Etiket arşivi: adil yargılanma hakkı

Her şey çok mu güzel olacak?

Yavuz Alogan
Yavuz Alogan
yalogan@gmail.com
16 Aralık 2022, https://www.veryansintv.com/her-sey-cok-mu-guzel-olacak/ 

featured

Nasıl gerçekleştiği bilinmeyen birden çok eşzamanlı olayın etkileşerek ortaya çıkardığı, sonuçları öngörülemeyen duruma belirsizlik diyoruz.

Belirsizlik durumunda birbirinin yolunu kesmeye ya da açmaya çalışan, politik iradelerini farklı siyasî hayat (siyasal yaşam) koşullarında oluşturmuş güçlerin konumunu ve hızını, dolayısıyla imkân ve kabiliyetlerinin (olanak ve yeteneklerinin) olayları etkileme derecesini ölçemezsiniz. Bir bakıma bu, Alman fizikçi Werner Heisenberg’in “belirsizlik prensibi”ne (1927) benzer. Bu prensibe (ilkeye) göre bir kuantum parçacığının hem konumundan hem de hızından aynı anda emin olamazsınız.

Siyasal toplumun bütün parçacıkları, belirsizlik durumunda doğayı taklit eder. Her bir parçacık yaşamda kalmak ya da gücünü artırmak için konumunu ve hızını değiştirir, böylece çarpışmalar başlar. Her çarpışma her bir parçacığın konumunu ve hızını bir kez daha değiştirerek öngörülemeyen, beklenmedik sonuçlara yol açar. Konumunu değiştirip hızını artırarak bir bilardo topu kümesine çarpan tek bir topun, bütün topların konumunu değiştirmesini ve her bir topun kazandığı hızın yol açacağı çarpışmaları düşünelim.

İmamoğlu’na verilen ceza tam da böyle bir etki yaratmış, belirsizliğe yol açmıştır.

Belirsizlik durumunda kesin sonuçlu analiz yapmaya kalkışmadan, tekil durumlara yol açan etkenleri anlamaya çalışmak gerekir. Önce anlayacaksınız ki analiz edebilesiniz. Anlamadığınız şeyi nasıl analiz edeceksiniz? Anlamak için de bilgiye ulaşmanız gerekir. Bilgisine ulaşamadığınız olayı anlayamazsınız. Olsa olsa yarım yamalak, çelişkin bilgilerle anlamaya çalışırsınız. Bunun üzerine bir de kesin sonuçlu analiz bina ederseniz belirsizliğe katkıda bulunmuş olursunuz.

Ayrıca sınıfsal tabanı olmayan, etnik ve mezhepsel olarak bölünmüş, çoğu ülke dışından kurgulanmış, komplolarla kurulmuş ya da hizaya sokulmuş, geçmişten gelen hiçbir siyasal geleneğin temsilcisi olmayan, sağ-sol-merkez gibi bir konumda yer almayan, mafya tarzında yönetilen, iç ve dış komplolara göre konum alan partilerin nesini analiz edeceksiniz?

Üstelik ülkede başta anayasa olmak üzere neredeyse her yasa kezlerce göz göre göre ihlal edilmiş, en temel hukuksal güvence olan adil yargılanma hakkı, hâkim teminatı / yargıç güvencesi (habeas corpus) (AS  Habeas Corpus, 1679 tarihli İngiliz kişi dokunulmazlığı belgesidir) siyasetin kaprislerine feda edilmiştir. Böyle bir yerde orman yasası işleyecek ve hiç kimse kurduğu oyunun sonucundan emin olamayacaktır.

O hâlde detektif gibi düşünmek gerekir. Detektif düz ve basit mantık yürütür, kestirmeden giderek kanıttan sonuca ulaşmaya çalışır. Fakat deliller (kanıtlar) kesin değilse faili (eylemciyi) bulmak yine zorlaşır. Bu durumda bir spekülasyon aralığı açılır, herkes kendi meşrebine ve niyetine göre delil icat edip (kanıt uydurup) yorum yapmaya başlar. Fakat bu aralık geçicidir; bir zaman sonra mutlaka kapanacaktır; barika-i hakikat (hakikat güneşi) kimilerine ışık, kimilerine karanlık gölgeler getirerek ortaya çıkacaktır.

Spekülasyon aralığından bakıldığında görülenler şunlardır:

Sayın Reis, seçim öncesinde İBB’ye çökerek İstanbul’da yuvalanan ve arpası kesilen tarikat ve cemaatleri sevindirmek, kentin kaynaklarına el koyarak yandaşlarını coşturmak istemiş olabilir.

Ancak, deneyimli Reis’in bu denli ucuz bir kazanım uğruna orta erimde ağır bir imaj yitiğini göze alması pek olanaklı görünmediği için, Saray’da yuvalanmış bir kliğin bu tezgâhı kurup işletmiş olması da olasıdır. Evrensel ve tarihsel olarak Saray, tanımı gereği, farklı çıkarların çatıştığı, ajanların ve kliklerin Kralı etkilemek için örtülü etkinlik  yürüttüğü bir entrika yuvasıdır.

Temyiz süreci kısa sürer ve karar onaylanırsa, Reis’in İstanbul’u geri almak istediği; temyizde karar bozulur ya da süreç zamana yayılırsa Reis’ten habersiz tezgâh kurulduğu anlaşılır.

Kılıçdaroğlu’nun aldatılarak Almanya’ya gönderildiği ve oradan apar toprak getirilerek madara edildiği anlaşılmaktadır. Genel Başkan’ın Almanya’dan dönerek partililerine hitap etmesini beklemeyen İmamoğlu’nun, yüzünde “Rabbiyessir” gören ve Cumhurbaşkanı olması için kendisine neredeyse davul zurnayla destek veren Akşener’i, karar açıklandıktan sonra Saraçhane’de kürsüye çıkarması tek kelimeyle siyasal bir skandaldır. İnsan genel başkanını bekler!

İmamoğlu’nun “tarihsel” konuşmasında  birkaç kez İstanbul’u bütün Türkiye’yle birlikte anarak, “gençliğim var … bu omuzlar her yükü taşır” diyerek genişlettiği tesir sahası (etki alanı), Kılıçdaroğlu’nun “16 milyon seni kucaklıyor” sözleriyle daraltılmış, Akşener’in “16 değil, 85 milyon senin arkanda” sözleriyle yeniden genişletilmiştir. İki adamın Cumhurbaşkanlığı için rekabet ettiği açıkça görülmektedir. Sayın Saray rakip olarak karşısında Kılıçdaroğlu’nu istemekte, İmamoğlu’ndan ise çekinmektedir.

Altılı Masa’daki beş başkanın Kılıçdaroğlu aday olmasın diye İmamoğlu’na razı olması olanaklı, karışıklık durumunda Meral Hanım’ın aradan sıyrılıp aday olması ise olasıdır.

CIA ajanı Henry Barkey, İmamoğlu’nun mahkûm edilmesinden sonra iki büyük yitirenden birinin Erdoğan, öbürünün ise “cumhurbaşkanlığı için ortak aday olacağını sanan” Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu söylemiştir.

Küresel sistemin İmamoğlu’nun kişiliğinde ve toplam formasyonunda Zelenskiy ya da Şaakaşvili gibi seçilmiş adamları andıran bir gevşeklik, kolayca doldurulabilecek bir zihinsel boşluk gördüğünü anlıyoruz. ABD ve AB’nin siyasal toplumu “demokrasi” adına CHP-İYİP-HDP koalisyonuna doğru bükmeye çalıştığını, Saray’ın ise bu gereksinimi anlayarak mutasavver  (tasarlanan) koalisyonun yerine getirmesi beklenen göreve istekli olmaya çalıştığını ama siyaseten katettiği yol böyle bir rol değişikliğine elverişli olmadığı için, tuhaf ve çaresiz bir manzara arz ederek debelendiğini görüyoruz.

Bu bükme çabasının AKP’nin gerileme sürecinde nasıl sonuç vereceğini, gerçekçi bir değişim bekleyen halk kitlelerinin her şeyin çok güzel olacağına nasıl ikna edileceğini doğal olarak bilemiyoruz. Ancak olayların RAND Corporation’ın Ocak 2020 tarihli raporuna şimdilik uygun biçimde geliştiğini görebiliyoruz. Raporda “otokrat Erdoğan’ı devirebilecek en zorlu aday Ekrem İmamoğlu” denmektedir.

İmamoğlu’nun İngiltere Büyükelçisi ile baş başa balık yediğini ve ülkesine döndüğünde İngiliz istihbarat servisi MI6’nın başına geçen Büyükelçi’ye, 11 Nisan 2020’de, “Türkiye sevginizden hiç şüphemiz yok, Mr. Moore! Organize kötülük her yerdedir, ancak Türk insanı her zaman kimin dostu olduğunu bilir!” diye şaklaban bir tivit attığını ben kişisel olarak unutmam.

  • Ancak ilkel toplumlar ya da sömürge ülkelerin çaresiz halkları,
    yabancı devletlerin “kurtarıcı” diye parlattıkları adamların peşinden giderler.

Belirsizliğe karşın, Saray’ın aşırılığı karşısında Altılı Masa’nın halkı sokağa çağırmak zorunda kalması olumlu bir gelişmedir. Halk yolunu sokakta bulur. Bir dizi ara evreden geçilecek, her evre mevcut gerici ve baskıcı yapıyı biraz daha çözecek, ortaya yeni güçler ve kimsenin öngöremediği bir dizi sonuç çıkacak, her şeyin nasıl çok güzel olacağı zamanla daha iyi anlaşılacaktır. Bu aynı zamanda bir uyanış sürecidir.

  • Şimdilik, siyasal İslamcı diktatörlükten daha kötü bir seçenek yoktur.

Bertaraf edilmesi (uzaklaştırılması) gereken tehdit ve tehlike sıralamasında Saray birinci sırada, Altılı Masa ise ikinci sırada yer almaktadır.

 

Altılı masanın Yeni Anayasa Önerisini yürekten Selamlıyorum 

Prof. Dr. Hakki Keskin
Siyaset Bilimci, Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi eski Üyesi
1 Aralık 2022

Altılı masanın Yeni Anayasa Önerisini yürekten Selamlıyorum 

Altılı masa tarafından kamuoyuna sunulan ve üzerinde iyi çalışıldığı anlaşılan kapsamlı Yeni Anayasa Önerisinin, en önemli noktalarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Lütfen okuyunuz ve çevrenize yayınız! 

Türkiye 1961 Anayasasıyla, Dünya’nın en demokratik ve çağdaş anayasalarından birine sahip olmuştu. Bu anayasayı Türkiye`nin en saygın üniversite hukukçuları, gelişmiş demokratik ülke anayasalarını iyi inceleyerek hazırlamışlardı. Ancak bu anayasayı hazırlayan Temsilciler Meclisi’nde İl Genel Meclislerinin; Siyasal Partilerin, Baroların, Basının, Odaların, Tarım kuruluşlarının, Öğretmenlerin, Üniversitelerin, Yargı organlarının temsilcileri de bulunuyordu.

ABD tarafından “bizimkiler başardı” dedikleri 1980 faşist askeri darbesi ve cuntasıyla bu harika 1961 anayasası, hukuk devletinin temelini oluşturan yargı bağımsızlığı ve bir dizi özgürlüklerinden büyük ölçüde uzaklaştırıldı.

Bunun üstüne bir de Dünya`da gerçekten benzeri olmayan tümüyle tek kişinin karar verme yetkisinde olan bir ucube sistem getirildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkileri, Yargı ve tüm kamu kuruluşlarının denetimi, basın ve fikir özgürlüğü, çok büyük ölçüde, tüm kararları verme yetkisi olan bir tek kişiye, partili Cumhurbaşkanına verildi. O kadar ki, Meclis kararıyla imzalanan (uygun bulunan), kadın haklarını ve güvencesini koruma altına alan İstanbul Sözleşmesi’nden bile, bu yetkiyi kendinde gören Cumhurbaşkanı tek başına çıkma kararı alabildi.

Atalarımızın “Bir musibet bin nasihata bedeldir” sözü, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinden bütünüyle uzaklaşmış olan bu tek kişi yönetimi ve uygulamalarıyla sonunda anlaşılır duruma geldi. Türkiye`nin yeniden gerçek anlamda güçlendirilmiş parlamento, gelişmiş demokrasi, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, basın ve fikir özgürlüğünü temel ilkesi yapan yeni bir anayasaya gereksinim olduğu anlaşıldı ve benimsendi. 

Altılı masa uzlaşma kültürüne en güzel örnek oluyor 

Uzlaşma kültürüne güzel bir örnek olan Altılı masa oluşumunu başından beri çok gerekli ve olumlu bularak destekliyorum. Bir yılı aşkın bir çalışma sonunda kanımca iyi bir anayasa önerisi paketi, Genel başkanların ve medya kuruluşlarının bulunduğu bir toplantıda kamuoyuyla paylaşıldı.

Yeni Anayasa taslağı önerisini sırayla: CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek, DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Serhan Yücel, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Serap Yazıcı, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Uğur Poyraz ve Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kaya, açıkladılar.

Anayasalar mutlaka toplumun en geniş kesiminin görüş, öneri ve desteği alınarak hazırlanmalıdır. CHP adına bu anayasa önerisini hazırlayan Av. Muharrem Erkek, önerimizi “Demokrasinin asli gereği olan çoğulculuk ve uzlaşma ilkeleri doğrultusunda, toplumun tüm kesimleri ile müzakere ettikten sonra seçimlerin hemen ardından TBMM’ye sunacağız.” açıklaması bu anlamda büyük önem taşıyor.

Almanya Anayasasının ilk maddesinde yer alan ve kanımca Dünya`da en temel örnek anayasal ilkelerden biri olan,insan onurunun dokunulmazlığı ve devlete insan onurunu koruma görevinin verilmesi”, hazırlanan yeni anayasal düzenin simgesini oluşturmaktadır.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le, Büyük Millet Meclisi’nin ve Yargının günümüzde yaşanan ağır siyasal vesayetten kurtarılacağına, Yargının kurucu ögesi olan savunmanın ve baroların ilk kez anayasal güvenceye kavuşturulacağına vurgu yapılanmaktadır. Aynı biçimde basının, sivil toplum örgütlerinin, düzenleyici ve denetleyici kurumların da vesayetten kurtarılacağı belirtilmektedir.

Demokratik hukuk devletinin temel ilkesi olan Güçler ayrılığının yeniden yaşama geçirileceğine, “yasamanın etkin ve katılımcı, yürütmenin kararlı (istikrarlı), saydam ve hesap verebilir, yargının ise bağımsız ve yansız olmasına, güçlü, özgürlükçü, demokratik ve adil bir sistemin” sağlanacağına özenle vurgu yapılmaktadır.

Hukuk devletinin temel ögelerinden olan adil yargılanma hakkını ve bu hakkın temel ögelerinden olan savunma hakkının güçlendireceğine, Türkiye Barolar Birliği’ne özerk bir konum (statü) sağlanarak, avukatlık mesleğine sahip olması gereken saygınlığın kazandırılacağına vurgu yapılıyor.

Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşmalar, Anayasaya uygunluk normlarına katılacaktır.

Son derece önemli bir başka konuda; seçilmiş yerel yöneticilerin yargı kararı olmadan, günümüzde uygulanan “Kayyum atamalarıyla” görevlerinden uzaklaştırılmalarına son vereceği belirtiliyor.

Vatandaşlarımızdan toplanan vergilerin nasıl harcandığının etkili denetlenebilmesi için Meclis’in bütçe hakkının, Meclis’in devredilemez bir yetkisi ve denetim aracı olarak düzleneceği ve Meclis bünyesinde başkanı ana muhalefet partisinden olan Kesin Hesap Komisyonu kurulacağı açıklanıyor. Meclis’in denetim yetkisini güçlendirilerek saydam ve hesap verebilir bir yönetim için hükümete hesap sorulabilmesini sağlayacağına vurgu yapılıyor.

Sosyal ve ekonomik haklar bölümüne yeni haklar eklenerek, herkesin sağlık hakkına sahip olduğunu ve hiç kimsenin temel sağlık hizmetlerinden yoksun bırakılamayacağı belirtiliyor.

Çevreyi ve doğal yaşamı korumanın devletin görevi olduğu belirtiliyor. Devletin hayvanları korumak ve hayvanlara yönelik eziyet ve kötü işlem yapılmaması için gereken önlemleri alma görevi olduğuna vurgu yapılıyor.

Başbakan ve Bakanlar bireysel ve toplu olarak Meclise karşı sorumlu olacak, Bakanlar veya hükümet hakkında gensoru verilebilecek, Başbakan ve Bakanlara haklarındaki savlarla ilgili Meclis Soruşturması açılabilecek, Meclisin sevk kararı vermesi halinde ilgililer Yüce Divan‘da yargılanabilecektir deniyor.

Milletvekili Dokunulmazlıklarının kaldırılması ancak üye tam sayının salt çoğunluğuyla, düşmesi ise Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki kararıyla yapılabilecektir.

Cumhurbaşkanının bir dönem ve 7 yıl için halk tarafından seçilebilmesi, varsa partisi ile ilişiğinin kesilmesini öneriliyor. Cumhurbaşkanının yasaları veto etme yetkisine son veriliyor.

Yargıç ve savcılara coğrafi güvence sağlanarak mesleksel bağımsızlıklarının güçlendirilmesi amaçlanıyor.

Çok önemli bulduğum bir başka değişiklik önerisi de Yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluklarını artırılması, yerel yönetimlerde demokratik katılım, saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerinin egemen kılınması, merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki yönetsel denetiminin sınırlarının açıkça belirlenerek yerindelik denetimi anlamına gelen vesayet uygulamalarına son verilmesinin istenmesidir.

Bir başka çok önemli konu da, Yükseköğretimde özgür ve çoğulcu bir sistem oluşturarak üniversitelerin bilimsel özerkliklerinin yanında, yönetsel ve akçalı  özerkliklerinin de anayasal güvence altına alınması, YÖK`ün kaldırarak yerine yetkileri eşgüdüm görevi ile sınırlandırılmış, üyelerinin demokratik meşruluk temeline dayanılarak seçildiği üniversiteler arası bir kurul oluşturulacağı belirtiliyor. Bu konuda basta Boğaziçi Üniversitesinde olmak üzere, Erdoğan tarafından birçok üniversite yönetimine akademik yeteneği bulunmayan eski AKP milletvekillerinin atandığı yaygın bir uygulama durumuna geldi.

Tüm siyasal partilere eşit davranması gereken Radyo ve Televizyon yayınları ve Üst Kurulu (RTÜK), AKP`nin yayın organı ve karşıt basına karşı baskı aracı durumuna getirildi. Bu nedenle bu Kurulun çoğulculuk, özerklik ve yansızlık ilkelerine bağlı olarak çalışmasını sağlayacak bir düzenlemeye gidileceğine vurgu yapılıyor.

Yeni Anayasa önerisinde seçim barajının % 3`e indirilerek, seçmenin daha geniş kesiminin Mecliste temsil edilme istemi, son derece önemlidir.

Yurt dışında yaşayan altı milyonu aşan Türklerin, sorunlarıyla yakından ilgilenileceği, dil ve kültürlerini koruma ve anavatanla bağlarını geliştirme çalışmalarına vurgu yapılarak, yurt dışında yasayan Türklerin Mecliste 15 milletvekiliyle doğrudan temsil edilmesinin sağlanacağı açıklanıyor.

Olağanüstü Hal ilanının, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından verilmesi öngörülüyor.

Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı on beşten yirmi ikiye çıkarılarak; dört daire ve bir Genel Kurul halinde çalışması sağlanacağı açıklanıyor.

Yüksek Seçim Kurulu`nun, seçme, seçilme ve siyasal etkinlikte bulunma haklarına ilişkin verdiği kararların hukuka uygunluğunun sağlanması için, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruların yapılmasının sağlanacağı belirtilmektedir.

  • Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve değiştirilmesi yasaklanan insan haklarına saygılı, demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti kavramları, Anayasa düzenimizin asıl belirleyicisi olacaktır. (…)” 
  • “Cumhuriyetimiz ikinci yüzyılına adım atarken bu topraklara eşitliği, özgürlüğü, adaleti hep birlikte getireceğiz. (…)”
  • Anayasanın önemsizleştirilmeye, hukuk devleti ilkesinin unutturulmaya, devletin bir parti devleti haline dönüştürülmeye, kurum kültürü ve kurallar sisteminin yok sayılmaya çalışıldığı bu dönemi aziz milletimiz ile birlikte mücadele ederek aşacağımıza ve Cumhuriyetin 1. Yüzyılındaki kazanımlarımızı muhafaza ederek daha ileriye götürerek sorunlarımızı demokrasi kültürü içinde çözerek Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmaya kararlıyız.”

    deniyor Anayasa önerisinde.

Bizler inanıyoruz ki, önümüzdeki ilk seçimde, otoriter bir sistemden yana olanlar değil, demokrasiden yana olanlar kazanacak; altılı masanın ortak Cumhurbaşkanı adayı, Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı olacaktır.” inancının da altı çiziliyor.

Geri sayımda hasar riski…

GÜNCEL23.06.2022, BİRGÜN

24 Haziran 2018-24 Haziran 2022: 27. Yasama döneminin 4 yılı.

Dört yıl, yalnızca bir yasama organı olarak TBMM değil, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY) dönemini de (9 Temmuz 2018) kapsıyor.

Normatif açıdan asıl değerlendirilebilir?

“TORBA YASA”

TBMM, toplam 3 bin 147 maddeden oluşan 267 yasa kabul etti. Bunlardan, 486 maddeden oluşan toplam 160 uluslararası antlaşma, 1 içtüzük ve 8 bütçe kanunu çıkarılırsa, kalan 98 yasanın 66’sı ‘torba teklif’ti. Maddelere göre, 3 bin 147 maddenin 2 bin 29’u ‘torba yasa’.

Toplam 66 ‘torba’ yasa’, yaklaşık 531 yasada bir kez, 158 yasada ise birden çok kez olmak üzere 689 yasada değişiklik yaptı.

“TORBA CBK”

PBYDBY ise, toplam 2 bin 692 maddeden oluşan 105 Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK) çıkardı. Bunlardan 54’ü ‘torba kararname’ olup, madde sayısı 804’tür.

CBK’ler tümüyle gerekçesiz

Torba yasa ve CBK’ler, yürürlükteki kuralları, adeta bir ‘enkaz yığını’ haline getirdi.

ÜST YASAMA GİBİ

Yasa, yasama organı olarak TBMM’nin asli ve genel yetkisi.

CBK ise, yürütme olarak CB’nin Anayasa ile çerçevesi çizilmiş yetkisi.

TBMM’nin varlık nedeni kural koymak; Yürütme’nin varlık nedeni ise, adı üstünde yasayıcının koyduğu kuralları uygulamak.

Her ikisi, hukuk devleti (md.2), egemenlik (md.6), yasama yetkisi (md.7), yürütme yetkisi ve görevi (md.8) ve Anayasa’nın üstünlüğü (md.11) ile bağlı.

Ne var ki TBMM, anayasal yetkisini; eksik veya Anayasa’ya aykırı kullanıyor ya da CBK’ye uygulama alanı açmak için kullanmaktan kaçınıyor.

PBYDBY ise, tam tersine, anayasal yetki sınırları dışına çıkıyor; doğasına aykırı olduğu halde torba ve gerekçesiz olarak yaptığı CBK’ler, şekil, yetki ve içerik yönlerinden Anayasa aykırılıklar zinciri ile bezeli.

TBMM ve CB arasında yetki kullanımı yönünden ayrışma, yasa-CBK ilişkisini düzenleyen Anayasa kuralını askıya almış durumda: CBK ile “kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır”; TBMM’nin “aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz kalır” (md.104/17 son).

Meclis’e vurulan ters kelepçe işlevi gören AKP-MHP ittifakı, kendilerinin koyduğu bu anayasal yükümlülükten de sürekli kaçınıyor.

Yasama yetkisinden kaçınarak CBK’ye alan açmakla yetinmeyen AKP-MHP, yasaları da daha çok yürütme ve idarenin siparişleri üzerine çıkarmayı sürdürüyor.

  • Haliyle PBYDBY, bir üst yasama görüntüsü veriyor.

HASAR AĞIR

TBMM, Anayasa md.7’nin kendisine tanıdığı yetkiyi kullanmaktan kaçındığı, CB ise md.104/17’nin tanıdığı yetki sınırlarını tanımadığı için, Anayasasızlaştırma ivme kazanıyor. Böylece, yurttaş hakları ve kamu yararı sürekli zedelendiği gibi gelecek kuşakların hakları da yok ediliyor.

  • Mevzuat ise, düzeltilmesi kolay olmayacak şekilde karmaşık ve darmadağın maddeler yığını haline gelmiş bulunuyor.

FELÇ EDİLEN AYM

Bu dönemde, CHP, 107 yasadan 78’inin, 105 CBK’den 75’inin iptalini istedi. Anayasa Mahkemesi (AYM) toplam 158 başvuruda 45 karar verdi: Yasalar üzerinde 15 iptal 14 ret, CBK’ler üzerinde 8 iptal, 8 ret kararı.

Bireysel başvuru yolu 10 yıl önce açıldığı halde, adil yargılanma hakkı reformu yapılmadığı için, giderek siyasallaşan üye profili dışında ağır iş yükü nedeniyle AYM denetimi etkisizleşti. TBMM, PBYDBY ve mahkemeler, AYM’yi adeta felç etti. AYM, iptal ve ilke kararlarını vermede yetersiz ve etkisiz kaldı.

DEMOKRATİK MUHALEFET

Dört yıllık ‘normatif enkaz’ karşısında, çoğunluk yolunda CHP/HDP/İYİ Parti’de ne ölçüde ‘azınlık bilinci’ oluştu? Tartışılmaya değer bir soru.

Ama şu açık: Artık 5. yıl yok; çünkü seçim tarihi, en geç 18 Haziran 2022. Bu hızlı geri sayım döneminde, AKP-MHP ittifakı için seçimleri kaybetmeme telaşı nedeniyle, Saray güdümünde “ülke hasarı teferruat” olacak. Bu nedenle, geri sayım döneminde “yıkıcı mevzuat” dayatması, demokratik muhalefetin daha uyanık olmasını gerekli kılıyor. Türkiye Cumhuriyeti, en tehlikeli son viraja doğru hızla ilerliyor. Aman dikkat!

ANAYASA MAHKEMESİ 60 YAŞINDA

PROF. DR. İBRAHİM Ö. KABOĞLU
ibrahimkaboglu@yahoo.fr
https://www.gazetepencere.com/anayasa-mahkemesi-60-yasinda/
25.4.22

Anayasa yargısı Avrupa modeli olarak Avusturya, İtalya ve Almanya anayasa mahkemelerinden sonra Türkiye’de 1961 Anayasası ile kurulan Anayasa Mahkemesi (AYM), askeri darbelere ve demokratik kopmalara karşın varlığını ve önemini hep sürdürdü.
AYM’nin faaliyete geçmesi, 44 saylı yasa ile 25 Nisan 1962’de gerçekleşti.
2010 Anayasa değişikliği ile tanınan bireysel başvuru olanağı da uygulamaya 2012’de geçti. Haliyle, 2022 yılı boyunca, Anayasa Mahkemesi’nin 60. Kuruluş yılı ve bireysel başvuru uygulamasının 10. yılı üzerine değerlendirmeler ve bilanço çalışmaları yapılacak.

AYM KARARLARI KESİN HÜKÜMDÜR, BAĞLAYICIDIR

AYM’nin bütün kararları kesin hüküm niteliğinde olup, “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” (153/son).
AYM kararlarını değerlendirmek ve eleştirmek, yurttaşların hak ve görevleridir. Kararlardaki hukuksal yanlışları ortaya koymak ve önerilerde bulunmak, Anayasallık denetiminin etkililiği ve hukuk devletinin ilerletilmesi için gereklidir. Buna karşılık, AYM kararlarını tanımamak ve saygı göstermemek, hukuka uymayan, uymak istemeyen siyasal iktidarların yöntemidir.

ANAYASAL KURUM VE KURALLARA INANÇSIZLIK…

Anayasa Mahkemesi’nin iş yükü, Avrupa AYM’lerine göre hep çok oldu. Bireysel başvuru, AYM’nin iş  yükünü giderek fazlalaştırdı. Bunlara, Temmuz 2018’de Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (CBK) eklendi. CBK, gerekçesiz, çoğu kez anayasal yetki çerçevesi dışında ve torba düzenleme şeklinde, nicelik olarak da yasalarla adeta yarışan bir tür “paralel mevzuat” mecrası (alanı) yaratmıştır. 27. yasama döneminde TBMM de norm koyma yetkisi bakımından hayli (oldukça) geriledi:

● Kendi tekelindeki yasa girişimini bile özgür iradesi ile yapamayan TBMM, nitelikli yasa bir yana; AKP-MHP’nin sayısal üstünlüğü, Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerine açıkça aykırı düzenlemeleri, adeta “dayatmakta”.
●Öyle ki, Anayasa md.104/17’nin CBK için çizdiği çerçeve karşısında, tekelindeki yasama yetkisini bile kullanmakta duraksamakta ve yetki alanını CBK lehine daraltmakta.
●AYM’nin iptal kararları ile çakışan yasal düzenlemeler, TBMM Anayasa Komisyonu’ nun  görüşünü alma gereği bile duymadan yapılabilmekte. Yasama yetkisini kullanmaktan kaçınan, eksik veya Anayasa’ya aykırı kullanan Cumhur İttifakı, CHP’nin yargısal denetim yolunu kullanmasına bile tepkili: “Partinin bütün ömrü AYM’yebaşvuru ile geçiyor” (Ö. Çelik, AKP Sözcüsü). AYM’yi kapatma tehdidinin – tarihimizde bir ilk olarak- ortağından geldiği de malum.

AYM DENETİMİNİN ETKİLİLİĞİ İÇİN

AYM’nin etkili bir denetimi için öncelikle, yasama, yürütme ve yargı, Anayasa’ya saygı göstermeli…
Sonra, Anayasa Mahkemesi, Anayasa hükümleri ile karşılaştırmalı anayasa yargısında geçerli yorum yöntemlerini ve ilkeleri ugulamaktan kaçınmamalı…
Nihayet, yargı bütününde “adil yargılanma hakkı” gereklerini uygulamaya koymak amacıyla acil yasal düzenlemeler yapılmalı.
TBMM açısından; AYM’nin varlığı ve ‘Eğer Anayasa’ya aykırılık söz konusu ise buna Anayasa  Mahkemesi karar verir’ görüşü yanlış olup bu vb. açıklamalar hukuk devletine inançsızlığın dışavurumudur.
AYM denetimini etkisizleştirici olumsuz etkenlere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve AYM’nin vermiş olduğu pilot kararların gereği olarak TBMM’nin yasal düzenleme yükümlüğünü yerine getirmemesi eklenince, Anayasa’ya ve Avrupa Sözleşmesi’ne aykırı yasa maddeleri, sistematik hak ihlallerini süreğen kılmaktadır. Bu nedenle, ihmal yoluyla Anayasa’ya aykırılığa son verilmelidir.
Yürütme; Anayasa’ya aykırı CBK’lere son vermeli ve yargı sürecine müdahaleden kesinlikle kaçınmalı. Yargının AYM kararlarını yerine getirmemesi ise kendi kararlarına uyulmamayı da meşrulaştırması anlamına gelir; hukuk düzeni yargı eliyle kaldırılmış olur.

AYM NE YAPMALI?

Dava yolu, itiraz yolu ve bireysel başvuru yoluyla iletilen dosyalar üzerinde AYM’nin karar verme süreci, çoğu zaman yıllara yayılabiliyor. Çok geç ve az iptal kararı vermesinin yarattığı sakıncalara, gündem sorunu da eklenmekte:

Kamu yararı bakımından ivediliği bulunmayan kimi yasalara öncelik tanımasına karşın, güvenlik soruşturması gibi daha önce iptal ettiği konuların tekrar yasalaşması durumunda yapılan başvuruları ve bir tür OHAL’i kalıcılaştıran yasaları, karara bağlamamış bulunmakta.
Burada uzman üye sorunu veya AYM üyelerinin belirlenmesinde siyasal etkenlerin yarattığı sakıncalara girmeden, yürürlükteki Anayasal kurgusu içinde yapılabileceklere değinilecek:

●AYM, bireysel başvurularda norm denetimine göre daha özgürlükçü kararlar verebiliyor. Oysa, norm denetimine ilişkin kararların Anayasa’ya ve hukukun genel ilkelerine uygun olması  ölçüsünde TBMM’yi, daha özenli düzenleme yapmaya zorlayabilir. Bunun sonucu olarak da anayasal hak ve özgürlük ihlalleri azalacağından, biresel başvuru yığılması da önlenebilir.
AYM, etkili yorum yöntemlerini kullanma konusunda duraksamamalı. Kuşkusuz, karşılaştırmalı anayasa yargısı verilerinden de yararlanmalı; ancak örneğin, Anayasa madde 13’ün öngördüğü ölçüt ve ilkeler bile başlı başına güvence:

  • Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
  • Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

Bu somut ölçüt ve ilkeler, Anayasa Mahkemesi’ne sözel yorumdan sistematik yoruma, tarihsel yorumdan teleolojik (ereksel/amaçsal) yoruma uzanan yorum yönetmelerini tikel olarak, bazılarını birlikte veya hepsini birlikte kullanma olanağı sunduğu halde, bu hükümden ve öğreti çalışmalarından yeterince yararlanıldığı söylenemez.
****

İnsan haklarına dayanan demokratik hukuk devleti için
3 AŞAMALI ÖNERİ

1 Anayasa’ya saygı gereği: Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı kuralının öncelikli muhatabı yasama, yürütme ve yargı organlarıdır.
● Seçilmişlerin Anayasa’ya aykırılığı açık olan yasaları oylamaları, Anayasa ihlali olduğu gibi, Anayasa andı gereği ahlaki bir sorundur.
● Yürütme, yasaları uygulamakla yükümlü olup Anayasa’yı da doğrudan uygulama sorumluluğundadır.
● Yargı bütünü Anayasa’ya saygı göstermeli; AYM de gündemini kamu yararı ve ivedilik gereklerince belirleyerek daha adil ve hızlı karar vermelidir.
Kısaca, Anayasa ve yasalara genel saygı, keyfi işlem ve eylemleri en aza indirebilir.

2 Yasal düzenleme gereği: Adil yargılanma hakkı gerekleri doğrultusunda yargı erki yeniden yapılandırılarak yargı organları bütünü, özgürlükler güvencesi olarak kurgulanmadığı sürece, AYM önündeki dosya sayısını azaltma ve bireysel başvuru hakkını etkili kılma olanağı yoktur. TBMM, pilot kararlar gereği yasal  düzenlemelerde gecikmemeli; AYM önünde bireysel başvuru dosyalarını
–yargılamada makul süre örneği- eritici düzenlemeleri -tazminat komisyonu gibi- acilen yapmalıdır.

3 Anayasal düzen için: 2017’de kurulan ve siyasal-anayasal tarihimize yabancı olan parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme;
● TBMM’nin yasama yetkisini özerk biçimde kullanabildiği,
● Yargının bağımsız olduğu ve Anayasa Mahkemesi’nin Avrupa modeli ekseninde yeniden yapılandırıldığı,
Hesap verebilir bir hükümetin bulunduğu, Erkler ayrılığına dayanan anayasal kurgu ile aşılmalıdır.

Bu önerilerin gerçekleşmesi dileğiyle Anayasa Mahkemesi’nin 60. yılı kutlu olsun!

PDF : 60. yılında AYM.. öneriler

Pilot kararlar ve TBMM yükümlülüğü

  • İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) pilot kararları gereği, TBMM yasal düzenleme yapma yükümlülüğünde.

Pilot kararlara göre; yasama erki tarafından yapılan ve yasa adı verilen hukuki işlem, öngörülebilir, anlaşılabilir ve ulaşılabilir olma bakımından belli özellikleri yansıtmadığı sürece, adı yasa olsa da, maddi (içerik) olarak yasa sayılamaz. Yasal nitelik taşımayan maddeler, yürürlükte oldukları sürece sistematik hak ihlallerine neden olacakları için değiştirilmeli, yeniden düzenlenmeli veya yürürlükten kaldırılmalı. Dahası, yasama organı benzeri düzenlemelerden kaçınmak ve adil yargılanma hakkı doğrultusunda düzenlemeler yapmak yükümlülüğünde.

– Doğrudan olumlu yükümlülük : İHAM ve AYM’nin pilot kararları konusu olan yasa maddelerine ilişkin düzenleme olarak TBMM, kaldırma, yeniden düzenleme veya kaldırma veya değiştirme yükümlülüğünde. Düzenlemede gecikme ise ‘ihmal yoluyla Anayasa’ya aykırılık’ oluşturur ve yasama organını hak ihlali makamına dönüştürür.

– Yasama etkinliklerinde benzeri düzenlemelerden kaçınmak: TBMM, yasal düzenlemelerde genel olarak, pilot kararlarda vurgulanan niteliğe ilişkin ölçütlere dikkat etmeli.

Adil yargılanma hakkı gereklerini yerine getirmek: AYM önünde bireysel başvuru yolunun etkili olabilmesi için yargı bütününde adil yargılanma hakkı ilkelerini geçerli kılacak düzenlemelerin ivedi olarak yapılması gerekiyordu. Bu yapılmadığı gibi,

  • 2017 Anayasa değişikliği ile yargı bütünü, “parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme” güdümüne konuldu. 

Bunun sonucunda, yürürlükte olan ve adil yargılanma gerekleri ile örtüşen hükümlerin bile uygulanması zorlaştı.

TBMM, mevzuatı, pilot kararlarla uyumlu kılmada gecikmemeli :

1) TCK, Md.301: İHAM, Akçam/Türkiye, 25 Ekim 2011

İHAM, TCK md.301’in kullandığı kabul edilemez derecedeki geniş sözcüklerin, etkileri açısından yarattığı öngörülebilirlik eksikliği nedeniyle, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) md. 10/2 anlamında bir “kanun” oluşturmadığına hükmetti: Özellikle, “Türklük” kavramının “Türk Milleti” şeklinde değiştirilmesine rağmen, Yargıtay tarafından yine aynı şekilde anlaşıldığı için, bu kavramların yorumlanmasında değişiklik veya temel bir farklılık olmadı. Yargının yorumladığı biçimiyle madde 301’deki sözcüklerin kapsamı, çok geniş ve belirsizdir ve bu nedenle düzenleme, ifade özgürlüğünün kullanımı önünde sürekli bir tehdit.

2) TCK, m.220/6: İHAM, Işıkırık /Türkiye, 14.11. 2017; AYM, H. Yakut, 10/6/2021.

Anayasa Mahkemesi’ne göre; “Somut olayda başvurucu hakkında uygulandığı hâliyle terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçunun düzenlendiği 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinin (6) numaralı fıkrasının içerik, amaç ve kapsam itibarıyla belirli olduğundan söz edilemez. Çünkü söz konusu hüküm, Anayasa’nın 34. maddesi ile korunan anayasal hakkına yönelik keyfî müdahaleye karşı başvurucuya yasal bir koruma sağlayamamaktadır. İhlalin bizzat kanun hükmünün lafzına dayalı yapısal bir sorundan ve derece mahkemelerinin kanuna ilişkin geniş yorumundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır…

İlgili kanun hükmü yürürlükte olduğuna göre derece mahkemeleri tarafından yeniden yargılama yapılması yoluyla ihlalin giderimi mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla ihlalin ve sonuçlarının giderilebilmesi ve benzeri yeni ihlallerin önüne geçilebilmesi için ihlale yol açan kanun hükmünün gözden geçirilmesi gerekir.”

3) TCK, md.220/7: İHAM, İmret/Türkiye, 10 Temmuz 2018

TCK md. 220/7 madde bağlamında, hapis cezası biçimindeki ağır cezai yaptırımın uygulanması için potansiyel bir dayanak oluşturacak eylemler öyle geniş bir yelpazeye yayılmaktadır ki, ulusal mahkemelerce genişletici yorumu da içerecek şekilde anlaşılacak madde sözü, kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı yeterli düzeyde koruma sağlayamamakta.

4) TCK, md.314: İHAM, Selahattin Demirtaş/Türkiye, 22 Aralık 2020

Ceza Kanunu’nun 314. maddesi uyarınca ceza gerektiren ciddi suçlarla bağlantılı olarak tutuklanmayı haklı kılabilecek eylemler yelpazesi oldukça geniştir ve dolayısıyla, ulusal mahkemelerin yorumunu da içerecek şekilde anlaşılacak madde içeriği, ulusal makamların keyfi müdahalelerine karşı yeterli koruma sağlamamakta.

5) TCK, md.299: İHAM, Vedat Şorli/Türkiye, 19 Ekim 2021

TCK m.299’un İHAS madde 10’a aykırı olduğuna hükmeden İHAM, kararında, hakaret alanında devlet başkanına özel olarak yüksek seviyeli bir koruma sağlanmasının, Sözleşme’ye uygun olmadığını hatırlatarak, devletin devlet başkanının itibarını korumaktaki çıkarının, hakkında haber verme ve görüş ifade etme hakkına karşı ona bir ayrıcalık ya da özel koruma tanınmasını haklı kılmaz.

6) İnternet Yayınlarına Erişim Engeli: AYM KARARI/Keskin Kalem Yay..: 27/10/2021.

Anayasa Mahkemesi, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlemesi Kanunu’nun erişimin engellenmesi kararlarına yönelik 9. maddesinin değiştirilmesi gerektiğine hükmetti. Kararda, erişime engelleme kararı veren sulh ceza hâkimliklerinin hiçbirinin söz konusu haberlerin şeref ve saygınlığı nasıl zedelediğine kararlarında yer vermedikleri, gerekçeli kararlarda, basının görev ve sorumluluklarına uymadığı tespitinin neye göre yapıldığının açıklanmadığı belirtildi.

Mevzuatın, basına güvence sağlamadığını saptayan AYM, yapılacak düzenlemenin içermesi gereken hususları da sıraladı. Sonuç olarak;

  • AYM’nin ve İHAM’ın pilot kararları doğrultusunda yasal düzenleme yapmak için TBMM,
    daha fazla gecikmemeli.

“Hayır” (2017) ve “Evet” (2023)

“Hayır ruhu” ve “evet ittifakı” da denebilir. 2017’de Anayasa değişikliğine karşı “hayır bloku”, “hayır ruhu” ile örtüştü. “Evet” ise ancak hayır ruhu esinli Anayasa ittifakı üzerinden oluşturulabilir. Zira, monokratik anayasa kurgusunu reddedenler, 2023’te demokratik anayasa seçeneğini sunabilmeleri ölçüsünde evet ittifakını örgütleyebilirler.

Bu yapılabilir mi?

Zorluk şurada: 2017’de ortak felakete karşı geniş ittifak oluşturmak için seçenek sunma gereği yoktu. 2023’te ise, demokratik gelecek için yapılacak öneriler etrafında ittifak kurmak gerekiyor.

Daha kolay çünkü monokrasi, yarı yolda tökezledi. Nasıl? 1 Şubat 2021’de tek kişi yönetimi, anayasal kurgunun sürdürülemez özelliğini doğruladı. Bu itiraf, hayır blokunun demokratik anayasa arayışına ivme kazandırdı.

Gelecek, ancak dünden ders çıkarılarak tasarlanabileceğinden, kısa bir bellek güncellemesi yararlı olur.

YAKILANLAR

2016 ve 2017 ortam ve koşullarında, kanlı darbe girişimcilerine karşı mücadele bahanesiyle ilan edilen OHAL, insan hakları ve demokrasi savunucularına karşı kullanıldı. OHAL KHK ek çizelgeleri yoluyla, cemaat ve darbe karşıtı on binlerce kamu görevlisi, öğretmen ve öğretim üyesi, gece yarılarında sokaklara atıldı.

  • Anayasa değişikliği, toplu kıyım aygıtı işletilerek dayatıldı.

Dönemin Başbakanı’nın itirafıyla, kurunun yanında yaş da yakıldı.

KURTARILANLAR

Hukuk devleti savunucuları, yargısız infaz yoluyla “ölüm-ötesi yaptırımlar” a tabi tutularak darbecilere karşı etkili mücadele sulandırıldı. Böylece, darbe girişimine giden yolu döşeyenler, yani FETÖ’nün siyasi ayağı kollanmış oldu. Kısaca, kurular kurtarıldı.

Sonuç : Darbe girişimi ile doğrudan veya dolaylı bağlantısı bulunmayan suçsuzlar, “kurunun yanında yakıldı”; ne var ki, darbe failleriyle birlikte en az on yıl devleti yönetmiş zanlı “kurular kurtarıldı”.

NEDEN YIKILDI?

Darbe girişimcilerine karşı etkili bir mücadele yerine anayasal düzeni yıkma nedeni, yakılan ve kurtarılanlar çelişkisinde saklı: Yönetimi tek elde toplamak suretiyle Cemaat’in rahle-i tedrisinden geçmiş olanlarla yola devam; ama demokratik olmayan bu sürece muhalefet edebilecek kesimleri yakmak.
Ya sonuç? Ülkeyi 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne götüren AKP-Cemaat eksenindeki hukuk ve liyakat yokluğu, AKP-MHP ittifakına kaydı. Bugünkü genel görünüm bu.

ÜÇ MAYMUN

Anayasa oylaması öncesi, KHK ek çizelgeleri üzerine art arda itiraflar, sonrasında yerini üç maymuna bıraktı.

İtiraf: Çizelgede kimlerin adının yer aldığını basından öğreniyoruz, listeleri biz değil MİT hazırlıyor; kurunun yanında yaş da yanıyor, 17 Nisan sonrası Anayasa oylaması hataları düzelteceğiz.

Oylama sonrası ve özellikle 24 Haziran seçimleri sonrası, AKP’liler, ‘konuşmadım + duymadım + görmedim’ üçlüsünün çok ötesine geçerek inkâr ve iftiralara başladı.

Nasıl? Adil yargılanma hakkı, hukuk ve liyakat isteyen yurtseverler ile FETÖ ve PKK arasında paralellik kurarak: FETÖ inkârı ve PKK yaftası. “Beka” ve “dış güçler komplosu” vb. tehditler, 2023 seçimleri için devlet aygıtı bütünü seferber edilerek, CHP başta, HDP, İYİ P. ve Cumhur İttifakı’nı desteklemeyen partileri terörize etmek için kullanılacak.

HAYIR RUHU

Bu nedenle, en geç Haziran 2023’te yapılacak seçimde “hayır ruhu”, demokratik Cumhuriyetçiler için kaldıraç işlevi görmelidir.

Nasıl?

2017 baskıcı, hileli ve gayri meşru oylamasına karşın, Haziran 2018 baskın seçimlerinde yeterli demokratik ittifaklar oluşturulamadı. Buna karşılık, ulusal ölçekte oluşan 2017 “hayır ruhu”, 2019’da yerel demokrasilerde uygulandı. Bu başarı, 2023 korkusunun Cumhur İttifakı’nı sarıp sarmalamasına yetti.
Demokratik Cumhuriyet” ittifakının oluşumunu engellemek için her türlü iftira ve tehdit, bunu doğruluyor. “2023 adeta istiklal mücadelesi verilecek yıl olacak” sözleri (AKP Gn. Bşk.) güncel bir örnek.

ANAYASA İTTİFAKI

Tehdit, komplo ve kumpaslar, ancak demokratik cumhuriyetçilerin “anayasal tasarımı” ile aşılabilir: Geçiş dönemini hazırlamak ve devleti, bu tasarım ereğinde yönetmek.

Şu halde, “evet ağı”, anayasa çalışmalarını somutlaştırarak örülmeli.

“Halk, sistem veya anayasa derdinde değil, geçim derdinde” vb. söylemlere karşın topluma, demokratik sistem ve anayasa yoksa “insan onuruna yaraşır” bir geçim olamayacağı iyi anlatılmalı. Eğer bunları şimdi tartışamaz isek, 2023 sonrası tartışma ortam ve olanağı bile kalmayabilir.

Aynı gemide değiliz

Aynı gemide değiliz

  • ABD’nin özgürlük yargıçları gibi açık oynamasa da Avrupa’nın liberal yargıçları ve Mahkemesi olarak İHAM, sermayeyle, talancılarla, yağmacılarla, hırsızlarla, katillerle, dinsel gericilerle, bunların ittifakı siyasal iktidarlarla, öz olarak da sömürü düzeniyle aynı gemide.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) Başkanı Robert Ragnar Spano’nun, Türkiye ziyareti, bu ziyaret içinde Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın yer alması ve kendisine akademisyen kıyımcısı İstanbul Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı verilmesi, törende gazeteci yasağı, Spano’nun bir Mahkeme Başkanı gibi değil de siyasi iktidarı destekleyen siyasetçi gibi yaptığı konuşmalar tartışma yarattı.

İHAM’nin “abartı mı, balon mu” olduğu konusunda tartışmaya girmek burjuva hukuk devletinde ve bu devletin kapitalist ve emperyalist ilişkilerinde hukukun üstünlüğüne, yargının bağımsızlığına; hakların ihlal edilmediği eşit, özgür ve adaletli bir toplumun bu yolla sağlanacağına inananlar tarafından abes sayılabilir.

Ama uzlaşmaz karşıtlıklar mahkemelerde az eksikli hatta eksiksiz hak arama özgürlüğüyle ve adil yargılanma hakkıyla çözülemiyor, çözülemez.

Çözülemez, sınıflı toplumda çözülmesi de olanaksız. Egemen sınıf geçici ve küçük uzlaşmalarla düzenini ve istikrarını sürdürmek dışında buna izin vermez; düzeni de hep kendi denetiminde tutar, olmazsa otoriterleşir, faşizme kadar gider.

Kapitalizmin ulusal ve uluslararası kurumları ve kuralları bu düzeni ve istikrarını korumak için kurulur, sapmalar olursa da hizaya getirilir. İHAM aynı Sözleşmeyi (İHAS) esas alarak, kimi zaman bireysel haklar konusunda hakkı iade ederek düzeni korumakla görevli üst kurumlardan biri. Hakkın hakkını verirken de bir sınırı var: kapitalizm…

İHAM’ın SSCB döneminde verdiği kararlarla sonraki dönemde verdiği kararlara bakıldığında, ilkinde sosyalist toplumla rekabet çabası, ikincisinde dağılan ülkelerin kapitalizme uyum sağlama çabası açıkça görülür.

Bir de Türkiye gibi otoriterleşme eğilimi ve gericileşme eğilimi yükselen ülkelerde hizaya getirme çabası var ki, kapitalizm adına iki sınır konur: Bir, otoriterleşmeye çeşitli nedenlerle onay verilir; OHAL düzeninde ihlal onayları buna örnektir. İki, aşırı keyfileşmeye ve de gericileşmeye karşı da “aman fazla sapmayın” denir; Başkan Spano’nun Türkiye ziyareti buna örnektir.

Ziyarette, hem parti devletin kapitalist ilişkiler nedeniyle sırtı sıvazlanmış hem de “Toplumda yargının fonksiyonsuz olması, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının esas alınmaması sonucu, topluma yabancı yatırım çekilmesi mümkün olmaz” diyerek emperyalist ilişkilerde uyarı yapılmıştır. Bu kapsamda Ayasofya bile konuşulmuştur ki ardından Cumhurbaşkanının Ayasofya kararına usuli itirazıyla hukuk devleti görüntüsü verilmesi, itirazın reddi halinde mahkemelere saygı, kabulü halinde de Ayasofya için herkesi memnun edecek ara formül gelecektir.

Spano’nun “Kanunun üzerinde hiç kimse yoktur” ifadesi de burjuva devletinin burjuva hukukunun tanımlamasından başka bir şey değil. Yalnızca pandemi döneminde sermaye lehine, emekçiler aleyhine çıkarılan kanunlara bakmak yeterli.

İHAM Başkanı sınıfsallığını saklama gereğini hiç duymadı, bireysel hak ve özgürlükleri -o da yarım yamalak- öne çıkarırken kapitalizme ayar sağlayan Mahkemesini perdelemedi.

Bu ziyaretteki bütün zaafları ve gizemleri Başkanın üzerine yüklemenin anlamı, düzeni ve sınıfsallığı perdelemektir. Tıpkı tarikat ya da cemaat liderlerinin örneğin çocuk istismarının dinsel gericilikten ve düzenden kurtarılıp liderlere yüklenerek piyasacı ve gerici düzenin perdelenmesi gibi…

“İHAM Başkanı böyle bir düzeni nasıl içine sindiriyor?” diye soranlara, sömürü düzeninin ihtiyacı olduğunda keyfilikle, gericilikle, kayırmacılıkla, otoriterlikle ve denetimsizlikle ama sermayenin söz ve karar sahipliğiyle gemisine yol bulduğunu anımsatalım.

Sermaye sınıfı hem ulusal hem de uluslararası alanda, hem kendine daha çok pay alarak hem de emeği daha çok sömürerek çok yönlü güvence istiyor, bu güvenceyi de devletlerle ve hukukla koruma altına alıyor. Onların hukukun üstünlüğü dediklerinin özü bu kadar basit. Bağımsız yargının göreviyse bu güvenceyi sermaye adına sürdürülebilir kılmak.

Bu arada İHAM tarafından önerilen Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru ve yine İHAM tarafından onaylanan OHAL Komisyonu kurumları da paçayı kurtarmaya yetmedi. Hak ihlalleri emekçi halk aleyhine hızla artıyor ve düzenin kurumları etkisiz mi etkisiz. Kurulan ön barajlara karşın Türkiye, Rusya’yla birlikte İHAM önündeki ihlal dosyalarında ilk iki sırayı korumaya (!) devam ediyor. “İHAM kararlarını tanımam” diyen CB da başkanlık rejimin başında oturuyor.

ABD’nin özgürlük yargıçları gibi açık oynamasa da Avrupa’nın liberal yargıçları ve Mahkemesi olarak İHAM, sermayeyle, talancılarla, yağmacılarla, hırsızlarla, katillerle, dinsel gericilerle, bunların ittifakı siyasal iktidarlarla, öz olarak da sömürü düzeniyle aynı gemide. Yeni sömürgeciliği, yineleyerek ve yineleyerek yaşatma gemisindeler. Başları ağrıyınca da hukuksuzluğu ve keyfiliği burjuva hukukunun içine çekme, hizaya getirme çabası içindeler.

O gemi, İkinci Dünya Savaşında SSCB’yi, sosyalizmi yıkmak; komünizmle mücadeleye silahla destek vermek için savaşan gemi.

O gemi, emperyalizmin donanması içindeki yeni sömürü düzeninin gemisi.

O gemi, kapitalistlerle aynı gemideyiz diyen düzen muhalefetinin gemisi.

Demokrasiyle, hukukla, yargıyla allayıp pullayıp sefere çıkarıyorlar.

O gemi, “aynı gemide değiliz” diyen ve bugün 100. yaşının kutlayan Türkiye Komünist Partisinden, sosyalistlerden, aydınlanmacılardan, ilericilerden, yurtseverlerden, emekçi halktan kurtulup yoluna devam edemeyecek.

O gemiyi işçi sınıfı durdurup batıracak.

Kim mutlu olmaz ve gururlanmaz ki… 100 yaşında Partimiz var.

Parti can, Parti yaşam, Parti ahlak ve disiplin, Parti örgütlü sınıfsal mücadele, Parti devrim…

Eşit ve özgür bir ülke kuracağız, güzel günler göreceğiz.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 10 Haziran 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 10 Haziran 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

BOŞUNA

AKP’nin Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcısı, eski vekil Şamil Tayyar,  “Cumhurbaşkanımıza ‘İslamcı Kemalist’ diye rol biçen, AK Parti’nin akıl danesiymiş gibi rol çalan Perinçek ve avanesini uyarayım. “Haddinizi bileceksiniz” dedi.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ulusal ve Aydınlık’ı ilan verilmeyecek “muhalif medya” içine aldı.

Bu kadar çabaya!

PAYLAŞIM

AKP’li Esenler Belediyesi’nin 1 milyon 865 bin TL’lik aydınlatma ihalesini eski AKP İlçe Başkan Yardımcısı Albayrak’ın şirketi aldı. Şirket daha önce de ihaleler almıştı.

AKP’li olmayanlara mı verseydiler?..

GELECEK

Davutoğlu, “Biz imparatorluk bakiyesiyiz. Biz yeknesak, tek bir kimlikle tanımlanabilecek, tek bir oryantasyonla, kültürel dokuyla tanımlanacak ülke değiliz. Şu anda Boşnak, Gürcü, Çeçen, Arnavut, Arap, Kürt, Uygur vatandaşlarımızın yansıdığı bir Meclis bu ülkenin birliğini temsil edebilir.” dedi.

Geçmişte karıştırdığı yetmedi, geleceği karıştırıyor…

DÜZEN

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ihaleyle 100 bin adet cerrahi maske satın aldı. Ancak yapılan ihalede CHP’li Hülya Sarıgöl’ün firmasına tavan fiyatı 1 TL olarak belirlenen maskeler için 2,89 TL ödendiği iddia edildi. Sizin düzen, bizim düzen. Düzen, aynı düzen.

Vatandaşın pozisyonu değişmiyor…

HAYAL

İskilipli Atıf için ‘İslam alimi’ ifadesi kullanan Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürü Ertuğrul Yıldız’a disiplin cezası verilmesini kınayan AKP Çorum İskilip İlçe Başkanı Mustafa Lek, ‘Kemalist düzeni yerle yeksan edeceğiz‘ dedi.

80 senedir uğraşıyorsunuz, sittin sene daha uğraşırsınız…

CEZA

İBB Başkanı İmamoğlu, “Bizim ücretsiz ekmek dağıttığımız kayıtlı hemşerilerimiz var. Onların yoğun olduğu mahallelerde büfe olmadığı için ekmek dağıtımı yapamadığımız insanlar var. Talebimiz olmasına rağmen mecliste bekletiyorlar. İBB Meclisi sözüm ona siyasi kararlarla İstanbul halkını cezalandırıyor

AKP yoksulun yanında, yardım almasın diye pusuda…

GÖRGÜSÜZ

Gaziantep Şehitkamil Belediyesi, 10 Kasım’la dalga geçen yandaş yazar Yaşar Değirmenci’nin”Modern Toplumda Görgü Kuralları” kitabına 300 bin TL ödeme yapmış.

Görgüsüzü görmüş…

DEVLET

Sağlık Bakanı, “Hafta sonu sokağa çıkma yasağı yok” dedi.

İçişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı’nın onayı ile sokağa çıkma yasağı ilan etti.

Cumhurbaşkanı, kendi onayladığı sokağa çıkma yasağını “Gönlüm razı olmadı” diyerek iptal etti.

Devlet yönetimi gönül işidir. Öyle kurumlarla, kurallarla, bilimsel ve akılcı kararlarla  olmaz!..

DİN

Protestoların kilise yakıp Beyaz Saray’a kadar gelmesi üzerine Trump İncil’le poz verdi.

İlk tepki, ”Dini istismar etme!” diyen din adamlarından geldi.

Bizdekiler ne körüklerdi ama!…

DAYANAK

25 adet yurdunu kapatma kararı alan TÜRGEV’in yöneticilerinden Bilal Erdoğan,

Sırtımızı sadece belediye ve devletlere dayayarak iş yapma hastalığına yakalanmamaya çalışmalıyız.” dedi.

Yakalandılar. Mama kesilince çare arayışındalar…

SIRADAN

2013 yılında Soma’da 301 madencinin öldüğü facianın ardından protestocu bir maden işçisine tekme atan eski Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel, ABD polisinin George Floyd’u öldürmesiyle ilgili ‘kötülüğün sıradanlığı‘ yorumunu yaptı.

Adamın sıradanı…

ÜRETİM

Damat üretim ekonomisinden dem vurdu, tüketim için kredi musluklarını gevşetti.

Laf üretimi…

DÜŞMAN

Güney Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis, KKTC’nin mevcut Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın kazanmasını istediğini dolaylı yoldan ifade etti.

Düşmanın seni övüyorsa, sende bir …luk vardır…

ÖNEMLİ

AKP’li Beykoz Belediyesi Ocak ayında ihtiyaç sahiplerine dağıtmak için gıda malzemeleri satın almak istedi. 3 milyon 797 bin liralık İhaleyi henüz bir aylık şirket olan Tokser Gıda kazandı.

Şirketin ne zaman kurulduğu mu önemli, kuranın ne zamandan beri AKP/Belediye ile bağlantılı olduğu mu?..

DIŞARIDAN

ABD Savunma Bakanı, siyahi Floyd’un öldürülmesinden sonra başlayan protesto olaylarını “dış güçlere” bağladı.

Kendileri her yeri karıştırdıkları için ilk akıllarına gelen de bu oluyor…

CASUS

ODA TV Ankara Haber Md. Müyesser Yıldız, görevdeki bir askerden aldığı bilgileri yazmadığı için casusluk yaptığı gerekçesiyle gözaltına alındı.

Ciddiyim…

İMAJ

Müyesser Yıldız’ın evinden telefon ve bilgisayarları alan polis “imaj alınması gerektiği” itirazı üzerine,”teknik eleman yok” demiş.

Telefon etseler yardımcı olurduk…

LAN

Daha gözaltına alınmadan Müyesser Yıldız haberini yapan taraf Sabah yazarı Abdurrahman Şimşek’in TV yayını videosunu izledim. FETÖ’cü savcı Zekeriya Öz ile birlikteliğini anlatıyor.

Öz buna “lan” demiş.

Ne biçim lan bu?…

KAFA

Erdoğan, telefonla görüştüğü Trump’ın Türkiye’deki koronavirüs rakam ve oranlarının düşüklüğünü öğrendiğinde  “Oooo” diyerek tepki verdiğini söyledi.

Dünya öğrendi, şu odun kafalı Trump öğrenemedi kiminle aşık attığını…

ADALET

AYM Başkanı Zühtü Arslan, adil yargılanma hakkının %52.1 oranında ihlal edildiğini açıkladı.

Vah vatandaşa vah!..

Yüksek Yargı ve Üstün Yetenekli Yargıçlar

Yüksek Yargı ve Üstün Yetenekli Yargıçlar

Av. Fikret Ä°lkiz ile ilgili görsel sonucuAv. Fikret İlkiz
BİANET, 06.08.2018 

Herkes şikayetçi…
Herkes bireysel başvuru hakkını kullanıyor

Derece mahkemesinin işi, Anayasa Mahkemesi kararını tartışmak ve karara karşı direnmek ve neden uygulanmadığına dair temelsiz gerekçeler yazmak değildir.

Anayasa Mahkemesi’ne 1 Ocak 2012 tarihinden bu yana 30 Haziran 2018 tarihine dek yapılan toplam 191 371 bireysel başvurudan 80 756’sı 2016’da, 40 530’u 2017’de ve 17 892 başvuru ise 2018’de yapılmış… 30 Haziran 2018’de 16 179 bireysel başvuru derdest, inceleme sürüyor.

Anayasa Mahkemesine göre; “bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural” nedir? AYM bu sorunun yanıtına Mehmet Doğan (B. No: 2014/8875, tarih 7.6.2018) kararında değindi. Temel kural yargı yoluyla hak ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasıdır.

İlk derece mahkemesi bir hakkın ihlaline neden olacak nitelikte bir karar vermişse; bu kararda “hak ihlali” bulunduğu tespitini yapan AYM kararı ile “eski hale” nasıl dönülebilecektir?

İfade özgürlüğü ile ilgili 7 Haziran 2018 tarihli anılan kararında Anayasa Mahkemesi bireysel başvurunun temel özelliğinin “bir hakkın ihlalinin tespiti” ve zararın giderilmesini sağlanması olduğunu kabul etmektedir. Yani AYM’nin verdiği kararın özelliği; “mümkün olduğunca” hak ihlalinden “önceki eski duruma dönülmesinin” sağlanmasıdır.

AYM bireysel başvuru ile verdiği kararın niteliği ne olmalıdır? Acaba mümkün olduğu kadar hak ihlalinden önceki eski hale dönülmesi nasıl sağlanacaktır?

Bireysel başvurular hakkında Anayasa Mahkemesi kararıyla öncelikle eğer devam eden hak ihlali varsa, ihlalin durdurulması kararı verilebilir. İkincisi ise, “ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların” ortadan kaldırılmasıdır. Kişi zarar görmüşse, hak ihlalinin “sebep olduğu maddi ve manevi zararların” giderilmesidir. Ayrıca verilecek kararla olayın özelliğine göre “bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması” gerekmektedir.

En önemli ilke ise, AYM kendi kuruluş ve çalışma esaslarını belirleyen 6216 sayılı Kanuna göre hak ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla neler yapılması gerektiğine karar verirken; “idari eylem ve işlem niteliğinde” karar vermez.

Anılan kararda atıf yapılarak açıklandığı gibi; “Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Bkz. Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).”

Demek ki; AYM bireysel başvurularla ilgili ihlal varsa tespit eder ve eğer ihlal devam ediyorsa “ihlali” durdurur, ihlalin sonuçlarını “ortadan kaldırır”, ihlalin neden olduğu “zararı” gidermek üzere karar verir ve gerekirse diğer “tedbirleri” alır. Bütün bunların nasıl yapılacağını kararında gerekçeleriyle gösterir. Kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verir.

Usul kanunlarında hangi hallerde başvurulabileceği gösterilen yargılamanın yenilenmesi” düzenlemesi ile Anayasa Mahkemesinin kararlarına konu olan “yeniden yargılama” kavramı birbirinden belli yönleri ile farklıdır.

Bundan sonrasını Anayasa Mahkemesinin kararından okuyalım: “Kuşkusuz ki Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılamaya hükmettiği durumlarda da derece mahkemesi, kesin hükme bağlanmış bir uyuşmazlığı yeniden ele almaktadır. Bu yönüyle ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi müessesesi ile Anayasa Mahkemesince yeniden yargılamaya hükmedilmesi arasında bir farklılık bulunmamaktadır.”

Ama Anayasa Mahkemesinin altını çizerek belirttiği çok önemli farklılık şudur:

“Ancak Anayasa Mahkemesinin, tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hallerde, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hallerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil, ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür.”

Bir kez daha belirtelim; kendi verdiği kararla hak ihlaline neden olan ilk derece mahkemesinin Anayasa Mahkemesi kararının kabulü veya reddi, uygulanması veya uygulanmaması konusunda herhangi bir takdir yetkisi yoktur. O halde yeniden yargılama yapılması için Anayasa Mahkemesi’nin geri gönderdiği karar karşısında ilk derece mahkemesi ne yapmalıdır?

“Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen usuli bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ihlalin, idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hallerde derece mahkemesinin, usule dair herhangi bir işlem yapmadan, doğrudan, mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir.”

Derece mahkemesinin işi; Anayasa Mahkemesi kararını tartışmak ve karara karşı direnmek ve neden uygulanmadığına dair temelsiz gerekçeler yazmak değildir. Hak ihlalinin var olduğuna ve giderilmesine ve nasıl giderilmesi gerektiğine ve zararın nasıl giderileceğine dair karar veren Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymak ve gerektiğinde kendi kararının aksine karar vererek hak ihlalinin sonuçlarını ortadan kaldırmaktır.

Günümüzde Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı bir çeşit “direnme” kararı yazan, neden uygulanmaması gerektiğini, dava dosyasını ilk derece mahkemesinin Anayasa Mahkemesi’nden daha iyi bildiğini ve bir nevi Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararına “aldırmamayı” kendince “gerekçelendiren” mahkeme yargıçları “iyi sicil” alıyorlar, aldılar.

Bütün bunların karşılığı olan beklenti “yüksek dereceli yargıç” olmak ve yargıçlık mesleğinde yükselmektir. Hatta bu çeşit mükemmel ve işe yarayan (!) gerekçeli kararların yazıcıları daha sonra Yargıtay’a, Danıştay’a ve hatta Anayasa Mahkemesine üye seçilebilirler. Nedeni çok basit; her hukukçu örnekleri son yıllarda sıkça görülen bu tür gerekçeler yazamaz. Üstün hukuksal ve entelektüel yetenek (!) ister bu türde ve çeşitte gerekçe yazmak, yükselmek için…

Anayasa Mahkemesi’ne yapılan 296 426 başvuru içinden tüm başvurular arasında %60 oranla 1. sırada 176 951 bireysel başvurunun konusu adil yargılanma hakkı geliyor. Derece mahkemeleri tarafından verilen kararlarla “başarılı” kabul edilerek yükselen yargıçların çoğunlukta olduğu yargıda; AYM bireysel başvuru kararları arasında “adil yargılanma hakkının ihlali” neden birinci sıradadır acaba?

Çok yakındır… Bundan böyle “yüksek dereceli” mahkemeler arasında kim kimden daha üstündür, hangi yüksek mahkemenin kararı çok daha üstündür, hak ihlalinin nasıl giderilebileceğine hangi yüksek dereceli mahkeme karar vermelidir, kim kimin kararını uygular veya uygulamaz veya neden uygulamamak gerekir hakkında üstün nitelikli gerekçeli kararlar görmeye ve hayret etmeye hazırlıklı olun….

Şimdilik adli tatil zamanı ve hukuk resmî tatilde.

Bekleyin biraz! Tatil bitsin, herkes yerli yerine otursun, yüksek dereceli makamına bir ısınsın!

OHAL SÜREC’inde SAVUNMA HAKKI İHMAL veya İHLAL EDİLEREK ADALET SAĞLANAMAZ

Istanbul_Barosu_Logosu

OHAL SÜRECİ, SAVUNMA HAKKININ
İHMAL ve İHLALİ ile SÜRDÜRÜLEMEZ.
SAVUNMA HAKKI İHMAL veya İHLAL EDİLEREK ADALET SAĞLANAMAZ

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

15 Temmuz darbe kalkışmasının hainleri belli olmadan 01.25’te darbe karşıtlığını web sitesinden ilân eden İstanbul Barosu, Demokrasiye ve Anayasal Sisteme bağlılığını ifade ederken, bu karanlık yapının çökertilip, kanserojen bir ur gibi yerleştiği devletin kılcal damarlarından sökülüp atılmasının acil bir sorumluluk olduğuna işaret etmiş; gözü dönmüş, dış destekli, emperyalizmin kuklası bu yapı ile kararlılıkla mücadele edilmesinin, devletin varlığı, bekası, devamlılığı açısından ertelenemez bir milli güvenlik sorunu olduğunu vurgulamıştır. Bu kararlı duruşumuz sürmektedir.

Bu bağlamda değerlendirilen OHAL ilanının hukuksal değerlendirmesi de yapılarak, iktidarın önceki uygulamalarından da kaynaklanan endişeler dile getirilmiş ve ardından kısa süreçteki uygulamalar konusunda kaygılarımızın haklılığından duyduğumuz üzüntülerimiz de dile getirilmiştir.

Bu kez, yayınlanan KHK’lerle getirilen yeni düzenlemelerin, ifade ettiğimiz kaygıları da aşan bir boyut taşımakta olduğuna, yapılan düzenlemelerin içine “serpiştirilen” hükümlerin, savunma hakkına yöneltilmiş bir tehdit olduğuna tanık olduk.

Getirilen yeni düzenlemelerin kısa özeti şu şekildedir                   :

  1. Tutukluların avukatları ile yapacakları görüşmeler, teknik cihazlarla, sesli ve görüntülü olarak kaydedilmektedir.
  2. Tutuklu ile avukatının yaptığı görüşmeyi izlemek amacıyla bir personel hazır bulunmaktadır.
  3. Tutuklunun avukatına, avukatın tutukluya vereceği tüm belge veya belge örneklerine el konulabilecektir.
  4. Cezaevlerinde, avukatlara özgü ziyaret gün ve saatleri, her bir tutuklu için haftanın belirli gün ve saati ile sınırlanabilecektir.
  5. Avukat büroları hakim kararı olmaksızın savcı kararı ile aranabilecek, savcının katılımı olmaksızın arama ve el koyma yapılabilecektir.
  6. Bürolarda avukatın başka müvekkillerine ait belgelere –itiraz olsa da – el konulabilecektir.
  7. Müdafiin (AS: Savunmanın) dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, savcı kararıyla kısıtlanabilecektir.
  8. Gözaltındaki şüphelinin müdafii (AS: Savunmanı) ile görüşme hakkı Savcı kararıyla 5 gün süreyle kısıtlanabilecektir.

Savunma hakkını kısıtlayan, avukatın görevini yapmasını olanaksız kılan, hatta konum ve varlığına tehdit oluşturan bu yeni hükümlerin her birinin doğuracağı çok ciddi ve çok vahim sonuçları olacağını hukuk tarihine “not düşmek” ve bir hukuk kurumu olarak uyarı görevimizi yapmak durumundayız. Bu kısıtlamalar, işkence ve kötü muamelenin konuşulmasına, adil yargılanma hakkının ihlali iddialarının gündeme gelmesine ve OHAL sürecinde olunsa da AHİS md. 15 hükümlerince korunan hakların ihlaline, meşruiyet tartışmalarına neden olabilecektir. Bir başka ifadeyle bu düzenlemeler, olağanaüstü hal bakımından bile “olağanüstü” olan, hukuk devleti bakımından tehlikeli, amaç bakımından ölçüsüz bir özellik taşımakta, hukuk devletini tehdit etmektedir.

Darbe kalkışmasının hukuki tavsifi (AS: hukuksal nitelemesi) içinde ifade ettiği ağır sonuçların savunma hakkı ihlal edilerek elde edileceği umuluyorsa, erkenden uyarmak isteriz ki; toplumun geniş kesimlerince beklenen bir uygulamanın tam tersi sonuçlarının alınması kaçınılmaz olabilir. Sadece “kuru-yaş”ayrımı için değil, onu da aşan boyutta gerçek bir yargılamanın tüm ögeleriyle oluşturulması, fiilin ağırlığı ve failin kimliğinden bağımsız olarak en önce savunma hakkının kutsallığına ve vazgeçilmezliğine ilişkin bir inançla olasıdır.

Savunma ihmal veya ihlal edilerek, hukuk ve adalet elde edilemez.

Yasaların avukata sağladığı haklar, kendisi açısından bir ayrıcalık değildir. Üstelik bu haklar, avukata özgü de değildir. Avukatın bu haklarının kısıtlanması, doğrudan adil yargılanmayı etkileyen bir içerik taşır. Bu denli önemli olan ve hiç kuşkusuz tarihimizin önemli bir kilometre taşı niteliğinde olacak bu yargılamaların, daha soruşturma aşamasında “sakatlanması”, korunmaya çalışılan değerleri de zedeleyebilecektir. Getirilen bu düzenlemeler, soruşturma sürecinde avukatın varlığını gereksiz ve anlamsız kılmakta, işlevini ortadan kaldırmaktadır. Tek amacı savunma hakkının kullanılması ve adalet olan avukat bakımından bu hükümler mesleksel bir travmaya, deformasyona yol açan, kabul edilemez düzenlemelerdir.

Bir kez daha ifade etmek isteriz ki; sıfat ve konumu ne olursa olsun, bu karanlık yapıya dahil olan, destek veren herkes hukuk önünde hesap vermeli, bedelini de “hukuk” ile ödemelidir. Ancak bu bedel; hukuka, hukuk devletine, savunma hakkına ve onun temsilcisi avukata ödetilmemelidir.

Karanlık yapının temizlenmesi, bu vahim kalkışmanın hesabının yargı önünde kararlılıkla sorulması yönündeki güçlü beklenti ve desteğimiz devam etmektedir.

Çabamız; hukuk dışında çözüm arama kolaycılığının, öncelikle hukuk devletinin geleceği açısından, ayrıca darbeci zihniyetin ve destekçilerinin süreci çarpıtma ve sulandırma ihtimaline karşı, hukukun gözetilmesine ilişkindir. Bu, soruşturma ve yargılamaların toplum  katındaki meşruluğunu ve etkinliğini daha da güçlendirecek ve bu vahim girişime karşı güçlü bir yanıt olacaktır.

Bu nedenlerle siyasal iktidar ve yargı, hukuk içinde kalmaya özen gösteren bir anlayışla mücadele etmeyi amaçlamalıdır.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur. 03.08.2016

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

==================================================

Dostlar,

Teşekkürler İstanbul Barosu’nun çok özenli bildirisine..
Elbette hesap sorulsun yargı önünde ama hukuku ve dolayısıyla adaleti katledip
ağır ve uzun yıllar sürecek yepyeni, sorunlar tohumlamadan..

Sevgi ve saygı ile.
05 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com