak…
Biliyor çünkü…
Gidişi meydanlardan olacak

(3 Mayıs 2013, Cumhuriyet)