Etiket arşivi: beşli çete

Kutsal Zalimlik ve İktidar II

58. gün…

Merdan Yanardağ
Siyaset 21.08.2023, BİRGÜN

Türkiye, popüler dilde ‘‘tek adam rejimi’’ de denilen yönetim anlayışı ile, kabile-aşiret düzenine iade edilmiş bulunuyor. Dolayısıyla din-tarım-tacir toplumlarına özgü bir kabile/aşiret kültürü ve asabiyesi (sosyo-psikolojisi) bürokratik düzen ve idari işleyiş üzerinde giderek etkili hale geliyor. Liyakatin yerini sadakat alıyor. Diplomasız olmak neredeyse avantaja dönüşüyor. Toplumsal ahlak, ortak etik değerler çöküyor. Toplum ‘‘ortak iyi’’yi yitiriyor.

İslamo-faşizmin en önemli gücü, işte bu siyasal dönüşümün kitle tabanını oluşturan kesimlerdir. Eziklik, dışlanmışlık, kenarda kalmışlık psikolojisini, kutsal değerler ve siyasallaşmış bir dincilik üzerinden hoyrat bir saldırganlığa ve kıyıcı bir intikamcılığa dönüştüren İslamcılar; bu gücü etkin iktidar aracına dönüştürür. Böylece ulusal zenginliklerin yağmasına dayalı bir talan ekonomisini ilkel sermaye birikimi modeli haline getiren iktidar, yarattığı İslamcı-muhafazakâr burjuvazi (buna ‘‘sermaye sınıfı demek sanırım daha doğru olacak) ile kurduğu düzeni garanti altına almaya çalışır.
***
Siyasal İslamcılık, yeni zenginler sınıfının ve muhafazakâr kodamanların sermaye birikim aracına dönüşür. Türkiye’de popüler olan ve ‘‘Beşli Çete’’ diye kodlanan iktidar yanlısı sermaye çevreleri, bu modelin ürünüdür. Bu sermaye çevreleri, ‘‘sıra bizde’’ saldırganlığı ve ilkelliğiyle servetten ve iktidardan daha fazla pay isteyen, doymak bilmez bir saldırganlık içindedir. Su akarken küplerini doldururlar; çünkü önlerinde hiçbir engel yoktur. Başyüceyi memnun etmek yeterlidir.

‘‘AKP’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile tanıdığı olağanüstü yetkiler nedeniyle parti ve devlet aygıtının, lider hizmetinde yönetilmesine ve -Osmanlı ve cumhuriyet idare tarihinin neredeyse hiçbir döneminde görülmeyen- bir güç yoğunlaşmasına neden oldu.’’ (Açıkel, 2023 s.47)

Siyasal İslamcılık ve saldırganlığın bir aşırı milliyetçilik ile ne kadar sentezlenmeye çalışılsa da ortaya eklektik bir yapı çıkar. Bu, içinde yer yer uyumsuzlukları da taşıyan bir yapılanmadır. Tam anlamıyla bir ‘‘sentez’’den söz edilemez. İslamcılar, milliyetçi kültürel havza ile ‘‘terörle mücadele ideolojisi’’ diyebileceğimiz güvenlikçi bir retorik üzerinden ilişki kuruyor. Muhafazakâr ve İslamcı havza, eziklik kompleksinden kutsal bir zalimliğe doğru biraz da retorik üzerinden kışkırtılır.

Bu anlayışa göre, ‘‘Vatan dış güçler ve onların uzantısı olan iç düşmanlar’’ tarafından kuşatılmıştır. Terörü de onlar beslemekte ve desteklemektedir. O halde bu kesimlere ‘‘düşman’’ muamelesi yapılmalı, savaş hukuku uygulanmalıdır. Yapılacak her zulüm meşrudur, mubahtır.

Böylece gerçek olmayan hayali düşmanlar üzerinden açığa çıkarılan ilkel öfke, toplumun en geri, eğitimsiz ve geleneksel değerlerin etkisi altındaki kesimlerine dayanır, onlardan beslenir. Cehaletin despotizmidir.

SİLİVRİ NOTLARI

Evet, Barış Pehlivan da Silivri’ye geldi. İslamcı oligarşinin, hastalıklı bir ruh hali içindeki iktidar trollerinin umarım başları göğe ermiştir! Barış Pehlivan, bu zulüm rejiminin simgesi haline gelen Silivri Cezaevi’ne konuldu diye, Türkiye daha demokratik, daha güvenli, daha kalkınmış, daha eğitimli, daha zengin bir ülke haline gelmedi. Daha güçlü olmadı. Tam tersine güç ve statü kaybetti. Demokrasi dışı totaliter rejimler kategorisine alındığı gibi bu skalada (ölçekte) daha geriye düştü.

Barış ile avukatlarımız aracılığıyla karşılıklı selamlarımızı ilettik birbirimize. İnsan böyle durumlarda ne diyeceğini bilemiyor, ‘‘Hoş geldin’’ desen olamayacak, ‘‘Geçmiş olsun’’ desen uymayacak, adli tutuklu ve hükümlüler gibi ‘‘Allah kurtarsın’’ demek yakışmayacak -buradaki FETÖ’cüler bile böyle demiyor artık- geriye, ‘‘Yanındayım kardeşim, omuz omuzayız’’ demek kalıyor; ‘‘Bu duvarları hep birlikte yıkacağız!’’

İki Barış (Pehlivan ve Terkoğlu) 2010’da buradayken, onları ziyaret için gelmiş fakat savcılıktan izin alamamıştım. Silivri Adliyesi’nde savcı ile neredeyse birbirimize girmiştik. Şimdi ise aynı kampüste (yerleşkede) ama ayrı ayrı cezaevindeyiz! Çünkü yerleşkede 10 ayrı cezaevi bir de duruşma salonlarının bulunduğu adliye kısmı var. Bunlardan 9’u kapalı, biri ise Barış Pehlivan’ın kaldığı açık cezaevi. Kampüsün ekmeği ve yemekleri de orada üretilip dağıtılıyor. İyi halli ve kıdemli mahkûmların kaldığı işçi koğuşları var.
***
Her cezaevi ayrı binalar ve avlulardan oluşuyor. Her birinin güvenliği ve personeli ayrı. Açık cezaevi koğuş sistemine sahip, hükümlüler sadece ortak alanlarda değil, her yerde görüşebiliyorlar. Koğuş kapıları açık ve farklı suçlardan yatan herkes birbiriyle görüşebiliyor. Fiziksel temasın önünde engel yok. Açık cezaevinde hafif suçlardan ceza almış hükümlüler ile cezasının büyük bölümünü yatmış iyi halli olduğu belgelenmiş (disiplin cezası olmayan) ve yatarı 5 yılın altına inen mahkûmlar kalıyor.

Benim kaldığım 9 No’lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ise yüksek güvenlikli. Genellikle tek kişilik odalarda kalınıyor. Havalandırma avluları ayrı. Koğuşlar ise en fazla üç kişilik. Tutuklu ve hükümlüler arasında fiziki temas olanağı sıfır. Sadece pencerelerden, kapı altlarından ve bir de açık yapılan avukat görüşmeleri sırasında denk gelinirse fiziki temas olmaksızın uzaktan görüşüp sohbet edilebiliyor. Biz de öyle yapıyoruz. Can Atalay, Osman Kavala ve diğer “Gezi“ci arkadaşlar ile çeşitli sol örgütlerden siyasiler, 15 Temmuzcular bu bölümde kalıyor. Ağır suçlular, ‘‘terör örgütü’’ mensubu olmakla suçlananlar, suç örgütü liderleri de bizim bölümde. Personel eğitimli ve iyi, güvenlik yüksek. Ortak spor ve üç kişilik koğuşlarda kalmak için ‘‘hasım’’ ve ‘‘düşman’’, zıt örgütlere ya da görüşlere sahip olmamak gerekiyor.
***
Bu karşılaştırmayı, Barış Pehlivan’ın güvenli bir ortamda kalmadığını anlatabilmek için yaptım. Birbirinden çok farklı suçlar işlemiş kişilerin fiziki bir temasa imkân verecek şekilde bir arada olması, ortak alanların kullanımı, koğuşlar arasında gidiş-geliş serbestisi ciddi bir güvenlik sorunu yaratabilir. Bir duyum almış değilim, ciddi bir sorun çıkacağını da sanmıyorum. İdare yüksek bir dikkat göstereceği gibi Barış da kendi önlemlerini alacaktır. Ona destek olacak çok sayıda kişi çıkacağını düşünüyorum. Ancak bütün bunlar nihayet bir öngörü ve varsayımdan ibaret. Barış Pehlivan hakkında sosyal medyada yapılan saldırgan mesajlara açıkça suça azmettirici telkin ve kışkırtıcı yayınlar anımsanınca, önlem almak şart; çünkü hınç ve intikamcı bir hastalıklı ruh haliyle yapılan bu yayınlar, tam da irdelemeye çalıştığım ‘‘kutsal zalimlik’’ kavramının ifade ettiği durumuna denk düşüyor. İlgililerin ve kamuoyunun dikkatini ‘‘içeriden biri’’ olarak bir kez de ben çekeyim istedim. Mutlaka önlem alınmalı.
***
Bu hafta ziyaretime gelenler arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer de vardı. Çok mutlu oldum, İzmir’den kalkıp ziyaretime gelmesi büyük incelikti. Sayın Soyer, kültürel donanımı ve siyasal birikimi ile görgülü ve bilgili bir Belediye Başkanı. Bu yanıyla öne çıkan bir siyasetçi, Türkiye’nin geleceğinde önemli roller üstlenebilecek potansiyellere sahip bir aydın.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grup Başkanvekili ve ortak dostumuz Avukat Taner Kazancıoğlu ile gelen Soyer ile güzel bir sohbet yaptık. Benim davamı, TELE1’i, memleket sorunlarını konuştuk.

  • İhanete uğrayan cumhuriyeti, yarım bırakılan devrimi konuştuk.

Desteği, dostluğu ve TELE1 ile dayanışması için çok teşekkür ediyorum.

Adana Büyükşehir Belediyesi’nin değerli Başkanı Zeydan Karalar da selamlarını ve dayanışma mesajını iletmiş. Sevgilerimi iletiyorum.

Bu arada özellikle belirtmeliyim; bütün sosyalist ve devrimci partilere gösterdikleri destek ve dayanışma için çok teşekkür ediyorum. Benim için çok değerlidir. Hemen hemen tamamı avukat dostlarımızı göndererek yanımızda olduklarını bildirdiler, güç verdiler. Sevgiyle selamlıyorum.
***
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla, benim için milletvekillerinden oluşturulan özel komisyon daha ilk haftadan itibaren (başlayarak) beni yalnız bırakmadı. Bu nedenle Sayın Kılıçdaroğlu ve Parti yönetimine çok teşekkür ediyorum. Enis Berberoğlu, Utku Çakırözer, Evrim Korkmaz, Yüksel Mansur Kılınç ve Zeynel Emre’den oluşan komisyon üyeleri hem toplu olarak hem de ayrı ayrı ziyaretime geldiler. Komisyonun sözcüsü değerli meslektaşım Enis Berberoğlu her hafta geliyor. Zahmet verdiğim için mahcup oluyorum. Ayrıca, parti yönetiminde bulunanlar dahil çok sayıda CHP milletvekili de ziyaretime geldi ve gelmeyi sürdürüyor. Tümüne minnettarım isimlerini not aldım, yazacağım. HDP’den de Ömer Faruk Gergerlioğlu geldi, sağ olsunlar.

Oluşturulan komisyon şimdi Barış Pehlivan ile de ilgileniyor. Zaten her geldiklerinde Can Atalay ve diğer arkadaşlarla da görüşmeye özen gösteriyorlar. Eren Erdem de bu hafta geldi. Bu tablo Silivri’nin, siyasal bir mekân ve rejimin niteliğini ortaya koyan simge olarak ülke gündeminde daha sık yer alacağını gösteriyor. Bu durum, ülkenin nereye gittiğini gösteriyor.

Sonuç olarak; dayanışma güç veriyor, yaşamı Silivri’de bile güzelleştiriyor.
Bizim sevincimizdir. Teşekkür ediyorum.

Halk devletine karşı vatanını koruyor

Ali Sirmen
Ali Sirmen
asirmen@cumhuriyet.com.tr
30 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

Sevgili,

Akıl hamakatin karşı durulmaz lagarlığı altına ezilmeye mahkûm edildi mi, her şeyde olduğu gibi, atasözlerinde ve özdeyişlerde de anlam kayboluyor. Dünkü Cumhuriyet’in ilk ve son sayfaları bunun çarpıcı bir örneği. Son sayfada Boğaziçi Üniversitesi İklim Politikaları Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz’ın, “Bunlar daha iyi günlerimiz” diyerek ağustosun temmuzdan daha beter olacağı uyarısı ve küresel ısınma dolayısıyla başlayan sıcakların ulusal afet ilan edilmesi önerileri yer almaktaydı.

Birinci sayfada ise Muğla’nın Akbelen Ormanı’nın kesilmemesi için devletin polisi ve jandarmasına direnen halkın ve onlara desteğe giden Kemal Kılıçdaroğlu’nun haberi vardı.

Sevgili, biraz belleğini yokla, sen de benim gibi küresel ısınma ile ilgili haberlerin, korkunç bir yarını betimlediği günleri gayet net hatırlayacaksın.

O yarınların haberleri şimdi bugün oldu, artık onları yaşıyoruz. Başka yarınların da bugün olması için çok beklemeyeceğimize, İstanbul-İzmir gibi kentlerimizin kıyı bölgelerinin yükselen deniz suları altında kaldığını pek yakında yaşayacağımıza emin olabilirsin.
***
Çevre ile ilgili kehanetlerin gerçek olması, afetlerin yaşanmaya başlanması bir musibetin bin nasihate evla olduğu deyişini anlamsızlaştığı açıktır. Felaket öngörülmüş, nasihatler birbirini izlemiş fakat kimse aldırmamıştır. Musibetin gerçekleşmesi dahi kimsenin aklını başına getirmemiştir. Getirseydi, dünkü Cumhuriyet’in son sayfasında söylenenler, kös dinler gibi karşılanır ve birinci sayfadaki rezalet olur muydu?

Ne oluyor Akbelen’de?

Akbelen’de devletin kolluk güçleri, “beşli çete”nin talebiyle kömür madeni açmak için ormanı kesmektedir.

Çevre köylüler ve başka yerlerden gelmiş çevreci vatandaşlar, “beşli çete”ye karşı ormanlarını korumaktadırlar. O ormanlar, kamunun yani onlarındır.

  • Korudukları kendi zenginlikleri, kendi vatanlarıdır.

Oralar kamu mülkiyetindedir. Bizim oraların korunmasını devletten talep etme hakkımız vardır.

Vatandaş da öyle yapmış, kamu malını, yani kendi malını, başka deyişle vatanını korumasını yargıya başvurarak talep etmiştir.

İlk bakışta anlaşılması güç tasarruflar ile devlet vatandaşın vatanının korunması talebine olumlu yanıt vermemiş, “beşli çete”nin isteğine uyarak ormanın kesilmesini, engellemek isteyenleri kolluk gücüyle dağıtmaya çalışmıştır.

  • Şu anda Akbelen’de halk ormanını yani vatanını korumaktadır.

Beşli çete”nin adamları kesimin sürmesi işinde gözcülük etmektedirler. Kesim alanında halka müdahale etmemektedirler.

Peki halk kime karşı savunuyor ormanını, yani vatanını?

  • Halk vatanını devletine karşı savunuyor.

Beşli çete ormanın alından kömür çıkarmak istemekte, halk ise bunu engellemeye çalışmakta, kamu yararını gözeterek devletten halk çıkarını korumasını istemektedir.

Devlet ise kesimin bir an önce gerçekleşmesi için Akbelen’de kolları sıvamıştır.

  • Akbelen’de bir çevre cinayeti işlenmektedir.

Ama Akbelen’de başka bir şey daha olmakta,

  • halk vatanını kendi devletine karşı savunmaktadır.

***
Çevre cinayeti, hem topluma hem de insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Ama bir halkın vatanını devletine karşı savunmak zorunda kalması hali daha da büyük bir suçtur.

Halkın vatanını kendi devletine karşı savunmak zorunda kaldığını düşünmesi bile yeterince büyük bir musibettir.

Bu durumda bütün kavramlar karmakarışık olur, kurumlar birbirine girer, her şey anlamını kaybeder.

Bu durumda demokrasi dikta olur; egemenlik işgal, adalet ise zulüm.

Akbelen’de vatandaşın kendi vatanını kendi devletine karşı savunması durumu olmuşsa ya da olmayıp da sadece vatandaşta böyle bir izlenim uyanmışsa bile devletin bu durumu veya izlenimi gidermesi şarttır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Lozan ‘Bayramı!’28 Temmuz 2023

CHP Raporu : TEK ADAM REJİMİNİN KAZANANLARI “TEFECİLER” Raporu

TEK ADAM REJİMİNİN KAZANANLARI “TEFECİLER” Raporu

Değerli Yol arkadaşım, 

Hazırlamış olduğum TEK ADAM REJİMİNİN KAZANANLARI “TEFECİLER” Raporu  ekte bilgilerinize sunulmuştur.

Saygılarımla.

Gamze Akkuş İlgezdi
CHP Genel Başkan Yardımcısı

EK EK 1 : Rapor
Tefecilik-raporu 2009-2021
***
TEK ADAM REJİMİNİN KAZANANLARI : “TEFECİLER” Raporu

“En büyük mücadelem” diyerek faize savaş açtığını ilan eden AKP Genel Başkanı ve
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu iddiasının aksine Adalet Bakanlığı verileri faiz vurguncularının mücadeleyi kazandığına işaret ediyor. Zira Türkiye’yi sözde “teğet geçen” 2008 krizinden, yurttaşı enflasyon canavarı karşısında diz çöktüren 2021 buhranına kadar olan sürede ülkede fahiş faiz oranlarıyla tefecilik yaptığı iddiasıyla hakkında suç duyurusunda bulunulan şüpheli sayısı % 79, mahkemeye sevk edilen sanık sayısı %1044, yargılama sonucunda mahkûm olan kişi sayısı % 1396 arttı. Bu da yoksulluk sınırının 23 bin 600 liraya yükseldiği Türkiye’de, geçinemeyen, borçlarını ödeyemeyen ve çocuğunu okula aç göndermek zorunda kalan yüzbinlerce kişinin tefecilerin insafına terk edildiği anlamına geliyor.

CEZALAR ÖNLEMİYOR

Türk Ceza Kanunu’nda tefecilere verilen cezaların artırılması da suçun yaygınlaşmasını
önleyemedi. Adalet Bakanlığı verilerine göre savcılık koridorları vatandaşın cebine göz
diken sahtekarlara ev sahipliği yaptı. Türkiye’de 2009-2021 yılları arasında toplam
117.939 kişi hakkında tefecilik suçlamasıyla Cumhuriyet savcılıklarınca şüpheli sıfatıyla
işlem yapıldı.

SOSYAL DEVLET BİTTİ TEFECİLİK GERİ GELDİ

Adalet Bakanlığı’na göre 2009’da 6.529 olan şüpheli sayısı 2021’de yaklaşık 2 kat artışla
11.707’ye ulaştı. Diğer bir ifadeyle 2009-2021 yılları arasında Hazineyi beşli çetenin
çıkarları doğrultusunda eriten AKP iktidarları gözetiminde her hafta en az 174 tefeci
sosyal devletten aradığı desteği bulamayan yüzbinlerce kişinin helal lokmasına ortak
oldu.

FAİZE SAVAŞ AÇAN TEK ADAMA DUACILAR

2017 Referandumuyla birlikte, her alanda tüm yetkinin Recep Tayyip Erdoğan’ın elinde
toplandığı Şahsım Hükümetinin yanlış ekonomi politikası tefecilere adeta can suyu
oldu. Ekonomik sıkıntıya düşen ve ağır borç yükü altında ezilen yüzbinlerce kişi çareyi
savcılıklarda hakkında şüpheli sıfatıyla işlem yapılan 42.689 tefeciden yüksek faizle borç
para almakta buldu. Adalet Bakanlığı verilerine göre krizin etkisini artırdığı 2018-2021
yılları arasında tefecilik yapanların sayısında %77 artış yaşandı.

MAHKEME SALONLARI DOLDU TAŞTI

Tefecilik artık gizli saklı değil alenen yapılıyor. Haliyle ana paraya işlettikleri yüksek faizle vatandaşın adeta “kanını emen” tefecilerin yolu mahkeme salonlarından da geçiyor. 2006-2021  arasında mahkemelerde yargılanan sanık sayısı 55.135, mahkûm olan kişi sayısı ise 34.460 olarak kayıtlara geçti.

KAT KAT ARTTI

2008 yılında tefecilik suçlamasıyla sanık olan 1340 kişi varken bu sayı 2021’de 5 kat artarak 7037’ye ulaştı. Aynı şekilde yargılama sonucu mahkûm olanların sayısında da 4 kat artış yaşandı. Bu suçtan ceza alan kişi sayısı 2008’de 853 iken, 2021’de 3740’a yükseldi.

ÇOCUK TEFECİLER

Adalet Bakanlığı verilerinde dikkat çeken bir diğer konu ise tefecilik yapanlarının yaşının 12’ye kadar düşmüş olması. Buna göre 2008-2021 yılları arasında 12-14 yaş arasında 13 çocuk tefecilik yaptığı gerekçesiyle mahkemelerde sanık oldu. Sanık olan çocuklardan 8’i hakkında ise suçu sabit görüldüğü için mahkûmiyet kararı verildi.

DEĞERLENDİRME : YENİK LİDER

İktisadi düşünceler tarihine “Gözlerdeki Işıltı Teorisi”ni kazandıran şahsım hükümeti liderinin “en büyük savaşım faizle” söyleminin aksine krizden krize savrulan ve devletten umudunu kesen vatandaş tefecilerin eline düştü. Devletin resmi kayıtlarına göre ekonomik krizin günbegün derinleştiği Türkiye’de, darda kalan milyonlarca yurttaşın kanını emerek tefecilik yapanların sayısı her geçen yıl katlanarak artıyor.
Çaresiz insanların sırtından milyarlarca lira haksız kazanç elde edenlerin, Türkiye’nin dört bir yanına yayıldığını görüyoruz.
Şahsım hükümeti ise yoksullaşma cenderesi içinde boğulan ve evine ekmek götüremeyen, faturalarını ödeyemeyen, çocuklarının beslenme çantasını dolduramayan milyonların yarasına merhem olmak yerine sosyal devletin güvencesi olan refah payını, “beşli çete” başta olmak üzere yandaşlarına akıtıyor.
Yaşanan krizin faturasını ise işçisi, çiftçisi, memuru, esnafı ödüyor.
Yasadışı yöntemleri ya da yasal boşlukları kullanan tek kuruş vergi ödemeyen tefeciler,
bankaların 1 yılda aldığı faizi 1 ayda alıyorlar. Başvurdukları hukuk dışı ve çirkince yöntemlerle tahsilat yapan tefeciler aynı zamanda başka suçların da oluşması için uygun bir ortam yaratmaktadırlar. Artık neredeyse her mahallede, her kahvede bir tefeci bulunuyor. Tıpkı okul köşelerinde uyuşturucu satıcıları gibi tefeciler de köşe başlarında para satıyorlar.
Kriz nedeniyle ekonomik suçlar artıyor, ahlaki çöküşle birlikte kısa yoldan zenginleşmenin yolları aranıyor. İktidar odaklarıyla iç içe geçmiş yolsuzluk ve soygun düzeni yaygınlaşıyor.

Devletin içine çöreklenen ve belli çevrelerden güç alan rant odaklarının mafyalaştıklarını hep birlikte görüyoruz. Şurası bir gerçek ki; 1. Dünya Savaşının hüküm sürdüğü yıllarda bile tefecilik bu kadar yaygın ve örgütlü yapılmamıştı. AKP İktidarı döneminde ortaya çıkan yeni tip tefeciler,
geleneksel yöntemlerin yanı sıra yeni ve modem yöntemler kullanıyorlar.
Üstelik, bu yöntemler devlet eliyle destekleniyor.

Kılıçdaroğlu, elektriği kesilen evinden seslendi: Kimse merak etmesin karanlıkları aydınlığa çıkaracağız

Kılıçdaroğlu, elektriği kesilen evinden seslendi:

“Kimse merak etmesin karanlıkları aydınlığa çıkaracağız”

CHP lideri, elektriğinin kesilmesinin ardından saat 21.00’de açıklama yapacağını duyurmuştu

Kılıçdaroğlu, elektriği kesilen evinden seslendi: Kimse merak etmesin karanlıkları aydınlığa çıkaracağız

Yaklaşık 2,5 aydır faturasını ödemeyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun evinin elektriği bugün kesildi. Kılıçdaroğlu, karanlıkta eşi Selvi Kılıçdaroğlu ile kamera karşısına geçerek açıklama yaptı.

Sosyal medyadan yaptığı canlı yayına
  • “Bir avuç holding ceplerini dolduracak diye memleketimizin onurlu insanları fakirliğe sürükleniyor. Söyleyeceklerim, halkın bu adaletsiz düzene karşı yükselttiği sestir.”
    notunu düşen Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları şöyle:
  • Büyük bir toplumsal sarsıntının ortasındayız. Saraylı eşkıya holdinglerin cepleri dolacak diye halkın elektrik gibi gıda gibi temel hakları gasp edildi bu ülkede.
  • Elektrik dağıtım şirketlerinin büyük bölümünü beşli çeteye verdiler.
  • Cengiz Holding, 8 yılda kamudan tam 2 milyar 295 milyon 311 bin lira değerinde 37 ayrı elektrik ihalesi almış. Cengiz gibiler paralarına para katarken; milyonlar faturalarını ödeyemeyecek hale geldi.
  • Aç gözlü çetelere karşı halk çok öfkeli. Dünyada bu girdabın içinde. Tüm dünyada zengin azınlıklar halkların sosyal, siyasi refahını baltalıyor. Vatandaştan alıyorlar, alıyorlar, servetlerine servet katıyorlar.
  • Dünyanın en zengin 26 insanın serveti dünya nüfusunun yarısına eşit. Zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul hale getirildi. Bu zenginler servetlerinin %1’ini paylaşsalar okula gidemeyen bütün çocukların eğitim masrafları karşılanır.
  • Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bu sistem artık miadını.
  • Neoliberalizm artık can çekişiyor.
  • Sıradan insanların öfkesine yenilmek üzere neoliberalizm.
  • İmkansız görünen düşüncelerin zamanı gelmiştir. Devletler insanların temel ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür.
  • Neoliberalizmin sonu gelmiştir. 
  • İşte ben bu aç gözlü politikacıların yarattığı karanlığa karşı ayaktayım.
  • Bu eylemin sivil itaatsizlik çağrısı değil bir direniştir.
  • Bu sizin hakkınızı arama mücadelemdir.

Hukuk yoksa iktisat da yok

Alt-yapı ve üst-yapı ayrımı ile açıklanan toplumsal yapıda, üst yapılar, alt yapılara bağımlıdır. Alt-yapı olarak iktisadi düzen, üst-yapı olarak hukuk sistemini biçimlendirir. Marksist kuram, bu diyalektiğe dayanır.

Devlet yönetimi, hukuk ve iktisat arasındaki bu ilişkinin merkezinde yer alır.

Çağdaş anayasa hukuku ve siyaset bilimi, devletin varlık nedeni olan yasama-yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrılması kuramı ile özdeşleşir: Kuralı koyan organ, kuralı uygulayan organdan ayrı; uyuşmazlıkları çözen organ olarak yargı ise, her ikisine göre bağımsızdır.

Türkiye yönetimi, alt-yapının belirleyici olduğu görüşünü genellikle doğruladı; ama bunu, kapitalist veya iktisadi liberalizmden çok, vahşi kapitalizm ve bir tür yağma düzeni olarak yaptı. Bunların başında çevre yağması ve kamu ihale yasasını delik-deşik etmek gelmekte.

  • Yalnızca Türkiye halkını soyan değil, Türkiye ülkesini de yağmalayan “beşli çete”, tipik araç.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY), anayasa hukuku ve siyaset biliminin yüzyıllara dayanan birikimini bir anda ve çırpıda siliverdi. Kişiliğinde topladığı çoklu devlet yetkilerine parti başkanlığını da ekleyen kişi, özerk ve uzman kuruluşları da, ya hukuku araçşallaştırarak (Üniversite yönetimleri) ya da fiili durum yaratarak (Merkez Bankası) özerk ve uzman kuruluşları da işlemez hale getirdi.

Fiili yetkileri, “konu uzmanı” olduğu iddiası meşrulaştırmaya ilahi inanca dayalı referansı da eklemeyi ihmal etmeksizin. Faiz indiriminde ‘nass referansı’, ilahiyatçılar doğrulamasa da, bunun belirgin göstergesi.

Kısacası, bütün siyasal karar düzeneklerini tasfiye ederek kendisini merkezi konuma yerleştiren kişi,

ülkeyi uçuruma sürüklerken, dinsel referansa sarılarak,
yarım haftada Türkiye halkının yarı yarıya YOKSULLAŞTIRILMASINI neredeyse takdir-i ilahi ile
açıklama densizliğine vardı.

Sonuç olarak, anayasa hukuku ve siyaset bilimi gereklerini ortadan kaldırarak Türkiye Cumhuriyeti’ni tek başına yönetmeye girişen kişi, “kişi-parti-devlet” birleşmesiyle alt-yapı ve üst-yapı ilişkisi bir yana, her ikisini de çökertti.

Kurtuluş Savaşı sonrası, Türkiye tarihinin en büyük ve yaygın yoksulluğuna sürükleyen kişi, halkla dalga geçercesine “ekonomik kurtuluş seferberliği” ilan etti.

Bütün unvanlarını kullansa bile, böyle bir seferberliğin başarı olasılığının bulunmadığını belirtmeye gerek var mı?

İktisadi sefalet, hukukun çökertilmesi sonucu olduğuna göre, öncelikle hukukun inşası ile işe başlamak gerekir. Bunun için öncelikle Anayasa, demokratik hukuk devleti ile bağdaşmayan maddelerden arındırılmalı; hükümet sistemi yeniden öngörülmeli, hükümet hesap verebilir olmalı, görev-yetki-sorumluluk üçlüsünde anayasal denge ve denetim düzenekleri kabul edilmelidir.

  • Türkiye’nin kurtuluşu, bütün yetkileri tek kişide toplamaktan vazgeçip,
    yetkileri farklı kişi, kurul ve kurumlar arasında paylaştırmaktan geçer.
  • Bunun için acilen demokratik hukuk devleti kurumları, kuralları ve değerlerine dönülmelidir.
  • Toplumun ve devletin tarihine ve kazanımlarına ihanetin bedeli, 85 milyon yurttaşa ödettirilemez.

Kurtuluş için, şu halde kesinlikle PBYDBY’nin ilan ettiği sözde seferberlikle değil, tam tersine PBYDBY’yi tasfiye ve demokratik hukuk devleti seferberliğini gerekli kılmaktadır.

Demokratik hukuk devleti, yasama-yürütme-yargı ekseninde erkler ayrılığı çerçevesinde özerk ve uzman kuruluşları da güvence altına alır.

Hukuk güvenliği, hukuk devletinin asgari gereklerinin geçerli olduğu bir anayasal düzende sağlanır.

Şu halde, iktisadi düzen ve güven, ancak hukuk güvenliğinin geçerli olduğu bir siyasal yapı ve toplumsal yaşamda geçerli kılınabilir.